HÛD SÛRESİ - 27. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَكَذَلِكَ أَخْذُ رَبِّكَ إِذَا أَخَذَ الْقُرَى وَهِيَ ظَالِمَةٌ إِنَّ أَخْذَهُ أَلِيمٌ شَدِيدٌ (102) إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِمَنْ خَافَ عَذَابَ الْآخِرَةِ ذَلِكَ يَوْمٌ مَجْمُوعٌ لَهُ النَّاسُ وَذَلِكَ يَوْمٌ مَشْهُودٌ (103) وَمَا نُؤَخِّرُهُ إِلَّا لِأَجَلٍ مَعْدُودٍ (104) يَوْمَ يَأْتِ لَا تَكَلَّمُ نَفْسٌ إِلَّا بِإِذْنِهِ فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ وَسَعِيدٌ (105) فَأَمَّا الَّذِينَ شَقُوا فَفِي النَّارِ لَهُمْ فِيهَا زَفِيرٌ وَشَهِيقٌ (106) خَالِدِينَ فِيهَا مَا دَامَتِ السَّمَوَاتُ وَالْأَرْضُ إِلَّا مَا شَاءَ رَبُّكَ إِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِمَا يُرِيدُ (107) وَأَمَّا الَّذِينَ سُعِدُوا فَفِي الْجَنَّةِ خَالِدِينَ فِيهَا مَا دَامَتِ السَّمَوَاتُ وَالْأَرْضُ إِلَّا مَا شَاءَ رَبُّكَ عَطَاءً غَيْرَ مَجْذُوذٍ (108)
***
وَكَذَلِكَ أَخْذُ رَبِّكَ إِذَا أَخَذَ الْقُرَى وَهِيَ ظَالِمَةٌ إِنَّ أَخْذَهُ أَلِيمٌ شَدِيدٌ (102)
Va KaÜAvLıKa EaPÜu RabBiKa EiÜAv EaPaÜa eLQuRAy Va HiYa JaLiMaTün EinNa EPÜaHu EaLıYMun ŞaDIyDun
“Ve zalim halde olan karyeleri ahz ettiğinde rabbinin ahzı böyledir. O’nun ahzı elimdir şediddir.”
Hazreti Nuh Peygamberden başladı, Hazreti Hûd, Hazreti Salih, Hazreti Lut, Hazreti Şuayb’ın kavimleri ile Hazreti Musa’nın muhatabı olan Firavuna kadar geldikten sonra “Ve” harfi ile atfetti. “ve böyle olacaktır” diye başladı ve “İz” değil “İzâ” getirdi. Yani geçmiş yılların ahzından değil gelecek yılların ahzından bahsetti.
Kurayı (karyeleri) marife ve çoğul olarak getirdi. Buradaki “kura”nın çoğul olması, marife olarak gelmesi cins için değil ahd için olduğunu ifade eder. Yani bir kural koymuyor. Zalim olan kavmi böyle helak edeceğiz demiyor. Belli bir kavim topluluğunu böyle helak edeceğiz diyor.
O halde şu sorulur; burada haber verdiği helak edilecek kavimler topluluğu kimlerdir?
Hazreti Musa’dan gelen kavimler değildir. Çünkü Kur’an nazil olduğu zaman gelecek sigasını kullanıyor. “İza Ye’huz” demiyor yani ahzı genişletmiyor, çoğaltmıyor. Çünkü bu ahz bir defa olacaktır.
Kur’an’dan sonra böyle ahzlar oldu mu?
İslâm âlemine böyle ahzlar Moğolların istilası ile oldu. Şimdi de Avrupalılar tüm dünyayı ve bu arada İslâm âlemini de böyle istila ettiler. Ve şimdi yaşadığımız dönemin Hazreti Lut dönemine daha çok yakın olduğunu yukarıda belirtmiştir.
İnsanlığın bir uygarlıktan önceki durumu vardır, Hazreti Nuh aleyhisselama kadar gelmiştir. Sonra ikinci döneme geçildi, bu dönem de Nuh Tufanı ile başladı. Yazının icat edilmesi ile başlar. Hazreti Musa’dan evvelki peygamberler hep bu kişinin şeriat yönetimini anlattı. Hazreti Musa’dan sonra kişinin şeriatı yerine kitabın şeriatı anlatılacak ve bugüne kadar gelen peygamberler zikredildikten sonra Rabbinin son ahzı daha olacaktır.
Bugün insanlık peygamberlerin getirdiği ve sonunda onların yorumu ile oluşan bir şeriatla yönetilmektedir. Şimdi ise içtihat ve icma ile bütün şartların oluşmuş olması nedeniyle Peygambersiz şeriat oluşacak, müsbet ilme dayalı şeriat oluşacaktır. Batı’da yetişen bir ilim adamı diyor ki; bundan evvel insanları dinler yönetiyordu, bundan sonra dinler değil ilim yönetecek diyor, felsefeyi de dinlerden sayıyor.
Kur’an’ın haber verdiği “biz onu ilimle tafsil ettik” ile ilme dayalı yönetim zamanı işte şimdi gelmiş bulunacaktır. Değişik karyelerde değişik ahzler yani yakalamalar olacak ve yeryüzüne “Kur’an düzeni” hâkim olacaktır.
Bundan sonra ne olacaktır?
Adil Düzen Çalışanları peyderpey “Adil Düzen”i ortaya koyacaklar ve “işçilik düzeni”nden “ortaklık düzeni”ne geçilecektir. Siyaset merkezli kuvvetin oluşturduğu devlet yerine, halkın şeriata dayalı olarak oluşturduğu ve hadim merkezin olduğu siyaset dönemine geçilecektir. Dinler kendi mukaddes kitaplarını son kitap olan Kur’an’a göre ve müsbet ilme göre yorumlayacaklardır.
Yazının icadı ile bilgisayarın icadı yeni düzenin başlangıcını ifade eder.
Bugün Batı’nın kapitalistleri inançlıları gerici görerek, geldikleri müsbet ilmin düzeyi ile iftihar ediyorlar. Bu zavallılar düşünmüyorlar ki onları bu hale getiren dinler olmuştur. Eğer siz bugün yüksek seviyede iseniz o dinlerin eğitimiyle oradasınız, ey kâfirler yani nankörler.
Mukaddes kitaplara dayanmadan siz iki deneme yaptınız; kapitalizm ve sosyalizm. İkisinde de başarıya ulaşamadınız. Onlardan aşırdıklarınızı sizin keşfettiğinizi iddia ettiniz. Kopya bile çekemediniz; yani kopya çektiğiniz halde sınıfta kaldınız. Bunların peşinden gidenlere şaşmaktan başka bir açıklama bulamıyorum.
“O’nun ahzı elimdir şediddir” diyerek üçüncü binyıla geçmenin kolay olamayacağına işaret etmektedir.
Bizim yapacağımız “Adil Düzen” hazırlığını yapıp Hazreti Nuh’un gemisinden indiğimiz zaman üçüncü binyıl uygarlığını ilimle biz kuracağız. Gece gündüz “Adil Düzen” üzerinde çalışmak gerekir. İlim demek denemeler yapmak demek, uygulamalar yapmak demektir. Yani kooperatifler kuracağız, işletmeler oluşturacağız ve zarar etsek bile deneyerek “Adil Düzen” ilmini yapacağız. Rabbin ahzı sona erince biz o bilgilerle üçüncü binyıl uygarlığını tesis edeceğiz. Tabii ki biz tesis etmeyeceğiz, O tesis edecektir. Bu arada bizim de denizde bir damlamız olacaktır.
وَكَذَلِكَ
Va KaÜAvLiKa
“Ve bunun gibidir”
“Ve” getirilmesi gösteriyor ki burada bahsedilen “ahz” sûrenin peygamber kıssalarında bahsedilen “ahz” değildir, başka “ahz”dır, bugün sonuçlanacak “ahz”dır.
“Zalike” demeyip “Kezalike” demesi de bu “ahz”ın başka ahz olduğuna işarettir. Ahz ile benzer ahzler olacaktır ama bundan sonra olacaktır. Tarihte Hazreti Nuh, Hazreti Hûd, Hazreti Salih, Hazreti Lut ve Hazreti Şuayb peygamberlerin kavimleri ile Firavun ve âline gelen ahzlar hep bu kabilden ahzlar olmuştur ve tarihte bir defa olmuştur, bir zamanda ve bir yerde olmuştur, benzerleri başka yerlerde olmamıştır. Bir benzeri daha olacaktır. Birincisi kabile hayatından şeriat dönemine geçiştir. Vahye dayanan peygamberlerin sözleri şeriat olmuştur. Firavundan sonra kitabi şeriat gelmiştir. Artık peygamberlerin sözleri değil, Allah’ın gönderdiği kitaplar şeriat olacaktır.
