Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 834
Hûd Sûresi Tefsiri 74-78. Âyetler
17.10.2015
12549 Okunma, 11 Yorum

HÛD SÛRESİ - 21. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

فَلَمَّا ذَهَبَ عَنْ إِبْرَاهِيمَ الرَّوْعُ وَجَاءَتْهُ الْبُشْرَى يُجَادِلُنَا فِي قَوْمِ لُوطٍ (74) إِنَّ إِبْرَاهِيمَ لَحَلِيمٌ أَوَّاهٌ مُنِيبٌ (75) يَاإِبْرَاهِيمُ أَعْرِضْ عَنْ هَذَا إِنَّهُ قَدْ جَاءَ أَمْرُ رَبِّكَ وَإِنَّهُمْ آتِيهِمْ عَذَابٌ غَيْرُ مَرْدُودٍ (76) وَلَمَّا جَاءَتْ رُسُلُنَا لُوطًا سِيءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعًا وَقَالَ هَذَا يَوْمٌ عَصِيبٌ (77) وَجَاءَهُ قَوْمُهُ يُهْرَعُونَ إِلَيْهِ وَمِنْ قَبْلُ كَانُوا يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ قَالَ يَاقَوْمِ هَؤُلَاءِ بَنَاتِي هُنَّ أَطْهَرُ لَكُمْ فَاتَّقُوا اللَّهَ وَلَا تُخْزُونِ فِي ضَيْفِي أَلَيْسَ مِنْكُمْ رَجُلٌ رَشِيدٌ (78)

 

***

 

فَلَمَّا ذَهَبَ عَنْ إِبْرَاهِيمَ الرَّوْعُ وَجَاءَتْهُ الْبُشْرَى يُجَادِلُنَا فِي قَوْمِ لُوطٍ (74)

FaLamMAv ÜaHaBa GaN EiBRAvHIyMa elRaVGu CAvEaTHu eLBuŞRAy YuCAvDiLuNAv FIy QaVMı LuvOin

“İbrahim’den rav’ gidince ve ona müjde gelince Lut kavmi hakkında bizimde müdadele ediyordu.”

Buradaki “Fe” harfi takibi ifade etmektedir. Hazreti İbrahim önce irkilmiş, sonra Hz. Lut’a gittiklerini görünce sükûnet bulmuş, arkasından eşine İshak müjdelenmiş ve ferahlamıştır. O bu sefer de Hz. Lut’un kavmini düşünmeye başlamıştır.

“Rav'” uçurumun başı demektir. Yukarıdan aşağıya bakarken insanın hissettiği duyguya “rev’a” denir.

Peygamberler de bizim gibi birer insandır. Bizde olan her türlü vasıflar onlarda da vardır. Kur’an bunu defalarca anlatır. Hazreti Muhammed için senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetti deniyor. Bununla peygamberlerin de günah işlediğini bildirdiği gibi Hazreti Musa adam öldürmüştü. Hazreti İbrahim korkmuştur, Hazreti Yusuf kötülüğe yönelmiştir.

Kur’an bunlar üzerinde neden durmaktadır?

Onlar peygamberdi. Allah onları korudu ve görev verdi. Biz kimiz ki O’nun görevini yüklenelim demeyesiniz diye bunlara sık sık temas etmektedir.

Peygamberler de insandı, hata yaparlardı ama görevli idiler. Biz de hata yaparız, günah işleriz ama biz de görevliyiz. Evet, biz de korkarız ama korkumuz geçince insanca düşünmemiz gerekir. Bizde rev’ olmasın, cesurca ölüme atılalım diyemeyiz. Allah nefsinizi tehlikeye atmayın diyor.

Hazreti İbrahim Peygamber Lut Kavmi’nin helâkini istemiyor ve elçilerle tartışıyor. Elçilerle tartışmayı kendisine tartışma kabul ediyor ve bizimle mücadele ediyordu diyor. Lut Kavmi kendi kavmi olmadığı halde onların da iyiliğini istiyor.

O halde bizim görevimiz kötülerin ortadan kalkması ve yenilmesi değildir, bizim görevimiz kötülüklerin ortadan kalkmasıdır. Biz kötülük olmasın diyoruz. İnsanlığın ikinci binyıl uygarlığından üçüncü binyıl uygarlığına helâk olmadan geçmesini istiyoruz.

Gelen büşra/müjde nedir? Bir çocuk mu?

Gelen müjde tüm İbrani uygarlığıdır, 2500 sene süren Ortadoğu uygarlığının müjdesidir. Hazreti İbrahim bu sefer görevi gereği Lut Kavmi’ni de düşünmek zorunda kalmıştır. Bugün Adil Kur’an Düzeni Çalışanları bilmelidirler ki Hazreti İbrahim Peygamberin zürriyeti 4000 yıldır uygarlığı yapmaktadır.

Burada bazı ayrıntılara işaret etmek zorunluluğu vardır. Allah’ın halifesi olan topluluğun kendisidir, halk değildir. Her kişi Allah’ın halifesidir. Ancak kendi nefsi için Allah’ın halifesidir. Allah’ın halifesi olan ayrı ayrı halk değildir. Şöyle açıklayalım. Bir arabayı iki kişi çekiyor. Ortak kuvvet kuvvetlerin ayrı toplamıdır. Zıt yönde çekiyorlarsa ortak kuvvet sıfırdır. Ortak kuvvet kuvvetlerin toplamı değil açılara göre değişecektir.

Allah’ın halifesi olan topluluğun kendisidir, kişilerin ayrı ayrı toplamı değildir. Başkan topluluğun halka gönderdiği elçidir, aynı zamanda topluluğa karşı halkın temsilcisidir, koruyucusudur. Topluluk ferdi ezecek olsa başkan kişiyi korur.

Demek ki başkanın iki görevi vardır. Topluluğun haklarını halkın nezdinde koruma, halkın haklarını bu sefer topluluğa karşı korumadır. Bu sebepledir ki yargılamada kamu ile kişi eşit seviyededir ve hâkim karşısında savcı ile avukat eşit yerlerdedir.

Hazreti İbrahim bu sefer Lut Kavmi’nin halkını topluluğa/insanlığa karşı veya Allah’a karşı korumaktadır.

Burada “Li Kavmi Lut” demeyip de “Fi Kavmi Lut” demiş olması, Lut Kavmi içindeki suçsuzları savunmasıdır. Bu dünyada bu dünyanın kanunları geçerlidir. İnkılâbı başaramayan topluluklar birden helak olup giderler. Hazreti İbrahim Peygamber oradaki masumları savunmaktadır.

Bizim de bugünkü çabamız suçsuzların da helâk olacakları bir durumun ortaya çıkmamasıdır. Hazreti Muhammed bunu başarmıştır. Mekke barışla fethedilmiş ve halkı kılıçtan geçirilmemiştir. İslâmiyet’te esir alındıktan sonra ya serbest bırakılır yahut köle yapılırlar. Suçsuzlara herhangi bir uygulama yapılmaz.

Savaşın kuralları vardır. Savaş o kurallar içinde yapılır. Ana kural şudur, kim galip gelirse haklı odur. Bu adil değildir ama Allah bu dünyayı böyle yaratmış ve adaleti âhirete bırakmıştır. Bu O’nun tasarrufudur, bizim beğenip beğenmeme yetkimiz yoktur.

فَلَمَّا ذَهَبَ

FaLamMAv ÜaHaBa

“Zihab ettiğinde”

“Zehebe Minnî” derseniz, sizden ayrılmış ama sizde hiçbir etki bırakmamıştır.

“Zehebe Annî” derseniz, sizden ayrılmış ve sizde etki bırakmıştır.

Hazreti İbrahim Peygamber o andaki korku gittiği için bedeninde korku hormonları kalmamıştır. Psikologlar normal kişilere heyecan hormonu vermişler, kişi heyecanlanmış ama neden heyecanlandığını bilememiş. Demek ki hisler bedendeki oluşların sinir sistemine etkisi ve ruhun da onu algılamasıdır. Bunun dışında Hazreti İbrahim aleyhisselâm zamanında ahlâksızlık en üst seviyeye çıkmıştı. Zina ve eşcinsellik yaygınlaşmış ve insanlarda utanma diye bir şey kalmamıştı.

Hazreti İbrahim aleyhisselamın içinde derin sıkıntı vardı, insanlığın hâli ne olacaktı, dünyanın sonu ne olacaktı? Elçiler Hz. Lut’a gittiklerini söyleyip İshak da kurtuluş yolu olarak müjdelenince Hz. İbrahim Peygamber rahatlamıştı.

1950’lerde bizim durumumuz böyle idi. Artık İslâm düzeni ve İslâm ahlâkı son bulmuş, yeryüzü karanlık bir döneme girmişti. Ehli kitap olanlar kıyameti bekler olmuşlardı. Allah’ın ecel kaderini bekliyorlardı. Kâfirler ise zafer kazandıklarını, artık ahlâksızlık içinde dünyanın yaşayacağını sanıyorlardı.

Ahlâksızlığın temeli cinsi ahlâksızlıktır, bir de hırsızlıktır, yol kesiciliktir. Kur’an’da yalnız bunların cezaları belirlenmiştir, diğerleri kıyas yoluyla tespit edilir.

Akevler’i (Akevler Kredi ve Yardımlaşma Kooperatifi’ni ve İzmir’deki Akevler Sitesi’ni) kurduğumuzda, Millî Görüş oluşunca, Gülen cemaati meydana gelince, Anadolu holdingleri ortaya çıkınca bizden rav’ gitmişti.

İşte, Hazreti İbrahim Peygamber de o andaki korku dışında, o dönemdeki insanlığın battığı karanlıktan çıkma müjdesini alınca rahatlamıştır.

عَنْ إِبْرَاهِيمَ

GaN EiBRAvHIyMa

“İbrahim’den”

Hazreti İbrahim’den rav’ gitmişti. Çünkü gelen elçiler ona müjde vermek, Lut Kavmi’ni de helâk etmek için gönderilmiştir. Ona da insanlığın kurtuluş müjdesi olarak İshak verilmişti. O görüşmede çıkan korku zail olduğu gibi insanlığın battığı bataklıktan çıkma ümidi ve hedefi de belirlenmişti. İsmail de vardı ama İsmail üçbin sene sonraki sorunları çözüyordu. İshak ise o günkü sorunların çözümünü sürdürmek için doğuyordu.

الرَّوْعُ

elRaVGu

“Rav'”

Rav’”: Bir uçurumun başına varıp aşağıya baktığınızda içinizde ürperti doğar, başınız dönmeye başlar. Uçurumun görüntüsü sizin bedeninize bir hormon salar, o da sizde korku yaratır, bakmak istemezsiniz. Ama birkaç defa bakacak olursanız artık hormonlar kana salınmaz olur yahut sinir sisteminiz onu algılamaz olur. Hangisinin olduğunu tespit etmek kolaydır. Hormon varsa sinir sistemi ile ilgilidir. Hormon yoksa biyolojik olaydır.

Buna rav’ın zihabı denmektedir.

Hazreti İbrahim Peygamberden hormon mu gitmiştir yoksa etkisi mi; onu tespit edersek rav’ kelimesine daha açık mana vermiş oluruz.

Bir gün psikoloji araştırma merkezimiz olacak ve bunları tespit edeceğiz.

وَجَاءَتْهُ الْبُشْرَى

Va CAvEaTHu eLBuŞRAy

“Ve ona büşra gelince”

Neyin büşrası gelmiştir?

İnsanlığın varlığını sürdürecek olan yeni uygarlıktır. Milattan önce 2 bin yıl ile Milattan sonra 2 bin yıl sürecek İshak’ın getireceği İbrani uygarlığıdır.

Üçüncü binyılda yeni döneme gidilecektir. Artık kişilerin ve peygamberlerin oluşturduğu uygarlık yerine müsbet ilmin ilâhi kitaplara dayalı uygarlığı gelecektir. Hazreti İsmail ve diğer çocukları da yeni uygarlıklar oluşturacaklardır. Ama o uygarlıklar ancak üçüncü binyıl içinde yeryüzüne hükmetmeye başlayacaktır. Oysa Hazreti İsa’nın temsil ettiği uygarlaşma ve uygarlıklar ise o gün müjdeleniyordu. Birinci Kur’an uygarlığı üçüncü binyıl Kur’an uygarlığının oluşturucusudur. Bu İshak’tan gelmiyordu. Ama uygarlık yine İshak’ın metodu ile oluşuyordu. Peygamber oluşturuyordu. Dolayısıyla bu müjde içinde birinci Kur’an uygarlığı da vardır. Bugün Hazreti İshak’ın dönemi son bulmuştur. Hazreti İsmail’in dönemi başlayacaktır. Milyarlarca müntesibi olan Hıristiyanlık, Müslümanlık, Budistlik ve Hindu dinleri yeryüzüne hâkimdirler. Üçüncü binyıl uygarlığını bunlar kuracaklardır; siyasetle değil ilim ve imanla kuracaklardır. Akevler’deki Adil Kur’an Düzeni Çalışmaları bunun başlangıcıdır.

يُجَادِلُنَا

YuCAvDiLuNAv

“Bizimle mücadele ediyordu”

Mücadele ettiği kimseler elçilerdi. Ama Allah bizimle demektedir. O halde elçilerle mücadele gönderenlerle mücadeledir. Kişinin başkasının yerine geçip konuşabilmesi, Türkçe ifadesi ile vekâlet, topluluğun esasını teşkil eder. On milyara yaklaşan insanları bir arada tutan bu temsil sistemidir. Bugün seçim sistemi benimsenmiştir. İnsanlık buna dayanmaktadır.

“Adil Kur’an Düzeni” demokrasi dediğimiz vekâlet sistemini kaldırmaz, aksine eksiksiz uygulamayı sağlar.

Mücadele ettiği kurunun yanında yaşın da yanmasıdır.

PKK’yı eğer hukuk yoluyla çözemezseniz sıkıyönetim ilan edersiniz ve askeri yolla çözersiniz. Askerlikte çatışma artık kişiler arasında değil cepheler arasındadır, suçsuz olanlar da helâk olurlar. İşte, Hazreti İbrahim Peygamber insanlığı temsilen elçilerle yani Allah’la cidale girişmiştir. ‘Neden suçluların yanında suçsuzlar da ölsün’ diye soruyordu…

فِي قَوْمِ لُوطٍ (74)

FIy QaVMı LUvOin

“Lut Kavmi içinde.”

Burada “Li Kavmi” denmeyip “Fî Kavmi” denmesi, kavim içindeki masumlar hususunda mücadele etmektir.

Buradan şunu öğreniyoruz. Cihadımızı öyle bitirmeliyiz ki masum olan insanlardan ölenler en az olsun. Bu sebepledir ki biz orduları belli yerlerde yerleştiriyoruz, askeri mıntıka ile hukuk mıntıkasını ayırıyoruz. Düşman silahını etkili yerlere kullanacağı için de siviller korunmuş olur. O halde bize sorabilirler: Askeri mıntıka ile sivillerin yaşadığı yerler, İslâm diyarı ile harb diyarını ayıran âyet nerede? İşte size âyet. Mademki devlet sivil hedefleri korumak zorundadır. O halde askeri mıntıka ile sivil yaşama yerleri buna göre ayrılmalıdır.

Burada elçiler askerleri, Hazreti İbrahim de sivil yönetimi temsil ediyor.

Askerler cephe savaşı ile PKK’yı çökertebilirler ama meclislerin ve hükümetlerin görevi bu cepheyi en az tutmak olacaktır. Burada şunu öğreniyoruz. Eğer devlet elden gidecekse, askerler sivil yönetime sormadan devleti korurlar. Nitekim elçiler Hazreti İbrahim’e bilgi vererek Lut Kavmi’ni bombalıyorlar. Devletin varlığı tehlikeye girdiği zaman hukuk orada biter. Bu sebepledir ki 1960 ve 1980 müdahaleleri yerindedir ve meşrudur.

Bugün Kenan Evren’i muhakeme etmek isteyenler önce şunu ispat etmekle yükümlüdürler. Evren müdahale etmeseydi, başkaları müdahale etmeyecekler mi idi? Evren müdahale etmeseydi Türkiye varlığını sürdürecek mi idi?

Elçilerin Hazreti İbrahim’e gelmeleri şimdi daha iyi anlaşılıyor.

1960’da veya 1980’de yapılan ne idi? Meclislerin kapatılması idi. Oysa asker sivillere sormadan müdahale yapacak, sonra eski meclisi müdahale öncesi yönetime teslim etmeliydi. Hattâ baştan teminat vermeliydi; size dokunmayacağız. Aksine size müjde veriyoruz, daha çok demokrasi getireceğiz demişlerdir. Bir gün askerler 1960 ve 1980 benzeri müdahale yapmak zorunda kalabilirler. O zaman yönetimi dinlemeden müdahale ederler. Ama önce yönetime teminat verirler. Sonra da yeni seçim yapmazlar, eski seçilenleri yerlerine oturturlar.

Evet, Lut Kavmi’nin içinde kurunun yanında yaş da yanacaktır ama âhirette onlara yapılan bu haksızlık on misli fazlasıyla tazmin edilecektir.

إِنَّ إِبْرَاهِيمَ لَحَلِيمٌ أَوَّاهٌ مُنِيبٌ (75)

EinNa EiBRAvHIyMa LaXaLIyMun EavVAHun MuNIyBun

“İbrahim halim, evvah, münibdir.”

Kur’an onun bu mücadelesini yermiyor, yanlış yapıyordu demiyor. Tam aksine, bu mücadeleyi yapıyordu, çünkü görevi bu idi. Hazreti İbrahim hukuk düzenini temsil ediyordu, onu savunuyordu. Hukuk düzeninde yalnız suçlulara ceza verilir. Birinin suçu için başka kimse cezalandırılamaz. Hiç kimse başkasının vizrini vezr etmez. “Ve” harfi getirilmemiştir. Çünkü mücadelenin sebeplerini anlatmaktadır.

Şimdi burada dört kelime vardır; İbrahim, halim, evvah ve münib.

“İbrahim” kelimesi tekrar edilmiştir. Yukarıda İbrahim kelimesi olarak İshak’ın babası bir insan olan İbrahim’den bahsediyordu. Burada ise İbrahim kelimesinin taşıdığı manadan bahsetmektedir. “İbrahim” “burhan”dan gelmektedir, delil sahibi demektir; müsbet ilmin metotlarını ve şeriatın hükümlerini kullanan kimse demektir. Önceki peygamberler mucizeleri göstererek insanları Hakk’a davet ediyorlardı. Hazreti İbrahim ise akıl yoluyla, ispat yoluyla davete başladı. Yeryüzüne müsbet ilmin metotlarını koyan odur. Dinden ilmi ayıran odur. Cidal ediyordu, çünkü hukuk düzeninde suçu ispatlanmayan kimseye ceza verilemezdi. Onun sahifelerinde böyle yazıyordu. Oysa elçiler Lut Kavmi’ni durup dururken helâk edeceklerdi. Suçsuzlar da öleceklerdi. Devlet başkanı askeri müdahalelere karşıdır. Ama askerlerin de onları dinlememesi gerekir.

Sonra “Halim” kelimesini kullanıyor. “Halim” meme ucu demektir, meme başı, yumuşak deri demektir. Devlet başkanının görevi halkın yaşamasını sağlamak, herkese aş vermektir. Devlet başkanının görevi insanları cezalandırmak değildir. Cezayı hakemler veriyor. Uymayanları polis yakalar ve uydurur. Kişileri yakalamakla sorun çözülmüyorsa orduyu harekete geçirir. Devlet başkanının asıl görevi vatandaşların ekonomik çalışmalarını yapabilmesi için hukuk düzeni oluşturmadır.

“Münib” nöbet tutan anlamındadır. Toplulukta para ile yapılmayan işlerde sıra ile nöbet tutan anlamından nöbet tutma anlamı çıkar. Yani sıraya koyarak hukuk düzeni içinde sorunlar çözmek demektir.

“Evvah” Türkçede eyvah olarak kullanılır. Ah etmek, olmadığına üzülmek demektir. Devlet başkanı, bucak başkanı halkın suç işlemesini önleyen tedbirleri almak zorundadır. PKK’nın oluşmasına sebep olan a) aşsızlık, b) işsizlik, c) eğitim, d) baskıdır. Bunları çözmek devlet başkanının görevidir. PKK’yı etkisiz hâle getirmek ise ordunun işidir.

Hazreti İbrahim’in bu mücadelede savunduğu şey; ben bunları hukuk düzeninde çözerim demesi demektir. Ama hakemler karar vermiş ve sonunda sıkıyönetim ilan edilmiştir. Artık devlet başkanının müdahale yetkisi yoktur.

Burada bizden istenen deliller bir bir ortaya çıkmaktadır. Bir il başkanı sıkıyönetim ilan edebilir. Hakemlere gitme hakkı vardır. Hakemlerin kararı ile kesinleşen tenkil askerler tarafından icra edilir. Bunu durdurma yetkisi ne devlet ne de il başkanında vardır.

İnsanlık anayasasında bu husus eksik kalmıştır.

إِنَّ إِبْرَاهِيمَ

EinNa EiBRAvHIyMa

“İbrahim”

“İnne” kelimesi karşı tarafın tereddüt ettiği yerde kullanıldığı gibi çünkü anlamında da kullanılır.

Hazreti İbrahim mücadele etti çünkü bu onun görevi idi. O İbrahim idi. Kuralsız hiçbir iş yapmazdı. Her yaptığına delil arardı. Burada ise kurallar bitmiş, şeriat hükümleri sona ermiştir. Hazreti İbrahim’in olanlara bir türlü aklı ermiyordu. O hukuk kafasıyla düşünüyordu.

Bundan dolayıdır ki askerler hukuk yargı sistemleri ile muhakeme edilemez. Orada yargı yoktur; orada sonuç var, zafer var, kim galip gelirse haklı odur.

لَحَلِيمٌ

LaXaKIyMun

“Halim idi”

“İnne”den sonra “Le” gelirse karşı tarafın aksini iddia ediyor demektir. O da bizim yanlış anladığımızdır.

Nitekim bugün AK Parti askerleri hukuk düzeni mahkemelerinde muhakeme etmekle yanlış yapmaktadır. AK Parti yani İbrahim’in askeri mantıkla mücadele etmesi gerekirdi. Ama elçiler/askerler onu dinlememeli idiler. Generalleri sivil mahkemelere vermemeli idiler.

