HÛD SÛRESİ - 20. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَلَقَدْ جَاءَتْ رُسُلُنَا إِبْرَاهِيمَ بِالْبُشْرَى قَالُوا سَلَامًا قَالَ سَلَامٌ فَمَا لَبِثَ أَنْ جَاءَ بِعِجْلٍ حَنِيذٍ (69) فَلَمَّا رَأَى أَيْدِيَهُمْ لَا تَصِلُ إِلَيْهِ نَكِرَهُمْ وَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خِيفَةً قَالُوا لَا تَخَفْ إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَى قَوْمِ لُوطٍ (70) وَامْرَأَتُهُ قَائِمَةٌ فَضَحِكَتْ فَبَشَّرْنَاهَا بِإِسْحَاقَ وَمِنْ وَرَاءِ إِسْحَاقَ يَعْقُوبَ (71) قَالَتْ يَاوَيْلَتَا أَأَلِدُ وَأَنَا عَجُوزٌ وَهَذَا بَعْلِي شَيْخًا إِنَّ هَذَا لَشَيْءٌ عَجِيبٌ (72) قَالُوا أَتَعْجَبِينَ مِنْ أَمْرِ اللَّهِ رَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ عَلَيْكُمْ أَهْلَ الْبَيْتِ إِنَّهُ حَمِيدٌ مَجِيدٌ (73)
***
وَلَقَدْ جَاءَتْ رُسُلُنَا إِبْرَاهِيمَ بِالْبُشْرَى قَالُوا سَلَامًا قَالَ سَلَامٌ فَمَا لَبِثَ أَنْ جَاءَ بِعِجْلٍ حَنِيذٍ (69)
VaLaAQaD CAvEaT RuSüLüNAv EiBRAHIyMa BieLBuŞRAv QavLUv SeLAvMan QAvLa SaLaMun FaMAv LaBiÇa EaN CAyEa BıGıCLın XaNIyÜin
Resuller İbrahim’e büşra ile ciet etmişti. ‘Selam’ diye kavl ettiler. ‘Selam’ dedi. Haniz bir ıcl ciet etmeden lebs etmedi.”
Kur’an bizlere, bizimle cidal yapan halkımıza hitap ettikten sonra, biz Nuh’u kavme irsal etmiştik demiştir. Sonra da Hûd ve Salih’i ilâ ile atfetmiş, “erselnâ” dememişti. “Velekad” kelimesini iade ederek “erselnâ” demiyor, “caet” diyor, “resul” demiyor da “rusul” diyor. “Lekad”ın iadesi ile yeni uygarlıktan haber veriyor.
Hazreti Nuh Milattan önce 3000 yıllarında gelmiştir.
Hazreti İbrahim de Milattan önce 2000 yıllarında gelmiştir.
Bizim okuduğumuz ders kitaplarında uygarlıklara böyle işaret edilmekte idi. Biner yıllık uygarlıklara uyduğu için biz de aynı şekilde kabul ediyoruz. Dr. Mete Firidin buna itiraz etmekte ve farklı tarihler çıkarmaktadır. Biz eski görüşümüzde ısrar ediyoruz.
Mezopotamya tabletleri okunduğu zaman bu hususlar açıkça ortaya çıkacaktır. Varsayımlarımda hata yapmış olabilirim. Mısır ve Mezopotamya ilimleri kitabı da tarihleri ile bizi teyit ediyor.
Hazreti Nuh, Hazreti Hûd ve Hazreti Salih ilk uygarlığı kuran peygamberlerdir. Yalnız Mezopotamya havzasında oluşmuştu. Mısır uygarlığı da Mezopotamya’nın etkisi ile 500 sene sonra başlamış, merkezi krallık şeklinde oluşmuştur. Mezopotamya uygarlığının devamıdır. Mısır uygarlığını peygamberler değil sahirler kurmuşlardır.
Milattan Önce 2000 yıllarında Nuh uygarlığı sona ermiş, İbrahim uygarlığı başlamıştır. Bu uygarlık Milattan Önce 1000 yıllarına kadar devam edecektir. İbrani uygarlığı doğacaktır. Hazreti İbrahim yeni uygarlık kurmakla görevli olduğu için “velekad”ı tekrar etmiştir. İbrahim’i Nuh’a atfetmiştir. Hazreti Nuh, Hazreti Hûd ve Hazreti Salih kendi kavimlerini uyarmakla görevli iken, Hazreti İbrahim’e tüm insanlığı bir uygarlıkta toplama görevi verilmiştir. Burası kolayca anlaşılmaktadır. Bundan sonra Nuh kavmi Hazreti Hûd ve Hazreti Salih’ten sonra Hazreti Lut ile uyarılmaktadır. Hazreti İbrahim’e dünyaya tebliğ yapma görevi verilmiş ama kendi kavminin uyarılması görevi verilmemiş, bununla beraber akrabası olan Hazreti Lut’a bu görev verilmiştir. Çünkü Hazreti Lut onların karyelerinde ikamet etmektedir. Hazreti İbrahim ise başka kentte Ur’da ikamet etmektedir.
Bugün Lut Gölü’nün güneyinde Sodom denilen kentte oturan Hazreti Lut, bu kavmin helâkini haber verir. Hazreti Lut, Hazreti İbrahim’in yeğeni olan ve aynı zamanda Hazreti İbrahim’e ilk inanmış olan insandı. Hazreti İbrahim’in sürüleri ile çatışmamak için o başka otlaklar aramış ve buralara yerleşmişti.
Uyarma ülkelere birden yapılmamaktadır, kent kent yapılmaktadır.
Uygarlık da birden başlamamaktadır, kent kent başlamaktadır.
Şimdi şu sorulabilir. Hazreti Lut’a gönderilen elçiler Hazreti İbrahim’e niye uğradılar, neyi müjdelediler?
Hazreti İbrahim’e şunu bildirdiler. Sodom helâk olacaktır. Helâk olan kavim değil bir kenttir ama olan insanlara olacaktır. O kentin uyarıcısı, o kentin sorumlusu onlarla cihad yapacaktır. Ama bir de Hazreti İbrahim görevlendiriliyor, ona da dünyaya yeni uygarlığın geleceği müjdeleniyor. Tüm dünya artık İslâm düzenine girecektir. Bu düzeni getirecek olan da Hazreti İbrahim’in zürriyeti olacaktır. Hazreti İshak müjdelenmektedir. Yaşlı kadının doğuracağı çocuğun zürriyeti insanlığı değiştirecek ve gelecekte hep etkin olacaktır.
Lut Gölü’nün güneyindeki Hicaz da oradadır. Sonra oradaki Medyen halkından, Hazreti Şuayb halkından bahsedilecektir. İslâm uygarlığının anlaşılmasında Medinelilerin büyük etkileri vardır. Medineliler asırlar öncesinden beri onların etkisinde oldukları için Hazreti Muhammed’i Medine’ye çağırmışlardır.
Mete Firidin Medyen’in Medine olduğunu ortaya attığı zaman çok yadırgamıştım. Sonra onun görüşüne katıldım. Şimdi Kur’an bunu teyit etmektedir. Sodom’da yapılan kazılarda Sodom felaketinin MÖ 1900 yıllarında olduğu tespit edilmiştir. Bu da bizim Hazreti İbrahim’in MÖ 2000 yıllarında olduğunu teyit etmektedir.
Mete Firidin eski hatalı görüşünden vazgeçmiyor.
Misafirler “Selâmen” diyorlar, o ise “Selâm” diyor. İkisinde de hazf vardır. Fiil hazfedilmiş, yerine masdar konmuştur. Mef’ûl-ü mutlak olduğu için mensuptur. Mef’ûl-ü mutlak fiilin özelleştirilmesi için getirilir, “süllimte selâmen min rabbike” olabilir yani Rabbinden sana selam var demek olur yahut biz seni özel selamla selamlıyoruz. Hani birine gidersiniz, ‘falanın selâmı var, sizden bunu rica ediyor’ dersiniz.
