İSRA SÛRESİ - 18. Hafta
81-87 ayetler
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
وَقُلْ جَاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا (81) وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْآنِ مَا هُوَ شِفَاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ وَلَا يَزِيدُ الظَّالِمِينَ إِلَّا خَسَارًا (82) وَإِذَا أَنْعَمْنَا عَلَى الْإِنْسَانِ أَعْرَضَ وَنَأَى بِجَانِبِهِ وَإِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ كَانَ يَئُوسًا (83) قُلْ كُلٌّ يَعْمَلُ عَلَى شَاكِلَتِهِ فَرَبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَنْ هُوَ أَهْدَى سَبِيلًا (84) وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُمْ مِنَ الْعِلْمِ إِلَّا قَلِيلًا (85) وَلَئِنْ شِئْنَا لَنَذْهَبَنَّ بِالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ ثُمَّ لَا تَجِدُ لَكَ بِهِ عَلَيْنَا وَكِيلًا (86) إِلَّا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ إِنَّ فَضْلَهُ كَانَ عَلَيْكَ كَبِيرًا (87)
***
وَقُلْ جَاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا (81)
Va QuL CAvEa eLXaqQu Va ZaHAQa eLBAOıLu EinNa elBAvOıLa KAvNa ZaHuQan
“Ve de ki: Hak ciet etti ve batıl zehuk etti. Batıl zehuk bulunmaktadır.”
Bu surede “Kul” kelimesi 14 defa geçmektedir. Rabbine söyle, kendi kendine söyle ve muarızlarına söyle. “Sıdk ile idhal et” dendikten sonra “Ve” ile atfederek “onlara söyle” denmektedir. Muhatap değiştiği için “Kul” kelimesi tekrar edilmiştir.
Sure hak uygarlığı ile güç/kuvvet uygarlığını karşılaştırmakta, onların uygarlaşmadaki görevleri anlatılmaktadır. Güç uygarlığı olan bugünkü Sermaye uygarlığına surenin başında işaret ederek çağımızın uygarlığı üzerinde durmaktadır.
“Hak geldi” diyor, “gelecek” demiyor. Çünkü gelmesi kesindir.
“Hak” nedir?
Gerek S. Akdemir’in gerekse A. Ersoy’un akademik çalışmalarında izah edilmiştir.
Ekonomide hak nedir?
Ortaklık ekonomisidir. Hak ekonomisi, arz ve talep kanunlarının tam olarak çalıştığı ekonomidir. Faiz karşılığı karşılıksız para yerine, emeğe karşılık çıkarılan ve karşılığı olan para ekonomisidir. Emek sahiplerinin emeklerine malik olduğu ama tüm insanların çalışmasalar da yeryüzündeki kira payları (zekât) karşılığı yaşama haklarının olduğu ekonomidir. Faiz yerine selem tenzilatının olduğu ekonomidir.
Yönetimde hak nedir?
Dayanışma ortaklıklarının oluşturduğu genel hizmet merkezlerinin yanında, taşranın hâkim olduğu yerinden yönetim ve hakemlik sistemidir, Hak olan sistem. Hukuk bucaklarda oluşur; illerde iç güvenlik, ülkelerde savunma yapılır. İnsanlık uygarlaşma ile uğraşır.
Dinde hak nedir?
Bütün inançların serbest olduğu, mezheplerin birbirlerine tebliğde hakları olmakla beraber asla zorlama yapmadıkları bir düzendir. İnanç mezhepleri devlet yönetiminde denetleme görevi yaparlar. Din özgülüğü için savaş yapılır, bir din için yapılmaz.
İlimde Hak nedir?
İlim para ile satılmaz, âlimlere bütçeden pay verilir. Yazarlar bütçeden para alırlar. Dayanışma için fetvaları teminatlıdır. Sansür yoktur. Dayanışmanın kabulü vardır.
Hak gelmiş, batıl zaiL olmuştur.
Merkezi ekonomi, faizli işçilik ekonomisi, karşılıksız para, tekeller batıldır. Gümrükler ve vizeler batıldır.
Tutuklamalar, yakalamalar, ruhsatlar, izinler, vizeler, pasaportlar batıldır. Yöneticilerin vergi almaları batıldır.
Dinleri devre dışı bırakmak veya bir dini hâkim kılmak batıldır, dinde zorlama batıldır.
İlimde diploma dayatması batıldır. Merkezi eğitim programları batıldır. İlmin sermayenin hizmetinde veya siyasetin hizmetinde olması batıldır.
“Hak” burada marife gelmiştir, çünkü “Adil Düzen”e işaret etmektedir.
“Batıl” marife gelmiştir, bugünkü Sermaye veya bürokratik tekele işaret etmektedir.
“Batıl zehuktur.”
“Zehuk” suyu çekilmiş kuyu demektir. Nefsin zuhuk etmesi demek bedenden çekilmesi demektir, bedenle ilişkisinin kesilmesi gibidir.
“Zeheka” 5 defa, “dimağ” ise 1 defa geçmekte, birbirlerini ikiliye tamamlamaktadırlar.
بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَإِذَا هُوَ زَاهِقٌ وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ (18)
“Batılın üzerine hakkı kazf ederiz, o da onu dimağ eder. O da zahik olur. Vasıflandırdıklarınız sebebiyle vay size .” (Enbiya 21/18)
“Kazf etmek” üstüne salmak, bırakmak demektir. “Damğalamak” demek, beynini karıştırmak demek, beynini bozmak demektir. O zaman batıl da zahik olur.
Bunun anlamı şudur. Batıl üzerine hak salınır. İlkin direnirler ama sonra uymak veya bırakmak zorunda kalırlar. Tarihte inkılaplar olmuştur. Bazı inkılaplar hak oldukları için tutmuştur, bazı inkılaplar hak olmadıkları için tutmamıştır.
Marksizm batıl inkılaptı, tutmadı. Sosyalizm hak inkılaptı. Resmen dağılan Sovyetler ve fiilen dağılan Kapitalizm batıl birer inkılap olmuştur. Liberalizm hak inkılaptır. Tüm zorlamalara rağmen liberalizm dirilmektedir. Kapitalizm ise can çekişmektedir. Üç asırdır inkılaplar olmaktadır. Başka başka sahteleri türemekte ama sonunda yerini haklı olana terk etmektedir.
“Zuhuk” ile geçen iki ayet vardır, ikisi de Tevbe Suresi’nde geçmektedir.
Ayetler aynı gibi görülür ama şu farklar vardır.
فَلَا تُعْجِبْكَ أَمْوَالُهُمْ وَلَا أَوْلَادُهُمْ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُعَذِّبَهُمْ بِهَا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَتَزْهَقَ أَنْفُسُهُمْ وَهُمْ كَافِرُونَ (55)
وَلَا تُعْجِبْكَ أَمْوَالُهُمْ وَأَوْلَادُهُمْ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ أَنْ يُعَذِّبَهُمْ بِهَا فِي الدُّنْيَا وَتَزْهَقَ أَنْفُسُهُمْ وَهُمْ كَافِرُونَ (85)
1- Biri “Fe” ile başlamaktadır. Onların varlıkları seni şaşırtmasın. Biz onları zenginlik içinde bırakıyoruz ki kâfir olarak ölsünler diye, diyor. Burada da sebep “Fe”si gelmiştir. İkincisinde ise onları mümin saymayıp namazı ancak üşeneek kıldıklarını anlatmaktadır. Fasıklıkları ile kâfirlikleri dile getirmektedir. Yan yana oldukları için ve getirilmiştir.
2- Birincisinde “Ve Lâ Evladühüm” dendiği halde, ikincisinde “Ve Evladühüm” denmiştir. Birincisinde yönetim ve Sermaye ayrı ayrı olduğu için “La” harfi getirerek ‘ne onlar, ne onlar’ denmiştir. Oysa ikincisinde onların varlıkları söz konusu olduğu için ve bunlara bölünme olmadığı için ikinci “La” getirilmemiştir.
3- Birincisinde “LiYuazzibehüm” denmiş, ikincisinde ise “EnYuazzibehüm” denmiştir. Birincisinde “Li”, ikincisinde “En” hazf olmuştur. Çünkü “Fe” ile başlayan ayette sebep-sonuç ilişkisi vardır. Olmayanda Sebep-sonuç ilişkisi yoktur. İkincisinde Allah azab etmeyi murad ediyor ama rızası yoktur. Birincisinde ise Allah’ın iradesi yanında rızası vardır.
Bu fark çok önemli farktır. Birisi kötü insansa, kötülüğü murat ediyorsa, onu sadece murat ettiği için cezalandırmaz. Ona fırsat verir ve suç işletir. Böylece istediği cezayı da uygular. Hâlbuki diğerinde kullarının suç işlemelerini istemez ama suçlu olunca da bu dünyada cezalandırır.
