İSRA SÛRESİ - 24. Hafta
109-111(SON) ayetler
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
وَيَخِرُّونَ لِلْأَذْقَانِ يَبْكُونَ وَيَزِيدُهُمْ خُشُوعًا (109) قُلِ ادْعُوا اللَّهَ أَوِ ادْعُوا الرَّحْمَنَ أَيًّا مَا تَدْعُوا فَلَهُ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَى وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلًا (110) وَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ وَلِيٌّ مِنَ الذُّلِّ وَكَبِّرْهُ تَكْبِيرًا (111)
***
وَيَخِرُّونَ لِلْأَذْقَانِ يَبْكُونَ وَيَزِيدُهُمْ خُشُوعًا (109)
Va YaPırRUvNa LieLEaÜQAvNı YaBKUvNa Va YaÜiDuHuM PuŞUvGan
“Ve buka ederek ezkan üzerine harr ederler. Onları huşuu olarak ziyade eder.”
Onu Hak ile inzal ettik ve Hak ile nazil oldu. Seni sadece mübeşşir ve münzir olarak inzal ettik. Rabbimiz sübhandır. Va’di yerine gelecektir derler.
Evet, Rabbimizin va’di yerine gelecektir.
Rabbimizin va’di nedir?
Sermaye’nin mağlup olacağı, Filistin’in Yahudilere ait olacağı ama onların silahlı gücünün olmayacağı, onları Kur’an ehlinin koruyacağı vaadidir.
Başka?
Şeriat düzeninin geleceği, faizli zinacı merkezi sistemin sona ereceği, yani Allah’ın nurunu tamamlayacağı vaadidir. “Adil Düzen” gelecek, Bin Dil Üniversitesi kurulacak, lojmanlı işyeri siteleri oluşacaktır. Yerinden yönetimli hakemler sistemi gelecektir. Basın kooperatifleri kurulacaktır. Ortak ambarlar ve nakliyeler insanlığı tek vücut haline getirecektir.
Rabbinin vaadinin geldiğini gören tüm inanmış insanlar secde yapacak, zuknları üzerine kapanacak ve Kur’an’ın ilahi söz olduğu büsbütün ortaya çıktığı için de sevinecekler, sevinçten ağlayacaklardır. Arkadaşları o günleri göremediği için ağlayacaklar.
Ve huşuları artacaktır.
Bu ayette “Ve” ile atfedilen üç kavram vardır, bir kavram da bundan önceki ayette geçmiştir. Orada “sücceden harr etme” vardır. Burada “ağlayarak harr etme” vardır. O halde dört kavramı ele alalım; a) sücceden harr etmek, b) bukuen harr etmek, c) ezkana harr etmek ve d) huşunun ziyadeleşmesi.
Önce kelimeleri tahlil edelim.
a) Burada “buku etme” ile “harr etme”yi karşılaştırmaktadır. “Buku etme” Kur’an’da 7 defa geçmektedir. “Muka” bunu ikili yapan kelimedir. “Tasdiye” el çırpmadır. “Muka” da ıslık çalmadır. Ağlamak insana has bir özelliktir. Hayvanlar ne güler ne de ağlar. El çırpma da insanlara has ses çıkartma tarzıdır. İnsanlar neden gülerler? İnsanlar neden ağlarlar? Hayvanlar ağlamadıkları halde insanlar neden ağlarlar? Hayvanlar gülmedikleri halde insanlar neden gülerler? İnsanlardaki gülme ve ağlama doğuştan başlar. İnsan topluluk içinde yaşayacak şekilde yaratılmıştır. Gülme sevinme alametidir; durumum iyidir, bu hale devam edin demektir. Ağlama ise; durumum kötüdür, çare bulun demektir.
Peki, Rabbin ihsanı geldiği halde neden ağlar insanlar, sevinçten neden ağlarlar?
Başarmak demek eski meşgalenin sona ermesi demektir.
Ortaokulu okuyordum, son sınıfta idim. Parasız yatılı imtihanına girmiştim ama unutmuştum; laf olsun diye girdim. Son sınıfta arkadaşlarla tanışmış ve adeta bir aile olmuştuk. Biyoloji öğretmeni beni çağırdı. Kapıyı çaldım ve yanlarına girdim, Matematik öğretmeni Enver Erdem de orada idi. ‘Gözün aydın, parasız yatılı imtihanını kazandın’ diye müjde verdiler. Ben ise hemen arkadaşlarımdan ayrılacağımı düşündüm ve üzüntüye daldım. ‘Anlamadın mı, parasız yatılı imtihanını kazandın’ diye bağırarak söyledi!
İşte, zafer de böyle üzücüdür. Zaferden sonra artık meşgalen kalmayacaktır. Cihat zevkini alamayacaksın. Sevinçten dolayı ağlama böyle bir ağlamadır.
Savaş bitince askerler boşta kalırlar, sıkıntı başlar. Bu sebepledir ki İslâmiyet’te muvazzaf ordu yoktur. Subaylar barışta senenin üçte ikisini evlerinde geçirirler üçte birinde orduda bulunurlar, savaşta ise üçte birini evlerde geçirirler üçte ikisinde kıtada olurlar. Üçte birini geri hizmetlerde üçte birini de ileri hizmetlerde geçirirler. Böylece barış zamanında da savaş zamanında da sivil işyerleri vardır. Üretim yaparlar. Maaşlarını her zaman alırlar. Biz bunu fıkhımızda istihsan ile yazdık. Buradaki “Yebkûn” kelimesi bize bunu anlatmaktadır.
Bedir Savaşı’ndan dönerken küçük cihadı kazandık şimdi büyük cihada gidiyoruz denmiştir, çünkü zafer insanları azdırır.
Gülen cemaatinin ve Millî Görüşçülerin Akevler’i terk etmeleri zaferleri sebebiyledir. O zaman ağlasaydılar şimdi ağlamazlardı. “Adil Düzen” çalışanları için en büyük tehlike budur.
b) “Harr etmek” yıkılmak demektir, çökmek demektir. Secdeye kapandı anlamında secdeye yıkıldı denmektedir. “Rükûa eğilmek” de “harr etme” kelimesi ile ifade edilir. Kör ve sağır olarak Allah’ın ayetlerine yıkılmazlar denmektedir. O halde yıkılma demek direnememe demektir. İnsanlarda direnme meyli vardır. Yenilmek istemezler, haksız çıkmak istemezler.
Ben anayasa referandumunda ‘evet’te yenildim, yanlış tahmin ettim, yorumlar yapıp hayır böyle oldu şöyle oldu diyebilirdim ama ben hata yaptığımı kabul ediyorum. Hakikatin karşısında çöküyorum. Demek ki bu ayetler beni tasvir ediyor. Hata yaptığımı kabul edip ağlamam gerekir demektir. Akevler’i kurduk, Allah’ın ihsanı ile kurduk. Ben ise pek çok hatalar yaptım. O hatalarımdan dolayı ağlamam gerekir. Tövbe etmezsem, gelecekte Allah yardım etmez ve helak olurum. “Adil Düzen” çalışanlarının çok dikkatli olmaları gerekir. Büyük görevler yüklenmişlerdir. Mükâfatı büyüktür ama sorumluluğu daha büyüktür.
Demek ki “harr etme” demek, Hakkın karşısında çökmek ve teslim olmak demektir.
