Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 870
Nahl Suresi Tefsiri 5-9. Ayetler
25.06.2016
9278 Okunma, 1 Yorum

NAHL SÛRESİ - 2. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَالْأَنْعَامَ خَلَقَهَا لَكُمْ فِيهَا دِفْءٌ وَمَنَافِعُ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ (5) وَلَكُمْ فِيهَا جَمَالٌ حِينَ تُرِيحُونَ وَحِينَ تَسْرَحُونَ (6) وَتَحْمِلُ أَثْقَالَكُمْ إِلَى بَلَدٍ لَمْ تَكُونُوا بَالِغِيهِ إِلَّا بِشِقِّ الْأَنْفُسِ إِنَّ رَبَّكُمْ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ (7) وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ وَالْحَمِيرَ لِتَرْكَبُوهَا وَزِينَةً وَيَخْلُقُ مَا لَا تَعْلَمُونَ (8) وَعَلَى اللَّهِ قَصْدُ السَّبِيلِ وَمِنْهَا جَائِرٌ وَلَوْ شَاءَ لَهَدَاكُمْ أَجْمَعِينَ (9)

 

وَالْأَنْعَامَ خَلَقَهَا لَكُمْ فِيهَا دِفْءٌ وَمَنَافِعُ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ (5)

Va eLEaNGAMa PaLaQaHAv LaKuM FIyHAv DiFEun Va MaNAvFIGu Va MiNHAv TaEKuLUvNa

“Ve en’amı da sizin için halk etti, içinde dif' ve menfaatler vardır ve ondan ekl edersiniz.”

Sure Allah’tan, meleklerden ve inzar eden kullardan başlamaktadır. Arkasından “Ve” harfi ile atıf yapmadan, yer ve göklerin yaratılmasından bahsetmekte ve yine aralarında “Ve” harfi konmadan insanın yaratılmasını beyan etmektedir. Hilkatleri farklı olmakla beraber tümü bir bütünü teşkil etmektedir; Allah, melekler, resuller ve insanlar. Bundan sonra insanın yaratılışına atfederek canlıların yaratılışından, canlıların yaşaması için yer ve göklerin nasıl düzenlendiğinden bahsetmektedir. Melekler bizim için yaratılmamıştır, inzar eden ibad bizim için yaratılmamıştır. Onların yaratılması da insan gibi gayedir. Yani, Allah meleklere bizim için secdeyi emretmiştir ama onları bizim için yaratmadı. Onlar da insan gibi Allah’ın muhatabı kimselerdir. Aynı şekillerde Allah’ın görevlendirdiği ibadı da yine halk için var etmemiştir. Onlar O’nun seçilmiş muhataplarıdır. Ehli tarikin veliyullah dedikleri seçkin kullarının olduğu inançlarına bunu delil olarak gösterebilirler.

Canlılardan bahsederken, özel olarak bizim için yaratıldıklarını, onların insanın üstünde Allah’ın muhatabı olmadıkları ifade edilmiş olmaktadır. Bizim için yaratılan canlıların başında en’am zikredilmektedir. İnsanlara rızık olarak meyveleri var ettiği zikredilmektedir. Hayvanlardan sadece rızık olarak yararlanmayız; sütünden yaralanırız, etinden yararlanırız, derisinden yararlanırız, yününden yararlanırız, bir de taşımacılıkta yararlanırız. Bu sebeple hayvanları bitkilere takdim etmiştir.

Hayvanlardan yararlanmayı ikiye ayırdı. “Leküm” harfi ile böldü. Birincisi yeme ve giyinme olarak yararlanmadır. İkincisi ise taşımacılık olarak ele aldı. Bilmediklerinizi de halk ediyor diyerek kıyamete kadar taşımacılıkta yeniliklerin olacağına işaret ediyor.

Hayvanlardan taşıma dışında yararlanmayı da ikiye ayırmaktadır. Birini “Leküm” ile ifade etmekte, diğerini “Minha” olarak ayırmaktadır. Hayvanları öldürmeden yararlanmayı “Leküm”de bir de sütten, baldan, yünden böyle yararlanırız. Bir de onu öldürür ve yeriz, onu “Minha” ile zikretmiştir.  

Burada dif' ve menfaati birbirinden ayırdı.

Menfaat ile dif’i birbirinden ayırdı, ekletmeyi de ayırdı. Zamanından yararlanma menfaattir. Miktarından yararlanma ekletmedir. Ekl hakkında rakaba mülkiyeti demektedirler. Fıkıhta bu ayırımların çok önemi vardır. Eklin mukabilinde menfaatin yanında bir de dif'den bahsetmektedir. Ruhu’l-Kur’an’dan yararlanarak dif’in manasını arayalım. Ruhu’l-Kur’an henüz tamamlanmadığı için sitemizde yayınlamadık. Ama talep halinde kendilerine ulaştırabiliriz. Mutlaka ondan yararlanmaya başlayın.

“Dif’” kürk demektir. Rüzgârdan korunmak için kuytu yerlere de dif' denir. Eklin dışında hayvanlardan, bilhassa davarlardan yararlandığımız hususlar nelerdir?

En’amdan yararlanma şekilleri içinde;

a) “Menafi’” sütünden ve yününden demektir. Yem verirsiniz, karşılığında size süt ve yün verir. Bir alışveriş işlemidir. Ekonomide değiştirme şeklinde gerçekleşmektedir.

b) “Dif'” gücünden ve gübresinden demektir.

Bir mübadele söz konusu değildir. Onun bir işine yaramayanlarından siz yararlanırsınız. Hattâ onun için zararlı olan sizin için yararlı olmaktadır. Bu da bir değer türüdür. Mülkiyet, menfaat verdi. Boş duracağına size iş yapmaktadır. Canlılarda besin dengesi vardır. Canlılar birbirlerini yiyerek yaşarlar. Canlılar fert olarak doğarlar, büyürler, yaşarlar ve yaşlanırlar. İnsan vücudundaki hücreler devamlı yenilenmektedir. Tırnaklarınız büyür, saçlarınız büyür, siz kesersiniz. Ama her şey büyümektedir. Eski hücreler gitmekte, yenileri gelmektedir. Hattâ bir hücre içinde de moleküller devamlı gelip gitmektedir. Yani insan bedeni bir göl gibidir. Nasıl gölde sular devamlı değişmekteyse, insan hücrelerinde de atomlar böyle devamlı değişmektedir. Ayrıca, nasıl toplulukta insanlar ölmekte ve yenileri gelmekteyse, bedende de böyle her doku hücresinin ömrü vardır. Farklıdır. Hayat hareketten ibarettir. Hattâ bugün zamanın ve maddenin parçacıklardan oluştuğu ispatlanmıştır. O zaman demek ki en küçük zaman parçacığı diğer zaman parçacığına bitişik değildir. Kâinatta her parçacık bir var olup bir yok olmaktadır. Sinemada seyrettiğiniz sahneler filmlerden ibarettir. Biri gelir diğeri gider. Sahnede görüntülendiği zaman var olduğu gibi görüntünün gelmesi ve gitmesi arasında karanlık zamanlar vardır. Ama size sanki karanlık yokmuş gibi gelir. Kâinat da bir var olup bir yok olmakta, böylece değişme ve evrim olmaktadır. Canlılar birbirlerini yiyerek yaşarlar. Ölüm daha ileri hayatın doğması içindir. Âhiretin en büyük delili budur. Eğer öldükten sonra dirilme olmasaydı insanlar ölmezlerdi.

c) “Ekletmek” demek, ölüsünden, etinden ve derisinden yararlanmak demektir. Sütü taam edersiniz ama eti ekl edersiniz. Çünkü yediğiniz şey bitiyor. Sütün yerine yenisi geliyor. Bununla beraber “Min” teb’iz için değil de sebebiyet için gelebilir.

Bu ayet canlılardan yararlanma üzerinde bize ipuçları vermektedir. “Dif'” kelimesinin bir defa zikredilmiş olması, onun hayatımızda değişik bir anlamı var demektir.

Canlılar başlangıçta ikiye ayrılır; bitkiler ve hayvanlar. Bitkiler magnezyumlu moleküllere sahiptirler, güneş enerjisini kimyasal enerjiye çevirirler. Hayvanlar demirli kana sahiptirler, CO2’i taşırlar. Ayrıca tek hücreli bakteriler vardır. Bunların DNA’ları var, kromozomları yoktur. Bir de virüsler vardır, çoğalmaktadırlar ama tek başlarına var olamazlar.

Hayvanlar âlemi de ikiye ayrılmaktadır; omurgalılar ve omurgasızlar. Omurgalılar beş sınıftır; balıklar, kurbağalar, sürüngenler, kuşlar ve memeliler. Memeliler de sınıflanmaktadır; ot yiyenler ve et yiyenler. Ot yiyenler de ot ve meyve yiyenler ile sadece meyve yiyenler olarak ikiye ayrılırlar. İnsanlar, maymunlar ve domuzlar bu gruptandırlar, Ot yiyenlerden bir kısmı otları sindirmek için işkembeye sahiptir, bir kısmı sahip değildir.

İşkembeye sahip olan ot yiyenlerin adı “en’am”dır, nimetler demektir.

İnsanların hayvan olarak yararlandıkları canlılar bunlardır.

Bunlar da dört çifttirler; develer, büyükbaş hayvanlar, küçükbaş hayvanlar ve zürafalar. Bizim midelerimiz ve hormon yapımız bunların etlerini ve sütlerini sindirmek üzere yaratılmıştır. Nasıl ipekböceği için dut yaprağı yaratılmışsa, arılar için bal özü veren çiçekler var edilmişse, bizim için de geviş getiren çift tırnaklı hayvanlar var edilmiştir.

Ne kadar uygarlaşırsak uygarlaşalım, bizim bunlar olmaksızın yaşama şansımız çok azdır. Uzaya gitsek bile bu en’am ile gideceğiz. Bunların yemiş oldukları otları götüreceğiz. İnekler otları yiyecekler ve bize süt verecekler, yün verecekler.

