İSRÂ SÛRESİ TEFSİRİ
Süleyman Karagülle
2373 Okunma
İSRA SÛRESİ 105-108.AYETLER

İSRA SÛRESİ - 23. Hafta

105-108 ayetler

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

***

 

وَبِالْحَقِّ أَنْزَلْنَاهُ وَبِالْحَقِّ نَزَلَ وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا مُبَشِّرًا وَنَذِيرًا (105) وَقُرْآنًا فَرَقْنَاهُ لِتَقْرَأَهُ عَلَى النَّاسِ عَلَى مُكْثٍ وَنَزَّلْنَاهُ تَنْزِيلًا (106) قُلْ آمِنُوا بِهِ أَوْ لَا تُؤْمِنُوا إِنَّ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِهِ إِذَا يُتْلَى عَلَيْهِمْ يَخِرُّونَ لِلْأَذْقَانِ سُجَّدًا (107) وَيَقُولُونَ سُبْحَانَ رَبِّنَا إِنْ كَانَ وَعْدُ رَبِّنَا لَمَفْعُولًا (108)

 

***

 

وَبِالْحَقِّ أَنْزَلْنَاهُ وَبِالْحَقِّ نَزَلَ وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا مُبَشِّرًا وَنَذِيرًا (105)

Va Bi eLXaqQı EaNZaLNAvHUv Va Bi eLXaqQı NaZaLa Va MAv EaRSaLNAvKa EilLAv MüBaşŞiRan Va NaZIyRan

“Ve onu hak ile inzal ettik ve hak ile nazil oldu. Seni mübeşşir ve nezir olmadan başkası olarak irsal etmedik.”

Sure İsrail oğullarının hassaten 2000’inci yılındaki durumlarını anlatmak için nazil olmuştur. İsrail oğullarının bundan sonraki durumunu anlatmaktadır. Kıyas yolu ile diğer uluslar hakkında da hükümler getirmektedir. İsrail oğullarının nüfusları beş ile on milyon arasındadır. Bir devlet olacak nüfusları yoktur. O halde burası bir bölge olacaktır. Burası için konan hükümler bölge için de konmuş olacaktır. İsrail oğulları 12 sıbttır. Bugünkü İsrail devleti bölge seviyesinde olacak, belki de bağımsız olacaktır. Ordusu olmayacak ama bağımsızlıkları olacak demektir. İnsanlık kıtalara ayrılacak, her kıtanın merkezinde bağımsız bir bölge olacaktır. Bunlar devlet değildir, çünkü orduları yoktur ama bağımsız birer bölge halinde faaliyet gösterecekler, güvenlik bakımından insanlığın teminatı da olacaklardır.

Şimdi sureyi ele alıp yeniden bu gözle de yorumlayabilirsiniz. Yani yeryüzündeki bölgelerden oluşabilir. Merkezlerin kıta merkezi olma şartı da yoktur. Yani çevrelerinde devletler bulunmaz. Bağımsız bölge olur. İnsanlığın bölgeleri olur.

“Ve” harfi ile atfetmektedir. İsrail oğulları İsrail topraklarında toplanacak ve Tevrat’ları ile kendi bölgelerini yöneteceklerdir. Orduları yoktur. Bunun dışında kalan tüm insanlık ise yeryüzünün şeriatı olacaktır. Kur’an’ın dışında Tevrat’tan başka şeriat kitabı olmadığı için insanlığın şeriat kitabı Kur’an olacaktır. Bu “Ve” harfi bunu ifade etmektedir.

Surede “Kur’an” kelimesi on defa geçmektedir, burada ise zamir getirilmiştir; bu zamir bu Kur’an kelimelerinden hangisine raci olmaktadır?

İşte burada yine dilin bir özelliğini görüyoruz. Bu surede Tevrat’ın yerini alan Kur’an on defa zikredildiği için Kur’an merkezde yerleşmiştir demektir. Bu sure aslında Kur’an suresidir, Tevrat’ın yerine geçen bir kitaptır. Bu surede “o” dendiği zaman Kur’an anlaşılır demektir.

“Onu hak ile inzal ettik” diyor. Mef’ulü fiilin öne alarak hak ile inzaline vurgu yapmaktadır. Peki, “hak ile inzal” ne demektir. Yani müsbet ilmin teyidinde inzal ettik demektedir. Bütün ifadeler doğa kanunlarını ifade eder. Burada fail Allah’tır.  O yani Kur’an ikinci mef’uldür. Bi ile gelen ise ikinci mef’uldür. Allah onu hak ile inzal etmiştir yani mucize olarak inzal etmiştir. Tevrat’tan farkı budur. Musa’ya mucize verilmiş ve Kur’an’ın Allah kelamı olduğu onun mucizesi ile ispatlanmıştır. Kur’an ise mucize olarak indirilmiş ve Kur’an’ın Allah sözü olduğu kendisinde bulunan ilimle sabit olmuş, Hz. Muhammed’in resul olduğu Kur’an’la sabit olmuştur. Onu hak ile getirdik denmektedir. Uçakla getirdik dediğimiz gibi bir mana taşımaktadır.

Bu sefer “Nezele” fiil-i lazımdır. Kur’an kendisi nazil olmuştur ama o hakkı getirmiştir. Yani Kur’an’ın ilahi kitaplığı ilmen sabit olduğu gibi Kur’an’ın getirdikleri de haktır. Örnek verirsek, fizikçiler diyorlar ki; su yüz derecede kaynar, kaynatıp bakarsınız ve yüz dereceyi okursunuz. İşte ilim budur. Söylenen sözü uyguladığınız zaman eğer sonuç söylenene uyuyorsa o haktır. Hak o ise doğrudur.

Kur’an nazil olduğu zaman bugünkü yüz mucizeden belki bir iki tanesi mucize idi. Mesela “Kur’an’ı biz indirdik, onu biz muhafaza edeceğiz” sözü o zaman mucize değildi, ancak yirminci asırda mucize olmuştur. 1400 sene geçmiş, bozulmamış. Bugünkü kayıt cihazları ile bundan sonra bozulma ihtimali de ortadan kalkmıştır. Yedi günde bir gün pazar olur. Tüm insanlık günleri saymaktadır. Bir gün unutulup çarşambayı perşembe yapma ihtimali yoktur. Kur’an’ın da bundan sonra bozulması ihtimali yoktur. Kur’an yalnız lafzıyla değil manasıyla da korunmuştur. Kur’an’ın içeriğinde de durum böyledir. Hakkı getirmiştir.

İnsanlığın en zor durumu bugün olmaktadır. İnsanlık tarım döneminden sanayi dönemine geçmiş, yeryüzü tek topluluk olmuş, tüm insanlar işbölümü içinde üretip tüketiyorlar.