İşte, bu ikinci dönem de birincisi gibi ahzlarla geçmiştir. Günümüzün Firavunu Sermaye’nin helâki ile yeni dönem başlayacak ve bir daha buna benzer dönem olmayacaktır. Çünkü insanlık artık uygarlığa ulaşmış, naklî düzenden aklî düzene geçmiştir.
Elbette bundan sonra benzer gelişmeler olacaktır ama bu artık o topluluğun doğması, gelişmesi ve ölmesi gibi olacaktır. Bu iki şeriata geçme ise tüm insanlığı bu seviyeye ulaştırmak amacıyla Allah’ın peygamberler vasıtasıyla oluşturduğu tek uygarlık aşamalarıdır.
أَخْذُ رَبِّكَ
EaPÜu RabBiKa
“Rabbinin ahzı”
Burada “Rab” kelimesi getirilmiştir. Yukarıda da hep “Rab” kelimesi getirilmişti. Çünkü burada anlatılan uygarlaşmadır. İnsanların uygarlaşmaları için çatışmalı ve yarışmalı bir kâinata ihtiyaç vardır. Spor sağlık içindir ama iki takım olmadan oyun oynanmaz. İnsanları uygarlaştırmak için bu tür ahzlara ihtiyaç vardır.
“Rabbiküm” demeyip “Rabbike” demesi; bu uygarlık oluşmasında herkesin görevi vardır, sorumluluğu vardır demektir.
Sen kendi sorumluluğunda iş yapacaksın, genel akışa karışmayacaksın.
Sık sık tekrar ettiğim şudur. Biz bir şey yapmayacağız. Genel akış ve denge bizi ilgilendirmez. Biz bize düşeni yaparız, sonrası bizim ilgi alanımız değildir.
Ben bu görüşe 1960’larda vardım. Bizim kooperatif kurmamız, bizim parti kurmamız gerektiğini söylemeye başladım ama ancak 1967’de kurabildik. ‘Ben oyumu bu sahte demokratlara vermeyeceğim, bağımsız da olsa adaylığımızı koyalım’ demiştim. Arkadaşlar kabul ettiler ve parti kurduk. Biz bir şey yapmadık. Allah bol bol ihsan etti.
“Rabbin” demekle Allah bize bunu hatırlatmaktadır. Bu olmaz, bunu yapamayız demeyeceğiz. Biz yapmayacağız, O yani Allah yapacaktır. Biz bize ne görev verilmişse onu yapacağız. Hazreti İsa; ‘Allah’a giden yolda bana yardımcı kimdir’ demiş, havariler ‘Biz’ demişlerdi. Sonrası; bugün milyara yakın insan onun açtığı yoldan gitmektedir.
Biz de şimdi diyoruz ki…
‘Bizim Adil Düzen çalışmamıza, ahşap evler yapmamıza, dinlenme siteleri inşa etmemize, yüz lojmanlı işyeri apartmanları kurmamıza yardım edecek var mı? Bunun için proje çalışmalarına katılan var mı? Bunun için muhasebe çalışmalarına katılan var mı? Bunların uygulanması için deneme ve eleman yetiştirme çalışmalarına katılacak var mı?’
‘Varız’ diyenler oluyor.
Biz de devam ediyoruz.
Onlara ‘varız’ dedirten Allah’tır.
Görevimiz bittiği zaman onlar da desteklerini keserler.
إِذَا أَخَذَ الْقُرَى
EiÜAv EaPaÜa elQuRAy
“Karyeleri ahz ettiği zaman”
Arapçada maziden bahsedilecekse “İz” gelir, gelecekten bahsedilecekse “İza” gelir. “İza” hem maziye hem muzariye gelir. İkisi de geleceği anlatması içindir. Mazi olduğu zaman geçmişte o güne göre mazi olandan bahsetmiş olur ve bir defa olacak olaydan bahsetmiş olur. Muzari geldiği zaman o zamana göre muzari olmadan bahsedilmiş olur.
Burada maziden söz ettiğine göre; demek ki bu sürekli tekerrür edecek olaylardan değil, bir defa olacak olaydan bahsetmiş olur. Demek ki bu âyetin bugün bizden bahsettiğini gösteren iki delil daha burada teyit edilmiştir.
Tefsirlere bakın; bizim verdiğimiz bu manayı insanlar şimdiye kadar anlamamışlar, bunun üzerinde durmamışlardır. Ancak asrımızda bu mana şimdi Allah tarafından vahy (ilham) edilmiştir. Bu âyet bu manasıyla bugüne bakmaktadır.
وَهِيَ ظَالِمَةٌ
Va HiYa JaLiMaTün
“Ve onlar zalimler idi”
O karyeler zalim olacaklardır.
Bugün yeryüzünde herkes çalışmadan kazanmak istiyor. Çalışmadan kazanmak; kişilerden başlayarak tüm dev firmaların ve devletlerin hedefi budur.
Hâlbuki Kur’an diyor ki; insan için çalışmasından başka bir hak yoktur.
Ben aslında emekliliğe karşıyım. Bu sistem zenginleri yaşatıp yoksulları ölüme mahkûm etmedir. Emekli maaşımı alıyorum, çünkü zamanında benden kesmişlerdir. Ama ben bugün de en az on saat çalışıyorum. Tatil de yapmıyorum. Tüm emeklilere tavsiye ederim. Emekli maaşınızı alınız ama “Adil Düzen”e hizmet ederek bu maaşları helal hâle getiriniz.
Bugünkü dünyada sadece zulüm vardır.
Avrupa Birliği nedir?
Eskiden Yahudi sermayesi Avrupa’da idi, o sermaye ile birlikte dünyayı sömürüyorlardı. Sermaye şimdi ABD’ye kaydı.
Avrupalılar Avrupa Birliği’ni kurdular ki dünyayı sömürmeye devam edelim.
Sosyalistlerin, kapitalistlerin, karmacıların bütün işi sadece zulümdür.
Türkiye’deki koyun sürüsü sahibi iki koyunu satıp Suriye’den veya Irak’tan birkaç kilo hurma almasın diye gümrük duvarları yetmemiş, mayınlar döşetmişler, Türkiye’nin en verimli topraklarını hâlâ kullanamaz durumdayız! Hâlâ hududu geçen vatandaşların üzerine bombalar yağdırılıyor!
Binlerce yıldır yaşadığımız ormanlarımızda ağaç kesmek şöyle dursun, içeriye girip piknik bile yapamıyoruz!
Tarlamızda yetiştirdiğimiz domatesi pazara götürüp satamıyoruz!
Bir işletme kuramıyoruz, vergiler ve kuruluş masrafları gelirimizi karşılamıyor!
Kırk yaşına gelenler bile evlenemiyor, evlenenler bir veya iki çocuk bile yapamıyor!
Basın yayım size saldırır ama siz Bülent Arınç da olsanız, kendi bakanı olduğunuz TRT’de konuşamazsınız! O zaman sen neyin bakanısın, değilsen orada ne oturuyorsun?! Lise öğrencisi olduğu dönemden beri arkadaşımız olan zeki ama akılsız bu kardeşimiz zannediyor ki bunu Erdoğan yapıyor ve ona cephe alıyor. Akevler ile ilgiyi keserseniz böyle paryalaşırsınız. Bir bakana zulmediliyor, o da kendisini savunamıyor, kurtuluşu kaçmakta buluyor. Ben kendilerinin bir büyüğü ve kendisinin yetişmesinde emeği olan biri olarak onun bakanlığı zamanında uğradığım zulümden kendimi koruyamadım. Eşimden boşanmak zorunda kaldım. Artık siz gariban sıradan vatandaşa yapılan zulmü hesap edin.
Kooperatif defterine bir mühür vurdurmadık diye 1800 TL ceza kestiler. Onu çekmeye razı olduk. Ama bu cezayı yatırabilmek için üç ilim adamı üç hafta savcılıklarda süründük. Şimdi düşünün, bu durumda kim kooperatif kurar? Ama bizi kurduk ve daha da devam edeceğiz. Çünkü biz Allah’a inanıyoruz, mallarımızı ve canımızı cennet karşılığı sattık.
Kur’an’ın “ve hiye zalimetün” âyetine uyan çağımız benzeri bir çağ olmamıştır, bundan sonra da olmayacaktır diyorum. Tarih bu zulümleri unutacaktır ama insanlığın başına gelecekleri unutmayacaktır.
إِنَّ أَخْذَهُ
EinNa EPÜaHUv
“O’nun ahzı”
“Ahzettik” diyor.
“Ahz” avuçlamak demektir. Ahzın yani gelecek helakin acılarla dolu olacağı ve bu acıların şiddetli olacağını bildirmektedir. Birinci ve İkinci Cihan Savaşları, bugünkü terör olayları böyle ahzlardan bazılarıdır.