“Le” harfi getirilerek Hazreti İbrahim’in sıfatlarını saymaktadır. Haberin başına gelmekle haber olan halimin İbrahim için olduğunu teyit etmektedir. Halim olması İbrahim olmasından ileri gelmektedir.

أَوَّاهٌ

EavVAHun

“Âh eden”

Lut Kavmi böyle yapmasaydı da bu duruma düşmeseydi diyedir. ‘Oh, ne iyi oldu, helâk olup gittiler’ demiyor. ‘Âh, böyle olmasalardı, bu sonuçlara düşmeseydiler’ diyor.

Bugünkü zinacı faizci uygarlığın helâk olmasını değil düzelmesini istiyoruz.

AK Parti’yi uyarmak için yazacağımız sayfayı dilenmek zorunda kalıyoruz.

Bizim en çok karşı olduğumuz sömürü sermayesine ne diyoruz?

Gelin vazgeçin; faizden vazgeçin, sömürüden vazgeçin, ilme dine siyasete müdahaleden vazgeçin. Dost olalım. Üçüncü binyıl uygarlığını birlikte kuralım.

İşte, evvah olmak budur.

مُنِيبٌ (75)

MuNIyBun

“Münib idi.”

“Münib” inabe eden etmek demektir. “İnabe etme” nöbet tutmak demektir. Burada kendin de nöbete gitmek demektir.

İnsanın iki varlığı vardır; bedeni varlık ve mali varlık. Bedeni varlık insanın kanıyla beslenen ve ancak o sayede varlığını sürdürendir. Saç bedeni varlıktır. Tırnak bedeni varlıktır. Kesildikten sonra artık bedeni varlık olmaktan çıkar.

İnsanın diğer bir varlığı da başka insanların karışamayacağı, onun izni olmadan hakları olmadığı beden dışı varlıktır. İnsanlar bir de topluluk oluştururlar. Dolayısıyla topluluğun da varlığı vardır. Topluluğun varlığı bedenlerin topluluk adına kullanılmasıdır. Namaz budur. Bir de sıra ile topluluğun işini yapmaktır. Buna nöbet diyoruz. Bunu yapanlara da “münib” denmektedir.

Hazreti İbrahim ancak nöbetleşe iş verebilir ve bunları düzenleyebilirdi.

Oysa savaşta üst kime ne görev verirse onu yapar, komutana farklı muamele yapıyorsun diyemez.

يَاإِبْرَاهِيمُ أَعْرِضْ عَنْ هَذَا إِنَّهُ قَدْ جَاءَ أَمْرُ رَبِّكَ وَإِنَّهُمْ آتِيهِمْ عَذَابٌ غَيْرُ مَرْدُودٍ (76)

YAv İBRAHIyMu EaGRıW GaN HAvÜAv EnNaHUv QaD CAvEa EMRu RabBıKa Va EinNAHuM EAvTIyHim GaÜAvBun GaYRu MaRDuvDin

“Ey İbrahim, sen bundan iraz et. Çünkü Rabbinin emri gelmiş bulunuyor. Ve onlara merdud olmayan bir azab ityan edecektir.”

“Ey İbrahim” diyerek diyenlerin elçiler olduğu anlaşıldığı için kuluna veya resuluna denmemekdedir; bu iddiadan vazgeç.

Şimdi Sam Adian ile Başkan Lütfi Hocaoğlu arasında tartışma olmaktadır. Sam Adian dört delille sabit olan İslâmiyet’i kabul etmemekte ve Kur’an’ın manalarını temelinden tahrif etmektedir. Salât namaz değildir. Zekât vergi değildir. Oruç aç kalmak değildir. Kapalı cinsi ilişki zina değildir. Fuhuş evlilerin cinsi ilişkisi değildir. Riba faiz değildir. Yanlış tarif edilmiştir. Kur’an Allah’ın sözü değildir, bir metindir. Çıkarları dolayısıyla kötü niyetli olabilir. Kendisi öyle inandırılmış olabilir. Bizim icmalarımıza uyduğu için bizce kesin olan hususları çürütmeye ve yıkmaya çalışmış olması nedeniyle internet sitemizde ilk bakışta yer verilmez. Ama öyle değil; ne kadar yanlış olursa olsun, ne kadar kötü niyetli olursa olsun, mademki sözdür, onu söyleteceğiz, kulak vereceğiz. Biz de cevabımızı vereceğiz. Bizde onun görüşlerine uyan olsa da icmamız bozulmaz. Ama eğer hepimiz haklı bulursak o zaman yeni icmaya uyarız. Karşı taraf iyi niyetli ise gerçekleri görür, kötü niyetli ise helâk olup gider, bizim ona bir şey yapmamız gerekmez.

Bu arada bir vatandaş yargıya giderek ve tartışma sınırını aşıp sürekli olarak herkese hakaret eder duruma geldiğini iddia eder ve artık yazdırılmaması hususunda karar aldırırsa, artık o dergide yazı yazamaz. O halde derginin sahifelerini kapatma işi başkanın değil bir grup görevlinin olacak. Onlar kimseye sormadan ona yazı yazdırmayacaklardır.

Kooperatifimiz henüz bu aşamaya gelmemiştir.

Demek ki askerlerin tartışmayı kesip biz bunu yapacağız, bununla uğraşma demelerine yetkileri vardır. Rabbinin emri gelmiştir. Hakemler karar vermiş ve hakem kararları kesinleşmiştir. Reddedilemeyecek azab onlara gelecektir.

Kesinleşen bir karar uygulanır. O kararın geciktirilmesi veya uygulanmaması ise karar mercilerinin otoritesini sarsar, sonra görev yapamaz olurlar. Karar verildi mi yanlış da olsa tamamlanır, yanlışlıklar sonra tazmin edilir.

Kıbrıs çıkarmasında askerler yola çıkmışken Bülent Ecevit sivil aklı ile geri çekilme sözü verdi. Necmettin Erbakan’la tartıştılar. Erbakan askerlere soralım dedi. Askerler ‘siz emri verdikten sonra artık biz geri çekil diyemeyiz, çünkü oradakiler mahvolur’ dediler, ‘sizi dinlemeyiz’ dediler. Kıbrıs böyle alındı. Cephe komutanı savaş başladıktan sonra artık merkezi dinlemez, orduyu o idare eder. Her komutan emir aldığında emri kendi içtihadı ile tamamlar. Üst asta talimat veremez.

“Azabun gayru merdud”un manası budur.

وَلَمَّا جَاءَتْ رُسُلُنَا لُوطًا سِيءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعًا وَقَالَ هَذَا يَوْمٌ عَصِيبٌ (77)

Va LamMAv CAvEaT RuSuLuNAv LUvOan SIyEa BiHiM Va WAvQa BiHiM ÜaRGan Va QAvLa HAvÜA vYaVMun GaÖIyBun

“Ve resullerimiz Lut’a ciet ettiğinde onlardan dolayı sev’et edildi ve onlarla zer’i dayk etti ve bu asıb bir yevmdir diye kavl etti.”

Hazreti İbrahim Peygambere uğruyor ve ona teminat veriyorlar. Daha iyi şeyler olduğunu müjdeliyorlar. Ondan sonra Lut’a geliyorlar.

İki olay birbirinden farklıdır ama aralarında ilişki olduğu için “Ve” getirilmiştir. Yani Lut Kavmi’nin helaki Hazreti İbrahim’e verilen müjdenin bir uygulamasıdır.

Şöyle… Diyelim ki bugün Allah sermayeye ders verecektir. Tüm dünyayı helak etmez. Etkili olacak uygun ülkeyi helak ederek onun yapısını çökertir. Diyelim ki New York’un helaki, Londra’nın helaki, İsrail’in helaki sermayenin helaki olur.

Bir hayvanı boğazından kesince bütün beden helak olmuş olur. İnsanı öldürmek için nasıl bütün bedeni yaralamak gerekmiyorsa, bir uygarlığı veya topluluğu çökertmek için de her tarafın helaki gerekmez. Yeteri kadar kan kaybetmesi helaki için yeterli olur.

“Dayk etmek” demek sıkışma demektir. Sadrın daykından, iradenin daykından bahsedilmektedir. Burada da zer’in daykından bahsetmektedir.

Kur’an’da kullanılan deyimler genel olarak insan mantığının kullandığı deyimlerdir. “İçim daraldı, sıkıldım” Türkçede kullanılır. Yeryüzünde bugün bütün insanlar tarafından geçerli olan el sıkma ve kucaklaşmanın açıklamasıdır. Müfessirler çok değişik mana vermişlerdir. El sıkma biat kelimesi ile ifade edilir. Kur’an’da bu manada kullanılmaz. “Daka bihim zer’an” ifadesini bu manada anlıyorum.

Hazreti İbrahim onların gelmesinden korktu ama onlarla kucaklaştı veya ellerini sıktı. Elçiler gelince davranışlarından korkmuş, burada sev’et edilmiştir. Korkmamış ama bir kötülüğün olduğunu anlamıştır.

Bugünkü durumda polisin veya askerin eve gelmesi şeklinde anlayabiliriz. Sıkıyönetim zamanında askerler gelip kişileri alıp alıp götürüyorlardı. Akevler’in geniş arazisi vardı. Geldikleri zaman hepimiz hangimizi götürecekler diye beklerdik.

Elçilerin gelmesinden Hazreti Lut işin kötüye gittiğini anlamıştır.

وَلَمَّا جَاءَتْ رُسُلُنَا لُوطًا

Va LamMAv CAvEaT RuSuLuNAv LUvOan

“Ve resullerimiz Lut’a ciet edince”

İki gelişi “Ve” harfi ile atfetmiştir. İki ciet ayrı ayrıdır ama aralarında ilgi vardır. “Câû” denmemiş de “Câet” denmiş ve “resuller” tekrar edilmiştir. Çünkü Hazreti Lut’a gönderilen resuller ile Hazreti İbrahim’e gönderilen resuller aynı kimseler olmakla beraber resullükleri ayrı ayrıdır. Bir risaletle gelmemişler ikisine ayrı ayrı resul olmuşlardı. Semada o bir ilahtır, arzda bir ilahtır ayetindeki ilahın tekrar edilmesi buna benzemektedir.

Urfa’dan Lut Gölü 700 kilometreden fazladır. Dolaşarak 1500 kilometreyi bulur. Saatte 5 kilometre gidilse, 300 günde gidilebilir. Günde 10 saat yürüseler, demek ki bir ay içinde ulaşılır. Demek ki yaya da gitseler Lut Kavmi’ne bir iki ay içinde ulaşabilirler. Bugünkü formalitelerle de daha kısa zamanda ulaşmak mümkün değildir.

Gelenlerin insan olmadığı bildirilmektedir. Doğru olabilir. Gelenler görevli insanlar olabilirler. Yani bizim gibi hiçbir gücü olmayan, sadece aldıkları emri yerine getiren insanlar olabilirler. Kur’an bunların melek olduğunu söylemektedir.

Uzaydan gelen insanlar olabilir. Helikopter veya uçakla hareket etmiş olabilirler. Bu hususta araştırma yapılması gerekmektedir.

سِيءَ بِهِمْ

SIyEa BiHiM

“Onlardan sevet etti”

“Minhum, Anhum” demeyip “Bihim” demesi, onlardan değil de onlar sebebiyle sıkıldı. Onların gelmesinin iyiye alamet olmadığını anladı. Çünkü kavminin eve geleceklerini ve misafirlere saldıracaklarını biliyordu. Lut Kavmi’nin vahşeti o dereceye varmıştı ki kentlerine gelen kimseye karşı toplanır ve ona cinsel saldırıda bulunurlardı.

Bugün henüz bu seviyeye ulaşmış durumda değiliz. Savaşta veya tenkilde kadınlara saldırılıp öldürüldükleri duyulmaktadır. Hâlbuki İslâmiyet’te esir kadınlarla savaşta cinsi ilişki kurulamaz. Ancak savaş biter ve ganimet olarak alınır, herkese bölüştürülür, artık o onun eşi olur, o zaman cinsi ilişkide bulunulabilir. Bir hanım yazmış; kocası öldürülen kadınla daha dönmeden yatanı bana peygamber diye yutturamazsınız. Oysa savaş bitmiştir. Cariyenin oğlu da sahibinin oğlu olmuştur. Onu oğlu gibi büyütmek zorundadır. Hele onun eşi iken doğan başkasından doğmuş olsa da kocasının oğlu kabul edilir.

Bugün genç kızları iğfal ettikten sonra erkekleri değil kızları geneleve koyup ve zorla cinsi ilişki yaptırmak, Lut Kavmi’nin yaptığından farklı değildir.

Paralar vaat ederek artistlik hevesi içinde fahişe yapılan kadınlar genelevlere doldurulmakta ve zorla erkeklere sunulmaktadır. Lut Kavmi mensupları bunu kanun dışı yapıyorlardı, şimdikiler bunu kanunla yapıyorlar!

وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعًا

Va WAvQa BiHiM ÜaRGan

“Ve onlarla zer’i dayk etti”

“Zeraa İleyhi” demek ona elini uzattı demektir. Türkçede de kollamak aynı manadadır. “Ve Dâka Minhum” onlardan kolunu uzak tuttu, onlara karşı kendisini kolladı anlamına gelir. Başka bir şekliyle şöyle manalandırmak mümkündür. Elçiler maksatlarını anlatınca anlattıklarından kötülüğü anladı ve yardımlaşalım anlamında zer’an ellerini sıktı yani onlarla işbirliğine girdi.

وَقَالَ

Va QAvLa

“Ve söyledi”

Bunu elçilerden birisi söylemiş olabilir. Zor bir gündür. Artık dayanışmak zorundayız dediler. Yahut kendi kendine demiş olur veya ehline söylemiştir. Biz bir mana verip devam etmek durumundayız. Burada onlara dediğini kabul ediyoruz. Zer’ın dıykını da dayanışma manası olarak anlıyoruz. Bundan sonra da bu manayı veriyorum. 

هَذَا يَوْمٌ عَصِيبٌ (77)

HAvÜA vYaVMun GaÖIyBun

“Bu asıb yevmdir.”

“Usbe” güçlü gruptur. Koruma ekibidir. Hazreti Yusuf Peygamberin kardeşleri biz usbeyiz demektedirler. “Anahtarları kuvvetli usbe taşıyordu” ifadesi de vardır.

“Asaba” sinirdir. Halata da “asab” denmektedir.

“Usbe” birbirine bağlanan yakın topluluktur. Yakın akrabalara, hassaten erkek akrabalar topluluğuna fıkıhta “asabe” denmektedir.

“Asıb” kelimesi dayanışma zamanıdır, bir olma zamanıdır. Kabile topluluklarında kabile içi düşmanlıkları olur. Ama düşman ortaya çıktığı zaman aradaki çatışmayı bırakıp hep birden düşmana saldırırlar. İstiklâl Savaşımız böyle yevm-i asıb olmuştur. Hazreti Lut aleyhisselam elçilere bir olma zamanıdır diyor, onlardan işbirliği istiyor.

وَجَاءَهُ قَوْمُهُ يُهْرَعُونَ إِلَيْهِ وَمِنْ قَبْلُ كَانُوا يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ

V aCAvEaHUv QaVMuHUv YuHRaGUvNa EiLaYHi Va MiN QaBLu KaNu YaGMaLUvNa elSayYıEAvTı

“Ve kavmi ona ıhra olunarak ciet etti ve min kabl seyyiat amel ediyorlardı.”

Hazreti Lut aleyhisselama yabancılar gelmiş haberini alınca kavmi onun evinde toplanmaya başladı. “Here” sonbaharda dökülen sararmış yapraklardır. Bir de insanların teker teker toplanmalarına “here” denmiştir. Böylece toplanmaları meçhul sigası kullanılarak ıhra’ olundular demektir. “Herea” lazım fiildir, “İlâ” ile teaddi eder. Birine gitme anlamında onun evinde teker teker toplandılar anlamındadır.

وَجَاءَهُ قَوْمُهُ

VaCAvEaHUv QaVMuHUv

“Ve kavmi ona ciet etti”

Kavmi ona misafir geldiği zaman böyle yapıyorlardı.

Birine bir yabancı geldi mi, ileri gelen yöneticiler o eve baskın yapar ve onu esir alır, geneleve alırlar ve çirkin işletmeyi işletirlerdi.

Amerikalılar da böyle yaptılar. Afrika’ya geldiler, dağlarda ve ormanlarda yakaladıkları kimseleri gemilere bindirip Amerika’ya götürdüler ve onları tarlalarda işçi yaptılar. Hâlbuki şeriatta savaş dışı esir almak yoktur.

Sanayileşme başlayınca köleleri işçi statüsüne getirmek için köleliği yasakladılar. Böylece kölelik statüsünden işçilik statüsüne geçtiler. Bugün kendileri de ABD’nin vatandaşı olmuşlar, cumhurbaşkanlarını bile çıkarıyorlar.

Demek ki insanlardaki vahşet anlayışı topluluk tarafından mukaddes bir şey olmaktadır. İnsanları kurban etmek böyle bir şeydir.

يُهْرَعُونَ إِلَيْهِ

YuHRaGUvNa EiLaYHi

“Ona ihra olunuyorlardı”

Bir kuvvet onları dökülen yapraklar gibi Hazreti Lut’un evinde topluyordu.

Onları toplayan ne idi?

Daha önceden işledikleri seyyiattır.

Bugün televizyonlar, radyolar ve gazinolar genelevden farksızdır. Cinsel tahriklerle para kazanmak durumundadırlar. Yani Lut Kavmi’nin mantığı içinde yaşamaktadırlar. Cinsi teşhir sanat kabul ediliyor. Kadınlar iş yapmak için soyunuyorlar, buna zorlanıyorlar. Kadınlar için ayrı plaj erkekler için ayrı plaj yapamıyorlar. Bugünkü insanlık Lut Kavmi durumundadır. Ona doğru süratle ilerlemektedirler.

Sınıflı topluluklarda zenginler vardır, fakirler vardır. Fakirler karın doyurmak için her türlü günahı işlemek zorunda kalıyorlar. Zenginler ise emeksiz kazandıkları anormal servetleri harcayacak yer bulamazlar ve onlar da servetlerini içki, kumar, fuhuş ve ifsat için harcarlar.

Bugünkü dünya budur.

وَمِنْ قَبْلُ كَانُوا

Va MiN QaBLu KaNu

Ve daha evvel ediyorlardı”

“Seyyiat” burada çoğul gelmiştir. “Seyyie” kişinin işlediği suçtur, “Seyyiat” ise topluluğun örgütlü olarak işlediği suçtur. Bu kavim seyyiat suçu işlemekte idi. Rüşvet verseniz bu suçtur. Ama rüşvet mafyası oluşturulmuştur. Bu mafyaya katılmadığınız zaman ne görevli ne de hizmetli olamıyorsanız, bu seyyiat içinde olmaktır.

Müteahhit bir ortağımız diyor ki: İnşaatta rüşvetsiz bir adım atamazsınız. Betonu getiren firmanın işçisine rüşvet vermezsen betonu dökmez. Bir kereste mağazasına girerseniz, orada keresteyi veren kişi ya vermez ya da senin istediğinden başka keresteyi koyar.

Biz çok yaşadık. Türkiye’de hâkimler rüşvet almaz ama orada oturmak için onların istediklerini yapmak zorundadırlar. İftira mekanizmaları hazırdır. Basın da cellât gibidir. Yayınladılar mı bakanlık veya HSYK gereğini yapmak zorundadır. Yoksa onun akıbeti gitmedir. Erbakan onların dediğini yapmadığı için 11 ay dayandı. AK Parti rüşvet almadı ama onların dediklerini yaptığı için 11 senedir orada durdu. Sonunda yaptıklarına göz yumuyordu. Vatandaşlara da iş imkânı sağladı. İşte o zaman sen Türk halkını zengin ediyorsun diye gözden düştü. Bugünkü savaş budur. Türk halkı kendi işlerini kendisi mi yapacak yoksa karın tokluğuna işçi mi olacak?

Sermayenin yanıldığı nokta Bor’un pazarının geçtiğidir. Artık askerleri istediği gibi kullanamıyor. Eskiden Türkiye güçlü değildi, onlarla mücadele edecek durumda değildi. Şimdi güçlüdür ve dünyada birlik içinde olduğu siyasi güçler vardır.

يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ

YaGMaLUvNa elSayYıEAvTı

“Seyyiatı amel ediyorlardı.”

Ve daha önce seyyiat amel ediyorlardı.

“Seyyiat” kurallı çoğuldur. Yalnız erkeklere varma şeklinde olmayıp bugünkü genelevlere benzer şekilde erkek cinsel kurumunu kurmuşlardı. Bu evlere zorla koydukları erkekleri para ile kavmin erkeklerine arz ediyorlardı. Öyle anlaşılıyor ki kurdukları bu fuhuşhaneye yalnız kendi kentlerindeki erkekler değil diğer kentlerdeki erkekler de gelip bu fahişeyi amel ediyorlardı. “Kavmi geldi” diyor. Yani kavmin temsilcileri geldi, yöneticileri geldi. Bugün de genelevleri aynı amaçla devlet işletmektedir. O gün kızları değil de erkekleri bu iş için kullanıyorlardı. Bugün de eşcinsellik meşrulaştırılmıştır. Yarın erkeklere ait genelevleri oluşturduklarını görürseniz şaşmayın.

قَالَ يَاقَوْمِ هَؤُلَاءِ بَنَاتِي هُنَّ أَطْهَرُ لَكُمْ فَاتَّقُوا اللَّهَ وَلَا تُخْزُونِ فِي ضَيْفِي أَلَيْسَ مِنْكُمْ رَجُلٌ رَشِيدٌ (78)

QAvLa YAQavMı HAvEuLAvEi BeNAvTIy HunNa EaOHaRu LaKUM Fa itTaQUv elLAHa V a LAv TuPZuNIy FIy WaYFIy Ea LaYSa MiNKuM RaCuLun RaŞİyDun

“Ey kavmim, işte kızlarım, onlar sizin için daha tahirdir. Allah’a ittika edin. Beni dayfım içinde mahzun etmeyin. Sizin içinizden bir reşit racül yok mudur?”

Ey kavmim diyerek onlara yakınlık gösteriyor rica ediyor.