Özel selâmla geldik.
Gelen, misafir değiliz, sizinle görüşmeye geldik diyor.
Demek ki biriyle karşılaştığınız zaman eğer onunla bir şey konuşmak istiyorsanız ‘selâmen’ dersiniz. Yok, sadece ‘benim seninle bir işim yoktur ama barış içinde olmak istiyorum’ diyecekseniz, o zaman da ‘selâmün’ dersiniz.
Hazreti İbrahim ise özel konuşacak bir şey olmadığı için ‘selâmün’ diyor.
“Heniz” kızartılmış et demektir.
Kırgızlara misafir gittiğiniz zaman ev sahibi hemen bir dana keser, koyun keser. Kendisinde yoksa bile komşulardan birine söyler, misafirim geldi der, o da sürüden birini çıkarır ve gönderir. Bu karşılıksızdır. Çünkü sen köyün misafirisin. Bir kuyu kazarlar, altına odun koyar, tepsi koyar, tepsiye pirinç koyarlar, yağlar oraya damlar. Bir dana birden pişer. Yağsız et sofraya uzatılır. Misafirle beraber komşular gelir. Birlikte yenir. Biraz sonra tekrar yenir. Artanı herkes bölüşür ve torba ile evlerine götürürler. Nitekim Hazreti İbrahim de bunu yapmıştır. Bu işlem bir iki saat sürer ama misafirler de beklerler.
Kur’an bize bunu anlatmakla aynı zamanda çobanlık döneminin yaşama şeklini de anlatmaktadır. Bugün çobanlık döneminde olanları gözetleyerek bu âyetleri okuyarak insanlık tarihini öğrenmiş oluyoruz.
Elçiler niye önce Hazreti İbrahim’e uğramakta ve onunla görüştükten sonra Lut kavmine gitmektedir?
Çünkü bir toplulukta bir beldenin helaki belki yalnız o belde halkına ibret olsun diye yapılmamaktadır. Onlar helak olmaktadır. Onların helaki kalanlara ders olmalıdır.
Bugün de yeryüzünde zelzele olmaktadır, yangın olmaktadır, deniz istilası (tsunami) olmaktadır, sel olmaktadır. Bunlar hep Allah’ın bize ikazıdır.
Peki, bizim eksiğimiz olmazsa bunlar olmayacak mıdır?
Şunu bilmeliyiz. Doğanın kanunları vardır. Güneş denizleri ısıtacaktır. Denizden çıkan buhar su olacak, sonra yağmur olup yağacak ve tekrar denize dönecektir. Bu döngü durmaz devam eder. Karaların kayması vardır. Gerilimlerle sürtünme enerjisi giderilecek zelzele olacaktır. Arabanın birden durması var, arabanın frenle durması var; biri arabayı parçalar, biri de yavaş yavaş durdurur. Öyleyse bizim davranışımızla frene basan veya hareket ettiren melekler vardır. Olaylar öyle cereyan eder.
Diğer taraftan biz gerekli tedbirleri alırız ve tedbirler sayesinde o afetin etkisinden kurtuluruz. Gemi yapmak budur. Allah bir ülkede yani yeryüzünde bir yeri batırır ki diğer yerler de tedbir alsın.
وَلَقَدْ جَاءَتْ رُسُلُنَا VaLaAQaD CAvEa RuSuLüNAv
إِبْرَاهِيمَ بِالْبُشْرَى EiBRAHIyMa BieLBuŞRAv
قَالُوا سَلَامًا QavLUv SeLAvMan
قَالَ سَلَامٌ QAvLa SaLaMun
فَمَا لَبِثَ FaMAv LaBiÇa
أَنْ جَاءَ بِعِجْلٍ حَنِيذٍ EaN CAyEa BıGıCLın XaNIyÜin
“İz Caet, Lemma Caet, Kad Caet, Lekad Caet” geçmişte olan olayların zamanını gösterir. Zarf olur. Eğer olmamış bir olaysa “Lev Caet” şeklinde olur. “İz” ve “Lemma” bir fiilin zarfı olurlar. Oysa “Kad” ve “Lekad” fiilin oluştuğunu teyit anlamındadırlar. Onların gelmesinde bize kadar gelen bir etki varsa yani hala gelmeleri etkilerini sürdürüyorsa, o zaman “Lekad” kelimesi getirilir. Böylece Hazreti Nuh Peygamberin kıssası ile Hazreti İbrahim peygamberin kıssası hala devam eden olayları içermektedir.
Şûrâ Sûresi’nde:
شَرَعَ لَكُمْ مِنَ الدِّينِ مَا وَصَّى بِهِ نُوحًا وَالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِهِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى وَعِيسَى أَنْ أَقِيمُوا الدِّينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا فِيهِ(13)
“Nuh’a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim, Musa ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi, dini ikâme edin, onun içinde teferruk etmeyin diye size dinden şer' etti.”
Mezopotamya’da Nuh ve İbrahim uygarlığı, sonra İbrani uygarlığı, sonra Hıristiyanlık ve sonunda Kur’an uygarlığı olmak üzere beş uygarlık bugün devam etmektedir. İşte bundan dolayıdır ki “Lekad” kelimeleriyle atfetmiştir. Eğer gelme önemli ise “Eta” dersin. Gelmiş olma ve orada bulunma önemli ise o zaman da “Cae” dersin.
“Resullerimiz” denmektedir. Demek gelenler en az üçtür. Bu resuller ya uzaydan gelmiş insanlardı yahut yine uzaydan gelmiş meleklerdi. Uçarak hareket ettikleri araçları vardı. Meleklerin de kanatları olduğunu zikretmektedir. Kur’an’ı getirenin helikopteri olduğunu zikretmektedir. Demek ki onlar da bizim gibi bir hayat yaşamaktadırlar.
Bugün fizikte hareket hızı "v" ile dalgasının hızının hızı "u"nun çarpımları ışık hızı karesine (C^2)’ye eşit bulunmuştur. Bu hızların ışık hızına yakın olanları var, uzak olanları vardır.
Şuurlu varlıklar dörde ayrılırlar.
U*V= C*C |
| V= cismin hızı | C= ışık hızı | U= dalgasının hızı |
Melekler | V> | C | >U |
Ruhlar | V>> | C | >>U |
Cinler | V< | C | <U |
İnsanlar | V<< | C | <<U |
Formüllerde U ve V simetrik yer aldığına göre dört varlığın hayatı birbirine benzemektedir. Bizde ne varsa onlarda da o vardır.
فَلَمَّا رَأَى أَيْدِيَهُمْ لَا تَصِلُ إِلَيْهِ نَكِرَهُمْ وَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خِيفَةً قَالُوا لَا تَخَفْ إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَى قَوْمِ لُوطٍ (70)
FaLamMAv RaEAy EaYDiYaHuM LAv TaÖıLu EiLaYHi NaKiRaHuM Va EaVCaSa MiNHuM PIyFaTan QAvLUv LAv TaPaF EinNAv EuRSiLNAv iLAy QaVMa LUvOin
“Yedlerinin ona vasl etmediğini rey edince onları nekr etti. Onlardan hifeten îcas etti. Havf etme diye kavl ettiler. Biz Lut Kavmine irsal olunduk.”
Bu gelenler kimdi? Neden Hazreti İbrahim’e uğradılar. Neden getirdikleri haniz içle ellerini uzatmadılar. Sodom ile Ur arasında uzun bir mesafe vardır. Nasıl oradan oraya gidecekler? Sanki bugün oluyormuş gibi anlatılmaktadır.
Bunlar uzaydan gelenlerdi. Uçakları vardı. Ama bunlar da insan idi. İnsan suretinde meleklerdi diyebiliriz. Ellerinin uzaması onların besinleri ile bizim besinler arasındaki fark olabilir.