Biz biliyoruz ki ne Gülen ve cemaatinin ne de Erdoğan ve AK Parti mensuplarının kötü niyetleri vardır. Dolayısıyla onların mal ve mülklerini (iktidarlarını çoğaltır), tövbe etmelerine fırsat vererek yaptıkları hatalardan arındırmak ister. PKK’lıların varlıklarını çoğaltır, kötülük yapsınlar da cezalarını çeksinler diye.
4- Birinci ayette “Fi’l-Hayati’d-Dünya” denmiş, ikinci ayette ise sadece “Fi’d-Dünya” denmiş. Ayetlerde dört hususta farklılık meydana getirilmektedir. Birincilere dünya hayatında azap vermelerini görsün isterler. Ahiret hayatında kurtulacak değildirler. Oysa ikinciler bu dünyada gördükleri azabı ceza olarak görürler ve ahirette kurtulurlar. Eğer bir mümin suç işlemişse cezasını bu dünyada çekmek ister ve sevine sevine hapishaneye gider. Çünkü ahiret azabından kurtulacaktır. Buna göre günah işleyen Gülen mensupları devlete teslim olup Bediüzzaman gibi cezalarını burada çekmeyi tercih etmelidirler.
وَقُلْ جَاءَ الْحَقُّ
VaQuL CAvEa eLXaqQu
“Ve de ki: Hak ciet etti”
Memur olan veya makulün leh olan kimse bugün Adil Düzen çalışanlarının her biridir. Aranızda peygamber olmadığına ve henüz örgütlenmediğimize göre görevli bir hadi yoktur. Tarikatları olan, partileri olan, cemaatleri olan kuruluşların önderlerine de özel emir olabilir.
Ne var ki bunların hiçbirisi hakkın gelmesi için çalışmamakta, batılın gitmesi için çalışmamaktadırlar. Her biri bir batılın yanında başka bir batıla cephe almış durumdadır. Onun için birbirleri ile kavga içindedirler.
Gülen cemaatini düşünelim. Bunlar Sermaye ile bir olup “Adil Düzen”e karşı cephe aldılar. Ne var ki bunlar sayesinde tüm dünyaya İslâmiyet yayıldı. Hakkın kendisi gelmediyse de kokusu geldi. Hıristiyanlık da bunun için gelmişti. Tüm dünyaya Hz. İbrahim dinini duyurdu ama uygulamayı İslâmiyet’e bıraktı. İslâmiyet de kısmen uyguladı. Asıl uygulama üçüncü binyılda olacaktır. Bu ayet bunu anlatmaktadır. Biz kendi kendimize de diyoruz ki; Hak geldi batıl zehuk oldu. Ribaya karşı mahg kelimesini kullanıyor, mahg kelimesi anlamında burada “zahik” kelimesini kullanıyor, “zail” yerine.
Hak marfedir ve gelmekte olan da bilinen “Adil Düzen”dir, “Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası”dır. Sure asrımızı anlattığına göre asrımızın hakkı “Adil Düzen”dir.
وَزَهَقَ الْبَاطِلُ
Va ZaHaQa eLBAvOıLu
“Ve batıl zahik oldu”
Çekilip gitti denmektedir.
Batıl yok olmayacak, batıl piyasadan çekilecektir, etkisiz hale gelecektir.
Nasıl mikroplar yok edilemiyor, etkisiz hale getiriliyor. Sıtma yapan hücreleri yok edebildiler. Nesli korunsun diye Sovyetleri laboratuvarlarda yaşatmaya devam ettiler, sonunda onları da imha ettiler. Yok ettik sandıkları hücre sonra bir yerde saklanmış, ortaya çıkmış zale, heleke gibi kelimeler kullanmıyor.
إِنَّ الْبَاطِلَ
EnNa elBAvOıLa
“Batıl”
Hakkın mukabili batıldır.
Fikirde doğru, histe iyi, işte yararlı, beraberlikte adalet haktır.
Buna mukabil fikirde yanlış, histe kötü, işte zarar, birliktelikte zulüm batıldır.
Varlık yokluktan iyidir, birlik ayrılıktan iyidir, işbölümü mütecanisten iyidir, evrim durağanlıktan iyidir şeklinde tarif edilebilir.
كَانَ زَهُوقًا (81)
KAvNa ZaHuQan
“Zahuk olmaktadır.”
Mikroplar bozuk bedenleri yok ederler ama onlar da yok olurlar.
Batıl, hak anlaşılsın diye vardır.
Yanlış kavramı olmadan doğruluk kavramı tanımlanamaz.
وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْآنِ مَا هُوَ شِفَاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ وَلَا يَزِيدُ الظَّالِمِينَ إِلَّا خَسَارًا (82)
Va NuNazZiLu MiNa eLQuREAvNı MAv HuVa ŞiFAvEun Va RaXMaTün LieLMu'EMıNIyNa VaLAv YaZIyDu elJAvLıMİyNa EilLAv PaSAvRan
“Ve Kur’an’dan, müminler için şifa ve rahmet olanı tenzil ederiz ve zalimleri ise ancak hasar olarak ziyade eder.”
“Min” başlangıcı gösterdiği gibi bazısı anlamına da gelebilir. Burada “rahmet” sonra gelseydi Kur’an hem rahmet hem de şifa olurdu. Burada sonra yazıldığına göre herkese şifadır, müminlere ise rahmettir.
Şifa ve rahmettir.
Kur’an’a inanmasalar da onun öğrettiklerini uygulayarak uygarlaşırlar. Nitekim bugünkü Batı uygarlığı böyledir. Kur’an’ın şifasından yararlanarak uygarlıklarını kurmuşlardır. Müminlere ise rahmettir. Şifa hastaları iyi eder. Rahmet iyileri daha iyiye götürür. Batılılar Kur’an’dan yararlanarak sorunlarını çözdüler ama ileri gidemediler. Müslümanlar sorunlarını çözdüler ve bugün de “Adil Düzen”le yalnız sorunlarını çözmüyor, ileri adımlarını atıyorlar.
“Kâfirlere” demiyor, “zalimlere” diyor. Kur’an’a inanmayanlar kâfirdir ama zalim olmayabilirler. Onlarda hasar meydana getirmez. Rahmet olmasa da şifa olur. Oysa zalimler onun şifasından da yararlanmazlar, aksine Kur’an ilacı onların durumlarını daha da kötüleştirir.
“Hasar” kelimesi “zarar” kelimesi karşılığı kullanılır. Mal varlığında meydana gelen azalma daha kötüye gitmedir. Onların sosyal hastalıklarına şifa olmaz, aksine daha da zararlı hale gelir.
Sermaye’nin bugünkü faizi terk etmesi Sermaye’nin sorunlarını çözmez. Aksine ekonomileri daha çok bozulur. Dolayısıyla Kur’an ancak İslâm düzeninde yararlı olur.
Erbakan ve Gülen’in yaptıkları hata bu idi. Onlar zulüm düzeninde Kur’an’ı uygulamaya kalkıştılar. Başarmaları mümkün değildi. Şimdi de AK Parti değil de Erdoğan zulüm düzeninde faizsiz banka kurmakla meşguldür!
Nasıl yeni nesil üretmek için bir kadın ile bir erkeğe ihtiyaç varsa, zekâtlı düzende faizsiz kredi veren finans kuruluşları yanında faizsiz kredi alıp kullanan işletmelere de ihtiyaç vardır. Bu sebepledir ki biz banka kurmadan önce faizsiz çalışan kooperatif kurduk.
Faizli sistemde faizsiz finans ya zarar eder ya da faizsiz diye insanları kandırır.
Nitekim bugün olan budur.
وَنُنَزِّلُ
Va NuNazZiLu
“Ve tenzil ediyoruz”
“Fecir Kur’an’ı” denmişti, şimdi de o Kur’an’a atfederek marife olarak Kur’an’dan tenzil ettiğini söylemektedir.
Kur’an’ı okurken insanda şifa ortaya çıkmaktadır. Cisimler çevreye ses veya ışık dalgaları salarlar. Her cismin kendi öz titreşimi vardır. Demire vurduğunuz zaman farklıdır, tahtaya vurduğunuz zaman farklıdır. Biz bu sayede konuşabiliyoruz. Aynı öz titreşimi olanlar birbirini duyarlar, biri titreştiği zaman diğeri de titreşir. Bu sayede sesleri ayırabiliriz, renkleri ayırabiliriz. Radyo sesi, televizyon ışığı böylece uzağa gönderilmektedir.
Kur’an’ın harfleri öyle seçilmiştir ki, Kur’an’ın öz titreşimi insanın öz titreşimine uymaktadır. Böylece Kur’an doğrudan insana şifa olmaktadır. Hücre içinde sıvı vardır, devamlı hareket hâlindedir. Bedende kan ne ise hücrede de sıvı odur. Bu sıvı akmazsa kılcal damarlarda tıkanıklık meydana gelmektedir. Kur’an sesi bu tıkanıklığı gidermektedir. Su değirmeni taşlarına oluktan buğday ve mısır taneleri özel titreşimle akmaktadır.
