HÛD SÛRESİ - 11. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا وَلَا تُخَاطِبْنِي فِي الَّذِينَ ظَلَمُوا إِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ (37) وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ وَكُلَّمَا مَرَّ عَلَيْهِ مَلَأٌ مِنْ قَوْمِهِ سَخِرُوا مِنْهُ قَالَ إِنْ تَسْخَرُوا مِنَّا فَإِنَّا نَسْخَرُ مِنْكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَ (38) فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ مَنْ يَأْتِيهِ عَذَابٌ يُخْزِيهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُقِيمٌ (39) حَتَّى إِذَا جَاءَ أَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُ قُلْنَا احْمِلْ فِيهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَأَهْلَكَ إِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ آمَنَ وَمَا آمَنَ مَعَهُ إِلَّا قَلِيلٌ (40)
***
وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا وَلَا تُخَاطِبْنِي فِي الَّذِينَ ظَلَمُوا إِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ (37)
VaÖNaGı eLFuLKa BiEGYuNıNAv Va VaXYıNAv Va LAv TuOAOıBNIy Fıy elLaÜIyNa JaLaMUv EinNaHuM MuĞRaQUvNa
“Ve uyunumuzda ve vahyimizde fulki sun’ et ve zulmetmiş olan kimseler üzerinde bana hitab etme. Onlar gark edileceklerdir.”
Hazreti Nuh Peygamber halkını tek Tanrı’ya ve birliğe davet etmiş, onlar da direnmişlerdir. Bugün olduğu gibi her bir kavim ve grup parça parça insanlık için yararlı olan işleri yapacaklarına, kendilerinin iktidarını düşünüp birbirleri ile cidal etmektedirler.
Biz 1960’larda Demokrat Parti’nin yani onun devamı olan partinin (Adalet Partisi) de söylenenleri anlamadığını görünce, kendi gemimizi yapmaya başlamış ve Akevler (Kredi ve Yardımlaşma) Kooperatifi’ni kurmuştuk; Millî Görüş ve Cemaat ile birlikte onlarla cidal durumuna geçtik. Erbakan dünyaya “Adil Düzen”i anlattı ama henüz tebliğimiz bitmemiştir.
AK Parti, Akevler’i dışlamıştır. Saadet Partisi, Fatih Erbakan’ı sadece “Adil Düzen” yeniden canlanmasın diye uzak tutmaktadır. Oğuzhan Asiltürk baştan beri Akevler’e karşıdır. Bugün tek ümit Sayın Cumhurbaşkanımızdadır. O henüz Akevler’e karşı olduğunu belirten bir davranışta bulunmamıştır. Yanındakiler ise bize karşıdırlar. Bu durumda bizim de bu kadrodan ümidimizi kesme zamanımız yaklaşmıştır.
BİZ BUNLARIN NE YAPMALARINI İSTİYORUZ?
1- Vakıflar Bankası bağımsız hâle getirilecek ve doğrudan Cumhurbaşkanlığına bağlanacaktır. Vakıflar Bankası’nın faizli müessese olarak işletilmeye devam edilmesi Allah ve resulü ile savaşma demektir.
2- Vakıflar Bankası mevcut düzene göre çalışmaya devam edecektir. Sadece ek görev olarak Türkiye’de kurulacak semt kooperatiflerinin semt bonolarını alıp satacaktır. Böylece önce bütün Türkiye, sonra bütün dünya “semt kooperatifleri” ile dolacaktır. İsteyen yerler kabul edecek, isteyen yerler kabul etmeyecek. Ama kabul edenlerin başarıları kabul etmeyenleri ortadan kaldıracaktır.
3- Bugün semt kooperatifleri kurma tekniğini Allah yalnız Akevler kooperatiflerine vermiştir. Dolayısıyla Vakıflar Bankası Genel Müdürlüğü’ne Akevler’den biri atanacaktır. İki Genel Müdür Yardımcısı olacak; biri bankayı cari sistemle devam ettirecek, diğeri ise semt kooperatiflerinin kredileşme içinde bonolarını alıp satacaktır; Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne de bir pay verilecektir.
4- Semt kooperatifleri Adil Düzen işletmeleri içinde;
a) Ahşap evlerin atölyelerini kuracaklardır.
b) Yüz villalı devre-mülk dinlenme sitelerini kuracaklardır.
c) Yüz lojmanlı işyeri apartmanlarının inşaatlarını yapacaklardır.
d) Merkezlerde mala-mal marketleri kurup market bonosu ile mala-mal satacaklardır.
e) Bin Dil Üniversitesini kurarak sermaye için değil insanlık için ilimleri okutacaklar, tüm insanlık III. binyıl uygarlığının eğitimini alacaktır.
İşte…
Bugün biz bunu Türkiye’ye ve insanlığa anlatmak durumundayız. Henüz anlatmış değiliz. Bugün olduğu gibi açık öneriler ile karşılarına çıkamadık.
Bunlar bunu kabul etmeyeceklerdir. Bir gün gelecek ümidimizi keseceğiz. İşte o zaman büyük felaketin geleceği gündür. Biz kendi gemimizi yapacağız. Gemi de kooperatiflerdir. Yalova’da Yüz Lojmanlı İşyeri Apartmanı yapacağız. Kim oraya hicret ederse o kurtulacak, diğerleri helâk olacaklardır. Nasıl helâk olacakları bellidir. Karşılıksız para itibarını kaybettiği gün tüm insanlar helâk olmaya başlar. Ancak bizim kooperatifimiz yaşamaya devam eder. Köyler yaşamaya devam eder.
Yalova’da dinlenme evleri, yüz lojmanlı apartmanlar inşa edilecek. Bu lojmanlı apartmanlarda çevredeki yeşillikleri değerlendiren yem fabrikası kurulacak. Burada üretilen yemlerle tavukçuluk ve küçük-büyük baş hayvancılık yapılacaktır. Böylece tufan zamanında da yaşama imkânını bulacağız.
وَاصْنَعِ الْفُلْكَ
VaÖNaGı eLFuLKa
“Fulki sun’ et”
Allah tufanı takdir etmiş. Eğer Nuh Kavmi Hazreti Nuh’u dinleseydi, onlara barajda tedbir almayı öğretebilirdi. Yahut herkes kendisine gemi inşa eder, oraya taşınabilir yahut oraları terk edebilirlerdi yahut Allah barajı yıkmazdı.
Hazreti Nuh’a emredilen gemi yapmadır. Bu aynı zamanda gemide kurtulanları da yeni düzene alıştırmak içindir. “el-Fulk/Gemi” burada marife olarak getirilmiştir.
Bugün bizim dinlenme evleri ve yüz lojmanlı işyeri apartmanları nasıl tarif edilmişse ve bilinmekte ise; Hazreti Nuh Peygambere de daha önce yapacağı gemi tarif edilmiştir. İşte o gemiyi yap denmektedir. Demek ki emir alınmadan önce ne yapılacağı bellidir. Bizim proje çalışmalarımız da belli olacaktır. O gün inanmış kimselere denecek ki; haydi, artık her işi bırakın, Yalova’da hazırlayacağımız yapılara taşınalım...
بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا
BiEGYuNıNAv Va VAXYıNAv
“Gözlerimizle ve vahyimizle”
Burada projeye göre bir geminin nasıl yapılacağını anlatmaktadır. Proje yapanlar nezaretinde inşaat devam eder. Adım adım kontroller yapılarak ilerlenir. Her ameliyeden sonra kontrol yapılır. İşte bu kontroller aynler yani gözlerdir. “Bizim gözlerimizle” diyerek bizim kontrollerimizle denmiş olmaktadır. Kontroller yapıldıktan sonra gerekli değişiklikler yapılacak ve eksiklikler tamamlanacaktır. Bunu kontrolörler yapmaz, bunu da mühendisler yapar. Kontrolörlerden aldığı bilgilere göre proje yaparlar. Ona göre ilerleme devam eder.
Burada imalat akışı anlatılıyor. Kontrolör ve mühendisler birlikte çalışmaktadırlar. Bu arada projede bir eksiklik varsa o da düzeltilmektedir.
Gemi kalaslardan ve tahtalardan yapılmış, halatlarla birbirine bağlanmıştır. O tarihlerde demir çivi yoktur. İki kalas arasına sıkıştırılan tahtalar halatlarla bağlanarak tutturulmuştur. Ziftlerle de suyun girmesi önlenir.
وَلَا تُخَاطِبْنِي
Va LAv TuOAOıBNIy
“Ve bana hitap etme”
Tüm Nuh Kavmi’nin kurtarılmasını bekleyen Hazreti Nuh aleyhisselâma gemi yapması emrolundu. Herkes yapmaya başladı. Sen yap deyince Hazreti Nuh’un aklına diğerleri geldi ve onlar ne yapacaklar dedi. Allah, ‘onlar hakkında bana hitap etme’ diye buyurdu, ‘sormadan hitap etme’ dedi.
II. binyıl dolmuş, insanlık III. binyıl uygarlığına gidecek. Bugünkü halkımız buna kulak vermiyor. Onlara kurtuluş yolunu gösteriyoruz. Kulak vermiyorlar. Ama iyi bilsinler ki Allah bu dünyanın düzenini böyle zulumatta bırakmaz.
Buradaki zalimler topluluk oluyor, içlerinde iyiler de vardır. Ama onlar Hazreti Nuh aleyhisselâm tarafına geçmemiş, zalimler tarafında kalmışlardır. Tufan onları da alıp gark edecektir. Onların içinde iyi olanlar ve küçükler yani çocuklar ise bunun mükâfatını alacaklar, Allah onlara zulmetmiş olmayacaktır.
فِي الَّذِينَ ظَلَمُوا
Fıy elLaÜIyNa JaLaMUv
“Zalimler hakkında”
Zalimler hakkında bana hitap etme.
Burada “Alâ” da getirilebilirdi. “Fî” demekle zulmedenler içinde onlar hakkında anlamı da çıkar. Zalimler içinde olup zalim olmayanlar ne olacak sorusuna cevap verilmiştir. Onları bana sorma, onlar da gark olacaklardır.
Bu konuyu iyi kavramadığımız takdirde Allah’ın adaleti üzerinde bir görüşe varamayız. Allah insanlara kötülük yapma gücünü vermeseydi mutlak adil olurdu. Nitekim meleklerin durumu öyledir, onlar için mutlak adildir.
Oysa insanlara zulmedilmesine izin vermekte ama sonra zulmedene ceza, zulmedilene de mükâfat vermekte, böylece adaletini yerine getirmektedir. Yoksa “Ve Lâ Tuhatibnî Min Ellezine Zalemû” şeklinde de söylenebilirdi.
إِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ (37)
EinNaHuM MuĞRaQUvNa
“Onlar gark edileceklerdir.”
Onlar da suçsuz olduklarından gark olacaklardır. Gücü yetenler size katılmadıkları için, gücü yetmeyenler de onlarsız dünyada yaşayamayacakları için onlar da gark olacaklardır.
1960’larda biz Akevler’i kurduğumuzda bütün insanları davet ettik ama bizim özel olarak gelin dediğimiz insanlar beş vakit namaz kılan insanlardı. Baştan bizi desteklediler. Sonra Firavunun kavmi gibi Firavunun baskısını görünce yahut menfaatini görünce vazgeçtiler, irtidat ettiler. Mısır’dakiler sonra Hazreti Musa’nın emrine girdiler ve Mısır’dan hicret ettiler. Onlar Kurtuldular. Mezopotamyalılar ise hicret etmediler ve boğuldular.
İki kıssada birçok benzerlik vardır. İkisinde de sonuçta boğulma vardır. Firavunun ordusu boğuldu, halkı ve kendisi kurtuldu. Hazreti Nuh’ta ise tüm kavmi boğuldu.
وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ وَكُلَّمَا مَرَّ عَلَيْهِ مَلَأٌ مِنْ قَوْمِهِ سَخِرُوا مِنْهُ قَالَ إِنْ تَسْخَرُوا مِنَّا فَإِنَّا نَسْخَرُ مِنْكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَ (38)
Va YaÖNaGu elFuLKa Va KulLAMAv MarRa GaLaYHı MaLaEun MiN QaVMıHIy SaPiRUv MıNHu QAvLa EiN TaSPaRUv MinNAv FaEinNAv NaSPaRu MiNKuM KaMAv TaSPARUvNa
“Ve fulku sun' ediyordu. Ve kavminden bir mele onun üzerine her murur ettiklerinde ondan suhr ediyorlardı. Kavl etti: Bizden suhr ediyorsanız, bize suhr ettiğiniz gibi biz de size suhr ederiz.”
Fulki sun’ ediyordu.
Fulke “Ha” veya “Hu” zamiri göndermesi gerekirken tekrar etmiştir. “Fe” harfi getireceğine “Ve” harfi getirilmiştir. Demek ki arada hazf edilmiş cümle vardır. Hazreti Nuh daha evvel bildiği fulktan başkasını yapıyordu. Hazf edilen cümlede “Fe Allemeha Ve Yesnau” denmiş olur.
Bir şeyin önce modeli yapılır, sonra asıl inşaat yapılır. Deneme-öğrenme projesi verilir. Bu avam projedir. Kişi talimatla ve kendi katkılarına göre model inşa eder, sonra uygulama projesi verilir ve o projede uygulayıcı bir değişiklik yapamaz.
Bu anlamda Tevrat deneme projesidir, Kur’an uygulama projesidir.
“Mele’” ileri gelenler demektir, kavminin ağaları ve beyleri demektir.
“Kavminden” diyerek başkaları değil kendi kavminden olanlar masharaya alıyorlardı.
Akevler’de bizden olmayanlar yönetimimize saldırdılar ama bizi büyütmemek için masharaya almadılar. Bizimle beraber olanlar bizi masharaya almadılar ama küçük gördüler, basit gördüler, zavallı gördüler. Bunu da mashara içinde mütalaa edebiliriz.
