HÛD SÛRESİ - 17. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَلَمَّا جَاءَ أَمْرُنَا نَجَّيْنَا هُودًا وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَنَجَّيْنَاهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَلِيظٍ (58) وَتِلْكَ عَادٌ جَحَدُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ وَعَصَوْا رُسُلَهُ وَاتَّبَعُوا أَمْرَ كُلِّ جَبَّارٍ عَنِيدٍ (59) وَأُتْبِعُوا فِي هَذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ أَلَا إِنَّ عَادًا كَفَرُوا رَبَّهُمْ أَلَا بُعْدًا لِعَادٍ قَوْمِ هُودٍ (60)
***
وَلَمَّا جَاءَ أَمْرُنَا نَجَّيْنَا هُودًا وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَنَجَّيْنَاهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَلِيظٍ (58)
Va LamMAv CAvEa EMRuNAv NacCaYNAv HuDan Va elLaÜIyNa EaMaNUv MaGaHUv BiRaXMaTin MınNAv Va NacCaYNAvHuM MiN GaÜABın ĞaLIyJın
“Emrimiz ciet ettiğinde Hûd’u ve onunla iman etmiş olanları bizden rahmet olmak üzere tenciye ettik ve onları galiz bir azaptan tenciye ettik.”
Hazreti Nuh Peygamberin kıssasında “Hattâ İzâ Câe Emruna” denmiş;
Burada “Ve Lemmâ Câe” denmiştir.
Aralarında ne fark vardır?
Hazreti Nuh Peygamber düzenin bulunmadığı toplulukta yeni düzen oluşturmaktadır, içinde yaşadığı topluluğu devlet aşaması öncesinden devlet aşamasına getirmektedir.
Hazreti Hûd Peygamber ise bozulmuş düzeni düzeltmek istemektedir.
Hazreti Nuh Peygamber yeni düzeni öğretmek ve onlara inandırmak durumundadır.
Oysa Hazreti Hûd Peygamber bildikleri düzeni düzelttirmektedir.
Hazreti Nuh Peygamber döneminde İslâm düzeninin ortaya konması ve geminin yapılması söz konusudur. Hazreti Nuh ve kavminin dışında olayların oluşması gerekmektedir.
Hazreti Hûd döneminde ise sadece Hazreti Hûd ve kavmine bağlı bir sorun vardır.
“Hattâ İzâ Câe”de şartların oluşması, “Lemmâ Câe”de tebliğ/tebellüğün oluşmasıdır.
Bugünkü dünyada Hazreti Nuh Peygamber döneminin durumu vardır. İnsanlık “Adil Düzen”i bilmiyor. İnsanlığın onu öğrenebilmesi için zamana ihtiyaç vardır.
Yüz lojmanlı apartmanların yapılması gerekmektedir.
Şimdiye kadar Adil Düzen Çalışanları tebliğ işini çözdüler; şimdi de gemi yapmaya, lojmanları yapmaya emrolundular; onu yapmaktayız.
Nasıl emrolunuruz sorusunun cevabını tekrar hatırlatalım.
Kur’an okursunuz. Kur’an’da olaylar anlatılır. Olayları günümüze getirirsiniz ve şimdi bu durum var dersiniz. Sonra Kur’an’ın kıssadan gösterdiği yoldan çözmeye başlarsınız. Kur’an’ın genel kurallarına uyarsınız. Buna “içtihat” denmektedir. Bu şahsınızın içtihadı olur. Sonra arkadaşlarınıza anlatırsınız. Onlar da aynı yoldan yürüyerek sorunları bulmaya ve çözmeye çalışırlar. Siz onlara sadece konuyu teklif edersiniz. Onlardan konuyu kabul edenler onun üzerinde çalışırlar. Aynı sonuca varanlar birleşir ve ortak iş yaparlar. İşte Allah’ın bugün görev vermesi böyledir.
1960’lı yıllarının başında İzmir Halil Rifat Paşa’da faaliyet gösteren Remzi Güres (Remzi Güres, Dursun Aksoy, Mehmet Gemalmaz ve Ahmet Remzi Hatip) ekibine katıldım, kooperatif kurmayı önerdim, sıcak bakmadılar. İhsan Emci, Osman Eskicioğlu ve Prof. Dr. Ahmet Tahir Satoğlu teklifimin üzerinde durdular, kabul ettiler ve kooperatifi kurduk.
Ömer Faruk Yeğin, Prof. Saffet Solak, Nazif Satoğlu, Mehmet Gemalmaz, Yusuf Arslan, Eşref Akhan, Ahmet Bülbül, Hasan Afacan kuruluş çalışmalarımıza katıldılar.
Uşşakiler, Nur Risalelerini okuyanlar, Süleyman Tunahan Cemaati mensupları katıldılar. Necmettin Erbakan’a parti kurmalarını önerdik. M. Gündüz Sevilgen katıldı. Ekrem Pakdemirli kooperatifin yöneticilerinden oldu.
İşte, Allah’ın görev vermesi böyledir. İçimize doğuyor ve siz Allah rızası için onu yapıyorsanız, Allah size o görevi veriyor demektir. İzmir’de de çalışmalarımıza öğrenci iken katılan Reşat Nuri Erol, İstanbul’da faaliyet göstermemizi teklif etti ve İstanbul çalışmalarımız böyle başladı. Süleyman Akdemir’in İstanbul milletvekili adaylığı vesilesiyle Gürsoy Erol ve Hasan Hacıbektaşoğlu katıldılar. Dr. Lütfi Hocaoğlu ve Ecz. Tayibet Erzen de İstanbul çalışmalarımıza katıldılar. İzmir Akevler’de çalışan Hasan Özket’in İstanbul’daki öğrencileri Medhal’i kurdular; Bünyamin Demir, Veysel İpek ve Sedat Aksakal evlerini bir araya getirdiler, Araştırma Kooperatifi’ni kurdular. Ayrıca siyasilerden Arınç, Atalay, Gül, Erdoğan, Gönül, Çiçek, Aksu, Şahin de Adil Düzen çalışmalarında Akevler içinde yer aldılar.
Birinci Akevler uygulaması böylece tamamlandı.
Şimdi ikinci Akevler uygulamasına başlamış bulunuyoruz.
İzmir Akevler, İstanbul Akevler ve Medhal grupları Ahşap Evler ve Yüz Lojmanlı İşyeri Apartman projeleri üzerinde çalışmaktadırlar.
İkinci Akevler uygulaması emrini böylece almış bulunuyoruz.
فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا صَرْصَرًا فِي أَيَّامٍ نَحِسَاتٍ لِنُذِيقَهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَلَعَذَابُ الْآخِرَةِ أَخْزَى وَهُمْ لَا يُنْصَرُونَ (16)
“Emrimiz gelince biz onların üzerine nahısat eyyamda, dünya hayatında hızyın azabını tatsınlar diye, sarsar rihi irsal ettik.”
