İSRA SÛRESİ - 4. Hafta
13-17 ayetler
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
وَكُلَّ إِنْسَانٍ أَلْزَمْنَاهُ طَائِرَهُ فِي عُنُقِهِ وَنُخْرِجُ لَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كِتَابًا يَلْقَاهُ مَنْشُورًا (13) اقْرَأْ كِتَابَكَ كَفَى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَسِيبًا (14) مَنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدِي لِنَفْسِهِ وَمَنْ ضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولًا (15) وَإِذَا أَرَدْنَا أَنْ نُهْلِكَ قَرْيَةً أَمَرْنَا مُتْرَفِيهَا فَفَسَقُوا فِيهَا فَحَقَّ عَلَيْهَا الْقَوْلُ فَدَمَّرْنَاهَا تَدْمِيرًا (16) وَكَمْ أَهْلَكْنَا مِنَ الْقُرُونِ مِنْ بَعْدِ نُوحٍ وَكَفَى بِرَبِّكَ بِذُنُوبِ عِبَادِهِ خَبِيرًا بَصِيرًا (17)
***
وَكُلَّ إِنْسَانٍ أَلْزَمْنَاهُ طَائِرَهُ فِي عُنُقِهِ وَنُخْرِجُ لَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كِتَابًا يَلْقَاهُ مَنْشُورًا (13)
Va KülLa EiNSAvNın EaLZaMNAvHUv OAvEiRaHuv FIy GuNuQıHIy NuPRıCu LaHUv YaVMa eLQıYAvMaTi KiTABan YaLQAvHu MaNŞUvRan
“Ve insanın küllüne tairini ona onun unukuna ilzam ettik ve kıyamet yevminde onun için ona menşuren lika olan bir kitap ihraç ederiz..”
Bundan önceki ayette kâinatın ayetlerinden bahsetmiş ve sonunda her şeyi tafsil ettiğini beyan etmişti. İnsan aklının doğa kanunlarını kavradığını, bunu akıl veya nakil yoluyla gerçekleştirdiğini anlattık, her şeyi tafsil ettik demektedir. Burada da ona atıf yapmaktadır.
Mademki insana ne yapacağını bildirmiş, insan da onu yapmakla mükelleftir.
Kur’an’da geçen ayetlerden her birinin dayandığı temel kelime vardır. Onun manasını kavrarsanız, ayetin diğer kelimelerini de doğru anlarsınız. Buradaki kelime “Tair”dir.
Lisanu’l- Arab’a bakalım.
“Tayr” kuş sürüsüdür. “Tair” tek kuştur. “Tayretmek” uçmak anlamına geldiği gibi düşmemek anlamına yani durmak anlamına da gelir. Havanın direnciyle uçan kanatların kalkması anlamına gelir. Uçurtan, ayakta tutan anlamındadır. Yani bir insanın yaşamasını sağlayan, çökmesini ve düşmesini önleyen anlamındadır.
İnsanlarda batıl inançlar vardır; bir kimsenin veya bir olayın uğursuz olması inancı. Göz değme de budur. Örnek olarak bazı kuşların ötmesi kötü olayın habercisi olarak kabul edilir. Buna “tair” denmektedir. Yani başına gelen felaketlerin bir başkası tarafından ayarlandığı inancı bunu ifade eder.
Biz her insanın tairini yani başına gelen kötülükleri ve iyilikleri kendisine ilzam ettik. Yani ona yapıştırdık. Onunla birlikte dolaşır anlamındadır.
“Tair” kelimesini böyle anladığımız gibi onun hareketlerini yöneten cüzi irade şeklinde de anlarız. Cüzi iradesi ile ne yapmışsa, ne şekilde hareket etmişse, onunla onu sorumlu tuttuk demektir.
Bir hayvan bir iş yaptığı zaman, yaptığı anda karşılığını alır, deftere yazılır ve kimse ona yaptıklarının hesabını sormaz.
Oysa insan bugün bir iş yapar. O anda ona kimse bir şey demez. Ama yaptıkları kayda alınır, ilerde sen geçmişte bunu yaptın der ve ondan sorarlar.
“Boynumun borcu” deriz. Borcu yüklenen beyindir. Dolayısıyla “başımın borcu” dememiz gerekirken “boynumun borcu” deriz.
“Boyun” kelimesi Arapçada “Unuk” ve “Rakaba” olarak ifade edilmektedir. “Rakaba” ense anlamındadır. “Unuk” ise boğaz anlamındadır.
“Rakaba” ile “Unuk” arasını başka bir şekilde açıklarsak; “Unuk” dediğimiz zaman boğazın iç tarafını, “Rakaba” dediğimiz zaman boğazın dış tarafını anlarız. Harflerden “Ba” ile “Gayn” yerlerini değiştirmiştir. “Gayn” boğazın içinden çıkar, “Be” dudaklardan çıkar.
Bu takdirde ayeti şu şekilde yorumlayabiliriz. İnsanın tüm davranışları ve karşısına çıkan olayları değerlendirmesini beynine yükledik. Beyni ile bedeni arasında uyum sağladık. Bedeni beyin yönetir. Burada ihraç edilen kitap olabilir yani kitap meful olur. Bir kitap çıkarılacaktır. O kitap tairin fiilleri olacaktır. Yani insan beyni ile hareket edecek. Hayatı yaşayacak ve yaptıkları yarın kitap olarak ortaya çıkacaktır yahut kitap halinde olur. Tair kitap olarak çıkmış olur. O zaman da yazılanlar ve kaydedilenler fiiller değil de insanın düşünceleri ve iradesi olmuş olur.
İnsan düşüncelerinden mi sorumludur, yoksa yaptıklarından mı?
İnsan düşüncelerine uyan yaptıklarından sorumludur. Adam öldürmeyi düşünmüşsün ama öldürememişsen, Allah onun hesabını sormayacaktır. Düşünmeden, hataen, istemeyerek adam öldürmüşsen, onu da sormayacaktır. Adam öldürmeyi istemiş ve isteği de gerçekleşmişse, onu soracaktır.
“Reyhan” kokulu çiçektir. “Rih” kokudur. Rüzgâr kokuyu getirdiği için rüzgârın adı “Rih” olmuştur. Rihteki koku iyi veya kötü olabilir. Hoş kokulu çiçek “neşr”dir. Tatlı esen rüzgâra “neşr”, sert ezen rüzgâra “asıf” denir. “Asıf” tek istikamette esen rüzgârdır. “Naşir” ise yayılmış rüzgârdır. Buradaki naşir kelimesi film anlamında da olabilir. Film yetmez. Film fiziki hareketleri gösterir. Oysa hesap kastı da içine alan filmdir. Kitaptır ama değerlendirilmiş kitaptır. Miktarları filmle tespit edilmiştir. Ona değerleri rakamlarla tespit edilmiştir.
Bir çuval buğdayı bir hayvan da götürür ama hayvan onun kaç kilo olduğunu söyleyemez, hele kaç lira ettiğini hiç söyleyemez. O halde insana has olan rakamların da kayda geçmesi neşrdir; “Yelkahu Menşuran”ın manası budur.
وَكُلَّ إِنْسَانٍ
Va KülLa EiNSAvNın
“Ve her insan”
“Üns” kelimesi oku atan yayın atan tarafındaki kısımdır, “Vahş”ın aksidir.
“İnsan” demek ehli demektir, vahşi olanın aksidir. “İns” demek vahşi olmayan demek, ehli olan demektir. “Cin” ise görünmeyen, kapalı demektir.
“İnsan” ve “Cân” kelimeleri ismi cinslerdir. Yani tek insan anlamında değil, insan cinsi anlamındadır. Cins ismi şöyle anlayabiliriz. Kâinatta Ahmet, Mehmet, Hasan gibi on milyar insan yaşamaktadır. Bunların her biri ayrı ayrı instir. Hiçbirisi birbirine tam benzemez, her biri ayrı ayrı varlıktır. Eğer bugünkü bütün insanlar kastediliyorsa buna istiğrak denir. Mantıkta bu toplam olarak gösterilir. Bir de bunların ortak özellikleri vardır. Örnek olarak bunların hepsi ağlar ve yürür. Bu ortak özelliği taşıyan varlığa insan diyoruz. Böyle bir varlık yoktur. Sadece biz beynimizde düşünüyoruz. Bu varlığın çoğulu da yoktur, çünkü insanın tanımıdır. Sayı ise var olan varlıklar için söz konusu olabilir. Erkek ve dişisi de yoktur.