Biz de tüm insanlığa bunu söylüyoruz. Ey Millî Görüşçüler, ey bütün Türk halkı, ey bütün insanlar, ey bizim kardeşlerimiz. Gelin bu seyyiattan vazgeçin. Gelin zinadan vazgeçin. Gelin faizden vazgeçin. Günah işleyin ama örgütleşmeyin.

Bir kimse örgütsüz günah işlerse onun cezasını görmezlikten geliriz, görsek bile ceza verir serbest bırakırız. Ama eğer örgütlü suç işlerse artık hukuk düzeni ile çözmezsiniz. Rüşvet veren mecbur olduğu için verir. Rüşvet alan da maaşı yetmediği için alır. Ne veren suçludur ne alan suçludur. Fıkıhta buna belv-i umumi denir ve artık hukuk onu suç saymaz.

Bazı araştırmacılar bu sebeple Kur’an’daki tüm haramları helal hâle getiriyorlar. Başka türlü yaşamak mümkün değildir ama inanmak da istiyorlar. Çareyi Kur’an’ı tahrif etmede buluyorlar. Dinleri tahrif ederek kendi özel dinlerini kurmaya çalışanlar işte bunu hedefliyorlar.

Akevler ise bunun çaresini şöyle bulmaktadır. Kooperatif kuruyorsunuz. Semtinizi oluşturuyorsunuz. Dışarıyla olan ilişkileri tüccarlar aracılığı ile sağlıyorsunuz. Böylelikle pislik bataklığından kurtulma imkânınız vardır.

Akevler’e cephe alan inanmış kardeşlerimiz vardır. Onlar bizim bu teşhisimize katılıyorlar ama çareleri yoktur. Herkes bıraksın diyor. Bırakmaz, çünkü bıraktığı zaman ölür.

Bir odanın temizliğine bir kenardan başlanır, sonunda ev temiz olur. Akevler temizliğin başlandığı yerdir. Gerek Millî Görüşçüler gerekse Nur cemaati bizi yarı yolda bıraktı, bataklık içine dalıp mülevves oldular, hâlâ da söylediklerimizi duymuyorlar.

Misafirlerin yanında beni mahzun etmeyin diyerek kavminin dışarıya karşı kötü görünmesini önlemek istemektedir. İçinizde bir reşid adam yok mudur? Lut Kavmi bu kötü fiillerle zengin olmuşlardır. Çevre, paraları olduğu için bunları hoş karşılıyordu.

Bugün de durum böyledir. Sermayenin dolarları herkesin gözünü karartmış, AK Parti bile zinaya dokunmuyor, faizi günün gerçeği olarak görüyor!

İçlerinden biri çıkıp da hey ne oluyor diyemiyor. Gemiyi terk ediyorlar ama seslerini çıkaramıyorlar. Kader ne olursa o olacaktır ama herkes bilsin ki üçüncü binyıl Kur’an uygarlığı gelecektir. Allah nurunu tamamlayacaktır. O’nun vaadidir. O vaadinden hulf etmez.

قَالَ يَاقَوْمِ

QAvLa YAQavMı

“Ey kavmim diyor”

Hz. Lut kavmine yine “Ey kavmim” diyerek onlara yalvarıyor ama kulak veren yok.

İnsanlar büyük fırsatları kaçırdıkları zaman benim ağlayasım gelir.

AK Parti cumhurbaşkanlığına bir askeri getirseydi, sonra oturup “Adil Düzen” üzerinde çalışsaydı, “Adil Düzen” şimdiye kadar gelmişti. Bunlar ne yaptılar? Kendilerini cumhurbaşkanı yaptılar. Biri ordumuzu mahvetti. Bu kadar perişan duruma düşmezdik. “Adil Düzen” bırakılmak zorunda kalındı. Daha ne oldu? AB pazarı sokaklarında süründük. Şimdi de durum farksızdır. %50’lerin üstünde rey aldıkları halde, sırf Akevler ile ilişkimiz olmasın diye ikinci parti durumuna düşeceklerdir. Bu durumdan samimi söylüyorum ne A. Gül ne B. Atalay ne B. Arınç ne de C. Çiçek benim üzüldüğümün yarısı demiyorum beşte biri kadar üzüntü duymuyorlar. Bunların bu hallerinden dolayı daha çok üzülüyorum.

Hazreti Lut, kavmi için üzülmektedir. Misafirler deyince kastettiği elçilerdir. Onlara söylemiyor ama onlar misafirlerim diyerek bildiğim tanıdığım demek istiyor. Anlayan var mı?

Biz bunları elli sene önce görmüş, gerek Gülen’e, gerekse Erbakan’a anlatmıştık.

Biz kooperatif kuralım derken onlar önce vakıf sonra anonim şirketler kurdular.

هَؤُلَاءِ بَنَاتِي

HAvEuLAvEi BeNAvTIy

“İşte kızlarım”

Burada onlara diyor ki; siz bu erkeklerle ilişki sektörünü o kadar ileri götürdünüz ki, kızlarımız evlenmiyor, evde kalıyorlar. İşte kızlarımız demek istiyor.

Bugün de böyle değil mi? Zinayı serbest bırakan AK Parti hâlâ imam nikâhını ve çok evliliği suç saymaya devam ediyor. Hâlâ zinayı sanatçıların gördükleri gibi özel hukuk olarak suç bile değil de boşanma sebebi sayıyor. Zaten onlar artık kızlardan zevk almıyorlardı.

Bir kimse meyve suyu içeceğine kola içmeye başlarsa artık meyve suyu onu tatmin etmez. Bira içerse kola tatmin etmez. Şarap içerse bira tatmin etmez. Rakı içerse şarap tatmin etmez. Uyuşturucu kullanırsa rakı da tatmin etmez. Her gün içtiği şeyin dozunu artırmak zorunda kalır. Bugün durum böyledir. Erkeklerden aktifleri ve pasifleri cinsi ilişkilerini o yolla tatmin edince kadınlar onları tatmin etmez. Böylece kadınlar zina yapacak erkeği bile bulamaz olurlar. İşte, Hazreti Lut Peygamber kavmine diyor ki; bu kötü işten vazgeçin, bakınız topluluğumuz ne durumdadır.

İşte, Avrupa nüfusu azalıyor. Suriye’de savaş çıkarıyorlar ki Suriyeliler Avrupa’ya gelsin de devletleri varlığını sürdürsün. İnsanlık adına aldıklarını yutturuyorlar. Nüfusları azaldığı için başka yolları kalmamıştır. Başkalarından kan alarak yaşıyorlar.

Hazreti Lut Peygamberin işte kızlarım demesinin başka sebebi şudur. Bakınız, sizin yaptığınız o kadar kötü ki, kızlarımla zina yapsanız bile benim için daha iyidir, daha ehveni şerdir. Şerrin ehveni ihtiyar olunur kuralı kabul edildiği takdirde bu mana da verilebilir.

هُنَّ أَطْهَرُ لَكُمْ

HunNa EaOHaRu LaKuM

“Onlar size ethardır”

Zina da kötüdür ama eşcinsellik daha kötüdür, pisliktir, hastalık kaynağıdır. Sosyal yapıyı bozmakla kalmaz, insanın bedeni yapısını da bozar.

Burada tahirle sağlık arasındaki ilişkiye işaret etmektedir. Topluca hareket edilen pislik bulaşıcı hastalıkların kaynağı olduğu için sağlık için çok kötüdür.

İzmir’de kadın hastalıkları doktorumuz vardı. Türk Ocağı’nın başkanlığını yapmıştır. Şunu anlatı. Bir hastam vardı. Zührevi hastalık hastası idi. Yıllarca gelip gider bir türlü tedavi olamazdı. Ona evlenmesini tavsiye ettim. Artık hastaneye gelmez oldu. Sebebini sordum. Evlendim, hastalığım nüksetmedi dedi.

Anadolu’da frengi hastalığı yoktu, Kırım Savaşı’nda askerlerimiz Fransız askerleriyle karışınca geldi. Onun için frengi diyoruz.

Bu gerçekler ortada iken hâlâ zina haram değildir, nehy edilmemiştir diyebilenlerimiz vardır! Kur’an burada bütün bunlara işaret etmektedir.

فَاتَّقُوا اللَّهَ

Fa itTaQUv elLAHa

“Allah’a ittika edin”

Yani şeriata girin ve kendinizi de insanlığı da helake sürüklemeyin.

Ben daha orta öğrenimimi yaparken; ben ne Batılıları ne de Müslümanları dinlemeyeceğim, onları öğreneceğim, benim aklımın kabul ettiği şeyleri kabul edip yaşayacağım diye karar vermiştim. Şunu bilesiniz ki ben ne hususta fetva veriyorsam müsbet ilimle de hikmetlerini bulurum. Bana sık sık ilim diye hatırlatanların ilimden bihaber olduklarını söyleyebilirim. Ben müsbet ilmi öğreneyim diye mühendis oldum, hassaten elektrik mühendisi oldum, bunun sebebini daha önce açıkladım.

Lisede derslerim iyi idi, pekiyi ile mezun oldum. Halkevleri vardı. Onun kütüphanesine gider, tüm vakitlerimi orada geçirirdim. Hocalarım ispat etmedikleri formülü yazdıklarında ben onu notlarım arasına koymazdım, imtihanda da o formülü kullanmazdım.

İslâmiyet’te hiç kimse müsbet ilme aykırı bir hükmü kabul etmez. Yanlış bilebilir ama içtihatlarını mutlaka müsbet ilme göre yapar. Sonraları gördüm ki fıkıhçıların mezhebi benim mezhebim imiş, bu sebeple ben Ehli Kur’an oldum, Ehli Sünnet oldum. Henüz içtihat yapamadığım hususlarda da Hanefiyim.

Kur’an’ı Batının mantığına uydurma çabası başarıya ulaşamayacaktır. Çünkü Batı dalalettedir. Hıristiyanlık değil, Yahudilik değil, kapitalizm ve sosyalizm dalalettir. Biri kârı maksimize edeyim derken diğeri kuvveti maksimize edelim diye zinayı, faizi, eşcinselliği ve diğer haramları meşru kılan zihniyet helak olacaktır. Kur’an’ı kendilerine uyduracaklarını sananları Kur’an helak edecektir.

وَلَا تُخْزُونِ فِي ضَيْفِي

V a LAv TuPZuNIy FIy WaYFIy

“Ve beni misafirlerim içinde mahzun etmeyin”

“Misafirlerim” diyor ve onlara gelenlerin özel olduğunu söylüyor. Onlara bir şey yapacaklarından korkusu yoktur. Sadece onların içinde iken mahzun ediyorlar. Çünkü başlarına felaket gelecektir. Aslında Hazreti Lut onları tehdit ediyor. Düşünseler bu ifadenin altında kendisine ve misafirlerine güveni var. Sadece kavminin geleceğinden üzülmektedir.

Ben AK Parti on sene daha iktidarda kalsın istiyorum. Fiilen irtidat etseler de kavlen hâlâ mümindirler. Dolayısıyla onların başına geleceklerden korkmuyorum. AK Parti ikinci parti olacak diye korkum yoktur. CHP birinci parti olunca onun iktidar partisi olması artık farz olur. Bir milletvekili fazla olsa bile yeterli olur. AK Parti’nin yüz milletvekili fazlalığı bile işe yaramadı.

Sonra ne olacak?

İki şeyden biri olacak, CHP “Adil Düzen”i benimseyecek ve AK Parti’nin yapmadıklarını o yapacak yahut eski huyuna devam edecek. Yine iki şeyden biri olacak. Askerler müdahale etmek zorunda kalacaklar ve askerler “Adil Düzen”i benimseyecekler. Benimserlerse Akevler emirlerindedir. Benimsemezlerse devlet yıkılacak, ikinci istiklâl savaşını Adil Düzen çalışanları askerlerle birlikte yapacaklar, “Adil Düzen” gelecektir.

Bizim endişemiz yoktur, sadece kavmimizin bu hallerine üzülüyoruz.

أَلَيْسَ مِنْكُمْ

Ea LaYSa MiNKuM

“İçinizde yok mu?”

Bekledim ki Akevler eğitimini almış biri çıksın, Akevler’in yanında yer alsın ve birlikte Erdoğan’ın yanında karşı cepheyi çökertelim. Ben Akevler içinde gücümü onlar tarafı kullanayım. Ama böyle biri çıkmadı, en akıllıları bile bana saygısızlık yaptılar.

Bülent Arınç: Sırf onunla görüşmek için Ankara’ya gittim; benimle görüşmedi!

Mehmet Ali Şahin görüşmeye söz verdi; sözünde durmadı!

Cemil Çiçek, anayasa önerimizi ‘kooperatiflerle görüşmüyoruz’ kuralını koyarak bizimle görüşmedi ama İshak Alaton’un anayasasını alıp yastığının başına koydu!

M. Tekelioğlu’na Abdullah Gül ile görüşeyim dedim, evet dedi, sözünde durmadı!

Bu durumda onların gemilerinin bugünkü yan yatmışlığına sevinmem gerek ama üzülüyorum; hallerine kendilerinden daha çok üzülüyorum.

R. Tayyip Erdoğan’ın en yakınları onu uçuruma götürüyorlar, farkında değiller, üzülüyorum ama onların içinde reşit bir kişi bulamıyorum.

رَجُلٌ رَشِيدٌ (78)

RaCuLun RaŞİyDun

“Reşit recül yok mu?

Bir toplulukta kişiler gerçekleri görür ama gerçekleri ifade edemez, içinde saklar.

Millî Görüş’te Oğuzhan’a karşı olmayan yüzde beş yoktur. Millî Görüş kadrosundan bir kişi çıksa, hey bu yaptığınız nedir dese, tüm Millî Görüşçüler Fatih Erbakan tarafı olacaktır. Ama bir reşit adam çıkmıyor.

MHP’den çıkmıyor, AK Parti’den çıkmıyor, Saadet Partisi’nden çıkmıyor. Başkanlar tanrı yapılmış, onların dedikleri şeriattan, kanundan ve tüzükten daha ileridir.

Tuğrul Türkeş’i yalnız bıraktılar, yarın onlar da yalnız kalacaklardır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org         (0532) 246 68 92

 

 


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
18.10.2015
13:48


1967...1968...1969...AKEVLER 49 YILDIR ÇALIŞIYOR...2013...2014...2015

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 834

“ADİL DÜZEN” III. BİNYIL MEDENİYETİ PROJESİDİR

BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

Haftalık Seminer Dergisi; 834. Hafta - 17 Ekim 2015 - Fiyatı: www.akevler.orga tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR.. ÇOĞALTABİLİR.. DAĞITABİLİRSİNİZ...

“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 834. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?”      (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.”      (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ,  Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA / İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Tefsir Seminer Notları Yenibosna’da Cumartesi akşamları okunup tartışılmaktadır.

GAYEMİZ: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada “OKUNMASI, ANLAŞILMASI VE UYGULANMASI”DIR. Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL

 

***

 

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;

SURİYE VE ÜCÜNCÜ CİHAN SAVAŞI

PKK SORUNU VE ÇÖZÜMÜ

Süleyman KARAGÜLLE

 

***

 

*MAKALELER

Sen okuyucu; sana da bir görev verilebilir!

Bombalar patlarken gömleği hatırla(t)mak…

Ankara’da bombalar patlarken derin düşünmek…

Olanları bir de böyle değerlendirmek gerekir

Tespit, kronoloji ve tedavi yani çözüm

Reşat Nuri EROL

 

***

 