Ford araba yaparken de benzer olay olmuştur. Araba atsız yürüyecekmiş deyip alay ediyorlardı, araba yürümüştür ama onlar yine gülüyorlardı.
Hazreti Nuh aleyhisselamın gemisi için de aynı masharalıklar söz konusudur. Hazreti Nuh için siz bizi masharaya alıyorsunuz biz de sizi masharaya alacağız manasını veremeyiz. Çünkü artık gark olmuş olacaklardır. O halde suhr etmek istihza etmek demek değildir; küçük görmedir, basit görmedir.
İstihza ile masharanın farkı budur. İstihzada söz ile ona saldırma, onunla alay etmedir. Masharalık ise önemsiz görüp zavallı ve küçük saymadır. Hazreti Nuh Peygamberde; siz bizi küçük görürseniz, biz de sizi küçük görüyoruz, zavallı görüyoruz diyoruz.
Burada “ben sizi masharaya alırım” denmiyor, “biz sizi masharaya alırız” deniyor, yanında bulunanların adına konuşuyor demektir.
Akevler’i kurduğumuzda tüm namaz kılan Müslümanlar bizim yanımızda oldular. Çünkü başka melceleri yoktu. Allah’a inanıyorlardı. Mağlup ve zavallı bir şekilde idiler. Erbakan’ın Gümüş Motor’u Batı modeli idi ve yalnız para kazanmaya dayanıyordu. Akevler ise para kazanmaya değil, birlikte yaşamaya dayanıyordu. Ortaklarına para kazandırma hedefi yoktu. Gayesi şu şekilde tesbit edilmiştir: "Çalışmada ve yaşamada anlaşmış olan kimseleri bir araya getirerek aralarında iktisadi ve içtimai dayanışma ve yardımlaşmayı sağlamaktır."
Görülüyor ki bu tanımda ortaklara para kazandırma yoktur. Gaye ortakları bir araya getirmedir. Bu amaçla ortaklardan para topladık, onlara tarla fiyatı ile araziler aldık. Onlara vaat ettiğimiz onları zengin etme değil, onların yaşayacakları evleri yapma, onların çalışacakları işyerlerini kurma idi.
Ortaklarımızın bir kısmı para kazanmak amacı ile katılmışlardı ki sonraları onlar rahatsız etmeye başladılar. Bizden enflasyondan korunmuş kârları ile karşılık talep ettiler. Kendilerinden çok vârisleri böyle anlamaya başladı. Allah da bize yardım etti. Aldığımız yerler değerlendi. Fabrikayı sattık. Arsaları istimlâk ettiler. Ayrılmak isteyenlere gerçek değerleri ile kârlarını vererek ayırdık.
Bu arada kentleşme inşaatı durdu. İmkânsızlıklar içinde inşaat yaparken şimdi arsa ve nakit imkânı içinde inşaat yapamıyoruz. Tabii ki bize bu darbeyi Turgut Özal vurdu. TOKİ bu işin böyle olmasını sağladı. Hâlâ aynı durum devam ediyor. Akevler’i örnek alarak oluşturulan TOKİ şimdi tekelleşmiş durumdadır, devletin özel desteği ile küçük müteahhitleri ve kooperatifleri ezmiş durumdadır.
İşte, masharaya alma budur. Sen 500 dairelik site kurarsın, onlar mortgage sermayesine dayanarak yüz dairelik apartmanlar kurarlar. Sonra arkadan kıs kıs gülerler. Benden yaşlı bir yakınım anlatıyordu: İstanbul’un ortasında kırk dairelik apartman sekiz yüz lira idi, bende de birkaç apartman alacak para vardı ama alıp da ne yapacaktım, çünkü kiracı yoktu...
Diyelim ki ekonomik kriz çıktı, savaş çıktı. Artık insanlık kendisini toparlayamadı. İstanbul’da bir kişi bile yaşayamaz. İşte “sosyal tufan” budur. Sadece her yıl artan kirlilik dolayısıyla İstanbul bir asır sonra yaşanamaz kent olacaktır. Yollar trafik sorununu çözemez. Hesapsız dikilen apartmanlar işe yaramaz hâle gelir...
İstanbul 1990’dan evvel ekonomi merkezi idi. Sermayenin tekeline hapsolan ekonomi kiraz veya şeftaliyi caddeden geçen yolcuya satamıyordu. Kentteki fiyattan daha fazlasına satıyordu. Ceket diken kardeş, pantolonu diken kardeşten satın alıp takım olarak satamıyordu. Doksanlı yıllar sonunda İstanbul artık mal alıp satmadı. Bu sefer Anadolu sınır ticareti ile varlığını korudu. İstanbul’daki küçük fabrikalar Anadolu’ya taşındı.
Bizim semt kooperatifleri projesini basit görenler şimdi bizi masharaya alıyorlar. Biz ise onlara gelecek felaketlerden habersiz kendilerini küçük görüyoruz ve geleceğimizi çizmiş bulunuyoruz. Gemimizi yapmaya çalışıyoruz. Daha önümüzde seneler var, biz hazır olmadan sosyal tufan gelmez.
Şimdi bu yorumları yaparken bizim yapmakta olduğumuz geminin başlıklarını tekrar edelim; ilaveler var, bu sûrede öğrendik, onları da ilave edelim.
1- “Ahşap Evler İmalathanesi” kurulacak...
2- Çalışmalara “Ahşap Evler” yapılarak yerleştirilecek…
3- Ahşap Evler yapılıp “Yüz Villalık Devre-Mülk Dinlenme Evleri” oluşturulacak…
4- “Yüz Lojmanlı ve Üç Kat Bodrumlu İşyeri Apartmanları” inşa edilecek. Halk oturduğu yerde çalışacak. Evlerin ve işyerlerinin kirası cirodan, işyeri üretimden ödenecek…
5- Orta bodrum depo yerleri olacak, halk yedi senelik gıdasını depolayabilecek, krizlere karşı dayanıklı olacak...
6- İşyerlerinde yem fabrikası kurularak ormanda ve mezradaki yapraklar hayvan yemi ve tavuk yemine dönüştürülecek, doğa doğrudan besin kaynağı olmaya başlayacak...
7- Hayvan besleme yerleri kurulacak, üretilen yem burada süt, yoğurt, yağ, peynir, et ve yumurtaya dönüşecek; böylece “sosyal tufan” geldiği zaman üretime devam edilecek...
8- Seralar kurulacak. Hayvan gübresi buralarda harcanarak sebze ve meyve üretilecek. Kendi yiyeceklerimiz kendi seralarımızda üretilmiş olacak...
9- Mala-Mal Marketleri kurularak kooperatifin senedi ile bu marketlerde mal alınacak ve bu senetle bu mallar satılacaktır. Böylece dışarıdaki krizlerden etkilenmeden yaşama imkânını bulacağız. Görülüyor ki bizim inşa etmek için giriştiğimiz faaliyetlerde Hazreti Nuh aleyhisselamın yaptığının benzerini yapıyoruz.