وَالْأَنْعَامَ

Va eLEaNGAMa

“Ve en’am da”

Canlılarda asıl üreticiler bitkilerdir. Güneş enerjisini kimyasal enerjiye onlar çevirirler. Bitkiler bunları hayvanlar için üretirler. Bitkiler birer fabrika ise, hayvanlar da birer ailedir. Onlar ürünleri tüketir ve değerlendirirler. Hayvanlar çoğalınca bitkiler yetmez olur. Hayvanlar zayıflar. Hayvanlardan et yiyenler vardır, zayıflaşan otyiyenleri kolay avlar ve semirirler.  Ot yiyenler azalır. Bu sefer otlar çoğalır, et yiyenler azalır. Ot yiyenler semirirler. Kaçabildikleri için et yiyenler aç kalır ve onlar zayıflarlar. Böylece otlar, ot yiyenler ve et yiyenler arasında denge kurulur, canlılarda durmadan gelişme devam eder.

“En’am” ot yiyenlerin temsilcileridir. Otları sindirmek için işkembeleri vardır. İnsanlar için yaratılmışlardır diyor, Kur’an. Yani canlılar insanlar için yaratılmışlardır. Otlar otyiyenler için vardır. Fatiha’da nimet rahmet karşılığı olarak zikredilmektedir.

Rahmet, insanlar topluluk halinde yaşadıkları için doğan artan faydadır, fazldır.

Nimet ise doğadaki imkânlardır. Canlıların arasında kurulan büyük işletmenin ürünleridir.

Kâinat denen büyük bir fabrika vardır. Bu fabrikada hidrojen yakılarak ışık enerjisi üretilmektedir. Yerler vardır. Her yer ayrı bir fabrikadır. Bunlar da birer fabrikadır. Güneş enerjisini değerlendirerek canlıları yaşatmaktadırlar. Canlılar da insan denen varlık için faaliyettedirler. İnsanın görevi ise kendisini var edene muhatap olmaktır. İrade sahibi olması ile adeta Tanrı rakibidir. İnsanlar iki gruba ayrılmaktadırlar; Allah’ın takımında oynayanlar ve onun düşmanı olarak görevlendirilen şeytanın takımında oynayanlar. İnsanlardan isteyenler kendi iradeleri ve kararları ile istedikleri takıma katılabilirler.

خَلَقَهَا

PaLaQaHAv

“Onu halk etti”

Kâinat var, insan var, bir de canlı var. Canlı insanın kâinattan yararlanma aracıdır. Canlı olmasa insan kâinattaki imkânlardan yararlanamaz. İnsan bedeni de bir canlıdır. O halde insan ruhu vardır ama arabası olmayan şoför gibi hiçbir iş yapamamaktadır. Bedeni onun arabasıdır. Diğer canlılar ise onun benzinidir, yedek parçalarıdır.

لَكُمْ

LaKuM

“Sizin için”  

Buradaki “Leküm” “Halaka”nın mefulü olabilir. Biz öyle mana verdik. O zaman en’am sadece bizim için yaratılmış olur. Yahut “Leküm” mübteda, haberden biridir.

Nahivciler bunu haber kabul edip dif’i mübteda yapıyorlar.

Biz ise “Leküm”ü mübteda yapıp nekre olan dif’i haber yapıyor diyoruz. “Dif sizin içindir” diye manalandırıyorlar, biz ise “dif sizin için orada vardır” diye manalandırıyoruz.

Kur’an’ın iyi anlaşılması için Arapça dışındaki dillerden de yararlanmak gerekir. BİN DİL ÜNİVERSİTESİ aynı zamanda Kur’an’ın anlaşılmasını sağlayacaktır. O dillerle karşılaştırılarak Kur’an’ın o dillerdeki ifadesini bulma çabası Kur’an’ın daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.

فِيهَا دِفْءٌ

FIyHAv DiFEun

“Onlarda dif' vardır”

Onlarda onların işine yaramayan fazlalıklar vardır. Örnek olarak danasına yetecek sütten fazla sütleri vardır. Tüyleri daima büyümektedir. Siz saçınızı sakalınızı kestiğiniz gibi onlar da derideki tüylerin alınmasından rahatlarlar.

Ayrıca sindirim artıkları da sizin işinize yarar, gübre ve yakıt olarak kullanırsınız. Demek ki hayvan atıkları hemen alınmalı ve tezek fabrikalarında yakıt, gübre fabrikalarında gübreye dönüştürülmelidir. Böylece hayvancılığın en sıkıntılı durumunda atıklar ekonomik değer hâline gelir. Piyasadaki suni ilaçlı gübreler yerine, piyasada yeşil gübre ile değerlendirilmiş doğal gübre ortaya çıktığı gibi, bunların kurutulmasından elde edilen tezekler de yakıt olurlar. Yeraltı petrol ve kömürü bittiği zaman bunlar onların yerini alırlar.

Ayet üzerinde durunca, “dif’” bize ileride yapacaklarımızı bildirmiş olmaktadır.

وَمَنَافِعُ

Va MaNAvFıGu

“Ve menfaatler vardır”

“Menfaat” demek, miktarından değil zamanından yararlanma demektir.

Evde oturmak menfaattir. Armudu ekl edersiniz ama ağaçtan menfaatlenirsiniz. Çünkü ağacın bir şeyi eksilmemektedir Hayvanların gücünden yararlanırız. Öküzler sapanı çekerler.  Öküz arabalarından yararlanırsınız, su kuyusu dolaplarından yararlanırsınız.

Bugün bu işler makinelere yaptırılmaktadır. Doğrudan en’ama az iş düşmektedir. Ama Kur’an yine bize bildiriyor ki, siz onların gücünden yararlanırsınız, ısısından yararlanırsınız. Anadolu’da olduğu gibi evler ahırların yanında veya üstünde yapılır. Aralarını tecrit ederler ve bunların ısısından yararlanılabilir. Hattâ ahırlardaki peteklerde ısınan sular oturma odalarında kalorifer olmuş olur.

Bugün doğa geniştir, nüfus azdır. Gelecekte nüfus çoğaldıkça hiçbir şeyi boşa atmamamız gerekir. Bilgisayar teknolojisini Batılılar zaten yapıyor. Bizler Kur’an’dan yararlanarak daha çok tarım ve tarım ürünleri üzerinde araştırmalar ve yenilikler yapmalıyız.

وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ (5)

Va MiNHAv TaEKuLUvNa

“Ve ondan ekl edersiniz”

“Ekl etmek” demek onu tüketmek demektir. Yani hayvanı keserek onun bedeninden yararlanılır. Önce eti yenir. Sonra kanı tavuk ve balık yemi yapılır. Kemiklerinden yağ çıkarılmaktadır. Ama kemikleri un hâline getirilip tavukların yemine karıştırılırsa, yumurta kabuğunu yapmada kullanırlar. Boynuzlar ve dişler de değerlendirilmelidir. Derisinden yararlanılır. Teknoloji ilerledikçe kesilmiş hayvanların hepsinden yararlanılmaktadır.

Bugün bunların değerlendirilmesi yaygın değildir. Ancak büyük kesimhaneler bunu yapmaktadır. Oysa hayvanı kesen her şeyi satabilmelidir. Onları değerlendiren işletmeler oluşturulmalı, onları satın alan tüccarlar olmalıdır.

Semt kooperatifleri bunu sağlayacaklardır. Bir yüz lojmanlı işyeri apartmanı, örnek olarak hayvanların kemiklerini satın almakta ve onlardan yaptığı şeyleri satmaktadır. Bunların depolanması için ambarlar ve buzhaneler inşa edilmektedir. Dondurulduktan sonra yıllarca bozulmadan muhafaza edilebilmektedir.

“Ekl etmek” tüketmek manasında olduğu için bunlar kullanmak da ekldir.

وَلَكُمْ فِيهَا جَمَالٌ حِينَ تُرِيحُونَ وَحِينَ تَسْرَحُونَ(6)

Va LaKuM FIyHAv CaMAvLun XIyNa TuRIyXUvNa Va XIyNa TaSRaXUvNa

“Sizin için onlarda iraha ettiğiniz ve serh ettiğinizde cemal vardır.”

Burada önce “cemal” kavramını ele almamız, sonra da “iraha etme” ve “serh etmeyi” karşılaştırmamız gerekir.

“Cebel” dağ demektir.

“Cemel” ise deve demektir.

“Cümle” bir arada, toplu halde demektir.

Dağlar toplu halde bulundukları gibi cemeller yani develer de birlikte sürü hâlinde dolaşırlar. Hayvanlarda erkeklere ayrı ad, dişilere ayrı ad verilir. Koyun-koç, keçi-teke, inek-öküz böyledir. Arapçada dişi develere “naka”, erkek develere “cemel”, her ikisine “bair” denir; “ibil” ise deve sürüsünün adıdır.

Bütün bunların yanında “cemil” demek görkemli demektir, heybetli demektir.

Develer meralarda otladıklarında, su içme zamanlarında, akşamları veya öğle vakti birlikte yürüyerek toplanırlar, cümle olurlar. Ayrıca sürünün bir heybeti vardır. Hayvanları seyrederken, onlarda Allah’ı görürsünüz. Geviş getirirken birlikte sanki hayaller kurmaktadırlar. Ağaçların yapraklarına baktığınız zaman Allah’ı orada da görürsünüz. Nasıl özlediğiniz insana kavuştuğunuzda bakmaya doyamazsanız, hayvan sürüleri toplandıklarında, Allah’la buluşmuş ve O’nu temaşa ediyorsunuz gibi olur. Allah’ın kendisi görünmez ama yarattıkları görünür. İnsanın yüzüne baktığınızda siz onun ruhunu göremezsiniz ama onu görürsünüz. Kâinat da Allah’ın bedeni gibidir, ona bakarak Allah’ı görmüş olursunuz.

Köylerde doğup büyüyenler hayvanlarla ve bitkilerle arkadaş olurlar, onlarla birlikte Allah’ı görerek yaşarlar. Evlerde köpek besleme, saksıda çiçek besleme bu ihtiyaçtan ileri gelmektedir. Bundan dolayıdır ki biz “yüz lojmanlı işyeri apartmanlarını” yaptığımız gibi aynı insanlar için “yüz villalı ahşap dinlenme sitelerini” de yapmayı planlıyoruz. İnsanlar orada Allah’ın cemalini seyredeceklerdir.