Öz üretip tüketme yerine topluca üretip insanlık içinde bölüşme problemi vardır. Kapitalizm, sosyalizm ve karma sistem bu sorunları çözemiyor. İşte bunu yalnız Kur’an çözecek, Kur’an’ın en büyük mucizesi ortaya çıkacaktır. Yarın deniz uygarlığı, gezegenler uygarlığı olduğu zaman insanlık büsbütün şaşkın olacak, imdada yine Kur’an gelecektir.

Seni sadece mübeşşir ve nezir olarak irsal ettik.

Kur’an seminerlerini takip eden ve onu kendi nefsinde uygulayan herkes bilmelidir ki biz uygarlığı ne para ile ne de silahla kuracağız. İşletmeleri kuracağız ama üretip mal satmak için değil, kendimiz için bir de örnek göstermek için kurmuş olacağız. Kur’an üzerinde duran herkes bilmelidir ki görevimiz de tebşir ve inzardır. Önce tebşirdir; Kur’an’ın onun sorunlarını çözdüğünü ona bildirmek ve sevindirmektir. Biz bir karşılık istemiyoruz. Allah bize bu görevi vermiş, biz de yapıyoruz. Kendimiz için yaptığımız içtihat ve uygulamaları sizlere de aktarıyoruz, kişi olarak siz de yararlanın diye. Bizim sizinle herhangi bir nizamız yoktur. İnzarda da; bak diyeceğiz, bu Kur’an’ın dediklerini yapmazsanız başınız dertten kurtulmaz.

O kadar.

Biz hiç kimseye hiçbir zaman ‘sen bulunduğun yerden in de ben çıkayım’ demedik. Biz sadece böyle yaparsanız şu imkânlara erersiniz dedik. Kur’an’a kulak verenler aziz oldular. Şimdi de aynı şeyleri yapıyoruz.

Demek Adil Düzen çalışanları önce Kur’an’ı öğrenecekler. Sonra uygulayacaklar. Sonra dünyaya duyurup işbirliği isteyeceklerdir. Ondan sonra da işbirliği içinde birlikte uygulamaya ve yaşamaya devam edeceklerdir. Onların bu çalışmalarına mani olurlarsa, o zaman cidal farz olur. Şimdi ise haramdır. Tüm anarşik hareketler küfürdür. Çünkü bugün demokrasi yaygındır. İstediğiniz gibi yaşayabilirsiniz.

Mübeşşir önce, nezir sonra zikredilmiştir. İnsanlara önce Kur’an’ın hidayetini gösterip kulak verenler başarıyı göstermemiz gerekir. Cihat kısmı sonra savunma savaşları şeklinde vardır. Türkiye İkinci Cihan Savaşı’na girmedi, üçüncü cihan savaşına da girmemelidir. Bunun için asker cumhurbaşkanımız olmalıdır.

“Adil Düzen”e inanan bir orgeneral bulmalıyız. Erdoğan’a karşı onu çıkarmalıyız. Konuşmaları ile Erdoğan’a tebliğ etmiş olur. Biz de her ikisine tebliğ etmiş oluruz. Sonunda hangisi başkan olursa olsun, bizim istediğimiz kişi başkan olmuş olur.

Askerle sivil arasında denge sağlamak için de başbakan şarttır.

وَبِالْحَقِّ أَنْزَلْنَاهُ

Va BieLXaqQı EaNZaLNAvHUv

“Ve Biz onu Hak ile inzal ettik”

Buradaki “Ve” harfi bu surede geçen Kur’an ayetlerine atıf olup İsrail oğullarına gelen Tevrat’la Kur’an’ın karşılaştırılmasıdır.

Allah’ın yeryüzüne gönderdiği şeriat kitabı ikidir; biri Kur’an, biri Tevrat’tır. Tevrat Kur’an’ın bir ulus için yorumudur. Yani Kur’an bütün insanlara, bütün çağlara gönderilmiştir. Ancak tüm insanlığın tek şeriat kitabı değildir. Her çağın tek şeriatı değildir. Kur’an her toplulukta ayrı ayrı yorumlanacak ve her ulusun kendi şeriatı olacak, her çağda ayrı ayrı yorumlanacak ve her uygarlığın ayrı şeriatı olacaktır.

O tüm insanların ve tüm çağların ortak hükümlerini içermektedir. Buna beşeri icmalarla varılır ve hiçbir zaman değişmez. Misal olarak su yüz derecede kaynar hükmü böyledir. Usulcüler buna “muhkem” diyorlar. Ayrıca “Ay’da hayat yoktur” sözü bugün doğrudur ama belki bin sene sonra Ay’da kentler oluşacak, o zaman bu cümle yanlış olacaktır. Usulcüler buna da “müfesser” demektedirler. Burada “Hak ile inzal ettik” beyanıyla muhkem ayetlerden bahsetmektedir. Yani her devirde ve her toplulukta geçerli bir haktır. Kur’an’ın Allah sözü olduğunu kanıtlayan ayetlerin tamamı buradaki haktır. Eğer “Bi” harfi istiane ba’sı olarak alınırsa müsbet ilimlerle anlaşılacağını, eğer “Bi” harfi musahabe ba’sı olarak alınırsa, o zaman Kur’an’ın müsbet ilimleri de içerdiğini ifade eder. Şöyle ki, müsbet düşünmeyi tümden gelimi insanlığa Kur’an öğretmiştir. Müslümanlar onu fıkıhta ve lisanda uyguladılar, Batılılar onu teknikte ve ilimde uyguladılar. Böylece Kuran müsbet ilmi getirmiştir. Bugünkü uygarlık Kur’an’ın birinci uygarlığıdır. Zamirle gösterilmiştir. Artık Tevrat ehli de Tevrat’larını Kur’an sayesinde çağa uyarlayacaklardır. Kur’an’ın Bakara Suresi Tevrat’ın bir mütemmimi gibidir. Kur’an bize bu örneklerle değişik çağlarda ve değişik topluluklarda nasıl yorumlanacağını ve nasıl uygulanacağını o misalle anlatmaktadır.

وَبِالْحَقِّ نَزَلَ

Va Bi eLXaqQı NaZaLa

“Ve Hak ile nazil oldu”

“Hak” kelimesi burada tekrar edilmiştir. Zamirle “Ve Bihi Nezele” denmemiştir.

Çünkü birinci hak tüm insanlığın çağlara ve uluslara göre değişmeyen haktır.

İkinci hak ise uluslara ve çağlara göre değişen haktır.

