HÛD SÛRESİ - 6. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
أَفَمَنْ كَانَ عَلَى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّهِ وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِنْهُ وَمِنْ قَبْلِهِ كِتَابُ مُوسَى إِمَامًا وَرَحْمَةً أُولَئِكَ يُؤْمِنُونَ بِهِ وَمَنْ يَكْفُرْ بِهِ مِنَ الْأَحْزَابِ فَالنَّارُ مَوْعِدُهُ فَلَا تَكُ فِي مِرْيَةٍ مِنْهُ إِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ (17) وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أُولَئِكَ يُعْرَضُونَ عَلَى رَبِّهِمْ وَيَقُولُ الْأَشْهَادُ هَؤُلَاءِ الَّذِينَ كَذَبُوا عَلَى رَبِّهِمْ أَلَا لَعْنَةُ اللَّهِ عَلَى الظَّالِمِينَ (18) الَّذِينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا وَهُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ (19) أُولَئِكَ لَمْ يَكُونُوا مُعْجِزِينَ فِي الْأَرْضِ وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ يُضَاعَفُ لَهُمُ الْعَذَابُ مَا كَانُوا يَسْتَطِيعُونَ السَّمْعَ وَمَا كَانُوا يُبْصِرُونَ (20) أُولَئِكَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ (21) لَا جَرَمَ أَنَّهُمْ فِي الْآخِرَةِ هُمُ الْأَخْسَرُونَ (22)
***
أَفَمَنْ كَانَ عَلَى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّهِ وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِنْهُ وَمِنْ قَبْلِهِ كِتَابُ مُوسَى إِمَامًا وَرَحْمَةً أُولَئِكَ يُؤْمِنُونَ بِهِ
EaFaMaN KAvNa GaLAy BayYıNaTin MiN RabBıHIy Va YaTLUvHUv ŞAvHıDun MıNHu Va MıN QaBLiHIy KiTAvBu MUvSAy EiMAvMan Va RaXMaTan EuLAvEiKa YuEMıNUvNa BıHIy
“Rabbinden bir beyyine üzerinde olan ve kendisinden bir şahid ve daha önce Musa’nın kitabı imam ve rahmet olmak özere ona tilavet ettiği kimse mi? Onlar ona iman ediyorlar.”
Kendilerine Kur’an’ın sûrelerine benzer on sûre getiriniz çağrısı üzerine, getiremediklerine göre bizim Allah’ın ilmi ile indirildiğini biliniz denmiştir. “Fa” harfi ile atfederek o halde şöyle olan kimse onlar gibidir. Kendisi Rabbi tarafından beyyine üzerine iken denmektedir. Buradaki “Men” Adil Kur’an Düzeni çalışanıdır; “Beyyine” ise şeriattır, “Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası”dır.
Bunun Kur’an olduğunu söylüyorlar. Oysa Kur’an kastedilseydi “el-Beyyin” olurdu.
Kur’an mübindir yani beyan edicidir. Beyyine Kur’an’ın beyan ettiği şeylerdir. “Onun beyanı sonra bize aittir” diyerek “icma ve içtihatlara” işaret etmiştir. O halde olan bizim icma ve içtihatlarımızdır, “Adil Kur’an Düzeni”dir.
“Rabbi tarafından” diyor. Buradaki zamir “Men”e yani beyyine üzerine olana racidir. “Minhu”daki zamir ise Rabbe racidir. Rabbi tarafından bir şahid de buna şehadet etmiştir.
Bu Rabbinden şahid kimdir?
Bu ondan önce Hazreti Musa’nın kitabı diyerek ona atfetmiştir. O da Hazreti Muhammed’in kitabı Kur’an olmalıdır. Burada açıklık vardır. Tevrat’ı ve İncil’i bir insan gibi kabul ederek şahid kelimesi olarak zikretmektedir. Çünkü bunlar Allah’ın kelamıdır. İnsana bir canlı gibi hitap eder; gibi değil Allah burada kendisi hitap eder.
Kur’an ve Tevrat birer kitap olmakla beraber canlı yayın yapan bir kitap vardır. Asıl yayın sahibi Allah’tır. Oradan çıkan manalar kitaptan değil Allah’tan gelmektedir. Bundan dolayı “şahid” denmektedir.
Hazreti Musa’nın kitabı marife olduğu halde burada “Kur’an” neden nekre olarak zikredilmiştir. Beyyineyi açıklayan ve bize anlatan Kur’an ile Hazreti Muhammed’e nâzil olan Kur’an’ın şehadeti farklıdır. “Beyyine” nekre olup birinci Kur’an uygarlığının şehadeti değildir. “O semada bir ilahtır, arzda bir ilahtır” dendiği gibi Kur’an’ın şehadeti de o birinci Kur’an uygarlığında ayrı şahitti, ikinci Kur’an uygarlığında ayrı şahittir.
“Adil Düzen Anayasası”nın hükümleri bundan bin yıl önceki fıkhın hükümlerinden farklıdır. O zamanki Kur’an’ın şehadeti o zamanın sorunlarını çözmüştür. Şimdiki Kur’an’ın şehadeti ile bugünkü sorunlar çözülmektedir. Bundan bin sene sonra da Kur’an yeniden nâzil olacak ve o zaman da onların sorunlarını çözecektir.
Tevrat için sadece “tilavet” kelimesi kullanıldığı halde, Kur’an için nekre “şahid” kelimesi kullanılmıştır. “Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası” oluşurken bugün canlı olarak bize hitap eden Kur’an’dır. Tevrat’ta mevcut olan hükümlerde Kur’an’ın bize öğrettiğinin benzeri vardır.
Biz şimdi nasıl Kur’an’ı ele aldık ve “Adil Kur’an Düzeni”ni ona göre delillendirdik; Türkiye Yahudi âlimleri de “Adil Düzen”i ele alıp kendi kitaplarındaki hükümlere göre delillendireceklerdir. Hayret edilecek sonuçlara varılacaktır. Hattâ onlardan birileri bizim onlardan kopya ettiğimizi söyleyecekler. Çünkü kopya etmedik ama bize Tevrat’ı gönderenden öğrendik. Hıristiyan ve Yahudi âlimleri de yanımızda olacaklardır. Kıyas yoluyla Hindu ve Budist âlimleri de kendi kitaplarını aynı gözle ele alıp inceleyecek, aynı şeyleri oralarda bulacaklardır.
“İmam ve rahmet üzerine” denmektedir, hal ile ifade etmektedir. Başka tilavet edenler de vardır demektir. İncil, Vedalar ve Budistlerin Furkanları vardır.
Üçüncü binyıl uygarlığı peygambersiz ve yeni kitapsız kurulacaktır. “Adil Düzen”i insanlık kuracaktır. “Adil Düzen”in mimarları olarak bugün yaşayan büyük dinlerle ve Yahudilerle beraber kuracağız, onlarla bir olacağız.
Akevler maddi imkânlar elde ettikten sonra, İstanbul’da hak din (düzen) uygarlıklarının temsilcilerini İstanbul’da toplayabilir. Üçüncü binyıl uygarlığının adil düzenini tüm insanlık orada anlaşarak ilan edecektir. O bizim Veda Haccımız olacaktır. Ümit ederiz ki bu çabamıza AK Parti, CHP, MHP, HDP (HÜDAPAR ile birleşerek) SP (BBP ile birleşerek) bu büyük veda toplantımıza katılırlar. Veda Haccı’nın adı Büyük Hac’dır, Veda Haccı değildir. İslâmiyet’te içtihat ve icma ondan sonra başladı. Akevler bunu organize ederken dünya devletlerinden de katılmalarını talep edebilir. Bizden biri çıkacak, ‘bunu ben yapacağım’ diyecek ve o önder olacaktır. Cemaat de bu hususta öncülük edecektir. Muhterem Devlet Başkanımız bu vesile ile Cemaat ile barışacak, büyük 1. hac toplantısını İstanbul’da yapılabilir ve buradan birlikte Hacca gidilebilir; vizesiz ve pasaportsuz…
Bu, bütün hak dinlerin “Adil Düzen Anayasası”nda birleşeceklerine işaret etmektedir.
