Erbakan; “İsrail-İran savaşı, asıl hedef Türkiye”-3
-Erbakan Hoca uyarmıştı: “İsrail İran'la savaşacak ama asıl hedef Türkiye'dir.”-
Önceki yazılarla birlikte okunmasını tavsiye ederek kaldığımız yerden devam...
Türkİye ve İran; “Fahrettİn Altay Paşa” (2)
Fahrettin Altay Paşa, bu başarısı sayesinde hem milletin gönlünde taht kurmuş hem de uluslararası itibarı artmıştır. İşte bu prestij, onu 1934’te bir başka zorlu göreve taşır: İran ile Afganistan arasındaki sınır krizini çözmek. Nasıl mı?
İKİ DEVLET ARASINDA HAKEM OLARAK…
İran ve Afganistan arasındaki Sistan bölgesi, tarih boyunca çeşitli devletlerin eline geçmiş, etnik olarak karmaşık, coğrafi olarak çetin bir bölgeydi. 1930’ların başında iki ülke arasında sınır çizimi konusunda ciddi bir kriz yaşanıyordu. Sınırın her iki tarafında da hak iddiaları vardı ve gerilim her an silahlı çatışmaya dönebilirdi.
Çözüm için tarafsız, güvenilir ve saygın bir hakem arandı.
Her iki taraf da Türkiye’yi önerdi. Ne de olsa İslam’ın 600 yıllık sancaktarı idi.
Türkiye ise o göreve en uygun kişiyi gönderdi: Fahrettin Altay.
Diplomaside Atlı Komutan
Fahrettin Altay Paşa, alışık olduğu cephelerden çok farklı bir görevdeydi ama görevine yine sahada başladı. Sınır bölgesine giderek yerel halkla görüştü, kervan yollarını, nehirleri, aşiret yapısını bizzat inceledi. Ona göre bir sınır yalnızca çizgi değil, aynı zamanda bir adalet meselesiydi. “Çizilen her sınır, orada yaşayan insanların hayatını belirler” diyordu.
Aylara yayılan sabırlı görüşmelerin sonunda Fahrettin Altay Paşa’nın sunduğu çözüm planı her iki tarafça da kabul edildi. Türkiye'nin himayesinde 1935’te yeni sınır düzenlemesi barış içinde tamamlandı. Böylece bir savaş daha çıkmadan önlenmiş oldu.
At sırtında düşman ordularını püskürten bir komutan, birkaç yıl sonra çöl sıcağında harita başında iki devletin krizini çözüyordu.
***
Türkiye ve İran “Sadabat Paktı”
“Coğrafya kaderdir” der İbn Haldun. Bu söz, tarih boyunca pek çok milletin başına geleni anlamamız için bir anahtar gibidir. Hele ki Ortadoğu'da yaşıyorsanız, sınırlar, dağlar, nehirler ve komşular sizin kaderinizi belirler. Türkiye'nin, İran’ın, Irak’ın ve Afganistan’ın kaderi de işte böyle bir ortaklıkla kesişti: Sadabat Paktı.
1930’ların Ortadoğu’su: Yeni Devletler, Eski Sorunlar
20. yüzyılın başı, imparatorlukların yıkıldığı, yerlerine yeni ve kırılgan devletlerin kurulduğu bir dönemdi. Osmanlı çökmüştü, İran’da Kaçarlar devrilmişti, Afganistan yeni bağımsız olmuştu, Irak ise İngiliz manda yönetiminden çıkmaya çalışıyordu. Herkes yeni bir yol arıyordu. Ama ortada bir gerçek vardı: Bu devletler birbirinin sınır komşusuydu ve her biri geçmişten kalan sorunlarla uğraşıyordu.
Tam bu noktada, barışçıl bir gelecek için tarihi bir adım atıldı.
Sadabat Sarayı’nda Bir Umut
Tarih: 8 Temmuz 1937. Yer: İran’ın başkenti Tahran’daki Sadabat Sarayı. Türkiye, İran, Irak ve Afganistan dışişleri bakanları bir araya geldi ve dört ülke arasında bir saldırmazlık paktı imzalandı. Bu belgeye göre taraflar birbirlerine karşı saldırıda bulunmayacak, birbirlerinin iç işlerine karışmayacak ve ortak sınırlarında güvenliği koruyacaklardı.
Amaç Neydi?
Sadabat Paktı, sadece bir diplomatik belge değil, aslında coğrafyanın dayattığı kaderin farkına varan devletlerin bir tür “kendi aramızda anlaşalım” deme biçimiydi. Çünkü bu dört ülke şunu biliyordu: Eğer biz birbirimizle uğraşırsak, dışarıdakiler bu boşluğu doldurur.Türkiye açısından paktın bir diğer anlamı daha vardı: Batı'da Balkan Paktı ile barışı sağlamış bir ülke, doğu komşularıyla da güvenliği tahkim etmek istiyordu. Sulh savaştan daha hayırlı değil mi? (Devamı var; Türkiye ve İran “200 Yıllık Modern Haçlı Seferİ”)