HÛD SÛRESİ - 28. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
فَلَا تَكُ فِي مِرْيَةٍ مِمَّا يَعْبُدُ هَؤُلَاءِ مَا يَعْبُدُونَ إِلَّا كَمَا يَعْبُدُ آبَاؤُهُمْ مِنْ قَبْلُ وَإِنَّا لَمُوَفُّوهُمْ نَصِيبَهُمْ غَيْرَ مَنْقُوصٍ (109) وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ فِيهِ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّهُمْ لَفِي شَكٍّ مِنْهُ مُرِيبٍ (110) وَإِنَّ كُلًّا لَمَّا لَيُوَفِّيَنَّهُمْ رَبُّكَ أَعْمَالَهُمْ إِنَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ خَبِيرٌ (111) فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَنْ تَابَ مَعَكَ وَلَا تَطْغَوْا إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ (112) وَلَا تَرْكَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ (113)
***
فَلَا تَكُ فِي مِرْيَةٍ مِمَّا يَعْبُدُ هَؤُلَاءِ مَا يَعْبُدُونَ إِلَّا كَمَا يَعْبُدُ آبَاؤُهُمْ مِنْ قَبْلُ وَإِنَّا لَمُوَفُّوهُمْ نَصِيبَهُمْ غَيْرَ مَنْقُوصٍ (109)
Fa LAv TaKu FIy MiRYaTin MinMAv YaGBuDu HAvEuLAvEi MAv YaGBuDUvNa EilLAv KaMAv YaGBuDu EAvBAEuHuM MiN QaBLu Va EinNAv La MUveFFUvHuM NaÖIyBaHuM ĞaYRa MaNQUvÖın
“Bunların ibadet ettiklerinden sen mirye içinde olma, sadece babalarının min kabl ibadet etmeleri gibi. Biz onlara nasiplerini de noksansız tevfiye edeniz.”
Buradaki “Hâülâi” işaret zamiri Hazreti Nuh, Hazreti Hûd, Hazreti Salih, Hazreti İbrahim, Hazreti Lut, Hazreti Şuayb ve Hazreti Musa peygamberlerin gönderilmiş olduğu kavimlerdir. Onların ibadet ettikleri hususunda sen mirye (kuşku) içinde olma. Yani bunlar geldiler ve hep kötülük yaptılar.
Tarih kötülüklerden mi ibarettir?
Hayır. Tam tersine kötüler helâk oldular ve iyiler kaldılar. Kötülerin helâki iyilerin yaşaması ve gelişmesi içindir. Onlar babalarının önceleri ibadet ettikleri gibi ibadet ettiler. Kötülük yaptılar, iyilik yaptılar. Onların yaptıkları iyilikler de eksiksiz ifa edilecektir.
Buradaki işaret zamirini bugünkü insanlığa gönderebiliriz. O takdirde bugün olmakta olanlar miryeye düşürmesin. Dünyayı ellerine geçirmişler. Karşılıksız parayı insanlığa kabul ettirmişler. Herkes doların peşinde koşuyor. Doğan çocuk yürümeye başlayıp da bakkala gidecek hâle gelince büyüklerin avucuna bakıyor ki nakit versinler de bakkala gideyim.
Dolar kendi ellerinde olduğu için her yeri işgal etmişler. Onların doları olmazsa paralı tuvalete gitme imkânınız bile olmayacaktır. Dolar dünyaya hükmetmektedir. İlk bakışta bu sermayenin gücüdür. Oysa dolara bu gücü veren de âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. Tarihte nasıl gelişme olmuşsa bugün de öyle olmaktadır. Kur’an’da tedayün âyetinde (Bakara, 282) anlatılan karşılıklı paranın yeryüzüne gelip yerleşmesi için karşılıksız doların revaç bulması gerekiyordu. Yaşlanmış bir uygarlığın ortadan kalkması için kışın gelmesi gerekiyordu. Kış gelmeli, otlar çürümeli, yapraklar dökülmeli ki ilkbaharda yeniden her taraf yeşillensin, yeni yapraklar, yeni çiçekler, yeni meyveler meydana gelsin. O halde sen mirye içinde olma.
Bu âyette başka bir hususa da işaret vardır. Bu dünyada iki takım vardır; yapıcılar ve yıkıcılar takımı. Yaşlanan ve bozulanları yıkıcılar ayıklarlar. Yapıcılar da yenisini kurarlar, iyisini, daha iyisini, kurarlar. O halde herkes görevini yaptığına göre neden yıkıcılar cehenneme, yapıcılar cennete gideceklerdir?
Bu âyetin sonunda, biz onlara eksiksiz ifa ederiz ifadesine göre iyi niyetli olanlar hangi tarafta olursa olsunlar cennete gidecekler, kötü niyetli olanlar hangi tarafta olurlarsa olsunlar cehenneme gideceklerdir. Burada anlatılanlar bu dünyadaki galibiyetleridir.
Babalarının iyi yaptıklarını bunlar da yaparsa onlar gibi olur ve cennete giderler. Babalarının kötü yaptıklarını bunlar da yaparsa onlar gibi nasiplerini alırlar.
Kişilerin durumu böyle ama topluluklar peygamberlerin kıssalarında anlatıldığı gibi bunlar da onlar gibi helâk olacaklardır.
Uygarlıkların ömrü bin yıldır ve Miladi tarihlerle sayılırlar. Kur’an’dan sonra ilk Miladi bin yılın başını yaşıyoruz. Şimdiye kadar olmadı, bundan sonra da olmaz iddiası yanlıştır. İnkılâp olacak, “Adil Düzen” gelecek, buna kimse mani olamayacaktır. Ama kanlı mı gelecek, kansız mı gelecek, buna halk karar verecektir.
فَلَا تَكُ فِي مِرْيَةٍ
FaLAv TaKu FIy MiRYaTin
“Mirye içinde olma”
Bugün tarihi gelişmelerle ve Kur’an’ın çok açık beyanları ile biliyoruz ki sermayenin bu sömürüsü bitecek ve “Adil Düzen” gelecektir. Buna rağmen zaman zaman ya gelmezse diye miryeye yani kuşkuya düşülmektedir. Bugün “Adil Düzen” için çalışan arkadaşlarımız da “Adil Düzen” gelecek diye değil de Allah’ın emri olarak çalışmaktadırlar. İnanmış insanlar da mirye içindedirler. Onun için “Adil Düzen”i bırakmış, cari düzende çabalamaktadırlar. İşte, Kur’an bütün bu insanlara teker teker “mirye içinde olma” demektedir.
“Fela Tekü” aslında “Fela Tekün”dür, “Nun” hazf olmuştur. Bazı yerlerde zikredilir, bazı yerlerde hazf edilir. Bu bir araştırma konusu olabilir; hangi yerde zikredilmiş, hangi yerde hazf edilmiştir? “Ekün, Nekün, Yekün, Tekün” olarak taranır. Ruhu’l-Kur’an’da “Ve” ile “Fe” harfleri de taranarak kelimeleri bulunur.
“Mirye, Reyb, Şek, Zan” kelimeleri hep kuşkuları ifade eder.
Şek, doğru olup olmadığında eşit olarak şüpheye düşmektir.
Reyb, olmadığı kanaatiyle şüpheye düşmektir.
Zan, olma kanaatiyle kuşku içinde olmaktır. Şüphe yanılmadır. Şüphede de zan yoktur, hata vardır.
Miryede ise olmasını istediğin halde bir türlü olma ümidinin olmadığı bir kuşkudur.
Bugün inanmış insanlar da mirye içindedirler. Hâlâ bu zulüm düzeninin biteceğine inanamıyorlar. Bu dev sermayenin yenileceğine akılları erse bile hisleri ile inanamıyorlar. Miryede aklî değil hissî şüphe var, imanî şüphe var. Sigara müptelası doktorlar da zararlı olduğunu biliyorlar ama hisleri ile inanmadıkları için sigara içmeye devam ediyorlar.
مِمَّا يَعْبُدُ هَؤُلَاءِ
MinMAv YaGBuDu HAvEuLAvEi
“Bunların ibadet etmelerinden dolayı”
Bunlar kimdir?
