http://www.egedesonsoz.com/yazar/baslik/9658
İslâmiyet, baş döndürücü bir hızla doğup gelişti. Yaklaşık üç yüz yıl süren yükselişten sonra duraklama, sonra da çöküşe geçti.
Bilinen şu; hiçbir şey eskisi gibi kalamıyor. Değişim yasası gereği, âlemde her ne var ise ya kendisini yeniliyor ya da çürüyüp dağılıyor.
***
İslâm Dini dendiğinde, akla ilk gelen Kur’an ise ikinci kaynak da Hadislerdir.
Kuran, hadisler ve tarihinin bütün birikimleri 21 inci yüzyılın imkânlarıyla Müslümanın önünde, onun ilgisini bekliyor! Tarihteki başarılarını bilenler, Müslümanın bütün birikimlerden yararlanacağını, yeni gerçekleri keşfedip tarih sahnesindeki yüce yerini alacağını sabırsızlıkla bekliyor!
Yenilik bir yana dursun, ne yazık ki 1400 yıllık birikim tekrar dahi edilemiyor! Entropi yasası doğru ise, ne yaparsak yapalım “eski gerçekler” yerinde bile sayamıyor! Geriye tek seçenek kalıyor, o da çürümek ve yok olmak!
Modern bilimler ile dini ilimler ayrımı devam edecekse yüksek matematik, fen bilimleri ve bunların türevi bilimler bir tarafa, İslâmî ilimler de aşılmaz duvarların öte tarafında ise bu iş bitmiştir!
Eğer Sivil Üniversiteler de oluşmayacaksa bu iş hakikaten bitmiş sayabiliriz.
***
Yenilik yoksa boşluğu dolduran birtakım gelişmeler olacaktır, elbet!
Kuran’ı değersizleştirmeye çalışanlar son zamanlarda Kuran’ı farklı bir şekilde okumaya “Ayetlerin ve surelerinin dizilişi yanlış; doğrusu şöyle olmalı…” demeye başladılar!
Modern zamanların yüksek matematiği ve fen bilimleri üzerinde bir cümlelik fikri olmayanlar, “Şu rivayet, bu ravi, falan kişi veya şu tarih kitabına göre ayetlerin ve surelerin sırası öyle değil; böyle!” demeye başladılar!
On binlerce hadisi bir çırpıda yok sayanlar, en zayıf ve uydurma rivayetlerle Kur’an ayetlerinin ve surelerin sırasını değiştirmekteler ve buna göre meal ve tefsirler de yazmaktalar.
“Ayetlerin iniş sırası” ve “iniş sebepleri” diye gündeme getirenler, bununla yetinmediler.
Gizli eller, önce “Yüksek matematiğin ve fen bilimlerinin dinimizle hiçbir ilgisi yoktur; olamaz da!” dediler. İslâm’ı anlayacak zekâ seviyesini yerlere serdikten sonra da ikinci ve üçüncü operasyonları yaptılar.
İngilizlerin istila ettiği Hint Yarımadası’nda, İslâm Dini reddedilmedi! Ama “Hadis Müslümanlığı” diye yeni bir anlayış doğdu!
Hadis ilmi, İslâmî ilimlerin en zorudur. Çünkü bir sözün Hz. Muhammed’e ait olup olmadığını belirlemek uzmanlık ötesi bir ilim gerektirir.
Kuran, Peygamber döneminde ezberlenmeye başlandı. Anlamı ve yorumu yapılmadan tıpkı Peygamberin okuduğu aksanla ezberlendi ve nesilden nesile aktarılarak bugünlere geldi.
Papalık 1300’ün başından beri araştırıyor ancak halâ biri diğerinden farklı iki Kur’an’a rastlayamadı. Bunu aklımızdan hiçbir zaman çıkarmayalım.
Oysa hiçbir hadis, “Peygamberin söylediği gibi” rivayet edilemedi. Ancak “anlam” olarak rivayet edilebildi. Çünkü Peygamber, Kur’an ile karıştırılır diye sözlerinin yazılmasını ve ezberlenmesini yasaklamıştı.
Bu nedenle hadisler yaklaşık 150 yıl, sadece sözlü olarak rivayet edildi. Peygamberin ölümünden iki yüz yıl sonra hadis metodolojisi ilim haline gelince hadisler yazılmaya başlandı.