فَإِنْ أَعْرَضُوا فَقُلْ أَنْذَرْتُكُمْ صَاعِقَةً مِثْلَ صَاعِقَةِ عَادٍ وَثَمُودَ (13)
“İraz ederlerse, Ad ve Semud’un saikasının misli olan saika ile sizi inzar ettim, de”
Fussilet Sûresi’ndeki bu âyette kâinatın yaratılışı anlatıldıktan sonra, gelmekte ve bize hitap etmektedir. Çağımızda tabii ilimler gelişmiş ve insanlar artık kâinatı kavramışlardır; 13,7 milyar yıl önce nasıl yaratıldığını, nasıl genişlediğini ve atomların hücrelerinin yapılarını bilmektedirler. İnsanlara diyor ki; sizin kâinatı bilmeniz gibi insanlığı da bilmeniz gerekir. Sen bunu onlara söyle; böylece uyarıcı Kur’an’la ilgilenen Adil Kur’an Düzeni Çalışanına söylemektedir. Söyle ve de ki; o halde ben de sizi Semud ve Âd kavminin saıkası gibi saıka ile inzâr ediyorum. Âd ve Semud kavminin nasıl helâk olduklarını kazılarla öğrenmemiz mümkündür. Helâk harabeleri içerir, harabelerde bırakılan atom parçalanması etkileri ve karbon 14 incelemeleri bize o helâki aydınlatacak şekildedir. Demek ki günümüzü de benzer bir azap beklemektedir. Tsunami bunun bir örneğidir.
Yüz villalı sökülebilir ağaçtan yüz lojmanlı dinlenme evleri, yüz lojmanlı apartmanlar insanları o sarsar rîhten koruyacaktır, inşaatımızı ona göre yapmalıyız.
Hazreti Hûd ve onunla beraber iman edenler necata erdirilmiştir. “Necat” kelimesi “loca” kelimesi ile akrabadır, “LCE” kelimesinden gelmektedir. Sığınılacak yer anlamındadır. Ayrıca “rica” kelimesi de benzer kelimedir.
“Bizden rahmet olmak üzere” denmesiyle onlar için Allah özel durum var edecektir. O’nun emirlerini yerine getirdikleri için, O’nun öğretisi ile lojmanlı apartmanlar kurdukları için, dinlenme evleri yaptıkları için onlar kurtulacaklardır.
Burada sadece evler yapmak önemli değildir. O hallerde Allah’ın nurunu uygulamaları gerekmektedir. Yani “Adil Düzen”e, Kur’an düzenine girmeleri gerekmektedir.
Kur’an düzeni nedir?
1- Dârı tebevvü eden Ensar gibi dinlenme evleri ve lojmanlı apartmanları yapmadır.
2- Sonra hicret edip o eman dârında yerleşmedir.
3- Orada günde beş defa toplanarak Allah’ın kitabını öğrenmeye çalışmadır.
4- Oradaki işyerlerinde zekâtı (genel hizmet payını) vermek için “Adil Kur’an Düzen”ine göre oluşmuş işletmelerde çalışmadır, üretim yapmadır.
5- Her yıl bir ay oruç tutarak irade eğitimi yapıp haramlardan ve sigaradan uzak durmaktır.
6- Ülkelerarası hac yollarını inşa ederek her yıl Mekke panayırına katılıp tüm insanların uygarlık yolunda yekvücut olmalarını sağlamaktır.
Bunları kurmak isteyenler kurtulacaklardır.
Bugün mümin olmak için şunlara inanmak gerekmektedir.
1- Kur’an Allah’ın sözüdür, sözleri ile manası ile bize ulaşmıştır.
2- Kur’an canlı kitaptır, bize bugün nâzil olmuştur, onu bugün yorumlayıp günümüzün/çağımızın sorunlarını çözmeliyiz.
3- Kur’an’dan başka çözüm yoktur.
وَاتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنْ كِتَابِ رَبِّكَ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِهِ وَلَنْ تَجِدَ مِنْ دُونِهِ مُلْتَحَدًا Kehf)27)
“Rabbinin kitabından ne anlıyorsan ona uy (kendi içtihadınla hareket et). Onun yaptığı düzeni değiştirecek yoktur. Ondan başka bir çözüm de bulamazsın.”
Bu âyete inanmayan mümin olamaz.
4- Her mümin peygamberin halifesidir. Kur’an’ı öğrenip uygulamakla mükellef olduğu gibi onu dünyaya duyurmak ve o hususta söylenenleri dinlemek zorundadır.
“Onunla beraber iman edenler” demek, kişilerin kabileler hâlinde oluşup her kabilenin başkanı olacaktır demektir. Onlar onunla beraber yaşayacaklardır.
Beraber olmak bir arada olmak demektir. Ölü insanlarla beraber olunamadığı gibi uzak kimselerle de beraber olunamaz. Bu da ancak Cuma namazını bir imamın arkasında beraber kılan topluluk ile mümkündür.
Bu durumda Allah bize ne emretmektedir?
Semt kooperatiflerini kurmalıyız. İnsanları bu kooperatiflere katılmaya çağırmalıyız. Malen katılanlar ortak olacaklardır. Bedenen katılanlar hicret edecekler ve karın tokluğuna çalışacaklardır. Birinciler müslim, ikinciler mümindirler. Bunlar dinlenme evleri ve lojmanlı işyeri apartmanlarını inşa edeceklerdir.
Sonra müslim ve müminler bu apartmanlara hicret edecekler, bu dinlenme semtlerinde yerleri olacak, işte bunlar necata ermiş kimseler olacaklardır. Ondan sonra üçüncü binyıl uygarlığı başlayacaktır. Bunları biz değil Allah yapacaktır.
Şimdi biz Kur’an’ı böyle yorumluyor ve böyle anlıyoruz. Zaruret fetvaları vermiyoruz. Kur’an’a inanma demek, Kur’an’ın insanlığı necata erdireceğine inanma demektir. Bu işin nasıl çözüleceğini biz ortaya koyuyoruz ve yola koyuluyoruz. Nur cemaati, Süleyman Tunahan cemaati, Millî Görüşçüler, Ak Parti de deniyor. Hayırda yarıştır. Bakalım kim başarılı olup da öne geçecektir.
Yeniden “necceynâ” dediğine göre bu başka necattır; âhiret necatıdır. Bu dünya âhiret içindir. Asıl necat oradadır.
Kur’an’ı anlamaya çalışırken her iki hayatı daima ve beraber düşüneceksiniz.
Yalnız âhiretle ilgili manalar üzerinde durmak ne kadar yanlışsa, yalnız dünya hayatı üzerinde durmak da o kadar yanlıştır.
Âhirette necata ermek için dünya sorunlarımızı çözmeliyiz. Âhiret hayatında necat dünyada necat ile olur. “Ve” harfi ile atfedilmesi iki necatın farklılığını ifade eder.