“Ünas” insanın değil insin çoğuludur. “El-Nas” “el-Ünas”ın değişmiş şeklidir. “El-Ünas” olmadığı gibi “Nasun” kelimesi de yoktur. “El-İnsan” cins isim olduğu için çocukları, kadınları, sağlamları, sakatları ne içerir ne de dışarı bırakır. Onların yani insan denen varlığın oluşanlarıdır. Eksikleri fazlaları olabilir. Onları insanlık dışında bırakmaz. Çünkü insan kavramı içinde onlar arızi durum olarak kabul edilmiştir.
Burada kabul edilen insan kavramı kastedilmiştir. “İnsan” nekre gelmiş, “Küllü” kelimesi konmuştur. Kur’an’da nekre olarak “insan” kelimesi yalnız burada gelmektedir ve “Küllü” kelimesi ile ifade edilmektedir. “Küllü” kelimesi cins isim olduğuna göre küllü kelimesi manasızdır, çünkü cinste sayı yoktur. Buradaki “Küllü” marifenin üzerine gelen küllü gibidir. “Küllü racülin” deseniz, kişilerden her biri anlamına gelir, bütün erkekler demek olur. “Külle’r-raculü” derseniz, adamın bütünü yani tüm vücut demektir. Burada nekre gelen insan küllü ile marife kılınmış, insan kavramının tamamı demek olur.
İnsan demek tairi unukuna ilzam edilmiş varlık demektir.
أَلْزَمْنَاهُ
EaLZaMNAvHuv
“Ona ilzam ettik”
“Lezime” yapışmak demektir. “Lizam” kelimesi iki defa geçmektedir. “LZM” kökü beş defa geçmektedir. “LZB” kökü de bir defa geçmektedir. Birbirini ikiliye tamamlamaktadırlar. Her ikisi de yalnız insan için geçmektedir.
“İlzam” insanın sorumlu olduğu şeyler anlamındadır. Bunun iki şartı vardır. İnsanın kendi cüzi iradesi ile irade etmesi gerekir. Sonra da o irade ettiği şeyin fiilen gerçekleşmesi gerekir. İşte bu olaylar ilzamdır. İnsanın tanımı ilzam ile olmaktadır.
Her insanın ilzamı ayrı ayrıdır ve her insan kendi ilzamı ile yerini alacaktır.
طَائِرَهُ
OAvEiRaHUv
“Tairini”
Onu tayr ettiren, onu hareket ettiren demek olur. Onu uçurtan anlamındadır.
İnsanın özelliklerinden biri de kendisinin kanatları olmadığı halde icat ettiği kanatlarla uçması demektir. Yani insanın kendi geliştirdiği sanayi ile diğer canlılardan farklı olarak ortaya çıkması ve uygarlığını kurmasıdır.
Canlılar evrimleşir, insanlar uygarlaşır. Canlılar kromozomlardaki DNA’larla evrimleşirler. İnsan ise kendisinin geliştirdiği teknoloji ile uygarlaşır.
Bu teknolojiye “tair” denmektedir.
فِي عُنُقِهِ
FIy GuNuQıHIy
“Unukunda”
“Unuk” Kur’an’da 9 defa geçmektedir. Buna karşılık çene anlamındaki “Hanak” ise bir defa geçmektedir. Şeytanın insanı ihtikan edeceğini yani çenesinden tutup götüreceğini söylemektedir. Boğaz ve boğazın üstünde çene. Sesler boğazda çıkar ve çenede şekillenir.
İnsan iradesi ile yaptığından sorumlu olduğu gibi insan aynı zamanda sözlerinden de sorumludur. Ses boğazdan çıkar. “Hançere” kelimesi iki defa geçmektedir.
İnsan iradesi ile yaptıklarından sorumlu olduğu gibi insan söyledikleri ile de sorumludur. Yani buradaki “Unuk” kasdi fiilleri ve kavilleri içerir. İnsan düşüncesinden sorumlu değildir ama düşüncesi fiile veya kavle dönüştüğünde sorumlu olur.
وَنُخْرِجُ لَهُ
Va NuPRıCu LaHUv
“Ve ona ihraç ederiz”
Bugün Türkçede “tebligat çıkarma” deyimi vardır. Allah ahirette, dünyada kasdi olarak söyledikleri ve yaptıklarının hesabını çıkarıp onlara gönderecektir. Söylediklerinin ve yaptıklarının miktarları ölçülecek, değerleri takdir edilecek ve sonuçlar bildirilecektir.
Bu dünyada da yaptıklarımız ve söylediklerimiz ölçümlendirilecektir. Her yaptığımız miktarı içerecektir. Her sözümüzde de miktar belirli olacaktır. ‘Sana borcum var’ demek bir şey ifade etmez. ‘Sana şu kadar lira borcum var’ demek gerekir. ‘Hakaret ettin’ demek yeterli değildir. Ne kadar derece hakaret ettin bilinmeli, cezasının ne olduğu bilinmelidir. Hakem, hakaret edene karşı dava açıldığı zaman hakaretin miktarını belirtmelidir.
Kur’an’da hakaret zina iftirası olarak birimlendirilmiştir. O halde hakaret davasını açtığı zaman hakaretin zina iftirası cezasının kesreti olarak belirtilmelidir; yarısı, dörtte biri, sekizde biri, onda biri, yirmide biri, kırkta biri, seksende biri olarak belirlenmelidir.
Ve hakarete karşı hakaret edene sopa vurulmalıdır.
Eğer hapis cezası ise sopa sayısı kadar hapis cezası uygulanmalıdır.
Tazminata dönüştürülecekse o zaman da her sopa için bir yevmiye ceza verilecektir.
يَوْمَ الْقِيَامَةِ
YaVMa eLQıYAvMaTi
“Kıyamet yevminde”
Ahirette Allah işte bu hesap defterinin ekstresini çıkaracaktır. Ekstre diyoruz, çıkarılan anlamındadır. Kıyamet yevminde. İnsanlar öldükten sonra hep birlikte dirileceklerdir ve o gün büyük yargılama günü olacaktır. Herkes bu dünyada yaptıklarının yani iradeleri ile yaptıkları fiillerin ve söyledikleri sözlerin hesabını vereceklerdir. Bu muhakemenin sonunda cennete veya cehenneme gideceklerdir.
Önce bir sevap on günahı giderecektir. Buna rağmen günah tarafı ağır gelirse yine de mağfiret edilecektir. İşte bundan sonrakiler cehenneme gidecekler ve orada cezalarını çekip cennete gelecekler. Cezaları bitmeyecek durumda ise oraya alışacaklar ve artık orada kendilerini azaptan kurtaracak ameller yapacaklardır.
Yani ahirette de ibadet vardır. İbadetleri ile cehennemlerini cennete çevirebilirler. Cennettekiler de ibadetleri ile cenneti daha üstün cennet haline getirebilirler.
كِتَابًا
KiTAvBan
“Kitap”
Kitap ihraç ederiz. Yahut her birine ilzamını kitap olarak ihraç ederiz. İki şekilde manalandırabiliriz. İkisi birden doğru olur.
“Kitab” yazılı şekildir. Hukuku içerir. Rakamları vardır. Miktarları vardır. Her şey ölçülüdür. Her şey miktar iledir.
Kur’an’ı yorumlamak demek aslında rakamlandırmaktır. Allah rahmandır demek, Allah insanların ihtiyaçlarını karşılar demektir.
Diğer taraftan çalışanlara da ücretlerini verir demektir. Yani topluluk kişilerin ihtiyaçlarını giderir, yapacakları işlerinde karşılığını verir. Ahirete geldiği zaman da insanın tüm muhasebesi yapılacaktır, karşılığı verilecektir.
Kitapta fiillerin ve kabullerin miktarları yazılacak ve değerleri de belirtilmiş olacaktır. Bin lirayı taahhüt ettin ama sonra yerine getirmedin, o bin liranın hesabını o gün vermiş olacak.