“Revah” kelimesi, “rih/rüzgâr” demektir. “Revah” akşam esen rüzgârın adıdır. “Ğuduv” da sabah esen rüzgâr demektir. Rüzgâr soğuk yerden sıcak yere doğru eser. Sabah doğu sıcak, batı soğuktur. O halde batıdan doğuya eser. Akşamları ise batı sıcak, doğu soğuktur, doğudan batıya doğru eser.

Hayvanların revahı demek, akşam toplanmaları demektir, meradan dönüp ahırlara veya ağıllarına girmeleridir. “Serah” ise sabahleyin serbest bırakılmaktır. Hayvanlar meraya salınır ve otlarlar.

“Seraha” ipi çözmek anlamındadır. Kadın eşlerin başka erkeklerle evlenmeleri yasaklanmıştır. Çünkü Allah’ın onlara verdiği rahim kendilerine emanettir, onu işlemez hâle getiremezler. Boşanma demek, artık başka erkeklerle evlenebilirsiniz demektir. Kur’an bunu böyle beyan ediyor. Bir de burada hayvanların sabahleyin meraya salınması şeklinde de ifade edilmektedir.  

Bugün mera hayvancılığı sona ermiştir. Sermaye suni yem üretmekte ve pazarlamakta, çiftliklerde otlama yerine yemle besleyerek et ve süt elde etmekte ve pazarlamaktadır. Bu ayet bunu reddetmekte, hayvancılığın mera hayvancılığı olacağını ifade etmektedir.

Bir kitabın yasaklanması bu demektir.

Bugün bilinmektedir ki dünya mera hayvancılığından besleme hayvancılığına gitmektedir. O halde Kur’an bundan habersiz demektir! Faiz için de böyle diyorlardı. Faiz o zaman yasaklanmıştır. Çünkü tüketiciyi eziyordu. Şimdi ise faiz sayesinde üretim olmaktadır. Kur’an bilememiş, artık onun hükümleri eskimiştir diyorlardı!

Buna ilk itirazı 1960’lardaki konuşmalarımda yapmaya başladım. Herkes korkudan titriyordu; laikliğe aykırı hareket ediyor diyorlardı. Ben o zaman eğer faizi Kur’an yasaklamıştır deyip insanları cehennemle korkutsaydım, laikliğe aykırı hareket ediyor olurdum. Ben faizin kötülüğünü ekonomik olarak açıkladım, kapitalizmle ve sosyalizmle açıkladım. Sonra Turgut Özal dolar aşkına faizi meşrulaştırdı. Necmettin Erbakan faize saldırdı, aleyhine davalar açtılar ama faize karşısın diye bir kelime bile suç unsuru sayılmamıştır. Bugün gelinen noktada şimdi bütün dünya faize karşıdır.

Kim bilmiyormuş; Kur’an mı yoksa onlar mı?

Evet, bugün mera hayvancılığına karşı duruluyor ama çok değil, belki yüz sene sonra Kur’an’ın dediklerine geleceklerdir. Dünyada tekrar mera hayvancılığına dönülecektir diyor, bu ayet. Biz ayeti tevil etmeye çalışmayız, anlamaya çalışırız. Gelecekte mera hayvancılığı nasıl olacaktır diye araştırmalar ve uygulamalar yaparız...

Bir vadinin çevresi canavarların geçemeyeceği şekilde çevrilecek ve kurtlar, ayılar, kaplanlar, aslanlar giremeyeceklerdir. Ondan sonra hayvanların kolayca dolaşabileceği yollara çıkacak. Hayvanlar sabahleyin meralara salınacak, onlar kendileri dolaşıp doğal besinlerle besleneceklerdir. Akşamüstü ise çobansız ağıllara döneceklerdir. Çünkü suları buralarda içeceklerdir. Ayrıca hayvanlara hazır yem de verilecektir. O halde yem olacak, hayvan yemi olacak ama bu takviye mahiyetinde olacak. Kalori dışındaki gıdaları meralardan alacaklar. Gezecekler ve temiz hava alacaklar. İşte, ortak merada otlayan hayvanlara sahipleri tarafından özel yem verilecek ve süt sağılacaksa, onlar verecek ve sağacaklardır.

Hayvanların sayısı o kadar tutulacaktır ki meradaki hayvanlar doysun. Bunu sağlamak için et vakfı kurulacaktır. Hayvanlar çoğaldığı zaman (et azaldığı zaman) et pahalılaştırılacak, hayvanlar azaldığı zaman (et çoğaldığı zaman) et ucuzlaştırılacaktır. Böylece et fiyatı öyle tutulacaktır ki meradaki hayvan sayısı dengede kalsın.

Dikkat etmişsinizdir; burada arz ve talep kanunları ters çalışmaktadır. Satın alırken tersine ama satarken ise doğru çalışacaktır. İşte, vakfın görevi bu olacaktır, kazandığı zaman biriktirdiği parayı zarar ettiği zamanda harcayacaktır. Bu sebepledir ki hayvan ürünleri serbest arz-talep kanunları ile işlemez durumdadır. Ancak vakıf işletmelerle işletilir. Sosyalistlerde olduğu gibi resmi fiyatlarla değil, resmi kredileşme fiyatları ile bu yapılacaktır.

Tavuklar için de iki metre yüksekliğinde sırıklar dikilir ve üstü tel ağı ile kaplanır. Yüzlerce dönüm içinde tavuklar salıverilir. Onlara folluklar yapılır. Yumurta alınır. Sayıları da aynı şekilde vakıf pazarlaması ile dengede tutulur.

Demek ki bu ayet üçüncü binyıl uygarlığına ışık tutmaktadır.

وَلَكُمْ فِيهَا

Va LaKuM FıyHAv

“Ve sizin onlarda”

“Lekum” kelimesinin tekrar edilmesi, sizin için bunlar vardır, hayvanların etleri kurtlar için de vardır ama onlar için cemal değildir, sizin için cemaldir.

“Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum diye başlıyor” ve sonunda diyor ki; “gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına...”

İşte orada hayvanların cemalini görmüş ve cemal ile yaşayan çobanları sevmektedir.

Çobanların ruhları da ehli hayvanlara dönüşür. Yabani hayvanlarla ehli hayvanlar arasında büyük fark vardır. Ehli hayvanlar çıkar paralelliği içinde insanlarla beraber yaşarlar. Beraberliği ve birliği, cümle olmayı hayvanlar içinde öğrenirler. Onlar dünyayı severler ve mesutturlar. Okumaları yok, yazmaları yok ama mesutturlar.

Doğadan kopmuş, ağaçlardan ve hayvanlardan uzaklaşmış olan insan ise kentin sokaklarında sarhoş sarhoş dolaşmaktadır.

“Yüz Dairelik Lojmanlı İşyerleri” o köyleri kentin refahına kavuşturacaktır ama köyün cemalini de yaşatacaktır.

جَمَالٌ

CaMAvLun

“Cemal”

İnsan doğa ile ve diğer insanlarla bir arada olup çıkar paralelliği içinde yaşamağa başladığı zaman Allah’ın silmine girmiş olur ve çekilen sıkıntılar bile onun için zevk hâlini alır. Kenttekiler yaşamadan zevk almakta, ölümden kaçmaktadırlar. Oysa doğa ile beraber olanlar için dünya cennet misalidir. Çok büyük şekilde hayata bağlıdırlar. Birinin ölmesi onlar için çok büyük acılara sebep olur. Hayatlarında çok az ölüm hadisesi ile karşılaşırlar. Gerek akrabalar arasında gerekse komşular arasında sevgi çok daha ileridir. Birisini görmedikleri zaman hemen birbirlerine sorarlar.

Küçüklüğümde başımdan geçen bir olayı anlatayım. Çobanlık yapıyorduk. Bizden büyük olan bir arkadaşımızın bir keçi yavrusu yuvarlandı ve öldü. Sesli olarak kardeşi ölmüş gibi ağladı. Çünkü onu kardeşi gibi seviyordu.

İnsanlardaki bu insanlara ve doğaya olan bağlılık cemal kavramı ile ifade edilmiştir.

حِينَ تُرِيحُونَ

XIyNa TuRIyXUvNa

“İraha ettiğinizde”

“İraha” ifal babında gelmiştir.

Hayvanlar akşamüstü gelmezse sahipleri çıkar, merada dolaşır, neden gelmediklerini bulur ve ağıla getirir. Kurtlar kuzuları yemesin diye getirirler. Yuvarlanmış ve düşmüş olabileceklerinden iraha etmektedirler. Çünkü akşamüstü geldiklerinde onlara su ve yem vermektedirler. Tuz yalatmaktadırlar. Ayrıca onlara geceleri emniyet içinde geçirecekleri yerler hazırlanmalıdır.

“İraha etmek” rahat ettirmek demektir, geceleri onları misafir etmek demektir.

O halde mera hayvancılığı ama eksiklikleri sahipleri tarafından tamamlanmış bir mera hayvancılığı ve canavarlardan güven altına alınmış bir mera hayvancılığı. Hayvanların yattığı yerlerde attıkları dışkılıklar vardır. Sabahleyin meraya gittiklerinde köy hanımları orasını temizlerler ve dışarıya atarlar. Bu onlar için en sıkıntılı olaydır. Oysa geleceğin hayvancılığında o gün hayvanların ahırdan alınan atıkları hemen paraya dönüşmekte ve tezek veya gübre fabrikalarına gitmektedir. Özel geliştirilmiş tekniklerle belki de el bile sürülmemektedir. Bunun için yüz dairelik apartmanın uzağında, belki herkesin kendi tarlasında ağılları vardır. Herkesin koyunu ve keçisi orda rahat ettirilmektedir.

“İraha”nın “rahat” kökünden geldiğine dikkat edilmelidir.

“Hiyn” aralıktır. Zaman aralığıdır. Vakit zarfıdır. Yani o dönemin bir parçasıdır. Demek ki hayvan sahipleri akşamları hayvanlarına sahip çıktıkları gibi gündüzleri de onlara sahip çıkma durumundadırlar. Bu sebepledir ki vadinin etrafı tel kafeslerle çevrilmekte, çit olacak ağaçlar dikilmekte ve ağaçlar sırık olarak kullanılmaktadır. Örnek olarak meranın çevresinde kestane veya ceviz ağaçlarını sıralarsınız. Onlar üzerinde sarılacak halatlarla içeriye girecek canavarları önlersiniz. Görünmesin diye özel çalılardan çeper yaparsınız.