Bunlar da haktır ama her ulus için farklı hükümleri içerir. Nasıl herkes elbise giyer ama giydiği ceket pantolondur ama bedenleri farklıdır ve biri diğerinin elbisesini zor kullanır. Bunun gibi; her topluluğun ve çağın bedeni farklıdır. İçtihat ve icmalarla onu aynı kumaştan yani Kur’an kumaşından oluştururlar. Biz bunu elli senedir söylüyoruz. Bakınız, Kur’an burada çok açık bir şekilde teyiden beyan ediyor. Bizim yorumlarımızdan rahatsız olan ulema-i kirama soruyoruz. Maani ilminde izhar ve izmar kuralları vardır. “Hak” kelimesi neden izhar edilmiştir? Yorumunu yapınız. Yapamazsınız. Çünkü hak tektir.

Kur’an’ın lafzını ve muhkem manalarını Allah inzal etmiş. Müfesser olan ayetlerini ise Kur’an’ın kendisi ortaya koymuştur. Allah onu hak ile indirmiş o da hakkı getirmiştir.

“Hak” kelimesi kova demektir. Türkçede mürekkebin dökülmemesi için yaptıkları camdan kaba “hokka” derler, ters çevrildiğinde de dökülmez. Develere yemlerini bölüştürürken kova kova verdikleri için “hak” kelimesi pay manasına gelmiştir.

Alacaklara “hakkun leh”, borçlara “hakkun aleyh” denmektedir.

Kelimelerle dışarıda bulunan varlıklar bir kapta toplanırlar. “Koyun” dediğiniz zaman koyunlar bir arada bulunmazlar ama koyun kelimesi onları bir mefhumda toplar. Böylece kelimenin içerdiği manalar hak olur. “Hak” kelimesi doğru ile yanlıştan daha geniş manayı içerir. “Armut insan için yararlıdır” kelimesi doğrudur, sevap manasını da içerir. “İnsan içki içmemelidir” dediğiniz zaman doğru veya yanlış denmez ama bu cümle hak cümledir. Hakkın karşıtı vardır.

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ

Va MAv EaRSaLNAvKa

“Ve seni irsal etmedik”

Buradaki “sen” Hazreti Musa’ya tekabül eden Hazreti Muhammed’dir. Hazreti Musa gelmiş, Tevrat’ı uygulamış, şeriat merkezli bir düzeni insanlığa İsrail oğulları örneği ile sunmuştur. Hazreti İsa gelmiş, bunu beşerileştirmiş, dünyaya Tevrat’ı yaymış, Kur’an’a zemin hazırlamıştır. Kur’an ise bunların yaptıklarını ikmal etmiştir, tamama erdirmiştir.

Hıristiyanlar şimdiye kadar şeriat olarak Tevrat’ı uygularlardı. Bundan sonra yine Hıristiyan kalacaklardır, tarikat olarak Hıristiyan olacaklardır, mabetleri yine kilise olacaktır. Şeriat olarak artık Tevrat’ı değil Kur’an’ı kabul edeceklerdir. Üçüncü binyıl uygarlığı Hıristiyanlar bakımından budur. Olaylar ve gelişmeler bu yorumumuzu hep doğrulamıştır.

16 Nisan’ın ‘Evet’i ise bizi şaşırttı.

Bununla beraber her Adil Düzen çalışanı resulün halifesi olduğu için hepimize hitap etmektedir. Bugün ortak sözcümüz yoktur. Yarın semt kooperatifleri kurulduğu zaman bucak kooperatifinde birleşecektir. Bucak semtinin başkanı bucak başkanıdır ve buradaki “Ke/Sen”in muhatabı odur. Henüz böyle bir bucak oluşmamıştır. Fatih Erbakan veya R. Tayyip Erdoğan Kur’an’la doğrudan ilgilenmedikleri için bu “Ke/Sen” harfi onlara hitap etmemektedir, çünkü Kur’an’ın manası üzerinde düşünmüyorlar.

Erdoğan bu “Ke/Sen” harfine muhatap olabilmesi için Akevler ekibini Külliye’ye yerleştirmeli ve her gün en az iki saat bu ekiple Kur’an üzerinde çalışmalıdır.

Erbakan bunu yapmadı; o bizimle çalıştı ama uygulamada bizimle istişare etmedi, tarikatçıların oyunu kaybetmeyim diye ayrı ayrı çalışıldı.

Sonunda Kur’an düzenini bilmeyen Ak Partililer onu terk etti.

Tarikatçılar ona müridi mürtet dediler. En yakın çalışma arkadaşları oğluna daha hayatında cephe aldılar. Biz hayatında da öldükten sonra da hep yakınında olduk. Erbakan ailesine daima sevgi ile yaklaştık, ne var ki Fatih Erbakan da Kemalettin Erbakan da bizden uzak durmayı tercih ediyorlar. Necmettin Erbakan’a onların yaptıklarından ders almıyorlar.

Evet, mikroda bu “Ke”ye muhatap olmak isteyen yüz lojmanlı işyeri apartmanını yapacak, semt kooperatifini kuracak, on semt kooperatifini birleştirip bir bucak kooperatifini kuracak. İşte onun başkanı buradaki “Ke”ye muhatap olacaktır.

Sonra bucaklar birleşip il merkez bucağını kuracaklar, onun başkanı bu “Ke”nin muhatabıdır.

Sonra ülke merkez bucak kooperatifini kuracak ve onun muhatabı olacaktır.

Nihayet İstanbul’da bir insanlık merkez bucağı oluşturulacak ve o bucağın başkanı buradaki “Ke” harfine muhatap olacaktır.

Bu arada devletler devlet olarak kalacak, hakemliği kabul etmiş olacak, bürokratik yönetimden kamu ortaklığında hizmetli sistemini getireceklerdir. Sermaye sahipleri de kalacak, faizsiz kredileşme sistemini kabul edeceklerdir. Devletler oy alabilmek için, Sermaye de müşteri bulabilmek için “Adil Düzen”in kurallarını kabul etmek zorunda kalacaklardır. Semt kooperatifleri bu etkiyi yapacaklardır.

إِلَّا مُبَشِّرًا

EilLAv MüBaşŞiRan

“Ancak mübeşşir olarak”

“Büşra” müjde demektir. Aslında “büşre” tüysüz deridir. İnsandaki sevinç ifadesini taşımaktadır. Gelecek bir iyiliğin habercisidir. Bulutlar yağmurun büşrasıdırlar. Kur’an’ın hükümlerini insanlığa ulaştırarak felahı haber veren kimse olarak görevli bulunmaktadır. 