Suları yukarı akıtıp savunmaya geçilmemelidir.
c) “Huşuları ziyadeleşir.” Yukarıdaki ayette “Rabbimizin va’di yerine gelecektir” denmiştir. Burada da “huşuları artar” denmektedir. Yani ‘evet” çıkması bunları ümitsizliğe sokmaz, aksine onları daha da Rablarına teşvik eder. Rabbimiz bizim hesap edemediğimiz yerden gelir. ‘Evetler’ bakalım ne gibi hayırlara vesile olacaktır. Önce ‘evet’ diyenler ile ‘hayır” diyenler ayrıldılar. Namaz kıldıkları halde ‘hayır’ diyenler kendi iradeleri ile hareket ediyorlar demektir, kendi güçleri ile hareket ediyorlar demektir. Biz iyilerle değil iyi işlerde anlaşırız. CHP olsun, HDP olsun, Gülenci olsun veya Ulusalcı olsun; biz iyi işte herkesle anlaşırız. Erdoğan’dan daha iyi ülkeyi yönetecek birisi ortaya çıksın, onu destekleriz. Onu da bu seçim için değil de bundan sonraki seçim için hazırlamalıyız.
“Huşu” kelimesi 5 defa geçmektedir. Bunu ikili yapan “hudu” kelimesi vardır, o da 5 defa geçmektedir. Bir de “خضع” vardır, anlamları birbirine yakındır. Namazda imam Kur’an okurken dinlersiniz, bu kunuttur. Bir de bir şey okumaz, susar, Rabbin ilhamını beklersiniz. Bu esnada beyniniz Rabbiniz ile irtibata girer, anteni oraya çevirir ve ardından gelecek vahyi dinler. Ses çıkarmadan sükûnet ile bekleme huşudur. Farzların iki rekâtında kıraat ve kunut vardır, diğer iki rekâtta veya tek rekâtta ise kunut değil huşu vardır. Bir şey okumadan Rab ile irtibata geçeceksiniz. Demek ki bir şey söyleyip bir şey düşünmeyip Allah’tan gelecek emirleri bekleme huşudur.
Şimdi ‘evet’ çıkmıştır. Huşu içine girip Allah’tan gelecek ilhamı dinlememiz gerekir.
Demek ki bir musibete uğradığımız zaman fazla üzülmeyeceğiz. Huşu içinde Rabbimizden gelecek nusreti bekleyeceğiz. Bir başarı elde ettiğimizde fazla sevinmemeliyiz. Onun şükrünü eda etmezsek işimiz çok daha kötü olur. İnsanlar sizi övmeye başladıkları zaman korkmalısınız, kendinizi bir şey zanneder de uçuruma yuvarlanabilirsiniz.
وَيَخِرُّونَ
Va YaPirRUvNa
“Ve harr ederler”
Tefsir yapmanın usulünü öğrenmeliyiz.
1) Önce kelimeler tasnif edilir. Harr etmek, buku etmek ve ziyade etmek. fiillerdir. Harr ve Buku çift oluşturur. Ezkan ile Huşu da çift oluşturur.
2) Onları ziyade etmeninin ikilisi Li harfidir. Onlar birlikte düşünür. İki ve eşlerdir. Toplam 8 kelime eder. Bu kelimelerin lügat manaları yanında burada kazandıkları manalar anlatılır. Bundan sonra atıf harfleri varsa neyin neye atfolduğunu buluruz. Burada birinci “yehirrune”yi ikinci “yehirune”ye atfeder. Bundan önceki “Yahirrûn”a atfetmektedir, burada “Harretme” tekrar edilmiştir. “Sücceden” ile “yabkune” kelimesi yahut “Huşu” kelimesi karşılaştırılmıştır.”
3) Her kelimenin hali sorgulanır, mazi ve muzari olması, tekil ve çoğul olması, erkek ve dişi olması gibi benzer durumlar ele alınır. Bu özellikler maani ilminde sayılmıştır.
4) Harf-i cer ne ile müteallaktır.
5) Bundan sonra ifadeyi hangisine göre okursanız hayatta ona tekabül eden olayları ele almamız gerekmektedir.
لِلْأَذْقَانِ
LieLEaÜQAvNı
“Zükunları”
“Zukn” çene demektir. “Zakn” Kur’an’da üç defa geçmektedir, bir defa da “Za'n” geçmektedir. Böylece dörtlenmektedir. Çene kelimesi Kur’an’da “Ezkan” olarak bu surede geçmekte, bir de Yasin’de geçmektedir. Onların boyunlarına ağlalı ca’lettik, o ezkana kadardır, onlar kumh edilirler.
Yasin’de mukmahun kelimesi geçmekte, Kur’an’da 1 defa geçmektedir, bunu tamamlayan قمع kelimesi vardır. Yani “ÜQN” ve “ÜGN” kökleri ile “QMP” ve “QMG” kökleri birer dörlü oluşturmaktadır. “Zukn” insanın çenesidir, “Zugn” ise hayvanın çenesidir. “Zugn”la yular takılır ve hayvan onunla götürülür. “Zukn üzerine harr etmek” bir tabirdir. “Ezkan için harr ederler” diyor. Bunlar verdiği sözü yerine getirmek için çalışırlar demektir.
“Qaf” ile “Gayn” harflerini karşılaştırarak bu kelimelerin manalarını çözmeye çalışalım. “İbret” kelimesi ile “Kabir” kelimesi arasında biri geçittir biri de çukurdur. “Gebese” yüzü buruşturmak demektir “Qbs” ise ondan bir şey alma, yararlanma demektir, Adde sayma, kudde yırtılma demektir.
“Kaf, Karye, Kavim, Kıyam, Kuvvet, Kaza, Kader” çağrıştırdığı gücü bildirmektedir.
“Ayn, İlim, İrfan, Ömür, Ali, Azim, Arş, Uruc” benzeri değerleri ifade etmektedir. Yani biri miktarları, diğeri ise değerleri ifade eder. O halde “Zukn” gücü, “Zugn” da değerleri ifade ederek farklıdır. “Z” ile “N” ortak manadadır. “Zimmet, Zillet, Zenb, Zeker, Zerre, Zirve” kelimelerinin içerdiği ortak kavramı bulmalıyız. “Ezkan üzerine harretmek” demek, olayların içine girmek demektir. İnsanlığın sorunlarını kendi sorunlarını dert edinmek demektir. Burada “İle’l-Ezkani” denmiyor, “Li’l-Ezkani” deniyor. Sorunları çözme hususunda harekete geçme olmadığı için Yasin’daki “İle’l-Ezkani” yerine burada “Li’l-Ezkani” getirilmiştir.
يَبْكُونَ
YaBKUvNa
“Ağlarlar”
Gülmek ve ağlamak insana has bir şeydir. Çocuk doğar doğmaz, anormal durum yoksa ağlamaya başlar. Doğumdan sonra ise onun ağlamasından biz onun bir ihtiyacı olduğunu biliriz.
İnsanlar ömürleri boyunca ihtiyaç halindedirler. Sıkıntıları olduğu zaman ‘sıkıntım var’ derler. Hasta doktora gider, ‘iştahım yok’ der ve ondan sonrasını ise doktora bırakır.
Siz de çevrenize ihtiyaçlarınızı bildireceksiniz, teşhisi ve çözümü onlara bırakacaksınız. Teşhis ve tedaviyi birbirine karıştırmayacağız. Succeden sorunlarına eğilmek demek sorunları ekseriyet sistemi ile değil, ortak anlaşma, ortak sözleşme ile çözeceğiz. Ama izlediğimiz bir yöntem olacaktır.