10- Bir gün gelecek sular çekilecek ve Akevler gemisi cudiye oturacaktır. Cudi aslında bir yerin adı olarak görülmektedir. Kelime kökü “cevad”dır. Yenilik demektir Cediddir. Cudiyede istiva etti demek, gemi yeni düzene oturdu demektir.
Akevler de III. binyılın yeni düzenine oturacaktır.
İzmir Akevler yeniden faaliyete geçmiştir.
İstanbul Akevler ilmî çalışmalara devam etmektedir.
Medhal İlmî Araştırma Kooperatifi devreye girmiştir.
Bugün buna benzer faaliyet gösteren başka bir yer yoktur.
Her türlü girişimimiz başarısızlığa uğruyor. İş yapmak üzere katılan gençler bırakıp gidiyorlar. Bende bile ümitsizlik belirtileri ortaya çıkıyor. Ama ben bunu benim hayatımla ilgili görüyorum. Bu çalışmayı devam ettirecek kadro oluşmuştur. Şimdilik başka yer olmadığına göre bu iş Akevler’in işidir demek durumundayız.
وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ
Va YaÖNaGu elFuLKa
“Ve fulku sun’ ediyordu”
“Ve Kâne Yesnau” anlamındadır. Bugün sun’ etmiyor, o zaman sun’ ediyordu. Sun’ ederken olan olayı anlatacağı için sun’ etti demiyor.
Arapçada iki çekim vardır; mazi ve muzari. Bunlar geçmiş ve gelecekten biri bir defa oluşu, diğeri de sürekli oluşu, biri kesinliği diğeri ise zannı ifade eder. Başka karine yoksa mazi geçmişi, başka karine yoksa muzari de geniş zamanı ifade eder. Karine varsa her ikisi mazi de olmuş olabilir, muzari de olabilir. Dişilik ve erkeklik de böyledir. İki durumu belirler. Daha önce mazi sigaları kullanmış, bundan sonra da “yekulu” demeyip “kale” demiş olması, bunun geçmişteki hâlini ifade ettiğini açıklamış oluyor. Amel ve fiil kişinin davranışlarını ifade eder, eşyadaki sonuçları anlatmaz. Bu sebepledir ki Türkçede kullanılan “mamul” ve “imalat” kelimeleri yanlıştır, “masnu” ve “münşe” kelimeleri kullanılmalıdır. “Sun’ etme” ve “inşa etme” kelimeleri üretme ve yapılaşmadır. “Sun’ ediyordu” demek imal ediyordu demektir.
Rahman Sûresi’nde gemilere “cevariy” denmekte ve “münşeat” kelimesini kullanmaktadır. Burada ise fulkun sun’ edilmesinden bahsetmektedir.
Bir şey yapılıp devamlı kullanılacaksa onun yapılmasına “inşaat” diyoruz, bir defa kullanılıp sonra artık kullanılmayacaksa ona “sun’” diyoruz.
Elbise artık bir başkası tarafından kullanılmadığı zaman onun sanatı lebusdur.
Hazreti Nuh Peygamberin gemisi denizler çekildiğinde artık işe yaramaz hâle geldiği için “sun'” ile ifade edilmektedir.
Burada Allah bize yeni düzene geçerken eski düzenin araçlarının da kullanılacağını bildiriyor. Yani mevcut düzende parti kuracağız, okul kuracağız, sendika kuracağız. Nitekim Akevler mevcut düzende kooperatif kurdu, parti kurdu, vakıf kurdu. Bütün bunlar sun’dur. “Adil Kur’an Düzeni” geldiği zaman bütün bunlar geçmişte kalacaktır. Başbakan Necmettin Erbakan’ın havuz sistemi bunun için yanlıştı.
وَكُلَّمَا مَرَّ عَلَيْهِ
Va KulLAMAv MarRa GaLaYHı
“Ve onun üzerine her murur ettiklerinde”
“Merere” fiili “Bi” harfi ile ifade edildiği halde, burada “Aleyhi” kelimesi ile ifade edilmiştir. Birine uğradığınızda da onun iyiliği için uğrar, onunla anlaşırsınız. “Alâ” ile geldiğinde onun aleyhine uğradığını ifade etmektedir.
Hazreti Nuh aleyhisselam gemi yaparken kavminin ileri gelenleri uğrayarak onların moralini bozuyorlardı.
Burada yine bir hususa işaret etmemiz gerekir. Firavun Hazreti Musa’yı muhatap aldı ve onunla tartıştı. Hazreti Nuh’un kavmi de arada uğrayıp ne yaptıklarını gözetledi.
Bugün bizim karşımızda olanlar Akevler’i inceleme ihtiyacını bile duymamaktadırlar, Akevler’e uğramaya bile tenezzül etmiyorlar!
مَلَأٌ مِنْ قَوْمِهِ
MaLaEun MiN QaVMıHIy
“Kavminden bir mele’”
“Mal” doldurulmuş çuval, “mülle” doldurulup ağzı dikilen çuval demektir.
Bir topluluğun üst kademesidir, devletin erkânıdır, bir topluluğun ileri gelenleridir. Bunlar topluluğu tamamlayacak şekilde oluşurlar. Bunların resmi görevleri olsun veya olmasın, bunlar etkili olan kimselerdir. Bunlar bir grup oluştururlar ve birbirlerine farkına varmadan dayanışırlar. Çoğu zaman görüşmeden ve konuşmadan aynı şeyleri düşünürler. Halk bunları sayar, bunların ağzına bakar.
Toplulukta oluşan bu etkin kadro sonraları seçilmek veya atanmak suretiyle oluşturulur. Halk onları saymaz olur. Bu sefer de saydırmak için silahlı güç kullanılır, bu da zulüm düzeni, Firavun düzeni olur.
سَخِرُوا مِنْهُ
SaPiRUv MıNHu
“Ondan suhr ediyorlardı”
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذِينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ(10En’am-)
“Ve resuller istihza olundular. Suhr olan kimselere istihza ettikleri hayk etti…”
“İstehzeû” yerine “sehirû” kelimesini kullanmaktadır. Demek “suhr etmek” daha geniş manadadır, istihza onun içinde vardır.
“Üzüm yedi, şekeri yükseldi”. Meyveler şekeri yükseltir şeklinde bir mana verilmektedir. İstihza “Bi” ile sühr ise “Min” ile gelmektedir. “Sühr” başkalarını küçük görmektir. “İstihza” ise bu küçük görmeyi çevreye onun yanında duyurmadır.
فَاتَّخَذْتُمُوهُمْ سِخْرِيًّا حَتَّى أَنْسَوْكُمْ ذِكْرِي وَكُنْتُمْ مِنْهُمْ تَضْحَكُونَ(110Müminun-)
“Siz onları sihriyy ittihaz ettiniz, sonunda size zikrimi unutturdular ve onlarda dahk ediyordunuz.”
Buradan öğreniyoruz ki başkalarına gülmek sühr etmek değildir ama sühr ile beraber gülünür de. İnsanın psikoloji ve sosyolojiyi ilgilendiren durumudur. “Sühr” kelimesinin ondan yararlanma anlamını birlikte düşündüğümüz zaman geniş manası sömürmek anlamındadır. Ay ve Güneş’ten yararlandığımız gibi başkalarından da yararlanmak sühredir.