Bin dil üniversitesi’ni kuracağız. Bu bizim için çok kolaydır. Bugün “Adil Düzen” üzerinde çalışan yirmiye yakın profesörümüz var, bir o kadar da doktora yapmış arkadaşlarımız var. Bunlar benim tanıdıklarımdır. Demek ki, rahatlıkla 100 ilim adamı ile Akevler hazırdır. Hüseyin Kayahan da Ağabeyi ile Bin dil üniversitesi vakfı’nı kurmaktadır. Akevler’in 4000 dönüm orman denilerek devletçe gasp edilmiş arazisi vardır. Yani Bin dil üniversitesi’ni kurmamız için her türlü imkânımız mevcuttur. Her semt on dili içerecektir. Demek ki yüz semt olacaktır. On bucak kooperatifini oluşturacak seviyede olacağız. Bunun için yıllarca beklememize gerek yoktur. İşte bu üniversitenin rektörü bu “Ke”nin muhatabı olacaktır.  Bu Mekke dönemidir, nebiler dönemidir. Bu üniversite ile çalışan ve onu danışman yapan bir devlet başkanı olursa o da resul olarak bu “Ke” harfinin muhatabıdır.

“Beşer” kelimesinin kökü 123 defa, “MSR” kökü 5 defa geçmektedir; toplam olarak 128 eder, 16’nın 8 katıdır.

“Mübeşşir” olarak gelmiştir. Ayrıca ne bâşir kelimesi ne de mübşir kelimesi geçmektedir. Tebşir tekrarı ifade eder. Büşra üzerine büşra yapılmaktadır.

Uygarlaşma vardır. İnsanlar daima ileri gidecekler, devamlı yeniliklerle karşılaşacaklar. Kur’an geldiği zaman bugünkü uygarlığı tebşir etmiştir. Şimdi de üçüncü binyılın uygarlığını tebşir etmektedir. Her uygarlık kendisinden önceki uygarlığın ilerisindedir, onun için “ibşar” değil de “tebşir” kelimesi getirilmiştir.

وَنَذِيرًا (105)

Va NaZIyRan

“Ve nezir olarak.”

Savaşta veya yürüyüşteki öncüdür. Öncünün görülmesi, arkasından gelen birliği haber verdiği için uyarıcı anlamı kazanmıştır. Kişinin ileride yapacağı iyi bir fiili haber vermesi de nezirdir. Bir tehlikeyi önceden haber vermektir. Ona göre tedbir alırız. Tedbir almamız için haber verilir. Kur’an bir nezirdir. Kur’an’ı getiren de beşir ve nezirdir. Resul de bir nezirdir. Her Adil Düzen çalışanı beşir ve nezirdir.

Kur’an’da “münzir” kelimesi vardır, “münezzir” yoktur. “İnzar”da uygarlaşma yoktur. Yani kötülükler artmakta, yeni felaket sistemleri geliştirilmektedir. Bu sebepledir ki “münezzir” değil de “münzir” kelimesi geçmektedir. Burada “nezir” kelimesi geçmektedir.

“Tebşir” her mümin tarafından yapılacaktır, oysa “inzar” yalnız bu hususta eğitilmiş ve görevlendirilmiş kimseler tarafından yapılacaktır. ‘Faiz kötüdür, bırakın’ demek herkesin yetkisinde değildir. ‘Faizsiz kredileşme sistemini uygulayın da fâizi bırakın’ denmesi gerekir. Yani önce çözümler üretilecek, sonra yanlışlar düzeltilecektir. Hak gelmeden batıl gitmez.

Buradan şunu öğreniyoruz ki “inzar” ancak yapılacaklar anlatıldıktan ve öğretildikten sonra yapılabilir. Biz önce “Adil Düzen”de ortaklık sisteminde çözümleri üretmeliyiz, göstermeliyiz; ondan sonra ‘faizsiz kredileşme ve seleme gelmezseniz böyle böyle musibetler başınıza gelir’ demeliyiz. Erbakan çözümleri “Adil Düzen” içinde anlattı ama kendisi bir “Adil Düzen” işletmesini kuramadı. Faizsiz bankayı kuracağım deyip yine onların sözleşmesini yaptırdı. Sonuçta gülünç oldu ve Ak Parti tarafından çalışmayan kuruluş kapatıldı.

Bu ayet bize diyor ki; siz sadece kendinizden sorumlusunuz, başkalarına sadece duyurmakla, anlatmakla ve örnek göstermekle mükellefsiniz, onlara karışmak ve onlara hükmetmek yoktur. Bundan dolayıdır ki İslâmiyet’te merkezi yönetim yoktur. Ocak, bucak, il ve ülkeler tamamen bağımsızdırlar. Onların kendi iç işlerine merkez karışamaz. Yine bundan dolayı mektepler, medreseler, pazarlar ve çarşılar bağımsız olup halk çoklu organizasyon içinde istediği sosyal gruba katılır. Kanun sistemi yoktur. Merkezi eğitim sistemi yoktur. Tekel ekonomi yoktur. Dinde baskı yoktur.

Şimdi Hıristiyan âlimleri de Sermaye’nin ezberlerini tekrarlıyorlar. Onların koyduğu ambargoya uyarak İslâmî kaynakları değerlendirmiyorlar. Ama yakında Hıristiyanlar, Budistler ve Hindular da artık Sermaye’nin baskısından kurtulacaklar, Kur’an ve İslâm uygarlığı ile doğrudan meşgul olacaklardır. Üniversiteler gerçekten üniversite olacaktır. “Adil Düzen” o suretle gelecektir. Bin Dil Üniversitesi bunu başaracaktır.

وَقُرْآنًا فَرَقْنَاهُ لِتَقْرَأَهُ عَلَى النَّاسِ عَلَى مُكْثٍ وَنَزَّلْنَاهُ تَنْزِيلًا (106)

Va QuREAvNan FarRaQNAvHUv Li TaQRaEaHUv GaLay elNAvSi ALAv MuKÇin Va NazZaLNAvHu TaNZIyLan

“Ve Kur’an olarak onu nâsa müks üzerinde kıraat edesin diye fark ettik ve onu tenzilen inzal ettik.”

“Enzelnahu”daki zamir Kur’an’a raci idi. Hak ile inzal olmuş ve hak ile nazil olmuştu. Hak ile kelimesi orada bi-l hakkı olarak gelmiştir, hakken olsaydı hak olarak inzal ettik denmiş olurdu. “Bi” harfi ile hal marife yapılmıştır. Halin nekre olması gerekir. Onu marife yapacaksanız harficer ile söylersiniz. “Ekeltü Kaimen” derseniz ayakta eklettim demiş olursunuz. Kıyam nekredir ve kıyamlardan herhangi birisi içinde ekletmiş olursunuz. “Ekeltü Fi’l-Kıyami” derseniz, bu da aynı manada haldir ama kıyam şekli marifedir. Mesela namaz kılarken eklettim demiş olursunuz. Buradaki “Ve Kur’anen” atfı ile yukardaki “Bi’l-Hakki” kelimelerinin zarf değil de hal olduğunu ifade etmiş olur. Hak olarak inzal ettik ve Kur’an olarak inzal etmektir. Sıfatlar, haberler ve haller atfedilebilir. Fasl da edilebilir. “Ve” ile söylendikleri zaman ikisinin birbirinden farklı olduğunu ifade etmiş oluyorsunuz. Harfi atıfsız söylerse sıfatlardan biri diğerinin beyanı olur. Hak olarak da haldir. Kur’an olarak da haldir. Yalnız birbirlerinden ayrı hallerdir. Bununla da Kur’an’ın kıraat mucizesini ifade etmiş oluyor. Harflerin ve kelimelerin icazına işaret ediyor. Bu ayeti ele alalım. 