“Buku” kelimesinin sosyal manası sorunları ortaya koyma demektir. Bunun için siyasi partiler vardır, dini mezhepler vardır. Halk dayanışma ortaklıklarına sorunlarını bildirir.
- Ahlaki dayanışma sorunları tesbit eden kuruluştur.
- İlmi dayanışma sorunların çözüm planlarını üreten kuruluştur.
- Mesleki dayanışma sorunların çözümlerini organize eden kuruluştur.
- Buna karşılık siyasi dayanışma ise bölüşmeyi sağlar ve böylece sorunlar çözülür.
وَيَزِيدُهُمْ
Va YaÜiyDuHuM
“Ve onları ziyade eder”
“Fazla” fazlalık demektir, artan demektir. “Ziyade” ise eklemedir. Fazlada kendisi çoğalır. Ziyadede ise sen eklersin.
Onlar huşuu ziyade eder. Tilavet edilen ayetler onların huşuunu ziyade eder yani ayetleri duyunca huşuları artar.
“Huşu” kelimesi de fıkıh bakımından tanımlanmalıdır. Kur’an “salat/namaz” der ama siz onu bir kurum halinde anlamak zorundasınız. Kur’an “zekât” der ama siz onu kurum olarak anlamak durumundasınız. Kur’an uygarlığın yapılanmasına etki eder. Kur’an’ın kendisi uygarlık değildir. Kur’an’ın bu yönünü anlamayanlar onu çözüm zannederler. Kur’an çözümleri gösterir. Siz o çözümü bulur ve uygularsanız çözüm olur.
Doktor sizi tedavi etmez, reçete yazar, siz eczaneye gidip ilaç alırsanız tedavi olursunuz. Yoksa reçete sizi tedavi etmez. Bugün doktorların yazdığı reçete misali Kur’an’ın reçetelerini halk muska yapıp boynuna takıyor ve onunla kurtulacağını sanıyor. Oysa Kur’an muska yapıp boynuna asmak için gelmedi. Kâinat eczanesine gidip oradan ilaç almak ve kullanmak üzere yazılı olan bir reçetedir Kur’an.
خُشُوعًا (109)
PuŞUvGan
“Huşu'u”
Haşyet var, havf var, huşu’u var. Bunlar hepsi başka anlamdadır, hepsi ortak bir şeyi ifade ediyor. “Hı” harfi acaba neyi temsil eder?
“Harab, Hark, Harc, Har” kelimeleri ile de yorumlayacak olursak, buradaki “Hı”lerin hepsi geleceğe yatırım yapmak demektir.
“Havf”ta karşı tarafın yapacağından dolayı korku duyarsınız, ya hasta olursam, ya kurt bana saldırırsa… Bunlar havftır.
“Haşyet” ise tam tersine gelecekte yok olmasından havf edersiniz. Ya bana darılırsa, ya beni terk ederse, ya almazsa diye korkarsınız, varlığının devam etmesini istersiniz. Yok olması için gerekli dikkati gösterirsin.
“Huşu” ile “Haşy” arasındaki farkta, çocuklarım aç kalır diye korkarsanız bu haşyettir ama ben kötü davranırsam arkadaşım darılır derseniz bu huşudur.
“Huşu” ile “Hudu” karşılaştırırken de “Dad”la “Şin”i karşılaştıracaksınız. “Şin” yumuşak sürekli harftir. “Dad” da sürekli ama sert harftir ve kalın harftir. Huşuda daha kalbi bağ vardır, sevgi ve saygı vardır. Huşuda rıza vardır, hududa irade vardır ama rıza olmayabilir.
Kur’an şimdi bize üçüncü binyıl uygarlığının insanlarını anlatmaktadır. “Adil Düzen” çalışanlarının yaptıklarını ve yapacaklarını anlatmaktadır. Bu ayetleri okuyup ona göre yaşamak ve ona göre çalışmak “Adil Düzen”e mensup olmak demektir.
قُلِ ادْعُوا اللَّهَ أَوِ ادْعُوا الرَّحْمَنَ أَيًّا مَا تَدْعُوا فَلَهُ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَى وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلًا (110)
QuL iDGUv elLAvHa EaVi uDGUv elRaXMAvNa EayYan MAv TaDGUv FaLaHuv SMAvEu eLEXuSNAv Va LAv TaCHaR Bi ÖaLAvTiKa Va LAv TuPAvFiT BiHAv VaiBTaĞi BaYNa ÜAvLiKA SaBIyLan
“Kavlet; Allah’a dua edin veya Rahmana dua edin, ne dua ederseniz edin, hüsna isimler O’nundur. Salatında cehretme ve onu hifat etme. Onların arasında bir sebil ittiba et.”
Tüm insanlara şunu söyleyeceğiz: Şunu bilin ki tüm iyilikler Allah’tandır. Sermaye’ye başvuracaksınız, o da size faizli doları kredi olarak verecektir. Burada faiz kötüdür ama kredi iyidir. O size faizli kredi verdiğinde aslında Allah’ın nimeti ile kendi servetini vermektedir. Siz Sermaye’den bir şey istemiyorsunuz, Allah’tan istiyorsunuz. Allah da size onun aracılığı ile kredi vermektedir. Ama siz onun aracılığı ile istediğiniz için faizi de katmaktadır.
“Ud’u Bismillahi” veya “Billahi” dememiş de “Allah” demiş, araya “Ve” harfi getirmemiş de “Ev” harfi getirmiştir. Sanki iki ilah varmış, biri “Rahman”, diğeri de “Allah”; hangi ilaha dua ederseniz edin demiş olmaktadır.
Allah birdir ama bizim saydıklarımızdan bir değildir. İkinci bir ilah yoktur ve olmaz, düşünülemez de. Biz Allah’ın kendisini değil de bizdeki tezahürünü görüyoruz. İşte bir ilah tek görüntüsü ile görünmemektedir, değişik yönleri ile görünmektedir.
Gökte bir yıldız vardır, bazen sabahları görünür akşamları görünmez, bazen akşamları görünür sabahları görünmez. İnsanlar onu ayrı yıldız sanmış ve ayrı ayrı ad vermişlerdir. Sabah görünene “sabah yıldızı” akşam görünene de” akşam yıldızı” demişlerdir.
Allah da insanlara farklı şekillerde görünmüştür. İnsanlar bunları ayrı ayrı tanrı sanıp her birine ayrı adlar vermişlerdir. Peygamberler gelmiş ve bunların tek tanrı olduğunu bildirmişlerdir. Bu ayet işte bunu söylemektedir.
Allah bütün canlıların rahmanıdır, bütün insanların rahmanıdır, bütün cinlerin, meleklerin, şeytanın rahmanıdır. Bir de insanı, melekleri, cinleri ve ruhları yarattı. Onların bir grubuna yıkıcılık görevi verdi, bir kısmına yapıcılık görevi verdi. Allah farklı şekilde insanlara göründü, O’na farklı isimler verdiler, O ise tektir. Bediüzzaman diyor ki; denize bakarsanız her dalgada ayrı güneş görürsünüz, oysa tek güneşin her dalgadaki ayrı görünüşüdür.
“Hüsna isimler O’nundur” demek, yapılan tüm iyi işler O’nun adına yapılmaktadır demektir. Yapan O’dur. Eski insanların doğayı anlatmak için verdikleri adlardır. Anadolu tektir ama biz onu Ankara, İstanbul, Kayseri diye ayırırız.
