http://www.egedesonsoz.com/yazar/baslik/9737
Sözünü ettiğim tüccar; kazancını tefeciliğe dönüştürmeyen tüccardır. Bu yönüyle Müslüman tüccar, burjuva olamaz.
Uluslararası ticaret; aynı zamanda bir birinden farklı çok din, siyaset, kültür, felsefe, iklim, coğrafya, insan tanımak demektir. Tüccar kâra odaklanırken farklılıkları önemsemez; mal alır, mal satar, kısa süre sonra da yeni bir pazara doğru yola çıkar.
Ticaret bin yıllarca böyle yapıldı.
Herkesin birbirini az-çok tanıyabildiği küçük topluluklarda yapılan az sermayeli ticaret de küçümsenmemeli. Bizim üzerinde durduğumuz ticaret ise, insanlarda görgü patlaması yapan ve büyük değişimlerin öncüsü “uluslararası” boyutlarda olanıdır.
***
Soyluların ve eşrafın güçlü, geri kalanların köle veya maraba olduğu toplulukların ekonomisi, ağırlıklı olarak tarım ve hayvancılığa, biraz da küçük meslek gruplarına dayanır. Bu tür topluluklar duygusal, destancı, masalcı, hikâyeci ve mitoloji düşkünü olur.
Toprağa bağlı topluluklar büyüyemezler. Toprağın besleyebildiği kadar nüfus barınır, geri kalanı tarım ve hayvancılık yapabilecekleri yeni topraklara göç eder.
Tarım toplumu insanları, zamanlarının az bir kısmında ekim yapar, sonra ürünlerin olgunlaşmasını bekler. Ürünler toplanır, paylaşılır… yeni tarım sezonuna kadar zaman geçirecek konulara yoğunlaşırlar. Bu da çoğunlukla destan, masal, hikâye, menkıbe ve mitoloji dinletileri olur. Birileri anlatır diğerleri dinler!
Her topluluğun tarımcı bir dönemi vardır. Bundan çok azı kurtulabilmiştir. Kurtuluşu seçenlerin başvurdukları yol, küçükten başlayıp uluslar arası pazara kadar uzanabilen çok kârlı ama bir o kadar beceri isteyen ticarettir.
***
Tüccar ile köylü arasında gözle görülür farklar vardır:
-Tüccar rasyonel ve çıkarcıdır. Duygusal olamaz! Köylü ise duygusaldır! Aşk ve kahramanlık hikâyelerini çok sever!
-Köylüler birbirilerinin yakın veya uzak akrabalarıdır. Aralarındaki “duygusal-psikolojik” ilişkiler çok güçlüdür. Bu nedenle köyde hukuk ve kurumsal ilişki oluşamaz! Sorun çıktığında büyükler araya girer, psikolojik faktörler gözetilerek çözülür. Ticaretin egemen olduğu toplumlarda ise ilişkiler, kurallar ve kurumlarla yürütülür. Her şey yazılır ve belgelenir. Sıklıkla başvurulan yöntem hukuk, sözleşme ve mahkemelerdir.
-Psikolojik faktörlerin güçlü olduğu toplumlarda bilim ve felsefe oluşmaz! Dışarıdan alınsa bile geliştirilemez! Tüccar adam; rasyonaliteden vazgeçemeyeceği için yaratıcı bilimleri, felsefe ve sanatları önemser, alır ve satar! Uygun gördüğünü de himaye eder!
-Köylü kurnazdır; bunu marifet sayar! Tüccar ise akıllı olmaya çalışır!
-Tüccar her dine, siyasal sisteme, kültüre… saygılıdır. Köylü ise faklı dinleri, kültürleri, rejimleri… tehdit görür. Laikliği, demokrasiyi, liberalizmi, her türlü özgürlüğü ancak tüccarlar anlayabilir ve yaşatabilir. Bu nedenle insanlık, açık toplumu ticarete borçludur!
-Tüccarın kârı, her farklılığa saygılı olmakla başlar. Köylünün farklılıklara saygı göstererek kazanacağı bir kâr yoktur!
-Tüccar malla birlikte bilgi ve kültür de taşır! Yararlı olanı keşfeder! Köylü aynı oyunlar, masallar ve destanlarla bir ömür tüketebilir!
-Tüccar çoğu zaman seferdedir, dolayısıyla dinî yaşamı zorluklardan dolayı yarılanmıştır. Köylüler ise dinlerini hikâyeleştirerek anlayabilir ve hurafelerle yaşatabilirler! Dolayısıyla mantıkî ve ilmi açıklamalardan hoşlanmazlar!