Işık Güneşten bize sekiz dakikada gelmektedir. Yer Güneş çevresinde bir yıl dolaşmaktadır. Yerden Güneş’e yerin hareket hızıyla gitsek, senede üç defa gidip gelebiliriz. Eskiden Amerika’ya gidip gelme ne kadar sürüyorsa bugün Güneş sistemi de o kadar sürüyor. Bize en yakın yıldızdan ışık 4 senede gelmektedir. Galaksi içinde en uzak mesafe 100 bin ışık yılıdır. Işık hızı ile hareket etsek, demek ki milyar yıllar içinde yeterli küçüklüktedir. Galaksiler arası mesafe 2 milyon ışık yılıdır. Öyle galaksiler vardır ki ışık hızı ile gitsek yine oraya ulaşamayız. O halde tüm Kâinatın merkezinden gelmiş olmamız mümkün değildir. Galaksi içinde bir merkezden gelebiliriz.
Bir görüşe göre bu Sirius yani Şi’ra yıldızıdır. Bu varsayıma göre Şi’ra yıldızında bir gezegen vardır. İlk canlı hücre orada yaratıldı. Orada evrimleştiriliyor, diğer gezegenlere uygun zamanlarında götürülüp yerleştiriliyor. Orada teknoloji çok ileri olduğu için ışık hızı ile de olsa bize kadar gelebilmektedir.
Bizim çevremizde görevli uzaylılar var, emir aldıkları zaman yeryüzüne gelip gerekeni yapmaktadırlar. UFO iddiaları buna dayanmaktadır. Bu varsayıma göre Hazreti İbrahim Peygambere gelenler Şi’ra yıldızının insanları idiler. İkinci varsayıma göre ise meleklerdir. İnsan suretine girmişler ve gelmişlerdir. Onun için yemediler. Birinci varsayıma göre buradaki yiyecekler onların besini değildir.
فَلَمَّا رَأَى
FaLamMAv RaEAy
“Rey ettiğinde”
“İz rea naren kâle” denmektedir; ateşi gördüğünde ehline dedi deniyor.
Burada “Lemma Rea” deyince “Evcese” diyor. Orada ateşi görmesi ona kavl ettirmiyor. Ateşi görmüş, oraya gitmeye karar vermiş, ailesini haberdar etmek için kavl ediyor. Burada ise gördüğü şey onu îcas ediyor. Demek ki “iz”den sonra iki fiil arasında etkileşme olmadığı halde “lemma”da etki etmektedir.
Burada bu kuralı tespit ettikten sonra Kur’an’ın ayetlerini tarayarak “lemma”ya ve “iz”e öyle mana vereceksiniz.
İşte, Kur’an’dan başka bir kitapta bu usulü uygulayamazsınız, bu onun mucizesidir.
أَيْدِيَهُمْ لَا تَصِلُ إِلَيْهِ
EaYDiYaHuM LAv TaÖıLu İLaYHi
“Yedleri ona vasl etmiyordu”
Burada “Eydiyehum” “Rea”nın mefulüdür. Bu sebeple mensubdur. “La Tesılu”nun faili görünmeyen “Hiye” zamiridir. “Y” değil de “T” gelmesi “eydiye”nin çoğul olmasındandır. “La tesılu ileyhi” “eydiye”nin hâlidir, çünkü “eydiye” marifedir. Burada “eyd” hakiki manasınadır, “vasl” ise mecazidir, dokunma anlamındadır, cüzü zikredip küllü kastetmedir. Kastedilen mana, alıp yemiyorlar demektir. Bununla beraber burada hakiki mananın verilmesine mani karine yoktur. Biz nasıl oluyor da mecazi mana veriyoruz?
Bazı mecaziler vardır ki kullanıla kullanıla hakiki manayı kısmen kazanır. O takdirde mani karine olmaksızın da kullanılan manayı verebilirsiniz. Hatta bu mana bazen hakiki mana olur. Eski manası mecaziyi gerektirir. Beyan ilminin konusu budur.
Kamil mecazi: Mani karine ve dai karine olacak.
Meylen mecazi: Mani karine yeterlidir. Karinesiz o manayı verirsiniz.
Meylen hakiki: Dai karine yeterlidir. Mani karineye gerek yoktur. Buna menkul deniyor.
Mürtecel mecazi ise hakiki manasını kaybetmiş, mecazi manası hakiki olmuş.
İleride Ruhu’l-Kur’an’da ayetlerde geçen kelimelerin kullanışları buna göre gösterilecektir. Lügat böyle tamamlanacaktır.
نَكِرَهُمْ
NaKiRa HuM
“Onları nukr etti”
Armudun yararlı olduğunu bilirsiniz, o maruftur, onu yersiniz.
Zehirli mantarın zararını bilirsiniz, onu ekl etmezsiniz.
Zehirli olup olmadığını bilmediğiniz mantardan uzak durursunuz, tedbirli olursunuz.
Onların bildiği kimseler olmaması sebebiyle uzak durmaya karar verdi demektir. Bir de yemeklerde adettir. Eğer bir şey isteniyorsa, cevaplamadan önce yemek yemezler, sofrayı beklerler, istenen sonuçlanınca yemek yerler.
Hazreti İbrahim; benden bir talepleri mi var ki yemiyorlar deyip uzak durdu. Yemeleri için ısrar etmedi. Bunun bize öğrettiği şudur; böyle durumlarda yemeye zorlamayacaksınız, gelişmelere göre hareket edeceksiniz.
وَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خِيفَةً
Va EaVCaSa MiNHuM PIyFaTen
“Ve onlardan hifeten îcas etti”
“Evcese” kelimesi Kur’an’da iki yerde geçmektedir. Yalnız “Hife” haliyle zikredilmektedir. İkisi Hazreti İbrahim’in bu durumunu anlatmak için, biri de sahirlerin (sihirbazların) ipleri yılan yapınca yoksa onlar da mı bunu yapacaklar deyip kendi kendisine korktuğunu zikrediyor Kur’an.
Ben de ayetlere mana verirken başlangıçta dediğim çıkmayınca kendi kendime korkmaya başlarım, yoksa ben yanlış manalar mı vereceğim diye.
Örnek olarak ben Özal’ın, Gül’ün ve Erdoğan’ın cumhurbaşkanlıklarına karşı idim. Onlar başlangıçta başarınca bana hife geldi, demek ben yanlış biliyormuşum, hatalı varsayımlarım varmış diyordum. Gül iyi cumhurbaşkanlığı yaptı diyebilirsiniz. Oysa devlet başkanının görevi kurumlar arasında dengeyi sağlamaktır, Türk ordusu onun zamanında perişan oldu. Komşularımızla aramız onun zamanında bozuldu. Kimileri diyebilir ki onlar onun değil hükümetin hatalarıdır. Kurumlar arası dengeyi sağlamak ve dış siyaset hükümetin değil devlet başkanının görevidir. Başkomutan odur. Büyükelçileri o tayin eder. Ben Abdullah Gül kötü kimsedir demedim, Gül bu arabayı süremez dedim.
Kökü VC (وج) ile başlayan kelimeleri tasnif edelim.
3 VCS + 5 VCL = 8 = 2*2*2
107 VCD + 1 VCB = 108 = 2*2*3*3*3
78 VCH + 2VCF = 80 = 2*2*2*2*5
Toplam = 3 + 107 + 80 = 196 = 2*2*7*7 etmektedir.
Gezegenler arası şöyledir. 1+3+3+3=10 Güneş’in çapını 1 kabul edecek olursak Yer Güneş mesafesi 1+3+3+3=10 olur. Sonra gezegenler 3’ün katları olarak 10+6+12+24+48+96 =196’dır. Bu da 9’uncu gezegenle 10’uncu gezegen arası mesafeyi verir.
Burada VCS olarak geçmektedir.