أَفَمَنْ كَانَ
EaFaMaN KAvNa
“Olan gibi mi?”
Soru sorulmakta, ‘böyle olan böyle midir’ denmektedir. Cevabı hazfedilmiştir. "Kemen kâne keza" şeklinde mahzuf cevabı vardır. Birileri anlatılıyor ve hataları ortaya koyuyorsa, sonra ondan sonra da böyle olan gibi mi diyor.
Bugünkü insanlık, çağımız dünyası büyük çıkmazdadır. Yarım binyıllık zamanda sömürü sermayesi dünyaya hükmetmeye başlamış ve İkinci Cihan Savaşı sonrasında bu hükümranlık en yüksek duruma çıkmıştır. Onların yani o sermaye sahiplerinin hayalleri şudur. Yeryüzünde tek Yahudi devleti olacak ve dünyayı o yönetecektir. Kendi aralarında Tevrat’ın hükümleri uygulanacak ama dışarıdakiler için ise onların koyduğu hükümler geçerli olacaktır. Dolayısıyla on milyar insan on milyon Yahudi tarafından yönetilmek isteniyor. Onlara göre binde bir dünyaya hükmedecektir.
Sömürüye dayanan bu yönetime kim son verecektir?
“ADİL KUR’AN DÜZENİ” çalışanları ve çalışmaları son verecektir. Bu görüşümüze hayal diyenler olabilir. Kur’an nâzil olduğu zaman da öyle diyorlardı. Ama bir asır geçmeden Kur’an’a göre hareket eden Müslümanlar dünyada süper güç oldu.
Evet, bir asır geçmeyecek, yeryüzüne “ADİL KUR’AN DÜZENİ” hâkim olacaktır.
Onlar nasıl kimselerdir?
عَلَى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّهِ
GaLAy BayYıNatin MiN RabBıHIy
“Rabbinden beyyine üzerinde olanlar”
Veda Hutbesi okunmadan evvel yani daha Kur’an’ın nüzulü tamamlanmadan önce vahiy geliyor, Kur’an iniyordu. Bir de Cibril geliyor ve Kur’an’a göre yönetimin nasıl olacağını öğretiyordu. Veda Haccı’ndan sonra Kur’an’ın âyetleri gelmiş olsa bile artık uygulama öğretisi son bulmuş, Hazreti Peygamber de dâhil bundan sonra içtihat ile amel edilmeye başlanmıştır. Artık yeni kitap gelmeyecek, yeni peygamber gönderilmeyecek...
Yeni uygarlığın oluşması için Adil Düzen Çalışanları içtihat yapıyorlar, adım adım “Adil Kur’an Düzeni”ni oluşturuyorlar. Her biri Rabbinden bir beyyine üzerindedir.
“Men” müfret ve cem için olabilir. Dolayısıyla burada “Hi” zamiri “Men”e lâfzen raci olur ama manası cemaat olmuş olur. Dolayısıyla buradaki ifadeyi topluluk içinde anlayabiliriz.
وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِنْهُ
Va YaTLUvHUv ŞAvHıDun MıNHu
“Ve ondan bir şahid onu tilavet ediyor”
Buradaki “şahid” Kur’an’dır. Bundan sonraki atıftan bunu anlıyoruz. Kur’an her devirde hattâ herkese yeniden nâzil olur, yeni manası ile ortaya çıkar. Bunun için nekredir.
“Şahid” olarak ifade etmektedir. Çünkü Kur’an canlı yayın misalidir. Hattâ siz sorarsanız o size cevap verir. Bağlantı yapan canlı gibidir.
Bugünkü ilimler de onun ilâhi kitap olduğuna şehadet etmektedir. Kur’an’ın şimdi anlaşılan manasıyla “Adil Düzen”in Allah’tan bir beyyine olduğu ifade edilmiştir. Elbette hatalar vardır, daha pek çok eksiklikleri vardır ama O’ndan yani Rabbimizden bir beyyinedir.
“YetlûHu”daki zamir “Beyyine”ye raci olmalıdır. Ne var ki müzekkerdir. Hâlbuki “Beyyine” müennestir. Eğer bir kelime müzekker isimse ama “t” harfi varsa buna iki türlü zamir gönderilebilir. Erkek ismi Talha’ya zamir gönderilirken erkek zamiri gönderebilirsin, hattâ asıl olan erkek zamiri göndermedir. “Beyyine” “Adil Düzen” anlamındadır, İslâm düzeni anlamındadır. “Din” kelimesi müzekker olduğu için “beyyine”deki tekil “t”sidir. Kur’an beyyinedir; bütün çağlara ve bütün insanlığa beyyinedir. Her bir çağa ve topluluğa ait olan beyyinliği ise beyyinedir. Yani buradaki “t” tekil “te”sidir, te’nis “te”si değildir. Bu sebeple ona raci olmaktadır.
وَمِنْ قَبْلِهِ كِتَابُ مُوسَى
Va MıN QaBLiHIy KiTAvBu MUvSAy
“Ve kendisinden önce Musa’nın kitabı”
Daha evvel kelimesi ile geçmişte tilavet etmiştir anlamı çıkmaktadır. Ama atıf fiili muzari ile atfetmiştir. Bugün de ondan yararlanacağımıza işaret etmektedir. Kur’an’da zor anladığımız birçok ifadeleri Tevrat yardımı ile daha kolay anlayabiliriz.
إِمَامًا وَرَحْمَةً
EiMAvMan Va RaXMaTan
“İmam ve rahmet olarak”
Tevrat’ın iki görevi vardır, ön uygulamadır.
Mühendisler yeni bir şey yaparken proje çizip bir ilk örneğini imal ederler, ona bakarak kesin projeyi çizerler. Sonra ustalara kesin proje verip üzerinde durarak uygular ve bir örnek yaparlar. İşçilere proje verirler, bir de örnek verirler. Ustalar ondan sonra onu seri olarak kendi kendine uygularlar.
Tevrat şeriatın ilk deneme projesidir. Bunun için Tevrat imamdır. Sonra Kur’an gelmiştir. Bu esas projedir. Bunun ilk uygulaması Sünnet’tir.
Mühendislerin ilk projesi genel olarak sadece deneme olarak yapılır. O bir işe yaramaz. Tevrat ve Sünnetler böyle değildir. Onlar deneme projeleri olduğu gibi aynı zamanda kendi zamanlarının uygulama projeleridir. Bu sebeple “Ve” harfi ile atfederek “rahmeten” denmiştir.
Kur’an ve Sünnet sadece deneme değildir, aynı zamanda uygulamadır.
Bizim kuracağımız kooperatifler de böyle olacak, hem imam hem de rahmet olacaktır.
أُولَئِكَ يُؤْمِنُونَ بِهِ
EuLAvEiKa YuEMıNUvNa BıHIy
“Onlar ona iman ediyorlar”
Buradaki “Hi” Rabbe gitmektedir. Onlar Rableri ile güven altına alırlar. Onlar Rableri ile yani O’nun emrine girerek, O’na itaat ederek, O’na uyarak insanlığın güvenini sağlayacaklardır.
Batı’nın çözemediği sorunlar vardır. Batı insanların güvenini sağlayamamıştır. Savaşlar, terör, karşılıksız para, yolsuzluk, sömürü, “devlet düzeni” yerine “devlet soygunu” hâline dönüşmüştür. Paralel yapı bugün ortaya çıkmamıştır. Bürokrasi bir tür halkı ezme kurulu şeklinde yarım bin yıldır faaliyettedir.
“Adil Kur’an Düzeni” çalışmaları bu zulmü sona erdirecektir.
Buradaki “Hi” zamiri “Beyyine”ye de gidebilir. “Adil Kur’an Düzeni” ile insanlar güven sağlarlar anlamında olur.