وَلَمَّا جَاءَ أَمْرُنَا
Va LamMAv CAvEa EMRuNAv
“Ve emrimiz geldiğinde…”
Hazreti Nuh peygamberin kıssasında “Hattâ İzâ Câe Emrunâ” gelmiştir.
Burada ise “Ve Lemmâ Câe Emrunâ” gelmiştir.
Çünkü Hz. Nuh Peygamber yeni uygarlık kuruyordu, halkın onu öğrenmesi gerekiyordu. Hz. Hûd Peygamber ise mevcut uygarlığı ıslah ediyordu yahut ihya ediyordu.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yapısını iyileştirme başkadır, onun yerine yeni cumhuriyeti kurma başkadır. Biri mevcut olanları korumak, diğeri mevcut olanları ortadan kaldırmaktır. Osmanlılar hep mevcut düzeni yaşatmak istemekte idiler ve ona göre ıslahat yapıyorlardı. Cumhuriyet düzenini kuranlar ise Osmanlı düzenini kaldırıp yerine Avrupa düzenini getirmek istemişlerdir. Ülke olarak düşünüldüğünde Cumhuriyet bir inkılâptır. İnsanlık olarak düşünüldüğünde Cumhuriyet bir ıslahattır.
Hazreti Nuh inkılâp yapmıştı.
Hazreti Hûd, Salih, Lut, Şuayb hep ıslahatla uğraştılar.
Hazreti İbrahim, Musa, İsa ve Kur’an inkılâplar yapmışlardır.
Bunun için burada “Lemmâ” gelmiştir.
Burada “Ve” ile atfetmiştir. Hazreti Hûd Peygamber uyarma yapmış, onlar ise onu dinlememişler, kendi şirklerinde direnmişlerdi. Kur’an burada o kısmı anlatmıyor. Onu hazf ediyor ve bu “vav” harfi o mahzuf cümlelere atfetmektedir. Onlar direnip söylenenleri kabul etmediler, emrimiz ciet etti ve onları helâk ettik ama Hazreti Hûd’u ve onunla beraber olanları kurtardık anlamındadır.
نَجَّيْنَا هُودً
NacCaYNAv HuDan
“Hûd’u tenciye ettik”
Burada “Hûd’u tenciye ettik” denmektedir. Başka âyette ise “onu inca ettik” denmektedir. Diğer peygamberler için de benzer olarak zikredilir.
“Tenciye” dendiği zaman birçok saldırılara uğramış ve saldırılarda necata erdirilmiştir.
“İnca” dendiği zaman bir olaydaki necattan bahsetmektedir.
Burada Hazreti Hûd’a defalarca saldırıldığı ifade edilmektedir.
Bu sûrede Hazreti Nuh’un necatından bahsetmemektedir. Oysa bundan sonraki peygamberlerin tenciyesinden bahsedecektir. Hazreti Nuh’un yeni düzen getiren bir kimse olduğuna işaret etmektedir.
وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ
Va elLaÜIyNa EaMaNUv MaGaHUv
“Ve onunla beraber iman edenleri”
Onunla beraber olma demek onun zamanında ve onun topluluğunda olma demektir, muasır/çağdaş olma demektir.
Semt kooperatifleri kurulacak, sonunda semt sitelerinde birlikte olanlar kurtulmuş olacaklardır.
Burada bir hususa dikkat etmemiz gerekir. Bütün kavim helak olmayacak. Kavmin merkezinde olan kâfirler helak olacak ve kavmin merkezinde olan müminler kurtulacaklardır. Taşrada olanlar hakkında bilgi verilmemektedir. İktidarların ve devletlerin merkezlerinde değildirler. Umme’l-kura denmektedir. Kişi ve kentler merkezdedir. Semt yönetimleri diğer semtlerin yöneticisi değildirler. O halde bütün bu olaylar bir kabile, bir bucak içinde geçmektedir. Merkez bucakta meydana gelecek değişmeler söz konusudur.
Beraberce iman etme ifadesi bunu anlatmak içindir. Biz semtimizi ve bucağımızı kuracağız. Bizim semtimiz ve bucağımız kurtulacak, bize karşı çıkanlar helak olacaklardır. Cihadı Ankara’da değil Yalova’da vermek zorunda kalacağız. Şimdiden itiraz sesleri duyulmaktadır. Gürültü olurmuş, dolayısıyla imalat istemiyoruz diyorlar. Yarın biz oluşmaya başlayınca muhalefet de oluşacak ve siz onlarla cihat yapmak zorunda kalacaksınız. Belki de oradan bile hicret edeceksiniz.
Kur’an’dan önce de aynı zamanda değişik yerlerde değişik peygamberler gelmiştir. Kur’an’a göre kurulacak siteler de örnek birer yer olacaklardır. Ama dünyada değişik yerlerde kendileri Kur’an bucakları kuracak ve orada kendileri cihad vereceklerdir. Her bucak ayrı bir düzene sahip olacaktır. Herkes kendi bucağının düzenini kendisi kuracaktır. Dünya bir milyon bucaktan oluşacak, her bucak kendi şeriatını kendisi oluşturacak. Her bucak kendi düzeni içinde bağımsız yaşayacak ve insanlık içinde hayırda yarışacak. Bunlar Kur’an ehli olacağı gibi; Tevrat ve diğer kitap ehli de olabilirler; sosyalist, kapitalist ve komünist de olabilirler.
Bunlar birleşerek illeri, iller birleşerek ülkeleri ve ülkeler birleşerek insanlığı oluşturacaklardır. Merkezler hâkim değil hâdim olacaklardır.
Bütün bunları “Mea” kelimesi ifade etmektedir.
“Cae Zeydun ve Amrun” dersen bunların beraber olduklarını ifade etmemiş olursun.
“Cae Amrun mea Zeydin” dersen, onların birlikte geldiğini ifade etmiş olursun.
بِرَحْمَةٍ مِنَّا
BiRaXMaTin MınNAv
“Bizden rahmet olmak üzere”
Burada şunu beyan etmektedir. Bu olayların hiçbirisini Hazreti Hûd yapmadı. Biz Hazreti Hûd’a imkânlar hazırladık, biz yaptık, onun sonucu elde edilmiştir. Yoksa Hazreti Hûd kendisi yapmamıştır.
Şunu bilmeliyiz ki ne Millî Görüş, ne cemaatler, ne de Akevler birilerinin iradesi ile oluşmuş değildir. Allah herkese bir görev vermiş, o görevler sonucunda buraya kadar gelinmiştir, Allah’tan rahmet ile bunlar yapılmıştır.
İstiklâl Savaşı’mız da böyledir. İstiklâl Savaşı’nı Mustafa Kemal’in kazandığını iddia etmek şirktir. Kurtuluş’ta Allah ona da bir görev vermiş, o da görevini başarı ile sona erdirmiştir. Görevlendiren O’dur, görevi yerine getirten de O’dur. Mustafa Kemal bir araçtır, diğer araçlardan biridir. Hepimiz öyleyiz. Peygamberler de öyledir. Erbakan da öyledir.