Bunu söyledikten sonra söyleyene bir görev vermektedir. “Cehr etme haft da etme.” Kur’an böyle Arapların bile bilmediği Arapça kelimeler kullanır. Bizi düşündürmeye başlar. Dikkat ederseniz her ayette yeni bir kelimeye veya terkibe rastlarız. Bunlar bizi kâinatı anlamaya götürür. O kelimelerin her biri birer ayettir.
İnsanlar konuşmalarını dört kademede yapmaktadırlar. Fısıltı ile konuşmayı ancak çok yakın birkaç kişi duyabilir ve harfler yumuşak olarak çıkar. Bir demezsin pir dersin, dağ değil tağ dersiniz. Karşı taraf onu doğru anlar. Bir de bir odada on kişi civarında insan konuşulanları rahatlıkla duyar ve anlar. Yüz civarında bir topluluğa da bağırarak duyurabilirsiniz. Çağımızda ses yükselticiler ile sesinizi çok daha büyük kalabalığa duyurabilirsiniz. Hatta tüm insanlar da bir şekilde duyabilir.
Merkezi yönetimler insanlara ayrı ayrı hitap ederler, necva yaparlar ve fısıltı ile konuşurlar. Bir de büyük kitlelere bağırarak veya cihazlarla duyururlar. Oysa Allah’ın bizden istediği on civarında insan bir araya gelecek ve günde beş defa toplanarak görüşmeler yapacaklardır. Ne iki üç kişilik kapalı toplantılar yapacak ne de yüzlerce binlerce insan bir araya gelecek. Biri konuşup diğerleri dinleyecek, on civarında insan bir araya gelerek aralarında istişare edecekler, on aile yani yirmi otuz ergin kişi eder.
“Haft” kelimesi 3 defa geçmektedir. “HFF” 17 defa geçmektedir. Kişi kendi işini yaparken kırk elli kiloyu taşır ama topluluk işini hafif olarak taşıyacaktır. Yükü azaldığından o da arada dinlenme ihtiyacını hissetmeyecektir. Ses kelimesinin orta derece istendiği gibi yükümlülüklerde de böyledir.
İşyerlerinde onar kişilik gruplar halinde çalışılmalıdır. Bunlar anlaşmış kişiler olurlar ve birlikte ortaklaşa iş yapabilirler, yirmi kişi olunca artık birlik bozulur. Bir manga on kişiden oluşur. Biri onbaşıdır. Üçer kişilik üç vardiya vardır, üçü birlikte çalışırlar, üretim böylece oluşur. Yahut üçü de birden çalışır, onbaşı bunlara nezaret eder. Kendisi çalışmaz.
“Bunun arasında sebil tut” diyor. Buradan öğreniyoruz ki “sebil” dediğimiz zaman sadece yol manasında değildir, aynı zamanda metot, usul demektir. Yani standartlar, kurallar hepsi içindedir. Daima denge aranacaktır. Hiçbir işte aşırı gidilmeyecektir. İşte bu sebepledir ki biz teşkilatlanmayı onlu sisteme göre yapıyoruz.
Aile 3 kişiden ibarettir. Çoğu 10 kişi olur. 10 aile bir aşireti, 10 aşiret bir karyeyi, 10 karye bir kabileyi, 10 kabile bir beldeyi, 10 belde bir şa’bi, 10 şa’b bir medineyi, 10 medine bir kavmi, 10 kavm da bir mısrı, 10 mısr da insanlığı yani beşeriyeti oluşturmaktadır.
قُلِ
QuLi
“Kavlet”
Kim kavl edecek?
Kur’an’ı okuyup ona inanan ve ona göre amel eden herkes kavl etmekle mükelleftir.
Kime kavl edecektir?
Tüm insanlara herkese, kendisine de kavl edecektir.
Burada bilinmesi zor olan şudur. Mademki her şeyi Allah yarattı. O halde kötü olan bir şey yoktur. Her şey Allah’ın takdiri ile olmaktadır. O halde insanlar neden suç işliyorlar ve neden cennete neden cehenneme gidiyorlar?
Buna verdiğimiz cevap şudur. Bir öğrenciye sualler sorulur. Suallere doğru cevaplar verenler sınıfı geçerler. Doğru cevap veremeyenler sınıfta kalırlar veya bütünlemeye kalırlar. Bakanlık bunu neden yapıyor? Öğrenciler öğrensinler de sınıflarını geçsinler diye yapıyor.
Allah bizi bu dünyaya getirdi ve imtihana aldı. Allah’ın takdir ettiği olaylar olduğu gibi gitmektedir. Ama biz bu şekilde imtihan ediliyoruz. Bu benim yorumum değildir. Kur’an bunu çok açık bir şekilde anlatmaktadır. Cehennem bir azap yeri değil bir eğitim yeridir.
ادْعُوا اللَّهَ
uDGuv elLAvHa
“Allah’a dua edin”
Bi ismihi ve bi sıfatihi manasında mana verilebilir. Burada bunlar hazfedilmiştir. Biz bu şekilde mana vermiyoruz. "O"nun hangi tezahürüne dua ederseniz edin, sonunda O’na dua etmiş olursunuz. Çünkü onlar O’nun birer ismidir. Kâinat esmadan ibarettir. Allah Âdem’e esma öğretirken kâinatı öğretiyordu yani Allah’ın isimlerini öğretiyordu. İster Allah ismine, ister Rahman ismine, ister başka ismine dua edin.
Devlet vardır. Onun pek çok daireleri vardır. Siz hangisine başvurursanız başvurun aynı devlete başvurursunuz. Şimdi bunu fıkıhta uygulamaya kalktığınızda vatandaş devlet dairelerinden herhangi birisine başvurabilir. Devlet dairesini simgeleyen Türk bayrağının asılı olduğu yerde tüm insanların başvurabildiği yerdir. Bu makam bunu reddetmez. Onu gerekli yere o gönderir. Ona da haber verir. Bunun için köyde muhtarlar, bucakta müdürler, ilçede kaymakamlar ve ilde valiler vardır. Dilekçeyi kabul eden merkezler bunlardır. Bunlar da bu dilekçeyi reddetmezler. Vatandaş istediğine başvurur. O gerekli yere havale eder.
Bugün daireler dilekçeyi almakta, istedikleri zaman da kabul etmektedir. Bucak müdürleri de uygulamadan kalktığı için halk mağdur olmaktadır. Böyle durumlarda vatandaşın yapacağı iş kaymakama veya valiliğe başvurmadır. Onlar senin dilekçeni almamazlık edemezler. Daire ne olursa olsun noterle gönderirsiniz yahut iadeli taahhütlü gönderirsiniz.
Bütün bunları halkımıza kuracağımız “semt kooperatifleri” öğretecektir.
أَوِ ادْعُوا الرَّحْمَنَ
EaViÜDGu elRaXMAvNa
“Yahut Rahmana dua edin”
Burada “Ud’u” tekrar edilmiştir. “Ud’u-ellaha evi’r-rahmana” denebilirdi, o zaman Allah ile Rahman farklı olurdu. Çünkü atıf harfi ikisini farklı kılardı. Hâlbuki burada farklı olan Allah ve Rahman değildir, farklı olan O’nun isimleridir. Çağırmamız farklıdır. Bu sebeple “Ud’u” kelimesi tekrar edilmiştir.
أَيًّا مَا تَدْعُوا
EayYan MAv TaDGUv
“Neye dua ederseniz”
Kime değil de neye dua ederseniz geçmektedir. Yani hangi görüntüsüne dua ederseniz demektir. Hangi ismine başvurursanız demektir. Her ikisi de aynı Tanrı’yı gösterdiği için kime dua ederseniz şeklinde söylenmemiştir.