Eğer bunlar o zamanki kavim olsaydı “Ya’budu” değil “Abade” olurdu. “Ya’budu” olduğuna göre bugünkü insanlardır. Allah’tan başkasına ibadet eden Hazreti Nuh’un, Hazreti Hûd’un, Hazreti Salih’in, Hazreti Lut’un, Hazreti İbrahim’in, Hazreti Şuayb’ın, Hazreti Musa’nın kavimlerinin bugünkü temsilcileridir. Bugünkü dolara tapanlardır. Bugünkü sermayeyi mabut yapanlardır. Onların gösterdiği yoldan yürüyenlerdir. Faizci, zinacı, rüşvetçi, mafyacı kimselerdir. Bunların bu başarılarına ve güçlerine bakarak Kur’an düzeninin gelmeyeceğini sanma, tereddüde düşme.
Biz bu miryeye düştüğümüz içindir ki her gün istiğfar etmemiz gerekir. Ben namazlarda rükûdan ve secdeden kalktığım zaman üç defa “estağfurullah” diyorum. Kur’an’ın onlar seherlerde istiğfar ederler âyetine uyuyorum. Kıyas yoluyla her namazın her rekâtında bunu yapıyorum. Miryemi böyle def edebiliyorum.
مَا يَعْبُدُونَ
MAv YaGBuDUvNa
“Onlar ibadet etmiyorlar”
“İbadet etme” demek yalnız O’nun işçisi olma demektir.
İnsanlar bugün sadece zamanımızın Firavunu olan Sermaye’ye yani onun dolarına ibadet ediyorlar. Tüm çalışmaları ve yaptıkları iş dolara endeksli para kazanmaktan ibarettir.
Akevler bu putlardan kendisini uzak tutmak için Demir-Çimento’yu (DÇ) kullanmaktadır. Akevler’de bütün borç-alacaklar ve değerlendirmeler “on kilo demir - bir torba çimento” (DÇ) üzerinden yapılmaktadır. Bu sayededir ki yarım asırdır yaşamaktadır.
Dolar olsun TL olsun tümü batıl değildir. Orada enflasyon kadar şerik vardır. Yani bugünkü insanlık münkir değil müşriktir.
Biz de doları ve Türk Lirasını hepten reddetmiyoruz. Peşin ödemeleri kabul ediyor, ödeme esnasındaki değerleri yazıyoruz, o kadar altın veya demir-çimento (DÇ) borçlanıyoruz.
إِلَّا كَمَا يَعْبُدُ آبَاؤُهُمْ
EilLAv KaMAv YaGBuDu EAvBAEuHuM
“Sadece babalarının ibadet etmeleri gibi”
İbadet demek tüm düzene uyma demektir. Yani onlar da babalarının yaptıklarını yapıyorlar. Babaları kimlerdir?
Hazreti Nuh’un ve Hazreti İbrahim’in zamanında yaşayan atalarıdır, Hazreti Musa’nın ve Hazreti İsa’nın zamanında yaşayan atalarıdır.
Onlar nasıl zulmediyorlarsa bunlar da öyle zulmediyorlar.
Onlar başaramadılar ve yok edildiler.
Bunlar da başaramayacaklar ve yok edileceklerdir.
مِنْ قَبْلُ
MiN QaBLu
“Min kabl”
“Min” harfinden sonra kelime esreli gelecekken burada ötreli gelmiştir. Bu durum bir kelimenin hazfı anlamındadır. “Min Kabli Haza” olabilir. “Min Kabliküm” olabilir. “Min Kablihim” olabilir. Bunlardan bütün manaları içersin diye hazf olmuş ve ötre üzerine bina edilmiştir. Bundan önce yani...
Yani 2000 yıl önce başlatıp günümüze gelinceye kadar zaman içinde onlar ne yaptılarsa bugün de aynısını yapıyorlar. Oysa onların başına ne gelmişse bunların başına da o gelecektir. Bunda miryeniz/kuşkunuz olmamalıdır. Ya bunlar Arap halkı gibi gerçekleri kabul eder teslim olurlar yahut başlarına geçmişte olanlar gibi başlarına gelecek olanlar gelir.
İnsanlık nasıl kurtulabilir?
Akevler çalışır ve “Adil Düzen”i ortaya koyar, faizsiz kredileşmeye dayanan bir işletme kurar. Ahşap evler imal eder ve dünya piyasasına pazarlar. Oralarda ahşap evler imalathaneleri kurulur, dinlenme evleri kurulur. Devletler Sermaye’ye karşı güçlenir ve seçimleri halk kazanır. Sermaye de Mekkelilerin yaptığı gibi teslim olur ve itibarı daha da artar. Mekkeliler hâlâ itibarlı bir topluluk olarak varlıklarını sürdürüyorlar.
وَإِنَّا لَمُوَفُّوهُمْ
Va EinNAv Ka MuVafFUvHuM
“Ve biz onlara tevfiye edeceğiz”
Harfi atıfsız haber olarak gelen ismi failler veya mefuller isim cümlesidirler ama manaları muzaridir. İfa edeceğiz anlamı verilir.
“İfa etmek” vefa göstermek demektir. Ölçülerin ve tartıların tam yapılması, borçların ödenmesi anlamındadır.
Tarihte iyilik olmuş kötülük olmuş. Kötüler elenmiş, iyilik daima üstün gelmiştir. Bu sayede bugünkü uygarlık vardır. Şimdi de iyilik galip gelecek ve yeni uygarlıklar kurulacaktır. Her iki cephede de iyi insanlar var, kötü insanlar vardır. İyilere de hakları verilecek ve nasipleri ifa edilecektir. Ne iyi ne kötü olanların işi Allah’a aittir. Cehenneme gitmezler, çünkü günahları yoktur. Cenneti hak etmezler ama cenneti hak edenlerin yakınlarıdır, cennete gidebilirler yahut arafta kalıp sonra cennete giderler.
نَصِيبَهُمْ
NaÖIyBaHuM
“Nasiplerini”
“Nasb” dikili taş demektir. Arazileri bölüşürken sınırlarda taş koyarlar, böylece herkesin nasibi bilinmiş olur. Daha çok iyi paylar için kullanılır.
Burada mukadder bir soruya cevap vardır.
Bugün dünya zulüm içindedir. Ama içinde pek çok kimse vardır ki iyi insandır. Hiç olmazsa kötü değildir. O halde onların durumu ne olacak?
Herkese nasipleri ifa edilmektedir.
غَيْرَ مَنْقُوصٍ (109)
ĞaYRa MaNQUvÖın
“Menkus olmayan.”
Noksansız nasipleri ifa edilecektir.
Burada dört önemli işaret kastedilmektedir. Bugün “Adil Düzen” için çalışmadıkları halde iyi insanlar vardır. Bunlardan bahsedilmektedir. 1) “İfa” kelimesi kullanılmıştır. İfa kelimesi borcun ödenmesidir. İyilik için kullanılır. 2) “Nasib” pay demektir ama iyi bir şeyin payıdır. Cezada paylaşma yoktur. Her faile tam ve ayrı verilir. Üçü de kasten adam öldürse üçü de idam edilir. 3) “Noksan edilmez” denmektedir. Demek ki bu pay yapılan iyiliklere karşı onlara verilen paydır. 4) Kötülükte noksan yapılmaz sözü yanlıştır. Çünkü Allah isterse çoğunu affedebilir, hattâ hepsini de affeder. Böyle yapacağına dair Kur’an’da vaatler vardır.
Demek ki bugünkü düzen yok olacaktır. Orada kalanlar iyi insanlar olsa da helâk olacaklar. Ama âhirette ise herkes kendi yaptığı sevap ve günahlardan sorumlu olacaktır.
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ فِيهِ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّهُمْ لَفِي شَكٍّ مِنْهُ مُرِيبٍ (110)
VaLaQaD EAvTaYNAv MUvSAy eLKiTABa FauPTuLiFa FIyHi Va Lav KaLiMaTün SaBaQaT MiN RabBiKa La QuWıYa BaYNaHuM VaEinNaHuM LaFIy ŞakKin MiNHu MuRIyBin
“Ve Musa’ya Kitabı ita ettik. Onda ihtilaf edildi. Rabbinden sebkat etmiş kelime olmasaydı aralarında kaza olunurdu ve onlar ondan mürib bir şek içindedirler.”