وَحِينَ تَسْرَحُونَ(6)

Va XIyNa TaSRaXUvNa

“Ve serh ettiğinizde”

“Sarah” eğersiz yularsız attır, serbest bırakılmış attır.

Meraya serbest bırakılırlar. Mera çevrili olduğu için dışarıdan gelen canavarları önlediği gibi mera hayvanlarının dışarıya çıkmaları ve başka köylülerin sürüleri ile karışmaları da önlemiş olur. Bu takdirde hayvanların tanınmaları için damgalanmalarına gerek kalmaz. Çünkü köylüler kendi hayvanlarını tanıdıkları gibi komşuların hayvanlarını da tanırlar. Bunun dışında havanların otlaklarına ulaşabilmeleri için yollar da yapılmalıdır. Ovalarda bile hayvanlar kendilerine yol açarlar ve hep aynı yoldan yürürler. Karıncaların yollarını hep ibret alarak seyretmiş olursunuz.

Meralar doğal olarak kendilerinin bitkilerini yetiştirirler. Ama sarmaşıklar gibi yapraklılar kışın yeşil kalırlar. Oralar hayvanlar için ulaşılamazdır. Onları ağaçlardan dökmek insanların işi oluyor.

Bir de eğrelti otu ve kumar denilen bazı çalı bitkileri hayvanlara en’am yani yem olmaz. Onların zaman zaman ayıklanarak asıl bitkilerin gelişmesini sağlamak gerekir.

Bugün bu ayıklama yapılmamaktadır, çünkü geliri olmayan bir iştir. Oysa gelecekteki meralarda eğrelti otları ve kumar yaprakları da işe yarayacağı ve ayıklayanlar para kazanacakları için herkes onları toplamaya çalışacak, onlar gübre veya yakıt olarak değerlendirilecek veya kimyasal maddelerin üretiminde kullanılacak yahut preslenerek levhalar yapılacaktır.

Bu seminerleri binlerce kişi okumaktadır. Bunlardan biri çıkıp ben “YÜZ LOJMANLI İŞYERİ APARTMANI” yapacağım, Kur’an meracılığını gerçekleştireceğim diyecek ve hemen kooperatifi kurmaya başlayacak. Bu günler uzak değildir...

وَتَحْمِلُ أَثْقَالَكُمْ إِلَى بَلَدٍ لَمْ تَكُونُوا بَالِغِيهِ إِلَّا بِشِقِّ الْأَنْفُسِ إِنَّ رَبَّكُمْ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ (7)

VaTaXMiLu EaÇQAvLaKuM ELay BaLaDin LaM TaKUvNUv BaLıĞIYHIy EilLAv Bi ŞıqQı eLEaNFuSi EnNa RabBaKuM LaRaEUvFun RaXıYMun

“Ve nefislerin meşakkatı dışında ulaştıramayacağınız eskalinizi bir belede haml etmektedir. Rabbiniz raufdur rahimdir.”

Canlılarda işbölümü vardır. Birilerinin ürettiğini diğer bütün canlılar tüketir. Önce o canlı diğer bir canlının yemidir. Onu avlayanlar da başka canlıyı avlar. Böylece besin zincirinde birilerinin ürettiği diğerleri tarafından tüketilir. Ayrıca çürüdükleri zaman toprağa karışan maddeler bitkiler tarafından yeniden yapraklarda depolanır. Onları yiyenler o maddeyi diğer canlılara ulaştırırlar.

Göçmen kuşlar vardır. Kuzey kutuptan güney kutba göç ederler. Bunlar hep maddeler ve tohumlar taşırlar. Benzer görevi yapan denizlerdeki göçmen balıklar vardır, Avrupa kıyılarından Güney Amerika kıyılarına göç ederler. 

İnsan ise tüm yeryüzünün ortak sahibidir ve dünya da tek pazar hâlindedir.

İlkel topluklarda dahi mal mübadelesi vardır.

Bunu nereden biliyoruz?

Taş ocaklarından üretilmiş taş bıçakların dünyaya yayılmış olmasından biliyoruz.

DNA’ların tahlilinden tarihi göçleri takip ettiğimizden biliyoruz.

İşte, insanlar bu göçler esnasında gerek kendileri binsinler, gerekse yüklerini taşısınlar diye hayvanları ehlileştirmişlerdir.

İnsanlar meyve yiyerek yaşıyorlardı. Ormanlarda ağaçlardan veya yerde topladıkları dönemde bitki meyvelerinden yaşıyorlardı. İnsanlar çoğaldı. Soğuklar dönemi başladı. Meyveler insanlara yetmez oldu.

Peygamberler, özellikle Hazreti İdris Peygamber, onlara avcılığı öğretti. Hayvanları avlayarak yaşadılar. Bu sayede tüm dünyaya yayıldılar. Sallar yaparak ve akıntılara kapılarak göçmen balıklar gibi dünyaya dağıldılar. İnsanlar çoğaldı. Buzlar devri bitti. Otlaklar arttı. Bu sefer av hayvanı bulunamadı.

İşte o zaman da çobanlık dönemine geçtiler. Hayvanları ehlileştirdiler. Sonra kurak dönemler geldi. Otlar kalmadı. Tarım dönemine geçtiler, sulama tekniğini geliştirdiler.

Bugün tarım döneminden sanayi dönemine geçmiş bulunuyoruz.

Kur’an sanayi döneminin arifesinde nazil oldu. Sanayi dönemi Kur’an’ın öğretileri ile doğdu. Birinci Kur’an uygarlığı insanlara sanayi dönemini bahşetti. Çünkü sanayisiz Kur’an’ın hükümleri uygulanamıyordu. Bunu ben söylerken hamaset yaparak söylemiyorum. İnsanlık tarihine baktığınız zaman bunları kolaylıkla görürsünüz. Medreseleri Batılılar bunun için kapattırdılar. Ama Bediüzzaman ve Süleyman Tunahan devam ettirdiler. Akevler çalışmaları ile “Adil Düzen” olarak yeniden dirilmeye başladı. Necmettin Erbakan’ın Millî Görüş Hareketi Adil Düzeni tüm dünyaya duyurdu...

Hayvanların taşıma işleri bugün motorlu araçlara bırakılmıştır. Gelecekte bunlara ihtiyaç olmayacağı sanılmaktadır. Motorlu araçlar ancak özel yollarda gidebilmekte, ayrıca depodaki yakıtlarla yol almaktadırlar.

Oysa hayvanlar değişik iklim şartlarında yollara ihtiyaç olmadan gidebilmekte, ayrıca petrol ile değil ot ile yaşamaktadırlar. Dolayısıyla insanlar var oldukça hayvanların taşımacılığından yararlanılacaktır. Kur’an’ın bu ayetleri bunları söylemektedir.

Tarımcılıkta mera hayvancılığı yanında toplanan meyveler, sebzeler ve diğer şeyler ancak hayvanlar sayesinde nakledilir hal alır. O halde “YÜZ LOJMANLI YAŞAMA VE ÇALIŞMA SİTELERİ” planlanırken, hayvan taşımacılığını da değerlendirmek gerekir.

وَتَحْمِلُ أَثْقَالَكُمْ

Va TaXMiLu EaÇQAvLaKuM

“Ve sıkletlerinizi haml eder”

“En’am” dediğimiz zaman ren geyikleri de dâhildir. Ren geyikleri ilk evcilleştirilen hayvanlardandır, taşıma aracı olarak evcilleştirilmişlerdir. Bugün deve, inek, koyun ve keçi gibi yaygınlaşmış geviş getiren çift tırnaklı hayvanlar vardır. Onlardan ileride nasıl yararlanacağımız henüz bilmiyoruz.

“Ağırlıklarınız” denmektedir. Kuşlar ve balıklar bir yerden diğer yere göç ederler ama posta ile ve kargo ile eşya göndermezler. Yalnız insanlar bir ülkeden diğer ülkeye eşyaları taşırlar ve gönderirler. Bu işleri yapabilmek için insanlar sırtlarına alıp götürmüşler ama uygarlaşınca hayvanlardan yararlanmışlardır, onların sırtlarından yararlanılmıştır. Ayrıca kızak ve tekerlekli araba gibi araçları da çekerek çok ağır yükleri taşımışlardır. İnsana has olan eşyaya burada “eskaleküm” denmekte, bunların hamline işaret etmektedir.

Allah en’ama bu özelliği vermeseydi, insanlar Mısır’daki ehramları yapacak seviyeye yükselemezlerdi. İnsanlar bunlar sayesinde uygarlaştılar. Gelecekte ihtiyacımız olmasa bile, geçmişimizde onlar olmasaydı biz uygarlaşamazdık. Hayvanlara bu melekeleri bahşeden Allah’tır. Onları yaratmış ki, insanlık bir arada olsun ve uygarlık sağlansın.

Bu olay yalnız en’ama mahsus değildir.

Bugün bilgisayar yapıyoruz.

Ne sayesinde?

Selenyumdaki özellikler yahut silikatlardaki özelliklerle yapabiliyoruz.

Allah o maddelere o özellikleri vermeseydi biz bilgisayar yapabilir miydik?

Demek ki aslında biz bilgisayarı yapmıyoruz, bilgisayarı keşfediyoruz.

Eşyaya da öyle özellikler verilmiştir ki başka canlılar onlardan yararlanmamakta, sadece insan yararlanmaktadır. Öyleyse Allah kâinatı yaratırken insanların uygarlaşacaklarını da planlamış, kâinatı uygarlaşacak şekilde var etmiştir. Bu ayetler bunlara işaret etmektedir.

إِلَى بَلَدٍ

EiLay BaLaDin

“Bir belede”

Burada “İlâ Buldanin” denmemiş de “İlâ Beledin” denmiştir. Taşımacılığı bir beldede yapacağız. Bu da bize bizim ortak ambara ve ortak nakliyeye işaret etmektedir.

Bugün insanlar ayrı ayrı ambarlarda ürünlerini saklamaktadırlar. Bu sonunda tekelleşmeye götürdüğü gibi ayrıca nakliye israfı olmaktadır. Bu sebeple birçok ürünler depolanamadığı ve nakledilemediği için heder olup gitmektedir. Örnek olarak, köyümde çok yüksek vasıflı elma ve armut ağaçları vardır. Ama mevsimi gelince herkes bol bol yer ama artanlar çürüyüp gider. Oysa onlar satın alınsa, bu doğal meyvelerden insanlar yararlanır. Miktarları az olduğu için gerek depolanması gerek nakliyesi pazarlamayı kurtarmamaktadır.