يَلْقَاهُ مَنْشُورًا (13)
YaLQAvHu MaNŞUvRan
“Ona menşuren lika eder.”
Menşur olarak verilmiş olacaktır. Miktarları ve değerleri tespit edilmiş olan bütün sözler ve fiiller defterde yer alacaktır. Herkes her attığı adımı buna göre atmalıdır, yaptığı işleri buna göre yapmalıdır. Kur’an bu hususta pek çok bilgi vermektedir.
İnsanın yanında üç melek vardır, yaptıklarını yazmaktadırlar. Sağdaki iyilikleri yazmakta, soldaki de kötülükleri yazmakta, yapılanların ve yazılanların miktarları ve değerleri kaydedilmektedir. Bunların yanındaki üçüncü melek de müşahitlik ve hakemlik yapmaktadır.
Hiçbir şey eksik bırakılmayan bu kitap ile ahirete gelinecek ve bu meleklerin nezaretinde insan büyük yargı önüne çıkarılacaktır. Muhakeme edilenlerin mahkemesi bittikten sonra araca bindirilerek götürülecektir. Son olarak Allah’a arz edilip onaylandıktan sonra cennet veya cehenneme sevk edilecektir.
Allah böylece ahireti incelikleri ile anlatarak bir taraftan ahiret hayatını bize yaşatmakta, diğer taraftan da dünya hayatımızı kıyas yoluyla düzenlememizi öğretmektedir.
اقْرَأْ كِتَابَكَ كَفَى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَسِيبًا (14)
EiQRaE KiTAvBaKa KaFAy BiNaFSiKa eLYaVMa GaLaYKa XaSIyBan
“Kitabını kıraat et; elyevm, hasib olarak sana nefsin kifayet eder.”
Kitabını sen kıraat et. Kitabı kendisi kıraat edecektir. Yani ahirette muhasebeyi okuyacak seviyede bilgi sahibi olacaktır. Cennetlik cehennemlik farkı olmadan insanlar belli seviyede bilgi sahibi olacaklardır. Bu dünyada insan zaif ve cehul yaratılmıştır ama ahirette zaif ve cehul olmayacaktır. Dolayısıyla kendi muhasebesini kendisi okuyabilecektir. Hafızası da yerinde olacak ve her şeyi hatırlayabilecektir.
Bütün yapılanlar dördüncü boyutta zaten kaydedilmiştir. Şimdi kısmen hatırlayabilmekteyiz. Ahirette ise dördüncü boyutu dolaşabileceğimiz için unuttuğumuz bir şey olamayacaktır. Psikolojide bilinen aydentik hayal. Beynin fotoğraf çekmesi ve saklamasıdır. İnsanlar ahirette böyle bir hafızaya sahip olacaklardır.
Geçmişi hatırlamamız ve geleceği görmemiz sinir hücrelerindeki dendritlerin dördüncü boyutta uzamasından ibaret olabileceği görüşünü Dr. M. Lütfi Hocaoğlu nakletmiştir.
“Kifayet eder” demek, başka belgelere ve bilgilere gerek yoktur demektir. Çünkü insan yalnız ve yalnız iradesi ile yaptığı fiillerden ve sözlerden sorumludur, hepsi muhasebeye geçmiştir. Bu iradenin de melekler tarafından bilinmesi için beyinde tezahür etmiş olması gerekir. Yani irade demek ruhun istediği demek değildir. Ruhun isteklerinin beynin elektrik devrelerinde tespit edilmesi ve bunların beynin hafızasına alınmış olması gerekmektedir. Biz bir şeyi unuttuğumuz zaman o kaybolmuş değildir, o dört boyutlu uzayda hafızamızdadır.
Ahirette dört boyutlu uzaydaki hafızayı okuyacağımıza göre bizim için başka bir belgeye gerek kalmayacaktır.
“Kefa” kelimesinin faili “Bi” ile getirilmektedir. Allah şehîd olarak yeter, Allah ile şahitlik yeterlidir demektir. Burada da nefsin ile şahitlik yeterlidir denmektedir. Yani insan o gün okuduğu zaman olanı olduğu gibi görür, doğru ne ise o öyle görülür.
Buradan şu sonucu çıkarabiliriz. Hak izafi kavram değildir. Biz bir şeye hak dediğimiz zaman hak olmaz. Hak kavramı üzerinde gerek İslâm âleminde gerekse çağımızın batı âleminde uzun uzun tartışılmıştır; Hak objektif midir sübjektif midir? Batıda son vardıkları uygulama sübjektif olmasıdır. Onlara göre gerçekte hak veya zulüm yoktur, kanunlar neye hak diyorsa o haktır. Eş’ari mezhebinde şeriat neye hak diyorsa hak odur diyor.
Kur’an burada izafi olmayan hak kavramını kabul etmekte, insan kitabını okuduğu zaman genel hak kavramı içinde kendisinin nerelerde yanlış yaptığını kabullenmektedir, günahlarını itiraf etmektedir, kitabında okunanları kabullenmektedir.
اقْرَأْ كِتَابَكَ
EiQRaE KiTAvBaKa
“Kitabını kıraat et”
Kitabı kendin için okuman kıraattir, başkasına okuman tilavettir. Kitabını kendine kendin oku denmektedir. Biri sana tilavet etmesin; nitekim etmeyecektir. Çünkü sen kitabı okuyup anlayacak durumdasın. Sonra sen yalnız kendi yaptıklarından sorumlu olacaksın, borçlu ve alacaklı olacaksın. Başkaları senden hesap soramayacak.
Başkasının hakkı diye bir şey yoktur. Herkes hesabını nefsiyle Allah’a verir. Allah’ın huzurunda borçlu ve alacaklı olur. Sana kötülük yapanlar da sana değil Allah’a hesap verirler. Bu sebepledir ki bize gelen her türlü kötülük ve iyiliğin Allah’ın izniyle olduğunu bilmeniz gerekir.
Gerçi kâfirlere ğılz etmek emredilmiştir. Bu dünyada ğılz edilecektir. Savaş esnasında ğılz edilecektir. Barıştıktan sonra veya mağlup ettikten sonra ğılz yoktur.
كَفَى بِنَفْسِكَ
KaFAy BiNaFSiKa
“Nefsin sana kifayet eder”
Sen kimsin, nefis nedir veya kimdir?
Sen ruhsun, ona ait ruhsun. Sen sana izafe edilmezsin, aynı anda hem muzaf hem muzafın ileyh aynı olamaz. O halde nefsin başka, sen başkasın. Sen ruh olansın. Nefsin ise ruhun bedenle yaptıklarıdır. Beden bir kısmını ruhsuz yapmaktadır yani bir bitki gibidir, kendisinin haberi olmadan olmaktadır, biyoloji kanunlarına tabidir. Bir kısmı ise ruhun bilincinde ve iradesinde olmaktadır. İşte ona ruh diyoruz. O sensin. Nefsin de yaptıkların ve söylediklerindir.
Allah için de bunları söyleyebiliriz. Allah kendisi Hüve’dir. Ehad’dır. Samed’dir. Oysa mahlukatı O’nun nefsini oluşturur. Allah’ı kâinatla bir tutmak şirktir ama kâinatı Allah’ın nefsi ile bir görmek hakikattir.
“Sana nefsin yeter” demek, senin söylediklerin ve yaptıkların senin zatına ve ruhuna yeter demektir.
Türkçede “zat” kelimesi yanlış kullanılıyor, “nefis” kelimesi karşılığı kullanılıyor. Oysa iki türlü kişilik vardır; biri nefsi varlıktır, biri de mali varlıktır.
الْيَوْمَ
eLYaVMa
“Bugün”
Yani insanlar kıyamet gününde muhatap olacaklardır ve o gün hesaplarının tutulduğu kitap kendilerine verilince “bugün bu sana yeter” denmektedir.
Günlük konuşma dilinde “yevme” 24 saat olarak anlaşılır; “nehar” gündüz, “leyl” gece ve ikisi birden “yevm” olarak ifade edilmektedir.