Bu sûrede Hazreti Musa Peygamberden üç yerde kısa kısa bahsedilmektedir.
Birincisi 17’inci âyette imam olarak Hazreti Musa’nın kitabından bahsetmektedir. Kur’an’ı onun teyit ettiğini bildirmektedir. Tevrat Kur’an’ın ilk uygulamasıdır. Biz Kur’an’ı ancak Tevrat uygulaması ile anlarız.
İkincisinde ise bundan önce Firavuna yaptığı tebliğden bahsetmektedir. Yani Hazreti Nuh aleyhisselamdan başlayan ve denizi geçmeden önceki durumu anlatmaktadır.
Peygamberlerin yönetimi ve sünneti şeriatı oluşturuyor. Sina’da Tevrat’ın levhaları kendisine verildiğinde yeni dönem başlamıştı. O da kitap dönemidir. Tevrat, İncil, Furkan ve Kur’an gelecektir. Bunlar yeryüzünde büyük uygarlıklar kuracaklardır. Tevrat’ta ihtilaf ettiler, farklı manalar verdiler, farklı kitaplar oluştu. Onlar reyb veren şek içindedirler.
Yahudilerin Tevrat’tan ayrıldıkları başlıca hususlar şunlardır.
a) Hazreti İsa’yı ve Hazreti Muhammed’in geleceğini çok açık bir şekilde bildirdiği halde kabul etmemiş, onların yerine kendi içlerinden hâlâ bir Mesih bekliyorlar.
b) Tevrat bütün insanlara hidayet olarak geldiği halde sadece İsrail oğullarına nazil olmuştur diye onu gizlemekte, diğer kavimlerin öğrenmelerini istememektedirler.
c) Kendileri insanlığa hizmet için seçilmiş kimseler oldukları halde, diğer insanlara hükmetmek için seçildiklerini iddia etmektedirler. Oysa bizzat kendileri daime esaret ve sürgünler içinde yaşamaktadırlar.
d) Cennete yalnız kendileri gidecekler, diğer insanlar ise cehennemde veya arafta kalacaklardır. Dolayısıyla kendileri dışındaki insanlara zulmetmek onlara göre günah değildir.
Bu hatalı inançtan dolayı İsrail oğulları ayrılıklar içindedirler. Hepsi bir değildirler. İslâm inancı içinde Allah’a ibadet edenleri de vardır.
Bunların bu şekilde davranmalarına müsaade edilmiştir. Bu onların uygarlığa hizmetlerini sağlamıştır. Önce uygarlaşmanın olduğu yerlerden kovulurlar ve uygarlığı yeni yerlere götürürler. Orasını uygarlaştırdıktan sonra başka yerlere kovulurlar. Böylece tarihte uygarlık onlar sayesinde yayılmış ve gelişmiştir.
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى
VaLaQaD EAvTaYNAv NMUvSAy
“Ve Musa’ya ita ettik”
Hûd Sûresi’nde “Ve Lekad” ifadesi dört yerde geçmektedir. Biri Hazreti Nuh, biri Hazreti İbrahim, ikisi de Hazreti Musa’nın kıssaları başlarken geçmektedir.
Hazreti Nuh Peygamber ilk uygarlığı kuran peygamberdir. Kişi yönetiminden kural yönetimine ilk defa onun zamanında geçilmiştir. Yalnız Nuh Kavmine hitap etmiştir.
Hazreti İbrahim Peygamber ise Hazreti Nuh’un kavmine getirdiği uygarlığı beşerileştirme görevini yüklenmiş, Hazreti İshak’ın oğlu Hazreti Yakub’u Filistin’e, oğlu Hazreti İsmail’i Mekke’ye ve üçüncü eşi Katura’dan olma dört oğlunu da Hindistan’a göndermiştir. İnsanlığı silahla değil kitaplarla birleştirmiştir.
Hazreti Musa iki görevi yapmıştır. Biri, Mısır’a gitmiş ve Firavuna tebliğ yapmıştır. Firavun Hazreti Musa’yı kovalarken ordusu denizde boğulmuş ama kendisi kurtularak Mısır’a dönmüş ve Mısır’da tek tanrılı dini devlet çapında uygulamıştır. Bu uygulama çok önemlidir.
Obama, Putin, Erdoğan ve Şi (Çin Devlet Başkanı) tarafından bugün yapılacak uygulamaya örnek olacaktır. Tam gelişmiş dinlerde yeni düzen gelmez. Sermaye gidecek, yerine güçlü devletler dönemi gelecektir. Örnek de Mısır’daki Hazreti Musa’dan sonra yönetici olan Firavun benzeri olacaktır. Bundan önce Hazreti Musa’nın o dönemine işaret etmektedir. Henüz Tevrat gelmemiştir ve Hazreti Musa şeriat getirmemiştir. Şimdi ise denizi geçtikten sonra dağa çıkarak Hazreti İbrahim zamanında gömülen levhaları (seramik üzerinde yazılan tabletleri) almıştır.
الْكِتَابَ
eLKiTABa
“Kitap”
Musa’ya verilen Tevrat beş kitaptan oluşmaktadır.
Birincisi Tekvin’dir. Kâinatın yaratılışını ve eski peygamberlerin kıssalarını öğretir. Hazreti Yusuf’a kadar anlatır.
İkincisi Çıkış’tır yani Hazreti Musa ve kavminin Mısır’ı terk etmelerini anlatır.
Üçüncüsü Leviler’dir. Hazreti Harun’un hahamlara öğrettiği dini ayinleri içerir. Hazreti Musa şeriat, Hazreti Harun tarikat ehlidir.
Dördüncüsü çöllerde yaşanan ve hükümleri içeren şeriat kitabıdır.
Beşincisi ise Kenan diyarına yerleşecekleri zaman yaşanmış ve asıl şeriat hükümlerini içeren kitabıdır.
Tevrat Kur’an’ın o dönemdeki uygulamasıdır. Kur’an daha önce nazil olsaydı, Beyan ilmi de bilinseydi, içtihat ve icmalarla Tevrat çıkardı. Bizim Hadis kitaplarına benzer. İçinde Siyer ve Fıkıh vardır. Mühendisler proje yaparken önce ustalara tarif ederek birinci modeli yaparlar. Orada elde ettikleri sonuçlara göre proje çizerler. Sonra o projeye göre bir örnek üretim yaparlar. Ondan sonra projeli seri üretime geçerler.
Tevrat proje aşamasındaki uygulamadır.
Sünnet projeden sonraki Kur’an uygulamasıdır.
Fıkıh ise projenin uygulandığı dönemdir.
Tevrat’a kadar şeriat resullerin söyledikleri idi. Bizim Hadisler gibi idi. Bildiren melekti ama sözler resullere aitti. İlk olarak Hazreti İbrahim’e sahifeler halinde kitaplar inmeye başlamış, uygulanma alanı ancak Hazreti Musa’nın levhalar hâlinde onları Tevrat’ın sahifeleri yapması ile başlamıştır. Bugüne kadar o dönem gelmiştir.
Tevrat ve Sünnet uygulamasından sonra ilk olarak içtihat uygulaması üçüncü binyılda yapılacaktır. Şimdi siz bu büyük görevi yüklenmiş sahabeler gibisiniz. Onların örnekleri yoktu. İlk defa kurdular. İlk olduğu için bizden üstündürler. Ama onların peygamberleri vardı. Bizde de onlardan gelen kevser vardır. Peygambersiz olarak bu görevi yine Allah’ın inayetiyle yapmış olacağız.
فَاخْتُلِفَ فِيهِ
FauPTuLiFa FIyHi
“Onda ihtilaf edildi”
Tevrat’ın içinde ihtilaf edildi. Onlar ihtilaf ettiler demiyor. Tüm insanların ihtilaf ettiklerini söylemektedirler. Gerek metin gerekse uygulama tahrif edildi.
Bugünkü sermaye de o ihtilaf edenler içindedir. Kendi aralarında da ihtilaf vardır.
ABD Başkanı Bush’u destekleyen Rockefeller ailesi insanlığın ancak savaş, fitne ve faizli sömürü ile yönetileceğine inanıyor.
