Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 831
Hûd Sûresi Tefsiri 61-63. Âyetler
19.09.2015
6518 Okunma, 1 Yorum

HÛD SÛRESİ - 18. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَإِلَى ثَمُودَ أَخَاهُمْ صَالِحًا قَالَ يَاقَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُمْ مِنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ هُوَ أَنْشَأَكُمْ مِنَ الْأَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ فِيهَا فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ إِنَّ رَبِّي قَرِيبٌ مُجِيبٌ (61) قَالُوا يَاصَالِحُ قَدْ كُنْتَ فِينَا مَرْجُوًّا قَبْلَ هَذَا أَتَنْهَانَا أَنْ نَعْبُدَ مَا يَعْبُدُ آبَاؤُنَا وَإِنَّنَا لَفِي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَا إِلَيْهِ مُرِيبٍ (62) قَالَ يَاقَوْمِ أَرَأَيْتُمْ إِنْ كُنْتُ عَلَى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّي وَآتَانِي مِنْهُ رَحْمَةً فَمَنْ يَنْصُرُنِي مِنَ اللَّهِ إِنْ عَصَيْتُهُ فَمَا تَزِيدُونَنِي غَيْرَ تَخْسِيرٍ (63)

 

***

وَإِلَى ثَمُودَ أَخَاهُمْ صَالِحًا قَالَ يَاقَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُمْ مِنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ هُوَ أَنْشَأَكُمْ مِنَ الْأَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ فِيهَا

Va EiLAv ÇaMUDa EaPAvHuM ÖAvLiXan QAvLa YAv QaVMı EuGBuDUv elLAvHa MAv LaKuM MiN EiLAvHın ĞaYRuHUv HuVa EaNŞaEaKuM MiNa eLEaRWı Va iSTAGMaRaKuM FIyHAv

“Ve Semud’a kardeşleri Salih’i… Ey kavmim dedi: Allah’a ibadet ediniz. Sizin O’ndan başka bir ilâhınız yoktur. Arz’dan O sizi inşa etti ve orada isti’mar etti.”

İnsanlık 60 bin sene önce yaratıldı. İnsanlar meyve toplayarak yaşadılar. İnsan zayıf ve bilgisiz yaratılmıştı. Dünyada yaşayacak biçimde bilgilendiler ve güçlendiler.

Sonra avcılık dönemi geldi. Dünyaya yayıldılar, gitmedikleri karalar kalmadı.

Sonra çobanlık dönemi geldi. Hayvanları ehlileştirip onlarla karşılıklı dayanışma içinde yaşamaya başladılar. Hayvanları emirlerine aldılar.

Sonra tarım dönemi geldi, bu sefer bitkileri ehlileştirdiler ve canlılara birden hakim oldular.

Bu dönemlerde insanlar ayrı ayrı kabileler hâlinde yaşıyor, kişi yönetimi ile kabileler yönetiliyordu. Birbirini tanıyan insanlardan oluşan ve yazılı kuralları olmayan topluluklardı.

Kuzeyde orman tarımını yapan ve aynı zamanda avcı olan Sümerler güneydeki Akadları yenerek topraklarını istila ettiler. Sümerler Türklerden, Akadlar Araplardan birer kavim idiler. Sümerler baraj yapmayı biliyorlardı. Fırat ve Dicle üzerinde topraktan kunduzların yaptığı gibi barajlar yapmaya başladılar. Birden toprakları yüzlerce misli verim vermeye başladı. Çevredeki halk barajların çevresinde toplandı. Böylece birbirini tanımayan kalabalık halk bir araya geldi. Kişi yönetimi yetmez oldu.

İşte…

Hazreti Nuh peygamber geldi ve insanlara değişik kabilelerin birlikte yaşamasını öğretti. Hazreti Nuh peygamber İslâm düzenini kurdu, birinci Sümer uygarlığı doğdu. Çevredeki Sami ırkına mensup olanlar Sümer kentlerine taşınmaya başladılar. Sümerleri yenerek Âd uygarlıklarını kurdular. Sonra Sümerler ikinci Sümer uygarlığını kurdular.

İşte burada anlatılan Hazreti Nuh’tan sonra Sümerlerin tekrar hakim olup kurdukları Sümer uygarlığının yeniden helak olmasıdır. Böylece ikinci Âd uygarlığı doğdu.

Necm Sûresi’nde:

وَأَنَّهُ أَهْلَكَ عَادًا الْأُولَى (50) وَثَمُودَ فَمَا أَبْقَى (51) وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُ إِنَّهُمْ كَانُوا هُمْ أَظْلَمَ وَأَطْغَى (52) وَالْمُؤْتَفِكَةَ أَهْوَى (53) فَغَشَّاهَا مَا غَشَّى (54)

“O ilk Âd’ı helak etti ve Semud’u da baki kılmadı ve daha önce de Nuh kavmini de; onlar ezlem ve etğa idiler ve Mü’tefikeyi havaya uçurdu. Ğaşy eden ğaşy etmişti.”

Bu âyetler Mezopotamya tabletlerinden öğrendiklerimizle ve Tevrat’ta anlatılanlarla tamamen uyum içindedir.

Bunlar Hazreti İbrahim’den önceki Mezopotamya uygarlıklarıdır. Bir uygarlıktır; Sümer yazısı ve dili ile oluşmuş uygarlıktır. Çivi yazısı ile dünyayı uygarlaştırmışlardır. Bu tarihi gerçekleri Kur’an “Ve Erselna ilâ” demeyip Hazreti Nuh peygamberin irsaline atfetmektedir ve ifadeyi aynen tekrar etmektedir. Âd yerine Semud’u koymakta, her ikisinde de “Ehahum” denmekte ve her ikisinde de “Kavmi” demektedir. Oysa Hazreti Nuh Peygamberde “Ehahum” denmemekte, Nuh kavmine bir ad vermemektedir. Çünkü henüz kaynaşıp kardeş olmamışlardı. Devletleri olmadığı için yönetenler ve yönetilenler yoktu.

Oysa Âd ve Semud’da birileri hakimdi. Peygamberler karşı partilere değil kendi kardeşlerine hitap ediyordu, muhatap bütün kavim idi.

Biz de ne yapıyoruz? Tüm Türk halkına hitap ediyoruz ama muhatabımız bizim Millî Görüş partileridir. AK Parti’ye ve Saadet Partisi’ne söylüyoruz. Onlarla hareket ediyoruz.

“Ehahum” kelimesi Kur’an’da sekiz yerde geçmektedir; iki defa Hûd ve üçer defa da Salih ve Şuayb için geçmektedir.

Bugün Türkiye’de nasıl CHP-MHP cephesi varsa, onlardan biri hakim durumda olmaktadır. Bozulan hakim olanlardır. Bozulan hâkim gruptan kardeşleri uyarıcı olarak gelmektedir. Bugün de bizim uyarımız bizimkileredir. Bunlar kimlerdir?

AK Parti, Saadet Partisi, Risale-i Nur şakirtleri ve Tarikat ehli.

Bunlara ne diyoruz?

Allah’a ibadet ediniz. O’ndan başka ilâhınız yoktur. Bu topraklarda sizi inşa etti ve bu topraklarda yaşıyorsunuz. Bütün Türk milletine hitap ederek diyoruz ki; bu memlekette ulus olarak oluştuk. Bin seneden beri burada yaşıyoruz. İstiklâl Savaşı’nı birlikte yaptık. Demokrasiye birlikte geçtik. “Adil Kur’an Düzeni” çalışmalarına birlikte başladık. O halde barış içinde hayırda yarışarak birlikte yaşayalım.

Burada “Allah” kelimesi iade edilmiştir. Çünkü burada kastedilen Allah âlemlerin Rabbi olan Allah’ın halifesi olan topluluktur. Kavimdir. Âd’dan başkasıdır.

Biz de önce kavmimizi, Türk ulusunu uyarıyoruz. Varlıklarımızı koruyarak birlik olmalıyız. Hakemlerin vereceği kararlara uymalıyız. “Adil Kur’an Düzeni”ni getirmeliyiz.

Mü’minûn Sûresi’nde:

ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ أَنْشَأْنَاهُ خَلْقًا آخَرَ فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ (14)

“Sonra nutfeyi alaka olarak halk ettik. Alakayı mudğa olarak halk ettik. Mudğayı ızam olarak halk ettik. Izam üzerine lahmı kesvettik. Sonra onu aher halk ile inşa ettik. Allah bereketlendirdi, haliklerin en hayırlısıdır.”

Burada anne karnındaki değişimler için her birini böyle halk ettik, böyle halk ettik dediği halde, dünya hayatındaki oluşmaları bir halk olarak inşa ettik demektedir.

Demek ki inşa olsun, halk olsun, sonunda yeni bir mahlûk ortaya çıkmaktadır. Anne karnında yeni dokular ve organlar oluşmakta ve bunlar anne tarafından beslenerek oluşmaktadır. Doğan çocuk ise artık kendi kendine yaşamaktadır. Ayrıca yeni organlar yerine eski organların gelişmesi sağlanmaktadır. Yeni dokular meydana gelmektedir.

Her ikisi halk olmakla berber neşetteki oluşum daha az değişme anlamındadır.

Ankebut Sûresi’nde:

أَوَلَمْ يَرَوْا كَيْفَ يُبْدِئُ اللَّهُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ (19) قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ بَدَأَ الْخَلْقَ ثُمَّ اللَّهُ يُنْشِئُ النَّشْأَةَ الْآخِرَةَ إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ (20)

“Allah’ın halkı nasıl ibda ettiğini rey etmiyorlar mı? Sonra onu iade edecektir. Bu Allah’a yesirdir. De ki: Arzda seyr edin ve Allah’ın halkı nasıl ibda ettiğine nazar edin. Sonra son neş’eti inşa edecektir. Allah her şeye kadirdir.”

Burada dünyadaki yaratılışı halk olarak ifade etmekte, sonra onu iade edecektir diyerek âhirette halkın iade edileceğini söylemektedir. Yeryüzünde dolaşın ve ilk yaratılışı görün demekte ve âhiret yaratılışını da son neş’et olarak ifade etmektedir.

Yasin Sûresi’nde:

قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِي أَنْشَأَهَا أَوَّلَ مَرَّةٍ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ (79)

“Söyle: Onu evvel merre kim inşa etmişse onu O ihya edecektir. O her türlü halkı bilmektedir.”

Sizi Arz’dan inşa etti denmektedir. Semud kavmini Arz’dan inşa etmiştir. Yahut tüm insanları Arz’dan inşa etmiştir. Burada “Min” kelimesi cins için gelebilir, o zaman Arz toprak manasındadır. Tin veya turaba verdiğimiz mana verilmektedir. Demek ki halk, neş’eti de içermektedir. Neş’et halk etmenin bir türüdür.

Arz’dan inşa etme onu araç olarak kullanmadır.

Buradaki inşa Semud kavminin Fırat ve Dicle havzası içinde inşa edilmiş olması olarak ifade edilmiş olabilir. Yahut tüm insanlığın Arz içinde inşa edilmiş olması olabilir.

Buradaki “Min” “Fî” manasına alınabilir. Bir topluluğun varlığını sürdürmesi için toprağının olması gerekir. Aynı yerde yaşayanlar topluluk oluşturmaya başlarlar. Sonra o topluluk o topraklarda yaşamaya başlar. Artık o toprak o topluluğun bedeni olur.

وَإِلَى ثَمُودَ

Va EiLAv ÇaMUDa

“Ve Semud’a da”

Hazreti Nuh’a irsal ettiğimiz gibi Semud’a da irsal ettik.

Bunlar aynı topluluğa gelmişler ve aynı uygarlığı geliştirmişlerdir. Bu sebeple “Ve Erselnâ” denmemiştir.