İfadenin ne kadar uygun seçildiğini görüyorsunuz.
Bu cümleyi bir başka türlü söylediğiniz zaman hemen değişir.
فَلَهُ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَى
FaLaHuv eLEaSMAvEu eLXuSNAv
“Hüsna isimler O’nundur”
Demek ki iyi isimler vardır, kötü isimler vardır. İmtihanda sorulduğu zaman verilen cevaplar ya doğrudur ya yanlıştır. Yani bunu söyleyen öğretmen değildir. Ona yanlışı öğretmen öğretmemiştir. Yanlışı öğrenci yapmıştır. O halde doğru olanların hepsi Allah’ın bize görünen tarafıdır. Kötü olanlar da bizim yanlışlarımızdır, bizim hatalarımızdır. Dünyayı bu şekilde açıklamamız doğru olmayabilir. Başkaları bizden daha iyi açıklarsa o doğru olur. Başkaları bunu çok tanrı ile açıklamaktadırlar. İyilik ve kötülük tanrıları olduğunu iddia edenler vardır.
Şeytanı ve resulleri biz de kabul ediyoruz. Ama bunların tanrı değil tanrının görevlileri olduğuna inanıyoruz. Eğer şeytan ayrı tanrı olsaydı bazen de onun dediği olurdu. Oysa şeytan daima mağlup olmakta, insanlık uygarlaşmaya devam etmektedir.
Sosyalistler yenildiler. Şimdi de Sermaye yenilecektir.
وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ
Va LAv TaCHaR Bi ÖaLAvtiKa
“Salatında cehr etme”
Bunları insanlar söyleyip de onları kendi içtihatlarında serbest bıraktığında, icmalarla sabit olanlarla veya içtihatları aynı olan kimseler birlikte yaşamaya başlayacaklardır.
Birlikte yaşamanın tek yolu vardır; bir araya gelip özgürlük içinde olmadır.
Burasını “Adil Düzen” çalışanları iyi bilmelidirler. Ya merkezi kuvvet olur. Bu kuvvet bazen silah, bazen dolar, bazen de her ikisi birden gelirler ve halkı kendilerine benzetirler. Bunlar şeytanın hizbidirler.
Size burada bir hususu anlatmak istiyorum Taş işçileri vardır. Taştan duvar yaparlar. Önce taşları kırar ve belli büyüklüklere göre düzenlerler, sonra yerleştirirler. Yahut marangozlar vardır. Önce keresteleri yontarlar, sonra keserek onları biçerler, kasa ve çerçeve yaparlar. Topluluklar da böyledir. Her insan ham kerestedir veya ham taştır. Bunların yontulması ve ondan sonra onların bir arada olması ile topluluk oluşmaktadır. Buna eğitim diyoruz.
Merkezi sistemlerde eğitim, para veya silah veya her ikisine sahip olanlar tarafından kurulan merkezi okullarda eğitilerek yapılmaktadır. Oysa Kur’an düzeni bunu reddetmektedir. Merkezden eğitilmeyecek, halk kendi kendisini eğitecektir.
Ben ve Dr. Mete gibiler bir araya geldiğinde birbirlerini yontmaya başlarlar. Bu sebeple birlikte iş yapamazlar. Ben hastanenin projesini yapalım diyorum, o olmaz diyor; proje vakit kaybıdır diyor. Daha birbirimizi yontamadık. Ne ben hastane projesinden vazgeçiyorum, ne de o kabul ediyor. Şimdi haftada bir buluşuyoruz. Ömrümüz olursa belki yirmi sene sonra anlaşmış oluruz. Ama biz günde beş defa buluşursak, o zaman belki altı ay içinde anlaşırız.
İşte, İslâm düzeninde başkalarının insanları yontmaları olmadığı için merkezi eğitim yoktur. Bugünkü okulların tamamı İslâmî okullar değildir.
İslâmî okullar namazlardır. Günde beş defa toplanan insanlar birbirlerini yontarak eğitirler. Zamanla anlaşırlar ve birbirlerine uyan aynı salih ameli işleyen kimseler olurlar. Artık çocukken birlikte olan belki de mezara kadar büyükleri ile beraber olur. 33 yaşına kadar öğrenci, 66 yaşına kadar uygulayıcı ve ondan sonra da öğretmen olurlar. Herkes çalışarak okur. İhtisas yapacaklara ihtisas veren lojmanlı apartmanlarda otururlar. Allah olayların tamamının Allah’ın takdirinde olduğunu, bizim kimseyi zorlama yetkimizin olmadığını anlattıktan sonra namaza geçerek, bizim “Adil Düzen”i nasıl kuracağımızı anlatmaktadır.
Namazın aşiretlerde kılınacağını ve aşiretlerle eğitileceğini anlatmaktadır.
Biz yüz lojmanlı işyeri apartmanlarını yapıyoruz. On katlı bina oluyor. Her katta ilave olarak iki sosyal daire ayırıyoruz. Burası mescit ile kadınların ve erkeklerin, misafir edildiği ve toplandığı yerler olacaktır. Her kat beş vakit namazını kendi mescidinde kılacak. Bu ayet bizim bu husustaki fıkhımızı teyit etmektedir. Biz hiçbir şeyi kendi aklımızla yapmıyoruz. Kur’an’a danışıyor ve onu yapıyoruz. Hatalarımız oluyor. Allah da orada bizi ikaz ediyor ve vazgeçiyoruz. İnsan ancak normal konuşması ile sohbet edeceği kimselerin bulunduğu kalabalık içinde eğitimini almalıdır. Orada birbirlerini yontmalıdırlar. Çocuklar bunların içinde yetişmelidir. Çalışma ise yüz haneli semtlerde olacaktır. Böylece her semt bir insanlık hücresi olacaktır. Bunlar yönetimin hücresi olacaklardır.
Burada “Bi’s-Salâti” denmiş, “Fi’s-Salâti” denmemiş, çünkü namazda gelişigüzel bir yerde okunmuyor, sadece kıyamda okunuyor. Buradaki “Bi” harfi ile bunun böyle olduğunu gösteriyor. Kur’an’da “Fekraû Fi’l-Kıyami” denmemektedir. Ama buradaki “Bi” sebebiyle bizim kıraat için namazda bir yeri ayırmamız gerekir. Bunun da kıyam olacağı son derece zahirdir. Fi yerine Bi kullanmakla Kur’anda namazı teferruatına kadar tarif etmiş oluyor.
وَلَا تُخَافِتْ بِهَا
Va LAv TuPAvFiT BiHAv
“Ve onda da hifat etme”
Fısıltı ile konuşma, necva yapma, kulaklara bir şeyler fısıldama.
Demek ki aşiret toplantıları herkese açık olacaktır. Aşiret sakinlerinden herhangi birisinin misafiri de namazlara katılacaktır.
İslâmiyet’te her türlü cemiyetleri kurmak serbesttir, cemiyetler dağıtılmaz ama gizli kapaklı toplantı da yoktur. Suçlu olan topluluk değil kişilerdir. Devletin veya başka bir gücün topluluğa müdahale etmesi yoktur. Suç işleyen olursa hakemlerden oluşan mahkemelerde muhakeme edilip cezalandırılır.