Hicr Sûresi’nde ise:
إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًا قَالَ إِنَّا مِنْكُمْ وَجِلُونَ (52) قَالُوا لَا تَوْجَلْ إِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ عَلِيمٍ (53)
“Ona duhul ettiklerinde ‘selâmen’ dediler, o ‘biz sizden vecl ediyoruz’ dedi. Ona ‘vecl etme, biz sana alim bir gulamı müjdelemeye geldik’ dediler.”
Buradan anlaşılan, yemeği kendisi getirmiyor, eşi ve köleleri getiriyor. Onlar yemeyince onlara dedi ki; neden yemiyorsunuz, biz sizden vecl ediyoruz diyor. Onlar da cevap verdiler, havf etme biz Lut’a gidiyoruz dediler.
“Vecs” ile “Vecl” arasında şu fark vardır. “Vecl”de korku mevcuttur.
Burada şu soru ile karşılaşırız. Kur’anda aynı olay anlatıldığı halde birinde “La tevcel” denmekte, diğerinde ise “La tehaf” denmektedir. Hâlbuki bizim temel kurallardan biri Kur’an’da aynı manayı taşıyan iki kelime veya kural yoktur şeklindedir. O halde bizim kuralımıza uymamaktadır. İlkinde hife îcas etti. Ben de vecl ettim. Yoksa kuralımız mı yanlış dedim. Allah biraz sonra korkumu giderdi. Aksine büyük ferahlık verdi.
Bu şekilde ifade etmenin iki önemli hikmeti vardır.
1- Kur’an’da anlatılan kıssalarda geçen cümleler Arapçadır ve Allah’ın kelamıdır. Onlar Arapça konuşmuyorlardı; konuşsalar bile Allah onların sözlerini değil onların kasıtlarını anlatmaktadır. Hiçbir cümle aynen tercüme edilemez, dolayısıyla söylenen mananın hepsi onların söyledikleri değildir. Yani bu sözler Hazreti İbrahim’in veya gelenlerin sözleri değildir. Onların sözlerini Allah aktarmakta, böyle olduğu için farklı ifadelerle aktarmaktadır. Bunun bizim için önemi vardır. Eğer bu söz Hazreti İbrahim’in kendi sözü olsa bize delil olmaz ama bu Allah’ın Kur’an’daki sözleri olduğu için bizim için delil ifade eder, Kur’an’ın bütün kıssalarını Kur’an’ın usulü ile yorumlayabiliriz.
2- Mantıkçıların tanım sistemleri vardır. Cinsini ve faslını söylerler. Burada bize ondan da bir örnek veriyor. Diyor ki; vecl etmlek hîfeyi icas etmekdir. Vecli tarif ediyor, îcas cins oluyor, hife fasl oluyor. Birinde kelime ile anlatıyor, diğerinde ise o kelimeyi tarif ederek anlatıyor. Bu da çok önemli husustur. Tüm mantıkçıların dayanağıdır. Aklî delil hep bu tür tanımlara dayanır. İki kelimenin aynı manada kullanılması değil, bir olayı ayrı biçimde anlatmadır. Yani bir eşyaya farklı yönden bakmadır.
قَالُوا لَا تَخَفْ
QAvLUv LAv TaPaF
“Havf etme dediler”
Burada “İbrahim havfı icas etti” denmektedir. Cevap olarak da “havf etme” denmektedir. Oysa Hicr Sûresi’nde “biz sizden vecl ediyoruz” dendikten sonra, “vecl etmeyin” denmektedir. Vecs etme denmemektedir.
Orada da işaret edilen aile efradı erkeğin himayesindedir. Koca korkmadığı zaman aile fertleri de korkmaz. Çünkü aile fertlerinin güvenini sağlamak erkeğe aittir.
Geçen günlerde bana; ailede işbölümü vardır, kadına ev işleri, erkeğe nafaka ve koruma görevi vardır diyorsun, Kur’an’daki delilin nedir diye soruldu. Tam cevap veremedim ama bu âyet cevap veriyor. Sen korkmazsan onlar da korkmaz diyorlar. Bundan dolayıdır ki aksine delilimiz yoksa eskiler nasıl anlamışlarsa öyle anlamalıyız.
Bir de; biz Kur’an’da bir delili bilmiyorsak istihsan ederiz, istihsanımız doğru ise delil sonra ortaya çıkar, yanlışsa Kur’an onu da düzeltir.
إِنَّا أُرْسِلْنَا
EinNAv EurSiLNAv
“Biz irsal olunduk”
Korkma, sana irsal olunmadık, ona irsal olunduk denmektedir. Sana müjde vermek için geldik, asıl helâk Lut kavmine olacak demektedirler. Hicr Sûresi’nde tebşiri anlatmakta, burada Lut’a irsal olunduk demekte, ondan sonra müjdeyi vermektedirler.
Kur’an’da bir kıssa bir yerde anlatılmaz, başka başka yerlerde anlatılır. Eğitimin metodudur. İnsan beyni çok yeni kavramı birden kavrayamaz. Bir kavramı duyduktan sonra onu hafızaya atar ve bildikleri ile karşılaştırarak yerleştirir. Şuur altı bu işlemden sonra onu sonra kullanır. Bilgisayara bir işlemi tarif ederseniz belli zamandan sonra o tarifi algılar. Bu sebepledir ki Kur’an değişik olayları bir arada zikrettiği gibi bir olayı da değişik yerlerde zikreder. İnsanlara düşünmeyi ve bu suretle öğrenmeyi emreder.
Lütfi Hocaoğlu ‘programı yaparsam öğreniyorum’ diyor. Yani öğrenme demek onun üzerinde çalışma, karşılaştırma ve onu kullanarak hafızaya yerleştirmedir. Üç kere dört on iki eder diye ezberlemeyeceksin. Çarpmalar yapacaksın. Cetvele bakarak kullanacaksın. O kadar çok kullanacaksın ki sen farkına varmadan onu ezberlemiş olacaksın.
إِلَى قَوْمِ لُوطٍ (70)
İLay QaVMi LUvOin
“Lut Kavmine”
“Lut’u kavmine irsal ettik” demiyor ama burada “Lut Kavmi” diyor.
Hazret Lut aslında Ur halkındandır, Sümerlerdendir ama Sodom’a gitmiştir.
Hazreti İbrahim ile sürülerinin otlaklarını ayırmışlardır. Ne Hazreti İbrahim ne de Hazreti Lut sürülerini kendileri otlatmıyordu, çobana veriyorlardı. Çobanlar onları otlatıyor, sütleri ve kuzuları paylaşıyorlardı. Büyük işletmeler hâline gelmişlerdi. Bir kasabada veya şehirde değil bir devlet içinde tekel oluşturmuşlardı. Onun için Hazreti Lut Filistin’e gidip yerleşmiştir. Oraya hicret ettiği için artık oradaki kavimden olmuştur.
Yine bana kavmin ırk olmadığına delilin nedir diye sordular. İşte, delil Hazreti Lut’un kavminden bahsetmesidir. Oysa Hazreti Lut oradakilerin ırkından değildi, oraya gelme idi.
وَامْرَأَتُهُ قَائِمَةٌ فَضَحِكَتْ فَبَشَّرْنَاهَا بِإِسْحَاقَ وَمِنْ وَرَاءِ إِسْحَاقَ يَعْقُوبَ (71)
Va iMRaEaTaHUv QAEiMaTun Fa WaXıKeT FaBaşŞaRNAvHAv BiEiSXAQa Va MıN VaRAEi EiÖXaQa YaGQUvBe
“Ve mer’esi kaimdi. Dahk etti. Biz ona İshak’ı ve İshak’ın verasından Yakup’u tebşir ettik.”
Hazreti İbrahim’in eşi orada kaim idi.
“Kaim olmak” durmak anlamında olduğu gibi gözetlemek, sahip çıkmak anlamındadır. “Kayyum” kelimesi o manadadır.
