İSRÂ SÛRESİ TEFSİRİ
Süleyman Karagülle
2854 Okunma
İSRA SÛRESİ 28-33.AYETLER

İSRA SÛRESİ - 7. Hafta

28-33 ayetler

 أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

***

 

وَإِمَّا تُعْرِضَنَّ عَنْهُمُ ابْتِغَاءَ رَحْمَةٍ مِنْ رَبِّكَ تَرْجُوهَا فَقُلْ لَهُمْ قَوْلًا مَيْسُورًا (28) وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً إِلَى عُنُقِكَ وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُومًا مَحْسُورًا (29) إِنَّ رَبَّكَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ إِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِهِ خَبِيرًا بَصِيرًا (30) وَلَا تَقْتُلُوا أَوْلَادَكُمْ خَشْيَةَ إِمْلَاقٍ نَحْنُ نَرْزُقُهُمْ وَإِيَّاكُمْ إِنَّ قَتْلَهُمْ كَانَ خِطْئًا كَبِيرًا (31) وَلَا تَقْرَبُوا الزِّنَى إِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَسَاءَ سَبِيلًا (32) وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إِلَّا بِالْحَقِّ وَمَنْ قُتِلَ مَظْلُومًا فَقَدْ جَعَلْنَا لِوَلِيِّهِ سُلْطَانًا فَلَا يُسْرِفْ فِي الْقَتْلِ إِنَّهُ كَانَ مَنْصُورًا (33)

 

***

 

وَإِمَّا تُعْرِضَنَّ عَنْهُمُ ابْتِغَاءَ رَحْمَةٍ مِنْ رَبِّكَ تَرْجُوهَا فَقُلْ لَهُمْ قَوْلًا مَيْسُورًا (28)

Va İmMAv TuGRiWanNa GaNHuMu İbTiĞAvEa RaXMaTin MiN RabBiKa TaRCUvHAv FaQuL LaHuM QaVLan MaYSUvRan

“Ve Rabbinden reca ettiğin bir rahmeti ibtiğa etmek üzere onlardan i’raz edecek olursan onlara meysur olan bir kavli kavlet.”

Allah’la beraber başka ilah ittihaz etme, valideyne ihsan et, yakınlılara, miskine ve sebil ibnine hakkını ver dedikten sonra bir istisna yapmaktadır. Bu istisnayı “İmmâ” ile yapmaktadır.

Kur’an’da geçen manaları yakın olan iki kelime vardır.

Biri  “İmmâ” diğeri “Emmâ”.

Lügatte “Emmâ” emir, nehiy veya haber için gelir. Bunu veya bunu yap, bunu veya bunu yapma şeklinde kullanılır. Buraya Ahmet geldi veya Hasan geldi şeklinde kullanılır.

“İmmâ” ise şart olarak veya şek halinde ve tercih olmak üzere söylenir. “İmma” şart edatı olunca arkasından şeddeli nun ile muzari fiil gelir. Eğer anne baban indinde kibere baliğ olursa denmişti yani senin yanını tercih ederlerse sen onlara ‘uf’ bile deme. Yani burada tahyir vardır ve imması hazf olmuştur. Baliğ olmazlarsa bundan mükellef değilsin anlamı çıkarsa ve “İn” gelseydi mefhumu muhalefet geçersiz olurdu.

Burada hıyar vardır yani istersen böyle yaparsın demektir. Sen akrabası olanlara miskinlere ve yolculara zekâttan harcamayıp başka bir hayra yönelteceksen bunlara verilecek haktan vazgeçebilirsin. Burada şu ortaya çıkıyor; kırkta bir, onda bir, beşte bir kamu hakları vardır, ayni olarak verilecektir. Bucak başkanı, il başkanı, devlet başkanı vergileri toplar ve müstahaklara dağıtır. Ancak vergi mükellefi isterse kendisi verginin harcanacağı yere harcar ve başkana bildirmez. Başkan da vergiyi zorla isteyemez.

Kur’an buna izin vermiştir. Halk isterse zekâtı doğrudan müstahaklara verir. Başkan halkın bu yola girmesini sağlamak için vergi gelirlerini halkın arzusuna göre harcar. Bununla beraber vergi (zekât) veren mükellef, vermekte olduğu vergilerden yararlanmaktadır. Nasıl?

- Önce mallar vergi ile sigortalanmıştır.

- Sonra vergi ile orantılı olarak kredi istihkak etmektedir.

- Üçüncü olarak işletmelerdeki su elektrik gibi yardımcı maddeler vergiye göre bölüştürülmektedir.

- Dördüncü olarak istimlak değerleri icra değerleri vergiye göre yapılmaktadır.