Kıssada anlatılanlara dikkat edin, hep inanmış olanlar kurtarılıyor; Bediüzzaman, Süleyman Tunahan, Erbakan bu kurtarışlara birer örnektirler.
Her işi bırakıp “Adil Düzen” için çalışacaksınız. Allah size ikram edecek, eşiniz ve çocuklarınız da sizinle kurtulacaklardır. Çocuklarınızı, torunlarınızı, gelinlerinizi, damatlarınızı uyarın ve “Adil Düzen”e getirin. Gelmeyenlerle ilgilenmeyin, aksi halde sonra siz de onlarla beraber boğulursunuz.
أَلِيمٌ شَدِيدٌ (102)
EaLıMun ŞaDIyDun
“Elimdir şedittir.”
Evet, O’nun ahzı gelmiştir. Bir musibet geldiği zaman bu musibet bize gelmese de bize gelmiştir. Ölen ölmüştür, artık kalanlar için musibettir. Bu musibetin Allah tarafından bize niçin isabet ettirildiğini düşünmemiz gerekir.
Van’da zelzele olur ve yüzlerce kişi ölürse, Allah beni uyarmak için bunu yaptı diyecek ve kendisinin ne hata ettiğini düşünecektir. Acı bir tattır ve acı eğiticidir.
Aslında Adil Düzen Çalışanları da acı duymakta ve şehit vermektedirler.
Burada ahz edilen karyenin kişileri değildir, topluluğun kendisidir. Bugün biyolojiden biliyoruz ki insan hücrelerden ibarettir ama varlık olarak ayrı kişidir, hücre ne ise vücut da odur.
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِمَنْ خَافَ عَذَابَ الْآخِرَةِ ذَلِكَ يَوْمٌ مَجْمُوعٌ لَهُ النَّاسُ وَذَلِكَ يَوْمٌ مَشْهُودٌ (103)
EinNa FIy ÜAvLiKa La EAvYaTan LiMaN PAvFa GaÜAvBa elEAvPiRaTi ÜAvLiKa YaVMun MaCMUvGun LaHu elNAvSu Va ÜAvLıKa YaVMun MaŞHUvDun
“Âhiret azabından havf eden kimse için bunda âyet vardır. Bu, nâsın onun için mecmu olacağı gündür ve bu meşhud bir gündür.”
Burada işaret edilen çağımızın olaylarıdır, çağımız olaylarının ikinci uygarlığa benzemesidir. Hazreti Nuh zamanından Firavunlara gelinceye kadar cereyan eden olaylardaki halkın habaseti bugün toplanmış bulunmaktadır. “Zalike”nin müfred olması tüm olayların ilâhi takdir ile tek olay olmasıdır. İkinci uygarlıkta ne yapılmışsa bugünkü uygarlıkta da benzeri yapılmaktadır. Yarın kurulacak bin dil üniversitesinin ana konusu ikinci uygarlıkla üçüncü uygarlığı karşılaştırmak olacaktır. “Âyet” kelimesini müfret yapmıştır. Tüm bu olaylar bir olaydır, âyet de bir tanedir, o da günümüzün olaylarını göstermektedir.
Âhiret azabından korkanlar için âyet vardır.
Demek ki eğer bu anlatılan kıssadan zamanımız olaylarına âyet çıkaramıyorsak, onda âhiret azabı yoktur demektir. Âhiret azabından bahsetmektedir, kıyametin azabından bahsetmemektedir. Yani kıyametten sonra cehenneme gidilecek ve orada cezası çekilecektir. Burada âhirete değil güne işaret edilmektedir. Bunun için müzekkerdir. Arada “Ve” getirilmediği zaman aynı işaret tekrar edilebilir. ‘Dün bir adam geldi, o âlimdi, o zengindi’ diyebilirsiniz. Araya “ve” getirirseniz o zaman o zengindi bu ise âlimdi manası çıkar.
“Yevm” kelimesi neden nekre getirilmiştir?
“El” ile getirilmesi halinde âhirete delalet ederdi, işaret olurdu. Hâlbuki burada “Zalike” mübtedadır, “Yevmun” haberdir. Şimdi yaşadığımız bir gündür.
Ne günüdür?
Nâsın cem olunacağı gündür.
Bu ne demektir?
İnsanlar Hazreti Âdem ve eşinden çoğalmaya başladılar. Çoğaldılar ve birbirlerinden ayrıldılar. O zamanki teknoloji insanlar arasındaki ilişkiyi kopardı, ayrı ayrı kabileler, şa’blar/iller ve kavimler ortaya çıktı. Birbirlerini bilmez ve tanımaz, sadece savaşırlardı. Bu bölünme ve ayrılma üçüncü binyıla doğru yaklaşmadan önce hep ayrı ayrı topluluk şeklinde idi. Uygarlıkları bile farklı idi. Düzen savaş üzerinde kurulmuştu.
Yirminci yüzyılın ulaştığı insanlık artık bir köy olmuştur. Her türlü imkânlarla en uzak kimselerle bile irtibat hâlindeyiz. Ulaşım var, haberleşme var, diller arası tercümeler var, kitaplar var, okullar var. İşte bu günümüz cem olacağımız gündür. Üçüncü binyıl uygarlığı tüm insanların tek topluluk hâline geleceği gündür.
Size daha önce bu âyetin bugüne işaret ettiğini söylemiştim. Şimdi de bunu teyit eden bir ifade ortaya çıkıyor ve çağımızı en veciz bir şekilde tanımlıyor.
Burada bir âyet vardır. Mecmu’ gündür. Bunu haber veriyorum. Artık kimse inkâr edemez; Allah’a ve âhirete inanmayanlar hariç.
Biz şimdi “İNSANLIK ANAYASASI” üzerinde çalışıyoruz. O anayasa devletler anayasası değil tüm insanlık anayasasıdır, tüm insanların cem olacağı bir anayasadır.
Cemil Çiçek’in ‘Kooperatiflerin önerileri ile ilgilenmiyoruz!’ dediği anayasadır.
Yeryüzünde bundan başka böyle bir çalışma var mı?
Gözlerini görmemek için kapatanlar, kulaklarını işitmemek için tıkayanlar, dillerini bağlayıp konuşmayanlar elbette bunları duyamaz, göremez ve konuşamazlar.
Ve bu meşhud gün olacaktır. Yani bundan sonra “Adil Düzen”in geldiği gün meşhud gün olacaktır. Akevler’in ortaya koyup geliştirdiği “ADİL DÜZEN”in ve “İNSANLIK ANAYASASI”nın uygulandığı gün meşhud gün olacaktır.
إِنَّ فِي ذَلِكَ
EinNa FIy ÜAvLiKa
“Bunda”
“İnne” ile getirilerek insanların tereddüt edeceklerine işaret etmektedir.
Burada işaret edilen üçüncü uygarlığın dönemidir. Yani Hazreti Musa’nın çölden geçip Sina dağında vahyi aldığı zamandan bugüne kadar geçen zamandır. İnsanlığın sözlü kurallar yerine yazılı kurallara geçtiği dönemdir. Bugün o dönem sona eriyor. Yerine sözleşmeli kuralların geçerli olduğu döneme geçiliyor.
Yeni dönemde kimse başkalarının yaptığı kanunlara uymak zorunda olmayacaktır. Herkes kendi kanunlarına uyacaktır. Kanun yok, sözleşmeler var. Yöneticilerin kararları yok. Herkes kendi içtihadına göre sözleşmeleri yorumlayacak ve uygulayacak. Hata yapıp başkalarına zarar verirse, hakemlerin kararı ile tesbit edilecek ve zarar veren tazmin edecek.
İnsanlığın bu duruma gelinceye kadar geçirdiği evrelere birden işaret ediyor ve “bu” diyor, “bunun içinde” diyor.
لَآيَةً
La EAvYaTan
“Bir âyet vardır”
Burada işaret edilen âyet insanlığın tıpkı ikinci dönemde olduğu gibi bu dönemde de onların yaşadığıdır. Bu trafik levhası bize dördüncü uygarlığın yerini gösteriyor, yani “Adil Düzen”i gösteriyor. “Adil Düzen”in söylediklerinde uydurma bir şey yoktur. Mukaddes kitapların ve müsbet ilmin belirttikleri gerçekler dile getirilmiştir.
Akevler’in söylediklerinde elbette hatalar vardır. Ne var ki bu hatalar Akevler çalışanlarına âyettir. Kur’an’da ve müsbet ilimlerde hata yoktur, çünkü Allah hata yapmaz.
Akevler’in yarım asırdır yaptığı çalışmalar hep bu âyetleri ortaya koymaktadır. Süleyman Akdemir ve Arif Ersoy bu hususta akademik çalışmalar yaptılar, bu konuda eserler verdiler. Erbakan bu çalışmaları değerlendirdi ve dünyaya “Adil Düzen” olarak takdim etti.