-Tüccarların rasyonel ve pragmatik gözlemlerle topladıkları bilgiler, bir süre sonra bilim ve felsefeye dönüşebilir. Onlar her değerli malı, sanat eserini, sözü ve inancı, üzerine kâr da ekleyerek satabilirler! Köylünün aklı ise bunlara ermez!
- Tüccar için köylü tehdit değildir. Köylü de tüccarsız yapamaz! Tüccara tehdit, siyasetten gelir! Düşüncesiz ve görgüsüz krallar/sultanlar, aşırı zenginleri sevmezler. Hem kıskanırlar hem de tehdit görürler. Güç yetirdiğinin malına da el koyarlar. Dış dünya ile entegre olamamış tüccar, savunmasızdır. Ama Venedikli veya Cenovalı tüccarlar dünya sistemine entegre olduklarından servetlerini güvene alabilmişlerdir. Bunların mallarına el koymak, ciddi bir savaşı göze almak demektir!
-Siyaset kurumu, gücü oranında ticari sermayeye el koymaya çalışırken köylüler ise sebebini anlayamadıkları ağır vergilerle boğuşmak zorunda kalırlar.
***
Tüccarların tepki görmesinin bir nedeni kıskançlıktır. Bir nedeni de ticaretin yapılış şeklidir: Ticareti, çok sermayesi olan, yorucu yolculukları ve yüksek riskleri göze alanlar yapabilir. Bu her zaman kazandırmayabilir de! Ama tüccar her koşulda akıllı ve çıkarcı olmak zorundadır.
Daha çok kazanmak isteyen bir tüccar bazen kestirme yollara da başvurabilir! Savaşlar veya iç isyanlar… Doğal, bazen de yapay ekonomik krizler… Buna hazırlığı olan tüccar, stokladığı malları birkaç misli fiyata satarak anormal kazançlar elde edebilir…
İbn-i Haldun gibi birçok sultana danışmalık yapan bir âlim bile tüccarları “fırsatçı”, “karaborsacı”… gösterebilmiştir. İlm-i Nücûm’a akıl erdiren İbn-i Haldun, ne yazık ki, fıkıhçılar kadar “ekonomi-politik”e kafa yormamıştır. Peygamberin ticarete ve tüccara tanıdığı serbestliğe, sultanlar ve sahibinin sesi ulema akıl erdirememiştir.
***
İlk dönemin Müslümanları tüccardı ve akıllı insanlardı. İslâm’ı “hemen” kabul edecek kadar tez canlı değillerdi. Hz.Muhammed’in ne kadar ciddi olduğunu da sınamak istiyorlardı.
Kureyş’in direnişi, kabul edilebilir sınırlar içindeydi. İslâm’ın anlaşılması için önemli birikimler de bu direnişler sırasında ortaya çıktı.
Çok geçmeden herkes Müslüman oldu. Çünkü İslâm Dini ticareti övüyordu, en helal kazancın, sömürüsüz ticaret olduğunu söylüyordu.
***
Sonuç olarak
Bugün anlatılan; Hz.Muhammed öncesi ve sonrası tarih bilgileri, rivayet edilen hadisler, yorumlanmaya çalışılan Kur’an, sanat, edebiyat ve mimari… henüz şehirleşememiş köylülerin anlayabileceği, aslında isteseler de anlayamayacakları İslâm’dı.
En birikimli ülke Türkiye olabilir. Bir türlü “değer” üretemeyen dindarlığın verimsizliğini, 1950’den sonra şehirleşmeye başlayan dağlı ve köylü kalabalığın görgü eksikliğinde bulmak mümkündür.
50 cilt kitap yazan da, görgü ve pratik eksikliğinden dolayı, bir köy veya apartmanı adaletle veya bir şirketi verimlilikle idare edemez! Bu nedenle, yazdıkları da bir işe yaramaz!
Bu insanlara “Kes-yapıştırla ilim olmaz!” deseniz de anlamazlar!
30 yıldır devam eden ve daha ne kadar süreceği bilinmeyen PKK terörünün nedenini, on binlerce yıldan beri dağda yaşayan Kürtlerin kent yaşamını sindirememesinde bulabiliriz.
İsteyen PKK sorununu “Halkın acıları!”na, isteyen “Apo’nun liderlik becerisi!”ne, isteyen de “Dış güçlere!” bağlayabilir!
Ortada apaçık bir sosyolojik boşluk varsa, birileri bunu dolduracaktı!