وَمَنْ يَكْفُرْ بِهِ مِنَ الْأَحْزَابِ فَالنَّارُ مَوْعِدُهُ فَلَا تَكُ فِي مِرْيَةٍ مِنْهُ إِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ (17)
VaMaN YaKFuR BiHi MiNa eLEAXÜABı Fa elNAvRu MaVGıDuHUv FaLAv TaKu FIy MıRYaTin MiNHu EnNaHUv elXaqQu MiN RabBiKa Va LAvKinNa EaKÇaRa elNAvSı LAv YuEMiNUvNa
“Ahzabdan kim küfür ederse onun mev’idi nârdır. Ondan mirye içinde olma. O Rabbinden haktır. Lâkin nâsın ekserisi iman etmemektedir.”
Buradaki “Hi” zamiri “Beyyine”ye gitmektedir. “Küfretme” onun hak olduğu bilindiği halde onu reddetmektir yahut onun söylediklerine kulak vermemektir.
Birisi bir iddiada bulunduğu zaman onu dinlemek ve ne dediğini anlamak farzdır. Dinlememek ve kulak vermemek küfürdür. Hele onu başkaları duymasın diye tedbirler almak küfrün ta kendisidir.
“Adil Kur’an Düzeni” duyulmasın diye tedbirler alanlar vardır, buna uyanlar vardır. Bunlar küfretmişlerdir. Erbakan’ın “Adil Düzen”ini tahrif ederek, onu namaz kılma ve oruç tutmaya indirerek ve Batı düşmanlığına dönüştürerek ortaya koyanlar küfürdedir.
Burada kastedilen “Adil Düzen”i kabul etmeyenler değildir. Burada “ahzabdan kabul etmeyenler” denmektedir, bilinen belli gruba işaret etmektedir.
“Hizibler/Ahzab” kelimesi üzerinde durmamız gerekmektedir.
“Hizb” birlik demektir, örgüt demektir, birilerine karşı teşkilatlanmış grup demektir.
Askeri birlikler hiziptir.
Bugün yeryüzünde iki hizip vardır; Tanrı’yı ve Peygamberi inkâr edip insanları sömüren sermaye ve bunlarla boğuşan halk. Sermaye ile işbirliği yaparak kendilerinin durumunu düzeltenler ve sermaye ile sömürenler bir tarafta, sömürülenler diğer tarafta. Bu sömürme yalnız ekonomik değildir; ilimde, dinde/inançta, yönetimde de ezerler.
“El-Ahzab” dendiği zaman bu cepheden biri kastedilmektedir.
“Adil Kur’an Düzeni”ni kapatıp unutturmak isteyenler her iki hizipte de vardır. “Adil Kur’an Düzeni”ne karşı suskun olanlar vardır. “Adil Kur’an Düzeni”nin yanında yer alanlar her iki tarafta da vardır. O halde burada “el-Ahzab” dendiği zaman inanmışlar ahzabında olanlar ve öbür ahzabdan olanlar vardır. Kur’an’da “Ahzab” kelimesine müzekker zamir gönderilmektedir. Kalıp çoğul kalıbı olduğu halde müfret zamirin gönderilmesi, çoğulun çoğulu olması veya ahzabın müfret isim olması sebebiyledir.
“Hizb” bir hizbdir. “Ahzab” ise bloklardır. Her biri ayrı ayrı hizb olduğu halde bunlar birleşerek ortak blok oluştururlar, bu “ahzab” olmaktadır.
Hizibden olmak cehennemlik olmak için yeterli değildir. Hizibden olup küfredenler için cehennem vaat edilmiştir. Yani “Adil Düzen”i durdurmak için kim faaliyet gösteriyorsa onlar cehennemliktir, “Adil Düzen”de olmayanlar cehennemlik değildir. Küfretmeden faaliyet gösterenler de cehennemlik değildir.
Bir görüşü veya sistemi meşru yoldan savunmak haktır. Sonuçlara katlanır. Ama karşı tarafı yok ederek kendi zulmünü sürdürmek küfürdür. Bunları için mev’ûd olan nârdır.
Kur’an bunların küfürleri için: “Adil Kur’an Düzeni”ni kale almayıp sükûta mahkûm etmeleri seni şüpheye düşürmesin diyor. “Adil Kur’an Düzeni” Rabbinden haktır. Nâsın çoğu onun hak olduğuna inanmazlar. Bunlar kâfir değildirler. İnanmamak ayrı şeydir, kâfir olmak ayrı şeydir. Yani inanmaz veya güvene almaz…
وَمَنْ يَكْفُرْ بِهِ
VaMaN YaKFuR BiHi
“Ve kim onu küfrederse”
Burada küfredilen “Adil Kur’an Düzeni”dir.
“Adil Kur’an Düzeni”ne küfretmek demek, ona kulak vermemek, onun duyurulmasını ve yaşamasını önlemeye çalışmak demektir.
Buradaki zamir doğrudan beyyineye racidir. Beyyinedeki tekilleştirmek için olduğundan müzekker zamir gönderilir.
Buradaki “Men” tamim içindir. Yani küfreden kimse kim olursa olsun, namaz kılan, zekât veren, bir de “Adil Kur’an Düzeni”ni kabul etmeyenler. Ama onu yokluğa mahkûm edemezler, ona sahip çıkanlara cephe alamazlar, onların faaliyetlerini engelleyemezler. Engelleyenler küfretmiş olurlar.
مِنَ الْأَحْزَابِ
MiNa eLEAXÜABı
“Ahzabdan”
“Hizb” bir topluluktur. “Ehzab” da “Ekvam” gibi topluluğun çoğuludur. Çoğulun çoğulu anlamında olduğu için müfret zamir raci olabilir. Bu benim zahiri reyimdir. Bunun üzerinde çalışılması gerekir.
Hizb bir partidir, bir gruptur. Kıtalde karşılıklı cephe alanlara aduvv denmektedir. Kıtalde değil siyasette veya ekonomide cepheleşenlere hizb denmektedir.
Bir gruba mensup olmak cehennemi istihkak etmez ama mevcut olan grupta gayrimeşru hareket cehennemi istihkak eder.
Buradaki hizb sermaye sömürüsü ile ona karşı cephe kurmuş halk temsilcileridir. Bugün “Adil Kur’an Düzeni”ne karşı olan bu cephedir. Yani Kur’an’ın yanında yer almaları gerekirken bunlar da “Adil Kur’an Düzeni”ne karşı cephe alarak onlarla bir ahzab oldular.
فَالنَّارُ مَوْعِدُهُ
Fa elNAvRu MaVGıDuHUv
“Nâr onun mev’ididir”
Burada “nâr”dan kasıt cehennemdir; yakıtı nâs ve hacer olan nâr.
Bizim bildiğimiz nâr yakıtını tüketen nârdır. Buranın yakıtı ise insandır. Oysa insan orada ölmeyecektir. O halde burada kastedilen nâr bizim bildiğimiz nârdan farklı bir şeydir. Ahiretteki kötü yerin adı ve hâlidir. Bunlar cennete değil cehenneme gideceklerdir.
“Nâr”ın marife olması daha önce maruf olmasından ileri gelmektedir yani ahdi haricidir.
فَلَا تَكُ فِي مِرْيَةٍ مِنْهُ
FaLAv TaKu FIy MıRYatin MiNHu
“Ondan mirye içinde olma…”
Evet, zaman zaman Kur’an’a bu manayı verdiğimiz zaman; ya söylediklerimiz olmazsa, ya hayal kurup biz uyduruyorsak, ya onların dediği haklı ise diye düşünebilmekteyiz. İşte, Allah bize hatırlatıyor; ondan yani “Adil Kur’an Düzeni”nden, beyyineden mirye içinde olma, kuşku etme; sen doğru anladın, anladıklarına güven diyor.
Allah bizi içtihatlarımızda teyit etmektedir. Hatalarımız vardır ve elbette olacaktır. Ama bu hatalar zamanla düzelecek, yanlış olduğu zaman doğrularla değiştirilecektir. “Adil Kur’an Düzeni” hata etme düzeni değildir, hatalar içinde doğruları aramadır. Yanlış yaparsın ama sonunda doğruyu bulursun.