İnsanlar birbirlerinden yararlanır. Karşılıklı yararlanma vardır. Yahut herkes Allah’tan yararlanmadır. Kur’an’da Fatiha’da “yalnız sana ibadet ederiz” dendiği halde mümin köleden bahsetmektedir. O halde insanların da köleleri vardır. Mete Firidin “bunu biz başkalarına senin adına kulluk ederiz” şeklinde açıklamaktadır. Melekler Âdem’e secde ettiler. Aslında Âdem’e secde etmediler, Allah’ın emrettiğine secde ettiklerinden gerçekte Allah’a secde ettiler. Karşılıksız yardım ihsandır ama karşılıksız, rızası dışında istihdam sömürüdür.
Yeni Ak Parti siyasilerinden biri arkadaşlarımızdan birinden bahsederken ‘onlar on kişi kadardır’ demiş, bizi küçük görmüşlerdir. Kavmi Hazreti Nuh Peygamberi küçük görmüş, onunla eğlenmişlerdir; Hazreti Nuh Peygamber de cevap vermiştir.
قَالَ إِنْ تَسْخَرُوا مِنَّا
QAvLa EiN TaSPaRUv MinNAv
“Kavl etti: Bizden suhr ediyorsanız…”
Siz bizi küçük görüyorsanız diyor.
Biz de sizi küçük görürüz.
Firavun’un karşısında Hazreti Musa, ehramları diken koskoca Mısır’ın tanrısı kabul edilenin karşısında kekeme ve suç kaçkını Musa! İşte bu durum var.
Baraj uygarlığını başarmış Nuh’un kavmi ile yanında birkaç kişi olan biri! Hiç tasavvur edilebilir mi ki o onları yensin.
Kur’an’ın indiği günlerde bu sûre okunduğu zaman da Mekkeliler diyorlar ki; birkaç zavallı bir araya gelmiş dünyaya meydan okuyorlar, onlardan biri de ben tüm insanlığa gönderilen peygamberim diyor...
Bugün de aynı suhrü yapmaktadırlar; bizim için ‘onlar on kişi’ diyorlar, ‘birkaç apartman yapabilmiş kimseler’ diyorlar...
Evet, şimdi de biz Kur’an’ın şakirtleri olarak diyoruz ki;
-Bir gün gelecek sosyalizm, bir gün gelecek kapitalizm tepetaklak olacak ve artık insanları sömüremeyecekler...
-Siz bizi sömürürseniz sonra da biz sizi sömüreceğiz, çünkü tufandan sonra sizin mallarınız bize kalacaktır...
-İstanbul’da dikilen ve bu güzelim dünya şehrinin mimari yapısını bozan gökdelenler sizin işinize yaramayacaktır; her yerde yüz lojmanlı işyerleri apartmanları oluşacak ve sizin insanları sömürme imkânınız kalmayacaktır...
فَإِنَّا نَسْخَرُ مِنْكُمْ
FaEinNAv NaSPaRu MiNKuM
“Biz de sizden suhr ederiz.”
Bizi şimdi sömürdüğünüz gibi biz de sizi sömürürüz…
Buradan şunu öğreniyoruz ki Mezopotamya’da sulama tarımı oluşmuş, büyük zenginlikler gelmiştir. Ne var ki bu zenginlik oraya gelen çalışanlarda değil de belli zenginlerin tekelinde olmuş, onlar da insanları sömürmüşlerdir. Halk yine sefalet içindedir.
Bugün Çin doları ne yapacağını bilemiyor. Dünyanın ikinci zengini bir ülke ama halkı 10 ile 100 dolar arasında aylıkla çalışıyor. ABD’de 100 dolar yevmiye ile çalışan kimse yoktur. İşsiz olarak sokaklarda sabah eden garibanlar vardır.
Bugünkü gelir dağılımındaki anormallik ve adaletsizlik yalnız halk arasında değil ülkeler arasında da kıyaslanamayacak şekildedir.
Kur’an’ın bize emrettiği mücadele budur. Bir Orta Asyalının bir saati ile bir Almanın bir saat çalışması karşılığı eşit olmayacak ama yarısından az, iki mislinden de fazla olmayacaktır. Eğer bir Türk saatte 5 TL alıyorsa Kırgız 2,5 Türk Lirası alacak, Alman da 10 lira alabilecektir; biri 50 kuruş, diğeri de 50 lira almayacaktır.
كَمَا تَسْخَرُونَ (38)
KaMAv TaSPARUvNa
“Sihrettiğiniz gibi...”
Burada tufandan sonra Hazreti Nuh’un yanında yer alanların tüm Fırat ve Dicle topraklarına vâris olacaklarını, böylece bu sefer de inanmışların onları sömürmüş olacaklarını bildirmektedir. Ancak bu sömürme zulüm şeklinde olmayacaktır. Yani biz bizi sömürenlerin diktikleri apartmanları, paralı yolları, fabrikaları ellerinden alacağız ve sömürmelerine artık izin vermeyeceğiz. Ama biz onları ancak bizi sömürdükleri kadar sömüreceğiz. Onların alın teri ile kazandıkları elbette yine onların olacak, onlara zulmetmeyeceğiz.
Yahudi bankerlerin faizle kazandıklarını hiç acımadan ellerinden alacağız. Ama Yahudi iş adamlarının tekel baskısı dışında kurdukları ve yaptıkları şeyler onların olacaktır. Onlar gene dünya hayatına ve yaptıkları işlere sömürmeden devam edeceklerdir.
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ مَنْ يَأْتِيهِ عَذَابٌ يُخْزِيهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُقِيمٌ (39)
Fa SaVfa TaGLaMUvNa MaN YaETIyHi GaÜAvBun YuPZIyHIy Va YaXılLü GaLaYHi GaÜAvBun MuQIyMun
“İleride onu hızy eden azabın kime geleceğini ilmedeceksiniz. Mukim azab ona hılledecektir.”
Hazreti Nuh Peygamber “ilerde bileceksiniz” diyor.
Kur’an’da “sevfe/ilerde” deyince âhiret, “se” olunca da bu dünya kastedilir. Hazreti Nuh peygamberin dilinde bu “ilerisi” bu dünya olabilir. Sonra “men etahu” olacağı yerde “kime geleceğini bileceksiniz” diyor. Tufan geldiği zaman gemi kalkmaya başlayınca hızy eden azabın kime geleceğini anlayacaksınız demiş, “istihza, suhr dıhk (gülme)”ın yanında “hızy” kelimesi şeklinde zelil ve rezil kelimeleri de vardır. Topluluk içindeki sosyal seviyelerin düşüklüğünü ifade eden bu kelimelerle topluluğun ruhi hallerini göstermektedir.
Hızy eden azabın geleceğini ve o azap gelince artık sonu olacağı ifade edilmektedir.
Oysa mukim olan azap ona hulul edecek, ondan sonra ondan ayrılmayacaktır.