Bir hadisi “anlamak” ve onu fıkıh gibi ciddi bir ilime dayanak yapmak, müçtehit gibi üst düzey uzmanlık gerektirdiğinden on binlerce hadis arasından çok az bir kısmı fıkıh ilminde değerlendirilebilmiştir.
Geri kalanlar ise tefsir, İslâm tarihi, ahlâk ve nasihate malzeme; son yüz yılda da “isyan, terör ve ihtilâllere” dayanak yapılmıştır. Buna engel olmak isteyenler ya din dışı ilan edilmiş ya da zalimlerden yana olmakla suçlanmıştır.
Hiçbir müçtehit Akaid ve Kelam ilimlerinde hadisleri “delil/kanıt” kabul etmemiştir. Hadis Müslümanlığında ise kelam ve akaid de hadislerle yapılmaktadır.
Eskilerde, ancak çocukların tedris ettiği bu bilgiler; nice zamandır sır ilimler arasına alındı! Hadis metodolojisi bilmeyen milyonlarca Müslüman, “İslâm’ın hasını öğreniyorum” diye uydurulmuş hadis ile ABD, AB, İsrail…e meydan okuyarak ölüm tarlalarına doğru yürüyor!
Hiçbir müçtehidin iddia bile edemediği görüşler, “Hadis Müslümanlığı” adı altında insanlığa “hakikat” olarak sunuluyor!
***
Hangi açıdan bakarsak bakalım; Müslümanın yolu ölüm tarlasına çıkıyor!
Herkes birbirini suçluyor!
En çok da Batılılar suçlanıyor!
Taliban, El-Kaide, IŞİD, Boko-Haram… daha niceleri! Her geçen gün acımasız şiddet örgütlerine yenisi ekleniyor!
“Batının oyunu!” demek kolay.
Tabii ki Batı’nın oyunu!
Hiç kimse, inandığı İslâm’ın kimin İslâm’ı olduğunu araştırmıyor! Doğal olarak ortam gizli servislere kalıyor.
İslâm’ı saptırmanın ve istismarının önü alınamaz hale geldi. Öyle ki, Hadislerle Kelam tartışmaları yapılıyor! Hem de Ehl-i Sünnet Akaidi ve Kelamı diye!
Sapma ve saptırma bunlarla da sınırlı değil!
Bir kompozisyon çalışması gibi doğru-yanlış ayrımı yapılmamış on binlerce rivayet ile tefsir, İslâm tarihi ve ideolojik kitaplar yazılmış! Özellikle son yüzyılda yazılan ve okunan tefsir ve İslâm tarihi kitaplarının büyük çoğunluğu ideolojik amaçlı!
Marksist mücadele yöntemi ile yazılmış tefsir ve İslâm tarihi kitaplarını beyinlere yerleştirmeye çalıştılar. Büyük ölçüde de başarılı oldular.
Bir Allah’ın kulu çıkıp da;
“Ey Müslümanlar, ilim sahibi olmak istiyorsanız klasik Arapça, matematik ve fen bilimleri öğrenin. Buna zamanım yok diyorsanız önce fıkıh, hadis ve tefsir usulleri/metodolojisi okuyun! Usul ilimlerinden başlayın ki, hakikat diye sunulan bilgilerin “kaç karat olduğunu” anlayabilesiniz. Fırsat buldukça da usul ilimlerini iyi bilenlerle tartışın! Ancak bunlardan sonra fıkıh, gerekirse tefsir ve tarih okuyun! Tefsir okumaya da “Ahkâmu’l Kuran”lar ile başlayın...” demedi.”
Usul ilimleri okunsaydı tercüme İslâm’a ilişkin fikirlerin ne değerde olduğu kolaylıkla anlaşılacaktı.
Amaç kapitalizme ve sosyalizme meydan okuyup “Ne ABD ne de AB…” demek ise; yüksek matematik, fen bilimleri ve analitik Arapçayı üçünü de bilen on binlerce Müslüman yetiştirmek gerekiyordu. Bunun hayalini kuran bile yok!
Görüşüm çok net;
Ya yüksek matematik, fen bilimleri, analitik Arapça ve usul ilimleri ya da ölüm tarlaları!