Oysa ortak ambar ve ortak nakliye olsa, bunlardan hem köylü yararlanacak hem de tüm insanlık. Bu sebepledir ki depolar önce merkezlerde yapılır. Ürünler elde edilir edilmez nakliye ile merkeze taşınır ve merkezde depolanır. Bugünkü soğuk hava depolarında depolanır, havalandırması uygun araçlarda bekletilir, daha sonra beldeden beldeye çağımızın araçları ile taşınır.

Bu sebepledir ki “beledin” denmekte, “beled” kelimesi nekre olarak kullanılmaktadır. Çünkü bir ildeki bütün ilçeler farklı malların deposuna sahip olup bazı malların ildeki sadece bir ilçede ambarı bulunacaktır.

Genel Hizmetler kitabımızın nakliye bölümlerini okursanız, bu husus açıklanmıştır. Bir bucakta mallar önce semtlerde birikir, sonra semtlerden ilin ilçelerindeki ambarlara taşınır. İlk olarak oradaki ambarlarda vasıflar tesbit edilir. Burada “beled”in müfret ve nekre olması bu hükümleri içermektedir. Bir malın ilçede bir yerde ambarları olur. Ama bu ilçe ilin içinde başka ambar olabilir. Hem tek hem nekre...

لَمْ تَكُونُوا بَالِغِيهِ

LaM TaKUvNUv BaLıĞıYHı

“Onun baliği olmadınız”

Yani taşıma hayvanları olmasa siz onları belde ilçe merkezlerine götüremezsiniz. Hattâ kervanlar tertip edilir ve siz olmadan da mallar merkeze ulaşır. Hayvanlardan yararlanılarak bu taşıma imkânları sağlanmıştır. Kervansaraylar oluşturulmuştur.

İzmir’den kalktığınız ve İç Anadolu’ya doğru hareket ettiğiniz zaman Turgutlu, Ahmetli, Salihli olarak kasabalar vardır. Bunlar konaklama yerleridir. Kervanlar İzmir’den kalkar ve konaklaya konaklaya Pekin’e kadar giderlerdi. Böylece oraya zeytin götürür, oradan da ipek getirirlerdi.

Bu kervansaraylar ve deve kervanları olmasaydı, insanların oralara ulaşması mümkün olmazdı. Büyük dinler böyle doğmuş, uygarlıklar böyle oluşmuştur. Devletler böyle kurulmuş, imparatorluklar böyle oluşmuştur.

إِلَّا بِشِقِّ الْأَنْفُسِ

EilLAv Bi ŞıqQı eLEaNFuSi

“Ancak nefislerin şıkkı ile”

Nefislerin meşakkati ile ulaşmanız mümkün olurdu.

Mesela, azığınız Salihli’de biter, geri bile dönemezdiniz.

İnsanlıkta uygarlaşma nakliyeye dayanmaktadır.

Hayvancılıkla başlayan nakliye ve ulaşım bugünkü ulaşım seviyesine ulaşmıştır.

إِنَّ رَبَّكُمْ

EinNa RaBaKuM

“Rabbiniz”

Evet, insanlık bu ulaştırma imkânlarına hemen kavuşmadı, hilkat sıfatı ile değil, rablik sıfatı ile insanlar bu hale geldi. Buna işaret etmekte, çobanlık döneminden önceki durumlara işaret etmektedir.

Evet, insanlar inekleri çok geç evcilleştirdiler.

Ama insandan çok önce insanların evrimleşerek ulaşıma ihtiyaçları olacağını hesaba katan Allah, daha onların gen haritalarını yaparken evcilleşecekleri şekilde zamanında gerekli olan genleri koymuştur. Bunları rab sıfatı ile yapmıştır.

لَرَءُوفٌ

LaRaEUvFun

“Raufdur”

“Rafet” babanın çocuklarına karşı duyduğu duygulardır.

Baba çocuklarının güvenini sağlar, yiyeceklerini ve giyeceklerini temin eder. Bunun için baba olarak onlardan beklediği bir şey olmayabilir. Tanrı da bir baba imiş de tüm insanların, hattâ tüm mahlûkatın güvenliğini sağlar ve ihtiyaçlarını karşılar. İnsanların da her türlü ihtiyaçlarını, bu arada uygarlaşma ihtiyaçlarını da karşılar.

Allah’ın bu sıfatı ile Yahudiler ve Hıristiyanlar Tanrı’ya baba demektedirler. Baba gibi davranır manasında Kur’an’ da bunu kullanmaktadır. Onlar Tanrı’nın oğullarına muhtaç olduğunu kabul edip mecaz manasını hakiki manaya çevirdikleri için dalalete düşmüşlerdir.

Tevrat, İncil ve diğer furkan kitaplarındaki kelimeler değiştirilmektedir ama Kur’an’a ve ilme göre tevil edilmelidir.

رَحِيمٌ (7)

RaXıYMun

“Rahimdir.”

“Rahim” de annelerin çocuklarına besledikleri duyguları ifade eder. Çocukların bakımı ve emzirilmesi ona ait olup sabırla onların yanında olur. Babanın duygularından farklıdır. Baba ihtiyaçları ve güvenliği sağlama duygularına sahiptir, anne ise bizzat yaşatma ve hizmet etme duygularına sahiptir.

Allah hem babanın duygularına sahipmiş gibi insanlara muamele eder hem de annenin duygularına sahipmiş gibi muamele eder.

Kur’an “rafet” sıfatını “rahmet” sıfatından daha az zikreder. Bir de “rahmeten, rahim ve rahman” olarak zikreder. O halde Kur’an da Tanrı’nın ana olma ve baba olma sıfatlarını kabul eder. İlk insanlar Tanrı’yı çok memeli bir kadın olarak tasvir etmişlerdir. “Kıbele” adını verdikleri bu tasvir tüm dünyada yaygındır. Kur’an bunun ikileştirilmesine karşıdır. Sanki iki tanrı varmış da biri analık biri babalık işleri yaparmış, biri de oğulları olmuş anlayışına karşıdır. Bunu şiddetle reddetmektedir.

وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ وَالْحَمِيرَ لِتَرْكَبُوهَا وَزِينَةً وَيَخْلُقُ مَا لَا تَعْلَمُونَ (8)

Va eLPayla Va eLBiĞAvLa Va el XaMIyRa LİTaRKaBUvHAv Va ZIyNaTat Va YaPLuQu MAv LA TaGLaMUvNa

“Ve haylı ve biğali ve hamiri de onlara rükub edesiniz diye ve ziynet olarak. Ve ilmetmediklerinizi de halk edecektir.”

En’ama atfederek adlarını saymıştır. En’amda sadece en’am denmiş, ortak adla zikretmiştir. Hayl, biğal ve hamiri ayrı ayrı saymıştır. Bunlar geviş getiren çift tırnaklı hayvanlardır. Bununla beraber bunlar et yemezler, otçudurlar. Ama işkembeleri yoktur. Bunların üstünde meyvecil hayvanlar vardır. Maymunlar ve domuzlar ot ve meyve yerler. İnsanlar da bunlar seviyesinde var edildikleri için onların etleri insan için uygun değildir. İnsanın bağırsaklarını eğer onların etlerini sindirecek şekilde var etseydi, o zaman insanın kendi bağırsakları da sindirilmiş olurdu. Bunları çoğul olarak zikretti.

At sürüsüne “hayl” denir. Askerlikte süvari birlikleri vardır. Süratle koşup giden binek arabasıdır. Eşek ise yavaş ilerleyen ama her yerde kolayca istihdam edilen bir taşıt aracıdır. Katır ise eşek ile atın çiftleşmesinden doğan kısır varlıktır, ikisi arası kullanışlıdır.

Bugün de otobüsler vardır, otomobiller vardır; ikisi arası minibüsler vardır. Bunlar da yük taşıdıkları halde burada sizin için binesiniz diye denmektedir. Bir de ziynet olsun denmektedir. Yukarıda “cemal vardır” denmişti, burada “ziynet vardır” denmektedir.

“Ziynetlik” ilk insan için ağaç parçalarını ağaç liflerine takarak elde ettiği ve boynuna taktığı şeylere denmektedir. İnsan bununla kendi kişiliğini ortaya koymak istemiştir. Bugün de hâlâ takılar mevcuttur. Kıyafet bugün de ilk insan için olduğu kadar bugünkü insan için de geçerlidir. Herkes kendisine kıyafet seçer. Bu hem modaya uyar hem de farklılık gösterir. Ziynet duygusu insanlar arasındaki yarışta başlıca rol oynar. Herkes kendisine villa yapar ve en güzel olmasını ister. Sanat bir ziynettir. Ziynetli ayakkabı pahalıdır, zenginler o ayakkabıyı alırlar. Böylece fakirlerin ayakkabıları ucuzlamış olur.

O halde ziynet aynı zamanda sosyal dayanışmayı sağlar. Bir de ziynet kişinin sosyal statüsünü belirler. Üniforma bunun için vardır. Bugün araba ziynet yarışmasıdır.

Biz partiyi (MSP) kurduğumuz zaman, Erbakan’ı İzmir’de Fethullah Gülen’in kampına götürdük. Kurucularımızdan Süleyman Konak’ın Vanguard marka 1950 model arabası vardı. Kendisi tamirci olduğu için arabası eski ama sağlam idi. Kamptakilerin tuhafına gitmiş, şimdi yazıyorlar!

Bugün de hangi araba ile gelinirse onun sosyal statüsü odur demektir.

Meşhur fıkradır. Nasrettin Hoca davetlere normal kıyafetle gittiği zaman sade yemek verirlermiş, kürkünü giyerek gittiği zaman çok ikram ederlermiş. O da kürkünü giyerek gider ve Besmele’den sonra ‘ye kürküm ye’ dermiş.

Ben İzmir’de ilk işe başladığım zaman çalışma kıyafetiyle giderdim, bazen de mühendis kıyafetiyle giderdim. Mağazalarda kıyafetime bakıp farklı davranırlardı. Uzun zaman bunu fark etmedim; sonra anladım ki kıyafetle ilgili imiş.