وَنَجَّيْنَاهُمْ
Va NaCaYNAvHuM
“Ve onları necata erdirdik”
Buradaki “necceynâ” birinci “necceynâ”ya atıftır. Necata erenler ise aynı kimselerdir. Zamir, işaret ettiği şeye aynıyla delalet eder. Buradaki “onlar” onunla beraber olanlardır. Bunların içine Hazreti Hûd da dâhildir. Firavunun boğulmasında böyle bir ifade yoktur. Firavun ve âli denip sonra onları boğduk olsaydı Firavun da boğulmuş olurdu. Burada demek ki Hazreti Hûd da necata erdirilmiştir.
مِنْ عَذَابٍ غَلِيظٍ (58)
MiN GaÜABın ĞaLIyJın
“Galiz bir azaptan...”
“Galiz” kalın demektir. “Rakik” ince demektir. İnce levhaları bükebilirsiniz ama kalın levhalar bükülmez. “Galiz” aynı zamanda bükülmez eğilmez demektir.
Âhiret azabından bahsederken galiz azaptan bahsedilmektedir, dinmeyen azap demektir. Yaranız olur. Önce acır, sonra alışırsınız, acınız geçer.
Cehenneme girildikten sonra oradaki azaba da alışılacak ve artık acısını hissetmeyecek midirler? Kur’an bunun böyle olmadığını ifade etmektedir. Sürekli olan, azalmayan, alışılmayan azaptan bahsedilmektedir. Hepsi âhiret azabı olarak zikredilmektedir.
Bir de misak-ı galiz vardır. Bu da ebediyete kadar etkisi sürecek misaktır. Anayasanın değişmez maddeleridir. Kur’an misak-ı galizdir.
Âhiret azabının sürekli olduğu ifade edilmiştir. Acı bedende duyulur. Ancak gerçekte acı beyinde vardır. Kişinin ayağını keserler ama onun parmağı ağrımaya devam eder. Acı beyinde de değildir. Beynin elektrikî devrelerden kimini acı olarak algılamasıdır. Bu durumda cehennem azabına nasıl dayanılacak diye bir soru elbette sorulmaz. Duyulan azap bedendeki bir aksaklıktan değil, ruhtaki sıkıntıdan ileri gelir.
Ruh acaba beyin olmaksızın azabı duyar mı? Öldüğü zamanki beyne takılan ruh o hali devamlı yaşayabilir. Ruhun beyinle ilgisi zamanla değişmekte midir yoksa doğrudan ilişki midir?
Bunu şöyle anlatabilirim. Bir bakır sarılı bobin alın, cep lambasını bağlayın. Bobinin yanında mıknatıs dursa lamba yanmaz ama bobini uzaklaştırsanız veya yaklaştırsanız lamba yanar. O halde ruhun beyinde olanlarla ilişkisi duran beyinle mi, devre yapan beyinle mi? Ruhumuz bunu nasıl idrak etmektedir?
Ruh sanal âlemdedir. Elektromanyetik dalga reel âlemdedir. Elektromanyetik dalganın sanal âlemde de bileşeni vardır. Ruh o bileşeni algılamaktadır. Beyin öldüğü zaman beyindeki dalga durduğu için ruhun onu algılamaması gerekmektedir.
Cehennemde ise aynı elektromanyetik vardır. Molekül yapısı ile değil de atom yapısı ile vardır ve orada elektromanyetik dalga atom düzenindedir. Ruh onun sanal bileşimini algılamaktadır. Bu izahlarımızla kabir azabının olmaması gerekir.
وَتِلْكَ عَادٌ جَحَدُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ وَعَصَوْا رُسُلَهُ وَاتَّبَعُوا أَمْرَ كُلِّ جَبَّارٍ عَنِيدٍ (59)
Va TilKa GAvDun CaXaDUv BiEAvYAvTı RabBıHıM Va GaÖaV RuSuLaHuv Va itTaBaGUv EMRa KulLi CabBAvRın GaNIyDın
“Ve bu Âd Rablerinin âyetlerini cahd ettiler ve resulüne isyan ettiler ve her anid cebbarın emrine tabi oldular.”
Hûd kavminin Hazreti Hûd gelmeden önce kötü durumları vardır. Hazreti Hûd onların bu kötü hallerini terk etmelerini istemiş ve yeni düzene çağırmıştır. Yeni düzen mevcut olmadığı için önce yeni düzeni fikren kabul etmelerini istemiştir. Yani onlardan şunu istemişti; mevcut düzen kötüdür demiş, onlara yeni düzen aramaları için kendisiyle beraber olmalarını istemişti.
Adam Smith çıkıyor, hak düzen budur, bana gelin diyor.
Karl Marks çıkıyor, hak düzen budur, bana uyun diyor.
Keynes çıkıyor, hak düzen budur, bana uyun diyor.
Mezhepler kuruyorlar, her biri kendi düzenini silahla dayatıyor.
Öyleyse bizim onlardan ne farkımız var?
Biz de çıkıp hak düzen “Adil Düzen”dir diyoruz. Silahımız olmadığı için dayatamıyoruz, yarın olursa biz de onlardan biri olacağız demektir.
Bu yol peygamberlerin yolu değildir, bu yol cebbarların yoludur.
Bu konuyu biz daha Adil Düzencilere bile zor anlatıyoruz. Biz demiyoruz ki “Adil Düzen” budur, gelin siz de bu bizim anladığımız “Adil Düzen”i benimseyin. Biz bunu demiyoruz. Gelin diyoruz, hak düzeni arayalım, gelin diyoruz, “Adil Düzen”i arayalım, gelin İslâm düzenini arayalım, gelin eman düzenini arayalım. Herkes bulduğu düzene kendisi uysun ama birlikte barış içinde olalım diyoruz.
Evet, bizim devletimiz olsun ama bizim bucağın iç işlerine karışılmasın, nasıl yaşayacağına o karar versin. Biz kendi bucağımızda kendimiz karar verelim ve biz yaşayalım. Düzenimizi bozacak fertleri fesattan uzak tutacak bir gücümüz olsun, bir merkez bucağımız olsun, onları silahlandıralım, bizi muzır kişilerden korusun. Devletimiz olsun, bizi muzır topluluklardan da o korusun, güven için özgürlük için devletimiz olsun.
Bu devlette nöbetlerle görev yapalım, bu devlette vergi yoluyla ortak harcamalarımızı yapalım. Her bucak kendi düzenini kendisi kursun ve yaşasın.
Hicret serbest olsun, halk hangi bucağı isterse oraya gitsin ve orada yaşasın.
İşte, Hazreti Hûd kavmi kendi tanrılarını tanrı kabul etmekle kalmadı, ayrıca barış düzeni içinde hakemlerin kararı ile yaşamayı da reddetti.
Bundan önce Nuh kavmi için de resullere karşı çıktıklarını ifade etmişti.
O halde bir merkez bucak vardır. O bucağın başkanı vardır. O bucağın başkanı merkez bucakta oturarak halkın sorunlarını çözer. O başkan taşra bucaklara karışmaz.