“Semud” kelimesi “Sümer”den gelmektedir. Hazreti Nuh Kur’an’da ve Tevrat’ta aynen geçmektedir. Hazreti Salih ise Şilah olarak geçmektedir. “Semud”un Sümerler olduğunda kuşku yoktur. “Âd” Akadlar, Semud da Sümerlerdir. R harfi D harfine dönüşmektedir.

“Sümer” kelimesi esmer kelimesi ile akrabadır. Türkler buğday rengindedir. “Semed” kışlık suyun doldurulduğu havuzdur, yazları o suyu kullanırlar. Suyun ve deponun adıdır. Sümerler kuzeyden gelince yerlilerin bilmediği barajlar yaptılar. Sular kışın barajlarda toplandı ve yazları kullanılır oldu. Bundan dolayı kuzeyden gelen halka Semud veya Sümer denmiş oldu.  Kuran’da Âd kavmi ile beraber anılır. Ad geri dönen, geri gelen demektir.

أَخَاهُمْ صَالِحًا

EaPAvHuM ÖAvLiXan

“Kardeşleri Salih”

Kavim kardeşleri Salih’e demektedir.

Fırat ve Dicle havzasında iki halk yaşıyordu. Biri Arapça konuşan Âd kavmi, diğeri Sümerce konuşan Semud kavmi. Hazreti Nuh zamanında henüz gruplaşmamışlardı. Sonraları iki halk devamlı çatışır olmuştur. Ayrı ayrı soydan gelen bunlar tek kavim idiler, ayrı ayrı halk idiler. Artık birbirlerinin dillerini biliyorlardı.

Bugün Türkiye’de pek çok halk yaşamaktadır. Bunlar kendi konuşma dillerini korumakta ama ortak dili de bilmektedirler.

Mezopotamyalılar ayrı ayrı siteler halinde yaşamışlar, sitelerden biri diğerlerine hakim olmuş ve tek devlet olmuşlardır. Bazen Âd yöneticileri hakim olmuş, bazen Semud yöneticileri hakim olmuştur. Amerika’da da böyle bir durum vardır. Şimdi İngilizler hakimdir. Sovyetlerde Ruslar hakim olmuş, bütün halklar Rusçayı bilmektedirler.

Türkiye’de önce Farsça hakim iken sonra Türkçe hakim olmuştur. Şimdi de Kürtler biz de varız diyorlar. Aynı coğrafyada yaşayanlar zamanla aynı kavim olmaya başlar. Halkları ayrı ayrı olabilir. Anadolu’ya 1071’de geldik. Kürtler de bizimle beraber idiler. Bugüne kadar birlikte yaşadık. Hıristiyanlar da yaşadılar. Sonunda Hıristiyanlar helak oldular.

Gelecekte ne olacaktır?

Allah’a ibadet ediniz. Başka ilâhınız yok demek, Türkiye bölünmeyecek demek, zamanla Türkler, sonra belki Kürtler hakim olacak ama ülke bölünmeyecek demektir.

Nitekim Mezopotamya bölünmemiştir. Bir devlet içinde (kavim içinde) halklar yarışırlar, uygarlık böylece gelişir. Birinci ve İkinci Cihan Savaşları devletlerin sınırlarını fazla değiştirmemiştir.

Savaşarak toprak kazanma dönemi sona ermiştir. Dönem yurtta sulh cihanda sulh dönemidir. Artık toprak almak için değil, bağımsızlık için savaşlar olmaktadır.

قَالَ يَاقَوْمِ

QAvLa YAv QaVMı

“Kavl etti: Ey kavmim”

“Ey kardeşlerim” demiyor. Onlara hitap etmiş ama sözlerini bütün kavim için bütün Mezopotamya halkları için söylemiştir.

Biz de Millî Görüşçülere ve Gülen cemaatine hitap edeceğiz ama tüm Türkiye’ye ve tüm insanlığa hitap etmek durumundayız. Çözümler sadece bir grup için değildir. Tüm insanların yani devletlerin, illerin, bucakların ve ocakların yani bütün insanların sorunlarını Kur’an’dan öğrenip aktarmak bize yüklenmiştir. Bizden başka bu işi yüklenenler varsa o zaman onlarla ilişki kurmamız gerekmektedir. Allah’a giden yolda yardımlaşanlar olmalıyız.

Eskiden uzaktakilerle görüşme mümkün değildi. Şimdi ise herkes bir telefon kadar yakındır. Aynı yerde toplanmasak bile belli saatlerde birbirimize bağlanıp sıra ile konuşmalıyız. Radyo ve televizyon bir şey ifade etmez, yazışma ve konuşma sorunları çözer.

اعْبُدُوا اللَّهَ  

EuGBuDUv elLAvHa

“Allah’a ibadet ediniz”

Âd kavminde söylenenler aynen tekrar edilmektedir. Çünkü durumları aynıdır. Eski uygarlık yaşlanmış ve artık işe yaramaz hâle gelmiştir.

Yeni şartlara uymamız gerekmektedir. Bir kavmin, bir devletin tek şeriatı olur. Bu şeriat da bir dille ifade edilir.

Bir insanda iki kalp olamayacağına göre bir toplulukta da tek dil olacaktır, tek başkan olacaktır. Bütün halklar onun işçisi olarak çalışacak ve onun ferdi olarak yaşayacaklardır. Yönetim bakımından çok olunmayacak, yaşama bakımından farklı olunacak. Gerek çarşıda gerek bakkalda gerekse aynı şartlarla mal satılacak, halk istediğini alıp kullanacak.

مَا لَكُمْ مِنْ إِلَهٍ

MAv LaKuM MiN EiLAvHin

“Sizin için ilâhtan biri yoktur”

Sizin için başka bir ilâh yoktur ifadesi mefhumu muhalefetle başkaları için başka ilâh vardır anlamı çıkabilir. Mefhumu muhalefeti kabul etmediğimiz için bu manayı vermemiz mümkün değildir.

Bununla beraber Yeryüzünde insanlık Allah’ın halifesidir ama kavim de insanlık içinde yine doğrudan Allah’ın halifesidir, kendisine verilen görevleri devlet yapar. Her il de doğrudan Allah’ın halifesidir, kendisine verilen görevleri doğrudan insanlığa yapar.

Her bucak böyledir, her ocak böyledir. Her insan da böyledir. Dolayısıyla insanların ilâhı tektir ama o ilâh arzda başka, semada başka ilâhtır. Herkesin ortak ilâhı değildir. Tek tek her birinin farklı ilâhıdır. Çünkü herkese ayrı ilâh olarak görülür, ilâhlığını farklı yapar.

Burada hem “İlâh”ın nekre gelmesi hem “Min” ile takyid etmesi “Leküm” demesi bu hilafet yapısını ifade etmektedir.

غَيْرُهُ

ĞaYRuHUv

“Onun gayrı”

Allah’tan gayrı bir ilah yoktur denmektedir. Böylece “min ilâhin”deki mefhumu muhalefet ihtimalini ortadan kaldırmaktadır. O’nun dışında ilâh yoktur anlamını teyit etmektedir.

Buradaki “gayr” istisna harfidir. Nefyden sonra geldiği için istiğrakı ifade eder. Ondan başka kimse yoktur anlamı çıkar.

هُوَ أَنْشَأَكُمْ

HuVa EnŞaEaKuM

“O sizi inşa etmiştir”

Hilkat kelimesinde birinde oluş var. Hücre bölünür ve iki hücre olur. Bu halktır. Zamanla büyüyen insan güçlenir. Bu inşadır. Allah kâinatı halk etmiştir. Şimdi biz onun içinde inşaat yapıyoruz. Denizdeki gemiler inşa edilmiştir. Biz inşa ediyoruz ama O’nun malzemesini kullanıyoruz, O’nun enerjisini kullanıyoruz, O’nun verdiği bilgileri kullanıyoruz ve O’nun verdiği güçle yapıyoruz. Kimse bunu inkâr edebilir mi?

Peki, sizin katkınız ne ki ‘biz inşa ettik’ diyorsunuz?

Buradaki “Küm” Salih kavmi olabildiği gibi tüm insanlık da olabilir.

مِنَ الْأَرْضِ

MiNa eLEaRWı

“Arz’dan”

Kur’an insanın tin ve turabdan halk edildiğini zikretmektedir, mâ’dan halk edildiğinden bahsetmektedir. Bir de Arz’dan inşa etmekten bahsetmektedir.

Burada “Min” hakiki manada alınırsa insanı Arz’da bulunan atom ve moleküllerden inşa ettiğini ifade etmektedir. Tabii ki bu doğrudur. İnşaatta uygundur. Çünkü Arz’daki maddeler zamanla değişik yollardan birleştirilerek sonunda insan olmaktadır. Bu manadan sapmamız mümkün değildir.

Arz’dan kasıt Fırat ve Dicle havzası ise; oradan inşa ettik demek, sizi o topraklar sebebiyle kavim yaptık demek olur. Fırat ve Dicle havzası ile çevresindeki araziler insanların kolayca kazanacağı yerler olmuş, civardaki halk oralara göç etmiş, kalabalık topluluk oluşmuştur, böylece Sümerler bir kavim hâline gelmişlerdir.

Âd helâk olduktan sonra Sümerler yönetime hakim olmuşlardır. Ama ulus olarak oluşmaya Hazreti Nuh zamanında başlamışlardır. İlk ulus toplulukları oluşturanlar Sümerlerdir. Âd kavmi mensupları onların oluşturduğu devleti sürdürmüşlerdir.

وَاسْتَعْمَرَكُمْ فِيهَا

Va iSTaGMaRaKuM FIyHAv

“Ve orada sizi isti’mar etti”

“Umare” katlı bina demektir. “İmar etmek” yapılar yapmak demektir. “Ömür” insanın yaşadığı yıllara denmiştir. Her yıl bir kat kabul edilmiştir. “Tamir” yaşatmak anlamındadır. Binaları doldurmak yani bir yerleri meskûn hale getirmek anlamındadır. Mescidin imar edilmesi iki manaya gelir; onu onarmak anlamına gelir yahut oraya gidip katılma anlamındadır. Hacdaki umre bu manadadır.

“İsti’mar etmek” kondurmak, misafir etmek anlamındadır.

“Sizi orada isti’mar etti” demek, sizi oraya iskân etti demek olur.

Sümerler dışarıdan gelen halk olduğu için orada misafir edilmişler, iskân edilmişlerdir.

“İsti’mar” kelimesi Kur’an’da bir defa geçmektedir ve yalnız Sümerler için geçmektedir. Çünkü yeryüzüne ilk iskân olan kavimdir. Tarım kentleri vardır ama onlar halkın kendi topraklarında kendi kentlerini kurmuş olmalıdır. Oysa Nuh Kavmi orada iskân edilmiştir. Bu şunu ifade etmektedir. Sümerler savaşla gelip yerleşmediler. Mezopotamya’da baraj inşaatına başladılar ve Sümerler oraya işçi olarak geldiler. Yani bugün biz nasıl Almanya’ya işçi olarak gittiysek, onlar da Mezopotamya’ya gelip barajlar inşa ettiler. Halk ekonomik bakımından toplandı, böylece Nuh Kavmi oluştu.

Nitekim biz de üçüncü binyıl uygarlığını savaş üzerine kurmayacağız. Yani savaş sonu oluşmuş bir topluluk değiliz. Dünya ekonomik bakımdan göçlerle dolmaktadır. Zamanla siyasilerin ve sermayenin engelleri kalkacak, tüm insanlık bir taraftan diğer tarafa gidip isti’mar edilecektir. Seyahat, seyr etmek, hicret bunun için ibadet sayılmıştır.

فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ إِنَّ رَبِّي قَرِيبٌ مُجِيبٌ (61)

Fa iSTağFiRUv ÇümMa TuVBUv EiLaYHi EinNa RabBıY QaRIyBun MuCIyBun

“Ona istiğfar ediniz, sonra O’na tevbe ediniz. Rabbim karibdir, mücibdir.