Bunun dışında beynin sinirlerinde bazen metreleri bulan iplikçikler (akson-dentrit) vardır, burada da elektrik devreleri kurulmaktadır. Bu devrelerin tıkanması hallerinde ses titreşimi elektrik devrelerini uyararak bilgisayarın normal çalışmasını sağlamaktadır. Bilgisayarda tıkanıklık olursa kapatır yeniden açarız. Uygun sesler sayesinde beyin bilgisayarın bazı devrelerini kapatıp yeniden açmaktadır.
Eğer Kur’an’ı namaz olarak anlarsak bütün hareketler bedeni eğitimdir. Bunlar Kur’an’ın maddi etkileridir. Bir de manada şifa vardır, bu alandaki sorunlar çözülür.
مِنَ الْقُرْآنِ
MiNa eLQuREAvNı
“Kur’an’dan”
Kur’an’dan gelen sesler veya kelimeler insanın fiziki sorunlarını ve psikolojik sorunlarını çözmektedir. Sıkıntılı anlarda Kur’an’ı okuyup üstünde düşündükten sonra insanda ferahlık meydana gelmektedir.
‘Evet’ ile yani referandumla Erdoğan’a oynanan oyunu gördükçe irkiliyorum, sonra Kur’an’ı okudukça sakinleşiyorum.
مَا هُوَ شِفَاءٌ
MAv HuVa ŞİFAvEun
“Şifa olanı”
Şifa olan tenzil olunmaktadır. Yani Kur’an her zaman herkese şifa göndermektedir.
Televizyon merkezinden nasıl yayın yapılıyorsa, Kur’an da insanlığa maddi manevi şifaları göndermektedir.
Kur’an’ı bu amaçla yani Allah benimle bu Kur’an’da konuşuyor der de okursanız, size gelen manalar hep onun sana vahyidir veya ilhamıdır. O şifadır, hastalıkları ortadan kaldırır.
وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ
Va RaXMaTün LieLMu'EMıNiyNa
“Ve müminlere rahmettir”
Kur’an yalnız biyolojik, psikolojik, sosyolojik sorunları çözmekle kalmaz, aynı zamanda size rahmet eder. Bulunduğunuz yerden daha ileri mertebeye yüksektir.
1967’de İzmir’de kurulan Akevler Kooperatifi hep Kur’an’la beraber oldu, “Adil Düzen” böyle doğdu. Risale-i Nur şakirtleri Kur’an’la beraber oldular. Gülen cemaati böyle doğdu. Süleyman Tunahan cemaat mensupları Kur’an’la meşgul oldular. Mealciler ortaya çıktı. Hep rahmet oldu.
Gelecekte dünya ilahi kitaplarla meşgul olacaktır. Gerek doğu dinleri gerekse batı dinleri hep aynı şeyleri anlatmaktadır. Kur’an’ın manası tahrif edilmiş, diğerlerinin manaları ve lafızları tahrif edilmiş. İlmin ayıklayıcı metotları ile tüm ilahi kitaplarda anlatılanlar ayıklanacak ve insanlık çözümü ilahi kitaplarda bulacaktır.
Müsbet ilim ve Kur’an başta rol oynayacaktır. a) Kur’an son kitaptır. b) Lafzıyla tek metindir, aslı değişmemiştir. c) Dilin bütün kuralları ve yorum şekilleri ile bize eksiksiz ulaşmıştır. d) İçtihat ve icma müesseseleri ile her devre ve her topluluğa hitap etmekte ve sorunları çözmektedir. İslâm ve Avrupa uygarlıkları onun rahmeti ile doğmuştur.
وَلَا يَزِيدُ الظَّالِمِينَ
VaLAv YaZIyDu elJAvLıMİyNa
“Ve zalimleri ziyade etmez”
Kur’an zalimlere şifa olmaz, rahmet de olmaz.
Onların zulmüne izin verilir ki o zulüm ile çöküp gitsinler, bu dünyada ve ahirette azap görsünler diye. Diğer taraftan onlara zulüm yapmalarına izin verilmesi müminlerin Kur’an’ı daha iyi anlamalarına ve uygulamalarına sebep olur. Yani bize zulmedebiliyorlarsa bilelim ki yanlış yapıyoruz da, Allah bize diyor ki; düzelin.
Kur’an’dan sonra Allah’ın vahyi böyle olmaktadır.
إِلَّا خَسَارًا (82)
EilLAv PaSAvRan
“Sadece hasarı.”
Mevcut durumdan daha iyi duruma geçmek rahmet ise mevcut durumdan daha kötü duruma geçme hasardır. Kur’an müminlere rahmettir, zalimlere ise hasardır.
Zulmetmeyen ama inanmayan kimselere şifadır ama rahmet değildir.
Hong Kong Ekolünü böyle görebilirsiniz.
وَإِذَا أَنْعَمْنَا عَلَى الْإِنْسَانِ أَعْرَضَ وَنَأَى بِجَانِبِهِ وَإِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ كَانَ يَئُوسًا (83)
Va EiÜAv EaNGaMNAv GaLay eLEiNSAvNi EaGRaWa VaNaEAv BiCANıBiHIy Va EiÜAv MasSaHu elŞarRa KAvNa YaEUvSAn
“Ve insana in’am ettiğimizde ir’az eder ve canibine ne'yeder ve ona şer messettiğinde yeus olur.”
Buradaki “Ve” “Nünezzilü”daki “Vav”ın atfedildiği yere atfetmektedir. O da “Ve Kul Cae’l-Hakku”ya, o da “Ve Kul Rabbi Edhilnî”ye, o da “Ekimi’s-Salâte”ye atıflar yapılmaktadır.
Burada “İn” getirilmemiş, “İza” getirilmiştir. Yani hem in’am etmek hem de şerrin messi ilahı kaderde mevcuttur. İnsan nimet ile şerrin messi arasında gidip gelmektedir. İnsanın iyi günleri olmakta, kötü günleri olmaktadır. Bundan kaçmak mümkün değildir.
Türkçede mesel vardır. İnsan acıkınca doymayacağını zanneder, doyunca da acıkmayacağım der. Türkiye’deki askeri müdahaleler hep böyledir. Müdahale ettikleri zaman müdahalesiz olmayacağını zannederler, normal zamanlarda da müdahale olmayacağını sanırlar. Oysa Ordu gerektiği zaman müdahale eder, gerekmediği zaman etmez. Siviller devleti batıracakları zaman ordu müdahale eder ve onun batmasını önler, seçimi yapar ve sivillere devreder. Bir daha müdahaleye gerek kalmaması için tedbirleri alır. Nitekim Kenan Evren gerekli tedbiri aldığı için 28 Şubat’ta da 15 Temmuz’da da darbeler başarısız olmuştur.
15 Temmuz neden olmuştur?
“Erbakan Hükümeti dışındaki bütün hükümetler Gülen’i desteklediler, “Adil Düzen”e karşı cephe aldılar. Sermaye’nin parası ile dünyadaki okulları kurdular. Sermaye mali destek yapıyordu. Gülen ve TC hükümetleri okullar oluşturuyordu. Bunun sonucu bu olacaktı. Kaybeden Sermaye olmuştur.” Diyorum.
‘Evet’ veya ‘hayır’ benim dediğimi doğrulayacaktır.
‘Evet’ çıkarsa Sermaye kazanmış olacak, hedefine ulaşacaktır.
‘Hayır’ çıkarsa Sermaye mağlup olacaktır. Gülen cemaati ile Ak Partililer barışacaklardır. Ama “Adil Düzen”e karşı değil, “Adil Düzen”de barışacaklardır ve birlikte “Adil Düzen”i getireceklerdir.
‘Evet’ çıkarsa da bunların ikisi de uçuruma doğru yuvarlanıp gideceklerdir.
“Adil Düzen” çalışanlarına Allah başka bir yol açacaktır.
Nasıl gece-gündüz olmakta, nasıl yaz-kış olmaktaysa, bunun gibi her insan için iyi günler olacak, kötü günler olacaktır. İnsan nasıl uyanıklık ve uyku hallerini yaşıyorsa, onun gibi darlık ve genişlik zamanları olacaktır. Allah’a inananlar bunu bilirler. Darlık zamanında sabreder, beklerler. Genişlik zamanında da darlık zamanını atlatmak için çalışıp birikim yaparlar.
Eskiden her aile böyle yapıyordu. Bugün bu uygulanamaz olmuştur. Bugün semtler oluşacak, her semt birikim yapacak, darlık zamanında kullanmak üzere semt içinde birikim olacaktır. Gene kişilerin birikimi olacak ama bu semtin ambarlarında ve kasalarında olacaktır. Her bucağın darlık zamanında harcamak üzere birikimi olacaktır. “Adil Düzen”de pek fazla bir şey değişmiyor. Bir bucak içinde on kadar semt olacak, her semtin ambarı olacak. Her bucağın kendi parası olacak, darlık zamanında kendi yağı ile kavrulabilecektir. Tarım bucakları ile sanayi bucakları kardeş bucaklar olacak ve birbirine dayanarak yaşamaya devam edeceklerdir.