Bununla beraber “dönem” anlamına da gelir, “Ahmet’in zamanında” dediğimiz gibi “Abdulhamit’in günlerinde” de diyebiliriz. “O zaman” yerine “o gün” diyebiliriz. Hele “bugün” dediğimiz zaman o günkü 24 saati kastettiğimiz çok az olur.
Arapçada “yevm” Türkçedeki “gün”den daha fazla “dönem” için kullanılır.
عَلَيْكَ حَسِيبًا (14)
GaLaYKa XaSIyBan
“Sana hasib olarak.”
Türkçede de kullanırız, “hesabını görmek” demek borcunu ödemek demektir; “aleyhte hesap görmek” demek alacağını almak demektir.
Senin nefsin ruhundan hesabı isteyecektir. Sorumluluk nefse değil ruha aittir ama nefsine hesap verecek. Bunun anlamı şudur ki herkes kendi yaptıkları ile kendisi olacaktır. Onun kişiliği kendi yaptıkları iledir. Kişinin iradesiyle yaptıkları ve söyledikleri ile kişi oluşmuş olacaktır. İnsan bu sebeple seçilmiş bir varlıktır. Kendi kendisini inşa etmiş olacaktır.
Bir tablo düşünün; onu bir el en bedii güzellikte var etmiştir. Tabloyu seyreden hayran kalır. Bu tablonun değerini düşünün. Bir de öyle tablo düşünün ki tablo kendi kendisini oluşturmuştur. Böyle bir tablo yeryüzüne çıksa, dünyanın en çirkin tablosu da olsa, bütün dünyadaki tabloların toplamından daha kıymetli olur.
İşte insan budur, insan yaptıklarıyla kendisine varlık katar.
مَنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدِي لِنَفْسِهِ وَمَنْ ضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولًا (15)
MaN iHTaDAy FaEinNaMAv YaHTaDIy LiNaFSıHIy Va MaN WalLa FaEinNaMAv YaWılLu GaLaYHAv Va LAvTaÜiRu VAvZıRaTun ViZRa EuPRAy Va MAv KunNAy MuGaüÜıBIyNa XatTAy NaBGaÇa RaSUvLan
“Kim ihtida ederse kendi nefsine ihtida eder. Kim dalalet ederse kendi aleyhine dalalet eder. Hiçbir vazir uhranın vizrini vizr etmez. Bir resul ba’s etmedikçe ta’zib edenler değiliz.”
“Men” Arapçada kim demektir. Kim olursa olsun demektir.
“Mâ” ve “Men”ler tamim içindir.
“İhtida ederse” hidayeti kabul ederse. “Hediye” önden gönderilen bağıştır. Dostluk nişanesi olarak önce hediye gönderilir, sonra da ziyaret edilir. Yol gösterene “Hadi” denir. Öne düşüp kılavuzluk eden de hadidir. “İhtida etmek” demek yol gösterenin yolunu benimsemek, onun arkasından gitmek demektir.
Bundan önce “Bu Kur’an akvam olana hidayet eder” denmişti. Ondan sonra anlatacaklarını anlattı ve şimdi de atıf harfi getirmeden “Kim ihtida ederse kendi nefsi için ihtida eder” diyor.
Kur’an’ı anlatıyoruz ve Kur’an’ın hidayetini duyuruyoruz. Kur’an size bunları söylüyor diyoruz. Bizim görevimiz anlatmadır. Onu yapıyoruz. Eğer anlatılanları duyarsanız, sizin lehinizedir. Kim ihtida ederse kendisine ihtida etmiş olur.
Bu “Men”in çok önemi vardır, akıl sahibi olanlar içindir, erkek ve dişiye şamildir. Zamir de erkek veya dişi gidebilir. Tekil ve çoğulu ifade eder. Zamir de tekil veya çoğul gidebilir.
“İhtida” iftial babındadır. Zorlandığı için değil, kendisi istediği için kabul edecektir. Yani Kur’an hidayet eder ama zorlamaz.
Bu sebepledir ki Kur’an’ın mübelliğleri güç sahibi kimseler olmazlar.
Millî Görüşçüler ve Gülenciler burada yanıldılar.
Biri zengin olacak, böylece hidayet edecekti.
Diğeri güçlenecek, böylece hidayet edecekti.
Akevler ise küçüklük ve zayıflık içinde tebliğini yapmıştır ve yapmaktadır. Akevler hidayet etmeyecek, hem Kur’an hidayet edecek hem de onlar ihtida edeceklerdir.
“Adil Düzen” işletmelerini kuramayışımızın sebebi budur. Önce halkın “Adil Düzen”i kabul etmesi gerekir ki Allah onlara “Adil Düzen”i nasip etsin. Herkesin hala Sermaye’nin peşinde koşmasının sebebi budur.
Kur’an hadidir ihtida edene hadidir.
“Dalalet eden de kendi aleyhine” deniyor, “ala nefsike” denmiyor. Ama müennes gönderdiğine yani “aleyhi” demediğine göre (“aleyha” diyor), demek ki burada gönderilen “Ha” da nefsi temsil ediyor.
Arapçada erkeklik dişilik vardır. Bu kadın-erkek anlamında değildir. Kâinatta her şey çift yaratılmıştır. Bunlardan biri erkek ise diğeri dişidir. Sadece dilde ifade kolaylığından dolayı erkeklik ve dişilik zamiri vardır. Örnek olarak fert tekildir, topluluk dişidir. “Men” ve “Mâ”da umumilik olduğu için ayırt edilmemektedir.
Ayrıca Arapçada iki kelime vardır; biri “nefs” diğeri “zevc”. Bu kelimelerin erkek ve dişisi yoktur. “Zevc” eş demektir. Eşitlik sağlansın diye erkeklik ve dişilik ayırımı yapılmamıştır. Kelimeye erkek zamir gider. Bir de “Nefs” kelimesi vardır. Burada da birlik sağlansın, kişilikte fark olmadığını göstersin diye erkeğin nefsi ile kadının nefsi aynı sayılmıştır. Buna karşılık “ruh” erkek, “nefs” dişi olarak zikredilmiştir; “ruh” da ne erkektir ne de dişidir.
Arapçada bazı kelimeler vardır ki bunlar lafız itibarı ile kendilerinde dişilik alameti olmadığı halde zamir dişi olarak gider. Bunlar 150 kelime kadardır. Bunların bir kısmı insanın organlarına aittir. İnsanda çift olan göz, kulak, el, ayak gibi organlar dişi zamirle ifade edilir. Burun gibi, baş gibi tek olanlar erkek zamirle işaretlenir.
Bir de doğurgan olanlar kadına benzetildiği için “sema, şems, arz, nâr” gibi kelimeler dişidir, “kamer” ise erildir, “cebel” erildir.
“Nefs” de bu kelimelerdendir. Olayların oluşması nefiste cereyan ettiği için dişidir.
Allah lâ yeteğayyerdir yani kendisinde tağayyur olmaz. Nefsi ise haliktır. Kendisi değişmez ama yaptıkları hep değişikliktir.
“Hidayet” doğru yoldan gitmedir. “Dalalet” ise kaybolmadır, yolu kaybetmedir. Yoldan sapma değildir. Bile bile yoldan ayrılırsanız, buna sudud denmektedir. Ben doğru yoldan gidiyorum diye yanlış yollara saparsanız bu dalalettir. Kılavuzu yanlış seçmede dalalet vardır. Ondan sonra cahil kılavuzun peşinde gidildiği için dalalet vardır. Ondan sonra insan kendi iradesi ile gitmektedir.
Biz 1960’larda Kur’an’ı kendimize hâdi yaptık, Erbakan da bizimle beraber idi. AK Partililer, Gülenciler ve Erbakan’ın Akevler dışındaki arkadaşları rehber olarak Kur’an’ı değil, S. Demirel’i seçtiler, Sermaye’yi seçtiler. Ondan sonra yaptıkları artık onlara uymaktan ibaret kaldı. Bugün de hâlâ o dalalet içindedirler.
“Kimse kimsenin vizrini hamletmez.”