Ayrıca taşra bucaklar vardır. Taşra bucakların da kendi başkanları vardır. Kendi bucaklarının sorunları o başkan tarafından çözülür. Her bucağın merkez bucak başkanı dışında başkanı vardır.
İşte, Hazreti Hûd merkez bucağının münziri idi.
Ayrıca taşra bucaklar merkez bucağa bakıp hareket ederler.
Kavim kelimesinin iki manası vardır. Merkez bucağı olsun taşra bucağı olsun her bucağın halkına dar manada kavim denmektedir. Kabile yalnız taşra bucağın halkına denir. Merkez bucağın çevresinde bulunan tüm halkın halklarına da kavim denir. Bir kavmin merkez bucağının başkanı vardır. O bir tanedir. Bütün taşra bucaklarının da başkanıdır. Bir de bir kavmin içindeki bucakların hepsinin ayrı ayrı başkanları vardır. Onlar çoktur, resullerdir.
Burada çok önemli bir sonuca varmış oluyoruz. Barışı ve güvenliği sağlayan aynı dili konuşan bir ulustur. Orada askeri teşkilat vardır, askeri düzen vardır. Buna karşılık her devletin içinde taşra bucaklar vardır. O bucaklar kendi bucaklarını, kendi şeriatlarını kendileri kurarlar, kendi biat ettikleri başkanları vardır. Her bucak halkı beraber olduğu başkana tabidir.
“Ve” harfi ile atfedilmesi, “Tilke” kelimesini getirmesi ve “Resuller” kelimesini kullanması bunu ifade etmektedir. Burada öğrendiğimiz temel mana şudur. Demek ki şeriat düzeninin içtihat ve icmaları taşra bucaklarında olacaktır. Merkez bucağının içtihat ve icmaları ise yalnız merkez için geçerlidir.
Cihad etmek fiilen hakkın cephesine geçerek bâtıla karşı çaba göstermek anlamındadır. Bu fikren olduğu gibi fiilen de olabilir. Buna karşılık noktasız “ha” ile “cahd etmek” hakkı sözlerle çürütmek, gerçeklere karşı direnmektir.
Hûd kavminin merkez kabilesinde (bucağında) Hazreti Hûd ile onun bucak halkı arasında çatışma devam ederken ve Hazreti Hûd Peygambere karşı çıkışırken, Mezopotamya’daki diğer kentlere ulaşan şeriat düzeni oraların halkı tarafından reddediliyor, Allah’ın âyetlerini cahd ediyor ve resullere isyan ediliyordu.
Toplulukta düzen iki şekilde oluşmaktadır.
Biri ortaya kurallar konması anlamındadır, bunlar sözleşmelerdir, yasalardır, şeriattır.
Rablerinin âyetlerini cahd ettikleri denmektedir. “Rab” toplulukta eğitim müesseseleridir. Bunlar dayanışma ortaklıklarının sorumlularıdır. Halk ilmî, ahlâkî, meslekî ve siyasî dayanışma ortaklıkları sorumlularında organize olur ve bunlar halkı eğitirler. Bunlar arasında eğitim birliği sağlanır. Başkanın başkanlığında oluşan icmalar bütün kabile halkı tarafından bilinir ve uyulur. Kur’an bunu “rab” olarak ifade eder.
Halk rablerinin icma ile tespit ettiği hususlara uymaz olmuştur.
Bugünkü durumda ise halk mevcut mevzuata uymamağa başlamıştır. Bugün böyle değil midir? Kimse hukuka uymamaktadır. Kanunlar orada dururken, kapıcıdan cumhurbaşkanına kadar kimse kanunlara ve kurallara uymamaktadır.
Hûd kavmi de böyle yapmıştı.
Kanunlar bozuk olabilir, kötü olabilir, hakemlere gidilip iptal ettirilir. Yahut kanun koyucular kanunları değiştirebilir. Halkın yapacağı iş kanunlar kötü de olsa onlara uymaktır, yoksa orasını terk edip gitmedir yahut o kanunları değiştirmek için çaba göstermektir.
Biz Akevler olarak kanunlara elimizden geldiği kadar uyduk. Ama bu kanunların değişmesi için partiler kurduk. O partileri iktidar ettik. Kimini anayasa ekseriyetine bile ulaştırdık ama bunlar şeriata ihanet ettiler. İktidara gelince verdikleri sözler akıllarına bile gelmedi! Sonra sermayenin talimatına uyarak üç dönem kuralını işlettiler. Önce A. Davutoğlu’na teslim ettiler. Şimdi de K. Derviş’e teslim ediyorlar. Bununla beraber iktidarda olan bir hükümete, hele cumhurbaşkanına isyan cahddır. Dolayısıyla biz Türkiye’de bulunduğumuzda yeni düzen getirmek için çalışırız ama düzeni bozmaya girişmeyiz.
Topluluğun dayandığı ikinci dayanak teşkilat görevlileridir; bunlar askerdir, polistir, hükümettir, başkandır. Onlara itaat etmek şarttır, yoksa o topluluk helak olur. Bu itaat de beraber bulunanların yani bucak halkının başkanlarınadır. Merkez bucakları taşra halkının temsilcilerinden oluşur. Ama merkez halkı merkez bucağının başkanına itaat eder. Halk merkez bucağının başkanına itaat etmez. Bugün de uygulama budur. Halkı yakalayıp hapishaneye atan jandarma ve polis teşkilatıdır. O da mülki amirlerdir. Valiler ve onların temsilcileri kaymakamlardır.
Bunlar resullere isyan ettiler ve cebbarı anide tabi oldular.
Şimdi, bakınız, resullere isyanda cebbarın anide itaat edildiğini söylemektedir. Bu ifade bizim yorumlarımızı teyit etmektedir. Resullerden maksat yerel yönetimlerdir. Cebbarın anid olanlar ise yerel yönetimlere değil de eşkıyaya tabi olmuşlardır.
Şimdi Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da durum böyledir. Polis ve jandarma yerine onlara saldıran PKK eşkıyasına korkularından tâbi olmuşlardır. Batı’da da yönetim yetkililerine tabi olma yerine basına tabi olanların dediklerini yapmadır.
“Cebretmek” zorlamak demektir.
“Anid” yulara gelmeyen devedir.
Fikirlere karşı yanlış üzerine direnen kişiye “anud” denir; bile bile aksini iddia eden kimse demektir. “Küfür” daha çok fikirde direnen, “inad” ise daha çok fiilde direnen kişidir. Bu anlamdan “inde” insanın iç düşünce yapısı anlamına gelir.
Kurallara uyacağına kişiye itaat etmedir. Resulün karşılığıdır. Şöyle ki, resul de halkı yönetmekte, zorbalar da yönetmektedir. Resuller meclislerin yaptığı kanunları uygularlar, kendileri kanun koymazlar. Vekâleten hareket ettikleri için kendi görüşlerine göre değil, müvekkillerin görüşlerine göre hareket ederler. Halkı kendilerine uydurmazlar, kendileri halka uyup onların istediklerini yaparlar. Cebbar olanlar aniddirler. Kurallara göre değil de kendi indlerinde bulunanlara göre yönetirler. Kendileri kurallar koyar ve onları dayatırlar.