Her iki azabı âhiret için alabiliriz. Bu takdirde âhirette hesaplaşma günü suçlar ve azap ortaya konacak, hızy olacaktır.
Suhr | Hızy | Katir | Rezil |
İstihza | Dıhk | Zelil | Meskenet |
Bir toplulukta alt statüyü belirleyen sekiz kelime mevcuttur. Bu onların en alt grubunu teşkil eder.
İlk dört grupta kişilerin davranışı anlatılmaktadır.
O halde bir davranıştır.
Bir topluluğu mağlup ettiğiniz zaman onlara bir muamelede bulunursunuz. Öldürme esir etme, sürme; bunların hepsi hızydır. Rezil ile hızy arasında fark, rezillik kendi durumları ile birlikte olur. Hızy onlara uygulanan davranıştır.
Psikoloji ilminde bunlar tanımlanmalı, bir de ölçülebilmelidir.
Hızy gelir ve gider. Azabı mukim ise gelip yerleşir ve artık ayrılmaz. Birisine dayak atarsanız, bu azabı mukim değildir. Kolunu keserseniz bu azabı mukim olmaktadır. Nuh peygamber için ise buradaki mukim azap âhiret azabıdır. Hızy dünya hayatındaki azaptır.
Bugün sermayeyi tufan bekliyor.
Sermaye için söz konusu olan tufan nedir?
Karşılıksız paranın ortadan kalkması onun tufanıdır. Binde bir nüfus sahibi olduğu halde paranın tamamını eline geçirmiş, insanları istediği gibi sömürmektedir. Parası geçersiz hâle geldiği zaman artık eli kolu bağlanmış olur, azabı mukim gelmiş olur.
Sorun bizim semt kooperatiflerini kurma sorunudur.
Sermaye de kendisine onu tufandan koruyan gemiler yapabilir. Mesela, yüz dairelik lojmanlı işyeri apartmanlarının inşaatına katılıp hisse senetleri alır ve üretimden mal olarak kira payı alır. Tüm üretimlerden onun mal olarak gelirleri olacağı için zenginliği devam eder. Böylece ne hızya ne de mukim azaba uğrar. Nitekim Hazreti Muhammed’in kavmi böyle oldu; Müslüman olmuşlar, zengin olmuşlar ve zenginlikleri hâlâ devam ediyor.
Demek ki bizim siyasilere ve sermaye sahiplerine önerimiz, kuracağımız semt kooperatiflerinden hisse senetleri almaları ve orada üretilecek mallara ortak olmalarıdır. Böylece bizim sahip olduğumuz haklara sahip olmaktadırlar.
Akevler Kooperatifi ortakları hep memnun olmuşlardır.
حَتَّى إِذَا جَاءَ أَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُ قُلْنَا احْمِلْ فِيهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَأَهْلَكَ إِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ آمَنَ وَمَا آمَنَ مَعَهُ إِلَّا قَلِيلٌ (40)
“Emrimiz ciet edince ve tennur feveran edince ‘onun içinde her iki zevcden ve ehlini, kavl üzerine geçmiş olan hariç ve iman edeni haml et’ dedik. Onunla beraber yalnızca kalil iman etti.”
Hazreti Nuh aleyhisselam gemiyi inşa ediyor...
Bir fabrikayı inşa edersiniz. Onun projesi ayrıdır. Müteahhit o projeye göre inşaatı tamamlar. İnşaatçılar o yapının ne işe yarayacağını bilmeyebilirler, hattâ bilmemeleri gerekir.
Hz. Nuh Peygamber gemiyi inşa etmiştir.
Neye göre inşa etmiştir?
Proje talimatlarına göre inşa etmiştir. Şimdi ne işe yarayacağını da ona yine Âlemlerin Rabbi talim edecektir. Bu sefer işletme projesi hazırlanacaktır. Bugün bu işte kullanırsınız, yarın başka işte kullanırsınız. Aynı yapıya değişik işletme şekilleri uygulanabilir.
Burada “iza cae emruna” veya “felemma cae emruna” denmemiş de “hattâ iza cae” denmiştir; “eta” denmemiş de “cae” denmiş.
سرت الى انقرة حتى دخلتها فطلع الشمس
“Ankara’ya doğru yürüdüm, oraya dâhil oldum ve bu sebeple güneş doğdu”.
Burada girer girmez doğmuş olması gerekmez ama girdiği için doğmuştur.
سرت الى انقرة اذا دخلتها فطلع الشمس
“Ankara’ya doğru yürüdüm, oraya dâhil olduğum zaman şems tulu etti”.
Burada girdiği için doğmuş değil girdiği zaman doğmuştur.
Yani “Hattâ” yeri şart yapar, “İzâ” da zamanı şart yapar; hem yeri hem de zamanı birden şart yapacak olursak olursa “Hattâ İzâ”yı kullanırız.
Emrin ciet etmesi sebebi ile ve ciet ettiği zamanda anlamındadır.
Askerlikte iki komut vardır; biri ateşe hazır ol, diğeri ateş emridir.
Hazreti Nuh Peygambere gemi yap emri verilmiştir. Gemi yapar yapmaz harekete geçmeye memur ve mezun değildir. Bekler ve harekete geç dendiği zaman da hareket eder.
Biz de yüz dairelik lojmanlı işyeri apartmanlarını kurup içine geçmeyeceğiz. İzmir Akevler Sitesi’nde bu hatayı yaptık. Evleri ve apartmanları inşa ettik ve içine girmeye çalıştık. Evler yapanların olduğu için şeriat düzenini kuramadık!
Yüz lojmanlı işyeri apartmanını yaptığımızda, burasını finanse edenler, hattâ inşa edenler girip oturmayacaktır. İçimizden birine burasını cirodan kiralayacağız. O her katı istediklerine kiralayacak, her kat sorumluları da daireleri istediklerine kiralayacaklardır. Apartman sorumlusu üst bodrum katında onlara iş verecektir.
İşte bundan sonra faaliyet başlayacaktır.
Hazreti Nuh Peygamber gemi inşaatı yaparken ücretle ustaları çalıştırmış olabilir. Sonra onlar orada boğulmuş olabilirler. “Hattâİzâ” ile artık yerleşme safhası başlamaktadır.
“Tennur” “Nar”dan yapılmış bir kelimedir. Tef’ûl kalıbındandır. “Tabut” kelimesi de eğer “Beyt”ten geliyorsa buna yakın kalıptadır. Kalıbı olmayan kelime olarak alabiliriz. Araplar “cehennem, cehim, tennur, saîr” kelimelerini fırınlar için kullanırlar. Kazan kaynayınca, fırın kaynayınca anlamlarını vereceğiz. Bugün Türkçede kullandığımız “tandır” kelimesi buradan gelmektedir. “Tandır” Türkçe kelime ise “daldır” kalıbında olur. “Tanımak” kelimesi ile akraba olur. Tattır, tanıt anlamına gelir, ten et demektir.
“Feveran etmek” Türkçede bağırıp çağırmak demektir. “Fevr” aniden demektir. Ateşin alevlenmesi demektir. Cehennemin feveran ettiğini Kur’an beyan etmektedir ki fırının yanması anlamında olduğu manası Kur’an’da teyit edilmiştir.