İşte bu, üçüncü binyıl ve sonraki bin yılların hükümlerine âyettir.
لِمَنْ خَافَ
LiMaN PAvFa
“Havf eden için”
Hazreti Nuh’tan Hazreti Musa’ya, Hazreti Musa’dan bugüne kadar gelişmiş olan olaylar incelendiği zaman bir adres var, o da “Adil Düzen” adresidir. Ne var ki bu levhayı okumak için levhanın yazıldığı dilin yazısını ve o dili bilmek gerektiği gibi; bu âyeti okuyabilmek için de âhirete inanmak ve cehennem azabından korkmak gerekir.
Âhiret azabından korktuklarına emin olduğumuz Millî Görüşçülerin ve Ak Partililerin bu âyeti okuyamamış olması bizi şaşırtıyor.
Namaz kılmaya devam ettikleri, içki içmedikleri, zina yapmadıkları müddetçe bunların bir gün bu levhayı, bu âyeti okuyacaklarını ümit ediyoruz.
Beraber olup güçlü olmak yerine hakta olmak gerekir. Hak sizi zaten beraber yapar. Beraberliğiniz de sizi güçlü yapar.
Akevler’i kurduğumuzda tarikatlar, Risalelerin şakirtleri, Süleyman Tunahan’ın şakirtleri, ilâhiyatçılar ve diğerleriyle hep beraber olduk. Akevler kuruldu ve yarım asırdır yaşamaktadır. Ak Partililer birlik oldu. Akevler’den gelen Millî Görüşçüler bir oldular. Anayasa ekseriyeti ile 10 seneden fazla iktidarda kaldılar. Sonra İslâm cemaati dağıldı. Her biri Akevler’den ayrıldı ve kendi cemaatleri içinde Akevler’den öğrendiklerini yapmaya başladılar. Bugünkü perişan hâlimiz bundandır. Ak Parti ekibi de dağıldı. Hak yolunda beraber olma yerine çıkar birliğinde beraber olma hevesindedirler. Sonuçta âhiret korkusu olmadığı için dördüncü insanlık uygarlığının levhasını okuyamamaktadırlar.
عَذَابَ الْآخِرَةِ
GaÜAvBa elEAvPiRaTi
“Âhiret azabı”
Âhiret azabı cehennem azabıdır. Kıyamet günü insanlar birlikte gelecekler, hesaba çekilecekler ve suçlular cehenneme gideceklerdir.
İşte bu cehenneme gitmemek için dördüncü insanlık uygarlığına yol arayanlar bu kıssalarda yol bulacaklardır. Kendi dilleri ile okuyacaklar ama herkese gösterilen yol tektir. Levhada tek adres var. O istikameti göstermektedir.
“Âhir” son demektir. Yani son azab olacaktır. Bundan sonra günah işleme yok, azab da yoktur. Cehennem azabı da insanlara acı çektirmek için takdir edilmiş bir azab değildir. O da eğitici, yetiştirici, insanı olgunlaştırıcı bir azabdır.
“Sonun azabı” tabiri geçmektedir. Buradaki sondan maksat, sonu olmayan ondan sonra başka son bulunmayan demektir. Çünkü kendisi sondur. Ahiretteki Te harfi sıfatı isme çeviren Te’dir. Ahir vardır. Son parçanın vasfıdır. Ama o son parça ilk parçalardan biridir. Âhiret ise kendisi ayrı bir varlıktır. Kendisi sondur, onun sonu yoktur. Bu da zamanın bitmesi anlamına gelir yani orada zaman biter. Zamanın yerine o geçer. Bu kelimenin tam manasını bizim bu zaman içinde hapsolmuş, mekân içinde hapsolmuş aklımız anlayamaz.
ذَلِكَ يَوْمٌ
AvLiKa YaVMun
“Bu gündür”
Yani bu anlatılan üçüncü uygarlık dönemi bir dönemdir, kendi başına bir dönemdir.
“Yevm” nekre gelmiştir. Çünkü diğer dört dönemden biridir. Öbürlerinden ayrıcalığı yoktur. İnsanlığın doğması, gelişmesi ve olgunlaşması dönemlerinden biridir.
“Zalike” mübteda, “Yevmun” haberdir. İşaret edilen harfi tarif veya has ism-i mevsulle marife olmuş olacağı için “Zalike” işaret zamiri olarak kabul edilemez yani “Yevm”e işaret etmiş olamaz.
“Yevm” kelimesi üç şekilde kullanılır. Harfi atıfla kullanıldığı zaman bugün bu dönem anlamındadır. “El-yevme’l-cum’ati” denmez yani toplanılan gün manasına kullanılamaz. Herhangi marifeli gün ifade edilecekse o zaman “yevm” getirilir. Tenvinsizdir ama harfi tarif de yoktur. Özel kullanılışı vardır. Kur’an’da bunlar tesbit edilerek Ruhu’l-Kur’an’a yerleştirilmelidir. Burada nekre gelmiştir. Herhangi gün kastedilmektedir.
مَجْمُوعٌ لَهُ النَّاسُ
MaCMuvGun LaHu elNAvSu
“Nâs onun için cem olunan”
Bu ifade yevmin sıfatıdır. O dört insanlık döneminden biridir. Ama nâs onun için, o yevm için cem olurlar. Yani yeryüzünde mevcut olan değişik kavimler, değişik dil konuşanlar, değişik yönetimleri olanlar o gün için birleşmiş olacaklardır. Onların birleşmesi o dördüncü dönemi getirecektir.
İnsanlar farklılaşsın diye önce dağıtılmış, her biri ayrı organ olarak oluşmuştur. Sonra da bunlar birlikte çalıştırılarak insanlık oluşmaktadır. Hücreler de böyledir. Önce birbirlerinden ayrılan hücreler ayrı ayrı dokular oluşturur, sonra o dokular farklı organları meydana getirir ve sonunda hepsi birleşir, olgun insan olur, canlı olur.
İşte uygarlaşma böyle devam eder.
Yeryüzüne dağılan insanlar ayrı ayrı topluluklar oluşturmuşlar, ayrı ayrı organlar oluşturmuşlardır. Şimdi ise teknolojinin sağladığı imkânlarla birleşip bir vücut olarak insanlığı oluşturuyorlar. Organlar yok olmuyor, aksine organlar varlıkları ile birlik oluyorlar.
Evet, bugün kabileler/bucaklar birleşiyor ama kabileler varlıklarını koruyorlar. Şa’blar/iller birleşiyor ve kavim oluyorlar ama onlar da varlıklarını koruyorlar. Kavimler/devletler birleşiyor ve insanlığı oluşturuyorlar ama kavimliği koruyorlar.
MHP bunu anlamıyor, Müslüman olmayı sanki ulusçu olmaya mani imiş gibi görüyor. HDP de bunu anlamıyor, Türk olmak sanki Kürt olmayı bırakma anlamındadır gibi görüyor. Tam tersine, iller varlıklarını koruyacaklar ki bunlar birleşince güçlü devlet oluşsun.
“Adil Düzen” işte nâsın mecmu olacağı günün görevlisi bir çalışmadır. Biz CHP ile koalisyon yaptık diye ayağa kalktılar. Biz Papalıkla dostluk kurduk diye ayağa kalktılar. Oysa günümüz mecmuun lehu’n-nâs olduğu gündür.
وَذَلِكَ يَوْمٌ
Va ÜAvLiKa YaVMun
“Ve o gündür”
Burada “Ve” harfi gelmiştir. İşaret edilen başka dönemdir yani dördüncü dönemdir. Üçüncü dönemde insanlar toplanacak ve dördüncü dönemde “Adil Düzen”in, Kur’an düzeninin uygulandığı görülecektir. Bu da dönemlerden bir dönemdir.
Bu dördüncü dönem de dönemlerden bir dönemdir. Üçüncü dönemden farklıdır. Üçüncü dönem kitap uygarlığının olduğu dönemdir. Dördüncü dönem ise serbest sözleşmelerin üzerine kurulmuş bir dönem olacaktır. Mukaddes kitapların işi bitmiş gibi anlaşılmamalıdır. Mukaddes kitaplar yalnız yöneticilere değil herkese hitap edecekler, merkezdekiler hâkim değil hâdim olacaklardır.
مَشْهُودٌ (103)
MaŞHUvDun
“Meşhuddur.”
Evet, o gün insanlar göreceklerdir; “ADİL DÜZEN”in uygulandığını göreceklerdir. Kur’an’ın haber verdiklerini göreceklerdir. “ADİL DÜZEN’E GÖRE İNSANLIK ANAYASASI”nı oluşturan AKEVLER son çalışmalarında her cümleyi Kur’an âyetleri ile delillendirdiler. İçinde hatalarımız vardır ama bütünü o günü yani dördüncü dönemi, son dönemi göstermektedir. İNSANLIK ANAYASASINA GEÇİŞ KİTABI yayımlanmıştır. Süleyman Akdemir şimdi İNSANLIK ANAYASASI KAVRAMI üzerinde çalışmaktadır.