وَإِذَا أَنْعَمْنَا
EiÜAv EaNGaMNAv
“Ve in’am ettiğimizde”
“Nimet” maddi imkânlardır, ekonomik refahtır.
Burada insan ayrı ayrı kişileri ifade ettiği gibi tüm insanlığı da ifade eder. Yeryüzü tek piyasa hâline gelmiştir. Ülkelerarası para “altın para”dır. Ülke parası “toprak para”dır. İller parası “demir para”dır. Bucakların parası “buğday para”dır. Her semtin de kendi bonosu vardır.
Piyasa demek, fiyatların ve ücretlerin, kiraların ve vergilerin aynı para ile ölçüldüğü yer demektir. Bugün insanlık tek piyasa haline gelmiştir.
Ekonomilerin geceleri var, gündüzleri vardır. Kur’an bunu Mısır’da 7 sene olarak belirlemiştir. Önce 7 bolluk yılları gelir. Sonra 7 darlık yılları gelir. Sonra da bir o kadar normal yıllar gelir. Toplam 30 yıla yakındır. Allah darlık yıllarında kullansınlar diye önce bolluk yılları verir, sonra darlık yıllarını getirir.
Bundan önce müminlerin rahmetinden bahsetti.
Şimdi de insanlığa in’am etmekten bahsetmektedir. Fatiha’da anlatılanlar da öyledir.
عَلَى الْإِنْسَانِ
GaLay eLEiNSAvNı
“İnsana”
“İnsan” dendiği zaman kişi demektir ve her bir kişi anlaşıldığı gibi tüm insanlık da anlaşılabilir. Bir kişinin darlık ve genişlik yılları olabileceği gibi tüm insanlığın da darlık ve genişlik yılları da olabilir, devletlerin, illerin ve bucakların darlık ve genişlik yılları da olur.
أَعْرَضَ
EaGRaWa
“İ’raz eder”
“Tul” uzunluk demektir, gidilen istikametteki mesafedir.
“Arz” ise en demektir, genişlik anlamındadır.
“İ’raz etmek” demek, gidilen yolu bırakıp başka tarafa sapmak demektir.
1960’larda Türkiye’nin durumu çok kötü idi. Ülkede iş yok, güç yok. Avrupa’ya işçi göndererek nefes almaya başladı Türkiye. Zamanla Türkiye zengin olmaya başladı. Türk halkı refaha ulaştı. “Adil Düzen” sayesinde bu imkânlar ortaya çıktı. Sonra yaşadıklarını unuttu ve ona yani “Adil Düzen”e karşı cephe aldı.
İşte, i’raz budur.
15 Temmuz’da tehlike atlatıldı. İnsanlar Allah’a hamd etmelidirler. Kesin olarak suçları sabit olanlardan kaçanları cezalandırmak gerekirken, eldeki suç işlememiş kimseleri hapishanelere dolduruyorlar. Asıl suçlu olan Sermaye yani onunla işbirliği içinde olanlar, ellerini kollarını sallayıp yurt içinde ve yurt dışında dolaşıyorlar.
وَنَأَى بِجَانِبِهِ
Va NaEAy Bi CAvNıBiHIy
“Ve canibine ne’y eder”
“Ne'y” kamıştan yapılan çardakların çevresinde kazılan arktır, bu sayede gelen yağmur suları çardağın içine giremez. “Cenb” 33 defa, “Ne’y” ise 3 defa geçmektedir.
“Cenb/Canib” yabancı anlamındadır; yabancılarla işbirliği yapar, onlarla bir olur anlamındadır.
İstiklal Savaşı’nı milletle kazandık. İktidara milletle geldik. Sonra yabancılarla işbirliği yapmaya başladık.
AK Parti kurucularını şimdi dışarı attı, onlardan iraz etti, şimdi yabancılarla işbirliği yapmakta, onlarla çalışmaktadır.
Millî Görüş de Gülen Cemaati de Akevler ile işe başladı ama iktidar olunca, zengin olunca Akevler’den i’raz ettiler, Sermaye ve etkin güçlerle işbirliği yaptılar. Kur’an’dan öğrendikleri “Adil Düzen”i unuttular ve Batı’nın çıkmazları peşinde koştular.
Cumhurbaşkanının ekseriyetle seçilmesi şeriata aykırıdır. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi şeriata aykırıdır. Cumhurbaşkanı şura tarafından seçilir. Halk ona biat eder. Cumhurbaşkanı hakemdir, uygulayıcı değildir. Uygulamanın, icranın cumhurbaşkanına verilmesi İslâmiyet’e aykırıdır. Cumhurbaşkanı sadece merkez bucaklarının başkanıdır. İllerinin veya taşra bucaklarının başkanı değildir.
Anayasa ekseriyetini alan AK Parti pekâlâ bunları getirebilirdi.
1- İlleri bağımsız kuruluşlar haline getirip iç güvenliği onlara bırakabilirdi.
2- Hâkimlik sistemi yerine hakemlik sistemi getirebilir, yargı üstünlüğünü kurabilirdi.
3- Türk ordusunu biat sistemi ile oluşturur ve onların başına devlet başkanı koyabilirdi.
4- Faize dayalı TL’yi emeğe dayalı para haline getirebilirdi.
AK Parti bunlarla uğraşacağına, İslâmî olmayan sistemler için canhıraş bir şekilde çalışmaktadır. İşte, maalesef canibe ne’y etmek budur.
وَإِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ
Va EiÜAv MasSaHu elŞarRu
“Ve ona şer messettiğinde”
“Şer” “Nimet”e karşı getirilmiştir. Yukarda hasardan bahsetmişti, burada ise şerden bahsetmektedir. Şerrin karşılığı hayırdır. Burada nimetin karşılığı olarak getirilmiştir.
Şerrin etimolojik manası şerare’dir. Yani zarar demektir. Kısa devre demektir.
Nimetler yavaş yavaş olur, uzun çalışmalar sonunda elde edilir. 15 Temmuz gibi şerler ise ani darbeler şeklinde gelirler ve birden büyük hasarlar yaparlar. Nimet zamanı biriktirilenler ile o günkü zararlar giderilir.
Türk ordusunda Ergenekon ve 15 Temmuz’da ordudan atılan komuta kademesi binlerce kişidir. Böyle durumlarda yerlerini dolduracak hazırlık var mıdır? Örnek olarak yedek subay sayısı çok olur, bu durumda göreve çağrılabilirler. Aksine, lise mezunları yedek subay olurken yüksek tahsile çıkarıldı. Şimdi onlara da askerlik yaptırılmıyor. İsteyen herkes tahsiline göre er, çavuş, subay ve general olarak askerliğini yedek olarak yapacak ve bekleyecek. Sermaye’nin paralı asker anlayışına uyan yönetim ordumuzu mahvetti.
كَانَ يَئُوسًا (83)
KAvNa YaEUvSAn
“Yeus olur.”
“Ye’s” hayızdan kesilen kadın demektir. Ümidi kesmek, ümitsiz hale gelmek anlamına gelir. “Ye’s” kelimesi Kur’an’da 13 defa geçmektedir. Bu kelimeyi eşleyen “sev'” kelimesi 167 defa geçmektedir.
Anayasa referandumunda ‘Evet’ çıktığı zaman büyük bir şer ile karşı karşıya olacağız, Ak Parti’yi kaybedeceğiz, devlet başkanımızı kaybedeceğiz. Ama bu bizi meyus etmemelidir. Demek ki “Adil Düzen” için daha hayırlı bir durum hazırlanmaktadır demektir.
Osmanlılar yıkıldı, Cumhuriyet kuruldu.
CHP irtidat etti, DP geldi.
DP intihar etti, DYP geldi.
DYP gitti, ANAP geldi.
ANAP gitti, Ak Parti geldi.
Bakınız, bu iktidarların her biri sonradan genel olarak İslâmiyet’e biraz daha yakın olmuşlardır. Ak Parti giderse, demek ki Ak Parti’den daha ileri seviyede Müslümanlara ve “Adil Düzen”e yaklaşan bir dönem gelecektir. Dolayısıyla asla ümitsiz duruma düşmemeliyiz. Biz doğruları söylemeye ve elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. Kalanı bize değil O’na (Allah’a) aittir, O ne isterse o olur.
قُلْ كُلٌّ يَعْمَلُ عَلَى شَاكِلَتِهِ فَرَبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَنْ هُوَ أَهْدَى سَبِيلًا (84)
QuL KülLün YaGMaLu GaLay ŞaKiLeTiHi Fa RabBuKuM EaGLaMu BiMaN HuVa EaHDAy SaBIyLan
“De ki; herkes kendi şakilesi üzerine amel eder. Rabbiniz sebil olarak kimin ehda olduğunu en iyi ilmedendir.”
“Şekil” var, “suret” vardır. Suret cismin kendisindeki varlığıdır, el sürdüğünüz zaman suretini hissedersiniz. Şekli ise görüntüsüdür. Renk cismin şeklini verir. Elle rengi hissedemezsiniz. Bir cismin kâğıt üzerinde yaptığınız resmi suret değildir, şekildir. Geometrideki varlıkların hepsi şekildir. Kur’an’da iki defa geçmektedir. Herkes şakilesine göre amel eder.