Kimse diyemez ki; evet, biz yanlış yaptık ama kendiliğimizden yapmadık. Hak zannettiğimiz kimselerin arkasından gittik; biz Demirel, biz Özal, biz Gülen, biz Erdoğan hak yoldadır diye arkasından gittik. Bunların arkasından giderken onların hak yolda olduğunu bildiren bir deliliniz olmalıydı. Hiçbir kişi hak olamaz. Hazreti Peygamber’in yoluna gittik de diyemezsiniz. Kur’an’ın yolundan gitmeliydiniz denecektir. Çünkü hidayet eden Kur’an’dır, müsbet ilim ile Allah’ın kelamı olduğu sabit olan Kur’an’dır.
Bunu iddia edenleri dinlemeliydiniz. Eğer siz Kur’an’ın Allah kitabı olup olmadığını araştırsaydınız biz size onu ispatlardık. İnce nokta buradadır. Allah diyor ki; Kur’an’ı da inceleyin, Marks’ın Kapital’ini de inceleyin. Sonra kendi aklınızı kullanın. Biz size hangisinin doğru olduğunu göstereceğiz diyor. İşte sorumluluk burada doğuyor. Araştırmadan birisinin peşinde koşmak dalalettir. Herkesten yararlanacaksınız, herkesi dinleyeceksiniz ve siz kendi aklınızla hangisini doğru bulursanız o yoldan gideceksiniz.
Bu ayet bize başka bir şeyi de bildirmektedir. Her söze kulak vereceksiniz dediğimizde size söylenene kulak vereceksiniz. Yine biz size gerçekleri söylemeden sizi tazib etmeyiz diyor.
Allah nasip etti, www.akevler.org diye bir yayın organımız vardır. Orada istediklerimizi yazıyoruz. Kur’an’ın dediklerini anlatıyoruz. Yine Allah imkân verdi, Erbakan’ın etkisiyle Reşat Nuri Erol’un yazıları Millî Gazete’de yayınlanmaktadır. Yine Allah imkân verdi, Yeni Akit de her hafta makalemizin birini yayınlamaktadır. Şimdi Ocak Medya diye bir gazete ortaya çıktı, internet gazetesi olarak ortaya çıktı, söylenmeyenleri söylemektedir...
Burada doğru söylenenler de vardır yanlış söylenenler de vardır. Allah insanlara akıl vermiştir. Buralarda anlatılanları insanlar kendi akılları ile tercih ederler.
Akevler’de üretilen “Adil Düzen” Erbakan sayesinde tüm dünyaya duyuruldu. Şimdi olaylar cereyan etmektedir ve olaylar Erbakan’ı onaylamaktadır.
İşte, Kur’an bunları anlatmaktadır.
Bugün gerek Akevler’de, gerek Türkiye’de, gerek dünyada resul gelmiştir. Azaba doğru yaklaşmaktayız. Kimse kimsenin yükünü yüklenmeyecektir. İhtida edenler kendileri için ihtida ederler, dalalette olanlar kendileri için dalalet ederler.
مَنِ اهْتَدَى
MaN iHTaDAy
“Kim ihtida ederse”
Kur’an’ın hidayetine kim uyarsa...
Kur’an nasıl hidayet eder ve Kur’an’ın hidayetine nasıl uyulur?
Kur’an bir kitaptır. Allah tarafından bundan bindörtyüz sene önce Mekke’de nazil olmuştur. O gün Resul Muhammed aleyhisselâm tarafından uygulanmıştır. Ondan sonra gelen fukaha onun beyan ilmini ortaya koymuşlardır. Günümüze kadar değişmeden ve bozulmadan bize ulaşmıştır. Birinci uygulamasını tamamlamıştır.
Şimdi de ikinci uygulama dönemine girilmektedir.
Kur’an’ın yeniden anlaşılması için belki iki asırdır çabalar sarf edilmektedir. Türkiye’de başta Bediüzzaman ve Süleyman Tunahan Kur’an’ı yeniden hâdi kılma çabaları içine girmişlerdir. Mehmet Akif Ersoy, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır ve benzeri âlimler hamle yapmışlardır. 1967’de İzmir’de Akevler Kooperatifi kurulmuş, Kur’an’ı müsbet ilmin verileri içinde tafsil etme yolunu tutmuştur. Bu çabaya başlangıçtan itibaren N. Erbakan, H. Karaman, S. Zaim gibi âlimler de katılmışlardır. Millî Görüşçüler Erbakan’ın başkanlığında Akevler’de hazırlanan “Adil Düzen”i dünyaya duyurdular. Nur şakirtleri Kur’an’ı tüm dünyada tedris ettiler. Böylece Kur’an insanlık tarafından anlaşılır hal aldı.
Şimdi Erdoğan’a saldırılıyor, Gülen’e saldırılıyor, bunlar birbirine düşman yapılıyor. Ama Kur’an karşısında herkes bayrağını çekmiş ve teslim olmuştur. Bediüzzaman aleyhindeki sesler kısılmıştır. Erbakan’a artık çatamıyorlar.
Cumhuriyetin kırklı yıllarında yazılmış bir tarih kitabı vardır, Şemsettin Günaltay’ın bile imzası vardır. Orada deniyor ki; “Muhammed Kur’an’ın Tanrı sözü olduğunu iddia etmişti. Aslında Araplar cinlere ve meleklere inanıyordu. Arapları inandırmak için kendi uydurduğu Kur’an’ı bunlara izafe etti, cin diyemedi de melek dedi.” Bu ders kitabı idi, resmen okutuluyordu!
Şimdi neredeyiz? Kur’an Allah’ın kelamı olarak Türkiye’de belki binlere varan okullarda okutulmaktadır, İlahiyat Fakültelerinin ana dersi olmaktadır.
İşte Kur’an böylece kendisini insanlığa duyurmuştur, insanlara hidayet etmektedir.
Böyle değil midir?
Buna kim hayır diyebilir.
Demek ki Kur’an bugün nazil olmuştur dediğimiz zaman yanlış bir şey söylemiyoruz.
فَإِنَّمَا يَهْتَدِي لِنَفْسِهِ
FaEinNaMAv DaHTaDIy LiNaFSiHi
“Kendi nefsi için hidayet eder”
Evet, S. Karagülle hidayet ederse kendi nefsine; L. Hocaoğlu hidayet ederse kendi nefsine; R. Erol, S. Akdemir, H. Karaman, B. Arınç hidayet ederlerse kendi nefislerine; T. Erdoğan, F. Gülen hidayet ederlerse kendi nefislerine… Kimse başkası için hidayet etmez.
Saadet Partisi hidayet ederse kendi nefsine, M. Kamalak veya yeni başkan T. Karamollaoğlu hidayet ederse kendi nefsine… Sermaye hidayet ederse kendi nefsine… Rusya hidayet ederse kendi nefsine, Çin hidayet ederse kendi nefsine eder... Ve hidayeti bulur.
Sermaye bütün bunları bilmektedir. Dolayısıyla medyayı baskı altına alıp Kur’an’ı insanlara anlattırmamak için kapıları kapatmaktadır. Mağlup oluyor ve insanlık Kur’an’ı öğreniyor. 15 Temmuz darbesini Sermaye yaptı ama Gülen’e fatura etti. Böylece kendisini kamufle edip yeni darbe hareketini yapmaya hazırlanıyor. Ne var ki bu sayede tüm dünya Kur’an’ı öğrendi, Kur’an’a inananları duydu. Onun güçlü olduğu zannediliyor. Evet, Gülen güçlü değildir ama Kur’an güçlüdür. Kendini düşmanın keydi ile gösteriyor.
Bu arada samimi Millî Görüşçüler vardır, samimi Risaleciler vardır. Bunlar eziyete uğruyorlar ama bu sünnetullahtır. Cennet bunlar için hazırlanmıştır. Bizzat Gülen ve Erdoğan da bunu bilmektedirler ve geçirdikleri sıkıntıların onların hayrına olduğunu bilmektedirler. Onlar kendileri Allah’a inandıklarına ve O’nun için cihat ettiklerine kani iseler, olaylardan memnun olmalıdırlar, mahzun olmamalıdırlar.