İşte bu arama haktır. Bulduklarımızın hatalı olmadığına ancak icma olunca emin olabiliriz. Ama doğru yolu bulmanın tek çözümü vardır; içtihat yapmak ve uygulayarak doğruyu kontrol etmek. Uygulamada çözüm ortaya çıkmayınca da metotta hata aramayıp içtihadımızda hatayı aramamız gerekir. İçtihadın kendisi hata değildir.
إِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ
EnNaHUv elXaqQu MiN RabBiKa
“O Rabbinden haktır”
İçtihatlar çoksa ve içtihatlar arasında farklar varsa, onlardan birini tercih edersiniz.
Eğer “Adil Kur’an Düzeni” benzeri bir çalışma ve uygulama yoksa yapacağınız bir şey yoktur, tercih yapma imkânınız da yoktur. İşte biz hatamıza diğer insanları iştirak ettirmek istemiyoruz. Hizipler çok olsun istiyoruz. Halkın seçme imkânları bulunsun.
Burada işaret edilen bir husus vardır. Allah insanı yaratacak, sonra dalalete bırakacak; böyle bir şey olur mu? Samimi olmadığınızda hatalar yapabilirsiniz. Ama samimi iseniz, sizi yaratan Rabbiniz elbette sizi dalalette bırakmaz. Hatalarımız olur ama o dalalet değildir, aksine bize kolaylık olsun diye hatalı içtihat yaptırmaktadır. Bizim için doğru olan odur. O halde bütün içtihatlar uygulama bakımından haktır.
وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ (17)
Va LAvKinNa EaKÇaRa elNAvSı LAv YuEMiNUvNa
“Velâkin nâsın çoğu inanmazlar”
Hata da etsen kendi içtihadına göre amel edeceksin.
İbadet ve kulluk yedi yaşında başlar. Onlar anne babalarının içtihadı ile hareket ederler. Kimi konularda anneye, kimi konularda babaya uymakla yükümlüdürler.
On yaşına geldiklerinde anne babasına uymakla mükelleftirler ama tercih yapabilirler. On yaşına kadar çocuk sokağa çıkmadan önce annesinden izin almak zorundadır. On yaşından sonra anne-babasının birisinden izin almaları yeterlidir.
Onbeş yaşına geldiklerinde artık tam kişilik kazanmışlardır, kendi içtihatları ile hareket edeceklerdir. Bilmiyorlarsa, içtihatları bileni bulacaklar ve ona sorup amel edeceklerdir. Onbeş yaşına kadar anne-babasına danışmak zorunda oldukları için de sorumlulukları yoktur. Sevap alırlar ama günah işlemezler. Onbeş yaşında içtihada başladıkları içindir ki sorumlulukları vardır.
İşte, insanlar sorumluluğun içtihatla olduğunu bilmezler.
Varsayalım ki biz “Adil Kur’an Düzeni” üzerinde çalışmaktayız ve hata yaptık. Bizim için o hatalı olan şeriattır, ona uymak zorundayız. Hatayı yaptıran kim? Allah. O halde o haktır. İnsanların çoğu bu gerçeği bilmiyor, bizim hatalı olduğumuzu söylüyorlar. Ama kendileri de içtihadı getirmiyorlar.
Bizim en yakın ilim arkadaşlarımız Hayrettin Karaman ve Sabahattin Zaim olmuştur. Onlar bizsiz bizim reylerimizi tartışmış, Erbakan’ı “Adil Düzen”den vazgeçirmek istemişler ama kendileri de alternatif olarak ona bir şey vermemişlerdir. Çalışmaları da bu alanlara yönlendirmemişlerdir. Büyük mümin olduklarında şüphemiz olmayan bu kardeşlerimiz için sevgimizde asla eksilme olmadı ama bu içtihatlarında hata yapmışlardır. Ancak hatadan sorumlu olmadıkları için bu durum elbette onların derecelerini yükseltecektir.
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أُولَئِكَ يُعْرَضُونَ عَلَى رَبِّهِمْ وَيَقُولُ الْأَشْهَادُ هَؤُلَاءِ الَّذِينَ كَذَبُوا عَلَى رَبِّهِمْ أَلَا لَعْنَةُ اللَّهِ عَلَى الظَّالِمِينَ (18)
Va MaN EaJLaMu MınMaN EiFTaRAy GaLay elLAHı KaÜıBan EuLAvEiKa YuGRaWUvNa GaLAy RabBıHıM Va YaQUvLu eLEaŞHAvDu HAvEuLAvEi elLaÜIyNa KaÜaBUv GaLAy RabBıHıM EaLAv LaGNaTu elLAvHı GaLay elJAvLıMIyNa
“Ve Allah’a kezib iftira edenden daha zalim kim vardır. Onlar Rablerine arz olunurlar ve eşhad Rablerine kizb etmiş olanlar bunlardır der. Elâ, Allah’ın lâneti zalimlerin üzerindedir.”
Bundan önceki âyette “Adil Kur’an Düzeni”ni küfredenlere hitap edilmiştir. “Adil Kur’an Düzeni”nin duyulmasını istemeyip ondan bahsetmemek, onu yok saymak, ona kulak vermemek fiilini işleyenlerden bahsetmiş ve vaat edilen yerin ateş olduğunu beyan etmiştir.
Şimdi, bir ikinci grup daha vardır; onlar da, Kur’an’dan olmadığı halde Batı’nın hezeyanlarını Kur’an’danmış gibi gösterenlerdir.
İslâm âleminde şimdi yaygın olan bir de bu musibet vardır:
-Batı’nın hezeyanlarına Kur’an’da deliller bulma çabası!
-Batı’nın uydurduğu şeytani müesseseleri İslâmî müessese kabul etme!
-Ekseriyet sistemi sözde demokrasiye İslâmiyet’te terim arayanlar vardır!
Ekseriyet sistemi bir zulümdür. Başka inançları dışlayıp dinsizliği lâiklik olarak takdim eden, bunu da İslâmiyet olarak gösterenler vardır. Fiilen buna göre inanarak hareket edenler vardır. Tekel sermayenin karşılıksız para ile insanları sömürmesini yahut yönetimin ülkenin bütün imkânlarını tekeline almasını ve bunu da sermayeye peşkeş çekmesini İslâmî imiş gibi gösterenler vardır. Savaşları ülke çıkarları için meşru kılan siyaset anlayışını İslâmî anlayış gibi kabul edenler vardır.
İşte bu âyet (Hûd[11],18) bizi bu hususta uyarmaktadır.
Biz Anayasa’nın değişmesi gerektiğini 1960’lardan beri savunuyoruz. Sermaye bize karşı direndi; savcıları, hâkimleri, askerleri, siyasileri harekete geçirdi. Yarım asırdan beri bize zulmedildi, onlarca milyon liralık arazilerimiz gasp edildi. Sonunda bizi yenemediler ve anayasanın değişmesi gerektiğini kabul etmek zorunda kaldılar.
Şimdi de yeni bir oyun oynamaktadırlar; parlamenter sistem yerine başkanlık sistemini getirerek anayasayı değiştirdik diyeceklerdir! Oysa onların ikisi de aynı pisliktir.
Başkanlık sistemi değil “Adil Düzen” gelmelidir.
Bunların Rablerine arz olunacaklardır ve şahitler Rablerine kizb edenler bunlardır diyeceklerdir. Âyette böyle denmektedir.
Bu arz bu dünyada mı olacak yoksa âhirette mi olacaktır?
Her iki mana da doğru olabilir.
Bunlar Rablerine arz edileceklerdir.
“Adil Kur’an Düzeni” geldiği zaman bir kurum oluşturacağız. Geçmişte yapılan tahrifler ayıklanacak. Bu tahrifler yalnız Kur’an ehlinin tahrifleri değildir, tüm insanlığın tahrifleri ayıklanacaktır. İşte o kurum Rableri adına hareket edecektir. Tüm insanlık uydurulan yalanlardan ve bâtıl/zalim düzen uygulamalarından temizlenecektir.
Bu ayıklamalar nasıl yapılacaktır?