Kadın gelen adamlarla durumun ne olacağını merak ediyor ve düşünceli iken “Biz Lut’a irsal olunduk” demeleri üzerine sevinmiş ve gülmüştür. Gülmesi Hazreti İshak müjdesinden dolayı değil, gelenlerin kendilerine zarar vermeyeceğini öğrenmesi üzerinedir.
Buradan öğreniyoruz ki İslâmiyet’te kaçgöç yoktur. Kadınlar erkeklerin toplantılarına katılır ve kocalarının yaptıkları işleri takip ederler. Doğrudan diğer erkeklerle görüşmeler yaparlar. Kur’an’da ‘verai hicab” emri sadece yemek talep ederken mutfağın içine girmemeleri ve kadınların toplantılarına katılmamalarıdır. Yani kadınlar erkeklerin toplantılarına katılırlar ama erkekler kadınların özel toplantılarına katılmazlar. Yasaklanan kadınların dışarıya çıkması değil, aksine erkeklerin içeriye girmesidir, bakmasıdır. Bu âyetle belirlediğimiz zaman son derece vazıh olarak anlaşılmaktadır.
Hicr Sûresi’nde İbrahim’e âlim bir gulamı resuller müjdelediler diyor. Burada da Allah, biz müjdeledik diyor. Hazreti İbrahim Peygambere bir gulam müjdeleniyor, âlim bir gulam müjdeleniyor. Ondan başka gulam olmayacak anlamı çıktığı gibi gulam nekredir. Hazreti İbrahim’in İsmail ve İshak’tan başka dört oğlu daha olmuştur. Onlardan İshak âlim bir oğul olmuştur. Eşi bunu duydu ama fazla ilgilenmedi. Çünkü o Hacer’den doğabilirdi. Hacer Mekke’de idi ama Hazreti İbrahim gidip geliyordu, Kâbe’yi beraber inşa ettiler.
Allah, kadına biz tebşir ettik diyor. Çünkü Hazreti İbrahim’in zaten çocuğu vardı. Ona tebşir edilen çocuk değil çocuğun âlim olmasıdır. Elçi ise ona oğlu olacağını müjde ediyordu, çünkü o kısırdı ve yaşlı idi. Elçiler onu müjdelemeye gönderilmişlerdi.
Kur’an burada bir kural daha öğretiyor; elçilerin söyledikleri gönderenin söylediğidir. Onlar, Rab size bunu müjdeliyor demiyorlar; biz elçiyiz, sana müjdeliyoruz diyorlar.
Bugünkü hukukun temel dayanağıdır, vekilin tasarrufları müvekkilin tasarruflarıdır. Vekil değil müvekkil söylemiş olur. Elçilerin söylediğini biz söyledik demesi ile bu husus teşri edilmiş olmaktadır.
Hazreti İbrahim’e muzari sigası getirilmiştir. Çokça tebşir ediliyor. Hâlbuki eşine tebşir ettik diyor. Tef’il bâbı birincisinde teksir ve tadiye içindir, ikincisinde tadiye içindir. Hazreti İbrahim’e bir oğul değil daha çok oğul müjdeleniyor. İshak bunlardan biridir.
İshak’ın tekrar edilmesi tahsisi tekit içindir. Evet, Hazreti İbrahim’in çocukları olacaktır. Yakup ismindeki oğlun oğlu özel olarak Sara’nın oğlu İshak’tan olacaktır. Biz İshak’ı müjdeledik, Yakup ondan olacak.
“Suhk” uzun zaman kullanılmış eskimiş elbisedir. Elbiseyi eskitmek uzun yaşamak demektir. ‘Sen daha çok ayakkabıyı eskitirsin’ derler. Hazreti İshak’ın da uzun yaşamış olması gerekir.
“Yakup” takip eden demektir; yani Hazreti İbrahim ve İshak’ın, hattâ İsmail’in yolunu takip etmiştir. Hazreti Yakup Mekke’ye amcasına gitmiş, dönerken şimdiki Aksa Mescidi’nin olduğu yerde rüya görmüştür. Hazreti Süleyman Peygamber o rüyayı gerçekleştirmiştir.
Kur’an’da Hazreti Muhammed’in miraca gittiğine dair herhangi bir âyeti bilmiyorum.
“Sidre-i münteha” kenardaki orman anlamındadır. Yani kentin bittiği ormanda Cebrail gelmiş, ikinci defa görüşmüştü. Oradaki necm helikopterdir. Tedli ettiğinden bahsetmektedir. Asansörle Hazreti Muhammed’in karşısına inmiştir.
وَامْرَأَتُهُ قَائِمَةٌ
Va iMRaEaTuHUv QAEiMaTun
“Ve mer’esi kaim idi”
“Kaimdi” kelimesi hazırdı anlamında değildir, ayakta idi manası verilebilir.
O zaman ayakta olmasının manası nedir?
Kadınlar erkeklerin toplantılarına katılırlar ama katılmak zorunda değillerdir. Çalışmakta olanlar görüşme bitmeden gidemezler ama kadınlar istedikleri zaman ayrılırlar. Onların ayakta dolaşmalarında bir sakınca yoktur. Bunu bildirmek için “ayakta olması” kaydını koydu. Kayyum idi, gözetliyordu, meclisin güvenliğini sağlıyordu yahut görüşmelerde eşinin söylediklerini takip ediyordu.
“Ve” harfi ile başlayan bu cümle “Kale” kelimesindeki fail olan Hazreti İbrahim’in halidir. Yani eşi onun konuştuklarını izliyordu anlamı çıkar. İsim cümlesi olduğu için atfedilmiş bir cümle olarak görmek daha az muhtemeldir.
فَضَحِكَتْ
Fa WaXıKeT
“Dahk etti”
“Dahk etmek” gülmek manasına geldiği gibi sevinmek anlamına da gelir.
Ağaç meyveyi çok verdiği zaman ‘ağaç güldü’ derler.
Yemek yememelerinin sebebi onlara kötülük yapmak için geldikleri değil, Lut Kavmini eğitme olduğu için sevindi anlamına gelir. Tebessüm etme manasındadır.
Kur’an’da tebessüm bir defa geçmektedir. “Fe Tebesseme Dahiken” denmektedir. Buradaki dahik sesli gülmek değil sevinmek demektir. Yani yüzünde sevinme alametleri, tebessüm etme alametleri belirdi demektir. Resullerin bu beyanlarından rahatladı ve yüzünde gülümseme alametleri belirdi demektir.
فَبَشَّرْنَاهَا بِإِسْحَاقَ
FaBaşŞaRNAvHAv BiEiSXAQa
“Ona İshak’ı tebşir ettik”
Önce Hazreti İbrahim’e müjde veriyor. Ama kadının aklına ‘benim de bir oğlum olsa olmaz mı’ düşüncesi geliyor. Elçiler müjdeyi sonra veriyorlar.
İşte burada güzel sanatlardan biri öğretiliyor. Müjdeli haberi derece derece vererek yavaş yavaş haberi tamamlamak gerekir. Bu onda uzun zaman sevinme ve tecessüsü giderme zevkini verir. Kur’an’daki güzel sanat öğretilerine “bediiyyat” denmektedir. Çok ileri bir ilimdir. Çok güzel yazılmakla beraber henüz tamamlanmış değildir. Âhirete kadar tamamlanmaya devam edilecektir.
Seyyid Kutup Fî Zilâli’l-Kur’an’da bunlara temas etmektedir.
Ruhu’l-Kur’an Çalışanları bir gün buna da katılacaklardır.
Görülüyor ki Ruhu’l-Kur’an Çalışmaları “Adil Düzen Çalışmaları” kadar önemlidir.