Durum böyle iken, tüm insanlığın uygarlaşmasını başlatmış bir halk iken, düzeninizi bozup Rabbinizden başkasına ibadet etmeye başladınız. Mekkelilerin yaptıkları gibi herkes putları bir araya getirdi. Enlil diye büyük tanrıyı kabul ettiler ama herkesin kendi kabile tanrısı vardı ve ona ibadet ediyorlardı. Her kabile ayrı düzen içine girmişti. Bundan vazgeçmelerini Hazreti Salih onlara bildiriyordu. İstiğfar ediniz yani yaptığınız haksızlıkları bırakın ve herkesin hakkını veriniz yahut eski yaptığınız şeylerden vazgeçiniz.

Bugüne gelirsek…

Sermayeye diyoruz ki;

  • Faizden vazgeçiniz…
  • Dine, ilme ve siyasete karışmayınız...
  • Ticaretle yeryüzündeki zenginliklerinizi koruyunuz...
  • Şimdiye kadar almadığınız veya alamadığınız faizlerden de vazgeçiniz...
  • Karşılıksız doları altınla tarif ediniz ve bundan sonra alacağınızı ondan isteyiniz...
  • Cebri icraya gitmeyiniz, sadece bir daha onlarla ticari işler yapmayınız...

İşte bunlar istiğfardır.

Sonra da tevbe ediniz.

“Sümme” kelimesi yani bu vazgeçme işi bile zordur. Faiz üzerine kurulan tüm anlaşmalar ve hesaplardan sonra nasıl olacak da birden kredileşme düzenine yahut selem düzenine geçilecektir? Yavaş yavaş işlerinizi işçilik sisteminden ortaklık sistemine çeviriniz. Örnek olarak Cengiz Demirci’nin yaptığı gibi isteyenleri işçi, isteyenleri ortaklık statüsünde çalıştırınız. İşinizi ciro ile kiraya veren yere taşıyınız. Faizli kredi yerine ortaklık üzerine sermaye temin ediniz.

Bu arada geliriniz azalacaktır ama bundan sonra “Adil Düzen”e geçiniz. O zaman da şimdi kazandıklarınızın çok daha fazlasını kazanacaksınız.

Bir de istiğfar etmeye başka mana verebiliriz. Yaptıklarının yanlış olduğunu kabul ederek vazgeçmek için yol aramaktır. Evet, bu düzen bâtıl düzendir ama bu düzenden nasıl çıkacağımızı bilemiyoruz. Sen bize zalim düzenden nasıl çıkacağımızı öğret.

İşte…

“Adil Kur’an Düzeni” üzerinde çalışmak istiğfar etmek demektir. Adil Kur’an Düzeni Çalışanları bu istiğfarı yaptılar. Akevler bu istiğfarı yaptı ve yapıyor. Erbakan bu istiğfarı yaptı. Ne var ki AK Parti ve Saadet Partisi Erbakan’dan sonra irtidat etti. Biz de şimdi bizim kavmimiz olan bu partilere diyoruz ki; istiğfar ediniz.

Sonra O’na tevbe edilecek, sonra “Adil Kur’an Düzeni” yaşanacaktır. “Adil Kur’an Düzeni”ni öğrenmeden, onu uygulayacak imkânları hazırlamadan “Adil Kur’an Düzeni” uygulaması yanlıştır. Bu sebeple biz iktidarlardan veya partilerden bugün “Adil Kur’an Düzeni”ni uygulamalarını istemiyoruz. Sadece “Adil Kur’an Düzeni” çalışmalarını yapmak isteyen kooperatifleri destekleyiniz diyoruz. Bunun için iktidar olmak gerekmez. Cemaati olan her topluluk bu araştırmaya, bu çalışmaya, bu istiğfara başlayabilir.

“Rabbim karibdir, mücibdir” yani cevap vericidir diyor; yani istiğfara cevap vericidir.

Bugüne uygularsak, “Adil Kur’an Düzeni”ni öğrenip hazırlık yapmak için çalışanların duasını kabul eder, “Adil Kur’an Düzeni”ni öğretir ve uygulanmasına izin verir. Akevler olarak bunları yaşadık. Biz Allah’tan bir istedik, O on verdi, hattâ bin verdi.

Bugün de “Adil Kur’an Düzeni”nde çalışanlara Allah çok çok verecek, istiğfar dualarını kabul edecektir. Bu seminerleri düşünerek ve tartışarak takip edenler yakında değişecekler. Bir toplantıda onlar konuşurken herkes onlara kulak verecek. Büyük âlim geçinen profesörler kendi alanlarında nasıl cahil olduklarını görmeye başlayacaklardır.

فَاسْتَغْفِرُوهُ

Fa iStağFiRUv

“O’na istiğfar ediniz”

Hazreti Salih Sümerlere diyor ki: Bakınız, Allah sizi dünyanın en seçkin kavmi yaptı. İnsanlığı kabile döneminden devlet aşamasına siz getirdiniz. Şimdi ise o devleti batırıyorsunuz, o devleti yağmalıyorsunuz.

Bugün de tarım döneminden sanayi dönemine geçilmektedir. Bu geçişi bugünkü sermaye sağlamıştır. Sümerler gibi Allah’ın seçkin kulları olan İsrail oğullarının tüccarları bunu sağladı. Şimdi o sermaye uygarlığı yıkmaya çalışmaktadır.

Nelerle yıkmaya çalışmaktadır?

Faizle, vizelerle, kotalarla, mafyayla, savaşlarla, basın şantajlarıyla insanlık uçuruma gidiyor. Para kazanacağım diye insanlar aç bırakılıyor. Para kazanacağım diye doğa tahrip ediliyor. İşte bu durumda Hazreti Salih Peygamber gibi biz de diyoruz ki; istiğfar ediniz.

Uğur Tanış döngüler yapıyor, döngüde adamlar koyuyor. Kişilerde döngü yoktur, olaylarda döngü vardır. Kur’an’daki bu döngüleri ortaya koyup her birinde kişileri değil olayları bulmalıdır. Uğur Tanış Kur’an’dan sonra peygamber gelmeyeceği gibi döngü sahipleri de kişiler olmayacak, olayları ortak olarak yaşayacağız.

“Adil Kur’an Düzeni” ne Süleyman Karagülle’nin ne de Necmettin Erbakan’ındır. Bediüzzaman, M. Akif Ersoy gibi birçok kimsenin katkıları ile gelmiş ve İzmir’dekiler başlatmış, Akevler’i kurmuşlar, Erbakan bu çalışmalara katılmış ve dünyaya duyurmuştur. Şahısları peygamberleştirmek yanlıştır. Hele şahısları ilahlaştırmak tabi ki cinayettir. Bu sebepledir ki ben söylediklerimi bir daha okuyup düzeltmiyorum. Ben onlara sahip değilim. Söz olduğu için kulak verin ve size göre doğru olana sahip çıkın.

ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ

ÇümMa TuVBUv EiLaYHi

“Sonra O’na tevbe edin”

Yani “Adil Kur’an Düzeni”ni önce öğrenin…

Sonra gerekli hazırlıkları yapın…

Ondan sonra uygulayın.

Buradaki “Sümme”den öğreniyoruz ki; biz öğrenip hazırlığımızı yaptıktan sonra da insanların onları öğrenmeleri için zamana ihtiyaç vardır. Onun için “sümme” denmektedir.

Bizim “Adil Kur’an Düzeni”ni anlamamız için örnek uygulama yapmamız gerekir.

Halka anlatabilmemiz için de çalışan örnek işletmeler kurmamız gerekmektedir.

İlmimizin olmadığı yerde önderlik yapmayacağız.

İlmimizin olduğu yerde de önce uygulama yapmalı, sonra başkalarına anlatmalıyız.

إِنَّ رَبِّي قَرِيبٌ

EinNa RabBıY QaRIyBun

“Rabbim karibdir”

Yani sizin dualarınızı duyar ve cevabını da verir durumdadır, yani hem adeta sizin emrinizde istiğfarınızı beklemekte hem de gerekeni yapmak için yakınınızda durmaktadır. Siz bir yaparsınız, O on verir. Sonra siz O’na istiğfar etmez isyan edersiniz.

1950’lerdeki durumu, 1960’lardaki perişanlığı hatırladığımız zaman, Allah’ın bize ne kadar yakın olduğunu ve bizi nerden nereye getirdiğini göreceğiz.

Şimdi de şaşkınlar, Allah’ın verdiği iktidarı sermeyenin boş iğvalarına göre bırakıp gittiler. Şimdi de ne yapacaklarını düşünüyorlar. Bizim mürtet kardeşlerimiz Erdoğan’a gidiyorlar, bu şartın kaldırılmasını öneriyorlar. Ben eminim ki o arkadaşlar kendileri milletvekili olsunlar diye bunu yaptılar. İşin kötüye gittiğini anladılar, bunun için gittiler. O Davutoğlu’na havale etti. Çünkü onlar getirmişti. Onların baskısı geldi. Sonra bu arkadaşlar Davutoğlu’na gittiler. O da şimdilik bu olmaz dedi.

İşte sonuç ortadadır.

Allah kimi şaşırtırsa onu hidayete erdirecek yoktur.

مُجِيبٌ  

MuCIyBun

“Muciptir”

Bakara Sûresi’nde:  

وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجِيبُوا لِي وَلْيُؤْمِنُوا بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ (186)

“İbadım benden sana sual ederlerse, ben karibim, davet edenin duasını davet edince kabul ederim. Benden isticabe etsinler ve bana iman etsinler. Umulur ki rüşd ederler.”

Ayette rüşde ersinler dendiğine göre; buradaki dua, doğru çözümü arasınlar, ben onlara çözümleri gösteririm anlamındadır. Sual sormak anlamında olup istemek anlamında değildir.

Dikkat edecek olursak Kur’an bize Hazreti Salih Peygamberin kavmine söylediklerini söylüyor. Bir zavallı makale yazıyor; Kur’an ve Tevrat Mezopotamya masallarına dayanıyor, böylece bunlar kopyacı demek istiyor. Şaşkın yazar, Tevrat’ı da Kur’an’ı da ben uyduruyorum demiyor. Hepsi uygarlığı Hazreti Nuh’tan itibaren başlatıyor ve Allah’ın o peygamberleri gönderdiğini söylüyor.

Evet, Ehli Hak silsile-i mutasaddikindir, birbirlerini onaylarlar.

Filozoflar ise silsile-i mütekezzibindirler.

قَالُوا يَاصَالِحُ قَدْ كُنْتَ فِينَا مَرْجُوًّا قَبْلَ هَذَا أَتَنْهَانَا أَنْ نَعْبُدَ مَا يَعْبُدُ آبَاؤُنَا وَإِنَّنَا لَفِي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَا إِلَيْهِ مُرِيبٍ (62)

QAvLUv YAv ÖAvLiXu QaD KüNTa FIyNAv MaRCuvVan QaBLa HAÜAv Ea TaNHAvNAv EaN NaGBuDa MAv YaGBuDu EAvBAvEuNAv Va EinNaNAv LaFIy ŞakKın MinMAv TaDGUvNAv EiLaYHi MuRIyBın

“Ey Salih dediler; içimizde kable haza mercuv idin, eblerimizin ibadet ettiklerine ibadet etmekten bizi nehy mi ediyorsun? Biz senin bizi davet ettiğinden murib şek içindeyiz.”

Ey Nuh dediler, ey Hûd dediler; şimdi de ey Salih dediler deniyor. Hepsinde peygamberin ey kavmim demesinden söylüyorlar. Böylece söyleyenler kavim adına konuşanlardır. Hazreti Nuh peygamberde ayrıca kavminden ileri gelenler dediler deniyor; Hazreti Hûd ve Hazreti Salih’te kavminden ileri gelenlerden bahsetmiyor.