Vergiyi başkası değil de kendisi müstahaklara verirse bu haklardan mahrum olabilir. Başkana bildirir, başkan da uygun görürse bunu muhasiplere bildirir, ona göre bölüşme olur. Başkan kabul etmezse bu haktan mahrum olmuş olur. İşte bu ayet burada bunu anlatmaktadır.

Bunun için beklenen farklı bir rahmet olması gerekir. Yani daha önemli bir şey olmalıdır. Bunun da gerçekleşmesi beklenmelidir. Bu takdirde meysur kavli söyle denmektedir.

“YuSR” “USR” karşılığıdır. “S” mekân içinde dizilmiş anlamındadır, dişler gibi sıralanmış. “R” ise zaman içinde geri dönüşlü dizidir. Zaman ve mekân içinde tekerrür eden demektir. “Y” “İla”da olduğu gibi yumuşak anlamındadır. G (ع) ise “An” ve “Ala” da olduğu gibi sertlik anlamındadır. “Yusr” kolaylık, “Usr” zorluk demektir. Sözden herkesin anlayacağı basit cümlelerle ifade edilen yusrdur, veciz ve derin manası ile ifade edilenler usrdur. Kur’an bir taraftan çok derin manalar içerir, onları yalnız rasihler anlar. Bir taraftan da çok sade ve açık dille ifade edilir, o da yusrdur. Kavli meysur söyle diyor, onun anlayacağı açık dille söyle diyor.

Zekâtın bölüşülmesinde şöyle durum vardır. Zekât veren kimse zekâtı alan kimseye doğrudan vermek isterse başkana bildirir. Başkan da doğrudan vermesine izin verir. Böylece muhasebeye geçmiş olur. Zekât alanın fakirliğini çevre duymamış olur. Eğer bunu o sene ona veremeyecekse o zaman ona vermeyeceğini onun anlayacağı bir dille açık bir şekilde izah eder. Ona hesap verir demektir.

وَإِمَّا تُعْرِضَنَّ عَنْهُمُ

Va İnMAv TuGRiWanNa GaNHuMu

“Ve onlardan i’raz edecek olursan”

Yani onların hakkını onlara vermezsen ve onu başka yerde değerlendirmek istersen demektir. Zekâtta asıl olan bucak başkanına vermek ve bucak başkanının dağıtmasıdır.  Buradaki emir bucak başkanına olmaz. Ne var ki bu ayetlerdeki emir başkana değil kişileredir. Onun için baştan “ve bi’l-valideyni ihsana” diyor, sonra devam ediyor; “akrabası olanlara, miskinlere ve yolculara” diyor.

Zekâtı vermekle mükellef herkesin bir misafir odası olmalıdır veya bir ocakta yaşayanların bir misafir odaları olmalıdır. Vereceği zekâtı buralara misafir etmekte harcar, yıl içinde yeter sayıda misafiri ağırlar. Otel yoktur. Kervansaraylar da buna dayanarak kurulmuştur. Bir yerde bulunan zekât verenler ortak bir misafirhane yaparlar ve zekâtlarını ona verirler, o da her gün o kadar misafiri ağırlar.

Diyelim ki bir fabrikamız vardır. Bunu işlettiğimiz için buradaki toprak kirasını o fabrikanın bucak yönetimi toplamakta ve müstahaklara dağıtmaktadır. Bu işi kim yapacaktır? Zekât verenler yapacaklardır. Yani tahsildar tutup ona bunlar da yaptırırlar ama halk da doğrudan müstahaklara verebilir. Muhasebe sen şuna ver, buna ver diyebilir yahut ben falana vereceğim diyebilir. Böylece zekâtın harcamasını zekâtı verenler yapar, sadece bucak muhasebesini haberdar eder ve onun talimatına uyar.

Bununla beraber zekât veren daha önemli bir işe harcayacaksa bucak başkanını haberdar ederek harcar ve müstahaklara başkandan talep etmelerini söyler.

ابْتِغَاءَ رَحْمَةٍ

İbTiĞAvEa RaXMaTin

“Bir rahmet ibtiğa ederek”

Yani yararlı iş yapılmalıdır. Bu da vakıflardır.

Vakıf kurmak isteyen kimse vakıf senedini ve projesini hazırlar. Zekât verecekler olanları dolaşır ve verecekleri zekâtı ona vermelerini ister, onlar da zekâtlarını ona verebilirler. Böylece vakıf kurulmuş olur.

Kur’an bunlara yani vakıf için zekât toplayanlara “sail” demektedir.

Bunun anlamı şudur. Zekâtın bir kısmı zekât verenlerin takdirleri ile vakıfların yapılaşması için harcanır. Vakıf bir rahmet olmalı yani topluluğa yararlı olmalıdır.