HÛD SÛRESİ - 21. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

الر كِتَابٌ أُحْكِمَتْ آيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَكِيمٍ خَبِيرٍ (1) أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ إِنَّنِي لَكُمْ مِنْهُ نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ (2) وَأَنِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ يُمَتِّعْكُمْ مَتَاعًا حَسَنًا إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى وَيُؤْتِ كُلَّ ذِي فَضْلٍ فَضْلَهُ وَإِنْ تَوَلَّوْا فَإِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ كَبِيرٍ (3) إِلَى اللَّهِ مَرْجِعُكُمْ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ (4) أَلَا إِنَّهُمْ يَثْنُونَ صُدُورَهُمْ لِيَسْتَخْفُوا مِنْهُ أَلَا حِينَ يَسْتَغْشُونَ ثِيَابَهُمْ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ (5) وَمَا مِنْ دَابَّةٍ فِي الْأَرْضِ إِلَّا عَلَى اللَّهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَا كُلٌّ فِي كِتَابٍ مُبِينٍ (6) وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاءِ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَلَئِنْ قُلْتَ إِنَّكُمْ مَبْعُوثُونَ مِنْ بَعْدِ الْمَوْتِ لَيَقُولَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ هَذَا إِلَّا سِحْرٌ مُبِينٌ (7) وَلَئِنْ أَخَّرْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ إِلَى أُمَّةٍ مَعْدُودَةٍ لَيَقُولُنَّ مَا يَحْبِسُهُ أَلَا يَوْمَ يَأْتِيهِمْ لَيْسَ مَصْرُوفًا عَنْهُمْ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ (8) وَلَئِنْ أَذَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً ثُمَّ نَزَعْنَاهَا مِنْهُ إِنَّهُ لَيَئُوسٌ كَفُورٌ (9) وَلَئِنْ أَذَقْنَاهُ نَعْمَاءَ بَعْدَ ضَرَّاءَ مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ ذَهَبَ السَّيِّئَاتُ عَنِّي إِنَّهُ لَفَرِحٌ فَخُورٌ (10) إِلَّا الَّذِينَ صَبَرُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أُولَئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ كَبِيرٌ (11) فَلَعَلَّكَ تَارِكٌ بَعْضَ مَا يُوحَى إِلَيْكَ وَضَائِقٌ بِهِ صَدْرُكَ أَنْ يَقُولُوا لَوْلَا أُنْزِلَ عَلَيْهِ كَنْزٌ أَوْ جَاءَ مَعَهُ مَلَكٌ إِنَّمَا أَنْتَ نَذِيرٌ وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ (12) أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ فَأْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِثْلِهِ مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ (13) فَإِلَّمْ يَسْتَجِيبُوا لَكُمْ فَاعْلَمُوا أَنَّمَا أُنْزِلَ بِعِلْمِ اللَّهِ وَأَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَهَلْ أَنْتُمْ مُسْلِمُونَ (14) مَنْ كَانَ يُرِيدُ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا وَزِينَتَهَا نُوَفِّ إِلَيْهِمْ أَعْمَالَهُمْ فِيهَا وَهُمْ فِيهَا لَا يُبْخَسُونَ (15) أُولَئِكَ الَّذِينَ لَيْسَ لَهُمْ فِي الْآخِرَةِ إِلَّا النَّارُ وَحَبِطَ مَا صَنَعُوا فِيهَا وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (16) أَفَمَنْ كَانَ عَلَى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّهِ وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِنْهُ وَمِنْ قَبْلِهِ كِتَابُ مُوسَى إِمَامًا وَرَحْمَةً أُولَئِكَ يُؤْمِنُونَ بِهِ وَمَنْ يَكْفُرْ بِهِ مِنَ الْأَحْزَابِ فَالنَّارُ مَوْعِدُهُ فَلَا تَكُ فِي مِرْيَةٍ مِنْهُ إِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ (17) وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أُولَئِكَ يُعْرَضُونَ عَلَى رَبِّهِمْ وَيَقُولُ الْأَشْهَادُ هَؤُلَاءِ الَّذِينَ كَذَبُوا عَلَى رَبِّهِمْ أَلَا لَعْنَةُ اللَّهِ عَلَى الظَّالِمِينَ (18) الَّذِينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا وَهُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ (19) أُولَئِكَ لَمْ يَكُونُوا مُعْجِزِينَ فِي الْأَرْضِ وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ يُضَاعَفُ لَهُمُ الْعَذَابُ مَا كَانُوا يَسْتَطِيعُونَ السَّمْعَ وَمَا كَانُوا يُبْصِرُونَ (20) أُولَئِكَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ (21) لَا جَرَمَ أَنَّهُمْ فِي الْآخِرَةِ هُمُ الْأَخْسَرُونَ (22) إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَأَخْبَتُوا إِلَى رَبِّهِمْ أُولَئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ (23) مَثَلُ الْفَرِيقَيْنِ كَالْأَعْمَى وَالْأَصَمِّ وَالْبَصِيرِ وَالسَّمِيعِ هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلًا أَفَلَا تَذَكَّرُونَ (24) وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ إِنِّي لَكُمْ نَذِيرٌ مُبِينٌ (25) أَنْ لَا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ أَلِيمٍ (26) فَقَالَ الْمَلَأُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِهِ مَا نَرَاكَ إِلَّا بَشَرًا مِثْلَنَا وَمَا نَرَاكَ اتَّبَعَكَ إِلَّا الَّذِينَ هُمْ أَرَاذِلُنَا بَادِيَ الرَّأْيِ وَمَا نَرَى لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ بَلْ نَظُنُّكُمْ كَاذِبِينَ (27) .قَالَ يَاقَوْمِ أَرَأَيْتُمْ إِنْ كُنْتُ عَلَى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّي وَآتَانِي رَحْمَةً مِنْ عِنْدِهِ فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْ أَنُلْزِمُكُمُوهَا وَأَنْتُمْ لَهَا كَارِهُونَ (28) وَيَاقَوْمِ لَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مَالًا إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى اللَّهِ وَمَا أَنَا بِطَارِدِ الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّهُمْ مُلَاقُو رَبِّهِمْ وَلَكِنِّي أَرَاكُمْ قَوْمًا تَجْهَلُونَ (29) وَيَاقَوْمِ مَنْ يَنْصُرُنِي مِنَ اللَّهِ إِنْ طَرَدْتُهُمْ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ (30) وَلَا أَقُولُ لَكُمْ عِنْدِي خَزَائِنُ اللَّهِ وَلَا أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَا أَقُولُ إِنِّي مَلَكٌ وَلَا أَقُولُ لِلَّذِينَ تَزْدَرِي أَعْيُنُكُمْ لَنْ يُؤْتِيَهُمُ اللَّهُ خَيْرًا اللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا فِي أَنْفُسِهِمْ إِنِّي إِذًا لَمِنَ الظَّالِمِينَ (31) قَالُوا يَانُوحُ قَدْ جَادَلْتَنَا فَأَكْثَرْتَ جِدَالَنَا فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَا إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ (32) قَالَ إِنَّمَا يَأْتِيكُمْ بِهِ اللَّهُ إِنْ شَاءَ وَمَا أَنْتُمْ بِمُعْجِزِينَ (33) وَلَا يَنْفَعُكُمْ نُصْحِي إِنْ أَرَدْتُ أَنْ أَنْصَحَ لَكُمْ إِنْ كَانَ اللَّهُ يُرِيدُ أَنْ يُغْوِيَكُمْ هُوَ رَبُّكُمْ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (34) أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ إِنِ افْتَرَيْتُهُ فَعَلَيَّ إِجْرَامِي وَأَنَا بَرِيءٌ مِمَّا تُجْرِمُونَ (35) وَأُوحِيَ إِلَى نُوحٍ أَنَّهُ لَنْ يُؤْمِنَ مِنْ قَوْمِكَ إِلَّا مَنْ قَدْ آمَنَ فَلَا تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ (36) وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا وَلَا تُخَاطِبْنِي فِي الَّذِينَ ظَلَمُوا إِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ (37) وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ وَكُلَّمَا مَرَّ عَلَيْهِ مَلَأٌ مِنْ قَوْمِهِ سَخِرُوا مِنْهُ قَالَ إِنْ تَسْخَرُوا مِنَّا فَإِنَّا نَسْخَرُ مِنْكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَ (38) فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ مَنْ يَأْتِيهِ عَذَابٌ يُخْزِيهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُقِيمٌ (39) حَتَّى إِذَا جَاءَ أَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُ قُلْنَا احْمِلْ فِيهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَأَهْلَكَ إِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ آمَنَ وَمَا آمَنَ مَعَهُ إِلَّا قَلِيلٌ (40) وَقَالَ ارْكَبُوا فِيهَا بِسْمِ اللَّهِ مَجْرَاهَا وَمُرْسَاهَا إِنَّ رَبِّي لَغَفُورٌ رَحِيمٌ (41) وَهِيَ تَجْرِي بِهِمْ فِي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ وَنَادَى نُوحٌ ابْنَهُ وَكَانَ فِي مَعْزِلٍ يَابُنَيَّ ارْكَبْ مَعَنَا وَلَا تَكُنْ مَعَ الْكَافِرِينَ (42) قَالَ سَآوِي إِلَى جَبَلٍ يَعْصِمُنِي مِنَ الْمَاءِ قَالَ لَا عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ أَمْرِ اللَّهِ إِلَّا مَنْ رَحِمَ وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَقِينَ (43) وَقِيلَ يَاأَرْضُ ابْلَعِي مَاءَكِ وَيَاسَمَاءُ أَقْلِعِي وَغِيضَ الْمَاءُ وَقُضِيَ الْأَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ وَقِيلَ بُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (44) وَنَادَى نُوحٌ رَبَّهُ فَقَالَ رَبِّ إِنَّ ابْنِي مِنْ أَهْلِي وَإِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَأَنْتَ أَحْكَمُ الْحَاكِمِينَ (45) قَالَ يَانُوحُ إِنَّهُ لَيْسَ مِنْ أَهْلِكَ إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ فَلَا تَسْأَلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنِّي أَعِظُكَ أَنْ تَكُونَ مِنَ الْجَاهِلِينَ (46) قَالَ رَبِّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ أَنْ أَسْأَلَكَ مَا لَيْسَ لِي بِهِ عِلْمٌ وَإِلَّا تَغْفِرْ لِي وَتَرْحَمْنِي أَكُنْ مِنَ الْخَاسِرِينَ (47) قِيلَ يَانُوحُ اهْبِطْ بِسَلَامٍ مِنَّا وَبَرَكَاتٍ عَلَيْكَ وَعَلَى أُمَمٍ مِمَّنْ مَعَكَ وَأُمَمٌ سَنُمَتِّعُهُمْ ثُمَّ يَمَسُّهُمْ مِنَّا عَذَابٌ أَلِيمٌ (48) تِلْكَ مِنْ أَنْبَاءِ الْغَيْبِ نُوحِيهَا إِلَيْكَ مَا كُنْتَ تَعْلَمُهَا أَنْتَ وَلَا قَوْمُكَ مِنْ قَبْلِ هَذَا فَاصْبِرْ إِنَّ الْعَاقِبَةَ لِلْمُتَّقِينَ (49) وَإِلَى عَادٍ أَخَاهُمْ هُودًا قَالَ يَاقَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُمْ مِنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ إِنْ أَنْتُمْ إِلَّا مُفْتَرُونَ (50) يَاقَوْمِ لَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى الَّذِي فَطَرَنِي أَفَلَا تَعْقِلُونَ (51) وَيَاقَوْمِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ يُرْسِلِ السَّمَاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَارًا وَيَزِدْكُمْ قُوَّةً إِلَى قُوَّتِكُمْ وَلَا تَتَوَلَّوْا مُجْرِمِينَ (52) قَالُوا يَاهُودُ مَا جِئْتَنَا بِبَيِّنَةٍ وَمَا نَحْنُ بِتَارِكِي آلِهَتِنَا عَنْ قَوْلِكَ وَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِنِينَ (53) إِنْ نَقُولُ إِلَّا اعْتَرَاكَ بَعْضُ آلِهَتِنَا بِسُوءٍ قَالَ إِنِّي أُشْهِدُ اللَّهَ وَاشْهَدُوا أَنِّي بَرِيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ (54) مِنْ دُونِهِ فَكِيدُونِي جَمِيعًا ثُمَّ لَا تُنْظِرُونِ (55) إِنِّي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللَّهِ رَبِّي وَرَبِّكُمْ مَا مِنْ دَابَّةٍ إِلَّا هُوَ آخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا إِنَّ رَبِّي عَلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ (56) فَإِنْ تَوَلَّوْا فَقَدْ أَبْلَغْتُكُمْ مَا أُرْسِلْتُ بِهِ إِلَيْكُمْ وَيَسْتَخْلِفُ رَبِّي قَوْمًا غَيْرَكُمْ وَلَا تَضُرُّونَهُ شَيْئًا إِنَّ رَبِّي عَلَى كُلِّ شَيْءٍ حَفِيظٌ (57) وَلَمَّا جَاءَ أَمْرُنَا نَجَّيْنَا هُودًا وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَنَجَّيْنَاهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَلِيظٍ (58) وَتِلْكَ عَادٌ جَحَدُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ وَعَصَوْا رُسُلَهُ وَاتَّبَعُوا أَمْرَ كُلِّ جَبَّارٍ عَنِيدٍ (59) وَأُتْبِعُوا فِي هَذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ أَلَا إِنَّ عَادًا كَفَرُوا رَبَّهُمْ أَلَا بُعْدًا لِعَادٍ قَوْمِ هُودٍ (60) وَإِلَى ثَمُودَ أَخَاهُمْ صَالِحًا قَالَ يَاقَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُمْ مِنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ هُوَ أَنْشَأَكُمْ مِنَ الْأَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ فِيهَا فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ إِنَّ رَبِّي قَرِيبٌ مُجِيبٌ (61) قَالُوا يَاصَالِحُ قَدْ كُنْتَ فِينَا مَرْجُوًّا قَبْلَ هَذَا أَتَنْهَانَا أَنْ نَعْبُدَ مَا يَعْبُدُ آبَاؤُنَا وَإِنَّنَا لَفِي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَا إِلَيْهِ مُرِيبٍ (62) قَالَ يَاقَوْمِ أَرَأَيْتُمْ إِنْ كُنْتُ عَلَى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّي وَآتَانِي مِنْهُ رَحْمَةً فَمَنْ يَنْصُرُنِي مِنَ اللَّهِ إِنْ عَصَيْتُهُ فَمَا تَزِيدُونَنِي غَيْرَ تَخْسِيرٍ (63) وَيَاقَوْمِ هَذِهِ نَاقَةُ اللَّهِ لَكُمْ آيَةً فَذَرُوهَا تَأْكُلْ فِي أَرْضِ اللَّهِ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ قَرِيبٌ (64) فَعَقَرُوهَا فَقَالَ تَمَتَّعُوا فِي دَارِكُمْ ثَلَاثَةَ أَيَّامٍ ذَلِكَ وَعْدٌ غَيْرُ مَكْذُوبٍ (65) فَلَمَّا جَاءَ أَمْرُنَا نَجَّيْنَا صَالِحًا وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَمِنْ خِزْيِ يَوْمِئِذٍ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْقَوِيُّ الْعَزِيزُ (66) وَأَخَذَ الَّذِينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دِيَارِهِمْ جَاثِمِينَ (67) كَأَنْ لَمْ يَغْنَوْا فِيهَا أَلَا إِنَّ ثَمُودَ كَفَرُوا رَبَّهُمْ أَلَا بُعْدًا لِثَمُودَ (68) وَلَقَدْ جَاءَتْ رُسُلُنَا إِبْرَاهِيمَ بِالْبُشْرَى قَالُوا سَلَامًا قَالَ سَلَامٌ فَمَا لَبِثَ أَنْ جَاءَ بِعِجْلٍ حَنِيذٍ (69) فَلَمَّا رَأَى أَيْدِيَهُمْ لَا تَصِلُ إِلَيْهِ نَكِرَهُمْ وَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خِيفَةً قَالُوا لَا تَخَفْ إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَى قَوْمِ لُوطٍ (70) وَامْرَأَتُهُ قَائِمَةٌ فَضَحِكَتْ فَبَشَّرْنَاهَا بِإِسْحَاقَ وَمِنْ وَرَاءِ إِسْحَاقَ يَعْقُوبَ (71) قَالَتْ يَاوَيْلَتَا أَأَلِدُ وَأَنَا عَجُوزٌ وَهَذَا بَعْلِي شَيْخًا إِنَّ هَذَا لَشَيْءٌ عَجِيبٌ (72) قَالُوا أَتَعْجَبِينَ مِنْ أَمْرِ اللَّهِ رَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ عَلَيْكُمْ أَهْلَ الْبَيْتِ إِنَّهُ حَمِيدٌ مَجِيدٌ (73)

 

***

 

فَلَمَّا ذَهَبَ عَنْ إِبْرَاهِيمَ الرَّوْعُ وَجَاءَتْهُ الْبُشْرَى يُجَادِلُنَا فِي قَوْمِ لُوطٍ (74) إِنَّ إِبْرَاهِيمَ لَحَلِيمٌ أَوَّاهٌ مُنِيبٌ (75) يَاإِبْرَاهِيمُ أَعْرِضْ عَنْ هَذَا إِنَّهُ قَدْ جَاءَ أَمْرُ رَبِّكَ وَإِنَّهُمْ آتِيهِمْ عَذَابٌ غَيْرُ مَرْدُودٍ (76) وَلَمَّا جَاءَتْ رُسُلُنَا لُوطًا سِيءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعًا وَقَالَ هَذَا يَوْمٌ عَصِيبٌ (77) وَجَاءَهُ قَوْمُهُ يُهْرَعُونَ إِلَيْهِ وَمِنْ قَبْلُ كَانُوا يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ قَالَ يَاقَوْمِ هَؤُلَاءِ بَنَاتِي هُنَّ أَطْهَرُ لَكُمْ فَاتَّقُوا اللَّهَ وَلَا تُخْزُونِ فِي ضَيْفِي أَلَيْسَ مِنْكُمْ رَجُلٌ رَشِيدٌ (78)

 

***

 

فَلَمَّا ذَهَبَ عَنْ إِبْرَاهِيمَ الرَّوْعُ وَجَاءَتْهُ الْبُشْرَى يُجَادِلُنَا فِي قَوْمِ لُوطٍ (74)

FaLamMAv ÜaHaBa GaN EiBRAvHIyMa elRaVGu CAvEaTHu eLBuŞRAy YuCAvDiLuNAv FIy QaVMı LuvOin

“İbrahim’den rav’ gidince ve ona müjde gelince Lut kavmi hakkında bizimde müdadele ediyordu.”



Sam Adian
19.10.2015
18:00

Sayın Karagülle

 

Kişisel görüşlerinize saygımız vardır. Bunları mümkünse eleştiririz ama hiç kimseye ne yapması gerektiğini söylemeyiz.

Bizim sitenizde yazı yazmamız veya görüşlerimizi beyan etmemiz, tamamen bir “nas” a dayalı olarak elde edilmesi muhtemel sonuçların ortaya konulması ve mümkünse işe yarar sonuçların üretilmesi esasına dayanır. Kimsenin “inancı” bizi ilgilendirmediği gibi, asla buna saygısızlık etmeyiz.

Ancak burada ciddi bir sorun vardır; Bir ayeti veya metinden herhangi bir ifadeyi veya bir kavramı tartışırken, siz veya herhangi biri çıkıp “bizim inancımız böyledir, siz tahrif ediyorsunuz” diyemez. Dememelidir. İctihad ettiğinizi söylüyorsunuz ama kavramları tanımlamıyorsunuz. Dorudan bu islamiyettir diyerek sonuca gidiyorsunuz. Bu sizing tercihinizdir ama kimseye bunu dayatamazsınız. Bir kimse veya biz, sizin yöntemlerinizden veya görüşlerinizden farklı bir yöntemle metni anlamaya çalışıyor ise veya isek, buradan hareketle, nasıl olur da “islamiyeti yıkmaya çalıştığımız” gibi bir sonuca ulaşabilirsiniz?

Öncelikle şunu net olarak belirtelim :

  1. Biz kuran denilen metindeki ifadeleri tartışırız. Oradan ne anlıyorsak ona göre hareket ederiz ve fikrimizi söyleriz. Hiç bir zaman “bizim söylediğimiz kur’an dır” iddiasında bulunmayız. Bizim görüşümüzdür, dileyen Kabul eder dileyen etmez.
  2. Geleneğin “ilmi” çerçeveye sıkıştırarak getirdiği yorum sınırlamalarını asla Kabul etmeyiz. Şiddetle eleştiririz. Çünkü böyle bir sınırlandırma şekil ve yöntem bakımından “ILMI OLAMAZ”. Bir şeyin ilmi olabilmesi için, her şeyden once metodolojisinin olması gerekir ki, bu da araştırmacının kendi tercihi veya kurgusuna bağlıdır. Araştırmacı size metodunu söyler ve siz de o metoda göre sonuçları analiz edersiniz. Hiç kimseye “yok sen şu metoda göre ancak yorum yapabilirsin” gibi bir dayatmada bulunulamaz, bu asla ILMI OLMAZ. Böyle bir ilim şekli yok yeryüzünde.
  3. Biz geleneğin uygulamalarını eleştirirken veya kurandan çıkarımlar yaparken, kimsenin “inancını” dikkate alarak yapmayız. Geçmişin uygulamları veya kuralları işe yaramıyor ise, işlevsiz ise, uygulanamaz ise, daha da önemlisi, bu kurallar Kuran’a uygun değil ise, biz bunu eleştiririz. Ama bu bir başkasnın “inancını eleştirmek” değildir. Böyle davranmak sadece çocukça bir alınganlıktan başka bir şey olmaz. Bunun ilimle ilgili bir yanı da yoktur.

Bizim kimseyle bir tartışmamız yoktur. Hiç bir bilimsel metodolojiye uymayan, “ILIM” kavramının gerektirdiği en basit değerlendirme yöntemlerini dahi gözardı eden ve sadece bir başkasını itham etmek yoluyla kazanım elde etmeye çalışan bir anlayış ile bizim tartışabileceğimiz hiç bir şey yoktur. Sizi böylesine ilkel davranışları normal Kabul edebilirsiniz. Hatta bunu ILMI de Kabul edebilirsiniz. Bu sizin tercihiniz olur ama bize bunun önemsiz olduğunu söyleyemezsiniz. Her söylediğimiz cümlenin sonunda hiç bir kural tanımaksızın ve daha da kötüsü etik dışı birtakım yöntemlerle ithamlarda bulunmak sadece müslümanların bir alışkanlığıdır. Bunun için üzgünüm. Ancak biz kitapla ilgilenmeye başladığımız ilk andan bu yana binlerce insanla muhatap olduk. Bunların pek çoğu “akademik” kariyer sahibi, konularında uzman sayılan kimseler. Hemen hepsi, birtakım çelişkileri kendilerine gösterdiğimiz zaman aynı yönteme başvuruyorlar.

Politik veya stratejik çıkarlar gereği bir başkasını itham etmek bir yöntem olabilir. Diplomaside, uluslalarası ilişkilerde ticari ilişkilerde sıkça rastlanan bir durumdur. Ancak siz bir ilimadamısınız. Sizin ithamlarınızın “mesnetsiz, dayanaksız” olmaması gerekir. Bizi birtakım şeylerle itham etmekle neyi amaçladığınızı bilmiyoruz. Ama ithhamlarınıza cevap vermenin “bilimsel etik” gereği olduğunu düşünüyoruz. Hakkımızda ileri sürdüğünüz varsayımların her bir cümlesini ayrı ayrı ve detaylı olarak cevaplandıracağız.

Ancak ne olursa olsun, iddialarınızı cevaplandırmak gerekmektedir. Çünkü bizi olmadığımız bir şekilde lanse etmeniz ve sürekli aynı ithamları bize yöneltmeniz doğrusu anlaşılır şey değildir. Okuyanların bakış açısını düzeltmek ve iddialarınızın bizim görüşlerimizi veya anlayışımızı yansıtmadığını gösterme zorunluluğu vardır. Gerek bilimsel metodoloji ve gerekse bilimsel etik açısından gereklidir. Bu nedenle bu bir yazma telaşı değil, cevap hakkımızı kullanmadır.  Devam eden yorumlar bizim gerçek görüşlerimizi özetleyen, kısaca ortaya koyan bilgiler içerecektir. Sizin iddialarınıza karşılık olarak.

Sam Adian
19.10.2015
18:08

USUL MESELESI

Diyorsunuz ki “Sam Adian dört delille sabit olan İslâmiyet’i kabul etmemekte ve Kur’an’ın manalarını temelinden tahrif etmektedir”

Buradan kastınız herhalde, kitap (kur’an), sünnet (hadis), icma (????) ve Kıyas olmalı. İddianıza göre, bizim bunları Kabul etmediğimiz ve bu nedenle de tahrif etmeye çalıştığımız varsayımında bulunuyorsunuz. Kavramların bizdeki karşılıklarını size söyleyelim ve bundan böyle, bizi bu çerçevede değerlendirme fırsatı doğmuş olsun.

KİTAP : Kur’an bir metindir ve evrensel bir kaynaktan indirgendiği ihtimali yüksektir. Bizim yaptığımız çalışmalarda şu ana kadar, metinde iddia edilen ve bizim anlayabildiğimiz hiç bir konuda, bilimsel bilgiyle veya fiziksel evrende olup biten hiç bir şey ile çelişkili bir durum tespit etmedik. Bu da metnin önemli ve değerli olduğunu gösterir. Bu noktadan hareketle biz metni herhangi bir “bilimsel metin” gibi okuruz ve oradan işe yarar sonuçlar üretiriz. Bizim işimiz, insanların neye ve nasıl inanacaklarını bulmak veya söylemek değildir. Bu insanların kendi tercihleridir. Biz sadece kitaptaki bilgileri bilimsel bir gözle inceler ve sonuçlarına bakarız. Bu bağlamda, kitabı Kabul etmediğimiz gibi bir iddia, sadece itham olmakla kalmaz, aynı zamanda size müfteri yapar.

Çünkü, Metnin “bu metin kesin doğrudur, siz de buna iman edin, yoksa okuyamazsınız” gibi bir kural koymaz. Tam aksine, iddiaların kanıtlanması gerektiği, bunun bilimsel yöntemlerle yapılacağı, ancak kanıtlanabilen bilgiler elde edildiği zaman işe yarayacağını ısrarla söyler.

Yani bizim “iman” etmemiz gerekmez. Çünkü “IMAN” etmek, sizing anladığınız gibi, Tanrının varlığına birliğine inanmak, ondan sonra kitabı konuşturmak değildir. IMAN etmek, EMİN olmaktır. Bir teoriyi, bir varsayımı, bir bilimsel süreci tamamlamak ve kesin sonuçlara ulaşmak demektir.

SÜNNET :  Bu konuda sizinle tartışmış idik ve büyük oranda da anlaştığımızı zannediyor idik. Ancak belli ki öyle değilmiş.

Bize göre, “Sünnet” olarak Kabul edilen rivayetlerin değerli ve geçerli olabilmesi için, iddia, kural veya önerilerinin orjinal metinde karşılığının olması gerekir. Hiç bir delile dayanmayan, test edilmesi mümkün olmayan iddialar veya rivayetlerin hiç bir değeri yoktur. Velev ki tümüyle doğru olsalar bile. Bunlar ancak, bilimsel bir süreçte varsayım olarak Kabul edilebilir ve deneysel sonuççlarına göre bir karara varılabilir. Bir şeyin hadis olması, veya “sünnet”te yer alıyor olması, o şeyin “Delil” olmasını gerektirmez. Bir referans değildir.

Eğer, hadis rivayetleri veya “Sünnet” uygulamalarının kur’an da karşılığı varsa, o zaman hiç bir itirazımız yoktur. Bir uygulama çalışması olarak değerlendiririz ve dikkate alırız. Ancak kuran da karşılığı olan bir şeyin aslı varken, sırf “sünnet”tir diye referans olarak almayız. Aslı elimizdedir ve ona bakarız.

Bunun dışında, saçma sapan rivayetlerin veya uygulamaların sünnette yer almasını her şeyden once mesajı iletene hakaret sayarız. Peygamberin böylesine anlamsız veya çelişkili uygulamalarda bulunduğunu Kabul etmek, herhalde eşyanın tabiatına aykırıdır. Kimse böyle bir dayatmada bulunamaz.

ICMA : Bütün tartışmaların odağına yerleşen bir kavram. Icma delildir ve ayet hükmündedir. Veya sahabenin icması ayet gibidir.. Bu ciddi bir çelişki ve tutarsız iddiadır. Çünkü :

Basit bir bakış açısı ile, Tarihsel anlatımlardan biliyoruz ki, sahabe dediğiniz kimseler, hiç bir zaman aynı görüşü paylaşmamışlardır. Bütün uygulamalarda peygamber de dahil olmak üzere itirazlar olmuş, ancak yine geleneğin rivayetlerinden anlaşıldığı kadarıyla bir mesele “vahiy” ile öneriliyor ise, sessiz kalmışlardır. Elbette bunun kesinliğini bilmiyoruz, sadece rivayetlere göre bu bilgilere sahibiz.