Hazreti Nuh Peygamber konuşurken halk henüz devlet aşamasına gelmemiştir. Bu aşamada topluluklar kabile reisleri tarafından yönetilir. Topluluk içinde başkan yoktur, hâkim yoktur, polis yoktur; kabile reisleri vardır. Bir araya gelip konuşurlar. Onların ittifak ettikleri konularda uygulama yapılır. Birinin muhalefet ettiği işi yapsanız silahlar konuşur. Bundan dolayı kolay kolay muhalefet de etmezler, çünkü kavgayı göze almak istemezler.

Âd ve Semud zamanında ise devlet oluşmuş, artık yönetim var, yargı var, polis var.

Bizi atalarımızın ibadet ettiklerinden nehy ediyorsun! Devlet oluşmuş, birlik olmanın nimetlerine ulaşılmış, zenginlik meydana gelmiştir. Şimdi halk o zenginliği talan etmekle meşguldür. Herkes kamu mallarını paylaşmaktadır.

Bugünkü Türkiye’nin durumu budur. Türk Milleti 1950’ye kadar savaşları kazanmış, dış borçlar ödenmiş, yabancı tesisler devletleştirilmiş, Türkiye artık nefes alacak hâle gelmişken, dış borç alınmış ve ülkede yeniden hamle başlamıştır.

O tarihten itibaren de rüşvet ve yolsuzluk çoğalmaya başlamıştır. Bugün refahın üst seviyelerindeyiz. Dünyadaki krizler Türkiye’ye etki etmez duruma gelmiş. Engeller ise ayyuka çıkmış, işletmeler peyderpey kapanmaktadır. Her gün şehitlerin sayılarını duyuyoruz. Ekonomik krizler yavaş yavaş kapıda. Bizim “Adil Düzen, Adil Ekonomik Düzen” uyarılarımıza kimse kulak vermiyor. Herkes kendisini, partisini, cemaatini kazandırma derdinde; devletin yıkılmakta olması umurlarında bile değil!

Bir bakan eğer kendilerine oy verenlere farklı muamele yapıyorsa yahut tanıdık kimseleri görevlere atıyorsa, işte o Allah’tan başkasına ibadet ediyor. Çünkü Allah’ın malını veya makamını Allah’ın ver dediği kimseye vermiyor da yandaşına veriyor. Her türlü kamu tasarruflarına kurallar konacak ve kararlar o kurallara göre verilecektir. Kurallar da hakemlerden oluşan bağımsız, yansız, etkin ve saygın yargı tarafından denetlenecektir.

Üniversitede talebe idim, gemide seyahat ediyordum; adaletten bahsettim. ‘Şimdi senin oğlun bir suç işlese, onu cezadan kurtarmak istemez misin?’ diye sorulmuştu. ‘İstemem’ deyince, cevabım sorana çok acayip gelmişti.

Toplulukta öyle mantık meydana gelmiş ki, partide yöneticiyi eleştirirsen hain oluyorsun. Erdoğan Erbakan’a ihanet etmiş. Ne yapmış? Ayrı parti kurmuş, hem de kapanan bir partinin yerine parti kurmuş. Ne olacakmış? Yeni parti kurulmayacak ve kapanan parti hepten yok olacaktı. Saadet Partililer içinde hala Erdoğan’ı ihanet etmiş olarak görürler. Oysa Erdoğan Erbakan’ın döktüğü oyları arkadan toplayarak Millî Görüş’ü kendince sürdürmüş, her zaman Erbakan’a saygılı olmuştur.

İnsanların hak anlayışları değişir, herkes kendi heva ve hevesine göre kendi özel tanrısına tapmaya başlar; gerçekleri söylediğiniz zaman sizi sapıtmış kabul ederler.

قَالُوا يَاصَالِحُ

QAvLUv YAv ÖAvLiXu

“Kavl ettiler: Ey Salih”

Bundan önce “Ey kavmim” denmiş, burada da “Ey Salih” denmektedir. Demek ki kavmi söylemiştir.

Bundan bir asır önce ancak konuştuğun kimse ile görüşebiliyordun. Konuştuğun kimseler de sayılı kimselerdi; ocak ve bucak seviyesinde idi. Kim söylerse söylesin, hemen o kabile içinde o söz yayılır, herkes onun üzerinde konuşmaya başlardı. O zamanki topluluklarda tebliğcilerin işi kolaydı. Kendisine saldırırlardı ama sözünü duymak ve cevap vermek zorunda idiler. Bu sebeple onlar “Ey Salih” diyebiliyordu.

Şimdi ise kimse “ya filan” diyemiyor. Çünkü onun sesi artık boğulmuştur. Basın ve yayın gürültü yaparken münferit sesler duyulamamaktadır.

Bu sebepledir ki bugün tebliğimizi ancak kooperatifleşme usulü ile yapacağız. Yüz lojmanlı işyeri apartmanımızı kuracağız. Çalışmada ve yaşamada anlaşanları yani “Adil Kur’an Düzeni” çalışanlarını orada toplayacağız. Orada cihad başlayacak. Bu apartmanlar çoğalacak. Apartmanlar arası işbirliği doğacak. Yani bugünkü cihad sömürü sermayesi ile kooperatifler arasında olacaktır. Sermaye davetimize bir gün cevap vermek zorunda kalacak ve masaya oturacaktır. Bu arada bir kısmımız sermayenin saboteleri ile şehit olabiliriz ama biz zaten mallarımızı ve canlarımızı cennet karşılığı Allah’a satmışız.

قَدْ كُنْتَ فِينَا مَرْجُوًّا

QaD KüNTa FIyNAv MaRCuvVan

“Daha önce aramızda mercuv kimse idin”

Turgut Özal onların sevilen adamı idi; zehirlediler…

Necmettin Erbakan da üniversitede hoca iken çok itibarlı bir hoca idi...

R. Tayyip Erdoğan onların desteklediği adamı idi; şimdi ona da savaş açmışlardır...

Adil Düzen Çalışanları hiç kimseye karşı cephe almayacaklardır. Kendi çıkarları yerine herkesin çıkarına çalışacaklar, rahmeten li’l-alemiin olacaklar. Herkes onları sevmelidir. Fikirlerinden başka onların kötü yanları bulunmayacaktır. Eski borçları tahsilden çok yeni para kazanmakla uğraşacaklardır. İzmir Akevler bunu başarmıştır. Akevler kimseye dava açmamıştır. Dava açanlarla sonuçta uzlaşılmış ve barış içinde ayrılma olmuştur.

15 yaşına geldiğinizde insanlara hizmet etme ve kendinizi sevdirme metodunuz olmalıdır. Onlara yarın tebliğinizi yapabilmeniz için şimdiki durum sizin için fırsat olmalıdır. İyilik edebilme fırsatı bulduğunuz için hamd etmelisiniz. Size zulüm yapıldığında sabretmeli, zalimlere iyilikle mukabele etmelisiniz. Bu zulüm size bu sabır imkânını verdiği için hamd etmelisiniz.

Yani…

Mercuv insan olmalıyız. Bundan sonra Kur’an düzenini öğrenmeli ve kendimiz yaşamaya başlamalıyız. Böyle olanlarla bir olmalıyız.

Çözümler üretildikten sonra davet safhasına geçilecektir.

Bu sebepledir ki biz siyasete başladığımız zaman CHP ile koalisyon yaptık.

CHP’liler bizde geçimsiz bakan bulamamışlardır.

قَبْلَ هَذَا

QaBLu HAÜAv

“Bundan önce”

Harun Özdemir, İzmir Saint Joseph Lisesi’nde öğretmendir. Herhangi bir taviz vermediğimiz gibi herhangi bir takkiye de yoktur. Zaman zaman ayrılır ama tekrar döner, hep yeniden almaya başlarlar.

Biz her zaman mercuv kişileriz. Bu sebepledir ki Necip Fazıl’ın öncülük ettiği saldırgan ekolün İslâmiyet ile bir alakası yoktur. Sermayenin örgütlediği IŞİD benzeri kimselerin de İslâmiyet ile alakası yoktur.

Hazreti Salih Peygamberde bir kusur bulamıyor, sadece bu sözlerinden dolayı ona karşı geliyorlardı. Bu çok önemli bir durumdur.

İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi’nde görev yapan akademisyen arkadaşlarımız herkesle iyi geçinmişler, oradan ayrıldıktan sonra da dostlukları devam etmiştir. Onları tek rahatsız eden şey “Adil Kur’an Düzeni” çalışmalarımız olmuştur.

أَتَنْهَانَا

Ea TaNHAvNAv

“Bizi nehy mi ediyorsun?”

Hazreti Salih’ten tek şikâyetleri vardı, o da kendi çıkarlarının korunmasını idi. Kamu mallarını yağmalıyor, bunu kişilerden çok kendi cemaatlerine aktarıyorlardı. Herkes kendi grubunu kuvvetlendireyim derken devleti zayıflatıyordu.

Millî Görüş oluşurken herkes oraya katkıda bulunuyordu. İktidar olunca o katkıda bulunanlar uzaklaştırıldı, yeni kadro geldi ve onlar yağmalamaya başladılar. Bu yağmalama kolayca yapılsın diye şimdi de üç dönem safsatası ile uğraştırıldı, yeni ekip hazırlanıyor.

Hazreti Salih Peygamber zamanında da durum budur. Kuruluş zamanında büyük fedakârlıklarla imkânlar oluşur, sonra onlar geri plana itilir ve yiyiciler o kuruluşu bitirirler.

أَنْ نَعْبُدَ مَا يَعْبُدُ آبَاؤُنَا

EaN NaGBuDa MAv YaGBuDu EAvBAvEuNAv

“Atalarımızın ibadet ettiğine ibadet etmemizden”

1920’lerde İstiklâl Savaşı yaptık. Hiç beklemediğimiz inkılâplar oldu. O gün halkımız direnmek istedi. İslâm âlemi şehitler verdi. Sonra Allah lütfetti. Sonra anayasa ekseriyeti ile iktidar olundu. Mustafa Kemal inkılâplar yaparken karşı çıkanlara, ‘şimdi böyle, sonra serbest bırakırız’ demişti.

İnkılâpların tutması için baştan zorlama gerekir. Örnek olarak fıkhı ele alalım. Batı hukukçuları İslâm fıkhını almışlar, zamanın gereklerine göre değiştirmişler ve ülkelerinde uygulamışlardır. Biz ise bin sene önceki hükümleri ezberlemenin ötesine geçemedik. Zorunlu olarak Batı kanunları uygulandı. Şimdi serbestiz. Ne diye hâlâ zorla kabul ettirildiği iddia edilen kanunlar uygulanıyor?! 12 Eylül ve 28 Şubat sonrasında ölü askerleri muhakeme ediyoruz. Neden partiler kanunundaki lâiklik aleyhine odak hâline gelen maddeyi kaldırmıyoruz? Neden hâlâ ülkemizde uygulanmayan evlilik kanunlarını muhafaza ediyoruz? Zina yasağını kaldırıyoruz da çok evliliği getiremiyoruz. Başörtüsü cihadını yapan kızlarımız çok evliliğe de cihat yapmayarak Hazreti Nuh’un oğlu gibi mazel oluyorlar. Hâlâ birbirleriyle geçinmek istemeyen karı-kocayı yıllar yılı mahkemelerde süründürüyoruz.

İşte, insanlar halden daima şikâyetçidirler ama bunları hep insanların kötülüğünden bilmektedirler. Oysa insanların pek çoğu iyidir. Düzenin kötülüğünden kötülük olmaktadır. Ama bunu, yani zalim düzeni değiştirmek istemezler.

Biz Millî Görüş partilerini kurarken CHP’ye karşı kurmadık. Öyle olsaydı onunla koalisyon yapmazdık. Biz zulüm düzenine karşı parti kurduk. Biraz sonra bizimle yola çıkanlar da zalimlerle bir olup zulüm düzeninin devamı için savaşıyorlar!

وَإِنَّنَا لَفِي شَكٍّ

Va EinNaNAv LaFIy ŞakKın

“Ve biz şek içindeyiz”

“Şekke” yanyana düzgün şekilde kurulmuş yapıdır. Bitişik olanlara da “şekke” denir.