ABD Başkanı Bill Clinton’ı destekleyen Rothschild ailesi ise insanlığın ekonomi yoluyla idare edileceğine inanmaktadır. Aralarındaki ihtilaf devam etmektedir.
İsrail oğulları arasındaki ihtilaftan çıkmış, insanlık arasındaki ihtilafa dönüşmüştür.
Batı dünyası Tevrat’a inanmaktadır ama uygulama hepsinden farklıdır. Hattâ Yahudilerin Tevrat’ı ile Hıristiyanların Tevrat’ı da birbirinden farklıdır.
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ
Va LaVLa KaLiMaTün
“Kelime olmasaydı”
“Kelime” parça demektir.
Karışık şeyleri tasnif ettikten sonra ortaya çıkan düzen kelimedir.
Kader zihni takdirdir, 01’lerden oluşur. Kelime ise DNA’lardan oluşur. Kader düşüncedir. Kelime düşüncelerin uygulanmasıdır. Nasıl DNA’larla canlı oluşuyorsa, benzer şekilde kelimelerle de insanlık oluşmakta, uygarlık oluşmaktadır. Allah uygarlığı takdir etmiş ve kelimeleri DNA yapmıştır. İşte bu ihtilaflar O’nun takdiridir. Sosyalizm, kapitalizm, nasyonalizm, sol, sağ hep O’nun takdiridir. Onu kelime ile ifade etmektedir.
سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ
SaBaQaT MiN RabBika
“Rabbinden sebkat etmiş”
Evet, Rabbinden sebkat etmiş bir kelime olsaydı.
“Rabbinden” deniyor, çünkü bu rabvetin yani gelişmenin, inkılâbın, evrimin, uygarlığın gereği bir kelimedir.
Nasıl insan vücudu yorulur, dinlenmek ister, uyuduktan sonra yeniden hayata başlar; onun gibi insanlık da topluluklar da yaşlanırlar, yenilenmeleri veya uyanmaları gerekir.
Sebkat eden kelimedir.
لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ
La QuWıYa BaYNaHuM
“Aralarında kaza olunurdu”
İhtilafta meçhul siga kullandı, kaza olunmuştu fiilini meçhul kullandı. “Onlar ihtilaf ettiler” denmiyor, “onlar ihtilaf olundular” deniyor. İhtilaf lazım bir fiil olduğu halde meçhul olarak getirilmiştir. Demek ki “İhtelefû Fîhi” müteaddi fiil olmuştur. “Üctemie Fîhi” demek için içinde içtima olundular yani oraya davet olundular. Onlar da toplandılar olur. Orada ihtilaf etmeleri istendi, onlar da orada ihtilaf ettiler.
Aralarında kaza olunurdu demek, biri diğerine galip gelirdi demektir.
Bugün devam eden sermayeler arası ihtilaf bitmeyecek, uslanıp da insanlığı eskisi gibi sömüremeyecekler demektir. Bundan önce sermayenin terakümü için kâğıt paranın icadı gibi sebeplerle anlaşmaları gerekiyordu. Birileri para üretecek, diğerleri ise parayı çalıştıracak. Bugün ise yeteri kadar para piyasaya çıkmış olduğundan ve tam istihdam sağlandığından artık yeni para basılamıyor. Dolayısıyla eski tezgâh artık çalışamaz durumdadır.
وَإِنَّهُمْ لَفِي شَكٍّ مِنْهُ
VaEinNaHUM LaFIy ŞakKin MiHu
“Ve onlar ondan şek içindedirler”
Tevrat’ın söylediklerine inanmıyorlar, ya öyle değilse diyorlar.
“Şek” iki tarafı eşit kuşkudur.
Tevrat’ın arz-ı mev’udu vardır, bugünkü İsrail sınırlarına yakındır. Kur’an’da bildirildiğine göre Yahudiler orada toplanacak, devlet olamayacaklar ama orası onların vatanı olacak arz-ı mev’udlarıdır. Yahudilerin kimileri orada bağımsız devlet kurmak istediler, kimileri karşı çıktı. O gün başlayan tereddüt devam ediyor.
Yahudiler eski dünyada yurt aradılar ama bir türlü bulamadılar. Ama İsrail’e taşınmıyorlar. Şimdi Erdoğan’ı bertaraf edip İstanbul’u merkez yapmak istiyorlar. Daha kararlarını verip şöyle yapalım diye bir ittifaka varamadılar.
مُرِيبٍ
MuRIyBin
“Mürib bir şek”
Öyle bir şek ki sonunda rayba götürür.
Burada önemli bir psikolojik kural vardır. Önce şek durumunda iken şek giderilmezse reybe dönüşür. Artık insan olamayacağına meyleder. İnsanda âhirete ve Tanrı’ya inanma bakımından şek vardır. Eğer namaz kılarsa bu şek yakine dönüşür, insanda tereddüt kalmaz. Kur’an’ın emrettiği namaz kılınmazsa şek reybe dönüşür.
Onların ihtilafları büyüyecek ve reybe dönüşecektir. Devletlere karşı yenilmeye başladıklarında bu reyb daha da büyüyecektir.
Şu hususu unutmamak gerekir ki sermaye siyasete yenilecektir ama devletler eğer “Adil Düzen”i kabul etmezlerse kendi aralarında savaşa başlayacaklardır.
وَإِنَّ كُلًّا لَمَّا لَيُوَفِّيَنَّهُمْ رَبُّكَ أَعْمَالَهُمْ إِنَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ خَبِيرٌ (111)
Va EinNa KulLan LamMA LaYuVafFaYanNaHuM RabBuKa EaGMAvLaHuM EinNAHUu BiMAv YaGMaLUvNa PaBIyRun
“Hepsi, yalnızca rabbinin onlara amellerini tevfiye edecekleri haldedirler. O, amel ettiklerinden habirdir.”
Resuller döneminde olanlar için onlara gayri menkus diyor.
Biz onlara noksansız ifa edeceğiz denmiştir. Burada Rabbin amellerini ifa edecektir denmiştir. Kitap döneminde insanların amelleri ifa edilecektir. Resuller zamanında halk tarihi gelişmelerle gelenek topluluğu olmuştur. Öyle kurallar oluşur ki halk o kuralların nasıl oluştuğunu bilmez. Nasıl çocuk dili öğrenir ve geliştiği zaman tereddütsüz kullanırsa, topluluktaki örfler öyle oluşur ve doğruluğunu yanlışlığını düşünmeden halk onlara uyar. Topluklarda nasıl tek dil varsa, öyle de tek kurallar mevcuttur, halk onlara tartışmadan uyar.
Ben böyle bir topluluk içinde iki yerde yaşadım; biri köyümde yani Artvin’in Camili bucağında, biri de Kırgızistan’da Kırgızlar arasında böyledir.
Hâlbuki kitap dönemi akıl dönemi, düşünme ve tartışma dönemidir. Resuller döneminde yaptıkları noksansız ifa edilecektir. Kitap döneminde ise amellerin içtihada göre yapılıp yapılmadığı denetlenecektir. Çünkü resuller döneminde henüz işbölümü gelişmemiş, ortak üretim ortaya çıkmamıştır. Kitap döneminde ise işbölümü ortaya çıktığı için ameller de o kadar farklılaşmıştır. Artık insanlar iş yapıyor ve karşılığında ücret alıyor, ondan sonra da onunla istediğini almakta ve ihtiyaçlarını karşılamaktadır.
وَإِنَّ كُلًّا
Va EinNa KulLan
“Ve hepsi”
Buradaki atıf ihtilaf olundular atfıdır. Olanların hepsi birer parçadır. “Küllen”deki “Nun” izafetten ivaz tenvinidir. Yani mahzuf olan bir kelime yerine geçer. Her biri anlamındadır.
Neden “Ve İnne Küllehüm” denmeyip “Küllen” denmiştir?
“Küllehüm” Câû” derseniz, hepsi geldiler, “Küllen Câû” derseniz hepsi bir olarak geldiler demiş olursunuz. Yani ayrı ayrı, parça parça değil, birlikte böyledirler anlamı verilmiş olur. “Küllen”de hâl benzeri bir durum vardır. Bir şekliyle “Lemmâ” “Küllen”in hâlidir. İkisi birden mübtedadır. Haberi ise “Leyüveffiyenne”dir Hâl alan bir ismin haberine “Le” dâhil olması gerekir. “İnne Zeyden Kaimen Le Cae” fasih cümledir. “Le”siz söylendiği zamana fesahatte kuşku vardır. Bu cümledeki “Lemmâ” kelimesinde teşabüh vardır. Diğer şekliyle Lemma istisna edatıdır.