وَمِنْ وَرَاءِ إِسْحَاقَ
Va MıN VaRAEi EiÖXaQa
“Ve İshak’ın ardından”
“Vera” kusulan şeydir. Kapalı yerden dışa atılan vera olduğu gibi; bir şeyin verası onun dışındaki demektir, ama bir cihete yönelmiş dışındaki demektir.
Değişik manaları içeren vera kelimesi üzerinde daha çok durmak gerekmektedir.
İshak’ın arkasından Yakub’u tebşir ettiler…
Burada İshak izhar edilmiştir, ‘onun verasından’ denmemiştir. Herkesin iki kişiliği vardır. Biri ailesi içindeki, diğeri topluluk içindeki kişiliğidir. İlk İshak ailesi içindeki kişiliği, diğeri topluluk içindeki kişiliğidir. İnsan evinde kendi kişiliği ile davranır. Bu fıtri kişiliktir. Topluluk içinde ise farklı kişi olarak davranır.
İshak’ın verasından demek, onun sosyal kişiliğinden sonra Yakub’un sosyal kişiliği gelir. Biyolojik kişiler birlikte yaşar. İnsan annesi ile ve babası ile yaşar. Ama eğer bir topluluğu temsil ediyorsa ikisi birden olmaz. Birinin oradaki kişiliği gider, yerine yenisinin kişiliği başlar. “İshak’ın verasından Yakub’u” demek, İshak’ın yerine geçen ve o kişiliği alacak olan Yakup’tur. Hazreti İbrahim, Hazreti İshak, Hazreti Yakup ve Hazreti Yusuf böyle peş peşe sosyal kişilikleri devralmışlardır. Zürriyetten farkı budur. Birinin verasından yalnız biri gelebildiği halde birinin zürriyeti içinde birçok kimseler bulunabilir. Bu aynı zamanda İshak’ın ölümünden sonra demektir.
يَعْقُوبَ (71)
YaGQUvBa
“Yakub…”
“Yakup” takip eden demektir. Hazreti İbrahim’in zürriyetinden gelenler sonraları dört büyük dini kuracaklardır. Ama bunları Hazreti İbrahim’in akabinde değil çok sonra yalnız Hazreti Yakub’un zürriyeti İsrail oğullarını oluşturacaktır. Gece seyahat ederken Kudüs’ten geçmiş, orada rüya görmüş ve o rüyayı tüm soyu hedeflemiştir. Halen şimdi de orada İsrail devleti kurulmuştur. Yahudiler Hazreti Süleyman’dan sonra ikiye ayrıldılar; İsrail ve Yahuda devletleri oluştu. Bugün Yahudi devleti olabilirdi. İsrail devleti olmuştur.
قَالَتْ يَاوَيْلَتَا أَأَلِدُ وَأَنَا عَجُوزٌ وَهَذَا بَعْلِي شَيْخًا إِنَّ هَذَا لَشَيْءٌ عَجِيبٌ (72)
QAvLaT YAv VaYLaTAy EaEaLıDu Va EaNa GaCUvZun Va HAvÜAv BaGLIy ŞaYPan EinNa HAvÜAv La ŞaYEun GaCIyBun
“Kadın dedi: Vay, ben mi veled edeceğim. Ben acuzum, bu ba’lım da şeyh. Bu acib bir şeydir.”
“Veyl” kelimesi “Beyn” kelimesinden dönüşen bir kelimedir. “Beyn” yarık ve uçurum anlamlarına gelir. “Veyl” de uçurum manasına gelir. Türkçeye “vay” olarak geçmiştir.
“Veyl” çukura düşüp çıkamama anlamındadır.
“Veylet” düşüncede çukura düşme demektir yani bir türlü akıl erdiremediği işler içinde kalma anlamındadır. Kur’an’da dört yerde geçer.
-Biri burada Sara’nın çocuk doğuracağına aklının ermemesi sebebiyledir.
-Diğeri Âdem’in oğlunun gurab (karga) kadar olamayışına aklı ermemesidir.
-Diğer ikisi ise âhirette hesapta her şeyin yazılmış olmasına akıllarının ermemesidir.
-Bir de neden böyle hata yaptıklarını anlayamamalarıdır.
Kur’an’da dördünün de başına “Ya” harfi getirilmiştir. “Ya”dan sonra hazfedilmiş muhatap vardır. Ey elçiler, bana anlatın, benim buna aklım ermedi anlamındadır.
Her ikisi yaşlı oldukları halde nasıl doğuracağını soruyor, bu şaşılacak bir şeydir diyor. Allah İshak’ı neden ikisi yaşlı iken vermiştir? İshak daha önce doğsaydı, o zaman Hazreti İbrahim Hacer ile birleşmeyecek, İsmail olmayacak, neslinden Hazreti Muhammed gelmeyecekti. Diğer bir sebep de, Hazreti İbrahim gençken Hazreti İshak gelseydi onun halefi olmayacak, ömrü görev dışı geçecekti. Böylece Hazreti İshak Hazreti İbrahim’den sonra uzun zaman yaşadı. Hazreti Yakup da onlardan sonra yaşadı. Uygarlıklar istikrarlı yönetimde doğar. Bu sebeple uzun zaman iktidarda kalanlar iş yapmış olurlar.
Yeryüzünde uygarlık Mezopotamya’da doğdu ve orada gelişti, oradan dünyaya yayıldı. Eğer insan aklı uygarlaşmaya yetseydi, bir ikinci uygarlık da başka yerde doğardı. Mısırlılar denediler, Sovyetler denediler. Ne yaptılar? Kırgızistan’a gittim, Sovyetlerin uygarlığını görmek istedim. Baktım ki kapitalistlerden hiç farkı yok. Sadece sözde kapitalizme karşılar. Tuttukları defterler bile aynı.
Uygarlıkları yalnız peygamberler kurmuş ve geliştirmişlerdir. Bugünkü Batı uygarlığı İslâm uygarlığının değişmiş şeklinden başkası değildir. Üçüncü binyıl uygarlığını yine Kur’an kuracaktır, onunla ilgilenen âlimler kuracaktır.
Demek ki Nuh ve İbrahim uygarlıkları tesadüfen oluşmamış, Allah’ın takdiri ile ortaya çıkmıştır. Üçüncü binyıl uygarlığı da kendiliğinden değil O’nun takdiri ile olacaktır.
قَالَتْ
QAvLaT
“Kavl etti”
Allah ‘biz tebşir ettik’ dedikten sonra Sara cevap veriyor. Allah elçileri ile tebşir etmelidir. Çünkü sonra elçiler cevap vermektedir. Burada da biz ettik deyince elçilerimiz etti demiş oluyor. Elçilerin sözlerinin gönderenin sözleri gibi olduğunu teyit ediyor.
Sara burada duruma el koymuştur. Artık Hazreti İbrahim konuşmuyor, Sara konuşuyor. Hazreti İbrahim bir şey söylemiyor. Çünkü artık çocuğu doğuracak olan Sara’dır ve konu ona aittir, o konuşmaktadır. Başına gelecek olanları öğrenmek istemektedir.
يَاوَيْلَتَا
YAv VaYLaTAy
“Veyl bana”
Elçilere hitap ediyor ve diyor ki; ey elçiler, ben fikren bir çukura düştüm, çıkamıyorum, bildiklerime ve duyduklarıma uymayan şeylerden bahsediyorsunuz. Beni ilgilendirdiği için açıklamanız gerekmektedir.
Kendi kendine düşünürken de ya veyleta diyebilmektedir.
İnsan vardır, nefis vardır, ruh vardır. Bedene nefisle hükmeden ruh nefse sorarak ey nefsim, akıl erdiremedim demiş olur, kendi kendisi ile konuşur.
Kur’an’da “veyleta” bir defa geçmektedir. Birlikte birbirine sorarak biri ile konuşurken söylemektedirler. ‘Biz ne yaptık’ derler. “Veyleteke, veyletehu, veyleti” şeklinde Kur’an’da müfret olarak geçmemektedir.