Bir şeyin olup olmaması eşit ihtimalse “şek”, olumlu tarafı fazla ise “zan”, olumsuz tarafı fazlaysa “rayb” olur.

Biz şek içindeyiz yani doğru mu söylüyorsun, yanlış mı söylüyorsun, bilemiyoruz. Hazreti Hûd Peygambere sen bize beyyine ile gelmedin demiş, ondan ispat istemişlerdi.

Hazreti Salih Peygambere de benzer şeyi söylüyorlar.

Uygarlık Mezopotamya’da doğmuş, müsbet ilimler orada başlamıştır. Hazreti İbrahim Peygamber de insanları aklî delillere inandırmaya çalışmıştır. Bugünkü araştırmalar göstermiştir ki Mezopotamya ileri seviyede müsbet ilimlere sahiptir. Örnek olarak cebiri biliyorlar, ikinci derece denklemleri çözmüşler, onluk sayı sistemini sıra değerleri ile yazmışlardır. Mısır ve Grek onlardan sonra geldikleri halde, matematik ve müsbet ilimlerde onlar seviyesine çıkamamışlar, Hazreti Musa’dan sihir istemişlerdir.

Bugün insanlık bizden delil istemektedir. Kur’an’ın Allah sözü olduğunu müsbet ilimlerle ispat etme durumundayız. Her cismin matematiği vardır. Onunla tanınırlar. Biz birbirimizi sayısal özelliklerle tanırız. Parmak izi ve DNA testi hep matematiğe dayanır. Kur’an’ın matematiği ile Kâinatın matematiği aynıdır. O halde ikisi bir kaynaklıdır.

Ayrıca Kur’an’ın söylediklerini müsbet ilimler ile ispat etmek durumundayız. Hiç olmazsa Kur’an’da müsbet ilme aykırı bir şey yoktur.

مِمَّا تَدْعُونَا إِلَيْهِ

ŞakKın MinMAv TaDGUvNAv EiLaYHi

“Bizi kendine davet ettiklerinizden”

“Şekke min kavlike” olarak kullanılır. Sözün doğruluğundan veya yanlışlığından şek ettik demektir. “Ellezî ted’ûna ileyhi” denmemiş de “mâ ted’ûna ileyhi” denmiş. Artık senin hiçbir sözüne güvenmeyiz ve kulak vermeyiz diyorlar. Öyleyse kendisinden değil dediklerinden şüphe ediyorlar. Sen mercuvsun ama sen bile söylersen biz kabul etmeyiz diyorlar.

Bugün insanlar ne yapıyorlar?

Falanın söylediği doğrudur, filanın söylediği yanlıştır. Söze değil de söyleyene kulak vermektedirler. İşte bundan dolayıdır ki Hazreti Salih’in kavmine helâk gelmiştir.

Bugünkü sermaye yanlısı hizbin başına gelecek olan budur.  Kur’an’da yok o halde yanlış, Kur’an’da var o halde doğru. Marx’ın kitabında var o halde doğru, Marx’ın kitabında reddediliyor o halde yanlış. Oysa insanın yapacağı şey bir söz duyduğu zaman bu Kur’an’da olabilir diyerek önce onu anlamaya çalışmalı, onun diliyle anlamaya çalışmalı, sonra aklına uyuyorsa kabul etmeli aklına uymuyorsa reddetmeli, ben bunu anlayamadım demeli. Marx’ın kitabını da böyle yapmalıdır. İşte müslim budur, mümin budur.

مُرِيبٍ (62)

MuRIyBin

“Murib olan.”

Mürib olan şek içindeyiz. Zannî olan değil de mürib olan şek içindeyiz. Şekkimiz bizi reybe götürüyor. Reyb bulanık demektir. Şeffaf değil, içinde ne olduğu görülmüyor. Hazreti Nuh Peygamber ile uygarlaşma başlamış ve insanlar doğru düşünmeyi öğrenmişlerdir.

Hazreti Salih’in kavmi şek içinde olabilir. Şek içinde oldukları için de içtihatlarında hata etmiş olurlar. Ama hatadan sorumlu değildirler. Ama onların ameli, salih değildir. Artık varlıklarını sürdürmek insanlık için zararlıdır. Bu sebeple helâk olacaklardır.

Burada başka kural daha ortaya çıkıyor. İki kişi yola çıkıyor, biri yolu bilmiyor, şek içindedir. Bilmeyen ne yapacaktır? Şeksiz bilen kimseye tabi olacaktır.

Bugün bizim söylediklerimizi siyasiler anlamayabilirler, sermaye anlamayabilir, ama eğer biz biliyorsak ve eminsek bize tabi olmalıdırlar.

Bizim bildiğimizi nasıl ispat edeceğiz?

Göstererek ispat edeceğiz.

Bünyamin Demir ile Yalova’dan dönüyorduk. Bostancı’da vapurdan indik. Arabanın aletine baktı. Rusların hazırladığı bir araçtı. Evinin adresini yazdı; 17.20’de eve varacaksın diye yazılı. Trafiğin en kalabalık olduğu zamanda bizi dakikası dakikasına getirdi.

Şimdi biz bunun hesabını yapmayız ama şimdi öğrendik ki Ruslar bunu biliyorlarmış. Onun için aldık ve kullanıyoruz.

Bilmiyorsak bilenlerden öğreneceğiz ve onlara inanacağız.

قَالَ يَاقَوْمِ أَرَأَيْتُمْ إِنْ كُنْتُ عَلَى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّي وَآتَانِي مِنْهُ رَحْمَةً فَمَنْ يَنْصُرُنِي مِنَ اللَّهِ إِنْ عَصَيْتُهُ فَمَا تَزِيدُونَنِي غَيْرَ تَخْسِيرٍ (63)

QAvLa YAv QaVMı EaRaEYTuM EiN KüNTü GaLAy BayYıNaTin MıN RabBIy Va EAvTAyNIy MiNHu RaXMaTun Fa MaN YaNÖuRuNIy MiNa elLAHı EiN GaÖaYTuHUv FaMAv TaZIyDUvNaNIy ĞaYRa TaPSIyRın

“Dedi: Ey kavmim, görüşünüz nedir? Ben Rabbimden beyyine üzerine isem ve Rabbim bana kendinden rahmet ita etmişse ona isyan edersem Allah’a karşı bana kim yardım edecektir? Tahsirden başkasını bana ziyade edemezsiniz.”

Hazreti Salih aleyhisselama kavmi, sen mercuv kimse idin, şimdi neden böyle yapıyorsun dediklerinde, Hazreti Salih cevap veriyor. Siz şek içindesiniz. Bilmediğiniz için bir iddiada bulunamazsınız. Ama eğer benim beyyinem varsa, Rabbim eğer bunu bana ispat etmişse, O’na isyan edemem; isyan edersem siz bana hiçbir yardımda bulunamazsınız. Madem ki benim bilgim var, sizin yanlışlarınıza uymam. Ama madem siz şek içindesiniz bana uymanız gerekmese bile uymanıza mani bir engeliniz yoktur.

Peygamberlerin insanlara uygarlıklarını nasıl öğrettiklerini bu ayette öğreniyoruz.

Yirmi birinci yüzyılda ne dünya ne de İslâm âlemi bu gerçeği biliyor.

Ben de şimdi yeni öğrendim.

Biri biliyor diğeri bilmiyorsa, bilmeyen zaman kaybetmeden bilene uyar. Bu esnada araştırır, yanlış çıkarsa bırakır.

Biz “Adil Düzen”de çözümleri koyuyoruz. Sizin çözümleriniz yok, 50 yıldır sorunları çözemediniz. Bizim dediklerimizi doğru kabul edip uygulayacaksınız, bu arada da doğru olup olmadıklarını tespit edecek ve yanlışları atacaksınız. Bizim çözümleri kabul etmiyorsunuz, sizin de çözümünüz yok. O zaman açık şekilde intihar ediyorsunuz demektir. 13 sene AB ve ABD’yi taklit ettiniz ve bunun başarısızlığını gördünüz. Hâlâ “Adil Kur’an Düzeni”ni denemek istemiyorsunuz. Yetmiyormuş gibi bizim de uygulamayı bırakmamızı istiyorsunuz.

Elbette cevabımız Hazreti Salih Peygamberin verdiği cevap olacaktır.

Rabbimden beyyine üzerinde isem Allah rahmetinden bana vermişse diyor. “Allah” kelimesini tekrar ediyor ve Rabbe zamir göndermiyor. Rab kelimesi eğitici demektir.

Allah insanı nasıl eğitir?

Kendisine ya melek gönderir ve onu eğitir yahut kendisinden önce gelenler onu eğitirler. Hayatınıza bakınız, hep sizin belirlemediğiniz kimseler sizi eğitirler. Anne babanızı siz seçmediniz ama onlar eğitirler. Yaşadığınız çevreyi siz seçmediniz ama o çevrede eğitilirsiniz. Okulda öğretmenlerinizi siz seçmediniz ama onlarda yetiştiniz. O halde benim terbiyem bana ait değildir. Bir yaprağın düşmesinden bile haberdar olan Allah bana onları öğretmen yaptı ve beni yetiştirdi. Sonra o eğitimle çevrenizde iş yapar ve kazanıp yaşarsınız. Sizi eğiten özel öğretmenler ile çalışıp yaşadığınız çevre ayrı ayrıdır. Biri size vermektedir. Diğeri ise karşılıklı değişme sonunda yaşamaktasınız. Çalışıp yaşama çevresini de siz seçmediniz. Demek ki Allah insanla iki şekilde ilgilenir, önce onu eğitir, sonra çalıştırıp yaşatır.

Şimdi Allah’ın halifesi olan bizler çocuklarımızı eğiteceğiz, sonra onlara işyeri hazırlayacağız. Bunu başarabilmemiz için bizim başarılı ortak işimiz olmalıdır. Çocuklar babalarına bakarlar, amcalarına bakarlar ve onlar başarılı iseler onlara güvenirler, başarılı değilseler başka başarılı yerler ararlar.

Çocuklara başarılı olarak görünmemiz birbirimize saygılı olmak ve dayanışma içinde bulunmakla sağlanır. Yüz lojmanlı evlerde oturduğumuz zaman oradaki insanlara dayanışmayı öğreteceğiz. 33 yaşına kadar büyüklerin yanında eğitileceğiz ve onlarla iş yapacağız. 33 ile 66 yaşları arasında artık bağımsız bir işadamı olarak çalışacağız. 66 yaşımıza geldiğimizde torunlarımıza öğreteceğiz ve onlarla iş yapacağız. 33 yaşa kadar terbiye, sonra rahmet dönemi başlayacaktır.

Hazreti İsa’ya, benzeri mucizeler hariç, peygamberlik 40 yaşlarında gelmiştir.

Hazreti Salih onlardan fazla bir şey istememektedir. Sadece söylemektedir. Kendisinin de serbest bırakılmasını istemektedir.

قَالَ يَاقَوْمِ  

QAvLa YAv QaVMı

“Kavl etti: Ey kavmim”

“Kavm” kelimesini tekrar ederek onlara diyor ki; ben de isterim ki sizin dininizde olayım, siz beni seviyorsunuz, ben de sizi seviyorum, birlikte tatlı tatlı yaşayalım.

Ne var ki “Rabbim;…” diyor ve mazeretini beyan ediyor.

Ben de halkımı seviyorum.

Benim dayım vardı. Babam ben daha çocuk yaşta iken öldü, o bana babalık yaptı. Babam kadar bana hizmeti vardı. Halk Partili idi. Ben onu DP’ye çağırdığım zaman, bana dedi ki; “Biz o acı günleri onlarla atlattık. Ben arkadaşlarımı bırakamam. Ama siz gençler ne isterseniz yapınız. Bizim hiç kimseye düşmanlığımız yoktur.”

Benim en yakın arkadaşlarım Kürtler olmuştur.