1- Bütün mukaddes kitap metinleri ve onların yanlış yorumları tashih edilerek doğru yorumları yapılacaktır.
2- Bunu yaparken bunların tek Tanrı tarafından gönderildiği kabul edilerek aralarındaki çelişkiler akıl yolu ile giderilecek, usûlü fıkıhtaki tercih yolları uygulanacaktır. Bu arada Kur’an birinci derecede rol oynayacaktır. Kur’an son kitaptır, dili ve manasıyla korunan kitaptır, en gelişmiş içtihat ve icma müesseseleri ile yorum tekniğini geliştirmiş kitaptır.
3- Müsbet ilimlerden yararlanılacaktır. Bu kitapları gönderen Kâinatı var eden Allah’tır. Doğal kanunlara aykırı ifadeler yorumlanacaktır. Dolayısıyla üçüncü binyıl uygarlığı aynı zamanda müsbet ilim uygarlığı olacaktır.
4- “Adil Kur’an Düzeni” semt, bucak, il ve ülkeler hâlinde uygulanacak; başarılı olanların yorumları doğru, başarısız olanların yorumları yanlış kabul edilecektir.
Âyet baştan “Bundan daha zalim kim olabilir” diyerek, “Allah’a yalanı iftira edenlerden daha zalim kim olabilir” diyerek başlıyor. Sonunda da “Allah’ın lâneti zalimler üzerindedir” diyerek yalan uydurdukları için değil, zulmettikleri için lânet olunmaktadırlar.
Burada başka bir şeye de işaret edilmiş olmaktadır, bu da Allah’ın yalan söylediğini, yanlış söylediğini söylemeleridir. Yani İslâm şeriatını beğenmeyip Avrupa sokaklarında dilenenlerin zulümlerinden bahsetmektedir. Allah bilmiyor da Avrupalılar biliyor, sömürü sermayesinin esiri ve kölesi olanlar biliyor!
Biz günümüzün bütün sorunlarını çözmek için Kur’an’a dayanarak çalışıyor ve sorunları çözüyoruz. Bu çalışmaları yaparken elbette hatalarımız vardır, elbette eksikliklerimiz vardır. Biz kimseye siz de Kur’an’ı bizim gibi anlayın demiyoruz. Biz sadece Kur’an’ı bugün size nâzil olmuştur, Allah size emirler vermektedir, bundan dolayı okuyun, anlayın, uygulayın diyoruz. Biz onlara; Kur’an’ın manasında ittifak ettiğimizde onu birlikte yardımlaşarak uygulayalım diyoruz.
وَمَنْ أَظْلَمُ
Va MaN EaJLaMu
“Ve daha zalim kimdir?”
“Men” mübtedadır, haberi “ezlemu”dur. “Cemalun ezlamu” şeklinde cevap verirler. “Zalama” demek “karanlık içinde bıraktı” demektir. Belirlenmiş haklarını hak sahiplerine vermemek suretiyle onları kararsız hâle getirmektir.
Siz bana söz verdiniz. Ben de size dayanarak başkalarına söz verdim. O da başkalarına söz verdi. Böylece sözün gereği damarda akan kan gibi kişilerden kişilere intikal eder. Biri sözünde durmadı mı damar tıkanır. İşte bu zulümdür.
Kanunlarda olmadığı halde, kanunlarda var diye yutturan kimselerden zalim kim vardır. Bugün gidiniz, devlet dairesinde müdüre bir şey sorunuz; bilmez, telefon açar ve memura sorar, memur da kafadan atar; o şeriat olur, o kanun olur! Sorarsanız, göster maddeyi derseniz; nerden bilsin, nerden bulsun! Bu sefer kızar ve sizi devlete cephe almış gibi yapar, o konuma getirir! Tüm diğer bürokratlar da birleşip onu korurlar! İşte bunlardan daha zalimi yoktur. Çünkü bunlar devleti hukuk devleti olmaktan çıkarırlar.
مِمَّنِ افْتَرَى
MınMaN EiFTaRAy
“İftira etmiş kimseden”
Şeriatta yoktur, kanunda yoktur; şeriatta vardır veya kanunda vardır deyip bilmeden araştırmadan uydurup söylemektedirler. Bugün bu hastalık yaygındır. Bir defa o kadar çok ve çelişkili kanunlar vardır, kanunlaştırılmış şeriat hükümleri vardır ki; insan bunları sadece okumaya başlasa ömrü yetmez, anlaması zaten mümkün değildir.
Bu kanun sistemi Roma’da icat edilmiş, sonra Avrupalılar benimsemişlerdir. Sonra da Müslümanlar fetvalar şekline sokarak Kitap’ta olmayanları şeriat diye halka uygulamışlardır!
Hâlen Cumhuriyet dönemi ve Avrupa Birliği de bunu yapmaktadır.
Kanunlar uydurmadır. Bu yetmiyormuş gibi herkes uydurarak ‘bu kanundur’ demektedir! Böylece en büyük karanlıklar bu şekilde ortaya çıkmaktadır. Halk ne yapacağını bilmemekte, karanlıklarda dolaşmaktadır.
عَلَى اللَّهِ كَذِبًا
GaLay elLAHı KaÜıBan
“Allah’a yalan”
İlâhi kitaplarda ve doğa kanunlarında olmadığı halde, doğa kanunlarında varmış, ilâhi kitaplarda varmış gibi her gün yeni kanun çıkarılmaktadır.
Bunların ilâhi düzene aykırı olması yetmiyormuş gibi; Allah onu söylemediği halde Allah onu söylemiştir diyenden daha zalim olan kimdir? İçtihat yaparken Kur’an’ı kendine uydurandan daha zalim kim vardır?
İnsanlar bugün Kur’an’ın ne dediğini öğrenip uygulayacağına, halkın Kur’an’a olan bağlılığını bildikleri için Kur’an’ı kendilerine uydurmak suretiyle halkı kandırmak isteyenlerden daha zalim kim vardır. Halkımız bunların bu tahrif hareketinden o kadar korkmuştur ki; Bediüzzaman’dan, Muhammed Hamdi Yazır’dan, Akevler yorumlarından da aynı derecede korkmakta ve kulaklarını tıkamaktadır.
Biz kimseye bizim dediklerimizi kabul edin demiyoruz. Biz böyle düşünüyoruz. Siz de düşünün, siz de sizin düşündüklerinize uyun diyoruz. Düşünün ama Kur’an’ı rehber alın diyoruz. Batı’nın bataklıklarına saplanmayın diyoruz. Bizimkine çakılın demiyoruz.
أُولَئِكَ يُعْرَضُونَ عَلَى رَبِّهِمْ
EuLAvEiKa YuGRaWUvNa GaLAy RabBıHıM
“Onlar Rablerine arz olurlar”
Buradaki arz âhiretteki arz değildir. Rableri âlemleri var eden rab değildir. O’nun topluluktaki temsilcileridir. Kur’an’da Allah kelimesi O’nun halifesi olan topluluk manalarına gelmektedir. Rabbi ve Rableri dediğimizde topluluktaki eğitim müesseseleri manasına gelmektedir.
İnsan doğar, bulunduğu topluluk içinde eğitim almaya başlar, ona değişik kimseler eğitim verirler. Bu eğitim verenler anne babaları olur, ailenin diğer fertleri olur, beş vakit namazı birlikte kılanlar olur, cumayı birlikte kılanlar olur, özel öğretmenleri veya okulları olur. İşte bunların hepsi rabbi temsil eder. Sonra insan kendi içtihatlarını yaparak amel etmeye başlar. Uygulamalarda kendisi de ilme bilgi katar. Yaşlanınca da kendisi Rabbin halifesi olarak gençleri yetiştirir. İşte bu Kur’an’da “rab” kelimesi ile ifade edilmiştir.
Eğitimden sonra imtihan edilerek diploma verilir.
Bu diploma verenler Allah adına hareket ederek kamu yetkilerini bölüştürürler.
“ADİL DÜZEN” iktidar olunca önce görevlileri imtihan edecektir.