H3,(G2,  K1), Q3,=9:V2 M1 =:3: S1,Ç1,T1,Z3=6:R3,(L5, N10)=18; (I1, Y1, U1)= 3:A4,E2  =6

Harflerin 3’lü grup olarak geldiğini görürüz. Burada Kur’an’da “A” harfi sayılmamıştır. Allah kelimesindeki A harfi, harekeden dönüşmüştür. Kur’an bu yapısıyla kendisinin ilahi bir kitap olduğunu göstermektedir. Kur’an’ı fark ettik diyor. Fark etmek müteaddi fiildir, ayırmak demektir. Tefrik de ayırmak demektir.

“FLK” kayalıktan kopmuş kara parçasıdır. “L” “R”ye dönüşmüş, “FRQ” olmuştur. Müteaddi kelimedir. “Fasl” iki şeyi birbirinden ayırmadır. Tafsil ise dağıtmakdır.

Onu fark ettik diyor. Diğer kitaplardan ayırdık diyor. Diğer kitaplar nesir üzerine gelen kitaplardır. Kur’an ise kendisine özgü bir vezin üzerine gelmektedir. Ayetlerde harfler ikili, üçlü, beşli, yedili gruplara bölünmüştür. Çıkış yerlerine ve özelliklerine göre gruplanırlar.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

G=2

X=0

H=3

E=2

7

 

 

 

Ğ=0

P(kh)=0

K=1

Q=3

4

 

I=1

 

Y=1

 

 

C=0

1=12

 

 

 

W=0

Ş

 

 

 

 

 

R=3

J=0

Ö(Sa)

 

O(ta)

3

 

 

L=5

Z=3

S=1

T=1

D=0

 

 

A=4

N==10*

Ü=0

Ç(se)=1

 

 

 

 

U=1

M=1

V=2

F=0

 

B=0

 

 

6

18

6

1

6

6*

 

 

Buradaki “Li” “Feraknahu”ya da gidebilir, “Kur’anen”e de gidebilir. “Kur’anen”e gönderirsek, onu sadece kelam yapmadık, aynı zamanda nazım yaptık, müzik olarak da yaptık demektir. Manasını bilmeseler de onu dinleyecekler ve yararlanacaklardır. Bugünkü hafızların okuduğu gibi değil, kıraat ilmine göre sade bir sesle, normal bir sesle okunduğu zaman insanda sükûnet getirir. Diğer müziklerde üzüntü müziği üzüntüyü artırır veya rahatsız eder, sevinci artırır taşkınlığa sebep olur. Oysa Kur’an okuduğunuz zaman üzüntünüz azalır, sevincinizi de kırparak vasat duygulara getirir. Bundan Arap olmayanlar da yararlanırlar.

Bu ayette kilit kelime “Müks” kelimesidir “Meks” kelimesi Kur’an’da 7 defa geçmektedir, bunu eşleştiren kelime olarak “Mecs” kelimesi vardır.

“Meks” bir yerde kalmak, oradan ayrılmamak demektir. İlk topluluklarda ateş çok önemlidir. Isınma aracıdır. Aydınlanma aracıdır. Pişirme aracıdır. Ayrıca kesme aracıdır. Ağaçları ateşle keserlerdi; ıslak liflerle sarar, iki lif arasını yakarlar, böylece ağacı keserlerdi. Ateşi üretmek zor olduğu için devamlı ateş yaktıkları yer olur. Oraya yerleşilir, orada oturanlar orasını terk etmezlerdi. İşte bu ateşi koruyup gelenlere verme hizmetini yapanlara “Mecusi” denir. Bunlar aynı zamanda o halkın din adamları idiler.

“Nasa müks ile kıraat etsin diye onu ayırdık” diyor.

Buradaki ayırma sure sure, ayet ayet ve hadis hadis yani cümle cümle demektir. Hazreti Peygamber Kur’an’ı okurken bir cümle okur, sonra dururdu, cümlenin uzunluğu kadar meks ederdi. Böylece ayetin üzerinde düşünme imkânları sağlanır.

Kur’an tercümeleri ile namaz kılmayı Ebu Hanife caiz görüyor. Cumhur karşıdır.

Bizim içtihadımızla Kur’an namazdan evvel veya sonra müks üzerinde okunmalı, imam kıraat ederken müezzin de mealini okumalıdır. Önce müezzin okumalı, sonra imam o ayeti okumalıdır. Böylece Kur’an manasıyla okunmuş, namazda farz olan zikir de böylece eda edilmiş olur.

Tekrar ederek söylüyorum. Sünnet namazları kılmayın, namaz kılınmadan önce müezzin Kur’an’ın cümle cümle mealini okuyacak, imam da Kur’an’ı kıraat edecektir. Böylece her namazda en az iki sayfaya yakın Kur’an mealiyle takip edilmiş olur. Beş vakitte 10 sahife eder. Böylece iki senede bir Kur’an hatmedilmiş olur.

Kur’an’ın kendi lisanları ile tebliğ edilmesi gerekir. “Bi Lisanihim” diyor. Bugün kılınan namazlar Kur’an’ın istediği namazlar değildir. Biz de böyle namaz kılamıyoruz. Böyle namaz kılmaya başladığımız zaman artık aşiret olmaya başlamış olacağız.

“Onu tenzilen nezl ediyoruz” diyor. Çok açık olarak bizim uyumadığımızı ifade etmektedir. Kur’an her devirde her topluluğa ayrı ayrı nazil olmaktadır. Kur’an’ı insanlar kendilerine nazil olmuş kabul edecek ve öyle okuyacaklar diyoruz. İşte, kıraatten sonra onun manasının yeniden nazil olduğunu ifade etmektedir. Yani Kur’an’ın Türklerdeki manası başkadır, Araplardaki manası başkadır. Geçmiş asırlardaki manası başkadır, asrımızdaki manası başkadır. Ortak manalar da vardır.

وَقُرْآنًا

Va QuREAvNan

“Ve Kur’an olarak”

Allah kitapları gönderdi. Onlara birer isim verdi. Tevrat, İncil, Furkan ve Kur’an. Ayrıca bunları “kitab” olarak adlandırdı. Kur’an son nazil olan kitabın özel ismidir.

Dört adı vardır.

Kitap, yazılı olan metindir.

Kur’an, okunan metindir.

Zikir, anlamı olan metindir.

Furkan, hükümleri içeren metindir.