Benim tefsirimden başka Alusi benzeri tefsirleri de yorumcular okumalıdırlar. Lügat olarak Lisanu’l-Arab’ı, Tefsir olarak Alusi’yi, Hadis olarak Tac’ı, Usul olarak Mir’at’ı veya Müsellem’i, Fıkıh olarak Şarani mizanından yapılan telhisi okunmalıdır. Bunlar halkın anlayacağı şekilde tercüme edilmelidir. Bunları anlamak, hele usulü anlamak zordur. Ama Yard. Doç. Dr. Hasan Özket arkadaşımız bu alanda yetişmiştir, ondan yararlanabilirsiniz. Akevler Yenibosna Kooperatifler Merkezi bu hususta merkez olmalıdır.
وَابْتَغِ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلًا (110)
VaiBTaĞIy BaYNa ÜAvLiKA SaBIyLan
“Ve bunlar beyn’inde bir sebil ibtia et.”
“İbtiğa etmek” girişim demektir. Bir usule uyarsınız ona göre çalışma başlatırsınız. “Sebilen” kelimesi nekre gelmiştir. O halde duruma göre sesini yükseltebilir veya düşürebilirsin ama uzaktakilere duyuracak kadar yükseltemez, yakındakilerin de duyamayacağı kadar küçültemezsiniz.
İsra Suresi çalışmamız bitiyor ve sondan ikinci ayet namazla yani aşiretle bitiyor.
Şimdi Adil Düzen çalışanlarının yapacakları iş vardır.
Her köyde ve her sokakta Adil Düzen çalışanı bulunacaktır. Eğer kimse yoksa o sokakta oturanların hepsine bu çalışmayı başlatmak farzdır. Kişi bir arkadaş arayacak, bulacak ve birlikte Adil Düzen çalışmalarına başlayacaklardır.
Önce evlere sıra ile gideceklerdir. Her akşam yatsıya kadar orada toplanacak ve Kur’an seminerlerini yapmaya başlayacaklardır.
On kişiye yakın olduktan sonra, imkânı olan kimse bir odasını mescit olarak tahsis edip orada her akşam toplanacaklar, kadınlar ve çocuklar da katılacaklardır. Böylece “Adil Düzen”i öğrenmiş olacaklardır.
On aile olduktan sonra bir Hizmet Dayanışma Kooperatifi kuracaklardır. Eğer sokakta veya köyde bir bakkal varsa ve o bakkal “Adil Düzen”e göre bakkalı çalıştırmayı kabul ediyorsa, onun bakkalını “Adil Düzen” bakkalına çevireceklerdir. İki bakkal varsa, ikisi de kabul ediyorsa, bunları “Adil Düzen”e göre ortak edip tek bakkala çevireceklerdir.
Bundan sonra köyde üretilenleri satın alan dükkân açacaklardır. Kim mal getirirse onun malını satın alacak ve bakkal gibi pazarlayacaklardır. Bunları Adil Düzen” derslerinden öğreneceklerdir.
Bundan sonra kooperatif semt bonosunu çıkaracak ve artık bağımsız ekonomiye geçecektir. Köyde veya sokakta bir işyeri kuracaktır. Dışarıda iş bulamayanlar burada devamlı iş bulacaklardır. Böylece her köy ve semtte “Adil Düzen”e geçilmiş olur.
Bundan sonra yüz lojmanlı işyeri siteleri kuracaksınız. Bunlar ya her biri birer dönüm arsa üzerinde oturan ahşap site evlerinden oluşacak yahut on katlı yüz lojmanlı apartmanlar olacaktır.
Bu şekilde halk kendi kendine organize olduktan sonra makroya geçilecek. Önce bucaklar kurulacak. Katılan bucaklar merkez il ve ilçe bucaklarını kuracak, sonra katılan iller ülke merkez il bucaklarını kuracaklardır. Sonra da insanlık merkezi bucağı kurulacaktır. Böylece insanlık seviyesinde bir asır içinde zannediyorum “Adil Düzen”e geçilecektir.
Hedefler iyi bilinecek, ondan sonra her şeyi zamana bırakacağız, Allah ne zaman isterse o zaman olacak.
Adil Düzen Partisi bu semt kooperatiflerinin kurulmasını organize etmek ve Sermaye ile bürokrasiye karşı durabilmek için kurulacaktır. Yoksa hiçbir zaman iktidarı hedeflemeyecektir.
Namaz okullarını kurmadan bu okulları kapatamazsınız. Bu düzende siz iktidar olursanız zulüm düzenini siz yürütmüş olursunuz. Bu düzende başka bir şey beklenemez.
وَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ وَلِيٌّ مِنَ الذُّلِّ وَكَبِّرْهُ تَكْبِيرًا (111)
Va QuLı elXaMDu LıelLAHi elLaÜIy LaM YatTAPiÜ VaLaDan Va LaM YaKuN LaHUv ŞaRIyKun Fı eLMuLKi VaLaM YAKuN LaHUv VaLıyYun MiNa elÜulLi Va KabBiRHUv TaKBIyRan
“Kavlet: Hamd Veled ittihaz etmemiş ve ona mülkte hiçbir şerikin olmadığı ve ona zülden hiçbir velinin olmadığı Allah’a aittir. Onu tekbiren tekbir et.”
Söyle; ister Allah’a dua edin ister Rahmana dua edin tüm iyi isimler O’nundur demiş, sonra namaz mesaisini anlatmıştır.
Kendiniz aşiretler yani ocaklar oluşturacak, günde beş defa buluşacak ve “Adil Düzen”i öğrenip uygulayacaksınız. “Adil Düzen”e katılmayan kimselerle ise ilişkiniz dostane olacaktır, onlar saldırmadıkça siz de saldırmayacaksınız. Onlara cephe almayacak, onlarla dalaşmayacaksınız; ne var ki yanlış yaptıklarında hiçbir zaman taviz vermeyeceksiniz.
Biz AK Parti’ye, Millî Görüş’e, Gülen cemaatine, Hareket Partisi’ne, Halk Partisi’ne, hatta HDP’ye hiçbir zaman karşı olmadık. Biz Sermaye’ye ve devletlere karşı da cephe almadık ama yanlış yaptıklarını her zaman söyledik. İşte böyle yaparak bu ayetin emrini yerine getiriyoruz. Akevler Kooperatifi’ni kurduk, Kur’an düzenini kendi içimizde yaşayalım diye. Millî Görüş partilerini kurduk, Kur’an’ı dünyaya duyuralım diye. Elbette işimiz sona ermemiştir. Ama her iki görevimizi de yapma yolundayız. Hatalarımız ve günahlarımız vardır, sağa sola yalpa yapıyoruz ama yolumuza devam ediyoruz.
Namazlarınızı kılın ve onlar da söyleyin ve deyin ki; hatalarınız vardır.
Onların yaptıkları hatalar dört noktada toplanmaktadır:
1- Allah’tan başkasına hamd etmeleri. Her nimetin sahibi Allah olduğu halde, herkes bir tanrı edinmiş, yapılanları onlara mâl edip durmadan onlara tav’an veya kerhen hamd etmektedir. Lenin, Stalin, Hitler, Mussolini, Mustafa Kemal, Bediüzzaman, Erbakan, Gülen, Erdoğan vs; insanlar bunlara hamd etmektedirler. Tarikatlar şeyhlerini, partiler liderlerini tanrılaştırmaktadırlar, bu iyilikleri onlar yaptı demektedirler. Allah bizim onlara söylememizi emrediyor, yanlış yapıyorsunuz dememizi istiyor. Bilesiniz ki hayırlar Allah’tandır, şerler de sizin yaptıklarınızın karşılığı olarak yine Allah’tandır. Zalimler de Allah’ın izni ile size zulmetmektedirler. Biz sizden bu hususta ayrılıyoruz.