وَمَنْ ضَلَّ
Va MAN WalLa
“Ve kim dalalet ederse”
Kur’an’ın hidayetini kabul etmez, Kur’an’ı anlatanları dinlemez, bu yazılanlara kulak vermez, hidayeti namluda veya dolarda ararsa, Sermaye’nin basınının tek taraflı dolduruşunun esiri olursa, düşünmeden konuşursa, bunlar da kendileri için dalalet edeceklerdir.
فَإِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا
FaEinNa MAv YaWılLu GaLaYHAv
“Kendine dalalet eder”
“İnnema” kelimesini kullanarak kimsenin kimseye ne yararı ne de zararı olduğunu belirlemektedir. Kimsenin ‘ben bunu yaptım’ deyip başkalarına üstünlük iddiasında hakkı olmadığı gibi kimse de bana bu iyiliği yaptı diye kimsenin kimseye teşekkür etme borcu veya hakkı yoktur. Hidayet eden Kur’an’dır, hidayette bulunan da herkesin kendisidir.
Ben hidayette isem Kur’an’ın hidayetidir, bu sayede ben olmuşumdur, değilsem ben etmemişimdir. Bu sebepledir ki kimseyi muhakeme etme hakkım yoktur. Ben görüşlerimi söylüyorum, mutlak haklıyım demiyorum. Siz bana değil söylenene kulak verin. Bana saldırmayın, sözlerimi eleştirin.
Hüseyin Bağdatlı Usta ile Zeki Altuboğa arasında tartışma geçmiş. Zeki, bunlar Hıristiyan ama ben onları seviyorum demiş. Hüseyin Usta da Hıristiyan sevilir mi demiş. Hüseyin Usta’nın Kur’an’a bağlılığı çok iyi bilinmektedir. Kur’an diyor ki; siz onları seversiniz, onlar sizi sevmez. Millî Görüşçü olan bu kardeşimize Millî Görüş bunu bile duyuramamış. O sebepledir ki oyu %22’den binde yedilere inmiştir.
Kur’an’a kulak vermek zorundasınız. Kabul edip etmeme ayrı bir şeydir. Ben Kur’an’ı yanlış anlamış olabilirim. Beni uyarmanız gerekir ama benim sözlerimi de dinlemeniz gerekir.
Kur’an’da isimler geçmez. Ama Tevrat’ta isimsiz olay anlatılmaz. Ben de yorumlarımda hep isimlerden söz ediyorum, Kur’an’ı bugüne getirmek için; hatalarım olabilir, siz onları görmeyeceksiniz.
وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ
Va LAvTaÜiRu VAvZıRaTun
“Hiçbir vazir vizretmez”
Bir kimsenin vus’una yani imkânına göre görevi vardır, buna “vezr” denir. “Vezir” görevli demektir. Görevlinin görevini yaparken kullanacağı yetkileri vardır, görevli yetkisi kadar sorumludur. Sorumluluğu kadar da hak sahibidir. “Vazir olmak” demek aynı zamanda sorumlu olmak demektir. Ehliyetli olmak şarttır. Yani bir işi yapacak durumunuz yoksa o işi yapma yetkiniz de yoktur demektir. Görevde işbölümü vardır. Biri bir görev yapmaya başladığı zaman o görevin yetkilisi o olur. Bir başkası başkasının görevine karışmaz.
Sermaye’nin yaptığı hataların başta geleni tekelciliktir. Anlamı başkasının işine karışmaktır. Ekonomideki tekelcilik yetmiyormuş gibi ilme, dine ve siyasete de karışmasıdır. Başkasının vizrini yüklenmesidir. Millî Görüş’ün hatası da budur. Siyaset yapacağına cemaatçilik yaptı; hâlâ yapmaktadır. Siyaset yapacağına işletmeleri yönetmeye kalkıştı. Benzer şekilde Gülen cemaati iman ile meşgul olacağına siyasete karıştı, ekonomi işletmeleri kurdu.
Akevler siyasileri destekledi ama siyasete hükmetmeye kalkışmadı.
Akevler cemaati destekledi ama cemaati yönetmeye kalkışmadı.
Akevler ekonomide kalıp ilme de karışmak istemedi.
Bunun için önce;
- Süleyman Tunahan cemaatini destekledi; olmadı!
- İlahiyatçıları destekledi, onların İzmir Akevler Sitesi’ndeki bir apartmanda toplanmalarına yardım etti; olmadı!
- Asıl hedefi ekonomi iken ilim yapmaya yöneldi. Akevler başarısız görünüyor, çünkü adı kooperatiftir. Kendisine ilim yapmak düştü ama kimse için ilim yapmamaktadır, kendisi için ilim yapmaktadır; herkesin kendisi için ilim yapmasını önermektedir.
وِزْرَ أُخْرَى
ViZRa EuPRAy
“Diğerinin vizrini”
Demek ki işbölümü vardır.
- Herkes ehliyetli ise görevli olabilir…
- Görevli ise yetkilidir…
- Yetkili ise sorumludur…
- Sorumlu olduğu kadar da hak sahibidir.
Bu kural aynı zamanda içtihat kuralıdır. Herkes kendi içtihadına göre hareket eder ve herkes kendi içtihadından sorumludur. Başkasının içtihadı ile amel edemez.
Peki, insan nasıl görevli olacaktır?
Sözleşmelerle insanlara yük yükleniyor. Kimse söz vermek zorunda değildir ama söz verdikten sonra sözünü yerine getirmelidir. Ortak sorumlu seçmek de sözleşmedir. Bu işi sen komuta et demektir. Hakemini seçme de sözleşmedir. Böylece kimse kimsenin işine karışmayacak, kimse kimsenin yaptığından da sorumlu olmayacaktır.
وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ
Va MAv KunNAy MuGaüÜıBIyNa
“Ve tazib edenler de değiliz”
Evet, Allah insanlara Kur’an’ı göndermiş ve onunla yol göstermiştir. Herkes içtihadını yapacak ve herkes içtihadına göre Kur’an’ın gösterdiği yoldan ilerleyecektir. Uygarlaşmanın oluşması için değişimlere ihtiyaç hâsıl olacak.
İnsanlar atalarının işittikleri üzerinde kalmaya devam edeceklerdir. Bugünkü İslâm âlemi, dört büyük din mensupları ve Yahudiler binlerce yıl önceki kuralları bugün dinlermiş gibi yaşamaya çalışmaktadırlar. Yaşayamayınca da dinlerini bırakarak kendi akılları ile kanunlar yapmaktadırlar. Sonuç alamayınca da Tanrı’yı inkâra kadar gitmektedirler. İşte, Allah diyor ki; bu durumda bile biz Kur’an’ı hatırlatacak resuller ba’s ederiz. Erbakan dünyaya Kur’an’ı duyurduğu gibi Papa Jean Paul ve Papa 16. Benedict de insanlığa ilahi tebliği duyurdular. Obama, Putin ve Erdoğan bu duyuranlar arasında yer aldı.
Şimdi yeni resul/başkan beklenmektedir. “Adil Düzen”i resmen kabul edecek ve insanlığa duyuracaktır. Bu kim olabilir; onu biz bilemeyiz. Bu kimsenin gelmesi için bir şart vardır; o da “Adil Düzen” çalışanlarının “Adil Düzen”i öğrenmeleri ve uygulayacak hâle gelmeleridir. Hiç olmazsa bir işletmeyi kurmalarıdır.
Biz çalışmaya devam edeceğiz, kalanını zamanı gelince Allah çözer.
حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولًا (15)
XatTAy NaBGaÇa RaSUvLan
“Resul ba’sedene kadar.”
Burada önemli olan husus şudur; “Kable neb’asa rasulen” demiyor, “Hattâ neb’ase rasulen” diyor. Allah azabı resulü ba’s etmek için ertelemektedir.
Neden resulü/başkanı ba’s etmiyor?
Çünkü Kur’an düzenini uygulayacak olanlar henüz hazır değildirler. Millî Görüşçülerin ve Gülencilerin uygulamaları bu hususu çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. Onun için resul/başkan ba’setmiyor.
Birinci Akevler uygulaması için gerekli olan her şeyi Allah ihsan etmiştir.