Bu sebepledir ki erkeklere mihir yüklenmiştir. Erkek kadına ziynet eşyasını alır. Çok pahalı ziynet eşyasına sahip olan gelinler kendilerine iyi koca bulduklarını ilan ederler. Düğünlerde para toplanır. Ne kadar çok para toplanırsa o düğün makbul düğün olur. Kur’an’da bu sebepledir ki ziynet haram kılınmamaktadır.

Ayetteki en önemli ifade bu ifadedir; bilmediklerinizi halk etmektedir veya halk edecektir manasındaki ayettir. Yirminci yüzyıl bu ayetin en beliğ mucizesidir. Kur’an nazil olduğu zaman gemiler bilinmiyor, hayvanların çektiği arabalar biliniyordu. Kara vapuru diye adlandırılan tren benzeri araç yoktu. Bugün buhar makinelerinin yanında içten patlamalı motorlu araçlar vardır, otomobil ve uçaklar vardır. Füzeler vardır, Ay’a gidilmektedir.

Keşiflerin bittiği zannedilmesin. Ay’a daha yeni ayak bastık. Hidrojeni yakıp yol alan arabaları henüz yapamadık. Ama asıl yapamadığımız şey, ışıktan daha hızlı hareket eden imkânları değerlendiremiyoruz.

Dahası da var; üç boyutlu uzayın dışına çıkan araçları henüz keşfetmedik. Daha birkaç bin yıl, belki de yüzlerce binyıl gerekecektir. Ama Kur’an dört boyutlu uzaya geçilebileceğini haber vermiştir, Kur’an’ın ifadesiyle “sultan ile” üç boyutlu uzaydan dört boyutlu uzaya geçilecektir. Gemilere benzer araçların yapılacağı Yasin Suresi’nde de zikredilmektedir.

وَالْخَيْلَ

Va eLPaYLa

“Ve hayl”

“Hayl” at sürüsü veya süvarisi demektir.

“Hayal” kelimesi buradan geldiği gibi “muhtalin fahûr” tabiri de geçmektedir. “Hayal etmek” demek olmayacakları düşünmek demektir. Kur’an’da sihirbazlardan ve hayal ettirdikleri ip ve sopalardan bahsedilmektedir. Bugün de at yarışları devam etmektedir.

At yarışları halka açık yapılır, isteyenler seyrederler. Halk gönlünden ne koparsa verir, yarışa katılanlar arasında yarıştaki derecelerine göre bölüşürler. Bu meşrudur, mergubdur. Bugün ise bu uygulama maalesef kumarhane hâline getirilmiştir ve bu uygulamalar İslâmiyet’e göre gayrimeşrudur. Spor da böyledir. Güreş gibi seyircilere serbesttir. Dayanışma ortaklıklarına tahsis edilen miktar oyunculara bölüştürülür.

Askerliğin temeli ulaşımdır. Bize muhabere okulunda ‘muhaberesiz muharebe olmaz’ diye öğrettiler. Ben de derim ki: Muharebe ulaşımdır. Bir tepeyi kim işgal ederse savaşı o kazanmış olur. Tatbikatların temeli budur. Askeri birliklere ‘tepeye marş marş’ dersin; kim bayrağı tepeye dikerse savaşı o kazanmış olur. Sokak hareketlerine ata binerek katılınır ve hareketler kameraya alınır. Müdahale edilmez. Sonra suç işleyenler soruşturmaya alınırlar ve verdikleri zararlar tazmin ettirilir, suçları varsa ceza verilir.

وَالْبِغَالَ

Va eLBiĞAvLa

“Ve katırla”

“Biğal” beğel’in cem’idir. Kur’an’da sadece bir yerde ve burada geçmektedir.

Taşıma araçlarında önemli bir husus vardır, bu da yolcu ve yük miktarına göre sınıflamadır. Firmalar değişik büyüklükte araçlar üretmektedirler. Gelecekte 1 kişilik, 2 kişilik, 4 kişilik, 8 kişilik, 16 kişilik, 32 kişilik ve 64 kişilik araçlar olacaktır. Uçaklar da böyle olacak, 128 kişilik, 256 kişilik. Yük arabaları da insan ağırlığının iki katı ile başlayacak ve ikinin katları olarak çoğaltılacaklardır.

Biğaldan bahsederek araçların kapasitelere göre kademeli olacağına işaret etmektedir.

Bu sebepledir ki köylüler katırı tercih ederler.

وَالْحَمِيرَ

Va elXaMIyRa

“Ve eşekler”

“Hamr” kırmızılık demektir, renginden dolayı “hımar” denmiştir. Bir de “haml” kelimesi ile akrabalığı vardır. “Hımar” yük taşıyan demektir. “Hayl”ın da “hayr” kelimesi ile akrabalığı vardır, servet demektir.

Allah bunları insanlar için yaratmıştır. Onların gen yapılarını öyle yapmıştır ki insanlar istedikleri gibi hareket etsinler, insanlar da onları beslesinler.

Bunların etleri haram değildir ama helal da değildir. Eğer kavmin yiyeceği ise onlara helaldir. Örnek olarak Kazaklar ve Kırgızlar at eti yerler, onlar için helaldir ama Türkler için haramdır. Bununla beraber at eti de piyasada satılabilir ama at eti olarak bildirmek gerekir.

لِتَرْكَبُوهَا

LiTaRKaBUvHAv

“Ona rukub edesiniz diye”

Burada binek olarak zikretmektedir. Başka bir yerde de “yahmilu esfara” diyerek aynı zamanda yük taşıyan olduğu ifade edilmektedir. Demek ki hem binilir hem de yük taşır.

Bu yerlerde deveden bahsetmektedir yani deve en’am içindedir.

Oysa bunlar en’am içinde değildirler, bunlar binek hayvanlarıdır.

وَزِينَةً

Va ZIyNaTan

“Ve ziynet”

En’am için “cemal”, develer için “ziynet” ismini kullanmıştır.

At yarışlarına işaret etmektedir.

Bugün dünyada bu yarışlar yapılmaktadır. Erzurum’da cirit oyunları vardır, at üzerinde sopalar atarlar. At yarışlarına kıyas ederek araba yarışları, uçak yarışları, gemi yarışları yapılmaktadır. Bunlar meşru sayılmıştır.

وَيَخْلُقُ

Va YaPLuQu

“Ve halk eder”

Arapçada muzari sigası hal, gelecek ve geniş zamanları içerir, ayrıca ismi fail olarak da kullanılır. Yaratır, yaratıyor, yaratacaktır veya yaratmaktadır manalarını ifade eder.

Ayetin devamında “bilmediğiniz” dediğine göre, bugün bilinmeyen taşıma araçları demektir.

Bugün deniz üzerinde yüzen bin ailenin yaşadığı yani bir bucak büyüklüğünde gemiler yapılabilmektedir. Yarın su altında da giden böyle büyük gemiler üretilebilecektir.

مَا لَا تَعْلَمُونَ (8)

MAv LAv TaGLaMUuNa

“Bilmemekte olduğunuz.”

Her gün yeni taşıma türü araçlar üretilmektedir.

Gelecekte tekniği farklı arabalar da üretilecektir demektir.

“Yapmadığınız” demiyor da “bilmediğiniz” diyor.

O halde tekniği farklı olacaktır. Böylece bize en’am ve hayl hakkında ortaya koyduğu hükümleri o bilmediğimiz araçlar için kullanacağız. Örnek olarak at taşıma aracı olduğu ve taşımadan da vergi alınmadığı için, deveden alındığı halde, attan, katırdan ve eşekten vergi alınmaz. Kırkta birler istenmez. Bunun anlamı, bütün taşıma araçları vergiden muaf olduğu gibi elektrik ve suyu iletmeler de kıyasen vergiden muaftır.

Buradaki “yahluku mâ lâ ta’lemûne” ayeti sadece bilgi mahiyetinde değildir, aynı zamanda fıkhi hükümleri de taşımakta, ne tür değerlerden zekât alacağımızı da bildirmektedir. 

وَعَلَى اللَّهِ قَصْدُ السَّبِيلِ وَمِنْهَا جَائِرٌ وَلَوْ شَاءَ لَهَدَاكُمْ أَجْمَعِينَ (9)

VaGaLAy elLAvHi QaÖDu elSaBIyLi Ve MiNHAv CAvEiRun Va LaV ŞAvEa La HaDAyKuM EaCMaGIyNa

“Sebilin kasdı Allah’a aittir. Onda cair olanlar vardır. Allah isteseydi size ecmain olarak hidayet ederdi.”

Sure, Kâinat’ın insanlar için yaratıldığını, Yer’in insanlara tahsis edildiğini anlattıktan sonra canlıya geçmiş ve en’amdan yani hayvanlardan bahsetmiştir. Bundan sonra bitkilerden bahsedecektir. Geçiş yapmadan önce bir ara cümle getirmiştir.

Burada birbirine karşıt iki kelime getirmiştir; “Kasd” ve “Cair”.

Birini marifeli izafet yapmıştır. Böylece yollar da kasd da malumdur, bellidir. 

Diğerini ise “Minha” ile izafe etmiştir. Yol bellidir ama cairlik belli değildir.

Doğru tektir. Yanlış çoktur. İslâm birdir. Küfür ise çoktur.

“Kasd” kemik iliğidir. Kemikteki maddedir. İnsanın düşünmesidir, gayesidir, maksadıdır.

“Sebil” şebeke yollardır. Bucaklardan beldeye bir yol gider, çünkü bucaklar bir ilçeye bağlıdır. Ama il halkı hangi ilçede otururlarsa otursunlar il halkıdır. O halde ilçeler arası yol ağ şeklindedir. Her ilçe en yakın yerinden diğer ilçeye bağlıdır. İl merkezine ise bu yollardan ulaşılır. Bu sebepledir ki burada “sırat” veya “tarik” kullanılmamış, “sebil” getirilmiştir.

“Allah’ın üzerine” denmektedir, yani yolların oluşturulması Allah’a aittir.

Hayvanlardan sonra yollardan bahsetmiş olması, yolların kamuca yapılması gerektiğini ifade ettiği gibi kamu tarafından işletilecektir demektir. Mera havzasına da yollar yapılacak, herkesin hayvanı geçip rahatlıkla otlayacaktır.