Kanunlara göre mi hükmettiler, yoksa uydurdular mı? Uydurmuşsa, kim uydurdu, o uydurulanda kimin imzası var? Onların ehliyetleri alınacaktır. Ondan sonra da kanun yapıcılara gelinecek ve onlara sorulacak; siz bu maddeyi neye dayanarak yaptınız?
Müsbet ilme dayanarak, Allah’ın doğal ve sosyal kanunlarına dayanarak yaptık. Yahut Kur’an’dan öğrendik. İzah ederse sorun yoktur. Ama kanun yapmışlar, Batılılar istedi diye gece yarısı çıkarmışlar. Onlardan da siyasi ehliyet alınacak. Milletvekili olamayacaklar.
وَيَقُولُ الْأَشْهَادُ
Va YaQUvLu eLEaŞHAvDu
“Ve şahidler kavl edeceklerdir”
Şimdi Rab deyince imtihan yapıp ehliyet veren kimselerin yaptıkları kastedilmektedir. Bu ehliyeti tevcih edenler şahidlere dayanacaklardır. İmtihan edenler hâkimler gibidirler. Kanunlara göre hükmetmeyenlerden ehliyet alınacak, memuriyetten men cezası verilecektir. Kanunları doğa kanunlarına göre veya ilâhi kitaplara göre yapmayan milletvekillerinden de milletvekilliği ehliyetleri alınacaktır.
“Adil Düzen Anayasası”nda bu imtihan kurumu mevcuttur.
Şu ifade eksiktir.
Madde x- Dersleri verip eğitmek genel hizmetlerdendir. Kooperatiflerce yapılır. Diploma tevcih etmek ise kamu görevi olup ilmî dayanışma ortaklığına bağlı imtihan kurullarınca yapılır. İmtihan kurumları soruşturmacıların beyanlarına dayanırlar. Mevzuata uymayan kamu görevlilerden ehliyeti nez’ edebilirler. Müsbet ilme dayanmayan yasaları çıkaranları de seçilme haklarından mahrum edebilirler.
هَؤُلَاءِ الَّذِينَ كَذَبُوا عَلَى رَبِّهِمْ
HAv EuLAvEi elLaÜIyNa KaÜaBUv GaLAy RabBıHıM
“Rablerini kizb edenler bunlardır diye şehadet ederler.”
Müsbet ilmin verilerine dayanmadığı halde içtihat yapan tek başına sorumlu değildir. Çünkü içtihatta hata yapılır. Bir örgüt şeklinde müsbet ilme dayanmadığı halde mesela idamı kaldıran şebeke sorumlu olacaktır. Soruşturmacılar şunu ortaya koyacaklardır.
Sömürü sermayesi eşkıyalardan oluşan bir yönetim oluşturmak istiyor. Bunun için idam cezasını kaldırıyor ki ben kolaylıkla tetikçi bulayım, benim param var, istediğimi öldürteyim. Öldürenler de idam edilmesin ki her gün yeni tetikçi aramayayım.
Aslında Öcalan’ı Türkiye’ye bu kanunu çıkarmak için verdiler, böylece Türkiye’nin devlet yapısına dinamit koydular.
İşte…
Ülkemizde bunların bu tezgâhına âlet olanlar tesbit edilecek, siyasi haklardan mahrum edilecek ve bunların yaptığı kanunlar iptal edilecek.
İşte bunlar imtihan kurullarınca yapılacaktır.
أَلَا لَعْنَةُ اللَّهِ
EaLAv LaGNaTu elLAvHı
“Allah’ın lâneti”
Buradaki “Allah” kelimesi topluluk olarak alınırsa, topluluğun bir de dışlama müessesesi vardır. Bu da şöyle olmaktadır. Ocaklar, bucaklar, iller bağımsızdır, kendi işlerinde istedikleri şekilde yaşarlar ama merkezi kuruluşta ise yerleri olmaz. Oradan sürebilirler. Merkez bucaklara giremezler. Merkez yönetimdeki haklara sahip olamazlar. Eğer bu kanunları uygulamama veya kanunları Allah’ın kanunlarına aykırı tedvin etme kasti bir zulüm için yapılmışsa onlara lânet cezası verilir.
Lânet ile sürgün (nefy) arasında şu fark vardır. Sürgünde kişi ocağından, bucağından uzaklaştırılır, bir daha oraya dönmez. Lânette ise kişi ocağından, bucağından, ilinden, ülkesinden dışarı çıkamaz.
Demek ki anayasada bir de lânet müessesesi vardır.
“Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası”nda da buna başlık konmamıştır.
Madde x2- Merkezi yönetimler taşra yönetimlerine karışamazlar. Suçlu kimseler mahkeme kararı ile kişileri merkezi yönetimin üyesi olmaktan çıkarılabilirler.
عَلَى الظَّالِمِينَ ( (18
GaLay elJAvLıMIyNa
“Zalimlerin üzerinedir.”
Bir kimsenin dışlanabilmesi için bir tek zulmetmiş olması yetmektedir. Zulmün doğmadığı, sadece şeriata aykırı hareketlerden dolayı lânet cezası verilemez.
الَّذِينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا وَهُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ (19)
EalLaÜIyNa YaÖudDUvNa GaN SaBIyLi elLAvHi Va YaBĞuvNaHAv GıVaCan Va HuM Bi elEAvPiRaTı HuM KAvFiRUvNa
“Onlar Allah’ın sebilinden sudud ettirenlerdir. Onda ivec aramaktadırlar. Onlar âhirete de kâfirdirler.”
“Allah” kelimesi burada izhar edilmiştir. “Allah’ın lâneti” ve “Allah’ın sebili” ayrı ayrı zikredilmiştir. Yasama var, yürütme var, yargılama var ve yönetme vardır. Bunlar ayrı ayrı kurumlardır.
Sebilullah vakıflardır, şeriata göre kurulan kurumlardır. Yönetimden farklıdır. Yönetim “resul” ile ifade edilmiştir. Zekâttan gelenlerin bir kısmını kendi takdirleri ile harcama yetkisi başkanlara verilmiştir. Oysa vakıflar sözleşmelerine göre yönetilirler. Yargı denetimindedirler. Yönetim vakıf işletmelerine karışmaz.
Halkın serbest rekabet içinde yapamadıkları işleri vakıflar kurallar içinde yaparlar. Vakıfların gelirlik yerleri olur, bunlara “galliye” denmektedir. Bir de hizmet yerleri olur, bunlara da “hayriye” denmektedir. Tüm şeriat Allah’ın sebilidir. Kurallar Allah’ın sebilidir. Onların hedefi devleti hukuk düzeni olmaktan çıkarmadır.
Onda yani sebilullahta ivec/eğrilik ararlar, kurallar dışına çıkmayı ararlar. Kanun koyanlar, sözleşme yapanlar ilâhi kanunlara uymamak suretiyle eğrilik ararlar. Uygulayanlar da şeriata yani sözleşmelere uymamak suretiyle ivec ararlar.
Onlar âhirete de kâfirdirler. Onlar bu yaptıklarının hesabını vermeyeceklerini sanırlar.
“Adil Kur’an Düzeni” gelecek, bu dünyada da yaşayanlar hesaba çekilecek, “bağımsız, tarafsız, etkin ve saygın hakemlerden oluşan mahkemeler” tarafından sorguya çekileceklerdir. O yargı da imtihan kurumunun denetimindedir. Hakemlerin verdiği kararları inceleyerek kanuna aykırı hakemlikleri ellerinden alınır.
الَّذِينَ يَصُدُّونَ
EalLaÜIyNa YaÖudDUvNa
“Sudud ediyor olanlar”
Kur’an’da “dalla” kelimesi vardır, “sadda” kelimesi vardır. İkisi de yoldan alıkoyma manasındadır.
“Sed” (sin ile) suyun yolunu kesip başka tarafa akması için konan engeldir.
“Saddun anh” (sad ile) ise yoldan çevirmek, başka tarafa yöneltmek demektir.
“Adil Kur’an Düzeni”ne giden yollara engeller koyuyorlar. “Adil Kur’an Düzeni”nin yerine başkanlık sistemini koyarak “Adil Kur’an Düzeni”nin önünü kesmek istiyorlar.
عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ
GaN SaBIyLi elLAvHi
“Allah’ın sebilinden”
Onun şeriatından, ondan istidlâl edilen hükümlerden, “Adil Kur’an Düzeni”nden...
Evet…
Biz iddia ediyoruz ki; bizim sizlere sunduğumuz “Adil Kur’an Düzeni” Allah’ın şeriatıdır, onun yollarıdır. Siz Allah’ı inkâr etmiyorsunuz, Kur’an’ı inkâr etmiyorsunuz ama insanları O’nun yolundan saptırmaya çalışıyorsunuz.
Allah’ın yolları iki şekilde belli olmaktadır.
Biri müsbet ilimdir. Sosyal ilimler de müsbet ilimdir. Siteleri kurarsınız, oralarda değişik kanun uygulamaları yaparsınız. Böylece doğrular bulunur.
Mukaddes kitapları okursunuz. Onlara dayanarak içtihat edersiniz. Ona göre yine deneme yaparsınız ve Allah’ın sebilini bulursunuz. Kitaplar denemede yardımcı olacaklardır. Yoksa sonuç daima denemelerle ve orada bulunan sonuçlara göre yapılacaktır.
وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا
Va YaBĞuvNaHAv GıVaCan
“Ve onda ivec bağy ediyorlar”
Sadece Allah’ın sebilinden saptırmakla yetinmiyorlar, aynı zamanda onu bozmak istiyorlar, ondan olmayanı ondan gösteriyorlar. Önce Kur’an’ın ve diğer ilâhi kitapların uydurma olduğunu söylüyorlar. Buna halkı inandıramayınca da başka yol arıyorlar, Kur’an’da olmayanı Kur’an’da vardır diyerek Allah’a iftira ediyorlar.
وَهُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ (19)
Va HuM Bi elEAvPiRatı HuM KAvFiRUvNa
“Ve onlar âhiretin de kâfirleridirler.”
Kur’an’a inandık deseler de yalnız namaz kılmakla ve umreye gitmekle Allah’a hesap vereceklerini sanıyorlar. Onlar içtihat ettikleri ile amel etmelidirler. Kitabı ve maslahatı, sünneti ve istishabı, icmayı ve örfü, kıyası ve istihsanı delil olarak kabul edip içtihat etmek zorundadırlar. Kendileri içtihat etmelidirler. Ölülerin içtihadı ile amel edilmez. Onların yani ölen müçtehitlerin bilgilerinden yararlanırız ama içtihadımızı kendimiz yaparız.
أُولَئِكَ لَمْ يَكُونُوا مُعْجِزِينَ فِي الْأَرْضِ وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ يُضَاعَفُ لَهُمُ الْعَذَابُ مَا كَانُوا يَسْتَطِيعُونَ السَّمْعَ وَمَا كَانُوا يُبْصِرُونَ (20)
EuLAEiKa LaM YaKUvNUv MuGCıZIyNa FIy eLEaRWı Va MAv KAvNa LaHuM MıN DUvNı elLAvHı MıN EaVLıYAEa YuWAGaFu LaHuMu eLGaÜABu MAv KAvNUv YaSTaOIyGUvNa elSaMGa Va MAv KAvNUv YuBÖıRUvNa
“Onlar arzda icaz edemezler” “Ve onların Allah’tan başka velileri yoktur” “Onların azabı kat kat olacaktır” “Onlar sem’a istitaa edemeyen kimselerdir” “Ve onlar görmezler de.”
“Adil Kur’an Düzeni”ni kapatmak, onu duyurmamak isteyenlerin durumlarını açıklamaktadır. Bir defa onlar arzdan bir yere kaçıp kurtulamazlar. Bu dünyada yaşamak zorundadırlar. O yaşamanın da kuralları vardır. “Adil Kur’an Düzeni”ne göre onu kullanmak zorundadırlar. Dengesiz bölüşümle bu dünyada kimseyi devre dışı bırakamazlar. İnsanlar yaşayacak ki ekonomik düzeni olsun. İnsansız yeryüzünün bir manası olmaz, olamaz.
“Arzda ıcaz etmek” demek, başkalarını arkaya bırakıp dünyanın sadece kendilerinin olmasıdır. Bu mümkün değildir. İnsanlar çalışacak ki insandan yararlanalım.
Dolayısıyla “tekel yönetim düzeni” çözüm değildir.
Halka hizmet dışında bir yönetim anlamsızdır.
Halkın çalışması devre dışı olamayacağına göre de “Adil Kur’an Düzeni” olmaksızın bir dünya kurulamaz. “Adil Kur’an Düzeni” ne sermayeye ne de yönetime karşıdır. “Adil Kur’an Düzeni”nde herkes kendi görevini yapsın, birileri tekel oluşturmasınlar, başkalarının işlerine ve yetkilerine karışmasınlar, denge olsun diyor.
أُولَئِكَ لَمْ يَكُونُوا مُعْجِزِينَ فِي الْأَرْضِ
EuLAEiKa LaM YaKUvNUv MuGCıZIyNa FIy eLEaRWı
“Onlar arzda icaz edenler olmazlar”
İnsanların muhtaç olduğu besinler arzdan elde edilmektedir. Bitkiler Güneş enerjisini depo ederler. İnsanlar da onlardan teker teker toplayarak yaşarlar.
O halde tarımsız hayat mümkün değildir; tarımı da halk yapacaktır.
Tarımda işçilik sistemi ile üretim mümkün değildir. O halde er veya geç ekonomi serbest üretim ve tüketime dayanacaktır. Dolayısıyla yeryüzüne ister sermaye ister siyaset olsun hiçbiri devamlı hâkim olamaz. Geçici olarak sömürü sürer ama biraz sonra çöker gider.
Oysa tarım sektörü kendi üretip kendisi tüketebilir. Pazarlarda alış-veriş yapılır. Tekel sömürü sermayesi sanayiye hâkim olabilir ama tarıma hâkim olamaz. Sanayisiz tarım olur ve hayat sürer ama tarımsız sanayi olamaz ve sırf sanayi ile yaşamak mümkün olmaz.
وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ
Va MAv KAvNa LaHuM MıN DUvNı elLAvHı EaVLıYAEa
“Ve onların Allah’ın dununda velileri yoktur”
Bugün herkes zannediyor ki dolar sahipleri ile dost olursak sırtımız yere gelmez. Bu sebepledir ki herkes doların peşinde koşmakta, herkes dolarla kendilerini güvence altına almaktadır. Sosyal sigortaların yanında birçok sigortalar icat edilmiştir.
Topluluğa dayanmayan, kendi halkına dayanmayan hiçbir güvence gerçek anlamda bir güvence değildir. Yarın dolar bir anda batar, bir gecede her şey sıfır olur. Ama “kooperatiflerde oluşan dayanışma ortaklıkları” ise kendileri üretip kendileri tüketecekler, “karşılıksız para (dolar vs)” yerine “karşılıklı mal senetleri” kullanacaklar. Böylece “yeni dünya” ve “yeni dünya düzeni” ancak böyle oluşacaktır. Bu gerçekleştiği gün, bugün mevcut olan karşılıksız para ve bu paraya dayanan sigortalar hiçbir işe yaramayacaktır.
يُضَاعَفُ لَهُمُ الْعَذَابُ
YuWAGaFu LaHuMu eLGaÜABu
“Azab onlara kat kat olacaktır”
Burada azab tarif edilmiştir, ancak bunun katlanacağı ifade edilmektedir.
Tarım sektörü sıkıntı çekecektir ama yaşayacaktır. Köy semtleri kent semtlerine kardeş yapılacaktır. Hazreti Peygamber’in Muhacir ile Ensar arasındaki kardeşliğine benzer bir kardeşlik söz konusu olacaktır. Böylece sıkıntılı da olsa varlıklarını sürdüreceklerdir. Çalışarak geçinenlerin çıkar yolları olacaktır.
Faizli karşılıksız paraya dayanan sermaye bankerlerinin azabı daha fazla olacaktır.
