Bir ihtimal daha var!
Ak Parti; 14 yıllık iktidarında bir olasılık dışında hepsini denedi. Geldiğimiz nokta, bu deneyimlerin sonucu olarak görülebilir.
En önemli seçeneğin sona kalması da ilginç!
Ama olsun!
RP’li yıllarda Türkiye siyaseti Adil Düzen sloganlarıyla sarsılırken de parti içinde yeni ideolojiyi benimseyenlerin sayısı çok azdı. Hoca, partide güçlü olduğundan RP içindeki Adil Düzen muhalifleri, eleştirilerini ancak kendi aralarında yapabiliyorlardı. Bir araya geldiklerinde “Bu Adil Düzen bizi batıracak!” şikâyetleri hiç eksik olmazdı.
Çünkü;
“Adil Düzen; laik, demokratik, liberal ve akit serbestliğine dayanan bir düzendi.”
Bu kavramlar Adil Düzen muhalifleri için bir Müslümanın müşrik ve kâfir olması için yeterliydi.
***
1965’lerde başlayan ve Süleyman Karagülle’nin editörlüğünde sürdürülen “Barış Düzeni” çalışmalarına 1980’de ben de katıldım. Necmeddin Erbakan ile 1983’te ara ara yapılan dersler, 1988’den sonra sıklıkla yapılmaya başlandı. Bu derslerin hepsinde vardım.
***
Adil Düzen’e RP dışı güçler mi daha çok karşıydı yoksa partinin üst düzey yöneticileri mi, bunu hala tam olarak çözemedim!
1945’ten beri İslâmcı camia ve bu ortamda yetişmiş siyasilerin tamamı laiklik, demokrasi, liberalizm ve Atatürk karşıtıydı. Bu kavramlara ve Atatürk’e sempati beslemek maazallah cehenneme gitmek için yeterliydi.
Barış Düzeni’ni/Adil Düzen’i hazırlayan arkadaşların çoğu bugün hayatta. Laiklik, demokrasi, liberalizm, akit serbestliği, Atatürk… gibi kavramlar hakkında neler düşündüğünü yüzlerce kez halka açık panellerde, konferanslarda, kitaplarda, makalelerde anlattılar.
Bizler anlattıkça, bu kavramlara direnen İslamcı muhalifler o derece sertleşti.
Biz anlattıkça sertleşen İslamcı muhalefet, her kavramı önce küfre ve şirke buladı, sonra da T.C.’yi ve bizleri dinden çıkmakla itham ettiler. Bu yönde fetvalar verdiler. Gidilmemesi, görüşülmemesi, asla onaylanmaması gereken çok zararlı kişiler olarak ilan ettiler bizleri.
İslâmcı siyasal çevreler, bu dört kelimenin (laiklik, demokrasi, liberalizm, akit serbestliği) ne anlama geldiğini öğrenmemek için inatla direndiler.
Sonunda 28 Şubat kaçınılmaz oldu!
Bugün olduğu gibi o gün de iktidar ve rejim kendini savunmak için harekete geçti. Harekete geçti çünkü, demokrasi ve laikliği savunmayan bir parti, her türlü engellemeye rağmen iktidarın en güçlü adayı olmaya devam ediyordu.
Kavga, sanki “başörtüsü/türban, Çankaya’ya, Taksim’e cami yapma, İstanbul surlarını yıkma…” gibi akla zarar gündemler üzerinde oluyordu…
Ne olduğunu anlamadan bir de ne görülsün RP bir güzel tasfiye edilmişti.
O günlerde 28 Şubatçılara kim kimi ihbar etti…
Kim kimden kurtulmak istedi…
O konulara ben girmesem de tarih bunları yazacak!
Siyaset bu tür delikanlılıkları sever; o gün sevdiği gibi bugün de sever!
Tarih de yazar!
Tarihin görevi budur; yazmak!
***
Oysa o günlerde yaşanan gerçek rahatsızlık ise halkın bildiğinden çok farklıydı:
“Politikacının, ölümüne savunuyormuş gibi bağırıp çağırdığı görüşlerden vazgeçmesi için 24 saat uzun bir süredir. İktidar hırsıyla yanıp tutuşan laiklik- demokrasi-liberalizm-akit serbestliği düşmanlarını bir sabah laik ve demokrat olarak uyandırmak çok kolaydır! Zor olan; Erbakan ve az sayıdaki danışmanlarının Adil Düzen diye anlattıkları görüşlerden bir an önce vaz geçmeleridir. Bu da mümkün görünmediğine göre en susturucu şekilde, konuşmalarını engellemektir.
RP’nin genç kuşağı, Adil Düzen fikriyatını terk etmez ise bize rahat, bunlara da iktidar yüzünü görmek nasip olmayacaktır...
Adil Düzen’i terk ederlerse bizim de, bu adamların da işi çok kolay olacak. Bir sabah uyanacaklar, bir de bakacaklar ki, iktidar olmuşlar!...”
***
İşte Ak Parti bu koşullarda kuruldu. Ak Parti’de siyasetin her ekolünden adamlar yer aldı. Akevler’den de Adil Düzen’i terk edenler, ağzına dahi alamayanlar, istemeyerek Adil Düzen diyenler de tövbe istiğfar ederek en az üç dönem, hatta daha fazla siyaset yapabildiler. (devamı var)