لَمَّا
LamMA
Lemma
“Lemm” iki şekilde olur:
Birincisinde “Lemma” kelimesi harf olarak manalandırılamaz. Çünkü kendisinden sonra “L” gelmektedir. Bu kelime isimdir, “LMM”den oluşmuş bir isimdir.
“Lemma” parça parça demek, ufalanmış demektir. Türkçede lime lime olmuş deriz. Parça parça olmuş hepsinin amellerini Allah ifa edecektir.
Burada “Lemmen” gelmesi gerekirken “Lemma” denmiş. “İnne Zeyden kaimün” yerine “İnne Zeyden Kaimen” diyebilirsin, Zeyd kaim haldedir demiş olursunuz. “İnne Zeyden Kaima” olur. O zaman cümlenin hepsi paramparçadır. O zaman “Le Yüveffiyenne” cümlesi bağımsız cümle olur.
İkincisinde “Lemma” harftir. İstisna edatıdır. İnne ve küllen ile beraber kullanılan bir istisna edatıdır.
لَيُوَفِّيَنَّهُمْ
La YuVafFiYanNaHuM
“Onlara ifa edecektir”
Buradaki kitabın içinde ihtilaf edileceği, Allah’ın bu ihtilaflara izin verdiğini, herkese amelinin karşılığının ifa edileceğini bildirmektedir. Burada da şu ifade edilmektedir ki samimi olmak şartı ile Kitabın yorumlanmasında hata edilse de insanlara ücretleri verilecektir. Burada “ifa edilecektir” denmiyor, “ifa edecektir” deniyor hem de tekitli “nun”la getirilmiştir.
Bugün olmuş olan olaylar hep Rabbin izniyle olmaktadır.
İnsanlar ise niyetlerine göre karşılıklarını göreceklerdir. Biz içtihat ederiz ve içtihadımıza göre ne yapmamız gerekiyorsa onu yaparız. Gerçi Tevrat’ta içtihat yoktur ama bugün artık onlara da peygamber gelmediği için onlar da ancak içtihatları ile amel edeceklerdir. Onların içtihatları ile amel etmeleri de geçerlidir demektir.
رَبُّكَ
RabBuKa
“Rabbin”
Yeryüzünde sosyal uygarlaşmayı gerçekleştiren insandan başka bir varlık yoktur.
Bu da ancak insanın düşünüp yeni şeyler keşfetmesiyle mümkündür.
İÇTİHADIN OLMADIĞI YERDE İNKILÂP OLMAZ.
Demek ki bu durumlar hep ilâhi takdirden ibarettir. Sermaye mağlup olacak, dünya üzerindeki hükümranlığını kaybedecektir. Ama sermaye sahipleri cennete gidebilirler. Uygarlaşma gereği gitmeleri gerekir. Ama kendileri günah işlememiş olabilir. Şehitlik böyledir.
Bugün Türkiye’de değişik partiler veya tarikatlar veya odalar yanlış yapabilirler ve helak olurlar. Ama helak olanlar âhirette cennette olabilirler.
Bu hususu iyi kavramamız gerekmektedir.
أَعْمَالَهُمْ
EaGMAvLaHuM
“Amellerini”
Amellerinin karşılığı verilecektir. İfa edilecektir. İyilik yapanlara iyilik, kötülük yapanlara da kötülük üzerinden terazi kurulacaktır.
Çoğul kuralsız ise herkesin ameli kendisine ait demektir.
Demek ki dünyevi helakte topluluk helaki vardır. Halk birden helak olur. Oysa âhirette herkesin hesabı ayrı ayrı görülür. Kur’an bu hususa sık sık temas etmektedir.
إِنَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ
EinNaHUu BiMAv YaGMaLUvNa
“O amel ettiklerini”
Yani bugün “Adil Düzen”e karşı gelenlerin yaptıklarını bilmektedir.
Bunların bir kısmı İslâmiyet’i bozduğumuza inanmakta, bu sebeple bize karşı olmaktadır. Şevket Eygi bu sebeple bize karşıdır. Oysa asıl Ehli Sünnet’in yolundan ayrılan odur. Onlar ‘biz Ehli Sünnetteniz’ diyorlar ama amelleri Ehli Sünnet ile alakalı değildir.
İnanıyorsanız galip gelirsiniz ayetini okuduktan sonra eğer mağlupsak inanmıyoruz demektir. Bin yıl önceki içtihatlarla bugün yaşanır mı? Ancak laik olarak yaşanır. Ne var ki biz ona bunları anlatamadığımız için bize karşıdır. Yoksa o elbette Allah’a inanmakta ve belki de bizden daha fazla O’na teslim olmaktadır.
Bu husus AK Parti içindekiler için de doğrudur. Bu sebepledir ki bize karşı olsalar da biz onlara karşı değiliz. Onlar bizi sevmeseler de biz onları severiz.
خَبِيرٌ (111)
PaBIyRun
“Haberdardır.”
O yapacaklarından haberdardır.
Yani orada yapılanlar O’nun bilgisi ve izni dışında cereyan etmez.
7 Haziran’da oy verenler ile 1 Kasım’da oy verenler aynı kişilerdi ama Allah o zaman onlara oraya oy verin dedi, şimdi böyle oy verin dedi. O halde bizim yapacağımız şey olmuş olan olayları kritik edip niye böyle yapıyorlar diye ona buna düşmanlık yapma yerine olayları değerlendirip bizim ne yapmamıza karar vererek amel etmemiz gerekir.
فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَنْ تَابَ مَعَكَ وَلَا تَطْغَوْا إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ (112)
Fa iSTaQıM KaMAv EuMiRTa VaMaN TaVBa MaGaKa Va LAv TaOĞaV EinNaHUv BiMAv TaGMaLUvNa BaÖIyRun
“Sen ise sana emrolunduğun gibi istikamet üzere ol ve seninle beraber olanlar da ve tuğyan etmeyiniz. O (Allah) amel ettiklerinize basirdir.”
“Fa” harfi getirilerek mademki onların yaptıklarını yargılamak size düşmez, onların suçlu veya suçsuz olduklarını söylemek size düşmez. O halde kendi işine bak. Kur’an ısrarla insanlara başkalarının ne yaptıklarına değil, kendisinin ne yapacağına bakmalıdır der. Karşı tarafta olanlarla değil, onların yaptıkları ile savaşılmalıdır. Onları hesaba çekmek ve cezalandırmak bize ait değildir, O’na aittir.
Buradaki “Fa” harfi bütün surenin buraya kadar anlattıklarını sonunda söylemiştir. Sermaye de tarihi görevini yapmıştır, bugün kendi görevine çekilmek zorundadır. O insanları kötü sayıp cehenneme gönderme yerine, Allah bugün bize ne emrediyorsa ona uymamız gerekmektedir diye düşünmeli ve yapmalıdır.
“Emrolunduğuna istikamet al” denmemiş, “emrolunduğun gibi istikamet al” denmiştir.
Emirler iki şekildedir. Biri, her iş yaparken sana emredilir, sen de ona uyarsın, bu itaattir. Bir defa yaptın mı görev yerine getirilmiş olur. O zaman itaat etmiş olursun.
Başkası yapar, sen ona uyarsın, o zaman da ittiba etmiş olursun.
Eğer biri kurallar koyar da sen o kurallara uyarsan, emrolunduğun gibi istikamet etmiş olursun. Çünkü artık kuralları yorumlamak sana aittir. Her seferinde amir emretmemektedir. İlk emre göre ondan sonra benzerini yerine getirirsin.
“İstikamet etmek” demek kendi kendine ikamet etmek demektir yani kendi içtihatlarına göre amel etmek demektir. Bütün geçmiş bize emirlerdir. Gerek kitaplar ve uygulamalar, gerekse müsbet ilmin verileri ve sanayi uygulamaları bizim için derstir, ibrettir, delillerdir. Biz onlara dayanarak yapacağımız içtihatlarla kendimiz kendi içtihadımızla amel edeceğiz.