Filmde seyrettiğin suretler değil şekillerdir.
Herkes şakilesine göre amel eder. Buradaki “Hu” zamiri amele gidebilir. Yani amelin kendisini yapmaz, onun şakilesini değiştirir, görüntüsünü değiştirir.
Bir şeyin planı projesi şeklidir. Plan proje gerçekleşecek varlığın kaderidir.
Kapitalistler plan ve projeye karşıdırlar.
Sosyalistler ise devletin yaptığı plan ve projeye uymak zorundadır.
Kur’an ise ara yolu tutmuştur. Herkes plan ve projeye uymak zorundadır ama plan ve projeyi kendisi için kendisi yapmaktadır. Bunun başka manası, herkes kendi içtihadına göre amel eder. Herkes kurallara göre hareket etmek zorundadır. Ne var ki hareket edilecek kuralları kendisi için kendisi koyar. Kurallı hareket ettiği için birlik sağlanır. Kurallarını kendisinin koyması ile de özgürlük sağlanır. Ekseriyetin koyduğu kurallara değil, kendisinin koyduğu kurallara uyar. Bunun için içtihatlarını ilan eder. Bu içtihatlarını değiştirebilir ama değiştirinceye kadar uymak zorundadır. Herkes sözleşmeyi serbestçe yapar ama yaptıktan sonra değiştirinceye kadar ona uyar. Sözleşme yapmaları gerektiğinde anlaşırlar ama sözleşmenin içeriğinde anlaşamazlarsa ortak vekil seçerler. Ortak vekil istişare eder ve onlara vekâleten karar alır. Bu ittifakla alınan karardır. En üst seviyede anlaşma hakemler nezdinde olur. Taraflar birer hakem seçerler, hakemler de bir başhakem seçer. Başhakemin kararı tarafların kararı olur.
قُلْ
QuL
“Kavlet”
“Ve” harfi getirilmemiştir. Mahzuf olan bir “Kalu”nun cevabıdır. “De ki insan böyle yaratılmıştır”. Bizim ne yapmamız gerektiğini sorar, İşte buna karşılık Kur’an “söyle” diyor.
Herkes “kendi içtihadına” göre amel edecektir. Kimse kimseye bir şey dayatmayacaktır. Kendi içtihatlarına göre “kendi yaptığı serbest sözleşmelere” göre kendi seçtiği kimselere sorarak ve nihayet “kendi seçtiği hakemlerin kararı” ile yaşayacaktır.
Tekrar ediyorum; 1) içtihat, 2) sözleşme, 3) ortak vekil, 4) kendilerinin seçip atadıkları hakemler şeriat olacak ve herkes kendi şakilesinde yaşayacak.
Bugün içtihat var mı, sözleşmeler serbest mi, başkan ortak hakem mi, hâkimler mi var, hakemler mi var?
Peki be şaşkınlar, hangi akılla “Adil Düzen”i bırakıp da Avrupa sokaklarında hakaretlere uğruyorsunuz?
كُلٌّ يَعْمَلُ عَلَى شَاكِلَتِهِ
KülLün YaGMaLu GaLay ŞaKiLeTiHi
“Herkes kendi şakilesine göre amel eder”
Kimsenin hareketine baştan mani olunmaz. Kişi adamı öldürecekse öldürür. Kimsenin onun iradesini tutma yetkisi yoktur. Karşı taraf da savunur, kimsenin savunmasını önleyemezsiniz.
Silah yasağı iki bakımdan yanlıştır. Kişinin iradesini kısıtlıyorsunuz. Savunana da savunma hakkı tanımıyorsunuz. Herkes istediği gibi hareket edecek, sonra hakemler huzurunda hesap verecek. Hakem kararlarına uymayanlar tenkil edilecek.
Her şey bu kadar sade ve kesindir.
فَرَبُّكُمْ أَعْلَمُ
Fa RabBuKuM EaGLaMu
“Rabbiniz a’lemdir”
Herkes kendi şakilesi ile hareket ettikten sonra dayanışma ortaklıkları harekete geçerler ve nizaları (ihtilafları) onlar çözerler. Savunma Yüksek Kurulu, Soruşturma Yüksek Kurulu, Bilirkişi Yüksek Kurulu ve Hakemler Yüksek Kurulu’nun organize ettiği kurullarda muhakeme edilerek mahkûm edilirler. Son söz yargının olur.
Bu dünyadaki yargılama Allah adına böyle yapılır. İspat edilemeyenler ile yargı yetkisi dışında olanların hesabını Allah ahirette görecektir.
Bizim kendimizi akıllı kabul edip başka insanlara hükmetme yetkimiz yoktur.
بِمَنْ هُوَ أَهْدَى سَبِيلًا (84)
BiMaN HuVa EaHDAy SaBIyLan
“Kimin sebilen ehda olduğunu.”
Bizim ‘evet’çilere, ‘evet’çilerin de ‘hayır’cılara dayatma yetkisi yoktur. ‘Evet’çilerin kendilerini ‘hayır’cılardan üstün görüp dayatmaları veya ‘hayır’cıların kendilerini üstün görüp ‘evet’çilere dayatmaları şirkin ta kendisidir, zulmün ta kendisidir.
Mevcut bir düzen ancak ittifakla değişebilir. Bir adi ortaklıkta bile ortakların ittifakı ile sözleşme değişir. Anayasamız üçte iki ekseriyetle ve halkın serbest iradesi ile değişmeyi belirlemiş. Milletvekillerinin oylarını serbest irade ile verdiklerinden eminseniz sözüm yoktur.
İslâmiyet’te ihtilaflar ekseriyet oyları ile değil yargı yoluyla çözülür. ‘Evet’ yeter ekseriyeti sağladı ve evet kabul edildi. Buna karşı hakemlerden oluşmuş yargıya gidilebilir.
Halkın ekseriyeti ile hareket yanlıştır.
وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُمْ مِنَ الْعِلْمِ إِلَّا قَلِيلًا (85)
Va YaSEaLUvNaKa GaNı elRUvXı QUvLı elRuVXu MiN EaMRi RabBIy Va MAv EUvTIyTuM MiNa eLGıLMi EilLAv QaLIyLan
“Ve sana ruhdan sual ediyorlar; ruh Rabbimin emirlerindendir, size kalili dışında ilimden verilmedi diye kavl et.”
Allah mekanı beş boyut içinde üç boyutlu olarak başlatmıştır, gittikçe büyümektedir. Biz o zamanın içindeyiz, Kâinatın içinde yaşıyoruz. Zaman ve mekân elektriğin parçacıkları olarak ortaya çıkarlar. Bütün varlıklar bu parçacıklardan oluşur. Ayrıca enerji de bu parçacıkların hız karelerinin toplamıdır. Parçacıklar hızları birbirine aktarırlar. Ne parçacıklar artar ne de hızlarının kareleri toplamı artar.
Ruh bunlardan ayrı varlıktır. Arabanın şoförü gibidir. Şoför gelir anahtarı çevirirse araba çalışır ve yürür. Ayrı ayrı iken ruh bu dünyada etkisini göstermez. Ruh bedenle irtibat kurar. Nasıl televizyonumuz antenler vasıtası ile merkezle ilişkiyi kuruyorsa, ruh beynimiz de bir ruhla ilgili bilgiyi bir yerde tutuyor. Bugün burasının neresi olduğu bilinmektedir. Uykuda bu ilişki kesiliyor ama rüyada yine ilişki kuruluyor. İnsanın kendi ruhuyla nefh edildiği söyleniyor.
Burada “ruh” kelimesi tekrar ediliyor. Sorulan ruh ile cevap verilen ruh farklı. İnsanların ruhtan anladıkları başkadır, gerçek ruh başkadır. Bundan dolayı tekrar edilmiştir. Yani ruhtan soruyorlar. Ruhun varlığını biliyorlar. Bizim bilincimizdir. Herkesin bir enesi vardır, benim diyor, o ruhtur.
Atomların ve hızlarının varlıkları vardır. Ama bunlar varlıklarından habersizler. Atomlar doğru ve yanlışı bilmezler, atomlar iyi ve kötüyü bilmezler, atomlar yararlı ve zararlıyı bilmezler ve atomlar birbirlerine etki ederler ama bir sözleşme yapmazlar.
İşte bunları yapan ruhtur ve onun mahiyetini bizim kavramamız mümkün değildir. İnsan kendi kendisini göremediği gibi ancak aynada gördüğü gibi ruh da kendisini ancak madde içinde atomlarda görür. Atomlar ruhun aynasıdır.