Evet, dördüncü dönem geldiğinde bütün bunların uygulandığı görülecektir.
“ORTAKLIK EKONOMİSİ” kitabı hazırlanmakta, Hüseyin Kayahan redakte etmektedir. O günün Muhasebesini Lütfi Hocaoğlu’nun organizesinde Tayibet Erzen hazırlamaktadır. Projeler Medhal yöneticileri Mimar Bünyamin Demir sorumluluğunda Ahmet Kırtekin ile birlikte hazırlanmaktadır. Sedat Aksakal hesaplarını yapacaktır. İleride bunların uygulandığını herkesin gözleri görecektir. Meşhud yevm olacaktır.
Aslında birinci Akevler çalışmaları da meşhud olmuştur. Bugün Akevler yarım asırdır çalışmalarına devam ediyor. Millî Görüş ve Risaleler dünyaya Kur’an düzenini takdim ediyorlar. Ne var ki bunları şimdilik görmek için âhiret yevmine iman etmek gerekmektedir. Ama yarın zaten iman etmeyenler ortalıkta görünmeyeceklerdir.
وَمَا نُؤَخِّرُهُ إِلَّا لِأَجَلٍ مَعْدُودٍ (104)
Va MAv NuEapPıRuHUv İlLAv Li EaCaLin MaGDUvDin
“Ve onu ma’dud ecelin dışında bir nedenle tehir etmiyoruz.”
Kur’an bunları haber verirken yani üçüncü dönemin toplanma gününü haber verirken bunların vakitlendirildiğini, günü gelince olacağını bildirmekte, bunun bin senelik uygarlık ömürleri ile gerçekleşeceğine işaret etmektedir.
Birinci binyıl Nuh Uygarlığı dönemidir.
İkinci uygarlık İbrahim Uygarlığı dönemidir.
Bunlar ikinci insanlık dönemleri içinde oluşmuştur.
Üçüncü uygarlaşma dönemi Hazreti Musa dönemidir.
Dördüncü uygarlaşma dönemi Hazreti İsa dönemidir.
Ve beşinci uygarlaşma dönemi Kur’an dönemidir.
Bunlar biner yıldır.
Adım adım ilerlenecek, hilkat kanunlarına göre değil de rabvet kanunlarına göre oluşturulacaktır. Bu sebeple bugüne kadar beklenmiştir. Uçağın, telefonun, elektriğin ve bilgisayarın icat edildiği ve yaygınlaştığı bugün için tehir edilmiştir. Şimdi günü gelmiştir. Türkiye inkılâpları ile Hazreti Musa gibi doğuyu ve batıyı öğrenmiştir. O üçüncü dönemi başlatmıştı. Şimdi Türkiye de dördüncü dönemi başlatıyor.
وَمَا نُؤَخِّرُهُ
Va MAv NuEapPıRuHUv
“Ve onu tehir etmiyoruz”
Yani meşhud günü tehir etmiyor. Ancak sosyal ecel için biner yıllık uygarlık ömürlerinin dolması ve insanlığın erginlik çağına ulaşması için tehir ediyoruz.
Öyle bir düzen ki orada kanun yok, sözleşmeler var. Herkes kendisi sözleşme yapıyor ve ona uyuyor. Ama bu sözleşmeleri öyle yapıyorlar ki, sonunda “ADİL DÜZEN” ortaya çıkıyor. Bunun için insanlığın belli seviyeye çıkması gerekiyor. Müdahalesiz ekonominin oluşabilmesi için halkın belli seviyeye ulaşması gerekiyor. Onun için bekletilmektedir.
Sizlere ne diyorum?
“Adil Düzen”in projelerini yapın, muhasebelerini tutmaya başlayın, başka bir şeye gerek yoktur. Sizin dünyayı değiştirmeniz için bu yeterlidir. Bir gün Allah ilham edecek ve insanlar bunları yapmaya başlayacaklardır. Bugün ilgilenen kardeşlerimiz vardır. Yarın ilgilenmekle kalmayacak, kendilerini buna vereceklerdir; bunlar vermezlerse Allah başkalarını getirecek ve onlar vereceklerdir. O zaman da tehir bitecektir.
إِلَّا لِأَجَلٍ مَعْدُودٍ (104)
İlLAv Li EaCaLin MaGDUvDin
“Sadece ma’dud ecel için.”
“Ma’dud ecel” nekredir. “Ma’dud” has bir kelimedir, sayıyı ifade eder. “Ecel” nekredir ama ma’duddur. Eğer periyodik olarak bir sayı ifade ediyorsa sayısı belli olduğu için marifedir ama tekerrür ettiği için nekredir. Yani ecelini doldursun diye. Ecel nekredir, çünkü her uygarlaşmanın ömrünü ifade ediyor. Ama sayısı bellidir. Bu bin senelik ömürdür.
Kur’an’da buna emir 1000 senede Allah’a uruc eder diyerek uygarlık periyodunun bin yıl olduğuna işaret etmiştir. Tevrat ve diğer mukaddes kitaplarda da bu hususa işaret etmektedir. Beş bin yıllık tarih bunu teyit etmektedir. Ulaşım, haberleşme, elektrik ve bilgisayar çağının tam 2 000 Miladi tarihlerine rastlaması da bu bin yıllık periyodu teyit eder. Bizim Hazreti Nuh Peygamberin Milattan Önce 2000 ve Hazreti İbrahim’in 1000 yıl önce geldiğindeki ısrarımız bu delillere dayanmaktadır.
Biz iki şey ararız: Müsbet ilim evet diyecek, Kur’an da onu tasdik edecek yahut Kur’an bir şey diyecek, müsbet ilim de onu tasdik edecek, uydurma zorlaması ile değil, açık ifadesiyle tasdik edecektir.
يَوْمَ يَأْتِ لَا تَكَلَّمُ نَفْسٌ إِلَّا بِإِذْنِهِ فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ وَسَعِيدٌ (105)
YaVMa YaETı LAv TaKalLaMu NaFSun eEilLAv BiEiÜNıHIy Fa MiNHuM ŞaQıyYun Va SaGIyDun
“O gün gelir O’nun izni olmadan hiçbir nefs tekellüm etmez. Onlardan şaki ve said vardır.”
“Yevme” kelimesi bugüne işaret etmektedir yani tehir edilen gün geldiğinde.
Üçüncü dönemin eceli tamamlanıp dördüncü döneme geçildiğinde manasını verebildiğimiz gibi marife olarak kıyamet günü geldiğinde denmiş olur. Kıyamet günü âhiret günü değildir. Daha cennet ve cehenneme gidilmeden önceki gündür. Burada işaret edilen dördüncü günün başlangıcı değildir. Dördüncü günün içinde son gündür. Yahut dördüncü günden sonraki gündür.
Burada bu dünya hayatını anlatırken birden âhiret hayatını anlatmaya başlamıştır. Bu dört insanlık dönemi yaşanırken hepsinde ortak özellik vardır. O da insanlığın iki takım olmasıdır. İyiler var, kötüler var. İyiler yapmaya, kötüler yıkmaya çalışırlar. Kötüler mikroplar gibidir. Yapmayı engeller yahut yapılanları yıkarlar. Buna karşılık vücudun kendi hücreleri vardır, onlar da yapmaya çalışırlar. Sonunda yapıcılar yıkıcıları yenerek hayatta kalırlar. Yıkıcıların görevi yaşlıları ve bozukları ayıklayıp yeni gelenlerin önünü açmadır. Canlılarda böyle olduğu gibi topluluklarda da böyledir.
Mikropsuz bir canlılık varlığını sürdüremediği gibi kötüler olmadan da insanlık varlığını sürdüremez. İşte sonunda buna işaret etmektedir. Onun için diyoruz ki; biz yapılan işe bakarız, söylenen söze bakarız; kimin yaptığına, kimin söylediğine bakmayız. Biz herkesi severiz; onlar bizi sevmeseler de biz onları severiz. Yaratılanı hoş görürüz Yaradan’dan ötürü.
Burada gelen nedir?
Gündür. Yahut Allah’tır. “İllâ Biiznihi” âyetinde işaret edildiğine göre demek ki mezkûrdur. Allah’ın emridir. Neyi takdir edersek edelim, sonunda akdedilen kıyamet gününün gelmesidir.