AK Parti ve Saadet Partisi mensupları ile adeta ikiz kardeş kadar yakınım.

Ama onların yanlışlarını söylüyorum, çünkü onları da bana veren Rabbimdir.

Adil Düzen Çalışanları asla insanlara düşman olmazlar. Onların yanlışlarına ve kötülüklerine savaş açarlar; onları sevdikleri için. Dinlemezlerse; yapacakları bir şey yoktur. Eğer biz katili idam sehpasına gönderirsek ona düşman olduğumuzdan değil, onu yakınlarına ve çevresine zararlı olmaktan kurtarmak içindir, onu asarız ama onun için ağlarız.

أَرَأَيْتُمْ

EaRaEYTuM

“Re’y ettiniz mi?”

Etmediniz!

Düşünürseniz görürsünüz.

Böylece bizim söylediklerimiz hayali şeyler değildir, gaybi şeyler değildir.

Bir bucak kuralım, bir semt kuralım diyoruz. Yüz dairelik lojmanlı işyeri apartmanını yapalım ve deneyelim diyoruz. Başaramazsak zarar etmeyiz, bina orada durur.

Spor/futbol kulüpleri için milyarları harcayan AK Parti iktidarı boş arsayı ortak olarak bize veremiyor! Allah bize sadece camileri yapın demiyor, aç aç namaz kılın demiyor. Allah bize açların doyması için işyerleri hazırlayın diyor. Biz karşılıksız bir şey istemiyoruz. Arsası ile bize iştirak etsin, ortak olsun, beşte biri onun olsun diyoruz. İstanbul sömürücülerine kat kat binalar veriyor ama bizim elimizdeki 50 milyon liralık kendi tapulu arsamızı gasp ediyor ve buna devam ediyor! Bunları düşünmelerini ve gereğini yapmalarını istiyoruz...

إِنْ كُنْتُ عَلَى بَيِّنَةٍ

EiN KüNTü GaLAy BayYıNaTin

“Beyyine üzerinde isem”

‘Bu ihtimali neden göz önüne almıyorsunuz?’ diyor, Hazreti Salih.

Biz size diyoruz ki; Biz bunları Kur’an’dan öğreniyoruz. Ya doğru söylüyorsak, hiç düşünmediniz mi? Erbakan’ı “Adil Düzen”den yani Akevler’den ayırmak için akademisyen arkadaşlarımızdan 14 kişilik bir heyet oluşturdunuz. Raporlar tanzim ettiniz ve o raporları 18 sene gizli tuttunuz! Bunlar yaptıklarında haklı olsaydılar bizimle tartışırlardı. “Adil Düzen”den daha iyi ve daha büyük bir düzen getirirlerdi. Sabahattin Zaim Bey dışındakiler hala sağdır. Bize TRT’den bir kanal verin de karşımıza çıksınlar, tartışalım.  Sizin kanalınızın seyircisi azalırsa biz derhal bırakmaya hazırız. Ama onları karşımıza çıkaramıyorsunuz; çünkü siz de çok iyi biliyorsunuz ki biz haklıyız. Sadece bilgili olduğumuzdan değil, aynı zamanda haklı olduğumuzdan dolayı kimse karşı karşıya bizimle konuşamaz; konuşamıyor.

Toplantı yapanlar davetlerini yapar, davet edilenler ‘kimler gelecek’ diye sorarlar. ‘Listede Süleyman Karagülle varsa ben gelmem’ der! Millî Çözüm de Karagülle adını kullanamıyor. Oysa sizin beyyine üzerinde olup olmadığımı araştırmanız gerekir.

مِنْ رَبِّي

MıN RabBIy

“Rabbimden”

Allah herkesin Rabbidir ama ayrı ayrı Rabbidir, ayrı ayrı ders vermektedir.

Bana da bu dersi vermiştir. Bize bunu vermiş, biz bunu biliyoruz.

Nitekim biz başbakanlığı bilmiyoruz, onu da size vermiş.

وَآتَانِي مِنْهُ رَحْمَةً

Va EAvTAyNIy MiNHu RaXMaTan

“Kendisinden bana rahmet vermişse”

Burada beyyine ve rahmet nekredir, çünkü Allah her insanı farklı yetiştirdiği gibi farklı imkânlar verir. Kimini âlim, kimini zengin, kimini de vali eder.

فَمَنْ يَنْصُرُنِي

Fa MaN YaNÖUvRaNIy

“Bana kim yardım edecek?”

Çünkü Allah verdiği nimetlerden soracaktır...

Şükrünü istemektedir...

مِنَ اللَّهِ

MiNa elLAHı

“Allah’dan”

Görev yapmayanlara özel cezalar uygulanmaz. Orada şeriatın hükümleri eşitlik içinde uygulanır. Bundan dolayı “Allah” kelimesini getirmiştir.

Kur’an nerde rab, nerde Allah kelimesini getiriyor?

Araştırmanız ve benim verdiğim farklı manaların doğru olup olmadığını tespit etmeniz gerekir.

إِنْ عَصَيْتُهُ

EiN GaÖaYTuHUv

“Ona isyan edersem”

Demek ki Allah bize bir şey öğretmişse ve imkânlar vermişse onları kullanmak zorundayız. Yoksa isyan etmiş oluruz.

فَمَا تَزِيدُونَنِي

FaMAv TaZIyDUvNaNIy

“Bana ziyade edemezsiniz”

Arapçada istiaze(yeterlilik) sigası yoktur. Etmezsiniz ile edemezsiniz aynı kalıp üzerinde söylenir. Karine ile mana vereceksiniz.

غَيْرَ تَخْسِيرٍ (63)

ĞaYRa TaPSIyRın

“Tahsirden başka.”

Hüseyin Kayahan bir inşaat çalışmasında suni gübre ile kayayı patlattı. Bomba imalatçısı diye dava açtılar. Biz de onu korumak için çalışırken polise teslim ettik.

Yani…

Yardıma kalkışmak zarar verir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
20.09.2015
18:10


1967...1968...1969...AKEVLER 49 YILDIR ÇALIŞIYOR...2013...2014...2015

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 831

“ADİL DÜZEN” III. BİNYIL MEDENİYETİ PROJESİDİR

BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

Haftalık Seminer Dergisi; 831. Hafta - 19 Eylül 2015 - Fiyatı: www.akevler.orga tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR.. ÇOĞALTABİLİR.. DAĞITABİLİRSİNİZ...

“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 831. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?”      (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.”      (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ,  Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA / İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Tefsir Seminer Notları Yenibosna’da Cumartesi akşamları okunup tartışılmaktadır.

GAYEMİZ: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada “OKUNMASI, ANLAŞILMASI VE UYGULANMASI”DIR. Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL

 

***

 

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI;

TEHLİKE; TÜRK-KÜRT BÖLÜNMESİ

TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ

-DİN, EKONOMİ, SİYASET VE İLİMDE DÜNYANIN EN İLERİ ÜLKESİ-

Süleyman KARAGÜLLE

 

***

 

*MAKALELER

‘Hattâ Yugayyirû Mâ Bi Enfüsihim’ (âyet)

E LEYSE MİNKÜM RACULÜN REŞÎD’ (âyet)

Saadet ile ittifak da yoksa; geriye ne kaldı?!.

Sorunlara sağlam teşhis, tedavi ve sürekli çözüm

Reşat Nuri EROL

 

***

 