مَا كَانُوا يَسْتَطِيعُونَ السَّمْعَ
MAv KAvNUv YaSTaOIyGUvNa elSaMGa
“Onlar sem’a istitaa edemeyen kimselerdir”
Onların “Adil Kur’an Düzeni”ni duyup anlamaları çok daha zordur.
Oysa tarım ve küçük sanayi işletmelerine sahip olanlar ise “Adil Kur’an Düzeni”ni duyacak ve işlerini böylece düzelteceklerdir.
وَمَا كَانُوا يُبْصِرُونَ (20)
Va MAv KAvNUv YuBÖıRUvNa
“Ve onlar görmezler de.”
Yani kendileri de çözüm üretemezler.
Tekel sömürü sermayesi neden işitmez ve görmez olur?
Bunun sebeplerini ve işleyiş mekanizmalarını tahlil etmek gerekecektir.
Önce kooperatifler kurulacak ve örnek işletmeler oluşacaktır. Bunlar saldırıya uğrayacaklar, basın/medya da saldıracak. Bu vesile ile halk daha da duyacak ve sonunda halk semt kooperatiflerine ortak olmaya başlayacak, fetih ve nasr gelecektir.
أُولَئِكَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ (21)
EuLAvEiKa elLaÜIyNa PaSıRUv EaNFuSaHuM Va WalLa GaNHuM MAv KAvNUv YaFTaRUvNa
“Onlar nefislerine hasar etmişlerdir ve iftira ettikleri şeyler onlardan dallet etmiştir.”
İslâm’ın ve tüm ilâhi kitapların ortaya koyduğu “Adil Kur’an Düzeni”ni bırakıp da sermayenin karşılıksız faizli parasının peşinde koşanlar bir gün aç kalacaklar ve helâk olup gideceklerdir. Kayıt dışı çalışan ve köyde ekip biçenler semt kooperatifleri hâlinde teşkilatlanmış olacaklardır. “Adil Kur’an Düzeni”ne karşı direnenler kendilerine zarar verecekler, kendileri kaybedeceklerdir. İftira ettikleri de onlardan kaybolup gitmiştir.
İftira ettikleri nedir?
Başta karşılıksız faizli para yani uydurma kâğıt paralardır.
“Adil Kur’an Düzeni” geldiğinde artık o paraların hiçbir kıymeti kalmayacaktır.
Çıkarılacak “altın, toprak, demir ve buğday paraları” onları piyasadan kovacak; “yapı senetleri, sipariş senetleri, mal senetleri ve işletme senetleri” de “çek ve bono” gibi nakit senetlerini ortadan kaldıracaktır.
Bunlardan başka onların uydurdukları nedir?
Yönetimde uyguladıkları ekseriyet sistemidir.
O sistem de onları yiyip bitirecek, kendi kazdıkları kuyuya kendileri düşeceklerdir.
أُولَئِكَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنْفُسَهُمْ
EuLAvEiKa elLaÜIyNa PaSıRUv EaNFuSaHuM
“Nefislerini hüsran eden kimselerdir onlar”
“Adil Kur’an Düzeni” yalnız halka rahmet değildir; sermayeye de siyasi iktidara da rahmettir. “Adil Kur’an Düzeni”nin olduğu yerde işsiz kimse yoktur, fakirlik yoktur, açlık yoktur. Dengede herkes çalışmakta, sermayesine para kazandırmaktadır.
Sosyalistlerde sermaye yoktur.
Kapitalistlerde sömürücü tekel sermaye vardır.
“Adil Kur’an Düzeni”nin ortaklık düzeninde ise “tekel sermaye” yoktur ama “sermaye” vardır, “faiz” yoktur ama “kâr” vardır.
“Adil Kur’an Düzeni”ni kabul etmeyenler çöküp gidecekler, iflas içinde boğulacaklar ve yok olacaklardır.
وَضَلَّ عَنْهُمْ
Va WalLa GaNHuM
“Ve onlardan dallet etmiştir”
Yani uzaklaşmışlardır. Kaybolmak demektir.
“Dallet” insanlar için kullanılır ama burada ise eşya getirilmiştir. Yani uydurdukları bâtıl sistemler; faiz, ekseriyet, vize, gümrük, bürokrasi…
Bunların hepsi kaybolup gidecek, ortalıkta çıplak kalacaklardır.
مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ (21)
MAv KAvNUv YaFTaRUvNa
“İftira ettikleri.”
Allah’a iftira ettikleri kezib yok olmuştur.
Artık onlardan yararlanamıyor ve onlarla düzen kuramıyordur.
Batı düzeninde devlet hukukun koyucusudur.
İslâm düzeninde yönetim hukukun koyucusu değil koruyucusudur. Hukuk Allah tarafından konmuştur. Akrabalık, komşuluk, emek ve sözleşmeler hukukun kaynağıdır. Yönetim bunlara karışmaz, bunları korur. Meclis kanunları keşfeder, icat etmez. İlâhi kanunlar vardır. Onlar şeriattır. Meclisin görevi ilâhi kanunları ortaya çıkarmaktır.
لَا جَرَمَ أَنَّهُمْ فِي الْآخِرَةِ هُمُ الْأَخْسَرُونَ ( (22
LAv CaRaMa EanNaHuM Fiy elEAPıRaTı HuMu eLEaPSaRUNa
“Onların âhirette en hüsran olduğunda cerem yoktur.”
“Cürame” hurma döküntüsü demektir. Hurma toplarken yaramayan hurma döküntüsüdür. Buğdaydan veya hurmadan kopup dökülen döküntü veya ağaç kesildikten ve dalları koparıldıktan sonra kalan kütük veya insanın bedeni demektir.
“Darb” insanın bedeninde iz bırakmayan ama eziyet veren etkidir.
“Cürüm” ise insanı parçalayan veya öldüren müessir fiildir.
“La Cerame” demek çürüklük yoktur demektir. Yani yapısında bozulan şey bulunmamaktadır. Âhirette onlar hasardadır. Yani dünyada onlar için hüsran vardır. Âhirette ise daha fazlası vardır.
Bu âyet bundan önce sayılanların dünyada olanları ifade ettiğini göstermektedir. Biz de baştan öyle mana verdik.
“Adil Kur’an Düzeni”ni kabul etmeyenler dünyada perişan olacaklar, âhirette ise daha ağır azap görecekler veya sevaptan mahrum olacaklardır.
لَا جَرَمَ
LAv CaRaMa
“Cerem yoktur”
Buradaki “Lâ” nefy-i cins içindir, asla yoktur demektir. Yani söylenen sözler hakikattir. İçinde teşbih, tevil yoktur demektir.
“Cerem” meyvedeki çürüktür. “Çürük” ile “cürüm” arasında kelime akrabalığı olduğu gibi Gürcücede de çürüğün karşılığı “cjru”dur. Dünya dilleri hep akrabadır.
أَنَّهُمْ فِي الْآخِرَةِ
EanNaHuM Fiy elEAPıRaTı
“Onlar âhirette”
Onlar yani “Adil Kur’an Düzeni”ni kabul etmeyip de onu kapatmak isteyen kimseler, “Adil Kur’an Düzeni” kâfirleri; onlar âhirette de cezalarını çekeceklerdir.
Burada anlatılanlar bu dünya ile ilgilidir.
Asıl bütün bunlar âhirette dengelenecektir.
هُمُ الْأَخْسَرُونَ (22)
HuMu eLEaPSaRUNa
“Onlar ahsardırlar.”
Daha çok zarar etmişlerdir.
Bu âyet, önceki âyetlerin anlattıklarının dünya hayatı ile ilgili olmasını teyit eder.
Zarar etmek helâk olmaktan farklıdır. Bunlar iflas edecekler, varlıklarını dünyada sürdüreceklerdir. Âhirette de zarar etmiş olacaklar, belki de cehenneme gitmeyeceklerdir.
Bu hususta tam mana verebilmemiz için “hasar” kelimesinin Kur’an’daki yerlerini taramamız gerekmektedir.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92