Bugün Kâinatın ömrü üzerinde çalışmalar vardır. Entropi büyümektedir. Yani yıldızlardaki enerji tükendiği zaman Kâinatta artık kullanılabilir enerji kalmayacak, canlılar varlıklarını sürdüremeyeceklerdir. Kâinatın genişlemesi ışık baskısı kalmayacağı için birden duracak yahut yakıtlar bittiği zaman duracaktır. Yani yıldızlar söndükten sonra Kâinat yine bir o kadar zaman genişlemeye devam edecek ama içi boşalmış olacaktır. Madde merkezde donmuş olacaktır. Mete Firidin “Mursaha”ya bu manayı vermektedir.
Kâinatın ikinci ölümü ise şu şekildedir: Galaksi çevresinde dönen yıldızlar sürtünme kuvveti sebebiyle merkeze yani kara deliğe yaklaşmaktadır. Yaklaştıkça dönme sürati artar, hızlanır, sürtünmesi artar, birden artık dönmez ve kara deliğe düşer. İnsanlar hâlâ Güneş etrafında yaşamaya devam etmektedirler. Çünkü kara delik ışıma yapmadığı için ısı farkı oluşmamıştır.
Burada işaret edilen kıyametin gelişi entropinin büyümesi ile değil, çekim kuvveti ile galaksinin parçalanacağıdır. Kur’an’da zaten bunlara işaret edilmektedir. Entropinin büyümesini hesaplayabiliriz. Ama kara delik çekmesi üzerinde bir hesabı şimdilik yürütemiyoruz. Sadece olacağını biliyoruz. Entropinin büyümesinin bitmesinden kısa zaman sonra olacaktır.
Galaksinin kitlesi merkezde toplanınca basıncı artacağı için yeniden patlama olacaktır. İşte ondan sonra kıyamet başlayacaktır. Bu üçüncü zaman görüntüsüdür. Dirilme ise dördüncü boyutta olacak ve zaman anlamını değiştirecektir.
Biz şimdi gemideyiz. Birlikte yürüyoruz. Gemiden dışarısını seyrediyoruz. Ama hep aynı yerleri seyrediyoruz. Dolayısıyla zaman içinde ileri veya geri gidemiyoruz. Ama kayıklarla inersek hepimiz ayrı ayrı yerlere gideriz, farklı zamanlar yaşarız.
İşte, kıyamet demek bu dünyanın dördüncü boyutta oluşan şeklidir. O gün insanlar istedikleri gibi konuşmaz, sırası gelen konuşur. El kaldırır öyle konuşur. Eğer bugünü dördüncü dönem için söylersek, o gün toplantılar yapılacak ama şimdi Yenibosna’da ve bütün Dünya’da karmakarışık konuşma olmayacaktır. Herkes ya söz isteyecek ve söz verildiği zaman konuşacak yahut da sırası gelince konuşacak.
Dünya hayatı demek âhiret hayatına yaklaşmak demektir. Âhirette toprak altına döşenmiş su ve süt borularından bahsedilmektedir. Biz de şimdi dünyada bu işleri yapmaya başladık. İnsanlar kıyamete geçtiklerinde söz alarak konuşmayı da öğrenmiş olacaklardır.
Görülüyor ki Kur’an’da ele alınmayan konu yoktur.
Sonunda insanların “şaki ve said” oldukları ifade edilmiştir. Burada Kur’an’ın bize bildirdiği ise bundan sonra artık beşinci uygarlık olmayacaktır. Dördüncü uygarlıktan sonra insanlık kıyamete intikal etmiş olacaktır.
Bu neye benzer?
Artık insan olgunluk çağına gelmiştir. Bedeni yapısında bir gelişme olmayacaktır. Yaşamının ilk üçte birinden sonra bedeni melekeler durur. Ruhi melekeler 66 yaşına kadar gelişmeye devam eder. Sonra da gerilemeye başlar. Kâinat da 13 milyar yıl yaşadı. Bu 15 yaşa tekabül eder. 14 yaşında buluğ çağına ulaştı. Kâinatın daha ömrü vardır. 85 milyar yıl yaşayacaktır.
Kimi bunu canlıların var oluşu ile başlatabilir. Canlıların da iki üç milyar yıl kadar daha ömrü var diyebiliriz. Kimi de bunu insanlıkla başlatabilir. 100 000 yıldan fazla ömrü var demek olur.
يَوْمَ
YaVMa
“O yevm”
Buradaki gün günlerden bilinen güne işaret eden dönemi ifade etmektedir. “Ye’ti”nin zarfı olarak görülmektedir. “Ye’ti”nin faili mahzuftur. Allah’ın emri olarak takdir edebiliriz. Allah’ın emri “Cae” olarak gelmiştir. Allah’ı takdir edenler olmuştur.
Burada maruf olan günü kıyamet günü olarak alabiliriz. Bu takdirde “Fe” harfinden sonra geldiği için sanki orada şaki ve said olacak anlamı çıkar. Oysa oraya said ve şaki olarak gelmiş. “Minhum”daki zamir nâsa raci olduğuna göre nâsın içinde şakiler de var saidler de var demiş olur. Buradaki gün meşhud gündür yani “Adil Düzen”in geldiği gündür.
يَأْتِ
YaETı
“Geldiğinde”
Evet, insanlık inkılâplarını tamamlamış, peygamberler görevlerini bitirmiş ve yeryüzüne “Adil Düzen” gelmiştir. Ulusların çatışmacı ve sömürücü değişik anayasaları yerine tüm insanları birleştiren barışçı dayanışmacı bir düzen geldiğinde denmiş olur. İnsanların hamd etmesi günüdür.
“Elyevme ekmeltü lekümü-d din” âyetinin yeniden nâzil olduğu gündür.
لَا تَكَلَّمُ نَفْسٌ
LAv TuKalLiMu NaFSun
“Nefs tekellüm etmez”
“Yevme”yi kıyamet günü olarak alıp “Lâ Tekelleme”ye “Lâ Yestetiu” manasını ekleyerek vermektedirler. Biz ise bunu “yestetiu” takdir etmeden manalandırıyoruz.
O gün insanlar artık kendilerini eğitmiş ve curcunalı konuşmadan vazgeçmişlerdir. Her toplantıda sıra ile konuşurlar, söz alarak konuşurlar, yararlı sonuca ulaşmak için zamanlarını en verimli şekilde değerlendirirler.
Bütün çabalamalarımıza rağmen Yenibosna’da da izinli konuşma sistemini oluşturamadık. İşe buradan başlamalıyız. Günde beş defa namaz kılmak için kadın erkek bir araya gelmeliyiz ve namaz kılmayı yani sohbet etmeyi öğrenmeliyiz. Önce hemen imamımızı belirlemeliyiz. Sonra halka olup usule uygun konuşmalıyız. Sıra ile konuşulacak yahut başkandan söz alarak konuşulacaktır. Böylece mecmu günümüzü yaşamaya başlamış ve meşhud güne geçmiş oluruz.
إِلَّا بِإِذْنِهِ
EilLAv BiEiÜNıHIy
“Sadece O’nun izniyle”
Burada işaret edilen Allah ise ancak görüşme kurallarının verdiği izin anlamında olur. Zamir kurallara gider. Çünkü kurallar topluluğun emridir, yani Allah’ın şeriatıdır. Nefis kendi iradesi ile Allah’ın şeriat kuralları içinde izin verildiği müddet içinde konuşur demektir. Şeriatın hükümlerine göre yani emrine göre konuşurlar denseydi, söyleyeceği sözler de izne tabi olurdu, oysa sadece konuşma zamanı sınırlanmıştır. Konuşma ise serbest bırakılmıştır. Kişi kendisine ayrılan zamanda istediğini konuşur. Suç varsa sonra hakemlerine hesap verir.
Şimdi burada şunu öğreniyoruz ki “emir” demek konuşulacak ve yapılacak işler, detayı ile belli ise emirdir.
Sadece zamanı veya yeri sınırlandırmışsa o zaman da “izin” kelimesi kullanılır.
فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ
Fa MiNHuM ŞaQıyYun
“Onlardan şakiler vardır”
O halde söz alıp konuşmak herkesin hakkıdır. Kimsenin sen yanlış konuşuyorsun diye konuşması önlenmez. Suç işlemeden ceza verilmez. Potansiyel suç yoktur, cezası yoktur.
Konuşanlar içinde şakiler vardır deniyor, hem de onların konuşması daha öncedir.
“Şaki” bölücü demektir. PKK’ya akrabadır. İsmi fail olarak alırsanız mikroplar gibi topluluğu parçalamayı istemektedir. İsmi mef’ul alırsanız kendisi topluluktan kopmuştur demektir. “Şakavet” kelimesi Türkçede “eşkıya” olarak kullanılmaktadır. “Eşkıyalık yapasın diye görevlendirilmedin” deniyor, Taha Sûresi’nde.