Buna göre, “Sahabe İcması” olduğu söylenen herhangi bir uygulama mümkün değildir. Birbirleri ile anlaşamayan veya aynı görüşü paylaşmayan kimselerin bir araya gelip kesin bir görüşbirliğine varmış olamları herhalde imkansızdır. Bu iddianın veya dayatmanın tutarlı bir yanı yoktur. ANcak bu kavramı iki temel düzlemde değerlendirmek gerekir:

  • Eğer iddianız, beşeri uygulamalar üzerindeki görüşbirliğine yönelik ise, örneğin trafik kuralları gibi, buna hiç bir itirazımız yoktur. Ama bu bir delil veya kanıt değildir. Toplumsal mutabakat olan bir şey, toplumların kendi uygulamaları için bağlayıcı olur. Dünyanın her yerinde bu tür kurallar vardır ve işlemektedir.
  • Eğer iddianız, kuran dediğiniz metnin önerileri üzerinde bir görüşbirliği ise, bu Kabul edilemez. Bir bilginin doğruluğunu veya yanlışlığını test etmeden, sadece varsayımsal düzlemde “doğrudur” veya “yanlıştır” gibi bir sonuca varmak veya buradan bir kural çıkarmaya kalkmak imkansızdır. Bu bağlamda, eğer sahabe dediğiniz kimseler kur’an I anlamış iseler, o zaman bizim oradan elde ettiğimiz bilimsel verileri çıkarıp göstermeniz gerekir. Nerede bunlar? Daha da önemlisi, bu konuda “sümme inne aleyna beyanehu” cümlesini ve geçmişin uygulamalarının bir referans olamayacağını söyleyen ve eleştiren (maide 104, bakara 170) ifadeleri metinden çıkarmanız gerekir. Bunu yapabilirseniz, o zaman size uyarız.

Bunu yapamıyorsanız, yani metindeki ifadeleri ortadan kaldıramıyorsanız, “icma” diye dayattığınız şeyin hiç bir değeri ve anlamı olmaz. Iman etmeyi referans alan kimseler, buradaki derin çelişkiyi görmek zorunda değiller. Ama bizim için tutarlılık önemlidir.

Ulema icması ise ayrı bir meseledir ve zaten herhangi bir konuda tam bir görüşbirliği de vaki olmamıştır. Mutlaka aralarında fikir ayrılıkları olmuş ve “icma” olmasını gerektirebilecek şartlar asla sağlanamamıştır. Buna rağmen “icma” dayatmasında bulunmanız tutarlı ve anlamlı değildir. Eğer bir icma’dan söz edecekseniz, “icma” etmeniz gereken kimseler biziz. Bizimle icma edersiniz ve bu bizim yaşadığınız dünyada belki işe yarayabilir. Geçmişin derinliklerinde kalan, zaten yaşamayan ve uygulama alanı da olmayan birtakım icmalardan söz etmek ve bunları referans Kabul etmek herhalde mantıklı ve pozitif bir yaklaşım da değildir. Siz istediğiniz gibi davranabilirsiniz. Ama biz böyle yapmayız.

KIYAS : Yine iddianızdan, “Kıyas”I reddettiğimiz gibi bir sonuç çıkmaktadır. Bu sizin iddianızdır ama bizimle hiç bir ilgisi yoktur. Her şeyden once, insane aklı, “ayna nöronlar” denilen hücrelerin basit bir kıyaslama yöntemi ile çalıştığını bilecek kadar okumuşluğumuz vardır. Bunu bilmiyor olsak bile, Kur’an denilen metnin, olayları ve nesneleri birbirleri ile kıyas yoluyla ilişkilendirdiğini görebilecek kadar bilgi sahibiyiz.

Ancak, bu konuda da anlaşmamızın mümkün olmadığını düşündüğümüz bazı ayrıntılar vardır. Kıyas yoluyla “ibadet” ihdas edilemez. Yasaklar genişletilemez. Sınırlandırmalar esnetilemez. Bunlar kıyasın çerçevesi içerisinde olmayan şeylerdir. Güneşin doğuşundaki güzelliğe kıyasla bir kimsenin çirkin olmasını suç sayamazsınız. Kıyas ancak, bilimsel süreçlerde, olaylar ve nesneler arasındaki olası ilişkilerin tesbit edilmesi içindir. Böylece benzer olayların benzer olası sonuçlarına yönelik birtakım varsayımlar geliştirebilir ve buna göre deneysel süreçlerinizi planlayabilirsiniz. Bilimsel bir metodolojinin gerekliliklerinden birisidir. Ama, varlık vardır, o halde Allah da vardır gibi bir iddia sadece bir idda olur. Bu kıyas değildir. Allah’ın varlığına inanmak başka bir şeydir, varlığını iddia etmek başka bir şeydir. Eğer iddia ediyorsanız kanıtlamak zorunda olursunuz. İnanıyorsanız bu sizin tercihinizdir kimse karışmaz.

Yani biz “Kıyas” dediğiniz şeyi reddeden kimseler değiliz. Fiziksel varlığımızın temel niteliklerinden birisini reddetmek herhalde varlığın gerçekliğini reddetmek anlamına gelir. Bu bizim işimiz değil. Biz sadece “kıyas” kavramını, tam da olması gereken düzlemde, yani bilimsel metodolojinin bir partası olarak değerlendirir ve bu çerçevede kullanırız. Allah zinayı yasaklamıştır, o halde cinsellik de yasaktır gibi subjektif bir kıyaslama yöntemi yoktur.

Bu bağlamda, sizin “islamiyet” dediğiniz şey “kuran” değildir.  Bizden geleneğin uygulamalarını ve anlayışını Kabul etmemizi istiyorsunuz. Bunu Kabul etmek zorunda değiliz. Eğer referans olan şey Kuran ise, onu okur ve ne anlıyorsak ona göre hareket ederiz. Bunu da bilimsel bir yöntemle yaparız. Şimdi, siz bize nasıl islamiyeti Kabul etmediğimiz gibi bir ithamda bulunabilirsiniz? Bu bir kimseye neden kapitalizmi Kabul etmediğini sormak gibi bir şeydir. Kimse capitalist olmak zorunda değil, ama kimse sosyalist olmak zorunda da değil. Bir metni veya kuranı okumak ve anlamak için sizin “islamiyet” dediğiniz ama gerçekte geleneğin ürettiği “şeriat”I neden Kabul etmek zorunda olmalıyız? Şeriatı üreten sizsiniz. Sizin atalarınız. Neden siz yeni bir şeriat ortaya koymuyorsunuz? Madem Kitap elinizde ve madem onu anlayabiliyorsunuz, o zaman bugün işe yarayacak formüller üretin. Niçin başkalarına şeriatı Kabul et ondan sonra kitabı oku gibi, basit, tutarsız ve hatta ilmi olmayan bir dayatmada bulunuyorsunuz? Böyle bir şeye siz karar veremezsiniz ve zaten hakkınız da yoktur. Hanefi olduğunuz iddiasında iseniz, -ki yazınızdan öyle anlaşılıyor- o halde geleneği reddetmeniz gerekir. Hanefi usulunde böyle dayatmalar yok. Siz nereden uyduruyorsunuz. Ebu Hanife’yi “namazsız bir din icad etmeye çalışmakla” suçlayıp kellesini alan Emevi dininin usulune göre mi bize bu dayatmalarda bulunuyorsunuz? Evei kadar biz yeni bir din icad edebiliriz, hiç merak etmeyin. Daha iyisini de yaparız siz beğenmeseniz bile. Üstelik Hanefi’nin ortaya koyduğu “istihsan”I nereye götürüyorsunuz? Siz yapınca oluyor biz yapınca niçin itiraz ediyorsunuz?

Sam Adian
19.10.2015
18:20

MANA VE TAHRIF MESELESI

Yine iddianıza göre “Kur’an’ın manalarını temelinden tahrif etmektedir.” Buna göre biz kitabı tahrif etmeye çalışıyor olmalıyız. İddianız böyle.

Bunu neye dayanarak söylüyorsunuz?

Daha önceki tartışmalarımızda ve yazılarınızdan anlayabildiğimiz kadarıyla “ISTILAH” denilen şeye dayanarak bizi tahrifle suçluyorsunuz. Veya suçlamak istiyorsunuz. Biz de size meydan okuyoruz, buyrun, neredeyi tahrif ettiğimizi gösterin, kanıtlayın, size uyalım. Yok eğer kanıtlayamazsanız siz bize uyacak mısınız? Niçin tutarsız iddialar gündeme getirerek, başkalarını itham ediyorsunuz?

Biz kitabı tahrif etmiyoruz. Kim bizi böyle bir iddia ile suçlamaya çalışıyorsa aynaya bakması gerekir. Çünkü bizim metodolojimiz bellidir:

  1. Bir kelimenin, bir kavramın ne anlama geldiğini öncelikle kitabın o kavrama getirmiş olduğu tanıma göre değerlendiririz.
  2. Metnin kavrama dair herhangi bir tanımı yoksa, o zaman kelimenin orjinal manasını bulmaya çalışırız. Bu mana yeryüzündeki herhangi bir dilde, herhangi bir uygulamada olabilir.
  3. Grameri bahane ederek, bir kelimeye tutarsız manalar vermeyiz. Hatta grameri çoğu zaman dinlemeyiz. Gramer sadece, mevcut bir anlamın, hangi formda nasıl evrileceğini anlamamıza yardımcı olan bir yöntemdir. Bir kelimenin manasını tesbit eden şey değildir. Böyle bir usul de yoktur.
  4. Bir kelimenin manasını bulamıyorsak, olası uygulamalarda o kelimenin kullanıldığı olay, veya ifadedenin olası sonuçlarına göre bir değerlendirmede bulunuruz.
  5. Bir kelimenin bir tek anlamı vardır. Tutarlı sonuçlar üretilebilmesi için ancak tek bir anlamın bütün versiyonlara uygulanması ile mümkün olabilir. Anlamın kayması veya deyim haline gelebilmesi için ancak illet olması gerekir. Eğer bir illet varsa, bir deyim haline dönüşmüş ise, onu o şekilde değerlendiririz. Ama bir illet yokken, bir yerde A dediğimiz şeye, bir başka yerde B demeyiz. Böyle bir uygulamayı da kabul etmeyiz.
  6. Biz kelimelere mana vermekten ziyade, kavramları tanımlarız. Metinden anladığımız veya çıkardığımız resme göre o kavramın ne ifade ettiğini söyleriz. Bu kelimenin manası değil bir tanımdır. Bizin anladığımız şeydir. Kimse katılmak zorunda değil, ama kimse böyle yaptığımız için bizi suçlama veya itham etme hakkına da sahip değildir.
  7. Biz asla "kelimenin manası şudur, ALlah bunu demek ister" gibi subjektif ve dayanağı olmayan, kanıtlanması mümkün olmayan bir iddiada bulunmayız. Siz bunu yapabilirsiniz. Ama biz böyle davranmak zorunda değiliz. 
  8. Bir kavramı veya kelimeyi tanımlarken veya anlamaya çalışırken, tek bir cümleden, tek bir ifadeden o kavrama anlam yüklemeyiz. Mutlaka kitabın başka bir yerinde başka şekillerde de tanımlanmış olması gerektiğini biliriz ve buna göre hareket ederiz. 

Bunlar, kelime ve kavramları anlamak için kullandığımız temel yöntemlerdir. Ancak biz asla “kelimenin manası şudur” gibi bir iddiada bulunmayız. Mealcilik hastalığını temelden reddeden kimseleriz. Biz sadece cümlenin, olayın, hikayenin ne anlattığını anlamaya çalışır ve bize verdiği resme göre bir sonuç üretiriz. Bunun için kelimelerin manalarını tahrif etmeye gerek yoktur. Çünkü bizim derdimiz, metne inançlarımızı söyletmek değil, metnin bize ne söylediğini anlamaya çalışıp oradan işe yarar sonuçlar elde etmektir. Ancak burada ifade etmeliyiz ki, böyle bir yöntem izliyor oluşumuz, başka hiç bir şeyi dikkate almadığımız, incelemediğimiz veya okumadığımız anlamına gelmez. Başka verileri, kaynakları da inceleriz, ama onlar bizim referanslarımız değildir. Dolayısıyla onlardan söz ederek boşa zaman kaybetmenin de gereği yoktur.Referans kabul etmediğimiz bir şeyi kaynak göstermek gibi bir şey de yapmamız beklenemez. Sözlükler de buna dahildir. Biz kelimelerin anlamlarını elbette sözlüklerden buluyoruz. Ancak, bir kelimenin birbiri ile çelişkili, taban tabana zıt anlamlarını bir dile yakıştıramadığımız gibi, kitabın da böyle bir yaklaşım içinde olmasını kabul etmeyiz.Bir kelimenin bir anlamı vardır ve her yerde o geçerlidir. 

Size hatırlatmak isteriz : “e ve lev kâne âbâuhum lâ ya’lemûne şey’en ve lâ yehtedûn” ve diğerleri…. Siz geleneğin usul diye ortaya koyduğu şeyleri kesin ve değişmez doğrular olarak Kabul edebilirsiniz. Ama söyler misiniz, bunların doğruluğunu test ettiniz mi?  Eğer test ettiyseniz, bilimsel süreçlerini bizimle de paylaşır mısınız? Hangi bilimsel yöntemle bunları değerlendirdiniz ve hangi pozitif sonuçlara ulaştınız da bize bir dayatmada bulunuyorsunuz?

Sözün sahibi, kuran da “bize vahyettiğini” söylüyor. Bize, doğrudan kitabı okuyan kimseye. Gidin, geçmiştekilerin söylediklerine yaptıklarına bakın demiyor. Size vahyediyoruz diyor. Doğrudan size. Bununla da yetinmiyor, bütün kavramları kendisi açıklıyor. Her ne kadar bizim mana konusundaki yöntemimiz geniş bir perspektif ortaya koysa da, henüz kitabın tanımlamadığı bir kavrama rastlayamadık. Basit bir mantık süzgecinden geçirdiğimiz zaman, bütün kavramları hangi anlamda kullandığını bize zaten söylüyor. Biz  bunları bugünkü bilgimizle değerlendirir ve sonuçlar çıkarırız. Bunun için ne kelimeleri tahrif etmeye, ne de geçmişin ortaya koyduğu ıstılaha ihtiyacımız yoktur. Eğer bir ıstılah olacaksa, bu ancak metnin kendi ıstılahı olabilir. “yed” kelimesini “güç” olarak tanımlaması gibi. Bundan başka bir yöntem veya kitabın dışında bir anlamlandırma şekli bizim açımızdan geçerli değildir. Bunu siz yapıyorsunuz, istediğinizi kitaba söyletebiliyorsunuz. Biz böyle yapmıyoruz. Siz de bizim gibi davranmak zorunda değilsiniz ama biz de sizin yöntemlerinize uymak zorunda değiliz.

Eğer gerçekten ilmi bir tartışma istiyorsanız, varsayımlarınızı test etmek istiyorsanız, farklı bir bakış açısı ile nasıl göründüğünü anlamakv e olası hatalarınızı izale etmek istiyorsanız yapılması gereken şey dayatma değildir. Yine bilimsel bir yöntem olan “kurallara göre” tartışmak gerekir. Siz kendi usulunuz ile ne anlıyorsanız onu ortaya koyarsınız, biz de kendi usulumüzle anladıklarımızı ortaya koyarız. Sonuçlarının pozitif olup olmadığına göre değerlendirilir ve doğru olup olmadığı anlaşılabilir. Ama siz “benim usulume göre anlamıyorsan sen islamiyeti reddediyorsun” modundasınız. İslam dediğiniz şeyin sizing anladığınız şey olduğunu nereden biliyorsunuz? Kim söyledi size? Kur’an ın bunu söylemediği ortada.

Almanya’da size göre “gavur-kafir” bir üniversitedeki akademisyenler, geleneğin ortaya koyduğu “müslüman” tanımı çerçevesinde, dünyadaki toplulukların müslümanlık sıralamasını yaptılar. Bu sıralamayı incelemeniz sizin tutarlılığınızı sorgulamanız açısından yararlı olabilir. Bilimsel bir çalışmadır ve sonuçları itibariyle de son derece ilginçtir.

Şimdi, bize hangi manayı tahrif ettiğimizi gösterin. Hangi kelimenin manası ile oynayarak bir sonuç ürettiğimizi kanıtlayın. Ithamlarınızda ortaya koyduğunuz başlıklara vereceğimiz cevaplar size ışık tutabilir. Buyrun, bizi tahrif ile suçluyorsanız, kanıtlayın. Nerede neyi tahrif ettik?

İddialarınız devamında sanki bizi suçluyormuş gibi ifadeler kullanıyor ve diyorsunuz ki “Salât namaz değildir”, buna göre biz namazı reddeden kimseler oluyoruz. Olsun sakıncası yok.

Sizinle bu konuyu tartışmıştık. Siz de bize “namaz bir disiplindir” demiştiniz. Salat olmadığını Kabul ettiğinizi beyan etmiştiniz. Şu halde bizi neyle suçluyorsunuz? Siz namaz dediğiniz şeyi bir disiplin olarak uygulayabilirsiniz, başkaları da başka şeyi bir disiplin olarak uygulayabilir. Yani sizing uygulamanız kesin kural mıdır ki herkesin buna uymasını bekliyor veya zorunlu tutuyorsunuz?

Doğrudur, SLT namaz değildir. Dünyanın her yerinde, sizing Namaz dediğiniz uygulamanın var olduğunu, islamiyet dediğiniz şeyden çok önceleri de zaten uygulandığını size nasıl gösterelim? Gidin hindulara bakın, gidin mecusilere bakın, gidin yahudilere, hıristiyanlara bakın. Sizin namazınızın aynısını onlar da yapıyorlar.

Şimdi siz, buna dayanarak Salat namazdır iddiasında mısınız? O halde söyler misiniz, eğer bu uygulama doğru ve istenilen şey ise, neden kitap size SLT öneriyor? Zaten bilinen ve herkesin yaptığı bir şeyi yeniden tanımlamaya niçin ihtiaç olsun?.

Söyler misiniz, niçin SLT sadece “mü’min” olanlar için öneriliyor da “müslim” olanlar buna dahil edilmiyor?

Söyler misiniz, neden SLT kendi filiyle değil de başka bir fiille “ikame” ile uygulama öneriliyor?

Söyler misiniz “Mü’min” kimdir? Her canı isteyenin “ben mü’min oldum” demesiyle “mü’min” olunuyor mu? Eğer olunuyor ise, örneğin Hucurat 14. Ayet niçin böylesi iddiaları eleştiriyor? Bunların bir anlamı ve değeri yok mu?

Söyler misiniz, kitap size, otururken, yatarken, yürürken ve hatta at sırtında iken bile SLT edebileceğinizi söylerken niçin bunları dikkate almıyorsunuz? Ne için söylemiş oluyor? Yoksa kitap boş, anlamsız önerilerde mi bulunuyor?

Daha pek çok soru sorabiliriz, pek çok çelişki ortaya koyabiliriz. Ama bunları yapmamızın nedeni, sizi inançlarınızdan vazgeçirmek değil. Biz nasıl anlıyorsak öyle beyanda bulunuruz. Hepsi budur, siz isterseniz üzerinde düşünür ve araştırırsınız, isterseniz dikkate almaz Kabul etmezsiniz. Bu sizing bileceğiniz bir şeydir. Ama siz öyle inanıyorsunuz diye, inandığınız şeylerin kuran olduğu veya islamiyet olduğu iddiasında bulunamazsınız. Siz öyle inanabilirsiniz, buna kimse karışmaz. Ama bu iandığınız şeylerin kur’an olduğu iddiası, eleştirilir ve tutarsızlıklar ortaya konur. Bu da bilimsel bir yöntemle yapılır. Bizim yaptığımız da budur.

Bize göre SLT namaz değildir. Bu konuda çok haklısınız. Çünkü SLT gerek uygulama niteliği ve gerekse kitabın “kurumsal” bir yaklaşım ile ele alışı ve belli bir kesimi ilgilendiren –ki bu kesim mü’min olanlar, yani bilimadamları, bilgi sahibi olan ve bu bilgiyi kullanabilen kimseler- bir şey olduğuna göre, ve yine kitabın tanımlamaları sebebiyle bunun periyodik bir iletişim olduğu açıkça ortada iken, sırf siz istiyorsunuz veya beğenmiyorsunuz diye, kitabın ortaya koyudğu verileri gözardı edemeyiz.

Siz namaz kılmaya devam edebilirsiniz, bu bağlamda kimseyi eleştirmeyiz. Kimseye niçin namaz kıldığını sormayız. Çünkü bu bizi ilgilendiren bir şey değildir. Ama “bu namaz SLT tır” dediğiniz zaman orada tartışırız. Şimdi olduğu gibi. Buyrun, Namaz’ın SLT olduğunu kanıtlayın, kitaptan bize kesin kanıtlar getirin size uyalım. Ama lütfen bunu kavramları tahrif ederek yapmayın, buna izin vermeyiz. Pozitif olmayan te’vili Kabul etmeyiz. Buna göre, bilimsel metodoloji içerisinde bize kitaptan kesin kanıtlar getirebiliyorsanız buyrun, size tabi oluruz.

Bu açıdan söylememiz gerekir, bizim kitabı anlama metodumuz, kitabın kendi metodolojisidir. Yani sizin bildiğiniz "tümdengelim-tümevarım" yöntemidir büyük oranda. İtirazlarınızı veya eleştirilerinizi bu çerçevede yapmanız çok daha yararlı ve bilimsel olur.

Sam Adian
19.10.2015
18:23

ZEKAT KONUSU

Aynı şekide “Zekat” kavramının “vergi” olmadığını söylememizi sanki bir suçmuş gibi ifade ediyorsunuz. Bu konuda bize yazdıklarınızı burada açıklayalım mı yoksa siz mi itiraf edersiniz? Ulema’nın “Zekat-Sadaka” kavramını bizim gibi anlamaya çalıştığını ama başarıllı olamadığını siz mi söylersiniz biz mi kanıtlayalım?

