http://www.egedesonsoz.com/yazar/baslik/9826
Tarihin kurucu öznesi “insan” değildir; “özgür insan”dır. Bunun bilincinde olmak lazım.
Özgür insanı keşfedemeyen yönetimlerin yurttaşlarına verdiği zarar, yenilgi ile sonuçlanan savaşlar kadar ağırdır. Bunun ne anlama geldiğini ancak özgür insanlar ile baskı altındaki insanlar arasındaki farkı görebilenler anlayabilir.
Özgürlüğün olmadığı medyada, cemaatlerde, gruplarda, partilerde, üniversitelerde ve ülkelerde “kabiliyetli” diye takdim edilen kişiler ancak bir yalan olabilir.
***
Tarihte bin yılda bir görülebilen özgürleşme;
-Özgür bireylerin haklarına sahip çıkması,
-Özgür insanlar arasında işbirliğinin doğması,
-İrade ve rızalarıyla aralarında serbest sözleşme yapabilmeleri,
-Bu süreci sürdürüp bir hukuk düzeni kurma mücadelesi vermeleri,
-Yeni bir medeniyetin genlerinin, kromozomlarının, hücrelerinin oluşması,
-Yeni bir toplumsal ve hukuksal yapıya ait organların ve bünyenin inşası… ile mümkün olabilir.
Yetmez ama en azından bu sürecin sağlıklı bir şekilde işlemesi gerekir!
Bir yönetimin tarihi değiştirebilecek en büyük icraatı bireyleri özgürleşmeye, çalışmaya, daha çok çalışmaya, yaratmaya, başarmaya, mutlaka başarmaya… inandırması ile gerçekleşebilir.
Önemli olan, yeter sayıdaki yurttaşın sindirilmiş “özgürleşme” isteğini açığa çıkarmak, ona özgürleşme cesareti verebilmektir.
Baskıdan sonra başlatılan özgürleşme ile ortaya çıkabilecek ilk gelişme, eski kurumların yıkılması olacaktır.
Özgürleşmenin doğurabileceği dalgaları öngöremeyen ve ona göre hazırlık yapamayan yönetimler ve cemaatler, gelecek bin yılın öncüsü olma fırsatını kaçırmış olurlar.
Gittikçe içe büzülen, sertleşen, kireçleşen, hoşgörüsünü ve sabrını yitiren, hemen öfkelenen, son söyleyeceği sözü başta söyleyen kişilerin an itibariyle hayatı ve geleceği ıskaladıkları kesindir! Bundan emin olabiliriz!
Baskıcı rejimlerde çalışmanın, başarmanın, alın terinin, üretmenin ve kazanmanın yerini; çalma, iktidara yılışma, devleti soyma, halkı rüşvetleme, kamu kaynaklarını zimmete aktarma… alır!
Uzun yıllar çok istikrarlı gibi görülen SSCB, Doğu Avrupa, Afrika, Güney Asya ve Güney Amerika ülkeleri… Irak, Tunus, Libya, Mısır, Suriye… gibi Müslüman devletler, neden basit olaylara karşı devlet ve millet olarak sağlıklı tepkiler verememeleri, ancak baskı altında geçirdikleri nice yılların yarattığı çürüme ile açıklanabilir.
Avrupa ve ABD’nin, baskıcı rejimleri ve liderleri açıktan veya örtülü desteklemelerini anlamak gerekir! Kendilerine rakip olabilecek bir özgürlük adasına karşı, en yıkıcı oyunları oynamalarının nedeni bundandır!
Her şeye rağmen yetişebilen parlak zekâ ve yaratıcı beyinleri üç kuruşa transfer etmeleri boşuna değil! Üç kuruşa diyorum; çünkü doğup büyüdüğü, yetiştikleri ülkelerde onu da bulamamaları, beyin göçünü kaçınılmaz kılmaktadır.
***
Gelelim İslâmcıların özgürlük sorununa nasıl yaklaştığına…
Marjinal İslâmcılar, Devletin özgürlüklere tanıdığı sınıra ve “idare sistemi”ne bakarak hangi devletin İslâmî olabileceğine rahatlıkla karar verebilirler. Bu nedenle Marjinaller sistem olarak İsviçre’nin çağımızda İslâm’a en yakın devlet olduğunu söylemekteler.
Hırsızın elini kesse de, kadına araba sürme hakkı tanımasa da, her gün beş vakit Kâbe’den canlı namaz yayını yapsa da… hatta her bir icraatları için çok sayıda ayet ve hadis de okusa Marjinal İslâmcılar, Suudi Arabistan’ı zalim, fâsık, münafık ve İslâm düşmanı despot bir yönetim görürler!
Marjinaller İsviçre halkını, özgürlükten ve barıştan yana oldukları için gerçek bir Müslüman (Mümin değil); Suudi Arabistan halkının ise zavallı, cahil, fâsık ve münafık olduklarını düşünürler!
Köylü Müslümanlar da;
-Marjinal İslamcıların kâfir, zındık ve mürtet olduklarını düşünerek
-Suudi Arabistan yönetimini İslâmî,
-Halkını “Müslüman kardeş”,
-İsviçre halkını ise fâsık, kâfir, müşrik ve ebedi cehennemlik bilirler.