Resuller bu sebeple halk kabul etmedikçe asla onlara emretmez, bir şey dayatmazlar. Mekke’de silah kullanmak men edilmişti. Medine’de de halkı zorla değil kendi istekleri ile birleştirme sağlanmıştır. Medine Anlaşması başlangıçta daha Mekke’de yapılan anlaşmaya göre yazılmıştır. Diğer kabilelerin de katılabilecekleri hususunda anlaşma yapılmıştır.
Şimdi Medhal Grubu ile Akevler Hizmet ve Dayanışma Kooperatifleri hicret anlaşmasını yapıyorlar. Başarırlarsa Medhal’dekilerin bulunduğu binaya taşınacaklardır. Böylece bir “Medhal Sözleşmesi” yapılmış olacaktır.
وَتِلْكَ عَادٌ
Va TilKa GAvDun
“Ve bunlar Âd’dır”
“Âd” kelimesi “Tilke”nin işaret ettiği kelime olabilir. Bu Âd anlamına gelir, müennes olması Âd kelimesinin topluluğa isim olmasıdır. Müzekker müfret, müzekker cem, müennes müfret gelebilir. Müzekker müfret ise topluluğun kendisi tüzel kişiliği kast edilir. Kişiler ayrı ayrı kastedilmez. Müzekker cemde topluluk hâlindeki kavim kastedilir. Bu her zaman gelmez. Geldiği zaman kavmin bütününü alır. Müennes çoğul geldiği zaman kişiler ayrı ayrı kastedilir.
“Bu Âd” manası verildiği gibi bunlar Âd idi. Bu davet yap manasına işaret olabilir.
“Ve” ile atfedilerek anlatılan “Âd”ın merkez kabiledeki Hazreti Hûd ile beraber olan kavim değil, taşralardaki sitelerde oturan kavim kastedilmektedir. Bunlar da merkeze uyarak kendi düzenlerini kuramadılar.
Burada Akevler felsefesine işaret etmektedir. Akevler ne yaptı?
Merkeze isyan etmeden, mevcut kanunları çiğnemeden kendi düzenini oluşturmakta, kendi şeriatını meydana getirmekte ve kendi kooperatifinin yöneticilerine tabi olmaktadır.
Burada “etiû” denmeyip “tabi oldular” denmesi şunu ifade ediyor. Merkezin bir zorlaması olmadığı halde kendi kooperatiflerini kurup kendi düzenlerini kendileri oluşturmalıdırlar demektir. O halde semt kooperatifleri kurmayıp mevcut düzenin kanunları içinde bağımsız yaşamayanlar iman etmiş değiller.
Bunları buradaki “Ve” harfi ifade etmektedir.
جَحَدُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ
CaXaDUv BiEAvYATı RabBıHıM
“Rablerinin âyetlerini cahd ettiler”
Bugünkü halk ne yapıyor?
Her gün kendileri suç işliyor, onu hiç düşünmüyor, yapılanları partilere yüklüyor. Polis dayak atmış; sanki Erdoğan atmış gibi onu suçluyor. Oysa halk öğrendikleri gerçekleri uygulamalıdır. Okunan okullarda yüzde seksen doğrudur. Onları seçip ayıklamak elbette kişiye aittir. Okunanların doğru olanlarını alan kişilerin ona uymaları gerekir. O her türlü cahdı yapar, o suçlu değil de Çankaya’da / Beştepe’de oturan başkan suçludur!
Âyetler topluluğun ortaya koyduğunun yanlış olduğunu ortaya koyuyor ve bunlar kimsenin söyleyemeyeceği hükümlerdir. Onları uygulamamak cahddır.
“Tilke”ye göre burada “cahadet” olması gerekir ama “cahadû” gelmiştir.
Halk mevcut kanunlara uymayı topluca ve tüzel kişi olarak yaptı. Yani bir tarafta halk olarak topluluğa karşı çıkıyor, diğer taraftan topluluk olarak buna karşı çıkmayı yapmakta yani bir tür intihar yapmaktadır. Bu çelişkili duruma işaret etmek için “Tilke” işaretini getirmiştir. Bu kişiler toplu olarak topluluğu oluşturan âyetlere direnmektedirler.
وَعَصَوْا رُسُلَهُ
Va GaÖaV RuSuLaHuv
“Ve onun resullerine isyan ettiler”
“Asa” sopa demektir.
“İsyan etme” demek sopaları kaldırma demektir. Halkın birleşerek karşı çıkmalarıdır.
Buradaki “Hu” zamiri Rablerine gidebilir. Rablerinin elçisi anlamındadır. Bu takdirde başkanların meclis tarafından seçilmesi demektir. İlmî şuranın sıralama usulü ile ataması ve siyasi şura sorumlularına halkın biat etmesi yolu ile gerçekleştirmekteyiz.
“Hu” zamiri Hazreti Hûd’a da gitmiş olabilir. O zaman Hazreti Hûd her bucağa bir resul atamıştır.
Demek ki bizim kooperatifimizin her bucakta bir elçisi olacaktır yani bir temsilcimiz bulunacaktır. Onlar da oralarda benzer şekilde kooperatifleri kurup semtleri oluşturmaya çalışmalıdırlar. İnternet sitemizde bir sayfa açıp bizi temsil etmek isteyen kimselerin bize bildirmelerini talep etmeliyiz. İlgilenen ve gelenlere yetki vererek tüm Türkiye’de teşkilatlanmalıyız. Onlar oralarda tebliğ yapacaklardır.
وَاتَّبَعُوا
Va itTaBaGUv
“Ve tabi oldular”
Bizim gönderdiğimiz elçilerin silahları yoktur, kılıçları yoktur. Sadece fikirleri vardır, âyetleri vardır. Oysa cebbar ve anit olanların silahları vardır. Halkın onlara karşı direnip onları sindirmeleri gerekirken, halk da oranın zorbalarına boyun eğdi!
Demek ki halk silahlanacak, eğitilecek ve kendi savunmalarını kendileri yapacaklardır.
Merkezden gönderilen resuller cebbar ve anit olanlarla savaşmazlar.
أَمْرَ كُلِّ جَبَّارٍ
EMRa KulLi CabBAvRın
“Her cebbarın emrine”
Halk hukuk düzenine korkarak uymaz, isteyerek uyar. Bucak başkanlarının silah kullanarak zorlama yetkileri yoktur. Yakalama ve tutuklama yoktur. O sadece hakemlerin kararlarını ilan eder. Dayanışma sorumluları da infaz ederler.
Hakem kararlarına uymayan dinsizleşmiş, şirk içine girmiş, düzen dışına çıkmış olduğundan, onun katli caiz olur. Terk edip kaçarsa kaçar. Biz onu öldürene ödül verebiliriz.