Zikir ile Furkan arasında şu fark vardır. Zikir konuşma dilindeki manasıdır yani kavramların sınırları çizilmelidir. “İstanbul kalabalık bir şehirdir” dediğimiz zaman, burada kelimeler tanımlanmamıştır. Ama “İstanbul büyükşehirdir” dersek, burada kelimeler tanımlanmıştır. Önce sınırları çizilmiş, büyükşehir kanunen tespit edilmiştir. Sonra “büyükşehir” kavramı da bellidir. Küçük şehirlerden oluşan birliktir.

Arapça kur’an’dır ve kıraati ile nazil olmuştur. Bu sebepledir ki tercüme edilemez. İnsanlar Arapça olarak okumalıdır. Tercümeleri de yapılmalıdır. Kur’an olduğu için Arapçadır ve Kur’an olarak okunması gerekmektedir. Nas’a okunduğu için de tercüme edilmelidir.

فَرَقْنَاهُ

FaRaQNAvHUv

“Onu fark ettik”

Onu diğer kitaplardan farklı yaptık. Çünkü o kitaplar kendi kavimlerine kendi çağları için indirilmişti. İki görevi vardı. İnsanlık henüz Kur’an’ı anlayacak ve uygulayacak seviyeye gelmediği için onlara Kur’an’ın oradaki hükümleri öğretildi. İkinci görev olarak ise insanlığı Kur’an nizamına hazırlamış oldu.

Biz şimdi Bin Dil Üniversitesi’ni kurarak Kur’an’ı her dile çevireceğiz. Onların kitaplarını da Kur’an diline çevireceğiz. Böylece onların kitaplarını da Kur’an’a göre yorumlama imkânları doğacak, ilahi kitaplar asıllarına dönecektir. Bununla beraber Kur’an sure, aşarelere, ayet, hadis olarak dört dereceye kadar ayrılmıştır. Aşare ona yakın ayetlerdir. Aralarına “ayn” harfi konmuştur. Mislini getirin şeklinde meydan okuduğunda sureyi getirin, surenin öşrünü getirin diyor, ayet getirin diyor, bir hadis getirin diyor.

Sureler de gruplanmıştır, öşrü grup olarak anlayabiliriz.

لِتَقْرَأَهُ

Li TaQRaEaHUv

“Onu kıraat edesin diye”

İnsanlara Kur’an’ı aynı zamanda kıraat edeceğiz. Onları Kur’an diline alıştıracağız. Kur’an’ın anlamlarından yararlandıkları gibi müziğinden de yararlansınlar.

Kur’an’ın tefriki de başka bir özelliktir. Cümleler, ayetler, sureler öyle yerleşmiştir ki tek başına anladığınızda bir bütün olur. Başı sonu birlikte alınsa da her cümle başlı başına bir bütündür. Böyle olduğu için ayetler arası irtibat kopuk gibidir.

Sanki cümleler çuvala gelişigüzel doldurulmuş gibidir. Çünkü diğer ayetlerle irtibatı olmadan da bir bütündür. Bununla beraber çok ince ve kuvvetli bağlarla birbirine bağlıdır. Bu yolla insanlar Kitab’ın tamamını bilmeden de manasını kavrarlar.

عَلَى النَّاسِ

GaLay elNAvSi

“Nâsa”

Onu nasa okuyacağız.

Nasıl okuyacağız?

Bin Dil Üniversitesi kurulacak, yüz lojmanlı işyeri apartmanı olacak, bodrum katı mağaza olacak. Onlar bu lojmanda kalıp Arapça öğrenecekler, Arapçadan öğrendikleriyle Kur’an’ı dillerine çevirecekler. Müks ile öğrenecek ve öğretecekler.

Gelecek derste Allah’ın izni olursa müksle okumanın uygulamasını yapacağız. Tüm insanlık Kur’an’ı radyo ve televizyonlardan bu şekilde takip edebilecektir.

عَلَى مُكْثٍ

GaLAv MuKÇin

“Müks üzerinde”

Müks üzerinde bir kıraat olarak demektir. Duyduğunuz cümleleri ikiye ayırırsınız, bir kısmını o an değerlendirir, sonra siler atarsınız. Bir kısmını ise dosya olarak ayrı hafızaya kaydedersiniz, sonra gerektiği zaman çağırırsınız.

İşte, Kur’an’ı da biz insanlara müks üzerinden okuyacağız yani onların hafızalarına yerleştireceğiz. Bir insanın beynine yerleştirmeliyiz. Tercümeler bunu sağlar. İnsan Kur’an’daki kelimeye kendi dilinde kelime ararsa o kelime beyninde yerleşir. Arapçada harekesiz yazılan yazıları harekelendirilebiliyorsanız o kelime sizin beyninizde yerleşmiş demektir.

Direksiyonu baştan çok sıkıntılı kullanmaya başlarsın, sonra zamanla öyle alışırsın ki siz farkında olmadan hareketler otomatik olarak yapılır. Kur’an’ı insanlara böyle öğreteceğiz. Cümle cümle mana açıklanacaktır. Şimdi seminerleri her akşam yarımşar saat, birer saat okursanız, günde on sahife okursunuz. Bir iki defa Kur’an’ı baştan sona kadar okudunuz mu o sizin beyninize girer, yerleşir ve ondan sonra aydınlatma başlar.

وَنَزَّلْنَاهُ تَنْزِيلًا (106)

Va NazZaLNAvHUv TaNZIyLan

“Ve onu tenzilen nezl ettik.”

Kur’an 23 senede indi.

Biz de Kur’an’ı böyle öğreniyoruz. Uygulamayı da böyle yapacağız. Kur’an seminerlerini ihmal etmeyin. Bir işletme kurun, zarar etseniz de o işletmeyi Adil Düzene göre çalıştırın. Göreceksiniz ki Kur’an düzenini kavramış olacaksınız.

“Adil Düzen” de böyledir. Asıl adım olarak ona geçeceksiniz.

Birden yaparsanız haliniz Gülen cemaatinin durumuna gelir FETÖ olursunuz, Ak Parti’nin durumunda olursunuz.

قُلْ آمِنُوا بِهِ أَوْ لَا تُؤْمِنُوا إِنَّ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِهِ إِذَا يُتْلَى عَلَيْهِمْ يَخِرُّونَ لِلْأَذْقَانِ سُجَّدًا (107)

QuL EAvMiNU BiHIy EaV Lav TuEMiNUv EinNa elLaÜIyNa EUvTUv elGiLMa MiNQaBLİHİy EiÜAy YuTLAv GaLaYHiM YaPiRRVuNa LiLEaÜQAvNı SucCaDan

“Kavlet ki, ona iman ediniz veya iman etmeyiniz. Onun kablinden kendilerine ilim verilenler, kendilerine tilavet olunduğunda secde eder durumda züknlerini harr ederler.”