“Ruh Rabbimin emrindendir” deniyor. Neden “Allah’ın emridir” denmiyor da “Rabbimin emrindendir” deniyor? Çünkü ruhumuz bizim bilmediğimiz Allah’ın cevheridir. Ancak o cevher özel eğitimle gelişir
“Bu Rabbimin işidir” diyor. Her şey Allah’ın işidir. Yalnız “Ruh Rabbimin işlerindendir” deniyor. Yani diğer bütün varlıklar ruhlar cinsinden var edilmişlerdir. Yani şuurlu varlıklar içindir. Kâinat, melek, ruh, cin ve insan için yaratılmıştır. Allah’ın nasıl yaptığı işi ruhu var etmiştir. Diğer her şey ruhun oluşup insan olmasıdır. Onun için “Min Emri Rabbî” denmiştir.
“Ruh” kelimesinin tekrar edilmesi de bundandır. Soranlar yalnız insan ruhunu soruyorlar, bunlar melek ve cinlerin de dâhil olduğu ruhları anlatmaktadır. Size ilimden az bir şey verildi denmesi, söylenenin içinde olabilir o zaman ‘tüm’ biz manasındadır. “Bize çok az şey verildi” şeklinde tercüme ederiz. Yahut Kur’an’ı okuyana hitap etmiyor, o zaman da siz manasında olmuş olur.
وَيَسْأَلُونَكَ
Va YaSEaLUvNaKa
“Ve senden sual ediyorlar”
15 yerde “senden sual ediyorlar” geçmektedir; hamr ve meysirden, infaktan, yetimlerden, hayızlıdan, ruhtan, zülkarneynden, cibalden, hilallerden, ne infak edeceklerinden, haram aylarından, ne helal edildiğinden, saatin ne zaman geleceğinden, enfalden sual ederler diyor.
Bir de “istifta” vardır, iki defa geçmektedir. Sual edenler karşı olanlar değil yanında olanlardır. Ya hükümleri soruyorlar veya ahiretten sual ediyorlar veyahut dağlardan ve ruhtan soruyorlar. Öğrenmek amacıyla soruyorlar. Kur’an bu soruların sorulmasını yasaklamıyor ama cevabın anlaşılamayacağına işaret ediyor.
عَنِ الرُّوحِ
GaNı elRUvXı
“Ruhtan”
Ruhun varlığı diğer varlıklardan daha açıktır. Fransız düşünürü, ‘düşünüyorum, o halde varım’ diyor. Ne var ki insan varlığını kesin olarak bildiği şeyin ne olduğunu bilmemektedir. İnsanların sorduğu kendi bilmedikleridir.
قُلِ الرُّوحُ
QuLı elRUvXu
“Ruh diye kavl et”
Ruh, sizin benliğinizin de ötesinde, diğer insanların da benliğidir; meleklerin, cinlerin ve diğer ruhların benliğidir. Cevap veriyor.
مِنْ أَمْرِ رَبِّي
MiN EaMRı RabBIy
“Rabbimin emrindendir”
Yani Rabbin esas işi odur. Merkezde ruh vardır. Diğer bütün yaptıkları onun işidir.
Kur’an’da Rabbimin emri işi olarak sadece burada geçmektedir. Rabbimin bizzat ilgilendiği iştir demektir. Ruhların yaratılmasında da melekleri veya başkalarını istihdam etmemektedir. Sebep-sonuç ilişkileri ile değil de doğrudan Allah’ın onu var etmesi ile olmaktadır. Her ruhu Allah doğrudan kendisi oluşturmaktadır. “Ruhumdan” denmiş olmasının sebebi budur.
İnsan doğrudan Allah’ın muhatabıdır ve her ruhla ayrı ayrı görüşmektedir. Onun söylediklerini dinlemekte ve ona ilham etmektedir. Takva ve fucuru doğrudan kendisi ilham etmektedir. Burada Allah “Men” olarak değil de “Ma” olarak geçmektedir, çünkü o ne min’dir ne de ma’dır. O ‘leyse kemislihi’ olan şeydir. İşte ilham da onun işidir. Yani Allah ruhlarla doğrudan görüşmektedir, ses ve ışık kullanmadığı gibi melek veya cin de kullanmamaktadır.
Bu sebepledir ki peygamberler de bizim gibi birer beşerdirler. Onların mübelliğ olarak seçilmesi onların insanüstü olmalarından dolayı değil, birliğin sağlanması için merkez olmalarıdır. Nasıl Kâbe seçilmiş bir yerse, peygamberler de seçilmiş birer insandır. Nasıl Kâbe’nin insanlara hükmetmesi yoksa peygamberlerin de yoktur.
وَمَا أُوتِيتُمْ مِنَ الْعِلْمِ
Va MAv EUvTIyTuM MiNa eLGıLMi
“Ve ilimden size verilmedi”
Allah ruhlara ilim verdi; kendilerine gerektiği kadar ilim verdi. Bütün ilmi verseydi o zaman onlar tanrı olurdu.
Allah’ın ilmi küllidir, insanın ilmi cüzidir.
Allah’ın ilmi zatidir, insanın ilmi ise kesbidir.
Ruhların, meleklerin, cinlerin hilkati bir kanuna göre değil, bir usule göre var olmaktadır. Allah bizzat kendi iradesi ile oluşturmaktadır. Her insan ayrı bir bene sahip olmaktadır. Bütün ruhların bildiklerinden fazlasını da Allah bilmektedir.
إِلَّا قَلِيلًا (85)
EilLAv QaLIyLan
“Sadece kalil”
“Kalil” kelimesi eksik bilgiyi ifade eder.
Dört çeşittir.
1. Cüzidir, külli değildir.
2. İzafidir, mutlak değildir.
3. İhtimalidir, kesin değildir.
4. Takribidir, tam değildir.
Yirminci yüzyılda bunlar müsbet ilimlerle tesbit edilmiştir.
وَلَئِنْ شِئْنَا لَنَذْهَبَنَّ بِالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ ثُمَّ لَا تَجِدُ لَكَ بِهِ عَلَيْنَا وَكِيلًا (86)
Va LaEiN ŞiENAv La NaÜHaBanNa BielLaÜIy EaVXAYnAv EiLaYKa ÇümMa LAv TaCiDu LaKa BiHIy GaLaYNAv VaKIyLan
“Ve meşiet etseydik, sana vahyettiğimiz ile zehb ederdik de sonra sana onunla aleyhimizde bir vekil vecdedemezsin.”
“Ellezî Enzelnâ İleyke”de inzal edilen Kur’an’dır ve “Ke”nin işaret ettiği de Hazreti Muhammed bin Abdullah’tır.
“Billezî Evhaynâ İleyke” ise vahyedilen Kur’an’dır. Bu lafzı ve manasıyla vahyedilendir. “Mâ Evhaynâ İleyke” ise Kur’an’dan anlaşılandır. İstesek, Kur’an’ın manası ile izhab etmesidir. Allah isterse o kavme Kur’an’ın ilmini kapatır. Nitekim bugün böyledir.
Osmanlılar içtihat kapısını kapatmakla Kur’an’ı dondurdular ve ondan yararlanamaz hâle geldiler. Allah’a hamd olsun ki medrese âlimleri tüm Kur’an ilimlerini eksiksiz olarak bize getirdiler. Önce Arapça dilini oluşturdular. Sonra Kur’an’ın kıraatini tesbit ettiler. Sonra usulü fıkıh ile beyan ilmini ortaya koydular, dersler verdiler, kitaplar yazdılar.
Kur’an daha Mekke’de yazılmaya başlandı. Dört halife tarafından üzerinde icma yapıldı. Bugün o metin elimizdedir. Başka bir metin yoktur çünkü. Hadislerin yazılmasını Hazreti Peygamber yasakladığı için hadisler yazılmadı. Onların yerine fıkıh kitapları yazıldı. Muvatta böyledir. Hanefilerin Mebsut’ları böyledir. Sonra Sünnet ravilerle derlendi. Bize mükemmel kitaplar ulaştı. Şimdi onların eserlerine dayanarak Kur’an’ı anlıyoruz.
Osmanlıların çöküşleri içtihat kapılarını kapatmış olmalarındandır. Bu da Allah’ın takdiridir. Öyle olmasa üçüncü binyıl doğmazdı.
Buradaki “Hi” zamiri “Ellezî Evhayna”ya gitmektedir. Bundan önce bir ayette aynı ifade kullanılmış, orada “Sümme Lâ Tecidu Leke Aleynâ Nasıran” denmiş. Burada ise “Sümme Lâ Tecidu Leke Bihi Aleynâ Vekilen” denmiş.
“Nasır” çatışmada destekçi demektir.
“Vekil” ise ikmali ondan alan demektir.
Orada “sen onlara meyletsen” denmiş, burada “Biz Kur’an’dan seni uzaklaştırsaydık” denmiş. Kur’an’ı okuduğunuz zaman ne var bunda denir, söylenenler o kadar makuldur ki Kur’an olmasa da biz bunu bulurduk dersiniz. Zannedersiniz ki bu düşünceleri aklımla keşfediyorum. Oysa insanlığın bugünkü dalaletine baktığımız zaman Allah’ın ihsanı ile bunları bilebildiğimizi o zaman anlarsınız.