“Ve seninle beraber olanlar.” Yani biz kendi kendimize ayrı ayrı değil bir yerde olduğumuz kimselerle uyumlu hareket edeceğiz. Bu da sözleşmeler yaparak yaptığınız sözleşmelere göre hareket etmekle mümkündür. Sözleşmedeki hükümlere tarafların rızaları konulur. Dolayısıyla insanlar kendi iradeleri ile sözleşme yaparlar. Sözleşme yapıldıktan sonra artık ona uyma zorunluluğu vardır. İkili sözleşmeler taraflardan birinin isteği ile sona erer. Ama icma ile sözleşme toplulukça kabul edildikten sonra artık kişilerin tek taraflı sona erdirmesi mümkün değildir. O icmaya katılmayanlar bucaklarını terk ederler. İl icması varsa ili terk ederler, ülke icması varsa ülkeyi terk ederler. İnsanlık icması varsa herkes uymak zorundadır. Uymayanlar müşrik olurlar. Onların hükümleri Beraa suresinde anlatılmıştır.
“Seninle beraber” denmemiş de “seninle beraber tevbe etmiş” denmektedir. Yani seninle beraber aşiret kurmuş, seninle beraber kabile olmuş, seninle beraber şa’b olmuş, seninle beraber kavim olmuş ve millet olmuş; yani ocak, bucak, il, ülke ve insanlık içinde İbrahim milletinde olanlar emrolundukları gibi yapsınlar. Dışarıda kalanların hesabı sana ve size ait değildir. Onların hesabını biz görürüz. Evet, biz savaşırız ama savunma savaşını yaparız, saldırı savaşını yapmayız, kimseyi kendi düzeninden zorla vazgeçirmeyiz.
Emirleri yerine getirmek yetmez, nehiylerden de sakınmak gerekir. Bunu “tuğyan etmeyiniz” diyerek tedvin etmiştir. “Tuğyan etmek” demek suyun kabından taşması demektir.
Herkes kendi ülkesinde istediği gibi yaşayacaktır. Merkezi bucaklar taşra bucaklara hükmetmeyecek, taşra bucakların şeriatına karışmayacak. Merkezi bucaklar hadim bucaklar olacaklar, hâkim bucaklar olmayacaklardır. Nasıl her insan kendi içtihadı ile amel edecekse, her ocak da kendi içtihadı ile yaşayacaktır.
Bugün Türkiye’de kooperatifler kurmak serbesttir. Serbest sözleşme hukuku vardır. Buna göre Hizmet Kooperatifini kurmuş oluyoruz. İstediğimiz hukukla yaşarız. Sadece bedeni cezalar vermeyiz. Onu kooperatiften çıkarma şeklinde sağlarız. Cezalandırma da tabi olduğumuz, vergisini verdiğimiz devlete ait olacaktır. Ürettiklerimizi takas yoluyla satacağımız için devletin parasına göre vergi veririz ama içimizdeki muamelelere onları karıştırmayız. O halde biz ve bizimle beraber semt kooperatiflerine hicret edenler Allah’ın emirlerini yerine getirerek şeriat hükümlerine göre yaşarlar.
Biliyorum, rahat durmayacak, yasalara rağmen bürokratlar saldıracaklardır. Ama biz birinci Akevler uygulamasında onları yendik. Siz de kendi uygulamalarınızda onları yeneceksiniz. Allah size yardım edecektir.
“O onların yaptıkları için habirdir” demiş, bizim yapacaklarımıza basirdir denmiştir. Bunun manası şudur. Onların işlerine karışmamakta, sadece haber almakla yetinmektedir. Âhirette ceza verecektir. Bize ise nazırdır, gözetlemektedir. Gerektiği zaman yol göstermekte, gerektiği zaman yardım etmektedir. Göreceksiniz ki Allah sizi yalnız bırakmayacaktır.
فَاسْتَقِمْ
Fa iSTaQıM
“İstikamet al”
Türkçede istikamet yönlenme demektir. Kur’an Arapçasında kendi kendine kaim olmak demek yani kendi içtihatlarınla amel etmek demektir. Müstakim sırat ise kendi içtihatlarına göre hareket edip birlikte yaşama düzenidir.
Hakemlerin kararları ile birlik sağlanır. İcma ile birlik sağlar. Sistem şudur. Sözleşmelerle şeriat oluşmaktadır. Herkes kendi içtihatlarıyla sözleşmeleri yorumlayıp uygulamakta, çıkan nizalar tarafların seçtiği bağımsız, tarafsız, saygın ve etkin hakemler tarafından çözülmekte, hakem kararlarına uymayanlar da dayanışma ile oluşan silahlı güçle etkisiz hâle getirilmektedir. “Müstakim” demek bu şart içinde yaşamak demektir.
Bizimle beraber yaşayanlar bu şekilde bize düşen görevi yaparlar. Orada bize emrolunanları yaparız. Biz Akevler’i 1967’de kurduğumuz zaman bu ayeti bu anlamda okumuş değildik ama istihsanla bulmuştuk ve bugün Kur’an’daki deliller bir bir ortaya çıkmaktadır. Bu arada hatalarımızı da düzeltiyoruz.
كَمَا أُمِرْتَ
KaMAv EuMiRTa
“Emrolunduğun gibi”
Fıkıhçılar delilleri ikiye ayırdılar; aklî deliller, naklî deliller.
Naklî deliller de Kitap ve mesalih, Sünnet ve istishab, icma ve örf, kıyas ve istihsan ile bizden önceki şeriatlar ve sahabe kavli olmak üzere on bölümde incelediler.
Aklî deliller de bunlara benzer şekilde tasnif edilebilir. Kitap doğal kanunlardır, Sünnet tarihi olaylardır, icma yasalardır, kıyas kazai içtihatlardır.
Biz bugün bunlara dayanarak içtihat yapacağız.
İçtihatla vardığımız sonuçlar Allah’ın emri olmaktadır. Her seferinde yeniden içtihat yapılmasına gerek olmadığına işareten emrolunduğun gibi çalış ve yaşa deniyor. Hazreti Peygamberin Sünneti ve fukahanın istihsanları ile sabit olanların Kur’an’ın ifadelerine uyması, Kur’an’ın Allah sözü olduğunu ispata yeterli delil olduğu gibi beyan ilminin de ne kadar isabetli olduğunu göstermektedir. Ehli Sünnetin isabetli beyanda olduğunun da delilidir.
وَمَنْ تَابَ مَعَكَ
Va MaN TaVBa MaGaKa
“Ve seninle beraber tevbe edenler”
“Tevbe emek” demek mutlaka kötülükten dönme anlamında demektir. Hakka dönme de tevbedir. Bugün tevbe etmek demek kooperatifler kurup oraya hicret etmedir. Yüz lojmanlı apartmana taşınma, muhacir olmadır. Allah’a tevbe etmedir. Yüz lojmanlı apartmanın yapılmasına bedenle ve nakitle katkıda bulunanlar, onlar da ensar olurlar. Buradaki seninle beraber tevbe edenler demek, seninle beraber semt kooperatifine taşınanlar demektir. Bu kooperatifler tarım ve sanayi semtleri olacak, apartman veya ahşap ev siteleri olacaktır.
Şimdi seninle beraber tevbe edenlere de emrolunduğunuz gibi istikamet ediniz diyor Kur’an.
Şimdi bu emir bize ait değil mi?
Yani…
Burada bana muhalefet eden ilâhiyat profesörüne soruyorum: Şimdi bu emir bana ve sana değil mi? Hayır diyecekse; o zaman namaz da bize emir değil. Kur’an’ı bir hikâye olarak okuyalım ve inandık diyelim. Yok, eğer bu ayet bana ve sana da emrediyorsa, bana ne emrolunmaktadır? Benimle beraber nasıl tevbe edeceğiz? Allah bize yapamayacağımız bir şey mi emretmektedir? Emrolunan mücmeldir. Bunu nasıl beyan edeceğiz?
Benim verdiğim manaya kimse yanlıştır diyemez. Bana göre bunun manası böyledir diyebilir. Mana veremeyenler benim verdiğim manayı kabul edeceklerdir.