Kıraatten sonra kavlet diyor. Yani önce metni kıraat ediyoruz. Sonra kendi uygulamamızla onlara düzeni anlatıyoruz. Sonra da söyle ki ben size duyurdum. Görevimi yaptım. İster inanın ister inanmayın de. Biz sizi zorlamıyoruz. İlle de bizim dediklerimizi kabul edin demiyoruz. Biz referandumda ‘evet’ demeyiniz dedik, dinleyen oldu, dinlemeyen oldu. Ama biz kimseye kızmadık, darılmadık, küsmedik. Bizim görevimiz bitti. Şimdi siz istediğinizi yapın.

“Kendilerine daha önce ilim verilen kimseler” deniyor. Bunu eski kitap sahipleri olarak düşünebiliriz. Ama bir de Kur’an ile meşgul olmayıp ilimle meşgul olanlar olabilir. Mesela, kâinatın üç boyuttan daha büyük bir uzay içinde olduğunu bilenler. Mesela, demokrasiyi bilenler. Bunlar da ilim sahibidirler. Bunlara Kur’an’ın ayetlerini okuyoruz, anlatıyoruz. Bakıp görüyorlar ki yirminci yüzyıl içinde keşfedilmiş olan şeyler Kur’an’da 1400 sene önce anlatılmış. Neler mi? Kâinatın ilk patlaması, dört ve beş boyutları, zaman ve mekânın izafiliği, entropinin büyümesi, ışık hızının maksimum hızı olduğu, elektromanyetik alanlar, elektrik aydınlanması; bitkilerde erkeklik dişilik olduğu, rüzgârların tozlaşma yaptırdığı, DNA’lar, genler; demokrasi, laiklik, liberallik ve sosyallik...

Onlara bunlar okuduğunda secdeye kapanırlar, Kur’an Arapların kitabıdır yahut tutucuların kitabıdır demezler. İlim sahibi olanlar bunlardır. İlim verilenler bunlardır.

İlmin dört mertebesi vardır.

a) Hiçbir şeyi bilmiyorum ama öğrenebilirim dönemi. ‘Ben biliyorum’ dersen cehli mürekkeple cahil olursun. Ben öğrenmem dersen, o zaman da seni var edeni unutmuş, küfretmiş olursun. Çalışmadan bilemem. Çalışırsam öğrenebilirim diyeceksin. Herkesi kendinizden âlim görüp verileri ortaya koyacaksınız.

b) İkinci dönem ise artık söylenenlerden ahsenini bulma dönemidir. Herkesle müzakere eder, herkesin görüş ve düşündüklerini alırsınız. Kendinizi artık diğer insanlarla eşit seviyede görürsünüz.

c) İçtihat dönemi. Bundan sonra kendiniz için kendinizi herkesten üstün görürsünüz, ‘ben benim işimi en iyi bilirim, benim görüşüm hepsinin görüşünden üstündür’ dersiniz. Burada bazı arkadaşlarımız büyük hata yapıyorlar, kendi görüşlerini başkasına dayatıyorlar. Bu yaptıkları büyük günahtır. Herkes için kendi görüşü en üstündür.

d) Ondan sonra uygulama dönemi başlar. Anlaştığınız hususlarda birlikte hareket edersiniz, anlaşamadığınız hususlarda herkesi kendi görüşünde bırakırsınız. Yani ne kimseye hükmedersiniz ne de kimseden uzak durursunuz.

İşte, ilim sahibi olanlar bunlardır.

قُلْ

QuL

“Kavlet”

Tebşir ve inzar ettikten sonra onlara söyle; ben sadece mübelliğim. Sizin bana uymanızı istemiyorum. Sözlerim doğru ise ona uyun, bana değil. Doğruluğunu da yalnız ilimle bileceksiniz. Eğer ilminiz yoksa, o zaman güvendiğiniz âliminize sorun, o doğruluyorsa uyun. Ben bana uymanız için anlatmadım, sadece size ulaştırdım ve üzerinde düşünmenizi istiyorum.

Adil Düzen çalışanları bu ayeti ve bu usulü akıllarından çıkarmasınlar.

آمِنُوا بِهِ

EAvMiNU BiHIy

“Ona iman edin”

İman etmek ne demektir?

Hakka iman etmedir. Eğer Kur’an haksa artık ona iman edeceksiniz. Hiçbir şey sizi ondan uzaklaştırmamalıdır. Biz günü gelmeden Kur’an’ın emirlerini yerine getiremeyiz ama şartları bekleriz, ancak bunu da yine Kur’an’ın izni ve emri ile yaparız.

Kur’an yalnız normal şartlarda yapılacakları anlatmaz, her halükârda nasıl hareket etmemiz gerektiğini anlatır.

“Fıkh edin” emri Mekke döneminden sonra geldiği için Mekke dönemi hükümleri yoktur. Oysa biz Mekke dönemini yaşıyoruz. Onun için de içtihatlarımızı yenilemek durumundayız.

أَوْ لَا تُؤْمِنُوا

EaV LAv TuEMiNUv

“Veya iman etmeyiniz”

Bu sizin takdirinize bağlıdır. Eğer sizin de aklınız erdi, doğru olduğuna kanaat getirirseniz, o zaman iman edin. Aklınıza yatmadıysa araştırmalarınıza devam edin, söylenenlerin yanlış veya doğru olduğuna kani olduğunuz zaman onu kabul edin.  

إِنَّ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِهِ

EinNa elLaÜIyNa EUvTuv eLGiLMa MiN QaBLiHİy

“Kendilerine daha önce ilim verilen kimseler”

Evet, kavlin en iyisini nasıl seçeceksiniz?

İlminizle seçeceksiniz. İlmin nasıl yapıldığını daha önce anlattık. Kur’an size daha önce bildiklerinizi teyit ederek doğruluğunu ispatlamaktadır. İlim yoluyla Kur’an’ın ilahi söz olduğuna inanacaksınız.

Bizim 250 Kur’an Mucizesi kitabını okursanız, o ilimleri orada bulacaksınız.

Hamidiye Risalesini yazan Suriyeli âlimden beri bu hususta pek çok kitap yazılmıştır.

En etkin olanı Bediüzzaman’ın risaleleridir.

إِذَا يُتْلَى عَلَيْهِمْ

EiÜAy YuTLAv GaLaYHiM

“Onlara tilavet olunduğunda”

Bundan önce kıraat eden diyordu. Şimdi tilavet edildiğinde diyor.

Biz Kur’an’da olanları kendi dillerine çevirerek aktarırız. Yani güneşi aksettiği gibi biz de Kuran’a ayna oluruz. Onun dışında bizim yapacağımız bir şey yoktur.