Adil Düzen çalışanlarının korkacakları bir şey var: Bu kadar büyük şaşkınlar içinde doğru yolu bize ihsan eden Allah’a karşı görevlerimizi yerine getirebiliyor muyuz? Kur’an’ın azametine bakın. Allah bizim aciz omuzlarımıza onu yüklemiş. Niçin? İnsanlığa göstermek için. Sizin üniversiteleriniz, sizin basınınız yayınınız, sizin ordularınız, sizin polisiniz ve hâkimleriniz, sizin dolarınız ve liranız var, var da var ama bu garip ve zavallı üç beş kişi sizinle boy ölçüşüyor. Ama Ben onları galip getireceğim.
Evet, kaç sene sonra bu yorumları okuyanlar, buradaki yani bugünkü durumumuzu görecekler. O değişiklikleri o gün yaşayınca da Kur’an’ın büyüklüğünü takdir edecekler.
1960’larda başlattığımız birinci hamle bugün bu duruma gelmiştir. Bediüzzaman’ın Risalelerinde ve başka kitaplarda o günkü perişan halimizi okuyabilirsiniz.
Başörtüsü zulmünü hatırlayabilirsiniz. Hala o saçmalıklar bitmiş değildir, geçmiş değildir. Laikliğe karşı olan partiler kapatılıyor. Hala Anıtkabir’de saygı duruşu yapılıyor, Allah’tan başkasına tapılıyor. Hala Atatürk ilkelerine yemin ediliyor. İnsanın ilkesi olur mu? O insan ölünce ilke donar kalır ve insanlık uygarlaşmaya son verir.
Bir tarafta hala Mustafa Kemal deccaldır, diğer tarafta tanrıdır diyenler var. Ben olsam mezarı ziyaret etmem, ziyaret defterinde sana söz veriyorum demem. Ben Allah’a söz veririm. Ama Mustafa Kemal bu devletin kurucusudur. Getirdiği ilkelerin tamamını benimserim. Çünkü o ilkeler onun değil Türk milletinin ilkeleridir; yanlışlarını düzeltirim, eksikliklerini gideririm, ona saygısızlık etmem ama ona hakaret de etmem. Bir cüceye ne güzel endamın var deseniz, ona hakaret etmiş olursunuz.
وَلَئِنْ شِئْنَا
VaLaEiN ŞiENAv
“Ve meşiet etseydik”
Kur’an Allah’ın insanlığa büyük rahmetidir. Bugünkü çöküşümüzden ancak Kur’an sayesinde çıkacağız. Allah eğer insanlığın sonunu getirmeyi meşiet etse Kur’an’ı yeniden hayata geçirmez, bize bu asrın sorunlarını çözecek anayasalar hazırlatmazdı.
Allah’ın böyle bir meşieti olmadığı için bir asırlık Sermaye’nin kesin yasaklarına rağmen Kur’an bütün gücüyle yine devrededir. Millî Görüş ve Risale-i Nur Cemaati dünyaya yaymışlardır. Bugün Müslümanlar her yerde uyanmış, kendilerine güvenmiş, inanmış hale gelmişlerdir. Artık alenen İslâm ve Allah düşmanlığını kimse yapamamaktadır. Aksine, sahte İslâm teröristleri İslâmiyet adına İslâm düşmanlığı yapmaktadır. Geçti Bor’un pazarı...
Erdoğan’ı gönderecekler; bunu yapanlar İslâmiyet’e bu şekilde son vereceklerini sanmaktadırlar. Bugün tüm dünya dinleri Sermaye’nin ortak saldırısı karşısında birleşmişlerdir. Artık Allah’a inananlar birleşmektedirler.
لَنَذْهَبَنَّ
La NaÜHaBanNa
“Zehb edeceğiz”
Arapçada geçişsiz fiiller ifal babı ile veya tefil babı ile geçişli olurlar, mufaale ile geçişli olurlar. Ayrıca “Bi” harfi ile de geçişli olurlar.
“Zehebe” gitti demektir. “İzhab” götürdü demektir. “Zehebe Bi” de götürdü demektir. Aralarındaki fark, giderken kendisi de giderse “Bi” ile taaddi etmiş olur.
Yani biz Kur’an’ı alıp giderdik, sizinle artık meşgul olmaz ve Sermaye’nin veya bürokrasinin ateizmi dünyaya hâkim olurdu.
Yirminci yüzyıl büyük keşiflerin şerefini taşımaktadır ama aynı zamanda küfrün zirveye çıktığı asır olmuştur, yirminci asır tarihte kara leke olarak kalacaktır. Yirmi birinci asır “Adil Düzen”in kuruluşunu ve yeni peygamber gelmeksizin yeni bir uygarlığın inşa edilmesi şerefini taşıyacaktır.
بِالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ
BielLaÜIy EaVXAYnAv EiLaYKa
“Sana vahyettiğimiz ile”
“Sana vahyettiğimizi” diyor. “Sana inzal ettiğimizi” dendiği gibi “size inzal ettiğimizi” demiyor. Yeni bir peygamber gelmeksizin oluşacak olan uygarlık, “Adil Düzen” çalışanlarının ayrı ayrı çalışmaları ile oluşacak, bir merkez oluşturmayacaktır. Çalışanlar ilk bakışta başarısız olmaktadırlar ama sonuçta hep birlikte Kur’an düzenine katkıda bulunmaktadırlar. Sermaye’nin dolarları aşkına Akevler’den uzak duranlar uzaktan ürünlerinden yararlanmaktadırlar. Herkes isteyerek veya istemeyerek Kur’an düzenine katkıda bulunmaktadır.
ثُمَّ
ÇümMa
“Sonra”
Kur’an gittikten sonra hemen değil, zamanla azap gelecektir. Aslında içtihat kapısının kapanmasından sonra bin sene geçti ama insanlık yaşıyor. Şimdi uyutulmuş ve uyuşturulmuş şeriat yeniden hayat bulmaktadır.
Erbakan “Adil Düzen”i anlattı ancak bir örnek göstermedi.
Akevler şimdi ahşap evler imalathaneleri kurmaktadır. Ahşap evler dinlenme siteleri hazırlığı içindedir. Ahşap seralar projesi yapılmaktadır. Ahşap çok amaçlı salonlar yapılacak ve sonunda yüz lojmanlı apartmanlar oluşacak. İzmir’de Bin Dil Üniversitesi Vakfı kurulmaktadır. Süratle örnek işletmelere gitmekteyiz...
Necmettin Erbakan gibi biri çıkacak ve bunları dünyaya duyuracaktır. İnsanlık Kur’an düzenini benimseyecektir. Referandumda ‘Hayır” çıkarsa bu kişi Erdoğan olabilir.
Olayların peş peşe değil de aralıklarla olacağı anlatılmaktadır.
لَا تَجِدُ لَكَ
LAv TaCiDu LaKa
“Kendine vecd edemezsin”
Yani size Kur’an’ın hidayetini nasip etmeseydik, Mealciler dâhil hemen tüm inananlar Kur’an’la ilgilenmeye başlamasaydı, insanlık bugün küfrün içine batmıştı. Geçmişe bakın, herkesin Kur’an uygarlığına katkısı vardır. Şimdi bizden uzak dursa da, Türkiye’de İslâmî basının kurucusu M. Şevket Eygi’dir. 1969 yılındaki bağımsız adaylık döneminde yazılarımızı o yayınlamıştır. Benim basındaki ilk çalışmalarıma o sebep olmuştur.
Allah yeni bir peygamber olmaksızın uygarlığını her yönüyle faaliyette olan kimselerle getirmektedir. Millî Görüş belediyelerindeki uygulamaların bereketi ile bugünkü duruma gelinmiştir. Bunun piri Erdoğan’dır. Dinler arası barış diyaloğunu Gülen başlatmıştır. Bu Allah’ın Kur’an’ı bizden almamış olmasından dolayıdır. 15 Temmuz’un İslâmiyet’e olan katkısı biraz sonra buradaki “Sümme”nin tayin ettiği zaman içinde anlaşılacaktır.
بِهِ
BiHIy
“Onunla”
Burada en zor anlaşılan kelime budur. Vahyettiğimz ile senin lehine bizim aleyhimize onunla vekil bulamazsın. Yani Kur’an’ı kullanarak oy alamazsın.
Bugün insanlık İslâmiyet’i istismar ediyor. Dün saldırıyordu. Bugün istismar ediyor. O istismar sayesinde ilahi düzene karşı çaba gösteriyor. Allah da buna izin veriyor. İstismar edeni bile vahyi ile destekliyor. Bu Allah’ın izniyle olmaktadır. Yoksa onların istismar etmesine izin vermez ve 15 Temmuz’u yapamazlardı. Suriye’de DEAŞ’ı kuramazlardı.
Allah düşmanlıklarına izin verdiği gibi istismarlarına da izin veriyor. Çünkü bu sayede insanlık Kur’an düzenini öğreniyor. Buradaki “BiHi” harfi bugün olanların sırrını bize anlatmaktadır. Yazdıklarımı ben zor anladıktan sonra anlatabiliyorum. Ne kadar başarılı olduğumu bilemiyorum. Ben anlatmasam da birileri size bunları anlatacak.