“Sebilin kasdı” hedef gaye demektir. “Gaye” sınır demektir. “Kasd” ise yolda varılmak istenen yer demektir. “Kastetmek” bir yere gitmeyi murad etmek demektir. “İktisad” hedefin belirlenmesi ve daha ileri gidilmesi demektir. İhtiyaçtan fazlasını harcamak demektir.

“Sebilin kasdı” sebilin hedefi demektir. Sebilin kasdı, gayesi, hedefi, son varılacak yer Allah’ın üzerinedir. “İlâ” denmeyip “Alâ” denmesinin sebebi, Allah’ın kendisi değil rızası olmasıdır. Eğitimde insanları götürüp uzaklara bırakırsınız, haydi pusulayı kullanarak merkeze gelin dersiniz. Onlar da çabalar ve merkeze gelirler.

Allah bizi uzaklara koymuştur. Merkeze dönebilmemiz için yollar çizmiştir. O yoldan gidenler Allah’ın istediği yere varmış olurlar. Bazı yollar ise hedefe ulaştırmaz. Onlar yolda kalırlar yahut merkeze uzun zaman sonra ulaşabilirler. İnsanlardan imtihanı kazananlarla kaybedenler belli olsun diye sapık yolları da yapmıştır. Allah isteseydi herkese tek yol gösterirdi, hep birlikte hedefe ulaşırdık.

Kur’an’ın getirdiği açıklamalar bütün mukaddes kitaplarda vardır. Temeli, insanları dünya okuluna almış, onları eğitmekte ve sınıfını geçenlerin makamlarını yüceltmektedir.

وَعَلَى اللَّهِ

V aGaLAy elLAvHi

“Ve Allah’ın üzerine”

Burada “Ve” ile atfedilmiştir, isim cümlesidir, Rabbin halidir.

Bütün bunlar insanın Tanrı’sını bulmasıdır.

Bulduğumuzda ne yapacağız?

Derecemiz yükselecektir. Şimdi yeryüzüne hükmediyoruz, o zaman ise daha büyük işler yapacağız. Dört boyutlu uzayda yeni hayatımız başlayacaktır.

Allah’ın insanlara doğru hedefleri koyması O’na vecibedir, tanrılık gereğidir. Tanrı zalim değildir. Gaye insanlara zulmetmek değildir. İnsanı yaratmasının hikmeti, kendisine iki takım oluşturma ve bu iki takımın yarışmasıdır. Böylece kendi emekleri sonucu yücelmiş insanın Rabbi olarak onlarla daha fazla işler yapmaktır.

قَصْدُ السَّبِيلِ

QaÖDu elSaBIyLi 

“Sebilin kasdı”

Aslında tekil bir kelimedir. Ağla örülmüş yollardan her biri ayrı sebildir. Bunların çoğulu “sübül” gelir. Ayrıca şebeke birden kullanıldığı zaman “sebil” denir, o zaman müennes zamir gider. Burada öyledir. Değişik yollar vardır, her yol ona gider.  Şeriat yol ile ifade edilmiştir. İçtihatlar ve her içtihadın içtihat edene ait olması ilkesi sebil yoludur. İcmalarla anlaşılan kelimelerde birleşmesi sıratı müstakimdir.

وَمِنْهَا جَائِرٌ

Ve MiNHAv CAvEiRun

“Onda cair olanlar vardır”

Bunların dışında yollar vardır. Onlar insanı Allah’a götürmez, sokaklarda bırakır. Dolanıp dururlar veya geri sınıflarda okutulurlar.

Burada “civar” kelimesi kullanılır, komşu yerlere götürülürler.

Cehennem cennete komşudur. Birinde nur vardır, diğerinde nar vardır. Bu nar bizim bildiğimiz nar değildir. Bu nar bedenleri yakmayan nar demektir. Cehennem narıdır. Yolların bir kısmı oralara götürür.

وَلَوْ شَاءَ

Va LaV ŞAvEa

“(Allah’ın) meşieti olsaydı

Allah’ın yüceliği bu kadar çok kimseyi aynı anda muhatap almış olmasıdır.

Allah’ın kendisi öyle bir sırdır ki ona bizim beynimiz bile ulaşamaz.

Ama biz her zaman O’na yaklaşabiliriz ama hiçbir zaman O’na varamayız.

İnsanı yaratmak zor değildir ama insan en büyük düzene sahip varlıktır.

لَهَدَاكُمْ

La HaDAyKuM

“Size hidayet ederdi”

Allah insanları yarattı ve onları iki takıma koydu; yapıcılar takımı ve yıkıcılar takımı. İnsanları istedikleri takımda oynamalarında serbest bıraktı. Yıkıcılar takımına katılanlara cehennemi, yapıcılar takımına katılanlara cenneti vaat etti.

Gaye yapıcılıktır.

Yıkıcılar suçlulara ceza vermiş olurlar.

Kâinatın düzeni böyle kurulmuştur. Bizim görevimiz Kâinatın nasıl olduğunu öğrenmektir. Yoksa, Kâinatın iyi veya kötü yaratıldığını kritik edip var edicisine akıl vermek bizim görevimiz değildir. Allah düzeni böyle kurmuştur. Olmayan bir şey olanla karşılaştırılamaz. İyisi şöyle olurdu diyemeyiz. Onu desen de yine o olacaktır.

أَجْمَعِينَ (9)

EaCMaGIyNa

“Birlikte.”

“Cem olmak” toplanmak demektir.

“Ecmaîn” denince hep birlikte denmiş olur.

“Cemian” kelimesi müfret ve çoğul için kullanılırken kişiliği olanlar için “ecmaîn” kelimesi kullanılır, yarı yarıya değil de hep birlikte demektir.

Yani sizi iki takım yapmaz, tek başına koşturabilirdi. Ama Allah böyle bir Kâinatı ahsen bulmuştur. Biz daha iyisini yapamayacağımıza göre, söyleyecek bir sözümüz olmaz. Kaldı ki zamanla yanlış ve kötü görülenlerin iyi olduğu, doğru olduğu ortaya çıkmıştır.

Bu düzenin iyi bir okul olduğunu ahirette göreceğiz.

 

***

 

Her gün su içen çoğu insan bunu hiç düşünmez...

Yağmurlar, denizler, nehirler, akarsular, okyanuslar, musluğu açtığınızda akan su… İnsanlar suyun varlığına o kadar alışıktırlar ki, yeryüzünün büyük bölümünün sularla kaplı olmasının önemini belki de çoğu zaman düşünmezler. Ancak bilinen bütün gökcisimlerinin içinde yalnızca Dünya’da suyun bulunuyor olması, üstelik de bu suların içilebilir nitelikte olması son derece önemli bir konudur.

06 Haziran 2016 Pazartesi

Güneş Sistemi’ndeki diğer 63 gök cisminden hiçbirinde yaşamın temel şartı olan su bulunmaz. Oysa Dünya yüzeyinin dörtte üçü suyla kaplıdır. Okyanuslar gibi büyük su kütlelerinin yanı sıra, nehirler, küçük göller gibi büyüklükleri ve özellikleri de birbirinden farklı olan sular vardır. Bütün sular içilemez şekilde tuzlu ya da bütün sular tatlı değildir. Dünya üzerinde bütün canlıların ihtiyaçlarına göre düzenlenmiş mükemmel bir su dengesi vardır.

Yeryüzündeki milyonlarca çeşit canlı, su sayesinde hayatlarını sürdürür, yaşam için gerekli olan dengeler de suyun varlığı sayesinde devamlılığını korur. Örneğin, büyük su kütlelerindeki buharlaşma sayesinde bulutlar ve yağmurlar oluşur. Suyun ısıyı çekme ve tutabilme kapasitesi yüksektir. Bu sayede okyanuslardaki ve denizlerdeki büyük su kütleleri, Dünya’nın ısısının dengelenmesini sağlar. Bu sebeple denize yakın bölgelerde gece ve gündüz arasındaki ısı farklılıkları çok azdır. Bu da bu bölgeleri daha yaşanabilir hale getirir.

Okyanusların varlığı son derece önemlidir. Çünkü okyanuslar güneş ışınlarını karadan daha az yansıtır, böylece karalardan daha fazla güneş enerjisi alır, fakat bu ısıyı kendi içinde karalara göre daha dengeli biçimde dağıtırlar. Bu sayede okyanuslar daha sıcak olan ekvator bölgelerini serinleterek aşırı sıcak olmalarını, kutup bölgelerinin soğuk sularını da ısıtarak aşırı soğuk olmalarını ve bunun sonucunda da tamamen donmalarını engeller. Ayrıca okyanuslar karbondioksidin çözündüğü kimyasal depolar gibidir.

Suyun şeffaflığı sayesinde su yosunları okyanus yüzeyinin altında fotosentez yapabilirler. Su, donduğu zaman genişleyen çok az sayıdaki maddeden biridir, onun bu özelliği sayesindedir ki okyanuslar ve göller alttan yukarıya doğru donmaz.

 

 


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
26.06.2016
10:29



1967...1968...1969...AKEVLER 50 YILDIR ÇALIŞIYOR...2014...2015...2016

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 870

“ADİL DÜZEN” III. BİNYIL MEDENİYETİ PROJESİDİR

BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)  

Haftalık Seminer Dergisi; 870. Hafta - 25 Haziran 2016 - Fiyatı: www.akevler.orga tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR.. ÇOĞALTABİLİR.. DAĞITABİLİRSİNİZ...

“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 870. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?”      (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.”      (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ,  Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA / İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Tefsir Seminer Notları Yenibosna’da Cumartesi akşamları okunup tartışılmaktadır.

GAYEMİZ: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada “OKUNMASI, ANLAŞILMASI VE UYGULANMASI”DIR.     -     ADİL DÜZEN ÇALIŞANLARI 

 

***

 

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI

İDAM VE ÖCALAN  

AK PARTİ’NİN KÖTÜLÜK VE İYİLİKLERİ

*ÜSKÜDAR ÇALIŞMALARI-13                        Cuma, 24.06.2016

İKİNCİ KUR’AN MEDENİYETİ İŞE NEREDEN BAŞLAYACAK?