Canlılarda iki çeşit hücre vardır. Şaki hücreler hücrelerin birliğinden oluşan varlıkları parçalayıp dağıtırlar, toprak hâline getirirler. İkinciler ise çoğalır, birlik oluşturur ve canlıyı yaşatmaya çalışırlar, imal ederler ve korurlar.
Demek ki herkesin söz hakkı vardır. Eşkıya da sırası geldiğinde veya izin aldığında konuşma hakkına sahiptir. Radyoda ve televizyonda bu hakkını kullanabilecektir.
وَسَعِيدٌ (105)
Va SaGIyDun
“Ve said vardır.”
“Said” kelimesi Kur’an’da iki defa geçer, ikisi de bu âyetlerde geçmektedir.
“Said” bilek demektir, tutup kaldırmadan oluşmuştur, iş yapma demektir. Mikroplar ağızları ile canlıyı parçalarlar. Öz hücreler ise kolları ile iş yapıp hizmet ederler. Demek ki “said” demek iyi işler yapan veya kendisine iyi işler yapılan kimse demektir.
Demek ki mecmu günde mecliste herkes yer alır, sözünü söyler, özgürlük vardır. Söz söyleyen suç teşkil eden söz söylerse hakemler onu cezalandırır.
Sermaye ise basın mensuplarına mutlak özgürlüğü savunmaktadır.
Yani suç teşkil edecek iş yapar veya söz söylerse buna mani olunmaz ama sonra işlediğin suçun cezasını kolu kesilerek, hadım yapılarak, gözü çıkarılarak, öldürülerek görür. Buna ancak hakemlerden oluşan yargı karar verebilir.
Demek ki “şaki” demek topluluktan kopmuş, herkesin onun kötülüğünü istediği veya kendisinin herkesin kötülüğünü istediği kimse demektir; “said” ise herkesin kendisine iyilik etmesini istediği ve kendisinin de herkesin iyiliğini istediği kimse demektir.
Demek ki iyi insan ve kötü insan her zaman vardır ve olacaktır. Uygarlaşma kişilerin iyileşmesi anlamında değil, iyilerin ve kötülerin bulunduğu ve herkesin adalet içinde yaşadığı bir düzen demektir. Kişilerin yapısı değişmeyecek, düzen değişecek.
Bugün tarikatlar, Diyanet, Risaleciler, hattâ Saadetçiler hep iyi insan yetiştirmekle meşguller. Akevler ise iyi düzen kurma çabası içindedir.
“Adil Düzen” yalnızca iyi insanların yaşadığı dünya değil, herkesin istediği gibi yaşadığı ve hak ettiğini aldığı bir dünyayı getirmek için çalışmaktadır.
فَأَمَّا الَّذِينَ شَقُوا فَفِي النَّارِ لَهُمْ فِيهَا زَفِيرٌ وَشَهِيقٌ (106)
Fa EamMa elLaÜIyNa ŞaQUv Fa Fıy elNaVRı LaHuM FIyHAv ZaFIyRun Va ŞaHıyQun
“Şaki olanlar nâr içindedir, onlar için orada zefir ve şehîk vardır.”
Buradaki “Fa” tafsil Fa’sıdır. Şakileri ve saidleri anlatmaktadır. “Fi’l-Âhireti” mahzuftur. Bundan önce anlatılanlar bu dünyada anlatılanlardır. Çünkü burada şaki ve said oldular. “Fe”den sonra anlatılanlar ise âhirette olacaklardır. “Feemmellezîne hum şakıyetün” denseydi ahireti anlatmış olurdu. Oysa daha önce şaki olmuş olanlar denmektedir. Yani dünyada şaki olanlar denmektedir. Ateşte olacaklardır. Onlar için zefir ve şahik vardır.
Basit sayı sistemi paketleme ile oluşur. Dört işlem vardır; sayma, toplama, çarpma ve üs alma. Bunların hepsi saymadan yani paketlemeden başka bir şey değildir. Bunların ters işlemi ise azaltma yani ters sayma, çıkarma, bölme, kök almadır.
Çıkarma işlemini yapamadığımız için negatif sayıları icat ettik.
Bölme yapamadığınız için de kesir sayıları ilave ettik.
-1’in kökünü alamadığımız için de sanal sayıyı icat ettik.
Bunlarla tüm işlemleri yapabiliyoruz. Yapamadığımız bir şey yok.
Başka bir varsayım da; Kâinat matematik üzerine yaratılmıştır. Her varlığın matematikte karşılığı vardır. Her sayının da Kâinatta karşılığı vardır.
Fizikte başka kural vardır. Uzakta iken birbirini çeken varlıklar çok yaklaşırlarsa iterler. Uzakta iken birbirini iten varlıklar çok yakınken birbirini çekerler. Böylece varlıklar dört gruba ayrılırlar.
Biz sanal değil batın varlık diyoruz. Melekler ve ruhlar batıni varlıklardır, insanlar ve cinler zahiri varlıklardır. İnsanlar ve ruhlar uzak atomlu varlıklardır, melekler ve cinler yakın atomlu varlıklardır. Cehennem cinleri yaşatmaktadır, cennet insanları yaşatmaktadır. Ateşe atıldıkları zaman orada insanlar cinleşmekte, böylece ateşin içinde yaşama melekesini kazanmaktadır. Buradaki “zefir ve şahık” bunu ifade eder. İnsanlardaki atomlar arası denge dönme üzerinde kurulur. Cinlerdeki denge ise çekip itme üzerine kurulur. Birbirini iterek uzaklaşırlar, bu sefer çekerek yaklaşırlar ve sonra bir daha iterler.
İşte bu zefir ve şehîktir.
Zefir çekme, şehîk ile itmedir.
فَأَمَّا الَّذِينَ شَقُوا
Fa EmMa elLaÜIyNa ŞaQUv
“Şakavet eden kimseler ise”
Yani bu dünyada bölücülük yapan kimselerin bedenleri molekül yapısından atom yapısına dönecektir. Dengelerini elektronların dönmesi ile değil, elektronların gidip gelmesi ile sağlayacaklardır. Bu dünyada şaki olanlar kastedildiği için “Ellezîne” gelmiştir. Şaki müfrettir ama “Minhum”daki teb’izden dolayı bazı insanlar demektir. Dolayısıyla çokturlar. Bu sebeple “Ellezîne” çoğul olmuştur.
فَفِي النَّارِ
Fa Fıy elNaVRı
“Ateş içindedirler”
Ateşi iki şekilde anlarız: sıcaklığın üretilmesi anlamında veya sıcak olması anlamında. O halde yüksek sıcaklık içindedirler demektir.
لَهُمْ فِيهَا زَفِيرٌ
Lahum FIyHAv ZaFIyRun
“Onlar için orada zefir vardır.”
Yani elektronlar atomlar arası gidip gelerek bağı koparmazlar.
Bir köyde iki adam vardır. Ellerinde bir araba var. Bazen biri bazen biri kullanıyor. Bunlar köyden ayrılamazlar, çünkü arabayı bölemezler. Atomlar da böyle çalışır.
وَشَهِيقٌ (106)
Va ŞaHIyQun
“Ve şehîk vardır.”
“Şehîk” ateşin gürültüsüdür. Moleküller yaklaşınca enerji salarlar. Uzaklaşmak için de enerji alırlar. Işığın salınması ateşin gürültü çıkarmasına benzetilir. Şimşekler de gök gürültüsünü yaparlar.
خَالِدِينَ فِيهَا مَا دَامَتِ السَّمَوَاتُ وَالْأَرْضُ إِلَّا مَا شَاءَ رَبُّكَ إِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِمَا يُرِيدُ (107)
PAvLiDIyNa FIyHAv MAv DAvMaTi elSaMAvVaVTu Va elEaRDu EilLAv MAv ŞAvEa RabBuKa EinNa RabBaKa FagGAvLun LiMAv YUvRiDu
“Rabbinin meşieti dışında semavat ve arz devam ettiği dışında orada haliddirler. Rabbin neyi murad ederse onun failidir.”
Burada semavat ve arz devam ettiği müddetçe dendiğine göre demek ki âhirette de yani cennet ve cehennemde de sema ve arz vardır. Orada halid olacaklardır diyor.
Demek ki cehennemde de gök ve yer vardır. Orada da bu dünyadaki teknoloji çalışacaktır. Ağaçlar ve meyveler olduğuna göre bu dünya hayatından farklı hayat elbette düşünülemez. Zaten Allah farklı teknoloji kullanmaz, bir teknolojiyi geliştirir.
Başka bir istidlal da, nasıl bu semavat ve arzın sonu varsa, oradaki semavat arzın da sonu olacaktır. Toplanacak, patlayacak, sonra benzeri olacaktır. Şu farkla ki, biz artık olgunlaşmış olarak geleceğiz. Dört boyut içinde olacağız.
خَالِدِينَ فِيهَا
PAvLiDIyNa FIyHAv
“Orada haliddirler”
Nârın içinde haliddirler.