O halde Hazreti Nuh’un gemisi yelkenli gemi değil ocaklı gemi idi.
En dış taraf kalaslarla çevrilmiş ve halatlarla sarılarak basınca dayanıklı hâle getirilmiş, içine tuğla döşenmiştir. Ateşin yandığı yerde aralıklar bırakılmıştır. Tuğlanın içi toprakla sıvanarak pişirilmiştir. Buharın kaçması önlenmiştir. Tuğla ile tahta arasına liflerden buharı kaçırmayan zift (çam reçinesi) konabilir.
Su deposu geminin en üstüne yapılmıştır. Ocak en alttadır.
Bugün bu gemiyi biz yapabiliriz. Yalova’daki dinlenme evinin her tarafına kat kalorifer petekleri döşenecektir. Bahçesine kat kaloriferi yapalım, çatıda da su havuzu koyalım. Elde ettiğimiz Nuh’un gemisiyle odalarımızı ısıtalım.
Bu konu burada bitmez. Tuğlayı nasıl pişiriyorlardı, kütükleri nasıl kalas yapıyorlardı, halatları nasıl yapıyorlardı? Bunları da tespit etmemiz gerekir.
Bunları bizim büyüdüğümüz zamanlarda Artvin’in Camili bucağında yapmakta idiler, bugün de bilmektedirler ama bundan sonra unutulup gidecektir. Hilmi Altın bunun üzerinde doktora çalışmasını yaptı. Hocalar başka şey yaptırdılar. O da o çalışmayı bir kenara attı!
Yalova Üniversitesi’ne gittik, rica ettik; kabul ettiler. Sonra haber gelmedi! Bir daha rica ettik, ikinci defa da söz verdiler; yine haber yok! Sözde durmamak günahların en büyüğüdür. Savaş sebebidir. Avrupalılar verdikleri sözde duruyorlar. Türkiye’de ise söz nedir, kimse bilmiyor bile. Bu da Türkiye’yi bekleyen en korkunç tehlikedir.
Evet, emir gelmiş, fırın feveran etmiş, kazandaki su kaynamıştır. Ateş verirseniz gemi yürür, ateş vermezseniz buharlaşma olmadığı için gemi durur. Burada bizim çözeceğimiz problem sıcak vana problemidir. Acaba nasıl çözüldü? Var mı idi yok mu idi? Bütün bu sorunları bugün yaparak çözerseniz Hazreti Nuh aleyhisselam zamanındaki uygarlığı öğrenmiş olursunuz. Acaba asa ile denizi yarmanın da böyle teknolojisi var mıdır?
حَتَّى إِذَا جَاءَ أَمْرُنَا
XatTAy EiÜAv CAvEa EaMRuNAv
“Emrimiz ciet ettiğinde…”
Emrimiz geldi. Emrimiz gelince ocağı devreye al demektir. Ocağı ısıttı. Çünkü ocak ısıtmak çok daha uzun iştir. Yapılmış tuğlalar ısınacak ve belki birkaç gün zaman geçecektir. Hayvanları ve yiyecekleri hazırlamışlardır ama hayvanlar henüz yüklenmemiştir. Çünkü gemideki malı tüketmeye başlamışlardır.
Buradaki emirden maksat, baraj patlayıp artık sular Fırat ve Dicle vadisini işgal etmeye başladı. Fazla yağmurlar başlayınca barajdaki sular taşar. Toprakla doldurulmuş barajın setleri yarılır ve göl birden boşanır.
1950’lerde Ankara’nın Mamak bölgesinde böyle bir olay oldu. Sular birden taştı. Devlet halka haber verdi; sular geliyor, oradan kaçın! Halk bizi buradan çıkaracak ve gecekondumuzu yıkacaklar diye inanmadı, yerlerinden ayrılmadılar. Sular geldi ve vadiyi bastı, on binlerce kişi boğuldu.
Barajın patlaması nehrin gelmesidir. Ve artık kazan da kaynamıştır. Haydi, hayvanları oraya yükle emrini verdik. Emrin gelmesi zamanın gelmesidir.
Bütün bunlar filme alınabilir. Bunun için senaristlere ihtiyaç vardır. Hakan Kandal ile Zeki Altuboğa birleşseler bu işi başaracak durumdalar. Kooperatif bunları destekler.
Biri Amerika’larda dileniyor, diğeri Erbil’lerde volta atıyor!
Zamanı gelmemiştir ama yapılması gerekenlerle ilgili hazırlıklar vardır. Bizim bugün “Adil Kur’an Düzeni”ni tanıtacak filmlere ihtiyacımız vardır. Tebliğ böyle tamamlanacaktır.
Bir film kooperatifini kurmalıyız ve buna bütün dünyanın din adamlarını ve cemaatlerini ortak etmeye çağırmalıyız. Biz Hazreti Yusuf kıssasını yazdık. Onlar Kur’an’a dayanarak senaryo hâline getirmeli ve insanlığa sunmalıdırlar.
Gülen Cemaati bunu yapabilir... Diyanet İşleri Teşkilatı bunu yapabilir... Hayrettin Karaman buna önderlik edebilir... Zeki ve Hakan da bu işin girişimcisi olabilir...
وَفَارَ التَّنُّورُ
Va FAvRa etTanNUvR
“Ve tennur feveran edince…”
“Tennur” burada marife gelmiştir.
Yani Hazreti Nuh’un yaptığı gemi feveran edince...
Kur’an’da bu geminin yapılış şekli de başka âyetlerde anlatılmaktadır. Ateş yakılan yer ve yakıt deposu su basıncının dışındadır. Ateş gereği kadar yakılır. Bugünkü buhar makinelerinde vanalar kısılır, basınç yükselir, böylece ateşin takati azaltılır. Nuh’un gemisinde geminin süratlenmesi isteniyorsa kapaklar açılır odunlar atılır, istenmiyorsa odun atılmaz, kapaklar da kapanır. Fırının yanması böyle kontrol edilir.
قُلْنَا احْمِلْ فِيهَا
QuLNAv iXMUL FIyHAv
“Onun içine haml et”
Gemide insanların kalacakları yerler hazırlandığı gibi hayvanların kalacakları yerler de hazırlanmıştır. İnsanların yiyecekleri gibi hayvanların da yiyecekleri depo edilmiştir. Bunun için hazırlık yapılmıştır. Artık bunları yerler denmektedir.
Bizim yüz lojmanlı işyeri apartmanımız da öyle hazırlanmalıdır ki dışarıdan bir şey almasak da, dışarıya bir şey satmasak da, kriz (sosyal tufan) geçinceye kadar yetecek erzakımızın olması gerekir. Orta bodrumu bunun için ayırıyoruz.
Baş mimarımız Bünyamin Demir katlardan birini eksilterek proje hazırladı. Böylece aksilik oldu. Bu bize şunu gösteriyor ki biz henüz hazır değiliz. Onun için iktidardakiler bize perde çekiyor. Eksikliği onlarda değil bizde bulmalıyız.