عَلَيْنَا وَكِيلًا (86)
GaLaYNAv VaKİyLan
“Alyehimizde vekil”
Yani aleyhimizde bir dayanak bulamazdın.
Evet, Gülen’in okulları böyledir. Sermaye onu istismar etmiştir ama bu sayede Kur’an dünyaya yayılmıştır. Sosyalistler dinlere saldırdılar ama sonunda dinler hurafelerden temizlendi, asli saffetlerine doğru yol almaktadırlar. Bugünkü dört büyük din de hak dindir. Müntesipleri cennete gideceklerdir. Bunların hepsi sonunda bütün kitapları tasdik edeceklerdir, herkes Kur’an etrafında toplanacaktır. Çünkü o kitapların ilahi kitap olduklarına delil Kur’an’ın onları tasdik emiş olması sayesinde sağlanacaktır.
Bu asla dönüş, Sermaye’nin yaptığı zulüm sayesinde olacaktır.
إِلَّا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ إِنَّ فَضْلَهُ كَانَ عَلَيْكَ كَبِيرًا (87)
EilLAv RaXMaTan MiN RabBiKa EinNa FaWLaHUv KAvNa GaLKaYKa KaBIyRan
“Sadece Rabbinden bir rahmet olarak. O’nun sana olan fadlı kebir olmaktadır.
Burada istisna edilen nedir?
Allah’ın rahmeti olarak bu zulüm olmasaydı. Onlar zulüm yaptıklarını bizden rahmet üzerine yapmasalardı, biz Kur’an’ı senden alıp götürür, sonra da artık kendine bir dayanak bulamazdın. Mahzuf bir cümleden istisna edilmektedir. Böyle meşiet etmedik. Biz onlara imkân verdik, onlar zulüm yapsınlar ve bu sayede insanlar uyansın da ikinci Kur’an uygarlığını kursunlar diye. Onların o zulmü sizin için rahmet olsun diye yaptık.
Burada “sen” demektedir. Çünkü ikinci Kur’an uygarlığı merkezi bir yönetimle doğmayacaktır. Herkes ayrı ayrı İslâmiyet için çalışacak. Doğrudan Allah’ın ilhamı ile ikinci Kur’an uygarlığı doğacaktır. Bu uygarlığın resulü doğrudan Allah olacaktır.
Birinci “Adil Düzen” çalışmalarını düşündüğünüz zaman, bu filanın eseri diyemezsiniz. Herkes çalışmış, herkes kendine göre katkı yapmış ve kendiliğinden “Adil Düzen” ortaya çıkmıştır. Onun için hep “sen” diyerek hitap etmektedir.
İstiklal Savaşı’ndan sonra İslâm âlemi dünyada görülmeyen büyük zulümlerle karşı karşıya kaldı. İnkılaplar dayatıldı. Karşı çıkanlar asıldı. Medreseler ve tekkeler kapatıldı. Kur’an harflerini öğrenmek yasaklandı. Tarihin hiçbir döneminde zafer kazanan bir topluluğa böyle zulüm yapılmadı.
Başka bir yönden bakıldığı zaman ise İslâmiyet’in en büyük hamle yaptığı yıllar Cumhuriyet’in kurulduğu yıllar oldu. Önce Emeviler ile başlayan ve hilafet yerine saltanatın ikame edildiği dönem bitmiş ve İslâm düzenine, cumhuriyet düzenine geçilmiştir. Kur’an düzeninin bin dört yüz sene askıya alınmış olan saltanat dönemi o zaman başlamıştı. Artık hilafet kişilerin değil meclislerin elinde olacaktı. Bu adım rasihlerin temsil edileceği meclise doğru atılmış bir adım olmuştur.
Kapalı bulunan içtihat kapısı yeniden faaliyete geçmiş, bundan sonra kanunlar halkın temsilcileri olanlar tarafından yapılacaktı. Böylece “Adil Düzen” için gerekli şartlar doğmuştu. Yoksa padişahların ‘mücibine göre amel edile’ imzaları ile kanunlar yayınlanacaktı.
Bugün içtihatlar yapabiliyor, kendi sitemizi kurabiliyor ve orada İslâm şeriatını uygulayabiliyoruz. Bu durum o inkılaplar sayesinde olmuştur.
İçtihat kapısını kapatan sultanlar, Kur’an’ın meallerini de halka ulaştırmamış, şeriat adına halkı kendi fermanlarına ve atadıkları şeyhülislamların fetvalarına göre yönetmişlerdir. Cumhuriyet ile bu durum sona ermiş, artık Kur’an Türkçeye çevrilmeye başlanmış ve anlaşılır olmuştur. Bugün Haydar Zengin veya Dr. Mete Firidin gibi tanıdıklarım Kur’an meali neşreder hale gelmişlerdir. Cumhuriyet döneminde Türkiye’nin en samimi ve bilgili İslam âlimleri yetişmiştir. Muhammed Hamdi Yazır ve Ahmet Hamdi Akseki bunlardandır. Şemseddin Günaltay bunlardandır. Hasan Âli Yücel dinsiz biri olarak bilinir. Oysa ben İslâm uygarlığını Hasan Âli’nin liselerde okutulan mantık kitabından öğrendim, Batı’nın Müslümanlardan neler aldığını onun kitabından bildim. Sonunda Allah bir diye bir şiir yazmış, istiğfar etmiştir.
Bu dönemde Müslüman nüfus %50’lerden %95’lere çıkmıştır. Anadolu ancak cumhuriyet döneminde fethedilmiştir. Biz iktidarda olsaydık savaştan sonra şeriatın hükmü olarak kilisenin kılına dokunmazdık.
Demek ki en büyük zulmün olduğu yıllarda Allah’ın en büyük rahmeti gelmiştir. Kimin cennete kimin cehenneme gideceğini ben bilemem. Çünkü ameller niyete bağlıdır. Ama yapılanlar rahmet olmuştur.
Yani Allah diyor ki; bugün gerek dünyada gerek Türkiye’de olan olayların hepsi Allah’ın rahmeti ile olmaktadır. Şer zannettiğimiz şeyler hayır olmaktadır.
“Ve” harfi getirilmeden “İnne Fadlahu” denmektedir. “Fadl” demek uygarlık demektir, işlerlik demektir. Yani bu zulümler uygarlaşmak için yapılmaktadır. Sonbaharda yapraklar dökülür ki ilkbaharda yeni çiçeklerle beraber yeni yapraklar çıksın.
Referandumda ‘Evet’ çıkarsa Ak Parti gidecektir. Çünkü daha iyi parti gelecektir. ‘Hayır’ çıkarsa Ak Parti kalacak ama daha ileri Ak Parti olacaktır.
إِلَّا رَحْمَةً
EilLAv RaXMaTan
“Sadece rahmet olarak”
Bütün bu olaylar sadece Allah’ın rahmeti olarak olmaktadır. Sonunda rahmet her şeyi sarmıştır. Kur’an’ın bu ayetleri aynı zamanda o ayeti açıklamaktadır. Kâinatta şer yoktur. Sonunda her şey hayırdır. Şerler de hayra hizmet için vardır. Onu denersin, onun yanlışlarını düzeltsin diye vardır. Bu arada insanlar eğitilsin, sınıfı geçenler cennete gitsin, sınıfını geçemeyenler de bütünlemeye kalarak eğitilsin.
مِنْ رَبِّكَ
MiN RabBiKa
“Rabbinden”
İlerlemenin sağlanabilmesi için yarışmanın olması gerekir. İmtihanı olmayan eğitim olmaz. Onun için bunların hepsi Allah’ın rab sıfatının tecellisinden ibarettir.
İmtihana alınmak rahmet değil midir?
إِنَّ فَضْلَهُ
EinNa FaWLaHUv
“O’nun fadlı”
Bütün bunlar daha fazlasının, daha ilerisinin gerçekleşmesi için Allah’ın insanlığa in’amıdır, ikramıdır. Ayetin manasını doğru anlamaya başladığınız zaman sonra hep sizi tasdik eder ve sizi inandırır, ben doğru anlamışım dedirtir.
كَانَ عَلَيْكَ كَبِيرًا (87)
KAvNa GaLaYKa KaBIyRan
“Sana kebirdir.”
“Sana” diyerek insanın uygarlaşmasına işaret etmektedir.
Bir taraftan topluluk uygarlaşıyor, diğer taraftan da kişiler daha çok imkâna sahip oluyor yani özgürleşiyor. Uygarlaşma aynı zamanda bir özgürleşme şeklinde ortaya çıkıyor. İslam düzeninin mucizesi budur.
Batı’da uygarlaşma işçilik sistemi ile köleleşme ile mümkün olmaktadır.
Oysa Kur’an düzeninde uygarlaşmada ortak alanlarda daha çok serbestliğe ulaşıyor, özgürlüğünü daha çok kullanır hale geliyor. Teknolojik imkânlar güvenliği polisten alıp askerlere veriyor. Müdahale düzeninden hukuk düzenine geçiliyor.