İlçedeki jandarma teşkilatı bu sorunları çözer, bucak başkanları değil.
عَنِيدٍ (59)
GaNIyDın
“Anit/inatçı.”
“Anit” inatçı demektir.
Gerçekleri gördüğü halde bir türlü doğruya gelmeyen kimseye inatçı denmektedir.
İnatçı cebbar kendisi bir adım bile sana uymaz ama kendisini zorla uydurtmak ister.
İnsanlarda kural şu olmalıdır. Bir kimse size bir öneride bulunduğu zaman senin işin onun önerilerini reddetmek değil, kabul etmek olmalıdır. Yararlı olmasa da zararlı değilse, kabul etmen gerekmektedir.
Âyetlerin manasını verirken de inatçı olmayacaksın. Sen Kur’an’ı kendi anladığın gibi uygulayacaksın. Başkalarının da kendi anlayışları içinde uygulamaya hakları olduğu unutulmamalıdır. İnsan kendisini başkaları ile daima eşit kabul etmelidir.
Peygamberlere şahsiyetleri büyük olduğu için uymayız, peygamberlerin söyledikleri Allah’ın istedikleri olduğu için onlara uyarız.
وَأُتْبِعُوا فِي هَذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ أَلَا إِنَّ عَادًا كَفَرُوا رَبَّهُمْ أَلَا بُعْدًا لِعَادٍ قَوْمِ هُودٍ (60)
Va ÜTBiGUv FIy HaÜiHiy elDüNYAv LaGNaTun Va YaVMa eLQıYAvMaTi EaLAv EinNa GavDan KaFaRUv RabBaHuM EaLAv BuGDan LiGAvDin QaVMi HUvDin
“Bu dünyada ve kıyamet yevminde lanete tabi tutuldular. Âd rablerine küfür etmedi mi, Hûd’un Kavmi Âd için bu'd olmadı mı?”
Nuh Kavmi gark oldu.
Hûd Kavmi ne oldu? Nahıs yevmdeki sarsar rüzgârla helak oldu. Ancak Hazreti Hûd ile beraber olanlar kurtuldu.
“Lânet” demek dışlanmak demektir, topluluğun dışına atılmak demektir. İnsan kendi başına yaşayamayacağı için bu şekilde en büyük ceza verilmiş olmaktadır.
Dünyada rıh-ı sarsara lânet olarak mı uğradılar. “Luinû” deneceği yerde “ütbiû la’neten” denmektedir. Bir lanetle lanetlenmektedirler. Yani Hûd Kavmi ilâhi afetle bu dünyadan da Hazreti Hûd ve onunla beraber olanlardan ayrıldılar, âhirette de ayrılmış durumdalar. İlk ayrılık birden olmuştur. Şehitler de ayrılmıştır. Şehitlerle âhirette buluşacağız. Onlarla buluşma ise artık olmayacaktır.
“Lanet olundular” yerine “lanete tabi tutuldular” denmesinden anlıyoruz ki bu lanet kurala tabi lanettir. Yani böyle yapanların hali listeye alınır, o şartlar gerçekleşirse lanete tabi tutulurlar. Baştan onların laneti kararlaştırılmamıştır. Davranışları ve hareketleri sebebiyle lanet olundular.
Bugün yeryüzündeki tüm insanlar Hazreti Hûd zamanındaki kavim misali lanetlenmeye doğru gidiyorlar. Lanetlenmiş veya lanete mahkûm edilmiş değildirler. Lanete tabi tutulmuşlardır. Bu durumlarını korurlarsa lanet olunacaklardır.
Biz bunlara ne olacağını biliriz ama ne zaman olacağını bilemeyiz. Kimlerin “Adil Kur’an Düzeni”ni kabul edeceğini, kimlerin isyanlarını sürdüreceğini bilemeyiz. Bu sebepledir ki biz herkese eşit mesafede olmak üzere onlara Kur’an’ın mesajlarını ulaştırmakla yükümlü bulunmaktayız.
“Kur’an’ın mesajları” deyince bin sene önceki çözümleri veya zikir çeşitlerini kastetmiyorum. “İslâm düzenini, barış düzenini” insanlığa ulaştırmak zorundayız. Artık sadece anlatarak değil, aynı zamanda uygulama yaparak yani örnek göstererek göstermeliyiz.
Hazreti Muhammed aleyhisselâm Medine’ye geldiği zaman hemen dayanışma anlaşmasını yaptı, insanlığa düzenin ne olduğunu gösterdi ve o düzende savaşları kazandı.
Bizim bugün yapacağımız savaş ekonomik savaştır. Semtimizi kuracağız. Semtimizle çatışmaya girenleri yeneceğiz. O zaman insanlardan lanetlenenler aramızdan ayrılacaklardır.
وَأُتْبِعُوا
Va ÜTBiGUv
“Ve tabi tutuldular”
Tabi tutulanlar Hûd kavmidir. Tabi olunan lanettir.
“Tabaa” tabi olmaktır. “İtba” ise başkasının tabi ettirmesidir.
Burada fiil meçhuldür. Yani Allah onları tabi tuttu denmiyor. Listeye alındı. Fail listedir. Lanet adayıdırlar. Seçilmeye tabi tutulması demek, seçilirse milletvekili olması demektir.
Tarihte uygarlık Hazreti Nuh ile başladı ve gelişe gelişe bugüne geldi. Bu III. binyıla gelinceye kadar Kur’an uygarlığı uygulanamazdı, çünkü imkânlar müsait değildi. Şimdi ise tam uygulama zamanıdır. Yani insanlık 5000 senedir bunun hazırlığını yapmaktadır. Bugün bu haliyle kalması tüm var oluşun yalan olması anlamına gelir.
فِي هَذِهِ الدُّنْيَا
FIy HaÜiHiy elDüNYAv
“Bu dünyada”
“Hazihi” kelimesi ilave edilmiştir.
“Bu yakın dünyada lanete tabi tutuldular” deniliyor. Demek ki başka bir dünya daha vardır. Evet, o da ahiret dünyasıdır. Biz bu dünyada yaşadıktan sonra ölüp yeniden dirileceğiz. O da yakın zamandır. Muhakeme edildiğimiz gündür. Mahkemeler kurulacak, sorguya çekilecek, şahitler tek tek dinlenecek, bilirkişi raporları alınacak, sonra cennete gidecekler cennete, cehenneme gidecekler cehenneme gideceklerdir.
İşte…
Âhiret hayatı orada başlayacaktır. Çünkü sonu olmayan, ahir olan hayat odur.
İki kitap olsa ‘kitabı ver’ demezsin, ‘şu kitabı ver’ dersin.
Demek ki iki dünya varmış; biri kıyametten önceki bu dünya, diğeri ise kıyametten sonraki âhiret dünyası. Âhiret sonra geliyor. Lanetlemeye bu iki dünyada tabi tutuluyorlar.