Onun için kıraati burada tilavetle yorumlamaktadır. Kıraatte mana şartı olmadığı halde tilavette mana şartı vardır. Kur’an’a kıraatle değil tilavetle iman edeceklerdir.

يَخِرُّونَ لِلْأَذْقَانِ سُجَّدًا (107)

YuPiRRuNa LiLEaÜQAvNı SucCaDan

“Züknlerine secde ederek harr ederler.”

“Zükn” çene demektir. Kur’an’da 3 defa geçer. “ذعن” ise 1 defa geçer; uysal baş, eğik baş demektir. Başın yere konmasıdır.

Harr” kapanmak demek. Birden yere yatmak anlamındadır. Türkçede dik başlı, çenesi tasmalı demektir. Beyinlerinde olur diye bir şey yoktur, başlarını yukarıya kaldırıp hayır derler. Türkçede de “eğik başlı” denir. Yanlış bir şey söylerler, sen ne kadar doğrusunu ispatlasan da kabul etmek istemezler, evirirler çevirirler ve yanlışlarını doğrulamaya çalışırlar. Oysa müminler yanlışlarını görünce hemen başları ile tasdik eder, yetmez, secde ederek eski yanlışlarından vazgeçerler.

Ak Parti’nin ‘evet’leri böyledir. Hepsi ‘evet’in yanlış olduğunu biliyorlar. Ama dik başları, kendilerini hata etmez göstermek için evetin savunucusu oldular. Surenin son kısmıdır. Bir defa Erbakan’ın Adil Düzen’ini reddettiler, artık kabullenemiyorlar. Allah’ın bize emrettiği hakkı gördüğümüzde derhal orada olmalıyız.

Biri çıksın da benimle tartışsın. Sitemizin (www.akevler.org) Sorularla Adil Düzen bölümünde tartışalım. Mesela, Dr. Mete Firidin ‘evet’ verdi. Her gün birer yazı yazarak tartışalım. Bir gün onun yazısı çıksın, bir gün benim yazım çıksın.

AK Parti’den tartışacak biri varsa, bizim sitemiz açıktır. Her gün birer sayfa yazalım, sonunda kitap olsun, yayınlayalım. Hayrettin Karaman’ı davet ediyorum, inanarak oy vermişse yazışalım, kendi sitesinde yayınlayabilir. Yahut Kazım Erten ile tartışalım. Okulda iken herkese laf atan Kazım Erten şimdi AK Parti’de neden susuyor?

وَيَقُولُونَ سُبْحَانَ رَبِّنَا إِنْ كَانَ وَعْدُ رَبِّنَا لَمَفْعُولًا (108)

Va YaQUvLUvNa SuBXAvNa RabBıNAv EiN KAvNa VaGDu RabBıNAv LaMaFGUvLan

“Ve ‘Rabbimiz sübhansın, Rabbimizin va’di mef’ul olacaktır’ diye kavl ederler.”

Sure Allah’ın İsrail oğullarına vaidi ile başlamıştı. Son vaitten bahsedilmişti.

Surenin sonlarında da ahiret va’dinde İsrail oğullarının bir araya geleceğini bildirmişti.

Şimdi de ahiret va’di mef’ul bulunmaktadır diyor.

Zaman zaman reyb içinde oluyoruz. Anayasa referandumunda ‘evet’ çıktı. O halde Sermaye galip gelecek gibi kuşkuya düşüyoruz. Kur’an’ın bu ayetini okuyunca hepimiz secdeye vararak şükrederiz; Rabbimiz, Rabbinin va’di mef’uldür.

“Va’duhu” denmeyip “Rabbina” kelimesini izhar etmekte, özellikle “Bizim Rabbimiz” yani inananların Rabbi denmektedir.

وَيَقُولُونَ

Va YaQUvLUvNa

“Ve kavl ederler”

Secdeye varırlar ve secdede kavl ederler.

Secdede kalb başın yukarısında kalır ve beyindeki kan damarları basınçla beyni zorlar. Beyin sorunları çözmek için yaratılmıştır. Sıkıntılı zamanlarda çalışır ve çözümler üretir.

Ramazan’da insanlar daha çok düşünürler. Onun içindir ki Kur’an’ın Ramazan ayında okunması sünnettir. İnsan secdede iken doğru kararlar alır, secdede verdiği sözlerde durur.

سُبْحَانَ رَبِّنَا

SuBXAvNa RabBiNAv

“Rabbimiz sübhansın”

“Sübhansın” demek, sen işlerinden hiçbirisini eksik yapmazsın, unuttuğun hata ettiğin olmaz demektir.

Referandum sonucu ‘evet’ olmuşsa Allah’ın bilgisi dâhilindedir ve “Adil Düzen” için gerekli olan bir şeydir. Biz uzağı görmediğimiz için hata ediyoruz der, hatalarını itiraf ederler. Olaylarda başkalarını suçlamaz, hataları kendilerinde ararlar.

Bizim hatamız nedir?

Batıllardan birini hak kabul ederek diğeri ile mücadeleye girişmemizdir. Bizim için ekseriyet sistemi olunca fark etmez. Neden evetçi ve hayırcı olan düzende iştirak etmişiz.

Biz ne ‘evetçi’ ne ‘hayırcı’yız. Söyleriz. Ondan sonra ister inan ister inanmayın deriz.

إِنْ كَانَ وَعْدُ رَبِّنَا

EiN KAvNa VaGDu RabBıNAv

“Rabbimizin va’di bulunmaktadır”

Buradaki “İn” İnne’nin tahfifidir. Bunu “Kane”den biliyoruz.

“Rabbimizin va’di” derler. Bundan önce hep “sen, sen” diye hitap ederken burada biz diyor. “Rabbim” demiyor “Rabbimiz” diyor.

Tebliğde ayrı ayrı veya tekilinin söylenmesini esas alıyor. Başkanlar söyler. Aramızdaki işleri ise birlikte yaparız. Yaparız ve söyleriz.

لَمَفْعُولًا (108)

LaMaFGUvLan

“Mef’uldür.” 

Vaid gerçekleşecektir.

“Vait” nedir?

İnsanlık işçilik döneminden ortaklık dönemine geçecektir. Faizli merkezi sistem sona erecek, faizsiz tedayün sistemi gelecektir. Yerinden yönetim hâkim olacaktır.

İsrail devleti insanlık içinde bir bölge olarak varlığını sürdürecek, ordusu olmayacaktır. 12 ile ayrılacak, illerin iç güvenlik teşkilatı olacaktır.

Gümrükler ve vizeler kalkacaktır. Karşılıksız para tarihe karışacaktır. Hâkimler değil hakemler karar verecek, kanunlar değil sözleşmeler geçerli olacaktır. Ekseriyet yerine hicret sistemi gelecektir. İlmi olanlar bunların olacağına dair tereddüt etmezler.

 

 



© 2024 - Akevler