وَلَا تَطْغَوْا
Va LAv TaOĞaV
“Ve tuğyan etmeyiniz”
“Tuğyan etme” taşma demektir. Sizin yaptığınız savunmayı aşmasın, sizin yaptığınız başkalarının haklarını gasp etme olmasın.
Benim Millî Görüş’ten ayrılmamın sebebi şudur. CHP ile koalisyon yaptığımızda yaptıkları ilk iş KİT’lerin yönetim kurulu ve murakıplıklarını bölüşmeleridir.
Akevler’i inşa etmek üzere araziyi aldığımızda 900 metrelik yolu belediyeye yaptıralım dediler. Ben itiraz ettim. Biz İzmirlilerden fakir değiliz, bize haramdır dedim. Kooperatifimiz devlet yardımı almaz.
İşte, emredilen budur. Biz kendi imkânlarımızla iş yapacağız, Devlete veren olacağız, devletten alan olmayacağız. Bürokratlar bizi zarara sokmak için aleyhimize kararlar alırlardı. Taşıyabileceğimiz ise, haksız karar olsa bile, nasılsa ödeyeceğimiz ceza devletimize gidiyor diye ses çıkarmıyorduk. Allah bundan dolayı bizlere ihsan etti.
Farkına varmadan tuğyan ederiz. Bir kimseyi tanıdıkla devlet görevlisi yapma tuğyandır. “Adil Düzen”e hizmet edecekse ve kuruma da başkalarından daha çok hizmet edecekse onun atanmasını isteriz.
إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ
EinNaHUv BiMAv TaGMaLUvNa
“O amel ettiklerinize”
Onlardan bahsederken “amellerini” demekte, burada “amel ettiklerinize” demektedir. Onların daha çok geçmişte yaptıkları amellerden bahsetmektedir. Yeni uygarlık cihadını yaparken yaptıklarından bahsetmiştir. Burada bahsedilen ise gelecekte yapacaklarımızdır. Yani siz ne yaparsanız biz göreceğiz demektir.
“Mâ” mâyı umumiyedir. Ne yaparsanız, iyilik yapsanız da kötülük yapsanız da basirdir. Hatalarda sizi uyaracak, doğru yaptığınız zaman da yardımcı olacaktır.
AK Parti’nin hata yaptığını halkımız oyları ile gösterdi.
AK Parti’nin hataları nelerdi?
1) İslâmî olmayan başkanlık sistemini ve dikta sistemini istiyordu.
2) Ordunun hırpalanmasına izin verdi.
3) Suriye’nin iç işlerine karıştı.
4) “Adil Düzen”e ve Akevler’e cephe aldı.
Kısmen hatalardan vazgeçince Allah da insanlara ilham etti ve %50 oy aldılar.
Bu Allah’ın basir olduğunu ifade eder.
Yanlış yaptığı zaman uyarmakta, doğru yaptığında gereğini yapmaktadır.
بَصِيرٌ (112)
BaÖIyRun
“Basirdir.”
Gözetleyicidir. Sadece bilgi almak için gerekli müdahaleyi de yapmak amacı ile gözetleyicidir. “Basir”de müdahale etme vardır. “Nezaret”te ise sadece uyarma vardır. Nezarette herkesi bekleme vardır. Basirette ise bekleme yok müdahale var.
Allah müminlere basirdir.
Aklımızda şu yerleşmiş olacaktır. Tevbe semt sitelerine taşınmadır. Beraber olmak demek, beş vakit namazı birlikte kılmak, Cuma namazını birlikte kılmak demektir. Namaza durduğumuz zaman “İyyake Na’budu” deriz, “E’budu” demeyiz. Burada “Nun” içinde olanlar beraber tevbe edenlerdir. Bundan başka bir açıklamayı yapanlar varsa söylesinler de görelim. Hayrettin Karaman’ın tabiri ile omuzu kalabalıklar söylesinler de görelim. Allah İmam-Hatip Okulu’nda okuyun demiyor, beş vakit namazı beraber kılınız diyor.
وَلَا تَرْكَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ (113)
Va LAv TaRKaNUv EiLay elLaÜIyNa JaLaMUv Fa TaMasSaKuMu elNAvRu Va MAv LaKüM MiN DUvNı elLAvHı MiN EaVLıYAEa ÇumMa LAv TuNÖaRUvNa
“Ve zulüm etmiş olan kimselere rukün etmeyiniz. Yoksa nâr sizi messeder ve sizin için Allah’ın dununda velilerden bulunmaz. Sonra nusret olunmazsınız.”
Buradaki nehiy “vela tatğav” gibi “istikamet al”a atfedilmiştir. Emirler yerine getirilecek, nehiylerden uzak durulacak ve zalim olanlara dayanılmayacak.
“RKN” dayanak demektir. Yani onlara dayanmayın, onların yardımını kabul etmeyin, onlarla dayanışma içine girmeyin.
Bugün insanlık Avrupa Birliği’ne katılmak istemektedir.
Niye?
Onlar insanlığa zulmediyorlar; biz de onlara katılalım ve birlikte zulmedelim diye!
Sosyalizm ve kapitalizm insanlığı sömürme birliğidir. Tek başına sömüremeyince ortaklık kurdular, birlikte sömürüyorlar.
Avrupa Birliği’ne girmeyiniz, çünkü bu birlik sömürme ortaklığıdır. Girmiyoruz demeyiniz. Şartlarınızı sürersiniz, kabul ederlerse girebilirsiniz. 1) Hakemlik sistemi kabul edilecek. 2) Ülkelerin iç işlerine karışılmayacak. 3) Başka devletlerin zararına iş yapılmayacak. 4) Aramızdaki gümrükler kalkacak ama başka ülkelerle de gümrüğü kaldıran kaldırabilecek. Euro, altın karşılığı olacak.
Avrupa Birliği bir siyasi birlik değil bir uygarlaşma birliği olacak. Bunların hepsi birer zulümdür. O halde onlarla dayanışma içine girmeyiz.
“Nâr size dokunur” denmektedir. Bu nâr cehennem nârı kabul edilir. “Nare’l-harbi” diyerek savaş Kur’an’da ateş ile ifade edilmektedir. Size savaş dokunur. Mazlum devletler bir gün birleşirler, gelişirler ve sonra size karşı çıkarlar. Savaşmak zorunda kalırsınız.
NATO ittifakı çok tehlikeli bir ittifaktır.
Uluslararası denizde insanlarımızı öldürdüler, askerlerimizin başına çuval geçirdiler, sesimizi çıkarmadık da; birkaç saniyelik Rus uçağı için üçüncü cihan savaşı çıkaracaklar!
NATO sahip çıkmaya kalkıştı, orası bizim koruma alanımızdır dedi.
İşte…
NATO büyük tehlikedir. Örnek olarak Rusya ile AB arasında Ukrayna sebebiyle savaş başlasa, biz de Kafkaslardan saldırmak zorunda kalırız. Önceleri uydurma düşman vardı; Sovyetler! Şimdi kim var? NATO şimdi düşman arıyor. İran’a saldıracak, bizi de ateş altına koyacaktır.
Bakınız, Kur’an bize ne kadar açık olarak olacakları bildiriyor. Uyarısına devam ediyor. Sizin Allah’tan başka, insanlıktan başka evliyanız yoktur. Siz adil olmalısınız. Kim hakemliği kabul ederse o devletle dayanışma içinde olacaksınız.
Bugün böyle devlet var mıdır?
Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde “Adil Düzen”i yargılarken bana sordular, bir hâkim albay sordu; ‘yeryüzünde böyle bir ülke var mıdır’ diye sordu, ‘mesela Suudi Arabistan, İran’ dedi. ‘Hayır’ dedim; ‘belki İsviçre, belki Almanya’ dedim. Bir de sorana saldırdım; ‘biz rüşveti, hırsızlığı ve vergi kaçırmayı önlemekle meşgulüz, siz onlarla bir olmuş bize saldırıyorsunuz’ dedim, hem de bu dediklerimi bağıra bağıra dedim. Sonu ne oldu bilir misiniz; takipsizlik kararı aldı. Çünkü hâkim olan kişi askerdi.