Evet, zekat “vergi” değildir. Zekat bir toplumun iktisadi sistemidir. Devletten bağımsızdır. Zekat tasarruflarla başlayan ve üretim araçlarının mülkiyetinden doğan marjinal faydanın bölüşülmesi süreçlerini içeren makro ekonomik sistemdir. Planlı, tutarlı ve etkin bir sistemin adıdır.

Vergi arıyorsanız SADAKA kavramına bakmanız yeter. Bu devletin aldığı vergidir ve zekat ile hiç bir ilişkisi yoktur. Üretimden verilen vergidir. Ne sermaye vergisi ihdas edebilirsiniz, ne başka bir vergi koabilirsiniz. Vergi sadece üretimden alınabilen bir şeydir. Siz istediğiniz kadar te’vil edin, tahrif edin, bir işinize yaramaz. İstediğiniz kadar bize itiraz edin. Biz bunları dinleriz. Sizi dinlediğimiz gibi. Doğru şeyler söylediğiniz zaman hatamızı düzeltiriz, bunu yaptık, yapmaya da devam ederiz.

Biz bunları bilimsel çerçevede oturup tartışalım, bilimsel bir tartışma olsun ve herkes yararlansın, biz yanlış yapmış isek bunu farkeder ve düzeltiriz, başkaları yanlış yapıyorlar ise veya bizim çalışmamız, çıkarımlarımız işe yarar şeyler ise, o zaman herkes bundan yararlanmış olur. Dedik. Ancak siz sadece bizi itham ettiniz ve böyle davranmaya devam ediyorsunuz. Israrla sitede yazın, biz size hakaret ederiz ama bunu görmeyin diyorsunuz. Böyle bir bilimsel yöntem yoktur. Böyle bir tartışma şekli de yoktur.

Merak edenler, kitabı google’dan indirebilirler veya sizde zaten bir kopyası var paylaşabilirsiniz ve zekat ile sadaka’nın neden birbiri ile karıştırılamayacağını, neden bunun kuran açısından mümkün olmadığını okuyabilir herkes. Bizimle tartışmaktan kaçındığınıza göre, kaybedecek birşeyleriniz olmalı.

Biz bütün ithamlarınıza, eleştirilerinize, suçlamalarınıza rağmen, bütün gavurluğumuza rağmen, islamcıların bugüne kadar başaramadığı şeyi yaptık ve bir “iktisat teorisi” ortaya koyduk. Var mı sizing bir iktisat teoriniz? Var mi tarihte bir iktisadi sistem anlayışı? Var mı geleneğin içinde “islam iktisadı” denilebilecek bir anlayış veya uygulama bütünlüğü? Bir sistem?

Yoksa, o zaman söylediklerinizin bir değeri de  yoktur. Kusura bakmayınız.

Siz bize zekatın “bütün fıkıhçıların üzerinde ittifak ettiği vergidir” Sadaka ise “zekatın masraflarıdır” e dolayısıyla iyilik de “ihsan”dır. O halde ekonomiye de ihtiyacınız yoktur. Fıkıhçılarınız ne zamandan beri kur’an I kafalarına göre yönetir oldular? Tanrı onların emrinde mi yoksa?

Açıkçası elinizde bütün bu iddialara cevap sayılabilecek ve itiraz etmemiz mümkün olmayan bir kitap varken, nasıl oluyor da yine de aynı ithamlara devam edebiliyorsunuz anlamakta güçlük çekiyoruz.

Sam Adian
19.10.2015
18:25

ORUÇ MESELESİ

Yine bizi suçlayarak “orucu aç kalmak” olmadığını söylememizi sanki bir problemmiş gibi ortaya koyuyorsunuz. Bu konuda da tartışmış idik ve neden orucun aç kalmak olamayacağını, neden bunun çelişkilere neden olduğunu açık açık söylemiş ve ortaya koşmuş idik. Belli ik bunları ya okumamışsınız, yahut anlamak istemiyorsunuz.

Evet haklısınız, oruç aç kalmak değildir. Hem de kesinlikle değildir. Eğer orucun aç kalmak olduğu iddiasında olanlar varsa, sizing gibi, bize bunu kanıtlayın. Mesela meryemin nasıl yiyip içerek sawm edebileceğini bize izah edin. Veya neden bir kimsenin ölümüne sebep olanın aç kalarak nasıl bir beladan kurtulabileceğini bize gösterin. Gösterin size tabi olalım.

Ama bize, bir yahudi geleneğini, Kuran diye dayatamazsınız. İsrailoğullarının geçmişinden gelen bir uygulamayı ne tevratın, ne incilin ne de kuran ın önerisi olduğunu Kabul ettiremezsiniz. Kitap size öncekilerin de yaptığı bir uygulamayı örnek veriyor. Neden yahudilerden başkasına bakmıyorsunuz? Yeryüzünde başka topluluklar, başka medeniyetler yok mu? Niçin yahudi geleneğini bize islam diye pazarlama gereği duyuyorsunuz? Bu size ne kazandırıyor?

Kavram karmaşası olmaması için, “Yahudi” kelimesinden kastımız, “israiloğulları”nın geleneksel inanışlarıdır. Bunun tevratla veya kutsal metinlerle alakası yok. Onlar geleneklerini size din diye yutturdular, siz de şimdi onların geleneklerini, onların size sattığı şeyleri müslümanlara pazarlıyorsunuz. Kusura bakmayın ama lütfen kitaba uyun. Yahudi gelenekleri size kurtarmaz.

Bu konuda da size yazılı olarak cevap vermiştik. Orada bize söylediğiniz şeyleri burada açıklamamız gerekir mi yoksa siz söyler misiniz?

Sizin iddianıza göre Kur’an “namaz ve orucu” tariff etmemiş. Yani bir bakıma eksik. Ama bu size bir yere götürmez, çünkü kitap önermediği bir şeyi niçin tariff etmekle uğraşsın? Bunun bir mantığı olabilir mi? Kur’an, zaten Kabul etmediği, dolaylı olarak eleştirdiği ve aslında ne yapmanız gerektiğini söylerken, niçin sizing namazınızı ve orucunuzu tariff etmeye çalışsın? Bu nasıl bir mantık anlayışıdır?


Sam Adian
19.10.2015
18:29

CINSELLIK VE ZINA MESELESI

Yine bizi suçlayarak “kapalı cinsel ilişki zina değildir” demişiz gibi bir iddia ortaya koyuyorsunuz. Bzim böyle bir iddiamız hiç olmadı. Bu sizing yorumunuzdur. Ama biz “Zina”yı tariff ettik. Cinselliği de tariff ettik. Beğenmek veya Kabul etmek zorunda değilsiniz. Ama biz de sizing inançlarınızı beğenmek veya Kabul etmek zorunda değiliz.

İddianızın doğrusu şudur:

  1. Cinsellik meşru insane hakkıdır, bakara suresinde açıklıkla ifade edilir ve kitabın hiç bir yerinde yasaklanmaz. Eğer cinselliğin yasak olduğu iddianız varsa, bir özgürlüğün hangi koşullarda ve kimin iradesine göre serbest olacağını kanıtlamanız gerekir. Kitapta böyle bir sınırlama yoktur.
  2. Nihak meselesinin “hukuki” bir konu olduğu ve zaten geleneğin de bu şekilde değerlendirdiği, ancak kavramı genişleterek ve hukuki gereklilikten doğan sözleşme ihtiyacını cinselliğin koşulu haline getirildiği anlaşılmaktadır. Yine ayetlerde nikah konusunun, ancak kamunun taraf olması halinde gerekli olan sözleşmenin tescil işlemi olduğunu anlamak zor değil. Dolayısıyla nikah cinselliğin şartı değil, buna fırsat bulamamış, yetersiz veya herhangi bir eksikliği olan kimselerin kamu aracılığı ile bu ihhtiyaçlarını gidermek istemeleri halinde gerekli olan bir şeydir. Bu da doğaldır çünkü kamu, sorumluluk alır ve herhangi bir anlaşmazlık halinde mahkeme bu sözleşmeye göre karar vermek durumundadır.
  3. Cinsellik için öngörülmüş olan istisnaların dışında, temel kural olarak ifade edilebilecek şey, tarafların karşılıklı rızalaşmalarıdır. Burada bir ücret de söz konusudur ama ücretin ne olacağı açık uçludur. Yani tarafların Kabul edebileceği herhangi bir şey ücrettir. Bir hediye olabilir, bir yemek olabilir veya başka bir şey. Burada herhangi bir sınırlama yoktur ve açıkça “ve la cunahe” demektedir. Bu açık ifade varken, siz cinselliğe herhangi bir sınırlama getiremezsiniz.
  4. Ahlaki veya sosyolojik açıdan, her toplumun kendine özgü bir anlayışı vardır. Bir toplumsal mutabakat varsa ve ikili ilişkiler belli ahlaki kurallara bağlanmış ise, bu toplulukların problemidir, kitabın problem değil. Yeryüzünde, her yerde buna benzer şeyler görmeniz mümkündür. Kimi toplumlar çıplak gezmeyi normal sayar, kimi toplumlar bunu ahlaksızlık olarak Kabul eder. Siz bir şeyi ahlaksızlık olarak Kabul ediyorsunuz diye, kitabın da bunu onaylaması gerekmez. Kitap, sadece temel ilkeleri ortaya koyar ve özgürlükleri tesbit eder.
  5. Zina, yine ayetlerin açıkça ortaya koyduğu gibi, “sözleşme ihlali”nden kaynaklanan bir suçtur. Zina’nın oluşabilmesi için, taraflardan “nisa” olanın sözleşmesinin olması gerekir. Erkek olan tarafın sözleşmesi olup olmadığına bakılmaksızın, nisa olanın sözleşmesi varsa bu zinadır. Cezası da tanımlanmıştır. 

Bunların dışıda hangi hallerde suçun tespit edileceği, hangi hallerde iftira sayılacağı, gibi son derece detaylı hukuksal tanımlamalar da yapılmıştır. Bunlara rağmen, siz cinsel ilişkileri tümüyle zina Kabul ediyorsanız bu sizin bileceğiniz bir iştir. Ama “Kur’an böyle diyor” diyemezsiniz. Kendi inançlarınıza dayanarak başkalarını ahlaksızlıkla suçlayamazsınız.

Hukuk açısından, suçlar bireyseldir ve cezalar suça göredir. Genelleştirilemezler. Bunun kıyası yoktur. Zina cezası vardır o halde biz canımızın istediği kimseye şöyle bir ceza verebiliriz gibi bir yaklaşım kabul edilemez. Zina kavramının hangi koşullarda suç sayıldığı, hangi koşullarda sayılmadığı, hangi koşullarda ne tür yaptırım uygulanacağı bir hukuk metninde olması gerektiği gibi kuran da açık açık yazılıdır.

Bir iddianız varsa buyrun hukuki altyapısını ortaya koyun. Kitabı tahrif etmenize gerek yok, basitçe ayetleri okumanız bile hukuksal zemininin ne olduğunu anlamak için yeterli olur. Biz “inanmayan” kimseler olabiliriz ama kitabı tahrif etmeyiz. Yahudi geleneklerini de din saymayız.

Şimdi, zina kavramı ve bu kavrama getirilen tanım ve yaptırımların nereden geldiğini siz mi açıklarsınız yoksa biz mi söyleyelim? Sizin geleneğinizde, fıkhçılarınızın yorumlarında bol miktarda vardır bunlar. Niçin yahudi geleneğini Kur’an dan üstün tutuyorsunuz? Bizi suçlayacağınıza, “din” dediğiniz şeyden pagan geleneklerini temizleyin. Böylece elinizde gerçek bir din olsun. Kadını pislik Kabul eden Kur’an değil, yahudilerdir. Cinselliği de suç sayan onlardır kuran değil. Niçin başkalarının inançlarını kuran’a mal ediyorsunuz? Bu size ne kazandırıyor?

Aynı şekilde “Fuhuş evlilerin cinsi ilişkisi değildir.” Diyerek bizi suçluyorsunuz. Öyle midir? Öyle ise ize kanıtlayın, kuran nerede böyle bir şey söylüyor? Hangi ifadesinde “evlilerin cinsel ilişkisi fuhuştur” diyor? Elbette FHŞ kavramı çok başka bir şeydir ve çok geniş bir kavramdır. Cinsel eylemler yoluyla FHŞ ortaya çıkması, onu cinsellikle ilgili bir suç haline getrimez. Otomobil binmek için yapılmıştır ama onunla bir kimseyi de öldürebilirsiniz. Otombille bir kimseyi öldürdünüz diye otomobil silah olmaz. Böyle bir saçmalık olabilir mi?

Sam Adian
19.10.2015
18:32

KURAN VE METIN MESELESI

İddialarınızın içinde en vahim olanı “Kur’an Allah’ın sözü değildir, bir metindir.” Cümlesi ile yaptığınız ithamdır. Bunu kesinlikle kanıtlamak zorundasınız., çünkü biz hiç bir yerde “Kuran allah’ın sözü değildir” cümlesini içeren bir ifade kullanmadık. Böyle bir yaklaşımımız da yoktur. İftira etmek size yakışmıyor.

Ama iddianızın doğrusunu da söyleyebiliriz:

  1. Kur’an, evrensel kaynaktan beslendiği iddiasında olan bir metindir. Sahibini tanımıyoruz ve bize kendisini anlatmıyor. Dolayısıyla kimin sözü olduğunu söyleme yetkisine sahip değiliz.
  2. Eğer sözün sahibi, “bu benim sözümdür” demiyorsa, siz hangi hakla kime ait olduğunu söyleme yetkisine sahip oluyorsunuz?
  3. Biz kur’an I herhangi bir bilimsel metin gibi okuruz. “Bu Tanrı sözüdür” varsayımından hareket etmeyiz. Eğer “Tanrı sözü” ise, o zaman sonuçları bize bunu gösterir. Ama işin başında bir önkabul ile metni okumak, o metni anlamamak demektir. Siz metnin ne demek istediğini anlamak istemeyebilirsiniz, ama biz onu anlamak derdindeyiz.
  4. Bir bilimsel çalışmada, bütün varsayımlar eşit derecede olası Kabul edilmedikçe, o bilimsel çalışmanın doğru sonuçlar vermesi mümkün değildir. Eğer biz kitabı okurken, “Allah vardır ve kitap da onun sözüdür” varsayımının yanına “Allah olmayabilir, kitap da başka bir kaynaktan bize ulaşmış olabilir” ihtimalini koyamıyorsak, o zaman niçin kitapla zaman harcayalım? Yeryüzünde bol miktarda pagan inanışları var bir yenisine ihtiyaç yok.

Bizim söylediğimiz şey, bir bilimsel çalışmanın doğal bir parçasıdır. Siz kend iinançlarınıza göre okuyun, doğru şeyler çıkarabiliyorsanız, pozitif ve uygulanabilir şeyler ortaya koyabiliyorsanız biz yine size uyarız. Ama bize, “yok sen böyle okumuyorsan” diye başlayan cümleler kuramazsınız.

Bize söyler misiniz, “bu kitap Allah’ın sözüdür, buna inanmayan kitabı okuyamaz” gibi bir kural veya anlayış nerede var? Kitabın hangi ifaıdesinde böyle bir şey var. Hangi cümlesinde böyle bir sınırlama getiriyor? Varsayalım ki biz ateist, agnostic veya başka bir şeyiz. Hatta dinsiziz. Tanrıyı reddeden kimseleriz. Tamam da, bu kimin sorunu? Kitabın böyle bir sınırlaması yok. Siz hangi hakla, hangi yetkiyle böyle bir dayatma ve sınırlama ortaya koyabiliyornsunuz?

Hadi diyelim ki kitap sadece müslümanlar için. Kafirler, müşrikler, münafıklar, kısaca gavurlar onu okuyamaz. O halde söyler misiniz, sizing evrensel doğrularınızı onlar nasıl öğreneek? Size inanarak mı? Onlar size inanmış olsalardı zaten kafir demezdiniz herhalde öyle değil mi?

Öte yandan bu konuda bir itirazını eleştiriniz varsa, "Bu elinizdeki kitap kuran'dır" diyen bir ifade mi var ortalıkta? Yoksa kitaptaki ifadeler başka bir şeyi mi anlatıyor? 

Sam Adian
19.10.2015
18:34

AJANLIK MESELESI

Diyorsunuz ki: “Kendisi öyle inandırılmış olabilir. Bizim icmalarımıza uyduğu için bizce kesin olan hususları çürütmeye ve yıkmaya çalışmış olması nedeniyle internet sitemizde ilk bakışta yer verilmez. Ama öyle değil; ne kadar yanlış olursa olsun, ne kadar kötü niyetli olursa olsun, mademki sözdür, onu söyleteceğiz, kulak vereceğiz. Biz de cevabımızı vereceğiz. Bizde onun görüşlerine uyan olsa da icmamız bozulmaz. Ama eğer hepimiz haklı bulursak o zaman yeni icmaya uyarız. Karşı taraf iyi niyetli ise gerçekleri görür, kötü niyetli ise helâk olup gider, bizim ona bir şey yapmamız gerekmez.”

İlk once bu ajanlık meselesini son kez ve kesin olarak açıklayalım:

Biz kimsenin emrinde değiliz. Kimseyi mutlu etmek gibi bir amacımız da yok. İddianız tutarsız ve önyargılı bir iddiadır. Çünkü, bizi sermayenin sözcülüğünü yapmakla suçlayabilmeniz için, iktisat teorisini yok etmeniz gerek. Biz, ne söylüyorsak yazdık ve yayınladık. Buna rağmen “yok siz sermayenin sözcülüğünü yapıyorsunuz” gibi bir iddiada bulunmaya devam ediyorsanız, doğrusu bu size sorgulamayı gerektirir. Metodumuz bellidir ve varsayımlarımız, teorilerimiz de açıktır. Dileyen kritik edebilir eleştirebilir. Ancak böyle subjektif ithamlarda bulunmak ne bilimsel etik açısından doğru Kabul edilebilir ne de sizin yüce ahlaki değerleriniz ile örtüşür. Bu ithamınızı gözden geçirmeniz, sadece size yarar sağlar. Siz öyle söylüyorsunuz diye biz kimsenin ermine girmek zorunda değiliz.

Hem kötü niyetli olduğumuzu nereden anladınız? Dünyayı değiştirmek, bunun için çalışmak kötü bir niyet ise evet biz kötü niyetli kimseleriz. Mevcut problemlerin ortadan kaldırılma olasılıklarını ortaya koymak ve bunların uygulanmasına çaba sarfetmek size göre kötü niyetli bir yaklaşım ise, haklısınız biz çok kötü kimseleriz.

Kaldı ki, siz bize lütufta bulunmuyorsunuz. Bizim size ihtiyacımız yok. Ama sizin bize ihtiyacınız var. Bu kadar açık olan bir şeyi göremiyor musunuz?

Ancak parafrafta çok daha vahim bir iddia var icma konusu ile ilgili. Ulemanızdan birileri bizim görüşlerimizi benimserse icmanın bozulmayacağını söylüyorsunuz. Doğrusu hayret verici bir iddia bu. Hangi icmanın bozulmayacağını bilemiyoruz ama üzerinde görüş birliği olmayan bir iddianın “icma” olduğunu veya olabileceğini ilk kez sizden duymuş oluyoruz.

Söyler misiniz “Gerçek nedir?”. Sizin inançlarınız mı, yoksa yeryüzünde ve kainatta olup bitenler mi? Hangisi gerçek? Hangi gerçeği görmemiz gerekiyor? Sizin gerçek dediğiniz şey eğer kuran ise, biz onu okuyoruz ve ondan yararlanıyoruz. Açıkçası kuranı kullanıyoruz. Siz beğenseniz de beğenmeseniz de. Çünkü kitabı her kim gönderdi veya inzal etti ise, biz kullanalım ve ondan yararlanalım diye bunu yaptı. Süs bitkisi gibi besleyelim diye değil.

Diğer iddialarınıza bizim söyleyebileceğimiz bir şey yok. Madem “hakemlik” sistemini uygulama olgunluğuna ulaşmış değilsiniz, neden başkalarına dayatıyorsunuz? Madem uygulama gücünüz yok, neden ısrarla başkalarına öneriyorsunuz? Önce siz kendi kurallarınıza uyun, uygulayın ki başkaları da size bakarak belki yararlı bir şeyler bulur ve uygular. Ama anlaşılan o ki, siz hakemlik sistemini sadece bir slogan olarak kullanıyorsunuz. Boş bir iddia.

Size ne yapacağınızı söyleyemeyiz. Biz sizin usulunuze uyduk ve hakemlik sistemini test etmek istedik. Siz nasıl anlarsanız öyle anlayabilirsiniz. Bizim açımızdan bu bir testtir. Sizin tutarlılığınızı ölçen bir şey. Ama anlaşılan o ki, siz kendi kurallarınıza uymak istemiyorsunuz veya onları esnetme gayretindesiniz. Hakemlik sisteminin kararlarının uygulanamayacağını söylemekle, sistemin boş bir çaba olduğunu söylemek arasında bir fark yoktur. Madem kararlar uygulanabilir değil, o zaman hakeme ne ihtiyaç var?

Bilimsel bir tartışma istiyorsanız, bunun altyapısını oluşturursuunuz. Kimse sizden hakaret dinlemek zornuda değil. Bilimsel etik ve tutarlılık içinde her şey tartışılabilir. Siz bizimle tartıştınız, söyler misiniz nerede size tepki gösterdik? Eleştirilerinize cevap verdik,bazılarını Kabul ettik teşekkür ettik. Demek ki, sorun metotla ilgili değil, dolayısıyla sizing ithamlarınız veya önerilerinizin de ilmi bir dayanağı yok. Herşeyden once sizin kendi uygulamalarınızın sonuçsuz kalacağını söylemeniz size tutarsız yapmaya yeter.

Ama bilimsel bir platform oluşturursanız, orada herkes tartışabilir ve ilim ortaya çıkar. Bizim filmlerle işimiz yok. Yerel siyaset kavgalarınız sizi ilgilendirir. İdeolojik görüşleriniz sizi bağlar. Bunlar bizim mecramız veya ilgilendiğimiz şeyler değil.