أَأَلِدُ
EaEaLıDu
“Ben mi veled edeceğim?”
Bunun aslı “evlidu”dur, “yelidu”da olduğu gibi “vav” düşmüştür Yani ikinci babdandır. Ben mi veled edeceğim, benim mi evladım olacaktır, diyor.
İnsandaki yaşlanma zamanla bozulma şeklinde değildir. DNA’larda kodlanmıştır ve ona göre yaşlılık görülür. Ağaçlar kışın yapraklarını dökerler. Bu soğukların etkisinden bozulma değildir. Artık yaprakların işi bitince bitkiler yaprakla dal arasına kitin diye bir madde salarlar, o suyun yapraklara gitmesini önler ve ağırlık veya rüzgârın tesiri ile yaprak düşer. Yaşlanma da böyledir.
Kadın 45-50 yaşlarında iken artık çocuk yapamaz hal alır. Yumurta hücreleri üremez olur. DNA’lar böyle kodlanmıştır. İleri yaşlarda da yine DNA’ların etkisiyle yeniden üremeye başlayabilir. Nitekim bugün de az da olsa yaşlı kadınların çocuk doğurdukları görülür.
Erkekte de sperm azalır ama sperm üreme dokusu tamamen ortadan kalkmaz. Az spermde rahimde döllenmeye yetmez ama yetme ihtimali vardır. Bugün tüplerde döllenme yapılarak yaşlıların da çocuk yapmasına imkân verilmektedir.
O halde İshak’ın doğması doğa kanunlarına aykırı değildir. Meleklerin de bu oluşta etkileri olabilir. Ama Sara’nın doğa bilgileri buna yeterli olmadığı için acayibine gidiyor.
وَأَنَا عَجُوزٌ
Va EaNa GaCUvZun
“Ve ben acuzum”
Buradaki “Ve” hâl vavıdır, ben acuz iken demektir.
“Acuz” kelimesi fa’ûl vezni üzeredir. İnsanda arkada belin altındaki yerdir. Yarışta onun hedefi geçmesi ile kazanılır. “Icaz etme” demek yarışı kazanma, yarışçıyı arkada bırakma demektir.
“Acuz” çocuk doğurma çağını geçiren kadındır. Kelimenin manası zaten dişi olduğu için ayrıca dişi alameti taşımaz.
Sara yalnız acuz değil aynı zamanda kısırdı da, hiç çocuk yapmamıştı.
Kur’an bunları bize anlatarak tarihî olayların kendiliğinden olmadığını bildirmektedir. Yaşlı annenin ve babanın başka bir yararı çocuklarını yetiştirirken bilgili olarak yetiştirsinler diyedir. Kendi hayat tecrübelerini aktarırlar.
وَهَذَا بَعْلِي شَيْخًا
Va HaÜAv BaGLIy ŞaYPan
“Ve bu ba’lım şeyh iken”
Hazreti İbrahim’i işaret ederek bu kocamdır, yaşlı olarak kocamdır. “Şeyhan” “Ba’lî”nin hâlidir. İkisi birden haberdir.
“Ba’l” kelimesi erkek hurma ağaçlarına denmektedir. Koca anlamındadır. Ba’l” kelimesi Kur’an’da 7 defa geçmektedir, onu sekize tamamlayan “Bahl” kelimesi vardır. “Mübahale etme” karşılıklı beddua yapma demektir. “Ba'l” bir putun adıdır. Altı yerde koca olarak geçmektedir. “Zevc” kelimesi eş demektir, karı koca için kullanılır. “Mer' ve mer’e” de ayrı ayrı karı ve koca için kullanılır. “Ba’l”ın dişisi yoktur. Buna mukabil “Nisa”nın da erkeği ve müfredi yoktur.
“Şeyh”: Sararıp kurumaya başlayan bitkiye şeyh denmektedir. 63 yaşını geçen yaşlılara şeyh denmektedir. 40 yaşına geldiklerinde olgunlar meclisine katılırlar ve sakal bırakırlar. Bunlara “kara sakal” denmektedir, kara, güçlü demektir. 63 yaşına gelindiğinde sakallar beyazlanır, beyaza boyanır, yaşlılar meclisine alınır. Senato mahiyetindedir. “Şeyh-i kebir” ileri yaşta olanlara denir. “Ekber” daha yaşlı demektir, kıdemi ifade eder.
İslâmiyet’te askerlikte olduğu gibi dereceler vardır. Bu yaşa, ilme, bir işteki kıdeme ve kabiliyete dayanır. Kur’an’da dört defa geçmektedir. Bir yerde “şuyuh” olarak çoğuldur. Siz yaşlılar olursunuz denmektedir. İki yerde “şeyh-i kebir” olarak geçmektedir. Birinde, Hazreti Musa Peygambere evleneceği kız diyor ki; babamız kebir şeyhtir. Diğerinde de Hazreti Yusuf Peygamberin kardeşleri, babası kebir şeyhtir diyorlar. Burada “kebiren” denmesine gerek görülmüyor, çünkü oradadır ve görülmektedir.
إِنَّ هَذَا لَشَيْءٌ عَجِيبٌ (72)
EinNa HavÜAv La ŞaYEun GaCIyBun
“Bu acayip bir şeydir.”
Böylece doğada rastlanmayan bir şeye itiraz etmektedir. Mezopotamya uygarlığı ilk uygarlıktır. Tamamen aklî bir uygarlıktır. İnsanlar müsbet düşünmektedirler.
Sara da öyle yapıyor.
“Acem” yabancı, dil bilmeyen demektir. “Me” “Be”ye dönüşerek tuhaf şey, anlaşılmaz şey anlamlarına gelir. İnsanların bir özelliği vardır. Bilmedikleri yeni bir şey gördüklerinde onu öğrenirler. Her gün gördükleri şeyi tabii kabul ederler.
Nasıl yabancı dil bilmediği için onu anlamıyoruz. Doğada anlamadıklarımız da acayip şey olurlar. Doğa demek mutat demektir. Bir sayı başka sayılara her zaman bölünür ama sıfır sayısına bölünmez. O halde sıfır acayip bir şeydir. 3,1416 de aynı şekilde acayip sayıdır. Onun katları da tanjantlar da bulunmaz acayip sayılardır.
Kur’an Arapçası ile Matematik Kitabını yazdığımızda bu terimleri kullanacağız, ekstremum noktalara acib noktalar diyeceğiz.
قَالُوا أَتَعْجَبِينَ مِنْ أَمْرِ اللَّهِ رَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ عَلَيْكُمْ أَهْلَ الْبَيْتِ إِنَّهُ حَمِيدٌ مَجِيدٌ (73)
QAvLUv Ea TaGCaBIyNa MiN EaMRı elLAHı RaHMaTu elLAHı Va BaRaKaTuHUv GaLaYKuM EaHLa eLBaYTı EinNaHUv XaMIyDun MaCIyDun
“(Elçiler) dediler. Allah’ın emrinden mi aceb ediyorsun? Allah’ın size olan rahmeti ve berekâtıdır Ehl-i beyt. O hamiddir meciddir.”
“Emir” iki manaya gelir; buyruk ve iş. Burada her iki mana verilebilir. Onu açıklıyor. Ama Allah kelimesini iade ederek açıklıyor. Allah kâinatta birçok işleri doğrudan kendisi yapar, orada diğer varlıkları görevlendirmez. İlk kâinatı yaratırken öyle yaratmıştır, henüz melekler, ruhlar, cinler ve insanlar yoktur. Bu kâinatı onlar için var etmiştir; çalışıp yaşasınlar ve dereceleri yükselsin.
Derece nedir?
O’na yakın olmaktır. Kullar (melek, ruh, cin ve insan) O’ndan uzağa bırakılmış, onlara imkân verilmiş, O’na dönmektedirler. Düzen Allah’ın emri ile kurulmuştur. Orada kulların bir görevleri yoktur. Oturulacak ev Allah tarafından yapılmıştır. Bundan sonra Allah işleri kulları aracılığı ile yapmaktadır.