“Halid” demek sürekli demektir. Oradan ayrılmamak üzere kalacaklar.
“Ellezîne Şaku”nun hâlidir. Burada “ebeden” kelimesini getirmemektedir.
مَا دَامَتِ السَّمَوَاتُ وَالْأَرْضُ
MAv DAvMaTi elSaMAvVavTu Va elEaRDu
“Semavat ve arz devam ettiği süre içinde”
Hayat üç boyutlu uzayın dört boyutlu uzaydaki kaymasıdır. Adım adım kesitlerdir. Âhirette de semavat ve arz vardır, onun beş boyutlu uzaya kayışı âhiret hayatını oluşturacaktır.
Semavat ve arz marifedir. Bizim semavat ve arz kastedilmiş ise demek ki bizim âhiretimiz bizim kâinatımızın devamıdır. Semavat ve arzın da evrimidir. Zaten böyle olduğu için dört boyutlu uzayda dirileceğiz. Şimdiki semavat ve arz şimdiki kesiti gösteriyor. Oysa o dört boyutlu kesittir, sonra da devam edecektir.
Bu hususta olayları tam kavrayabilmemiz için dört boyutlu uzayın fiziği üzerinde durmamız gerekmektedir. Çok boyutlu uzayın geometrisi iyi bilinmektedir ama fizik ve kimyası üzerinde bir çalışma yapılmamıştır. Ben de çalışmadım.
إِلَّا مَا شَاءَ رَبُّكَ
EilLAv MAv ŞAvEa RabBuKa
“Rabbinin meşieti dışında”
Meşiet ne olabilir?
Beş boyutlu içinde değişik dört boyutlu uzaylar vardır. O dört boyutlu uzaydan çıkarıp Allah başka dört boyutlu uzaya götürebilir. Yahut cennetten cehenneme götürebilir.
إِنَّ رَبَّكَ
EinNa RabBaKa
“Rabbin”
“Rabbin” kelimesini kullanarak bize bütün bunların evrim için olduğunu göstermektedir. Âhirette de evrim devam edecektir. Böylece insan daima yücelecektir.
Tasavvuf ehli bu yücelmeyi Tanrı ile birleşme şeklinde anlamaktadırlar. Kur’an’da, sonunda bize rücu edeceksiniz denmektedir. Bizim beyin yapımız ondan sonrasını idrak etmeye yeterli değildir. Allah bize gerektiği kadar akıl vermiştir.
Denizin dibinde karanlıkta bulunan balıkların gözleri yoktur, ışığı algılayamazlar.
فَعَّالٌ لِمَا يُرِيدُ (107)
FagGAvLun LiMAv YUvRiDu
“Murat edeceğini yapandır.”
“Murat ettiğini” değil, “murat edeceğini”.
Demek ki daha sonra ne yapacağını Allah bile murat etmemiştir. Belli aşamadan sonra ne olacağını biz değil Allah da irade etmediği için bilmemektedir. Tabi bu söz biraz tehlikeli söz olarak görünür. Doğrudur. Bütün bunlar bizim zaman içindeki düşüncelerimizdir. Zamanın dışına çıktığımızda bizim beynimiz durur.
وَأَمَّا الَّذِينَ سُعِدُوا فَفِي الْجَنَّةِ خَالِدِينَ فِيهَا مَا دَامَتِ السَّمَوَاتُ وَالْأَرْضُ إِلَّا مَا شَاءَ رَبُّكَ عَطَاءً غَيْرَ مَجْذُوذٍ (108)
Va EamMa elLaÜIyNa SuGıDUv Fa Fıy elCanNaTi PAvLiDIyNa FIyHAv MAv DAVvMaTi elSaMAvVaVTu Va eLEaRWu EiLAv MAv ŞAyEa RabBuKa GaOAvEan ĞaYRa MaCÜUvÜin
“Saadete erdirilenler cennettedirler. Allah’ın meşieti dışında semavat ve arz devam ettikçe meczuz olmayan Rabbinin a’tası olmak üzere haliddirler.”
Şaki malum fiil ile söylendi. Oysa said olanlar meçhul fiille söylendi. Cehenneme Allah koymadı, kendileri girdiler. Cennete ise Allah koydu. Çünkü hak ettiklerinin on misli daha fazla nimetlere ulaştırdı.
Biz Adil Düzen Çalışanları kendi irademizle değil, Allah’ın ihsanı ile bu görevleri aldık. Kendi hayatınıza bakın. Sizi buraya getiren birçok tevafuklar vardır.
Onlar cennettedirler. Moleküler hayat yani bizim yaşadığımız hayatı yaşıyorlar, yaşayacağız. Onlar da haliddirler, kalıcıdırlar; semavat ve arz devam ettiği müddetçe.
Burada semavat ve arz tekrar edilmiştir. O halde cehennemin semavat ve arzı ile cennetin semavat ve arzı birbirinden farklıdır. Ayrı üç boyutlu veya dört boyutlu uzay olacaktır. Burada da istisna vardır. Rabbinin izni ile insanlar cennetin dışına çıkacaklardır. Örnek olarak cehenneme gidip yakınlarını ve dostlarını ziyaret edebileceklerdir yahut başka dört boyutlu uzaya gidebileceklerdir.
“Cezzetmek” kesmek demektir. CZE za ile parça demektir. CZZ zel ile de parça demektir. Zel ile olanlar gelişigüzel dağılmış parçalardır. CZE de işe yarayan parçalar demektir. Cezz edilmeyen kesilmeyen bir atâ, sürekli bir atâ olacaktır. Cehennemde bu kullanılmamıştır. Mümin suresi 11. Ayette kâfirler için iki ölüm ve iki dirilmeden bahsedilmektedir. Birinci ölüm dünyadan kıyamete, ikinci ölüm kıyametten Cehenneme gitmek için uyumadır, krizalit dönemidir.
وَأَمَّا الَّذِينَ سُعِدُوا
Va EamMa elLaÜIyNa SuGıDUv
“Ve saadete erdirilenler”
“Saadet” meçhul fiil olarak kullanılarak, onların seçilmiş kimseler olduğuna işaret etmektedir.
Adil Düzen Çalışanlarının görevli olduklarını bilmeleri ve ona göre çalışmaları gerekmektedir. Buralara biz kendiliğimizden gelmedik, O getirdi. Görevimizi yapmadığımızda cezamız da o kadar fazla olacaktır.
فَفِي الْجَنَّةِ
FaFıy elCanNaTi
“Cennettedirler”
Kıyamete kadar iki tür insan var olacaktır; iyi insan ve kötü insan.
İster kötü düzende yaşasınlar isterse iyi düzende yaşasınlar, iyiler cennettedir.
Kötüler de iyi düzende yaşasınlar kötü düzende yaşasınlar cehennemdedirler.
Dünyada ise kötü düzendekiler iyi olsalar da helâk olacaklardır.
İyi düzende olanlar kendileri kötü olsalar da kurtulacaklardır.
Bu âyetler bunları anlatıyor.
خَالِدِينَ فِيهَا
PaLiDIyNa FIyHAv
“Orada haliddirler”
Bunlar da cehennemdekiler gibi haliddirler. Ölmeleri söz konusu değildir. Kovulmaları söz konusu değildir.
مَا دَامَتِ السَّمَوَاتُ وَالْأَرْضُ
MAv DAVMaTi elSaMAvVaVTu Va el EaRWu
“Semavat ve arzın devamı müddetince”
Burada cennettekilerin semavat ve arzı ile cehennemdekilerin semavat ve arzının farklı olduğunu bildirmiştir. Bu sebeple izhar edilmiştir. Buna kıyasen bizim buranın semavat ve arzı ile ahrettekilerin semavat ve arzı da farklı olabilir.
إِلَّا مَا شَاءَ رَبُّكَ
EiLAv MAv ŞAyEa RbBuKa
“Rabbinin meşieti dışında”
Burada da Allah’ın meşieti ile istisna yapılmıştır. Cehennemdekiler cennete geleceklerdir. Cennettekiler de orada kötülük yapmak isterlerse cehenneme gideceklerdir. Kur’an’da onların kötülük yapmayacakları bildirilmiştir. Başka istisnaları düşünmemiz gerekir.
عَطَاءً غَيْرَ مَجْذُوذٍ (108)
GaOAvEan ĞaYRa MaCÜUvÜin
“Meczuz olmayan ata.”
“Atâ’” kamu tarafından halka karşılıksız dağıtılandır.
“Meczuz olmayan” demek ömür boyu demektir. Ölüm olmadığı, devamlı olduğu anlamındadır. Cehennemdekiler için bu zikredilmemektedir. Muhalif mefhumdan cehennemdekilere verilenlerin sonu olacak, cennete gidebileceklerdir.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92