Günde en az 20 defe hamd Allah’adır diyoruz. Yani yapılan bütün iyilikler, bütün nimetler kâinatın Rabbi Allah’ındır ve Allah onun karşılığını kişilere değil topluluğa vermiştir. Erbakan’ı, Erdoğan’ı veya başka birisini tanrılaştırmak şirktir ve Allah bizim o hususta yani insanları putlaştırmada asla onlarla beraber olmamamızı emretmektedir.
Tekraren söyleyecek olursak biz size karşı değiliz. Siz günahkâr olsanız da biz sizi cezalandırma durumunda değiliz ama hiçbir vesile ve suretle sizin hamd ettiklerinize biz hamd etmeyiz. Biz âlemlerin rabbine hamd ederiz.
2- İkincisi; yine Hıristiyanlara deyin ki: Biz sizinle beraberiz; küfür ile Sermaye ile dinsiz diktatörlerle mücadelede sizinle beraberiz. Biz sizi seviyoruz. Üçüncü binyıl uygarlığını birlikte kuracağız. Ama şunu bilin ki biz Hazreti İsa’yı asla Allah’ın oğlu kabul etmeyiz ve bu hususta sizinle beraber olmayız. Allah’ın bir şeriki ve mirasçısı yoktur. Hazreti İsa da Hazreti Muhammed gibi bir insandır. Hataları ve günahları olabilir ama onları Allah görevlendirmiştir, getirdikleri haktır, söyledikleri doğrudur. Bize sözleri gerek. Allah onların hatalarını ve günahlarını affetmiştir. Bu bakımdan da onlara olan sevgimiz ve saygımız fazladır. Ama onlar tanrı değildir, Allah’ın oğulları da değildir. Bu konuda hiçbir zaman Kilise ile beraber olmayacağız. Bunu onlara bildirin. Sizin böyle olduğunuzu bilsinler. Ona göre ilişki kursunlar. Kimse bizi putlarına taptıracağını sanmasın.
3- Sonra Sermaye’ye söyleyin ve deyin ki; mülk de Allah’ındır, şeriki yoktur. Ne Sermaye’nin ne de siyasetin Allah’ın şeriatını değiştirmeye ve kendilerinin kanunlar yapma yetkisi yoktur. Parmak hesabıyla ortaya çıkan tüm mevzuat batıldır. Biz sizinle beraber iş yaptığımızda sizin ekseriyet kanunlarınızı kabul ederiz, size onlara uyacağımıza söz verdiğimiz için uyarız ama hak olduğu için değil.
Biz bu memlekette yaşarken sizin kanunlarınıza söz verdiğimiz için uyuyoruz. Sizleri de ikna edip sizi Allah’ın şeriatına getirmek istiyoruz. Bundan vazgeçeceğimizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bu anlaşma çerçevesinde sizinle beraberiz. Buna imkân vermediğiniz zaman biz hicret ederiz Allah bize bunu emrediyor. Biz iktidarınıza karşı gelmeyiz. Ancak şunu iyi bilin, Allah diyor ki; bunlar giderse siz artık varlığınızı sürdüremezsiniz. Sizin varlığınıza biz son vermeyiz, siz kendi kendinize son verirsiniz. Birbirinize saldırır ve sonunda taraflar olarak her ikiniz de helak olursunuz.
Sermaye şimdi üçüncü cihan savaşını hazırlıyor. Zannediyor ki savaş sonunda ben yine oturup haritayı istediğim gibi çizerim. Çizemezsin. Çizdiğini zannedersin ama Allah kendisi çizer. Birinci Cihan Savaşı’nda imparatorluklar döneminin sonunu Allah getirdi. Diktatörler dönemine de demokrasi ile son verdi. Şimdi parti diktatörlükleri vardır. Biraz sonra o da sona erecektir. Yerine halk yönetimi gelecek, demokratik şeriat yönetimi doğacaktır. Aslında sizin yaptığınız Allah’ın planıdır. O’nun planı uygulanmaktadır. Siz farkına varmadan “Adil Düzen” için çalışıyorsunuz. Biz “Adil Düzen” çalışanları Allah’tan emir aldık, merkezi yönetim değil halk yönetimi olacaktır. Kanunları ne Sermaye yapacak ne de askerler yapacak ne de bürokratlar yapacak. Çok sade ve basit olarak ifade ediyorum. a) İçtihatlar herkesin kendisi için kanun olacak. b) Sözleşmeler anlaşanlar için kanun olacak. Anlaşmaları gerektiğinde anlaşır ama bir konuda anlaşamazlarsa ortak vekil seçerler. İstişare eder, ortaklar adına karar verir ve bu karar sözleşme mahiyetindedir. c) Nihayet çıkan ihtilaflar başkalarının hazırladığı kanunlarla, merkezi yargının verdiği hükümlerle değişmez, birlikte olanlar kendi seçtikleri hakemlerin kendi sözleşmelerine dayalı olarak verdikleri kararlara uyacaklardır. Bunun dışında mevcut yasalara irademizle uyarız ama hiçbir zaman rıza göstermeyiz. Kooperatifleri kurar ve kendimiz istediğimiz gibi yaşarız. Kurdurmazsanız hicret ederiz. Allah sizi helak eder ve biz geliriz.
4- O’nun üstüne bir veli yoktur. Allah bizim velimizdir. Ama biz ondan üstün değiliz. Yöneticiler halkın üstünde değildirler. Yöneticiler halkın görevlileridir, kayyumlarıdır. Halkın işlerini görür ve ücretlerini alırlar. Dokunulmazlıkları yoktur. Bundan dolayıdır ki “Adil Düzen”de jandarma ve silahlı emniyet teşkilatı yoktur. Kararlar hakemler tarafından verilir ve kararları da tüm halk infaz eder; dayanışma ortaklıkları infaz ederler. Yani cumhurbaşkanları da yargının üzerinde değildirler, herkes yargı kararlarına uymak zorundadır. Cumhurbaşkanının ordusu dışında koruması yoktur. Dayanışma ortaklıkları sorumlularından başka danışmanları yoktur. Dayanışma ortaklıkları bir aşiret oluşturur. Devlet başkanı o aşiretin imamıdır. Bunlar şir’alar oluştururlar. Bakanları bunlar atar ve yargı huzurunda onlar sorumludur. Başkan saygındır ama hâkim değildir.
Ve ayet onu tekbir et demektedir. Bu “Kul”un içinde değildir. Bu “Ve Kul”a atfedilir. “Söyle ve tekbir et” diyor. Yani biz söyleyeceğiz, Ondan sonra Âlemlerin Rabbi Allah’ı tekbir edeceğiz.
Yani insanlık etrafında toplanıp ulusları Sermaye’nin baronlarının yönettiği bir dünya yerine, şeriatın hakemlerinin yönettiği bir dünyanın kurulması için çalışacağız. Türk milletini diğer milletlerin üstüne çıkarmaya değil, diğer milletlerle tüm insanlığı birleştirmeye çalışacağız. Devletimiz olacak, ulusumuz olacak ama ne kimse bizden üstün olacak ne de biz kimseden üstün olacağız. Birlikte halifesi olduğumuz Rabbimize yürüyeceğiz.