Bugün elektriksiz yaşayamayız. Elektriğin kesileceğini kabul edeceğiz. Apartmanımıza yetecek kadar elektrik üreteceğiz. Bunu nasıl yapacağız? Yalova’nın çevresi odunla doludur. O halde odunla çalışan kazan yapacağız. Buharlı tribün koyacağız ve bu bize elektrik üretecektir. Barış zamanında elektriğimizi şebekeden alacağız ama kesildiği anda hemen devreye girecek bir düzen oluşturacağız. Artık Adil Düzen Semt Sitesini düşünürken hep Yalova Teşvikiye beldesinde olduğumuzu düşünmemiz gerekir.
Hazreti Yakup Kudüs’ün yerini rüyada gördü...
Hazreti İbrahim emir aldı, Mekke’de temel attı...
Hazreti Muhammed Medine’ye göç etti...
Biz de şimdi Yalova’ya göç hazırlığındayız, oradaki halk bize yardımcı olacaktır.
مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ
MiN KulLi ZavCaYNı iÇNaYNı İ
“Her zevceynden...”
Burada zevceyn ikil olduğu halde iki sayısı buna sıfat olarak gelmiştir. Bunun sebebi ikinin tür değil, topluluk değil, gerçek sayı olmasındandır. Min külli dabbetin değildir. Yani bütün hayvanlardan değil, ehlileştirilmiş hayvanlardan al demektir. Artvin’den İstanbul’a gelirken her tür hayvandan ikişer al ve götür anlamındadır. Çünkü sonra gemi oturduğu zaman orada ehlileştirilmiş hayvan bulunmaz.
Kaç çeşit ehlileştirilmiş hayvan var olabilir? Bugün bile bunlar sayılıdır. Ülkemizde at, eşek, katır, deve, sığır, koyun, keçi, tavuk olarak sayabiliriz.
Mezopotamya dili incelendiği zaman bunları adları ile bilmemiz mümkün olur.
Görülüyor ki, yapacağımız o kadar çok iş var ki, bunları ancak bin dil üniversitelerini kurduğumuz zaman çözmeye başlayacağız.
Bin Dil Üniversitesi, onar katlı olup her katında on daire olan yüz adet apartmandır. Toplam bin kat eder. Bu katların altında mala-mal marketleri olacak. Her katta bir dil konuşulacak ve herkes bodrumda kendi ülkesinin mallarını satarak geçinecektir. Bu ülkenin malları da kendi ülkelerine gönderilecektir. Akevler Projesi ortaya konmalıdır.
Harun Özdemir, AK Parti’de milletvekili olmak üzere kehanetlerde bulunacağına, AK Parti’nin projelendirilmesi için çalışması gerekmektedir.
وَأَهْلَكَ
Va EaHLaKa
“Ve ehlini”
Burada “ehleke”den maksat “ehle beyti”dir, aile mensubu demektir.
Hazreti Nuh’un dört oğlu vardır. Üçü iman etmiş, biri iman etmemiştir. Bu sûrede bu iman etmeyen oğlu üzerinde tartışma vardır.
“Adil Düzen”i engelleyen temel oluşum akrabalık ilişkileridir.
Saadet Partisi kapanmasın, AK Parti kapanmasın diye Adil Düzen Partisi’nin kurulmasını önleyen arkadaşlarımızın hataları Hazreti Nuh peygamberin düştüğü hata idi. Hazreti Nuh; güzel ama demiş, bunlar ne olacak, sonunda oğlum ne olacak demiştir. Kur’an bunu değişik âyetlerde şiddetle reddeder.
Evlenecek çağa gelmiş, hattâ evlenmiş olan kişiyle konuşma yapıyorsunuz; danışacağım diyor, anneme babama soracağım diyor, eşime soracağım diyor. Oysa 15 yaşını dolduran herkes yalnız Allah’a soracaktır. Çünkü yaptıklarının hesabını Allah’a verecektir.
Kur’an’ı okuduğunuz zaman günümüzün hastalıklarını da öğreniyoruz.
Çare ve çözüm aramalıyız.
Ben şu çözüm yolunu buldum. Şeriata aykırı olmayan her işte onları serbest bıraktım. Ben de onlara uymaya çalıştım. Ama şeriata aykırı işlerde kimsenin gözünün yaşına bakmadım. Allah ne emrediyorsa onda ısrar ettim. Ama onlara da karışmadım.
Size de tavsiye ederim, siz de öyle yapın. Göreceksiniz, sizi öyle kabullenecekler, hattâ onlar da artık şeriata aykırı işleri yapmayacaklardır.
İman etmek kolay iş değildir. Yakınlarından vazgeçmekle kalmayacak, canlarından da vazgeçecekledir. Bu eğitimi veren tarikatlarımız olmalıdır.
إِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ
EilLAv MaN SaBaQa GaLaYHi eLQoVLu
“Aleyhinde kavlin sebkat olduğu kimseler hariç”
Baştan gemiyi yap ve zulmetmişler aleyhinde bana sorma demiştir.
İşte, sebkat eden kavil o kavildir.
Zulmedenler kimlerdir?
Yazılı şeriat kurallarını kabul etmeyip herkesin babalarından gördüklerini yapması suretiyle zulüm etmişlerdir. Karanlıklara dalmışlardır. Kimin ne yapacağı, ne ile karşılaşacağı belli değil. Oysa iman edenler güven içindedirler. Herkes kurallara uyduğu için ortalık aydınlıktır. Kimin ne durumda ne yapacağını bilmektedir.
وَمَنْ آمَنَ
Va MaN EAvMaNa
“Ve iman etmiş olanlar”
Sıralamasına dikkat edecek olursak; önce hayvanlar, sonra küçükler, sonra ise iman etmiş olanlar. Aslında burada bir cümle mahzuftur. Ve iman edenlerin ehilleri gerekir. Ama bu iman edenlerden önce olduğu için zikretmemiştir. Başka bir emir yok, sen de bin demiyor. Çünkü o da iman edenlerden biridir. Sonra o en sonunda binecektir. Ama bu kıyasla sabit olmaktadır. Kıyasla başkanın en son binmesi gerekir.
Yola çıkıldığı zaman da en önde hayvanlar gider. Arkasında çocuklar ve kadınlar giderler. Arkalarında erkekler gider. Başkan da en sondan gider. Sadece başkanın korumaları arkadadır. Onlar arabalara ters binerler, atlara ters binerler, arkayı gözetlerler.
Görülüyor ki, peygamber kıssasında her cümlenin fıkıhta yeri bulunmaktadır.
وَمَا آمَنَ مَعَهُ إِلَّا قَلِيلٌ (40)
Va MAv EAvMaNa MaGaHUv EilLAv QaLIyLun
“Ve ona zaten kalil kimse iman etti.”
Eğer size çok kimse iman ediyorsa yanlış yolda olduğunuzdan korkun.
“Çoğaldım diye memnun olma” ayeti bunun açık ifadesidir.
Sabrederseniz galipsiniz, çoksanız değil.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92