Kitabım üzerinde dava devam etti. Sivil DGM başkanına ‘bilirkişiye gönderelim’ dedim, ‘burada suç yok’ dedim. ‘Biz biliriz, bilirkişiye gerek yok’ dedi ve kitapta komünistlik de şeriat da serbest olsun, halk ne isterse o olsun diye yazmıştım; bunu komünizm propagandası sayarak kitabın toplatılmasına karar aldı!
Özal o kanun maddelerini kaldırdı da kitap geri geldi.
İşte, sivillerin adaleti bu kadardır.
Ben askerleri hep sevdim, çünkü hep adil davrandılar.
Allah’tan başka da evliyanız yani dayanağınız yok deniyor. Bakınız, rükun ile evliya kelimesini nasıl karşılaştırıyor. Kur’an işte böyledir, mübindir.
“Yardım olunmazsınız.”
Sermaye’nin bir oyunu var; savaşa sokar, seni savaştırır, sonra geri çekilir. Rum ve Ermenileri Osmanlılar zamanında bize karşı çatıştırdı, sonra onlara sahip çıkmadı. Şimdi İran’la Türkiye’yi savaştıracak, sonra kıs kıs gülecektir. Bakınız, Kürtlerle Türkleri 30 seneden fazladır savaştırıyor. Şimdi yine Kürtlere bağırtıyor da işi büyütmek istiyor. Kendisi var mı bir yerde? Evet, savaşa sokar ve onlara güvendiniz mi sonra sizi yapayalnız bırakır.
Bundan daha açık, bundan daha kesin uyarı nasıl yapılır? Kur’an sanki şimdi bizim için inmiş de bizimle konuşuyor değil mi? Evet, sanki değil, gerçekten şimdi bizim için inmiştir. Kelimeler aynı, formüller aynı ama uygulama yerleri farklı.
وَلَا تَرْكَنُوا
Va LAv TaRKaNUv
“Ve rükun etmeyiniz”
“Rekibe, Reküme, Rekea, Rekeda, Rekese” hep dayanma ile ilgilidir. Fıkıhçılar bir sistemin temel cüzlerine “rükün” demektedir. Rükün yoksa o olmamış sayılır. Diğer cüzler noksanlığı ifade eder. Ama rükün olmayanlarda o yapılmamış sayılır.
“Dayanışmayınız.”
Onlarla dayanışma ortaklığını kurmayınız. Avrupa Birliği’ne girmeyiniz. ABD devleti ile stratejik anlaşmalar yapmayınız. Onlar sözlerinde durmayıp gittikleri zaman sizi çökertecek şekilde anlaşmalar yapmayınız.
Ben bugün ekonomik anlaşmalar yaptığımda hep sözümde duramayacağımı hesaba katarak yaparım. Kendi adıma iş yapmam ama ortaklık adına da tam yetkili olarak iş yaparım. Battığı zaman da ses çıkaramazlar.
إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا
EiLay elLaÜIyNa JaLaMUv
“Zulmeden kimselere”
Zulmeden kimselere dayanma.
Müslimler benim hakkım başkasına geçmesin, onların hakkı da bana geçmesin derler. Mahkemeye hak belli olsun diye giderler.
Zalimler ise benim hakkım başkalarına gitmesin ama onların hakkı da bol bol bana geçsin isterler.
Müminler ise onların hakkı bana geçmesin ama benim hakkım onlara geçsin derler, âhirette on misli olarak alırım derler.
İşte, kimlerin zalim olduğunu böylece öğreniyoruz.
Ben bir sözleşme hazırladığım zaman önce karşı tarafın haklarını düşünürüm. Onun için karlı ise benim için karlı ise öneride bulunurum, onun için de karlı olmayan bir sözleşmeyi önermem.
Batılılar ise kendi çıkarları için öneride bulunurlar. Sen zararda olduğunu söylersen o senin problemin der, senin zarar etmeni ister. İşte bu zihniyet zalim zihniyettir. Çıkarım var, savaşırım, kazanırsam çıkarımı korurum. Sen de çıkarını koru, savaşı kazanırsan senin olur. Çıkarı olma savaş sebebi kabul edilir. Savaşı kazanması onu hak sahibi yapar.
İşte böyle düşünenler zalimlerdir.
Onlarla dayanışma içine girme deniyor.
İki tarafın çıkarını düşünenler ise müminlerdir.
فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ
Fa TaMasSaKuMu elNAvRu
“Yoksa nâr sizi messeder”
Yani savaş rüzgârı size de bulaşır. Savaşa katılmasanız bile sonunda zararlı olursunuz.
İkinci Cihan Harbi’ne Yahudiler Türkleri sokmadılar. Çünkü sonra onlar Anadolu’ya girecekti, niyetleri oydu, Avrupalılarla paylaşmak istemediler. Ama bize o kadar zararı dokundu ki hala belimizi doğrultamıyoruz. Sabrettik ve zafer bizim oldu, daha da olacak.
Türkiye asla dünyaya hükmetmeyecek, asla onlara zulmetmeyecek, asla onlardan toprak istemeyecek. Ama “ADİL DÜZEN” Türkiye’den yayılacak ve insanlığı aydınlatacaktır. Nurunu Türkiye’den yayacaktır. Silahı ile değil, düzeni (“ADİL DÜZEN”i) ile insanlığın hadimlik merkezi olacaktır.
وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ
Va MAv LaKüM MiN DUvNı elLAvHı MiN EaVLıYAEa
“Ve sizin için Allah’ın yanında bir evliya yoktur”
Burada Allah’ı Âlemlerin Rabbi olarak alırız ama görünüşü insanlıktır.
Zalimlerin zulmüyle ezilen insanlık bir kurtuluş arayacak, o da Kur’an nizamının uygulanmaya başlandığı Türkiye olacak. Halk kendi ülkelerinde iktidarları zorlayacak ve Türkiye ile dayanışma içine girecektir.
Makedonya yetkililerinden biri demiştir ki; bizim için en iyi yönetim Osmanlı yönetimidir. Dünyada herkes Türkiye’ye gelmek ister. Neden? Çünkü Türk halkı gelenlere yukarıdan bakmaz, aksine misafir diye onu üstün tutar.
Dinlenme evleri kuracağız ve devre-mülk olarak ucuz bir şekilde satacağız. O zaman göreceksiniz ki tüm yeryüzünde yoksul ama müslim olanlar Türkiye’ye geleceklerdir. Çünkü bizim turizmimiz garibanların dolaşması içindir, para kazanmak için değildir. Onlarla tanışmak ve tanıştırmak için bunları kuruyoruz. Bizim evliyamız zenginler veya devletler değildir, bizim evliyamız müslim halktır. İnanmış Müslümanlar, inanmış Hıristiyanlar, inanmış Budistler ve inanmış Hindular, hattâ inanmış Şamanistler.
ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ (113)
ÇumMa LAv TuNÖaRUvNa
“Sonra yardım olunmazsınız.”
Buradaki önemli kelime “Sümme”dir, sonra denmektedir. Çünkü baştan savaşa sokmak için yardım ederler, her türlü desteği verirler, sonra sizi yolda yalnız bırakırlar.
Bunu iş hayatında da görürsünüz. Akevler’i kurduğumuz zaman Uşşakiler, Nurcular, Süleymancılar, İlâhiyatçılar bizi desteklediler. Sonra şeytan devreye girince, eğlence ve kazanç görünce hep yalnız bıraktılar. Biz yolumuzu aldığımız için batmadık.
Bizimle beraber parti kurup sonra anayasa ekseriyeti ile iktidar olanlar yakınlarına iş buldular, onları yerleştirdiler, onları zengin ettiler; hem de haram değil helal para ile. Çünkü onlar inanmış insanlardı. Giderken haram yemezler ama o helalden Akevler’e bir damla gelmedi. Yönetimin gasp ettiği 150 milyonluk Yaylabelen arazimizi bize iade edemediler. Azınlıklara hakları da olmayanları iade ettiler ama bize hakkımızı iade etmediler.
İşte, “sonra” kelimesi bunu ifade eder. Başlangıçta değil sonra, darboğazda.
Ak Parti millete dayandı yani Allah’a dayandı, O da yardımcı oldu, düşmanı çökerttiler. Dikkat edecek olursak “Lâ Yansuru” denmiyor, “Lâ Yunsarûn” deniyor yani düşman karşısında yardım olunmazsınız diyor.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92