İkinci Adil Düzen uygulaması için ise henüz hazırlığımız tam değildir. Bunun için azabı ertelemektedir. 15 Temmuz başarısızlığının hikmeti budur. Ne zaman biz bir “Adil Düzen” işletmesini kurarsak, yüz lojmanlı apartmanları yapar ve işletmeye başlarsak, o zaman Türkiye’de biri çıkar ve o düzene çağırır. Bu Erdoğan olabilir. Gereken olmazsa Türkiye’ye azap gelebilir. Şimdi ise Türkiye korunmaktadır.
Türkiye’de kaç darbe oldu?
İlk darbe İnönü’nün başbakanlıktan uzaklaştırılması ile oldu.
İkinci darbe Demokrat Parti’nin iktidara gelip Millet Partisi’nin engellenmesi ile oldu.
Sonra 60 darbesi, 71 darbesi, 80 darbesi, 28 Şubat darbesi ve ondan sonra AK Parti’ye yapılan darbeler. Erdoğan başbakan yapılmadı. Meclis resepsiyonu ile Ordu baskı yaptı. Kapatılma davası açıldı.17-25 Aralık hareketleri, 15 Temmuz hep azan yüzünü gösterdi ve hep Allah korudu. Çünkü daha “Adil Düzen” uygulaması hazır değildir, resul/başkan gelmemiştir.
وَإِذَا أَرَدْنَا أَنْ نُهْلِكَ قَرْيَةً أَمَرْنَا مُتْرَفِيهَا فَفَسَقُوا فِيهَا فَحَقَّ عَلَيْهَا الْقَوْلُ فَدَمَّرْنَاهَا تَدْمِيرًا (16)
Va EiÜAv EaRaDNAv EaN NUuHLiKa QaRYaTan EaMaRNAv MüTRaFIyHAv Fa FaSaQUv FIyHAv FaXaqQa GaLaYHan eLQaVLu Fa DamMaRNAvHAv TaDMiyRan
“Ve Biz bir karyeyi helak etmeyi murat ettiğimizde mütrefilere emrederiz, fısk ederler, onlara kavl hak olur, onu tedmir ederiz.”
Bir insan yaşlanınca Allah vücudundaki mikropları, kanser hücrelerini azdırır ve o da ölür, yerine başkası gelir. Topluluklar da canlı gibidirler; doğarlar, yaşarlar, yaşlanırlar ve hastalanıp ölürler. Yaşlanma ve hastalanma genetiktir. Zaman yıpratmıyor, DNA’lar onu o hale getiriyor. Topluluklar da böyledir, yaşlanınca vücutları ortadan kalkar.
Topluluk ile bir canlıyı şöyle karşılaştırabilirsiniz. Bir canlı dokulardan oluşur. Dokular hücrelerden, hücreler organellerden, organeller moleküllerden, moleküller de atomlardan oluşur. Topluluğun atomları kişilerdir, insanlardır. Nasıl atomlar farklı iseler, insanlar da meslekleri ve bilgileri ile farklıdırlar. Onların birleşmesi ile sosyal moleküller oluşur. Aile bir moleküldür. Değişik atomlar ikili bağlarla birbirlerine bağlanırlar. Canlılardaki moleküller büyük zerreler hâlinde olurlar. Toplulukta da aileler, ocaklar ve soylar gibi büyük moleküller hâlinde bulunur.
Canlı öldüğü zaman moleküllerin çoğu dağılmaz, diğer canlılar aynen kullanırlar. Mesela şeker gibi amino asitler gibi. Biz besinlerimizi bunlarla temin ederiz. Topluluklar da dağıldığı zaman atomlar yani kişiler yok olmazlar, yeni toplulukta yerlerini alırlar. Birtakım sosyal yapılar da varlıklarını korurlar. Helak edilen halk değildir. Helak edilen karyenin kendisidir. Allah halkı helak etmeyi murat etmez, karyeyi helak etmeyi ister. Halk eğer orada kalmakta ısrar ederse, hicret etmezse, o karyede kalmakta ısrar ederse, o zaman onlar da helak olurlar. Halkın tehcirini sağlamak için oradan hicret etmeleri gerekir.
Biz bugün bu tehciri kooperatifleşme şeklinde anlıyoruz. Hazreti Nuh nasıl GEMİ yapmışsa, biz de yüz lojmanlı apartmanlar yapacağız ve insanların buralara hicret etmelerini isteyeceğiz.
Hicret etmeyenler kaldıkları yerde helâk olacaklardır.
Nasıl helâk olacaklardır?
Mütrefilerin çıkaracakları fısk ile helâk olacaklardır.
“Telef” yerlere dökülüp heder olan meyveler demektir. “Lam”ın “Re”ye dönüşmesiyle fiil olarak “TeRaFe” savurganlık demektir.
“Serf” ipek böceği gibi yaprakları yiyip bitiren ve ağacı kurutan böcek demektir. “TeRaFe” de “Sin”in “Te”ye dönüşmesinden oluşmuştur. “İsraf” bir şeyi bol kullanmak suretiyle yapılan harcamadır, “İtlaf” ise bir şeyi bozarak zararlı harcamak demektir.
“İtraf olanlara” denmektedir. Kur’an’da hep “mütref” olarak geçmektedir.
Bunlar kimlerdir?
Bugün Sermaye’nin kullandığı kimseler mütreflerdir. PKK’lılar ve intihar grupları hep mütreflerdir. Bunlar aklın almayacağı işleri yaparlar. Bunlara emreden Allah’tır. Bugün yeryüzü mütreflerle doludur. İnsanlık huzursuzdur.
Bunun nedeni nedir?
İnsanlık birinci Kur’an uygarlığı dönemindeki ömrünü doldurmuştur.
İnsanlık ikinci Kur’an uygarlığına geçecektir, “Adil Düzen” gelecektir.
Mevcut düzen dağılacaktır. İnsanlığın bugünkü uygarlığa ulaşması için sermaye terakümüne ihtiyaç vardı. Allah bunu Amerika’daki altınlarla sağladı. Sanayileşme başarıldı.
Şimdi ise Kur’an’ın öğrettiği “selem senedi” keşfedildi. Artık sermaye terakümüne gerek kalmadı, dolayısıyla faizli müesseseye de gerek kalmadı.
Bu düzen değişecek, yerine semt kooperatifleri oluşacak ve kooperatifler içinde işletmeler olacak, işletmelerin senetleri olacaktır.
- Tarım semtleri bucakların kefil olduğu buğday bonolarını,
- Sanayi kooperatifleri illerin kefil olduğu demir bonolarını,
- İnşaat semtleri devletlerin kefil olduğu toprak bonolarını ve
- Ticaret kooperatifleri insanlığın kefil olduğu altın bonolarını kullanarak yeni ekonomiyi oluşturacaklardır.
Karşılıksız para olmayacak ama karşılığı olanın karşılığı olduğunu da devletler teminat altına alacaklardır.
Mütrefler yani teröristler fısk yaparak düzeni bozarlar, anarşik olaylar yaparlar. Biz de o karyeyi dumura uğratırız. Yüz lojmanlı yapılara taşınmayanlar oralarda dumura uğrarlar. “Dumur” “Dübür” kelimesi ile akrabadır, arkası kesilme demektir, tef’il babı ile getirilmiştir.
وَإِذَا أَرَدْنَا
Va EiÜAv EaRaDNAv
“Ve murat ettiğimizde”
Buradaki “Ve” harfi ile biz resul ba’setmeden azab edecek değiliz denmektedir. Ondan sonra bir hazfedilmiş cümle var; Resulü ba’sedince, iza beasnâ dendikten sonra “Ve” harfi ile atfederek ve resulü dinledikleri için helaki hak edecekler demektir. “İn” ile değil “İzâ” ile gelmiş olması, bunu murat edeceğini ifade etmek içindir, yaşlanmış kent helâk olacaktır.
أَنْ نُهْلِكَ قَرْيَةً
EaN NuHLiKa QaRYaTan
“Bir karyeyi helak etmemizi”
Helak olacak olan karyelerdir.
Bunlar Efes gibi, Harput gibi yerlerdir.
Bir karye helak olur, yerine yeni karye hayat bulur.