HÛD SÛRESİ - 18. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

الر كِتَابٌ أُحْكِمَتْ آيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَكِيمٍ خَبِيرٍ (1) أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ إِنَّنِي لَكُمْ مِنْهُ نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ (2) وَأَنِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ يُمَتِّعْكُمْ مَتَاعًا حَسَنًا إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى وَيُؤْتِ كُلَّ ذِي فَضْلٍ فَضْلَهُ وَإِنْ تَوَلَّوْا فَإِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ كَبِيرٍ (3) إِلَى اللَّهِ مَرْجِعُكُمْ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ (4) أَلَا إِنَّهُمْ يَثْنُونَ صُدُورَهُمْ لِيَسْتَخْفُوا مِنْهُ أَلَا حِينَ يَسْتَغْشُونَ ثِيَابَهُمْ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ (5) وَمَا مِنْ دَابَّةٍ فِي الْأَرْضِ إِلَّا عَلَى اللَّهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَا كُلٌّ فِي كِتَابٍ مُبِينٍ (6) وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاءِ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَلَئِنْ قُلْتَ إِنَّكُمْ مَبْعُوثُونَ مِنْ بَعْدِ الْمَوْتِ لَيَقُولَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ هَذَا إِلَّا سِحْرٌ مُبِينٌ (7) وَلَئِنْ أَخَّرْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ إِلَى أُمَّةٍ مَعْدُودَةٍ لَيَقُولُنَّ مَا يَحْبِسُهُ أَلَا يَوْمَ يَأْتِيهِمْ لَيْسَ مَصْرُوفًا عَنْهُمْ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ (8) وَلَئِنْ أَذَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً ثُمَّ نَزَعْنَاهَا مِنْهُ إِنَّهُ لَيَئُوسٌ كَفُورٌ (9) وَلَئِنْ أَذَقْنَاهُ نَعْمَاءَ بَعْدَ ضَرَّاءَ مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ ذَهَبَ السَّيِّئَاتُ عَنِّي إِنَّهُ لَفَرِحٌ فَخُورٌ (10) إِلَّا الَّذِينَ صَبَرُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أُولَئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ كَبِيرٌ (11) فَلَعَلَّكَ تَارِكٌ بَعْضَ مَا يُوحَى إِلَيْكَ وَضَائِقٌ بِهِ صَدْرُكَ أَنْ يَقُولُوا لَوْلَا أُنْزِلَ عَلَيْهِ كَنْزٌ أَوْ جَاءَ مَعَهُ مَلَكٌ إِنَّمَا أَنْتَ نَذِيرٌ وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ (12) أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ فَأْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِثْلِهِ مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ (13) فَإِلَّمْ يَسْتَجِيبُوا لَكُمْ فَاعْلَمُوا أَنَّمَا أُنْزِلَ بِعِلْمِ اللَّهِ وَأَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَهَلْ أَنْتُمْ مُسْلِمُونَ (14) مَنْ كَانَ يُرِيدُ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا وَزِينَتَهَا نُوَفِّ إِلَيْهِمْ أَعْمَالَهُمْ فِيهَا وَهُمْ فِيهَا لَا يُبْخَسُونَ (15) أُولَئِكَ الَّذِينَ لَيْسَ لَهُمْ فِي الْآخِرَةِ إِلَّا النَّارُ وَحَبِطَ مَا صَنَعُوا فِيهَا وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (16) أَفَمَنْ كَانَ عَلَى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّهِ وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِنْهُ وَمِنْ قَبْلِهِ كِتَابُ مُوسَى إِمَامًا وَرَحْمَةً أُولَئِكَ يُؤْمِنُونَ بِهِ وَمَنْ يَكْفُرْ بِهِ مِنَ الْأَحْزَابِ فَالنَّارُ مَوْعِدُهُ فَلَا تَكُ فِي مِرْيَةٍ مِنْهُ إِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ (17) وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أُولَئِكَ يُعْرَضُونَ عَلَى رَبِّهِمْ وَيَقُولُ الْأَشْهَادُ هَؤُلَاءِ الَّذِينَ كَذَبُوا عَلَى رَبِّهِمْ أَلَا لَعْنَةُ اللَّهِ عَلَى الظَّالِمِينَ (18) الَّذِينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا وَهُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ (19) أُولَئِكَ لَمْ يَكُونُوا مُعْجِزِينَ فِي الْأَرْضِ وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ يُضَاعَفُ لَهُمُ الْعَذَابُ مَا كَانُوا يَسْتَطِيعُونَ السَّمْعَ وَمَا كَانُوا يُبْصِرُونَ (20) أُولَئِكَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ (21) لَا جَرَمَ أَنَّهُمْ فِي الْآخِرَةِ هُمُ الْأَخْسَرُونَ (22) إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَأَخْبَتُوا إِلَى رَبِّهِمْ أُولَئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ (23) مَثَلُ الْفَرِيقَيْنِ كَالْأَعْمَى وَالْأَصَمِّ وَالْبَصِيرِ وَالسَّمِيعِ هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلًا أَفَلَا تَذَكَّرُونَ (24) وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ إِنِّي لَكُمْ نَذِيرٌ مُبِينٌ (25) أَنْ لَا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ أَلِيمٍ (26) فَقَالَ الْمَلَأُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِهِ مَا نَرَاكَ إِلَّا بَشَرًا مِثْلَنَا وَمَا نَرَاكَ اتَّبَعَكَ إِلَّا الَّذِينَ هُمْ أَرَاذِلُنَا بَادِيَ الرَّأْيِ وَمَا نَرَى لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ بَلْ نَظُنُّكُمْ كَاذِبِينَ (27) .قَالَ يَاقَوْمِ أَرَأَيْتُمْ إِنْ كُنْتُ عَلَى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّي وَآتَانِي رَحْمَةً مِنْ عِنْدِهِ فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْ أَنُلْزِمُكُمُوهَا وَأَنْتُمْ لَهَا كَارِهُونَ (28) وَيَاقَوْمِ لَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مَالًا إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى اللَّهِ وَمَا أَنَا بِطَارِدِ الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّهُمْ مُلَاقُو رَبِّهِمْ وَلَكِنِّي أَرَاكُمْ قَوْمًا تَجْهَلُونَ (29) وَيَاقَوْمِ مَنْ يَنْصُرُنِي مِنَ اللَّهِ إِنْ طَرَدْتُهُمْ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ (30) وَلَا أَقُولُ لَكُمْ عِنْدِي خَزَائِنُ اللَّهِ وَلَا أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَا أَقُولُ إِنِّي مَلَكٌ وَلَا أَقُولُ لِلَّذِينَ تَزْدَرِي أَعْيُنُكُمْ لَنْ يُؤْتِيَهُمُ اللَّهُ خَيْرًا اللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا فِي أَنْفُسِهِمْ إِنِّي إِذًا لَمِنَ الظَّالِمِينَ (31) قَالُوا يَانُوحُ قَدْ جَادَلْتَنَا فَأَكْثَرْتَ جِدَالَنَا فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَا إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ (32) قَالَ إِنَّمَا يَأْتِيكُمْ بِهِ اللَّهُ إِنْ شَاءَ وَمَا أَنْتُمْ بِمُعْجِزِينَ (33) وَلَا يَنْفَعُكُمْ نُصْحِي إِنْ أَرَدْتُ أَنْ أَنْصَحَ لَكُمْ إِنْ كَانَ اللَّهُ يُرِيدُ أَنْ يُغْوِيَكُمْ هُوَ رَبُّكُمْ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (34) أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ إِنِ افْتَرَيْتُهُ فَعَلَيَّ إِجْرَامِي وَأَنَا بَرِيءٌ مِمَّا تُجْرِمُونَ (35) وَأُوحِيَ إِلَى نُوحٍ أَنَّهُ لَنْ يُؤْمِنَ مِنْ قَوْمِكَ إِلَّا مَنْ قَدْ آمَنَ فَلَا تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ (36) وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا وَلَا تُخَاطِبْنِي فِي الَّذِينَ ظَلَمُوا إِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ (37) وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ وَكُلَّمَا مَرَّ عَلَيْهِ مَلَأٌ مِنْ قَوْمِهِ سَخِرُوا مِنْهُ قَالَ إِنْ تَسْخَرُوا مِنَّا فَإِنَّا نَسْخَرُ مِنْكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَ (38) فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ مَنْ يَأْتِيهِ عَذَابٌ يُخْزِيهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُقِيمٌ (39) حَتَّى إِذَا جَاءَ أَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُ قُلْنَا احْمِلْ فِيهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَأَهْلَكَ إِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ آمَنَ وَمَا آمَنَ مَعَهُ إِلَّا قَلِيلٌ (40) وَقَالَ ارْكَبُوا فِيهَا بِسْمِ اللَّهِ مَجْرَاهَا وَمُرْسَاهَا إِنَّ رَبِّي لَغَفُورٌ رَحِيمٌ (41) وَهِيَ تَجْرِي بِهِمْ فِي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ وَنَادَى نُوحٌ ابْنَهُ وَكَانَ فِي مَعْزِلٍ يَابُنَيَّ ارْكَبْ مَعَنَا وَلَا تَكُنْ مَعَ الْكَافِرِينَ (42) قَالَ سَآوِي إِلَى جَبَلٍ يَعْصِمُنِي مِنَ الْمَاءِ قَالَ لَا عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ أَمْرِ اللَّهِ إِلَّا مَنْ رَحِمَ وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَقِينَ (43) وَقِيلَ يَاأَرْضُ ابْلَعِي مَاءَكِ وَيَاسَمَاءُ أَقْلِعِي وَغِيضَ الْمَاءُ وَقُضِيَ الْأَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ وَقِيلَ بُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (44) وَنَادَى نُوحٌ رَبَّهُ فَقَالَ رَبِّ إِنَّ ابْنِي مِنْ أَهْلِي وَإِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَأَنْتَ أَحْكَمُ الْحَاكِمِينَ (45) قَالَ يَانُوحُ إِنَّهُ لَيْسَ مِنْ أَهْلِكَ إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ فَلَا تَسْأَلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنِّي أَعِظُكَ أَنْ تَكُونَ مِنَ الْجَاهِلِينَ (46) قَالَ رَبِّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ أَنْ أَسْأَلَكَ مَا لَيْسَ لِي بِهِ عِلْمٌ وَإِلَّا تَغْفِرْ لِي وَتَرْحَمْنِي أَكُنْ مِنَ الْخَاسِرِينَ (47) قِيلَ يَانُوحُ اهْبِطْ بِسَلَامٍ مِنَّا وَبَرَكَاتٍ عَلَيْكَ وَعَلَى أُمَمٍ مِمَّنْ مَعَكَ وَأُمَمٌ سَنُمَتِّعُهُمْ ثُمَّ يَمَسُّهُمْ مِنَّا عَذَابٌ أَلِيمٌ (48) تِلْكَ مِنْ أَنْبَاءِ الْغَيْبِ نُوحِيهَا إِلَيْكَ مَا كُنْتَ تَعْلَمُهَا أَنْتَ وَلَا قَوْمُكَ مِنْ قَبْلِ هَذَا فَاصْبِرْ إِنَّ الْعَاقِبَةَ لِلْمُتَّقِينَ (49) وَإِلَى عَادٍ أَخَاهُمْ هُودًا قَالَ يَاقَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُمْ مِنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ إِنْ أَنْتُمْ إِلَّا مُفْتَرُونَ (50) يَاقَوْمِ لَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى الَّذِي فَطَرَنِي أَفَلَا تَعْقِلُونَ (51) وَيَاقَوْمِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ يُرْسِلِ السَّمَاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَارًا وَيَزِدْكُمْ قُوَّةً إِلَى قُوَّتِكُمْ وَلَا تَتَوَلَّوْا مُجْرِمِينَ (52) قَالُوا يَاهُودُ مَا جِئْتَنَا بِبَيِّنَةٍ وَمَا نَحْنُ بِتَارِكِي آلِهَتِنَا عَنْ قَوْلِكَ وَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِنِينَ (53) إِنْ نَقُولُ إِلَّا اعْتَرَاكَ بَعْضُ آلِهَتِنَا بِسُوءٍ قَالَ إِنِّي أُشْهِدُ اللَّهَ وَاشْهَدُوا أَنِّي بَرِيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ (54) مِنْ دُونِهِ فَكِيدُونِي جَمِيعًا ثُمَّ لَا تُنْظِرُونِ (55) إِنِّي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللَّهِ رَبِّي وَرَبِّكُمْ مَا مِنْ دَابَّةٍ إِلَّا هُوَ آخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا إِنَّ رَبِّي عَلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ (56) فَإِنْ تَوَلَّوْا فَقَدْ أَبْلَغْتُكُمْ مَا أُرْسِلْتُ بِهِ إِلَيْكُمْ وَيَسْتَخْلِفُ رَبِّي قَوْمًا غَيْرَكُمْ وَلَا تَضُرُّونَهُ شَيْئًا إِنَّ رَبِّي عَلَى كُلِّ شَيْءٍ حَفِيظٌ (57) وَلَمَّا جَاءَ أَمْرُنَا نَجَّيْنَا هُودًا وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَنَجَّيْنَاهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَلِيظٍ (58) وَتِلْكَ عَادٌ جَحَدُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ وَعَصَوْا رُسُلَهُ وَاتَّبَعُوا أَمْرَ كُلِّ جَبَّارٍ عَنِيدٍ (59) وَأُتْبِعُوا فِي هَذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ أَلَا إِنَّ عَادًا كَفَرُوا رَبَّهُمْ أَلَا بُعْدًا لِعَادٍ قَوْمِ هُودٍ (60)

 

***

 

وَإِلَى ثَمُودَ أَخَاهُمْ صَالِحًا قَالَ يَاقَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُمْ مِنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ هُوَ أَنْشَأَكُمْ مِنَ الْأَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ فِيهَا فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ إِنَّ رَبِّي قَرِيبٌ مُجِيبٌ (61) قَالُوا يَاصَالِحُ قَدْ كُنْتَ فِينَا مَرْجُوًّا قَبْلَ هَذَا أَتَنْهَانَا أَنْ نَعْبُدَ مَا يَعْبُدُ آبَاؤُنَا وَإِنَّنَا لَفِي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَا إِلَيْهِ مُرِيبٍ (62) قَالَ يَاقَوْمِ أَرَأَيْتُمْ إِنْ كُنْتُ عَلَى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّي وَآتَانِي مِنْهُ رَحْمَةً فَمَنْ يَنْصُرُنِي مِنَ اللَّهِ إِنْ عَصَيْتُهُ فَمَا تَزِيدُونَنِي غَيْرَ تَخْسِيرٍ (63)

 

***

وَإِلَى ثَمُودَ أَخَاهُمْ صَالِحًا قَالَ يَاقَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُمْ مِنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ هُوَ أَنْشَأَكُمْ مِنَ الْأَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ فِيهَا

Va EiLAv ÇaMUDa EaPAvHuM ÖAvLiXan QAvLa YAv QaVMı EuGBuDUv elLAvHa MAv LaKuM MiN EiLAvHın ĞaYRuHUv HuVa EaNŞaEaKuM MiNa eLEaRWı Va iSTAGMaRaKuM FIyHAv

“Ve Semud’a kardeşleri Salih’i… Ey kavmim dedi: Allah’a ibadet ediniz. Sizin O’ndan başka bir ilâhınız yoktur. Arz’dan O sizi inşa etti ve orada isti’mar etti.”

İnsanlık 60 bin sene önce yaratıldı. İnsanlar meyve toplayarak yaşadılar. İnsan zayıf ve bilgisiz yaratılmıştı. Dünyada yaşayacak biçimde bilgilendiler ve güçlendiler.

Sonra avcılık dönemi geldi. Dünyaya yayıldılar, gitmedikleri karalar kalmadı.

Sonra çobanlık dönemi geldi. Hayvanları ehlileştirip onlarla karşılıklı dayanışma içinde yaşamaya başladılar. Hayvanları emirlerine aldılar.

Sonra tarım dönemi geldi, bu sefer bitkileri ehlileştirdiler ve canlılara birden hakim oldular.

Bu dönemlerde insanlar ayrı ayrı kabileler hâlinde yaşıyor, kişi yönetimi ile kabileler yönetiliyordu. Birbirini tanıyan insanlardan oluşan ve yazılı kuralları olmayan topluluklardı.