Hazreti İbrahim’e gelen elçiler böyle bir görevi yükleniyorlar. Hazreti İbrahim’in ailesi yani ehl-i beyti de görevlendirilmektedir. Bu sebeple “Allah” kelimesi tekrar edilmiştir. Allah’ın berekâtı ve rahmeti ehl-i beyte verilmesinde acayiplik yoktur diyorlar.
Bugün yeryüzünde dört büyük din vardır, beşinci olarak sayıları az olsa da Yahudilik vardır. Bunların hepsi ehl-i beytin çalışmaları ile oluşmuştur. Bugün yeryüzünde bundan başka bir düzen ve uygarlık yoktur. Yani ehl-i beyte yapılan rahmet ve onlara verilen berekât sayesinde insanlık bugünkü seviyeye ulaşmıştır. O hamiddir, meciddir.
“Hamid” insanların emeği olmadan insanlara ve diğer kullara verilen imkânlara sahibi olması demektir. İkinci defa zikredilen Allah’a giden zamir ile hamiddir, meciddir. Ehl-i beyte rahmet etmiş ve berekât vermiştir. Onların aracılığı ile de tüm insanlar rahmete kavuşmuşlardır. Kur’an’da “Mecid” kelimesi dört defa geçmektedir. İkisi Kur’an’ın vasfı olarak, diğer ikisi de Allah’ın sıfatı olarak geçmektedir.
Doymuş hayvandır. Eksiksiz anlamına gelir. Üç boyutlu uzayda hareket olabilmesi için dört boyutlu uzaya ihtiyaç vardır. Hareketin iradeli olabilmesi için beş boyutlu uzaya ihtiyaç vardır. Beş boyutlu uzayın içinde hayatın sürebilmesi için daha üstün bir uzaya ihtiyaç yoktur. Çünkü beş boyutlu uzay doymuş bir uzaydır. Kur’an’da Allah, Kur’an ve arş için bu sıfatları kullanmaktadır. Bunlar doymuş, tam ve eksiksizdir. Bunun dışında her şey eksiktir.
Allah’ın yarattığı kâinat eksiksizdir. Herhangi bir çatlağı yoktur.
Elçiler diyorlar ki; insanlığın uygarlaşıp istenilen seviyeye gelmesi, Allah’a takarrub etmesi için bir ehl-i beytin görevlendirilmesi gerekir, Allah da bunu yapmaktadır.
قَالُوا أَتَعْجَبِينَ
QavLUv Ea TaGCaBIyNa
“Aceb mi ediyorsun dediler.”
Sonundaki “ya” dişiliği ifade eden ya’dır. Nun fiil nasb edildiği ve cem edildiği zaman düşer. Demek ki dişilik alameti yadır.
Doğrudan Sara ile konuşmaktadırlar. Hazreti İbrahim konuşmalara katılmamaktadır. İsmail’i istemeyip Hicaz’a götürmesini isteyen Sara’dır. Hazreti İbrahim evvahun alim olduğu için karısının emrindedir, onu dinlemektedir.
Büyük işler başarmak için öyle otoriter zorba kimse olmak gerekmez. Uysal birisi olursunuz, herkesin sözünü dinler ve onların etkisinde olursunuz ama büyük işler başarabilirsiniz. Bu da sabırlı olup işleri yürütmede ısrar etmekle olur. Kadının bu etkinliği ve sözünü geçiren birisi olması Hazreti İshak’ın yetişmesinde etkili olmuş ve Hazreti İbrahim’in dini böylece insanlığa yayılmıştır.
مِنْ أَمْرِ اللَّهِ
MiN EaMRı elLAHı
“Allah’ın emrinden”
Yaşlı kocası kebir şeyh olan kadına dünyayı değiştirme görevi veriliyor.
O da şaşırıyor.
Sen okuyucu!
Bilesin ki bu Kur’an’ı eğer okuyorsan ve onu anlamaya çalışıyorsan, sana da dünyayı değiştirecek bir görev verilebilir. Bileceksin ki sen yapmayacaksın, O yapacak. O seni sadece görevlendirmiş ve elçi yapmıştır. Ona göre düşüneceksin, ona göre hareket edeceksin; ben kim, bu işler kim demeyeceksin, görevden kaçmayacaksın. Senden daha ileri giden ve senden önce başlayan varsa, o işte ona tâbi olabilirsin. Ama senden önce o işi götüren/yapan olmazsa, Mustafa Kemal’in dediği gibi; “Vazifeye atılman için içinde bulunduğun ahval ve şeraiti düşünmeyeceksin.” Muhtaç olduğun kudret seni görevlendirende mevcuttur. Sen yapmayacaksın, O yapacak; sen sadece sana düşeni yapacaksın.
رَحْمَةُ اللَّهِ
RaHMaTu elLAHı
“Allah’ın rahmetidir”
Burada zamir gelseydi emir rahmet olurdu. O takdirde genel rahmet değil de özel rahmet söz konusudur. Odayı ısıtırsınız, ısınan oda herkesi ısıtır, o genel rahmettir. Üşüyen birine palto verirsiniz, o özel rahmettir. Genel rahmet değil de özel rahmet olduğu için “Allah” kelimesini tekrar etmiş, zamir getirmemiştir.
Buradan şunu öğreniyoruz ki; Allah genel olarak herkese birden rahmet ettiği gibi özel olarak seçtiği kimselere de eder, genel görevlendirme yerine özel görevlendirmeler de yapar.
Her Adil Düzen Çalışanı Allah’ın kendisine verdiği imkânları düşünerek özel olarak kendisine ne verdiğini düşünecek ve ona göre özel görevini yapacaktır.
Allah herkese farklı nimet vermiştir, farklı görev vermiştir.
وَبَرَكَاتُهُ عَلَيْكُمْ
Va BaRaKaTuHUv GaLaYKuM
“Ve üzerinize berekâttır”
Hazreti İbrahim’in çocukları hep varlıklı olmuşlardır. Hâlen İsrail oğulları dünyanın en zengin halkıdır. Demek ki onlara özel görev vermiştir. Hahamları onları uyarmadığı için şimdiki zulmün içindedirler. Oysa onlar İshak’ın zürriyeti olduklarını hatırlayacak, derhal faizden vazgeçecek ve dinde, ilimde, siyasette fitne çıkarmayacaklardır.
أَهْلَ الْبَيْتِ
EaHLa eLBaYTı
“Beyt ehli”
Kur’an insanları iç içe topluluk hâline getirmektedir. Kişiler beytte bir arada yaşarlar. Aynı sofradan yemek yiyenlere ehl-i beyt denmektedir. Bugün aile olarak adlandırılmaktadır.
Yüz aile ehl-i karye olmaktadır.
Yüz karye halkı ehl-i belde olmaktadır.
Yüz ehl-i belde halkı ehl-i medine olmaktadır.
Yüz ehl-i medine halkı ehli mısr olmaktadır.
Ehl-i beyt olanlar hizmette görevlilerdir. Ehlibeytin görevi çocuk yetiştirmedir diyoruz. Kur’an’dan delil soranlara, işte delil. İshak müjdelenmektedir. Peygamberlik değil. Ana görev de kadına verilmektedir. Onun için görevi biz verdik diyor Allah.
إِنَّهُ حَمِيدٌ مَجِيدٌ (73)
EinNaHUv XaMIyDun MaCIyDun
“O hamiddir meciddir.”
“Hamid” karşılıksız onlardan bir bedel almadan veren kimsedir.
“Mecid” de eksik bir şey bırakmayan kimsedir.
Allah bize Hazreti İbrahim’i ve ehlini rahmet olarak göndermiştir.
Allah’a hamd ederiz...
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92