Tarım dönemi yapılaşması sona ermiştir. Artık sanayi dönemi yapılaşması başlayacaktır. Tarım semtlerinde de sanayi işletmeleri olacak, buralardaki insanlar tarımdan artan zamanlarını sanayide değerlendireceklerdir. Artık insanlar yararlanma mülkiyeti ile malik oldukları yerlerde değil, işletme mülkiyeti ile malik oldukları yerlerde oturacaklardır. Yeni hukuk düzeni ortaya çıkacaktır.
أَمَرْنَا مُتْرَفِيهَا
EaMaRNAv MüTRaFIyHAv
“Onun mütreflerine emrederiz”
İtraf edilen, itlaf edilen, israf edilen kimselere emrederiz.
Sermaye’nin karşılıksız dolarları ile yaptıkları için Allah biz emrederiz diyor. Kandırılmış insanların fısk yapacaklarını söylüyor.
Bizim yapacağımız iş dağdaki eşkıyaları öldürmek değil, “Adil Düzen”i getirmektir.
Üçüncü binyılın ikinci Kur’an uygarlığı gelmedikçe hiçbir operasyon başarılı olamaz.
Çünkü anarşik olayları zalim düzende olanlar çıkarıyor.
Hak gelmeden bâtıl zâhik olmaz.
فَفَسَقُوا فِيهَا
Fa FaSaQUv FIyHAv
“Orada fısk yaparlar”
“Fısk” şeriat düzenini bozup kurallar dışına çıkmak demektir.
Hukuk düzenini bozarlar. Herkes korku içinde onlara itaat etmeye başlar.
Bugün Sermaye’nin yazarları da böyle olan mütreflerdir ve fısk yapmaktadırlar.
Yani burada yalnız dağdakiler değil bağdakiler de aynı şeyi yapmaktadırlar.
Öyle bir hava vardır ki herkes eşkıyadan korkuyor, yazardan yani medyadan korkuyor, polisten korkuyor, hâkimden korkuyor, savcıdan ürküyor...
فَحَقَّ عَلَيْهَا الْقَوْلُ
FaXaqQa GaLaYHan eLQaVLu
“Kavl ona hakk olur”
Nedir o kavl? Helâk kavlidir.
Allah bir şeyi murat edince ona ‘ol’ der, o da olur. O halde kavl hakk olur. Karye helak olur ve yerine yüz lojmanlı karye dirilmiş olur.
Biz böyle apartman yaparsak kimse taşınmaz diyorlar.
Tıpış tıpış taşınırlar, çünkü başka yerde yaşama şansları kalmaz.
فَدَمَّرْنَاهَا تَدْمِيرًا (16)
Fa DamMaRNAvHAv TaDMiyRan
“Onu tedmiran tedmir ederiz.”
O karyeyi dumura uğratırız. Orada kimse sakin olarak kalmaz. Herkes ya helak olur ya da oradan göç edip yüz lojmanlı apartmanlara taşınır.
O gün bu satırları okuduğunuzda;
Kur’an’ın mucizesini çok daha iyi anlamış olacaksınız...
وَكَمْ أَهْلَكْنَا مِنَ الْقُرُونِ مِنْ بَعْدِ نُوحٍ وَكَفَى بِرَبِّكَ بِذُنُوبِ عِبَادِهِ خَبِيرًا بَصِيرًا (17)
Va KaM EaHLaKNAv MiNa elQuRUNı MiN BaGDi NUXın Va KaFAy Bi RabBiKa Bi ÜuNUvBı GıBADiHİy PaBIyRan BAÖIyRan
“Ve Nuh’dan sonra nice karnları helak ettik. İbadinin zünübüne habir basir olarak Rabbin kâfidir.”
Bugün olacaklar Hazreti Nuh Peygamberden sonra olanlara benzetilmektedir.
Burada karyeleri helak ettik denmemekte, karnları yani yeni nesilleri helak ettik denmektedir.
“Karn” boynuz demektir. Boynuzda hayvanın yaş halkaları vardır. “Karn” da topluluğun yaşıdır. Bir nesil bir karn demektir. İnsanın müsemma yaşı 100 yıldır. Bir karnı da 33 sene olarak alabiliriz. Her dönemin kendi nesli vardır. Karyeler yaşlarını doldurduklarında günah işleyenler olur. Rabbin onlardan haberdar olmakta kifayet eder deniyor.
Bunun anlamı silahlı güçlerin fısk çıkarmalarını etkisiz hale getireceklerdir. Yani devletler Sermaye’yi ve onun kandırdıklarını yeneceklerdir. Mütrefilere O emrettiği gibi onları etkisiz hale getirecek olan da Rabbindir.
وَكَمْ أَهْلَكْنَا مِنَ الْقُرُونِ
Va KaM EaHLaKNAv MiNa elQuRUvNı
“Ve nice karnları helâk ettik”
Karyeleri helâk ettiğimiz gibi nesilleri de helâk ettik. Nesillerin helâkini biz irade etmedik. Biz onların kurtulmalarını istedik, ısrar ederlerse helâk olsunlar dedik, diyor. Ama insanların çoğu bu uyarılarımızı dinlemediler.
Roma Hıristiyanlara zulüm yaptı ama sonunda Hıristiyanlığı kabul ettiği için Hıristiyan halk hâlâ yaşamaktadır.
İran (Persler/Sasaniler) ise değişmedi, onun için helâk oldu.
Bundan sonra ne olacaktır?
Hangi karnlar helâk olacak, hangileri kurtulacak, onu O bilir.
مِنْ بَعْدِ نُوحٍ
Nin BaGDi NuXın
“Nuh’tan sonra”
Hazreti Nuh zamanı ile zamanımız arasında büyük yakınlık vardır. O zaman tarım dönemine geçiliyordu; o zamanki halk uyum sağlayamadı, dolayısıyla defalarca helak oldular.
Şimdi de sanayi dönemine geçiliyor. İnsanlar zor uyum sağlayacak ve karnlar yani nice nesiller helâk olacaklardır. O zaman Mezopotamya’da site devletleri vardı. Aralarında seçilen siteler helâk oluyordu. Şimdi de dünyada devletler vardır. İnsanlar lojmanlara taşındıktan sonra da karşı çıkan devletler helâk olacaklardır.
Bu ayet bundan sonraki asırlara işaret etmektedir. Buradan anlamamız gereken üçüncü binyıl uygarlığının öyle kolay kolay gelmeyeceğidir. Direnecekler ve bugünlerde olduğu gibi fısk ve fitneye devam edeceklerdir.
وَكَفَى بِرَبِّكَ
Va KaFAy Bi RabBiKa
“Ve Rabbin kifayet eder”
“Allah” kelimesi topluluğu ve meclisleri ifade eder, “Rab” kelimesi ise dayanışmaları ve yönetimi ifade eder. “Rabbin” kelimesi ile yönetim kastedilir. Yönetimin siyasi gücünün sonunda eşkıyalara galip geleceği, Sermaye’ye karşı galip geleceğini bildirmektedir.
بِذُنُوبِ عِبَادِهِ
Bi ÜuNUvBı GıBADiHİy
“İbadinin zünübüyle”
Mütrefler vardır. Bir de ibad vardır. Aslında iyi insanlardır ama günahları vardır.
Bugünkü Hıristiyanlar, Hindular, Budistler ve Müslümanlar bunlardandır. Partiler, cemaatler, Sermaye bunlardandır. Bunlar mütref değiller ama günah işlemektedirler. Onların bu hareketlerinden Allah haberdardır, basirdir; onların nasıl yola geleceklerini de bilmektedir.
Bugünkü insanlara bakarak ümitsizliğe kapılanlara verdiği cevaptır.
“Adil Düzen” çalışanları kendi görevlerini yapsınlar. Diğer hususlardan, olağan hallerden, zulüm yapanlardan tasalanmasınlar. Rabbin onların yaptıklarını bilmekte ve görmektedir, yapacaklarından haberdardır.
خَبِيرًا بَصِيرًا (17)
PaBIyRan BAÖIyRan
“Habir basir olarak.”
Buradaki bu kelimeler nekre gelmiştir.
Âlemlerin Rabbi Allah’ın dışında O’nun yeryüzündeki halifesi olan devletlerin yöneticileri de haberdar olarak yeterlidir.
Endişe edilecek bir şey yoktur.