Şimdi size bir soru soruyorum; cennet veya cehennemde lanet var mıdır?
لَعْنَةً
LaGNaTan
“Lanet”
“Lanet olunma” demek dışlanma demektir.
Bir toplulukta birileri bir kötülük yaptıkları zaman onların durumu şu olur. Halk onlardan korkar ve bana dokunmasın diye onun dostu görünmeye başlar. Yahut halk zaten onun yaptığı fesadı yapmak ister, ben de yapayım diye ona arkadaş olurlar.
İslâm topluluğunda lanet ceza maddesidir. Birisi bir kötülük yaptı mı ona lanet cezası verilir. Kimse onunla konuşmaz, yakınlık kurmaz. Sokakta dolaşır ama kimse onu muhatap almaz. İslâm’da hapis cezası yerine bu ceza vardır.
Konuşmama savmı/orucu da bu tür bir eğitim aracıdır.
Kooperatif merkezi ve çalışma yerimiz olan yazıhanemize çocuklar serbestçe girip çıkıyorlar. Benim VINN'ım kayboldu. Çocukların yaptıkları ithamdan alan anlaşılmıştı. ‘Bulun yoksa sizi buraya almam’ dedim. Bizim çocuklardan başkasını almadım, geleni kovdum. VINN'ı getirdiler. Ben de sıralama usulü ile başkanlarını seçtirdim. Bundan sonra burada başkanınız budur, bir şey kaybolursa onu sokmayacak diğerlerini alacağım dedim.
Lanet yani ayrıcalık yapma büyük cezadır.
Kur’an insan fıtratına uygun hükümler getirmiştir.
وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ
Va YaVMa eLQıYAvMaTi
“Ve kıyamet günü”
“Kıyam günü” demiyor da “kıyamet günü” diyor. Kıyam mastardır, sayılı kalkışı ifade eder. Oysa kıyamet isimleşmiştir. Fiili değil de o durumu ifade eder. Bu dünya var, bir de kıyamet günü var.
“Gün” dönem demektir. Bu dünyada helake uğrayanlar lanet olunmuş olurlar. Âhirette ise cehenneme sevk edilirler ve ayrılık ortaya çıkar.
Bu dünya hayatı amel hayatıdır. Kıyamet hayatı hesap verme hayatıdır. “Din yevmi” bunun için denmektedir. Diğer insanlara yaptığınız haklardan hesaba çekileceksiniz. “Kul hakkı” dediğimiz olay bir numaralı sorulacak hesaptır. Topluluk hakkı da kul hakkıdır. Başka hak zaten yoktur. Allah’ın işine yarayacak herhangi külfet mevcut değildir.
Kişi haklarında kişiye sevap karşılığı affetme yetkisi verilmiştir ama topluluğa ait hakları affedecek olan yalnız Allah’tır.
أَلَا إِنَّ عَادًا كَفَرُوا
EaLAv EinNa GavDan KaFaRUv
“Âd küfretmiş değil mi?”
“E” inkârlı soru edatıdır. “La” da nefy içindir, “değil mi” tabirine karşılıktır. Gramerciler tembih edatıdır diyorlar. “Bilin ki” şeklinde yorumluyorlar.
Âd küfretmiştir, verilen nimetlere karşılık nankörlük yapmıştır.
Bugün biz de aynı şeyleri yapıyoruz. Allah’ın verdiği güzelim Anadolu’nun topraklarını boşaltıp kentlerde sömürü sermayesine yüzlerce dairelik apartmanlar yapıyoruz. Dünyanın merkezinde oturuyoruz. Sömürü sermayesinin koyduğu pasaport-vize-gümrük-kota-havale vs şartları/engelleri içinde ülkemizi batırıyoruz. Allah’tan başkasına ibadet etmeyin diyoruz, başlarını olumlu anlamda sallıyorlar ama yine de Allah’tan başkasına yani putlara tapmaya yani onlara tâbi olmaya devam ediyorlar!
رَبَّهُمْ
RabBaHuM
“Rablerine”
Rablerine küfür ettiler.
İstiklâl Savaşı’nı yapanlar nankörlük ettiler; din ve dindarlar sayesinde zafer kazandılar ama dinsizleştirme politikasını sürdürdüler! “Adil Düzen” sayesinde etkin güç oldular ama onu ortaya koyan Necmettin Erbakan’a karşı geldiler.
Âd kavmi ne yapıyor?
Kendilerine iyilik edenlere saldırıyor.
Bugünkü Türkiye halkı da böyledir.
Biz Allah’ın bize verdiği görevi yapıyoruz. Ücretimiz O’na ait. Bizim size yaptığımız iyilikleri biz yapmıyoruz, O yapıyor. Bize nankörlük etmiyor, O’na nankörlük ediyorsunuz.
أَلَا بُعْدًا لِعَادٍ
EaLAv BuGDan LiGAvDin
“Âd için bu’d var, değil mi?”
Âd kavmi hepten silinmektedir. Hazreti Nuh peygamber Sümerlerden idi, Âd Samilerdendi. Âd kavmi yıkılıyor, Sümerler geliyor. Sonra Sümerler de yıkılıp yeniden ikinci Âd gelmiş oluyor. 53/51’de ilk Âd diyerek ikinci Âd’a işaret etmektedir.
Burada lanet “bu’d” ile yorumlanmaktadır. Bundan dolayı harf-i atıf getirilmemiştir. Âd için denmiştir. “Lam” izafet içindir, “Kane Bu’den” anlamındadır.
قَوْمِ هُودٍ (60)
QaVMi HUvDin
“Hûd Kavmi.”
Hazreti Hûd’un kavmi.
Hazreti Hûd aleyhisselâma burada özel bir önem verilmiştir. Semud için de “bu’den” kelimesi kullanılıyor. “Kavm-i Salih” kelimesini yoktur. Semud’un bu’du gibi Medyen de bu’d oluyor. Buradan öğreniyoruz ki Hazreti Nuh yeni uygarlığın kurucusudur. Benzer şekilde Âd da o uygarlığı tamamlayandır. Hazreti Hûd’un da peygamberler içinde yeri vardır.
Yahudilerin Hazreti Hûd peygamberle alakaları vardır, “Kûnû Hûden” denmektedir. Hinduların Hazreti Hûd peygamber ile alakaları vardır.
Hûd kavmi dönemi sınıflaşmanın başladığı dönemdir. Hazreti Nuh Peygamber zamanında kabilecilik vardır. Hazreti Hûd zamanında sınıflaşma vardır. Nitekim Yahudiler ve Brahmanlar sınıf oluşturmuşlardır ve kendilerini üstün görmektedirler.
Hazreti İsa Yahudilerin bu üstünlük anlayışını sona erdirmiştir. Doğu’da da Buda (Buddha) Hazreti İsa’nın yaptığını yapmıştır. İşte, “Kavmi Hûd / Hûd Kavmi” vurgusu yapması bu özel duruma işaret etmek içindir.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92