Kur’an tartışmak istiyorsanız bunu yaparız, ama bunun için uygun bir platform oluşturmalısınız. Fakat, hem bizi Kabul edip hem de hakaret edemezsiniz. Tartışma eşit şarrtlarda olur. Biz sizin gibi inananlardan değiliz, o halde aramızdaki ilişki, birbirimizi ancak kurallaara göre anlayabiliriz. Kurallara göre davranarak birbirimizi anlamamız mümkün olur. Ama sizin böyle bir altyapınız yok. Ortak kuralları benimsemediğiniz gibi, yargılama sisteminizi de atıl bırakma gayretindesiniz. Ne yapalım, bunlar size tanımlayan şeyler. Herkes kendi iddiası ve sözü ile bağlıdır. Nasıl bizim iddialarımızı veya görüşlerimizi çarpıtmanıza izin vermiyor, size bu çerçevede şiddetle eleştiriyor isek, siz de kendi görüşlerinizin tutarlılığını savunma hakkına sahipsiniz. Kanıtlayabildiğiniz sürece mesele yok demektir. Biz kanıtlara itibar ederiz, pozitif, tutarlı ve bilimsel oldukları sürece.


Sam Adian
19.10.2015
18:47

Sonuç olarak

Bizi neyle itham ederseniz edin. Bu bize bir zarar vermez. Tam aksine sizin bilimsel tutarlılığınızı etkiler. Ama sizin bileceğiniz bir iştir.

Bizim söylediklerimiz, iddialarımız ortadadır. Metodumuz da ortadadır. Okumayan veya metodumuzu anlamayanlara metodumuzu anlatmak zorunda değiliz. Bir kere söyleriz herkes buna göre değerlendirmesini yapar. Biz sizi kendi metodunuza göre değerlendiriyoruz. Bizim metot anlayışımıza göre sizi değerlendirmemiz, söylediklerinizi ölçmemiz mümkün değildir. Elbette bunları eleştirebiliriz ama sizi ancak sizin benimsediğiniz metoda göre değerlendirebiliriz. Sizin de bizi bu şekilde değerlendirmeniz gerekir. Sizin metodunuza veya usullerinize uymuyor diye, kendi usullerinizi bize dayatamazsınız. Böyle bir yetkiniz ve hakkınız yok.

Bizim söylediklerimiz veya iddialarımız "kuran ın söyledikleri" değilhdir. Bizim söylediklerimiz, sadece kitaptan bizim anladığımız şeylerdir. Siz başka türlü anlaayabilirsiniz. Tutarlı ve işe yarar oldukları sürece itirazımız olmaz. Ama biz "islamiyet budur" iddiasında değiliz, olamayız. Kimse bize böyle bir yetki tanımıyor. Herşeyden önce kuran kendisi böyle bir tanımlama yapmıyor ve bize de böyle bir yetki vermiyor.

Usul hakkında çok yazdık. Size bunların neden kabul edilemez olduğunu delilleri ile ortaya koyduk. Sitenizde kayıtlı olması gerekir. merak edenler bulup okuyabilirler. Ama siz yine de, yok sahabe icması, ulema icması diyorsanız bu sizin bileceğiniz iştir. Ama bizi "vay siz icmayı kabul etmiyorsunuz" gibi bir yaklaşımla suçlayamazsınız. Neyi kabul edip etmediğimiz bellidir. Açıkça da söylüyoruz. Bize söyleyeceğiniz bir şey varsa, eleştireceğiniz bir nokta varsa, beyanlarımıza göre bunu yapınız. İnançlarınıza göre değil. Çünkü inançlarınız bizi bağlamaz.

Sizi yıkmaya çalışmamızdan şikayet ediyorsunuz. Doğrusu bu konuda haklı olabilirsiniz. Çünkü siz kendi kurallarınıza uymuyorsunuz. Bize hakemlik sistemini dayattınız. Israrla önümüze koydunuz. Biz de dedik ki evet bu sizin usulunüzdur, ihtilaf bu mecrada olduğuna göre usulde size uyarız. 

Ama sonuçlarını da tahmin ederek bunu yaptık. Şimdi sizin sözlerinizden anlaşılıyor ki, bu uygulama, yani hakemlik sistemi öyle iddia ettiğiniz gibi tutarlı bir şey de değil. İçi boş bir iddia. Şimdi biz bunu söylüyoruz diye bize kızanlar çok olacaktır. Ama bizim için geçerli olan fiyatlandırma şekli, bir ürünün üretiminde harcanan emek miktarı kadardır. Siz hakemlik sistemi için bir emek harcamamışsınız, bir slogan olarak ortaya koymuşsunuz ki uygulamada tutarsızlıklar ortaya çıkabiliyor. Hatta uygulamaktan kaçınmak istediğinizi de anlayabiliriz ki böyle anlamak istemiyoruz.

Size daha önce de söylemiştik, şimdi de söyleyelim, bizim anlaşabileceğimiz tek ortak mecra, kuran dır. Bunu da bilimsel bir metodoloji içerisinde yapabiliriz. Ne zaman bunu yapabilecek olgunluğa ulaşırsınız, ne zaman böyle bir altyapı oluşturur ve tartışma zemini yaratırsınız, o zaman sizinle tartışmaktan zevk duyarız. Ama lütfen bizi subjektif inanışlarla değil, ilmi metodoloji ile eleştirin ve itham edin. Bir makalenizde ilmi metodolojinin ne olduğunu söylüyorsunuz. Ama görünen o ki, söylediğinize siz kendiniz itibar etmiyorsunuz. Sizi nasıl değerlendirelim bu durumda?

Saygılar

Sam





Süleyman Karagülle
15.11.2015
22:07

1-  Siz kendiniz için ne söylerseniz osunuzdur. Biz sizin ne olduğunuzu bilemeyiz.  Biz sadece sizin söylediğinizin yanlış olduğunu; yaptığınızın hatalı olduğunu söyler, geçeriz. Sizi biz cezalandırmıyoruz.

2- Bize göre şu hatayı yapıyorsunuz. Kuran 1400 yıl önce, Mekke ve Medine’de Muhammed tarafından arkadaşlarına duyurulmuş ve uygulanmıştır. Namazı kılın demiş, Muhammed kılmış ve kıldırmışlardır. Zekatı verin demiş, onlar vermiş, o da almış ve Kurana göre dağıtmıştır. Sonra gelen üç asırda bu Kuranın ve uygulamalarının ilmi tespiti yapılmıştır. Bize, o hali ile intikal etmiştir. Sizin Kuran’ı bunları anlamadan, dinlemeden ona mana vermenizdir. Peki, ama Kuranı onlar söyledi onlar uyguladı. Sizin başkasının kitaba onların verdiği manadan başka verme hakkınız nereden doğuyor? Bu hakkı biz size tanıyoruz ve diyoruz ki; bu O zaman Muhammed’e indi, onlar da anladılar ve uyguladılar. Onlar için o doğru idi. Şimdi ise, Kuranı Allah bugünkü insanlara indirdi, o halde biz de şimdi anlar ve bizim anladığımızı uygularız.  Sizin buradaki hatanız, onların anladıkları yanlıştı demenizdir. Onlar için o zaman onların anladıkları doğru idi, şimdi bugün de bizim anlayışımız doğrudur diyebiliriz. Biz bugün zekâtı böyle anlıyoruz, böyle uygulayacağız, diyebilirsiniz ama onlarınki veya sizinki yanlıştır demek makul değildir. Bu iddiada ısrar ediliyorsa kötü niyet var demektir. Hiçbir akıl sizin iddianızı doğru kabul edemez. 1400 sene yanlış anlaşıldı, bizzat ortaya koyan anlamadı, biz anladık demek;  ilme şöyle dursun, akla aykırıdır. Sadece sermayenin deli saçmalarıdır.

 

3- Siz Akevlerle diğer İslami ekolleri karıştırıyorsunuz. Biz ne olduğumuzu defalarca yazdık. Ama okumuyorsunuz.

    a) Biz Kuranı Allah sözü olarak kabul ediyoruz. Ne var ki, babalarımız kabul ettiği için değil; müspet ilmin metotları ile Kuranın Allah sözü olduğunu kabule diyoruz. Baştan kabul etmeden başladık. Ne inkar ettik, ne kabul ettik. İlmin sonucu ne olursa odur. İlim Allah kitabı derse, Allah kitabıdır diyeceğiz, değil derse değil diyeceğiz. Bu hususta sizden ayrılığımız yoktur.

    b) İnanmak ayrı şeydir, bilmek ayrı şeydir. Şeytan Allah’ı bizden iyi biliyordu ama inanmamıştı.  Biz İslamiyet’i, müspet ilimlerle tespit edilenlere inanmak şeklinde tanımlıyoruz. Hak din budur. Her müspet ilmi bilen ona inanmış olmaz. Sizden inanmanızı istemiyoruz, onu tartışmıyoruz. O yaşam tarzıdır. O husus ilim adamlarının değil, din adamlarının işidir.  Biz sermayenin ilim dediğine ilim demiyoruz. İlim de birinci kural; sebepsiz sonuç olmamasıdır. Masamızda dün çiçek yoktu. Bugün çiçek varsa mutlaka birisi koymuştur. Koyanı araştırmak ilimdir. 3 milyar yıl önce canlı yoktu, şimdi vardır. Bunu var eden birileri vardır, diyoruz. Bu kıyas değil, ilmin temel kuralının incelemesidir. Siz bunu da red ediyorsunuz. Çünkü sermaye öyle söyledi. Yoksa hiçbir akıl böyle bir şey yapamaz.

  c) Sünneti biz tasnif ediyoruz. Mütevatir olarak gelmiş olanlar var, meşhur olarak gelenler var, vahit olarak gelenler var. Mütevatir; rivayet şekli ile ve makul olması nedeniyle ilmen kesin olarak söylediği kabul edilen hadislerdir.   İkinci grup hadisler ise fıkıhçıların hadisleridir. Üçüncü grup ise farklı rivayetlerle gelenlerdir. Bizim sünnet dediğimiz, birinci ve ikinci sınıf hadislerdir. Bu hadislerden de hepsini kabul etmiyoruz. Sadece Kuranla ilgili olanları kabul ediyoruz. Namazı Peygamber nasıl kıldırdı ise biz de öyle kılarız. Essalat, marifedir. Demek ki, gelişi güzel bir salat değildir. Onu da peygamber tarif etmiştir. Zekat da böyledir. Cuma günü marifedir, toplanma günüdür ama belli toplanma günüdür. Bu da haftada cumartesiden önceki gündür.  Biz bunları kabul etmezsek Kuranın ne olduğunu nasıl bileceğiz?

  d) İcmayı da siz yanlış anlıyorsunuz. İcma demek, ihtilaf edilmeyen hususlardır, demektir. Mesela, Kuran indirilen kitabın adıdır. Bunda ihtilaf yoktur. Arz dediğimiz zaman, yerdir. Bunda ihtilaf yok ki.

Bu icmalardan da sadece sahabelerin icmalarına bağlıyız.  Hatta sahabelerin Kuranı anlamadaki icmalarına bağlıyız. Kuran dışı icmaları o zamanki sorunlarla ilgili olduğu için, bizi bağlamaz. Siz itirazlar yapıyorsunuz. İşinize gelmeyenleri duymuyorsunuz, durmadan aynı yanlışları tekrar ediyorsunuz. Tek cümle üzerinde tartışıyoruz.  İcma; bir toplulukta, o topluluğun ilgilileri tarafından birbirinin etkisi altında kalmadan, aynı sonuçlara varılan hususlardır. İcmadan önce, herkes kendi içtihadı ile hareket ettiği halde, icmadan sonra artık kimse o hususta kendi içtihadı ile hareket edemez.  En sağlam icma, sahabelerin Kuran üzerinde, kavlen veya fiilen birleşmeleridir. Bunların birleştiklerine de bugünkü icmayı kabul edenlerin icma etmeleri gerekir. Bunun üzerinde tartışırız.

Kıyas delildir ama esas delil değildir. Kıyasta icma olursa o kesin delil olur. Sadece o asrı bağlar. O topluluğu bağlar. Kıyası kabul ettiğinizi söylüyorsunuz. Akli kıyası kabul ediyorsunuz. Şer’i kıyas, benzerlerde benzer hükümler bulmaktır. Akli kıyas ise tüme varmadır, tümden gelmedir.  Biz kavli olarak  Kuranı kendi diliyle atalarımızdan öğreniyoruz. Bu bakımdan onları okumadan, anlamadan ahkam kesmiyoruz. Burada klasik Müslümanlarla  farkınız yoktur. Yorumları ve içtihatları biz yapıyoruz. Biz onların furu dedikleri beyanlarını o zaman için doğru kabul ediyoruz. Bugün için ise tamamen bugünkü ihtiyaçlara ve ilimlere göre yeniden anlıyoruz. Bu hususta da sizinle beraberiz. Siz bizim 1400 senelik anlayışımızı delilsiz ispatsız red ediyorsunuz biz darılmıyoruz da; biz size yaptığınız yanlıştır, bu sermayenin İslamiyeti tahrip araçlarıdır dediğimiz de, müfteri diyorsunuz. Oturun ve düşünün, bizim söylediklerimiz yanlış mı, değil mi? Zinayı meşru gören bir savunma, sermayenin aile müessesesini yıkıp, yerine tüm insanları kendine ırgat yapma çabasına katkıdan başka hiçbir şeyle izah edilemez.

4- Sayın Sam Adian, dördüncü yorum da doğru cümle bile bulmak mümkün olamıyor. Ali İmran 191 de Allah’ı ayakta, yürürken zikrederler diyor. Salat toplanmadır. Salat kişilerin evlerinde namaz kılmasıdır. Ama “salatı ikame” demek, topluluğun bir defa namazı ikame etmesidir. Bunu size defalarca cevap verdim. Siz hala size ezberletilenleri tekrar ediyorsunuz, bana cevap vermiyorsunuz. Essalat marifedir. Müfrettir. Enmer ise cemaattır. Kuran böyle dediği halde Peygamber  de böyle anladı. Sahabeler böyle uyguladı. 1400 senedir böyle anlaşıldı.  Salatta, yani toplantıda zikir vardır ama zikirde salat yoktur.  Size defalarca benimle tartışacaksan bir kelime tartış, dedim. Salat kelimesini tartışalım. Salatı ikame etme deyimini tartışalım. Siz ise on yorum yazıyorsunuz, her yorumda yüz kelimeyi tartışıyorsunuz, laf kalabalığı içinde kendini haklı çıkarmaya çalışıyorsun. Ben size önem verdiğim için bu yaptıklarına cevap vermeyeyim diyorum ama çalışmanızı takdir ettiğim için yine cevap vermeden duramıyorum.

5-  Fıkıhçılar senden bin sene önce şunu söylemişlerdir. İman, Allahın birliğini ve yeniden dirilmenin hak olduğunu kalp ile tasdik ve dil ile ikrardır. Kuran ve diğer kitaplar Allahın kitabıdır.  Bu imanı öğretmektedir. Peygamber ve Kuran, iman ile islamın aynı olmadığını söylüyorsa da Ebu Hanife birdir diyor. Biz Ebu Hanife’nin dediğini kabul etmiyoruz. Yine kelamcılar diyorlar ki, bir kimsenin içini bilemeyiz. Onun müslim olduğunu,  cemaata katılıp namaz kılması ile biliriz, zekat vermesi ile biliriz. Onun için salatı ve zekatı imandan saydılar.  Namaz ve zekat kendileri ibadet değildir. Namaz ve zekat birer eğitim müessesesidir. Salat bizim nasıl yaşayacağımızı düzenler. Zekat da bizim nasıl çalışacağımızı düzenler.  Siz yeni bir şey söylemiyorsunuz. Zekatı mevduat kabul edip, sermayeye kaynak hazırlıyorsunuz. Bunu dediğimizde de, bize iftira ediyorsunuz diyorsunuz.    Zekat halka  verilen kredi karşılığı olarak faiz yerine işletemeden alınan paydır. Başka bir vergi de İslamiyette yoktur. Size zekat nedir diye sorduğumuzda, bu değildir diye cevap veriyorsunuz. Mevduattır diyorsunuz. Hayır diyorsunuz. İştiraktır diyorsunuz. Tek şirket kabul ediyorsunuz mu, anlatamıyorsunuz. Bunu nasıl yapacaksınız diye sorduğumuzda, biz daha çözmedik diyorsunuz. Bu ekonominin konusu değildir diyorsunuz.  Bize çalışın diyorsunuz. Biz yarım asırdır çalıştık, 25.000 sayfalık kitaplar yazdık. Bize sorulan hiçbir soru Akevlerde cevapsız kalmamaktadır.

6- Kuran Hong Kong’da nazil olmadı. Çince değildir. 1400 sene önce nazil oldu ve Arapçadır. Hong Kongda yorumlayabilirsiniz.   Essıyam Marifedir.  Herhangi siyam değildir. Onun da sabahtan akşama kadar açlık olduğunu Kuran belirttiği gibi, bunun manası üzerinde de icma vardır.  Kuran’a yanlış diyebilirsiniz. Ama Kuran olmayanı Kurandır diye iddia etmek, sahtekarlıktır, iftiranın ta kendisidir. Siz bana müfterisin diyorsunuz. Ben demiyorum.  Orucu nekire yapıp, başka oruçla karıştırma, icma ile sabit olan manasını Kurandan değiştirmek iftiradır. Siz sahtekar değilsinizdir ama böyle bir iddia sahtekarlıktır.

 7- Zina bir kelimedir. Kureyşlilerin 1400 sene önce verdikleri manası ile evlilik dışı ilişkidir. Fuhuş da bir kelimedir. Kureyşlilerin o gün verdikleri manası ile evlilerin ilişkisidir. Bu manalar o gün tespit edilmişlerdir. Halkın konuşmalarında tespit edilmiştir. Cahiliyye şiirleri ile tespit edilmiştir. Bizzat Kuranın cümlelerdeki yerleri ile tespit edilmiştir. Bu hususta icma varsa biz onu değiştiremeyiz. Ondan sonra içtihatlarımızla uygulamada sorunları çözeriz.  Zina özel hukuk değildir. Özel hukukta ceza yoktur. Hatta kamu hukuku olduğu halde, katilde olduğu gibi, özel hukukla karışıyorsa afv vardır, diyet vardır. Zinanın kamu hukukuna ait olduğu, dört şahitli ceza ve affedilmez ceza olmasından dolayı sabittir.  Sermayenin aile müessesesini yıkmak ve erkekleri ve kadınları kedisine ırgat yapmak için özel hukuk şekline sokması, kendi görüşüdür. İsteyen kabul eder, isteyen kabul etmez. Ama Kuranın icma ile sabit olan ve tereddütsüz kamu hukuku olan zinayı, özel hukuk olarak yorumlamak, iftiradır ve sahtekârlıktır. Siz de onların sözcülüğünü yapıyorsunuz.

8- Bir kitabı okumaya başladığınız zaman, baştan onun doğru şeyler söylediğini kabul etmek ne kadar yanlışsa; onun yanlış olduğunu kabul etmek de o kadar yanlıştır.  Önce söyleyenin veya yazanın ne kastettiğini anlamamız gerekir. Bunun için de ancak kendi diliyle okumanız gerekir. Sonra kelimelere kedisinin verdiği manaları vermeniz gerekir. Onun dilini ve verdiği manaları tahrif etmenin doğru olmadığını, buna hakkınız olmadığınızı söylemiştim.  Anlamak istemediniz. Bu sahtekârlıktır, iftiradır diyor, sizi uyarıyorum. Önce onu dediklerini anladıktan sonra,  size göre doğru olanlara doğru, yanlış olanlara da yanlış dersiniz. Bu sizin hakkınızdır.  Biz Kuranı böyle okuduk.  Önce Kuranın Allah’ın sözü olduğunu kesin olarak ispat ettik.  Baştan olabilir dedik, ama sonra öyledir’e vardık. Siz şimdi, olabilir içindesiniz. Buna yalnız saygımız var demiyoruz.  Bu çalışmalarınızı takdir ediyoruz.  Düştüğünüz hata, onu doğru anlama yerine, onu kendi hayallerinize uydurmaya çalışmadır. Bizim ispat etmediğimiz tek cümlemiz yoktur.  Kuran diyor ki, sizin aklınıza göre yanlış olana yanlış demeyin, sadece bu bugün anlaşılmıyor deyin geçin, onunla amel etmeye kalkışmayın.  Çünkü Allahın sözünde yanlış olamaz.  Ama uygulama bakımından bizim için yanlış muamelesini görür.

9- AJANLIK MESELESI Bunu paragraf paragraf cevaplandıracağım.

-Diyorsunuz ki: “Kendisi öyle inandırılmış olabilir. Bizim icmalarımıza uyduğu için, bizce kesin olan hususları çürütmeye ve yıkmaya çalışmış olması nedeniyle internet sitemizde ilk bakışta yer verilmez. Ama öyle değil; ne kadar yanlış olursa olsun, ne kadar kötü niyetli olursa olsun, mademki sözdür, onu söyleteceğiz, kulak vereceğiz. Biz de cevabımızı vereceğiz. Bizde onun görüşlerine uyan olsa da icmamız bozulmaz. Ama eğer hepimiz haklı bulursak o zaman yeni icmaya uyarız. Karşı taraf iyi niyetli ise gerçekleri görür, kötü niyetli ise helâk olup gider, bizim ona bir şey yapmamız gerekmez.”

- Bu kurallar hakkında bir şey söylemiyorsunuz. Biz size ajan demiyoruz. Yaptığınız iş, onların ajanlarının yaptığı iştir.Biz sizi değil, yapılanı eleştiriyoruz.  Siz ise  hep bizi eleştiriyorsunuz.

 

-İlk önce bu ajanlık meselesini son kez ve kesin olarak açıklayalım:

 Biz sizin ne olduğunuzu bilmiyoruz. Yazdıklarınızı eleştiriyoruz. Yazılar ajanların söyleyecekleri şeylerdir. Siz farkında olmayabilirsiniz. Biraz düşünün.