Kuzeyde orman tarımını yapan ve aynı zamanda avcı olan Sümerler güneydeki Akadları yenerek topraklarını istila ettiler. Sümerler Türklerden, Akadlar Araplardan birer kavim idiler. Sümerler baraj yapmayı biliyorlardı. Fırat ve Dicle üzerinde topraktan kunduzların yaptığı gibi barajlar yapmaya başladılar. Birden toprakları yüzlerce misli verim vermeye başladı. Çevredeki halk barajların çevresinde toplandı. Böylece birbirini tanımayan kalabalık halk bir araya geldi. Kişi yönetimi yetmez oldu.

İşte…

Hazreti Nuh peygamber geldi ve insanlara değişik kabilelerin birlikte yaşamasını öğretti. Hazreti Nuh peygamber İslâm düzenini kurdu, birinci Sümer uygarlığı doğdu. Çevredeki Sami ırkına mensup olanlar Sümer kentlerine taşınmaya başladılar. Sümerleri yenerek Âd uygarlıklarını kurdular. Sonra Sümerler ikinci Sümer uygarlığını kurdular.

İşte burada anlatılan Hazreti Nuh’tan sonra Sümerlerin tekrar hakim olup kurdukları Sümer uygarlığının yeniden helak olmasıdır. Böylece ikinci Âd uygarlığı doğdu.

Necm Sûresi’nde:

وَأَنَّهُ أَهْلَكَ عَادًا الْأُولَى (50) وَثَمُودَ فَمَا أَبْقَى (51) وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُ إِنَّهُمْ كَانُوا هُمْ أَظْلَمَ وَأَطْغَى (52) وَالْمُؤْتَفِكَةَ أَهْوَى (53) فَغَشَّاهَا مَا غَشَّى (54)

“O ilk Âd’ı helak etti ve Semud’u da baki kılmadı ve daha önce de Nuh kavmini de; onlar ezlem ve etğa idiler ve Mü’tefikeyi havaya uçurdu. Ğaşy eden ğaşy etmişti.”

Bu âyetler Mezopotamya tabletlerinden öğrendiklerimizle ve Tevrat’ta anlatılanlarla tamamen uyum içindedir.

Bunlar Hazreti İbrahim’den önceki Mezopotamya uygarlıklarıdır. Bir uygarlıktır; Sümer yazısı ve dili ile oluşmuş uygarlıktır. Çivi yazısı ile dünyayı uygarlaştırmışlardır. Bu tarihi gerçekleri Kur’an “Ve Erselna ilâ” demeyip Hazreti Nuh peygamberin irsaline atfetmektedir ve ifadeyi aynen tekrar etmektedir. Âd yerine Semud’u koymakta, her ikisinde de “Ehahum” denmekte ve her ikisinde de “Kavmi” demektedir. Oysa Hazreti Nuh Peygamberde “Ehahum” denmemekte, Nuh kavmine bir ad vermemektedir. Çünkü henüz kaynaşıp kardeş olmamışlardı. Devletleri olmadığı için yönetenler ve yönetilenler yoktu.

Oysa Âd ve Semud’da birileri hakimdi. Peygamberler karşı partilere değil kendi kardeşlerine hitap ediyordu, muhatap bütün kavim idi.

Biz de ne yapıyoruz? Tüm Türk halkına hitap ediyoruz ama muhatabımız bizim Millî Görüş partileridir. AK Parti’ye ve Saadet Partisi’ne söylüyoruz. Onlarla hareket ediyoruz.

“Ehahum” kelimesi Kur’an’da sekiz yerde geçmektedir; iki defa Hûd ve üçer defa da Salih ve Şuayb için geçmektedir.

Bugün Türkiye’de nasıl CHP-MHP cephesi varsa, onlardan biri hakim durumda olmaktadır. Bozulan hakim olanlardır. Bozulan hâkim gruptan kardeşleri uyarıcı olarak gelmektedir. Bugün de bizim uyarımız bizimkileredir. Bunlar kimlerdir?

AK Parti, Saadet Partisi, Risale-i Nur şakirtleri ve Tarikat ehli.

Bunlara ne diyoruz?

Allah’a ibadet ediniz. O’ndan başka ilâhınız yoktur. Bu topraklarda sizi inşa etti ve bu topraklarda yaşıyorsunuz. Bütün Türk milletine hitap ederek diyoruz ki; bu memlekette ulus olarak oluştuk. Bin seneden beri burada yaşıyoruz. İstiklâl Savaşı’nı birlikte yaptık. Demokrasiye birlikte geçtik. “Adil Kur’an Düzeni” çalışmalarına birlikte başladık. O halde barış içinde hayırda yarışarak birlikte yaşayalım.

Burada “Allah” kelimesi iade edilmiştir. Çünkü burada kastedilen Allah âlemlerin Rabbi olan Allah’ın halifesi olan topluluktur. Kavimdir. Âd’dan başkasıdır.

Biz de önce kavmimizi, Türk ulusunu uyarıyoruz. Varlıklarımızı koruyarak birlik olmalıyız. Hakemlerin vereceği kararlara uymalıyız. “Adil Kur’an Düzeni”ni getirmeliyiz.








Çok Okunan Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 204
İsrâ SÛRESİ (17)104.AYET -Kur’an’a Göre İSRAİL’İN SONU
19.04.2003 138161 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 845
İbrahim Sûresi Tefsiri 1-4. Âyetler
2.01.2016 17327 Okunma
1 Yorum 02.01.2016 21:41
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 777
TEVBE SURESİ-128.AYET TEFSİRİ
23.08.2014 12541 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 834
Hûd Sûresi Tefsiri 74-78. Âyetler
17.10.2015 12519 Okunma
11 Yorum 15.11.2015 22:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 853
İbrahim Sûresi Tefsiri 35-41. Âyetler
27.02.2016 11258 Okunma
1 Yorum 06.03.2016 14:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 944
Kehf Suresi Tefsiri 107-110. Ayetler
23.12.2017 10357 Okunma
1 Yorum 28.12.2017 19:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 864
Hicr Suresi Tefsiri 57-66. Ayetler
14.05.2016 9578 Okunma
2 Yorum 15.05.2016 08:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 870
Nahl Suresi Tefsiri 5-9. Ayetler
25.06.2016 9479 Okunma
1 Yorum 26.06.2016 10:29
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 858
Hicr Sûresi Tefsiri 10-15. Âyetler
2.04.2016 9381 Okunma
2 Yorum 03.04.2016 10:18
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 842
Hûd Sûresi Tefsiri 114-116. Âyetler
12.12.2015 9245 Okunma
2 Yorum 20.12.2015 12:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 949
Meryem Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
27.01.2018 9155 Okunma
1 Yorum 28.01.2018 07:59
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 863
Hicr Suresi Tefsiri 48-56. Ayetler
7.05.2016 9146 Okunma
1 Yorum 08.05.2016 07:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9118 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 838
Hûd Sûresi Tefsiri 90-95. Âyetler
14.11.2015 8847 Okunma
3 Yorum 21.11.2015 15:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 825
Hûd Sûresi Tefsiri 41-44. Âyetler
8.08.2015 8648 Okunma
2 Yorum 11.08.2015 17:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 776
TEVBE SURESİ-126-127.AYET TEFSİRİ
16.08.2014 8624 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 808
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 90-92.AYETLER -FİRAVUN ÖLDÜ MÜ?
4.04.2015 8558 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 850
İbrahim Sûresi Tefsiri 23-26. Âyetler
6.02.2016 8553 Okunma
4 Yorum 07.02.2016 19:39
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 855
İbrahim Sûresi Tefsiri 47-52. Âyetler
12.03.2016 8510 Okunma
1 Yorum 14.03.2016 09:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 852
İbrahim Sûresi Tefsiri 32-34. Âyetler
20.02.2016 8344 Okunma
1 Yorum 14.03.2016 09:40
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 111
A'RAF SURESİ 1-3.AYETLER TEFSİRİ
25.05.2001 8189 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 862
Hicr Suresi Tefsiri 39-47. Ayetler
30.04.2016 8089 Okunma
1 Yorum 01.05.2016 07:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 841
Hûd Sûresi Tefsiri 109-113. Âyetler
5.12.2015 8020 Okunma
1 Yorum 05.12.2015 22:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 865
Hicr Suresi Tefsiri 67-77. Ayetler
21.05.2016 7917 Okunma
1 Yorum 21.05.2016 21:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 837
Hûd Sûresi Tefsiri 87-89. Âyetler
7.11.2015 7727 Okunma
2 Yorum 08.11.2015 18:47
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 900
İsra Suresi Tefsiri 23-27. Ayetler
4.02.2017 7646 Okunma
1 Yorum 05.02.2017 09:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 836
Hûd Sûresi Tefsiri 84-86. Âyetler
31.10.2015 7545 Okunma
1 Yorum 31.10.2015 19:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 844
Hûd Sûresi Tefsiri 120-123. Âyetler
26.12.2015 7521 Okunma
2 Yorum 27.12.2015 13:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 856
Hicr Sûresi Tefsiri 1-8. Âyetler
19.03.2016 7509 Okunma
1 Yorum 20.03.2016 10:41
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 835
Hûd Sûresi Tefsiri 79-83. Âyetler
24.10.2015 7499 Okunma
1 Yorum 25.10.2015 13:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 888
Nahl Suresi Tefsiri 93-97. Ayetler
12.11.2016 7408 Okunma
1 Yorum 20.11.2016 09:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 832
Hûd Sûresi Tefsiri 64-68. Âyetler
3.10.2015 7386 Okunma
1 Yorum 03.10.2015 21:47
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 815
Hûd Sûresi Tefsiri 4-6. Ayetler
23.05.2015 7335 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 817
Hûd Sûresi Tefsiri 9-12. Âyetler
6.06.2015 7288 Okunma
3 Yorum 25.06.2015 04:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 824
Hûd Sûresi Tefsiri 37-40. Âyetler
1.08.2015 7254 Okunma
1 Yorum 11.08.2015 17:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 827
Hûd Sûresi Tefsiri 48-49. Âyetler
22.08.2015 7191 Okunma
1 Yorum 25.08.2015 20:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 819
Hûd Sûresi Tefsiri 17-22. Ayetler
20.06.2015 7164 Okunma
1 Yorum 25.06.2015 04:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 833
Hûd Sûresi Tefsiri 69-73. Âyetler
10.10.2015 7129 Okunma
1 Yorum 10.10.2015 23:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 843
Hûd Sûresi Tefsiri 117-119. Âyetler
19.12.2015 7103 Okunma
1 Yorum 20.12.2015 06:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7027 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 846
İbrahim Sûresi Tefsiri 5-8. Âyetler
9.01.2016 6881 Okunma
1 Yorum 17.01.2016 08:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 828
Hûd Sûresi Tefsiri 50-52. Âyetler
29.08.2015 6816 Okunma
1 Yorum 05.09.2015 13:29
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 823
Hûd Sûresi Tefsiri 32-36. âyetler
25.07.2015 6811 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 816
Hûd Sûresi Tefsiri 7-9. Ayetler
30.05.2015 6689 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 800
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 62-66.AYETLER
7.02.2015 6668 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 830
Hûd Sûresi Tefsiri 58-60. Âyetler
12.09.2015 6641 Okunma
1 Yorum 18.09.2015 07:28
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 839
Hûd Sûresi Tefsiri 96-101. Âyetler
21.11.2015 6528 Okunma
1 Yorum 22.11.2015 09:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 831
Hûd Sûresi Tefsiri 61-63. Âyetler
19.09.2015 6518 Okunma
1 Yorum 20.09.2015 18:10
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 840
Hûd Sûresi Tefsiri 102-108. Âyetler
28.11.2015 6487 Okunma
1 Yorum 30.11.2015 09:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 826
Hûd Sûresi Tefsiri 45-47. Âyetler
16.08.2015 6412 Okunma
1 Yorum 16.08.2015 19:50