Bu sebepledir ki biz hiçbir cepheye katılmıyoruz. İyi işi kim yaparsa onun yanındayız, kötülük yapanlardan uzaklaşırız ama onların kötülüklerine de mani olmayız. Olağanüstü hali (OHAL) tasvip etmiyoruz. Adil yargı kuralım, hakemlerden oluşmuş yargı kuralım. Adil yargının mahkûm ettiği kimselere biz değil onlar ceza versinler. İnfazda insafsız olalım. Ama yargılamada insafsızlık zulümdür diyoruz, tasvip etmiyoruz. Ama onların bu yaptıklarına karşı herhangi bir girişimde bulunmuyoruz, Allah’la baş başa bırakıyoruz.
وَقُلِ
Va QuLı
“Ve kavlet”
Buradaki atıf daha önceki “Kul”a değil de “Ve La Techer”e atıftır. Namazda cehr etme.
Kendi aşiretine anlat ve kendi aşiretinle yaşa emrinden sonra… Ve onlara da söyle ve de ki; ben size muhalif değilim, ben yıkıcı değil yapıcıyım. Ne siyasi iktidarınızın ne de ekonomik varlığınızın yok olmasını istiyorum. Sadece size diyorum ki; bizi serbest bırakın, kendi kooperatifimizde kendimiz istediğimiz gibi yaşayalım. Semtler ve bucaklar oluşsun, herkes kendi semtinde, kendi bucağında istediği gibi yaşasın. Onlar üretsin ve onlar tüketsin, siz alıp satın, mübadeleyi gerçekleştirin. Ordularınız olsun, dünyanın güvenliğini sağlayın. Biz kooperatifler olarak sizden sadece bunu istiyoruz. Bizi rahat bırakın.
الْحَمْدُ لِلَّهِ
elXaMDu LıelLAHi
“Hamd Allah’ındır”
Karşılıklı olarak biz size vergi veririz, siz de bizi korur, iç ve dış güvenliğimizi sağlarsınız, alt yapıyı yapar kullandırırsınız. Para çıkarır, semt ve bucaklar arası ilişki sağlarsınız. Ama biz size hükmetmeyiz, siz de bize hükmetmeyiniz. Barış içinde birlikte yaşayalım. Hepimiz Allah’ın, topluluğun fertleriyiz, görevlerimiz farklı ama varlığımız eşit.
Bu söz tüm demokrasiyi ve ekonomiyi içermektedir.
“Hamd Allah’ındır” demek, emek dışı bütün değerlerin karşılığıdır, eşitlik içinde bölüşürüz demektir. “Hamd Allah’ındır” demek, biz insanlar eşitiz, işbölümü içinde çalışır birlikte yaşarız demektir.
الَّذِي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا
elLaÜIy LaM YatAPiÜ VaLaDan
“Veled ittihaz etmemiştir”
Hamd O’nundur. Veledi olmadığı için de O’nun dışında hamde layık kimse yoktur.
Buna şu şekilde itiraz edilebilir. Babalarının kazandıkları çocuklara miras olarak bırakılıyor. İnsanlık içinde bu hamd Allah’a aittir dediğimizde emeksiz iktisap yok mudur? Yoktur. Bizi Allah yetiştirdi, topluluk yetiştirdi. Dolayısıyla anne babamıza bir borcumuz yoktur. Ama Allah’a, insanlığa borcumuz vardır. Çünkü borçlanarak büyüdük. Çocuklarımıza bakarak veya onlara miras bırakarak Allah’a ve insanlığa borcumuzu öderiz.
وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ
Va LaM YaKuN LaHUv ŞaRIyKun Fı eLMuLKi
“Ve mülkte O’nun hiçbir şeriki yoktur”
“MLK” kökü çamur yoğuran işçinin adı olarak geçmektedir. Emeği temsil eder. Emek verenin üründeki payına “mülk” denir. İnsanlar Allah’ın yani tüm insanlığın işçisidirler, ücretlerini O’ndan alırlar. Devletin sahibi de ne Sermaye sahibi ne de silah sahibi kimsedir. Her şeyin maliki Allah’tır. Allah kendisine insanlığı halife yapmıştır. Herkes Allah’ın halifesidir. Allah’ı temsilen içtihat yapar, sonra da O’nun kulu olarak görevlerini yerine getirir.
İnsanlar içtihadı kavrarlarsa “Adil Düzen”i de kavramış olurlar.
وَلَمْ يَكُنْ لَهُ وَلِيٌّ مِنَ الذُّلِّ
Va LaM YaKun LaHUv VaLıyYun MiNa elÜulLi
“Ve O’nun zülden bir velisi yoktur”
“Zeyle” etek demektir. “Züll” aşağılıktır, rütbede düşüklüktür.
İnsanlık insanların velisidir ama yukarıdan velisidir; babanın oğula veli olması gibi velisidir. Allah’ın böyle bir velisi de yoktur. Bunun anlamı, oğlu olmadığı gibi babası da yoktur.
“Ve Lem Yekün Lehu” ifadesi tekrar edilmiştir.
Sermaye devletleri emrine almak istiyor, diğer taraftan devletler de Sermaye’yi emrine almak istiyor. Bugün bunun cihadı vardır. Devlet ne Sermaye’nindir ne de bürokratlarındır. Devlet insanlığındır; insanların oluşturduğu topluluğundur. Dağdaki çoban ile Hürriyet’te yazı yazan yazar arasında bir fark yoktur. Herkes kendi işini yapmaktadır. Hepsi Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın emrine uyarak O’nun halifesi olan insanlığa tabidir. Herkes kendi içtihadına tabidir.
وَكَبِّرْهُ تَكْبِيرًا (111)
Va KabBiRHUv TaKBIyRan
“Ve O’nu tekbiren tekbir et.”
“Tekbir” masdardır. Arapçada fiilin adı olarak masdar vardır. Bunun dışında fiilin zamanını gösteren, mekânını gösteren masdar vardır. Adet masdarı vardır. Nevi masdarı vardır. Köklerde bu böyledir. Mezid bablarda bir masdar vardır, her kök mastar kalıbında müşterektir. Buradaki “Tekbir” masdarı nevi masdardır yani hangi çeşit olursa olsun sen tekbir et.
“Tekbir etmek” ‘Allahuekber’ demek değildir, aksi halde ‘Vallahuekber’ derdi yani “Kul Allahuekber” derdi. Öyle değil de fiilen tekbir edilecek.
Bir kavmin, bir mezhebin insanlığa hâkim olmaması gereği ile sen insanlığı tekbir et yani onu en üst yere koy ve Âlemlerin Rabbi Allah’ın şeriatını yani herkesin kendi içtihadı ile amel etmesini benimse.
Böylece İsra Suresi sona ermiş oldu.
Bu anlattıklarımdan biri geçekleşmiştir. O da Sermaye’nin en yüksek seviyeye çıkmış olmasıdır. İkincisi de gerçekleşecektir. İsrail’i barış içinde “Adil Düzen” orduları işgal edip bağımsız İsrail’i kurduğu ve tüm Yahudiler orada toplandıkları zaman bu yorumlarımız doğrulanmış olacaktır.
*
(Not: Bugünlerde “Kur’an’ı güzel okuma yarışmaları” yapılıyor ve DİB Prof. Dr. Mehmet Görmez bile bu yapılana itiraz ediyor ya; bu vesileyle Bilge Bosna Başkanı Hemşehrimin sözünü hatırladım:
“Müslümanlar, Kur’an hayata nasıl uygulanacak sorusundan kaçmak için Kur’an’ın nasıl okunması gerektiği hususunda geniş bir ilim ürettiler.” ALİYA İZZETBEGOVİÇ. Reşat Erol)