Süleyman KARAGÜLLE

 

***

 

*SEBÎLU’R-REŞÂD” / MAKALELER

Gizli/Derin Dünya Devleti ve ADİL DÜZEN

KUR’AN DÜZENİ sömürüye son veren düzendir

Tavsiyem: “Yeni Bir Dünya ve ADİL DÜZEN”

Reşat Nuri EROL

 

***

 

NAHL SÛRESİ - 2. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

أَتَى أَمْرُ اللَّهِ فَلَا تَسْتَعْجِلُوهُ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ (1) يُنَزِّلُ الْمَلَائِكَةَ بِالرُّوحِ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ أَنْ أَنْذِرُوا أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاتَّقُونِ (2) خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ تَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ (3) خَلَقَ الْإِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُبِينٌ (4)

 

***

 

وَالْأَنْعَامَ خَلَقَهَا لَكُمْ فِيهَا دِفْءٌ وَمَنَافِعُ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ (5) وَلَكُمْ فِيهَا جَمَالٌ حِينَ تُرِيحُونَ وَحِينَ تَسْرَحُونَ (6) وَتَحْمِلُ أَثْقَالَكُمْ إِلَى بَلَدٍ لَمْ تَكُونُوا بَالِغِيهِ إِلَّا بِشِقِّ الْأَنْفُسِ إِنَّ رَبَّكُمْ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ (7) وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ وَالْحَمِيرَ لِتَرْكَبُوهَا وَزِينَةً وَيَخْلُقُ مَا لَا تَعْلَمُونَ (8) وَعَلَى اللَّهِ قَصْدُ السَّبِيلِ وَمِنْهَا جَائِرٌ وَلَوْ شَاءَ لَهَدَاكُمْ أَجْمَعِينَ (9)

 

وَالْأَنْعَامَ خَلَقَهَا لَكُمْ فِيهَا دِفْءٌ وَمَنَافِعُ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ (5)

Va eLEaNGAMa PaLaQaHAv LaKuM FIyHAv DiFEun Va MaNAvFIGu Va MiNHAv TaEKuLUvNa

“Ve en’amı da sizin için halk etti, içinde dif' ve menfaatler vardır ve ondan ekl edersiniz.”

Sure Allah’tan, meleklerden ve inzar eden kullardan başlamaktadır. Arkasından “Ve” harfi ile atıf yapmadan, yer ve göklerin yaratılmasından bahsetmekte ve yine aralarında “Ve” harfi konmadan insanın yaratılmasını beyan etmektedir. Hilkatleri farklı olmakla beraber tümü bir bütünü teşkil etmektedir; Allah, melekler, resuller ve insanlar. Bundan sonra insanın yaratılışına atfederek canlıların yaratılışından, canlıların yaşaması için yer ve göklerin nasıl düzenlendiğinden bahsetmektedir. Melekler bizim için yaratılmamıştır, inzar eden ibad bizim için yaratılmamıştır. Onların yaratılması da insan gibi gayedir. Yani, Allah meleklere bizim için secdeyi emretmiştir ama onları bizim için yaratmadı. Onlar da insan gibi Allah’ın muhatabı kimselerdir. Aynı şekillerde Allah’ın görevlendirdiği ibadı da yine halk için var etmemiştir. Onlar O’nun seçilmiş muhataplarıdır. Ehli tarikin veliyullah dedikleri seçkin kullarının olduğu inançlarına bunu delil olarak gösterebilirler.

...







Çok Okunan Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 204
İsrâ SÛRESİ (17)104.AYET -Kur’an’a Göre İSRAİL’İN SONU
19.04.2003 130064 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 845
İbrahim Sûresi Tefsiri 1-4. Âyetler
2.01.2016 17039 Okunma
1 Yorum 02.01.2016 21:41
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 834
Hûd Sûresi Tefsiri 74-78. Âyetler
17.10.2015 12195 Okunma
11 Yorum 15.11.2015 22:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 777
TEVBE SURESİ-128.AYET TEFSİRİ
23.08.2014 11574 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 853
İbrahim Sûresi Tefsiri 35-41. Âyetler
27.02.2016 10999 Okunma
1 Yorum 06.03.2016 14:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 944
Kehf Suresi Tefsiri 107-110. Ayetler
23.12.2017 10179 Okunma
1 Yorum 28.12.2017 19:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 870
Nahl Suresi Tefsiri 5-9. Ayetler
25.06.2016 9278 Okunma
1 Yorum 26.06.2016 10:29
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 864
Hicr Suresi Tefsiri 57-66. Ayetler
14.05.2016 9203 Okunma
2 Yorum 15.05.2016 08:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 858
Hicr Sûresi Tefsiri 10-15. Âyetler
2.04.2016 9131 Okunma
2 Yorum 03.04.2016 10:18
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 863
Hicr Suresi Tefsiri 48-56. Ayetler
7.05.2016 8997 Okunma
1 Yorum 08.05.2016 07:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 949
Meryem Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
27.01.2018 8993 Okunma
1 Yorum 28.01.2018 07:59
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 842
Hûd Sûresi Tefsiri 114-116. Âyetler
12.12.2015 8895 Okunma
2 Yorum 20.12.2015 12:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 838
Hûd Sûresi Tefsiri 90-95. Âyetler
14.11.2015 8574 Okunma
3 Yorum 21.11.2015 15:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 8427 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 776
TEVBE SURESİ-126-127.AYET TEFSİRİ
16.08.2014 8418 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 855
İbrahim Sûresi Tefsiri 47-52. Âyetler
12.03.2016 8343 Okunma
1 Yorum 14.03.2016 09:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 808
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 90-92.AYETLER -FİRAVUN ÖLDÜ MÜ?
4.04.2015 8323 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 825
Hûd Sûresi Tefsiri 41-44. Âyetler
8.08.2015 8323 Okunma
2 Yorum 11.08.2015 17:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 850
İbrahim Sûresi Tefsiri 23-26. Âyetler
6.02.2016 8225 Okunma
4 Yorum 07.02.2016 19:39
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 852
İbrahim Sûresi Tefsiri 32-34. Âyetler
20.02.2016 8203 Okunma
1 Yorum 14.03.2016 09:40
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 862
Hicr Suresi Tefsiri 39-47. Ayetler
30.04.2016 7936 Okunma
1 Yorum 01.05.2016 07:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 841
Hûd Sûresi Tefsiri 109-113. Âyetler
5.12.2015 7854 Okunma
1 Yorum 05.12.2015 22:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 111
A'RAF SURESİ 1-3.AYETLER TEFSİRİ
25.05.2001 7810 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 865
Hicr Suresi Tefsiri 67-77. Ayetler
21.05.2016 7673 Okunma
1 Yorum 21.05.2016 21:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 837
Hûd Sûresi Tefsiri 87-89. Âyetler
7.11.2015 7439 Okunma
2 Yorum 08.11.2015 18:47
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 836
Hûd Sûresi Tefsiri 84-86. Âyetler
31.10.2015 7374 Okunma
1 Yorum 31.10.2015 19:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 900
İsra Suresi Tefsiri 23-27. Ayetler
4.02.2017 7349 Okunma
1 Yorum 05.02.2017 09:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 835
Hûd Sûresi Tefsiri 79-83. Âyetler
24.10.2015 7344 Okunma
1 Yorum 25.10.2015 13:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 844
Hûd Sûresi Tefsiri 120-123. Âyetler
26.12.2015 7265 Okunma
2 Yorum 27.12.2015 13:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 832
Hûd Sûresi Tefsiri 64-68. Âyetler
3.10.2015 7224 Okunma
1 Yorum 03.10.2015 21:47
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 856
Hicr Sûresi Tefsiri 1-8. Âyetler
19.03.2016 7188 Okunma
1 Yorum 20.03.2016 10:41
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 815
Hûd Sûresi Tefsiri 4-6. Ayetler
23.05.2015 7180 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 888
Nahl Suresi Tefsiri 93-97. Ayetler
12.11.2016 7150 Okunma
1 Yorum 20.11.2016 09:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 824
Hûd Sûresi Tefsiri 37-40. Âyetler
1.08.2015 7070 Okunma
1 Yorum 11.08.2015 17:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 819
Hûd Sûresi Tefsiri 17-22. Ayetler
20.06.2015 7025 Okunma
1 Yorum 25.06.2015 04:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 817
Hûd Sûresi Tefsiri 9-12. Âyetler
6.06.2015 7021 Okunma
3 Yorum 25.06.2015 04:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 827
Hûd Sûresi Tefsiri 48-49. Âyetler
22.08.2015 7021 Okunma
1 Yorum 25.08.2015 20:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 833
Hûd Sûresi Tefsiri 69-73. Âyetler
10.10.2015 6971 Okunma
1 Yorum 10.10.2015 23:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 843
Hûd Sûresi Tefsiri 117-119. Âyetler
19.12.2015 6908 Okunma
1 Yorum 20.12.2015 06:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 846
İbrahim Sûresi Tefsiri 5-8. Âyetler
9.01.2016 6720 Okunma
1 Yorum 17.01.2016 08:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 823
Hûd Sûresi Tefsiri 32-36. âyetler
25.07.2015 6632 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 828
Hûd Sûresi Tefsiri 50-52. Âyetler
29.08.2015 6621 Okunma
1 Yorum 05.09.2015 13:29
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 800
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 62-66.AYETLER
7.02.2015 6500 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 816
Hûd Sûresi Tefsiri 7-9. Ayetler
30.05.2015 6482 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 830
Hûd Sûresi Tefsiri 58-60. Âyetler
12.09.2015 6475 Okunma
1 Yorum 18.09.2015 07:28
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 831
Hûd Sûresi Tefsiri 61-63. Âyetler
19.09.2015 6369 Okunma
1 Yorum 20.09.2015 18:10
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 839
Hûd Sûresi Tefsiri 96-101. Âyetler
21.11.2015 6339 Okunma
1 Yorum 22.11.2015 09:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 840
Hûd Sûresi Tefsiri 102-108. Âyetler
28.11.2015 6304 Okunma
1 Yorum 30.11.2015 09:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 826
Hûd Sûresi Tefsiri 45-47. Âyetler
16.08.2015 6248 Okunma
1 Yorum 16.08.2015 19:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 829
Hûd Sûresi Tefsiri 53-57. Âyetler
5.09.2015 6186 Okunma
1 Yorum 05.09.2015 20:25