 

-Biz kimsenin emrinde değiliz. Kimseyi mutlu etmek gibi bir amacımız da yok. İddianız tutarsız ve önyargılı bir iddiadır. Çünkü, bizi sermayenin sözcülüğünü yapmakla suçlayabilmeniz için, iktisat teorisini yok etmeniz gerek. Biz, ne söylüyorsak yazdık ve yayınladık. Buna rağmen “yok siz sermayenin sözcülüğünü yapıyorsunuz” gibi bir iddiada bulunmaya devam ediyorsanız, doğrusu bu size sorgulamayı gerektirir. Metodumuz bellidir ve varsayımlarımız, teorilerimiz de açıktır. Dileyen kritik edebilir eleştirebilir. Ancak böyle sübjektif ithamlarda bulunmak ne bilimsel etik açısından doğru kabul edilebilir ne de sizin yüce ahlaki değerleriniz ile örtüşür. Bu ithamınızı gözden geçirmeniz, sadece size yarar sağlar. Siz öyle söylüyorsunuz diye biz kimsenin ermine girmek zorunda değiliz.

- Sizin lügatsiz, gramersiz,  onu yaşayanların tüm görüşlerini reddetmeniz, açıkça ispatlanmış şeylere cevap vermeyip, laf kalabalıklığına devam etmeni, aynı yanlışlarda  ısrar etmeniz, işinize gelmeyenlere cevap vermeyişiniz. Bizim ispatlarımız geçersiz, sizin havai sözleriniz ilimdir iddianız, onların emrinde olun olmayın, onların istediğini yaptığınızı gösterir. Bizim size neden ihtiyacımız olduğunu anlayamadım.

 

- Hem kötü niyetli olduğumuzu nereden anladınız? Dünyayı değiştirmek, bunun için çalışmak kötü bir niyet ise evet biz kötü niyetli kimseleriz. Mevcut problemlerin ortadan kaldırılma olasılıklarını ortaya koymak ve bunların uygulanmasına çaba sarf etmek size göre kötü niyetli bir yaklaşım ise, haklısınız biz çok kötü kimseleriz.

- Biz sizin kötü niyetli olduğunuzu söylemiyoruz. Olsanız bile biz sizi dışlamayız, diyoruz. Siz de kaçmayın diyoruz.

 

-Kaldı ki, siz bize lütufta bulunmuyorsunuz. Bizim size ihtiyacımız yok. Ama sizin bize ihtiyacınız var. Bu kadar açık olan bir şeyi göremiyor musunuz?

- Bizim size neden ihtiyacımız olsun? Sadece Allah bize emretmiştir. Kuranı dünyaya duyurun. Biz bu emri yerine getiriyoruz.   Biz sizin orada bu çalışmalarınızı destekliyoruz. Size ihtiyacımız olduğu için değil, Allah’ın emri olduğu için. Siz bizi desteklemiyor, fikirlerimize değil, bize saldırıyorsunuz. Biz kendimizi savunmuyoruz.  Fikirlerimizi savunuyoruz. Siz inandırmak için değil, bizim yanlışlarımızı düzeltmek için. Tabii sizin bize ihtiyacınız yok, çünkü siz tanrısınız ve hata yapmazsınız ki, bizden yararlanasınız. İşte biz sizin bu davranışınıza karşıyız. Bütün insanların bütün insanlara ihtiyacı vardır. Çünkü Allah insanları birbirine muhtaç yaratmıştır.

 

-

-Ancak paragrafta çok daha vahim bir iddia var icma konusu ile ilgili. Ulemanızdan birileri bizim görüşlerimizi benimserse icmanın bozulmayacağını söylüyorsunuz. Doğrusu hayret verici bir iddia bu. Hangi icmanın bozulmayacağını bilemiyoruz ama üzerinde görüş birliği olmayan bir iddianın “icma” olduğunu veya olabileceğini ilk kez sizden duymuş oluyoruz.

- Evet icma demek, herkesin baştan kabul etmesi, ittifakla karar alması demektir. İttifakla ilmi sonuçları doğru kabul etme demektir. İçtihatlar, icma değildir. Dün düşündüğünü bugün yanlış bulabilirsin. Ama icma oluştuktan sonra artık içtihat edilmez. Yeni içtihat icmayı değiştirmez. Bunun yanlış olduğunu söyleyebilirsiniz. Nitekim İslam alemi içinde de böyle iddia edenler vardır. Ama ehli sünnetin mezhebi budur. Biz bundan daha uygun bir yol bulmuş değiliz. İnsanları özgür kılan budur. İcmaya aykırı hareket etmek isteyen  o topluluktan ayrılır.

 

- Söyler misiniz “Gerçek nedir?”. Sizin inançlarınız mı, yoksa yeryüzünde ve kainatta olup bitenler mi? Hangisi gerçek? Hangi gerçeği görmemiz gerekiyor? Sizin gerçek dediğiniz şey eğer kuran ise, biz onu okuyoruz ve ondan yararlanıyoruz. Açıkçası kuranı kullanıyoruz. Siz beğenseniz de beğenmeseniz de. Çünkü kitabı her kim gönderdi veya inzal etti ise, biz kullanalım ve ondan yararlanalım diye bunu yaptı. Süs bitkisi gibi besleyelim diye değil.

- Yunanlılar gerçeği sizin gibi anladılar. Herkes kendi aklını gerçek kabul etti. Kendisinin yanılmadığını, başka herkesin yanlış yaptığını iddia etmişlerdir. Kuran bunu değiştirdi. Her insan ayrı ayrı yanılır. Ekseriyet hiçbir zaman hakkın kaynağı değildir. Yüz araştırıcı olsa, biri kabul etmezse orada icma yoktur. Herkes kendi içtihadı ile hareket eder. Yüzü de bir konuda ittifak ederse o haktır. Onun değişmesi için yeniden aksine icma gerekir. Siz söyler misiniz, sizin sözleriniz neden gerçek de, bizim sözlerimiz neden yanlış, bu hastalıktır. Kendinizi bundan kurtarmalısınız. İcma müessesesini kabul etmeyen doğru düşünemez.

-

-Diğer iddialarınıza bizim söyleyebileceğimiz bir şey yok. Madem “hakemlik” sistemini uygulama olgunluğuna ulaşmış değilsiniz, neden başkalarına dayatıyorsunuz? Madem uygulama gücünüz yok, neden ısrarla başkalarına öneriyorsunuz? Önce siz kendi kurallarınıza uyun, uygulayın ki başkaları da size bakarak belki yararlı bir şeyler bulur ve uygular. Ama anlaşılan o ki, siz hakemlik sistemini sadece bir slogan olarak kullanıyorsunuz. Boş bir iddia.

- Bizim hakemlik kurallarında çıkmaz sokak yoktur. Hakemlere  bir karar müddeti tanınır. O müddet içinde karara varamazlarsa üçünün de hakemliği düşer. Sizin hakeminiz başhakemi seçmedi. Karar alma yerine tartışıp, uzatmayı tercih etti. Kooperatif başkanlığına müracaat edersiniz. ikisinin hakemliği düşer, siz yeniden  başkasını hakem seçersiniz, devam eder. Davacının gayesi bir hakkın ortaya çıkması değil de, Akevleri kötülemek olunca, hakemlik müessesesini çalıştırmazsa bizim hakemlik müessesesinin suçu nedir? Yolcu arabaya binmiyor.Suçlu araba ve şoför oluyor. Bu hususta bana bir şey sordunuz mu, hakemlik yürümüyor, ne yapayım diye danıştınız mı? Hayır yürümedi diye sevindin. Onun bahanesiyle Akevlere saldırmaya devam ediyorsunuz. Akevlere saldıran, sizden çok güçlü ve çok sayıda kimseler vardır. Ama Akevler gittikçe varlığını koruyup, devam ediyor. Akevlerden biri bir yanlış yaptı mı, Akevler yapmış oluyor. Oysa topluluk suçlu olmaz. Kişiler suçlu olur.

 

-Size ne yapacağınızı söyleyemeyiz. Biz sizin usulünüze uyduk ve hakemlik sistemini test etmek istedik. Siz nasıl anlarsanız öyle anlayabilirsiniz. Bizim açımızdan bu bir testtir. Sizin tutarlılığınızı ölçen bir şey. Ama anlaşılan o ki, siz kendi kurallarınıza uymak istemiyorsunuz veya onları esnetme gayretindesiniz. Hakemlik sisteminin kararlarının uygulanamayacağını söylemekle, sistemin boş bir çaba olduğunu söylemek arasında bir fark yoktur. Madem kararlar uygulanabilir değil, o zaman hakeme ne ihtiyaç var?

- Kimse kimseyi test edemez. Görüşmeler yapar, anlaştıkları yerde işbirliği yaparlar. Anlaşamazlarsa o o işten vazgeçerler.  Hakemlik Allah’ın koyduğu şeriattır. Onu test etmek Allah’ı testtir. Akevler bunu başaramamış olabilir. Bu hakemliğin yanlışlığı anlamında değildir. Siz bizimle değil, görüşlerimizle ve işle ilgilenin. Hakemlik yürümedi diye sevinmeyin. Yürümesi için yapılacakları araştırın.

 

-Bilimsel bir tartışma istiyorsanız, bunun altyapısını oluşturursunuz. Kimse sizden hakaret dinlemek zorunda değil. Bilimsel etik ve tutarlılık içinde her şey tartışılabilir. Siz bizimle tartıştınız, söyler misiniz nerede size tepki gösterdik? Eleştirilerinize cevap verdik, bazılarını kabul ettik teşekkür ettik. Demek ki, sorun metotla ilgili değil, dolayısıyla sizin ithamlarınız veya önerilerinizin de ilmi bir dayanağı yok. Her şeyden önce sizin kendi uygulamalarınızın sonuçsuz kalacağını söylemeniz size tutarsız yapmaya yeter.

-Sizin bu yaptıklarınız ajanlara hizmettir demek, hakaret değildir. Siz bunların alasını yapıyorsunuz. Onlar hakaret olmuyor da, bizim bir gerçeği iddia etmemiz hakaret kabul ediliyor. Sizin bu yaptığınız şirktir demek hakaret değildir. Burada eleştirilen sözdür, iştir, kişi değildir. Saldırılara savunma hakkı doğar. Farkına varmadan hakaret de etmiş olabiliriz. Siz de olabilirsiniz. Bu yaptığınız hakarettir der, özür dilememizi isteyebilirsiniz.  Burada kişilere  hakaret vardır, o halde sermaye sömürüsünü eleştirmeyelim derseniz, biz buna uyacak kadar ahmak değiliz.

 

 

-Ama bilimsel bir platform oluşturursanız, orada herkes tartışabilir ve ilim ortaya çıkar. Bizim filmlerle işimiz yok. Yerel siyaset kavgalarınız sizi ilgilendirir. İdeolojik görüşleriniz sizi bağlar. Bunlar bizim mecramız veya ilgilendiğimiz şeyler değil.

-Bilimsel platform herkesin istediğini söylemesi demektir. Hakaret varsa tarafların hakemlere gitmesidir. Biz bilimsel platformu nasıl oluşturacağız? Adian hakarettir diye herkesi susturmaya çalışıyorsa, sansür yapmamızı istiyorsa o ilmi alan mıdır?  Sermaye Akevlerdeki ilmi platformu bozmak için susturma yollarını arıyor. Yarım asırdır bizi konuşturmak istemedi. Parti kurduk, bizi dışladı. Gazete çıkardık, bizi dışladı. Cemaat oluşturduk, bizi dışladı. Sermaye bunları kedisine oyuncak etti. Yarım asırda biz konuşamadık ama dünya bizim dediklerimize göre değişti. Sovyetler yıkıldı. Sermaye çökmektedir. Bundan sonra da  Kuranın dedikleri olacaktır. Yeryüzüne Kuran düzeni gelecektir.

 

- Kur’an tartışmak istiyorsanız bunu yaparız, ama bunun için uygun bir platform oluşturmalısınız. Fakat, hem bizi Kabul edip hem de hakaret edemezsiniz. Tartışma eşit şartlarda olur. Biz sizin gibi inananlardan değiliz, o halde aramızdaki ilişki, birbirimizi ancak kurallara göre anlayabiliriz. Kurallara göre davranarak birbirimizi anlamamız mümkün olur. Ama sizin böyle bir altyapınız yok. Ortak kuralları benimsemediğiniz gibi, yargılama sisteminizi de atıl bırakma gayretindesiniz. Ne yapalım, bunlar size tanımlayan şeyler. Herkes kendi iddiası ve sözü ile bağlıdır. Nasıl bizim iddialarımızı veya görüşlerimizi çarpıtmanıza izin vermiyor, size bu çerçevede şiddetle eleştiriyor isek, siz de kendi görüşlerinizin tutarlılığını savunma hakkına sahipsiniz. Kanıtlayabildiğiniz sürece mesele yok demektir. Biz kanıtlara itibar ederiz, pozitif, tutarlı ve bilimsel oldukları sürece.

 - Bizi sitemiz var, yazmak isteyenlere alanlarımız açıktır. Kimseye sansür yetkisini vermedik. Herkes yazar. İcma ile sabit kural varsa ona aykırı yazanlar hakemler kararı ile çıkarılır.  Bu serbestliğe siz dahil, yeryüzünde böyle bir  site mevcut mudur? Siz sansürsüz bizim yazılarımızı yayınlayabilir misiniz? Bundan başka biz ne yapabiliriz? Mekanizmayı söyleyin. Tartışalım. Bizden daha demokratikse onu uygulayalım. Söyleyemezsiniz çünkü sizin gayeniz kendinizin konuşması değil, bizi susturmak. Çünkü patronlar öyle istiyor, diyoruz.  Evet, biz sizin konuşmanızı istiyoruz. Biz kimsenin hatırı için susmayacağız.  Sonunda bizim dediklerimiz olacaktır.

 

10- Sonuç olarak.

       Akevler 1960’larda çalışmaya başladı.  Batının müspet ilimlerini öğrenmek ve bize göre doğru olanları almak, İslamiyeti ilk kaynaklarından öğrenmek, bize göre doğru olanları kabul etmek, bir kooperatif kurup orada anladığımız İslamiyeti yaşamak istedik.

      Sermaye karşımıza dikildi, Kooperatife yapmadığı zulmü bırakmadı. Biz de  savunmamızı yapmak için parti kurduk. Cemaatleri legal olarak organize ettik. 1973 de CHP ile koalisyon yaptık. Solcuların kafir olmadıklarını halkımıza inandırdık. Sonra Humeyni bize bakarak İranlıları  sermayeye  karşı organize etti. Sonra Gorbaçov, İran veTürkiyeye bakarak inkılap yaptı.  Erbakan’ın anlattıkları etki etti. ABD’de zenci bir müslümanın çocuğu devlet başkanı oldu. Şimdi sermaye ile siyaset savaşıyor. Biz de adil düzeni Kooperatif içinde uygulamakla meşgulüz.

      Sitemiz sansürsüz olarak herkese açıktır. Size de açıktır. Bizim büyük hedefimiz vardır ama büyük görevimiz yoktur. Bizim görevimiz kooperatif içinde Kuran düzenini uygulamaktır. Sitemiz size de açıktır. Bizim bundan başka gücümüz yoktur. İnsanları biz iyi yapamayız. Kendileri iyi olurlar.  Henüz biz yapımızı tamamlamış değiliz. Kuruluş safhasındayız. 

      Kimse bizi değiştiremez. Biz de kimseyi değiştirmek istemiyoruz. Kuran üzerindeki ortak görüşleri ortaya koyalım diyoruz. Siz zina  özel hukuktur derseniz, bu Kuranı tahriftir deriz. Ama biz sizi dışlamayız. Siz bizi dışlarsanız o da sizin bileceğiniz iştir.

    Biz bize verilen görevleri yine görev verenin sağladığı imkanlardan yararlanarak yapmaya çalışırız. Allah da sizi Hong Kong’a yerleştirmiş.  Herkesin bir görevi vardır. Üçüncü bin yıl uygarlığı kurulacaktır.

    Çalışmalarınızda başarılar dilerim. Sert sözlerimi siz duymayınız.





Çok Okunan Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 204
İsrâ SÛRESİ (17)104.AYET -Kur’an’a Göre İSRAİL’İN SONU
19.04.2003 138612 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 845
İbrahim Sûresi Tefsiri 1-4. Âyetler
2.01.2016 17356 Okunma
1 Yorum 02.01.2016 21:41
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 777
TEVBE SURESİ-128.AYET TEFSİRİ
23.08.2014 12615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 834
Hûd Sûresi Tefsiri 74-78. Âyetler
17.10.2015 12549 Okunma
11 Yorum 15.11.2015 22:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 853
İbrahim Sûresi Tefsiri 35-41. Âyetler
27.02.2016 11314 Okunma
1 Yorum 06.03.2016 14:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 944
Kehf Suresi Tefsiri 107-110. Ayetler
23.12.2017 10374 Okunma
1 Yorum 28.12.2017 19:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 864
Hicr Suresi Tefsiri 57-66. Ayetler
14.05.2016 9627 Okunma
2 Yorum 15.05.2016 08:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 870
Nahl Suresi Tefsiri 5-9. Ayetler
25.06.2016 9492 Okunma
1 Yorum 26.06.2016 10:29
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 858
Hicr Sûresi Tefsiri 10-15. Âyetler
2.04.2016 9403 Okunma
2 Yorum 03.04.2016 10:18
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 842
Hûd Sûresi Tefsiri 114-116. Âyetler
12.12.2015 9264 Okunma
2 Yorum 20.12.2015 12:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9181 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 949
Meryem Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
27.01.2018 9165 Okunma
1 Yorum 28.01.2018 07:59
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 863
Hicr Suresi Tefsiri 48-56. Ayetler
7.05.2016 9161 Okunma
1 Yorum 08.05.2016 07:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 838
Hûd Sûresi Tefsiri 90-95. Âyetler
14.11.2015 8867 Okunma
3 Yorum 21.11.2015 15:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 825
Hûd Sûresi Tefsiri 41-44. Âyetler
8.08.2015 8669 Okunma
2 Yorum 11.08.2015 17:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 776
TEVBE SURESİ-126-127.AYET TEFSİRİ
16.08.2014 8651 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 808
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 90-92.AYETLER -FİRAVUN ÖLDÜ MÜ?
4.04.2015 8585 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 850
İbrahim Sûresi Tefsiri 23-26. Âyetler
6.02.2016 8575 Okunma
4 Yorum 07.02.2016 19:39
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 855
İbrahim Sûresi Tefsiri 47-52. Âyetler
12.03.2016 8550 Okunma
1 Yorum 14.03.2016 09:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 852
İbrahim Sûresi Tefsiri 32-34. Âyetler
20.02.2016 8367 Okunma
1 Yorum 14.03.2016 09:40
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 111
A'RAF SURESİ 1-3.AYETLER TEFSİRİ
25.05.2001 8211 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 862
Hicr Suresi Tefsiri 39-47. Ayetler
30.04.2016 8130 Okunma
1 Yorum 01.05.2016 07:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 841
Hûd Sûresi Tefsiri 109-113. Âyetler
5.12.2015 8032 Okunma
1 Yorum 05.12.2015 22:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 865
Hicr Suresi Tefsiri 67-77. Ayetler
21.05.2016 7930 Okunma
1 Yorum 21.05.2016 21:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 837
Hûd Sûresi Tefsiri 87-89. Âyetler
7.11.2015 7748 Okunma
2 Yorum 08.11.2015 18:47
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 900
İsra Suresi Tefsiri 23-27. Ayetler
4.02.2017 7682 Okunma
1 Yorum 05.02.2017 09:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 844
Hûd Sûresi Tefsiri 120-123. Âyetler
26.12.2015 7575 Okunma
2 Yorum 27.12.2015 13:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 836
Hûd Sûresi Tefsiri 84-86. Âyetler
31.10.2015 7560 Okunma
1 Yorum 31.10.2015 19:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 856
Hicr Sûresi Tefsiri 1-8. Âyetler
19.03.2016 7534 Okunma
1 Yorum 20.03.2016 10:41
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 835
Hûd Sûresi Tefsiri 79-83. Âyetler
24.10.2015 7514 Okunma
1 Yorum 25.10.2015 13:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 888
Nahl Suresi Tefsiri 93-97. Ayetler
12.11.2016 7435 Okunma
1 Yorum 20.11.2016 09:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 832
Hûd Sûresi Tefsiri 64-68. Âyetler
3.10.2015 7419 Okunma
1 Yorum 03.10.2015 21:47
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 815
Hûd Sûresi Tefsiri 4-6. Ayetler
23.05.2015 7345 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 817
Hûd Sûresi Tefsiri 9-12. Âyetler
6.06.2015 7310 Okunma
3 Yorum 25.06.2015 04:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 824
Hûd Sûresi Tefsiri 37-40. Âyetler
1.08.2015 7274 Okunma
1 Yorum 11.08.2015 17:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 827
Hûd Sûresi Tefsiri 48-49. Âyetler
22.08.2015 7200 Okunma
1 Yorum 25.08.2015 20:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 819
Hûd Sûresi Tefsiri 17-22. Ayetler
20.06.2015 7174 Okunma
1 Yorum 25.06.2015 04:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 833
Hûd Sûresi Tefsiri 69-73. Âyetler
10.10.2015 7143 Okunma
1 Yorum 10.10.2015 23:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 843
Hûd Sûresi Tefsiri 117-119. Âyetler
19.12.2015 7119 Okunma
1 Yorum 20.12.2015 06:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7090 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 846
İbrahim Sûresi Tefsiri 5-8. Âyetler
9.01.2016 6892 Okunma
1 Yorum 17.01.2016 08:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 828
Hûd Sûresi Tefsiri 50-52. Âyetler
29.08.2015 6827 Okunma
1 Yorum 05.09.2015 13:29
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 823
Hûd Sûresi Tefsiri 32-36. âyetler
25.07.2015 6822 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 816
Hûd Sûresi Tefsiri 7-9. Ayetler
30.05.2015 6701 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 800
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 62-66.AYETLER
7.02.2015 6677 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 830
Hûd Sûresi Tefsiri 58-60. Âyetler
12.09.2015 6655 Okunma
1 Yorum 18.09.2015 07:28
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 839
Hûd Sûresi Tefsiri 96-101. Âyetler
21.11.2015 6570 Okunma
1 Yorum 22.11.2015 09:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 831
Hûd Sûresi Tefsiri 61-63. Âyetler
19.09.2015 6553 Okunma
1 Yorum 20.09.2015 18:10
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 840
Hûd Sûresi Tefsiri 102-108. Âyetler
28.11.2015 6512 Okunma
1 Yorum 30.11.2015 09:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 826
Hûd Sûresi Tefsiri 45-47. Âyetler
16.08.2015 6422 Okunma
1 Yorum 16.08.2015 19:50


© 2024 - Akevler