مِنْ رَبِّكَ

MiN RabBiKa

“Rabbinden”

Rabbinden gelecek rahmet olmalıdır.

Okul, şifahane, kervansaray, mabet, su, yol, elektrik gibi tesisler olmalıdır. Yüz lojmanlı apartmanlar olmalıdır. Buralarda tedrisat yapılmalıdır. 

Görülüyor ki bizim “Adil Düzen”deki varsayımlarımızla Kur’an’ın bütün ayetlerini açıklayabiliyor ve istediklerine cevap verebiliyoruz.

Siz de başka bir model oluşturup tüm Kur’an’ı ona göre yorumlarsınız.

İşte mezhepler böyle doğar ve hepsi de hak olur.

تَرْجُوهَا

TaRCUvHAv

“Onu reca ettiğin”

Projesi yapılmış, arsası temin edilmiş, sözleşmesi olan bir vakıf için ancak zekâttan pay toplanabilir.

Bugün de kamu yararına vakıflara harcananlar matrahtan düşülmektedir. Bunun için Bakanlar Kurulu’nun onu ‘kamu yararına vakıf’ kabul etmesi gerekir. Kur’an da bunu istemektedir. Başkan buna karar verecektir. 

Kur’an’ın değişik ayetleri birlikte düşünülecek ve bütün ayetlerin uygulandığı bir düzen ortaya konacaktır. “Onlardan sadaka al” emri ile bu ayetler karşılaştırıldığı zaman bu hükümler ortaya çıkar.

فَقُلْ لَهُمْ

FaQuL LaHuM

“Onlara kavl et”

Burada “onlara kavl et” denmektedir.

Onlar kimlerdir?

Akrabası olanlar, misafirler ve yoksullar.

Akrabası olanlar kimlerdir?

Diyelim ki bir kardeşi sakattır, bakıma muhtaçtır. Kardeşlerden birinin yanında kalmaktadır. Ona zekâttan pay verilecektir. Kardeşler zekâtlarını buraya verirler. Başkana bildirirler ve zekâtı vermiş olurlar.

Benzer şekilde ‘turist/misafir vakıfları’ var, senede belli sayıda misafir kabul ediyorlar. Zekât mukabili onların da bilgi vermeleri, ben bu sene kabul edemeyeceğim demeleri gerekir.

Bir de yoksul komşular varsa, geçinecek durumları yoksa komşular zekâtlarını bunlara vereceklerdir. Başkanı da bu durumdan haberdar ederler.

Dikkat edecek olursak, Allah zekât müessesesini öyle kurmuş ki, henüz bucak oluşmamış, başkan yoksa da, sistem işlemektedir.

Bugünkü durumumuz da böyledir. Devlet bizden vergi alıyor ve bize hizmet ediyor. Ancak bazı alanlarda vergi almıyor ve o hizmeti de vermiyor. Kooperatif “Genel Hizmet” yapıyor, işletmelerden pay alıyor ve devletin yapmadığı hizmetleri yapıyor. Yani zekât müessesesi böyle çalışıyor.

قَوْلًا مَيْسُورًا (28)

QaVLan MaYSYvRan

“Meysur kavli”

Meysur kavli söyle. Onun anlayacağı dille durumu anlat ve ona başkandan pay alması yolunu göster. Çünkü o senden payını aldığı için o yolları bilmez, sıkıntıya girer.

Demek ki komşuna verecek zekâtın yoksa bile, zekât meselesi ile ilgilenmen gerekir. Aracı olacaksın, zekât verenleri ona yönlendireceksin.

İşte bu zekât sistemi kısmen de olsa bugün çalışmakta olduğu içindir ki “kayıt dışı ekonomi” sayesinde kriz zamanlarında da ülke ekonomisi ayakta kalabiliyor.

Bu seminerlerimizin notlarını bin civarında insan okumaktadır. Bunlara düşen görev, Kur’an’ın bu sistemlerini öğrenip sohbet sırasında diğer insanlara anlatmaktır. Bu yolla siz bir taraftan bu müesseseleri daha iyi öğrenirsiniz, diğer taraftan da tüm insanlara Kur’an’î müesseseleri duyurmuş olursunuz.

وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً إِلَى عُنُقِكَ وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُومًا مَحْسُورًا (29)

Va Lav TaCGaL YaDaKa MaĞLUvLaTan EiLay GuNuQıKa Va LAv TaBSuOHAv KulLa elBaSOı FaTaGQuDa MaLuvMan MaXSURan

“Ve yedini unukuna mağlul olarak ca’letme ve melumen ve mahsuran kuud edersin diye külliyen best etme”

Vakıfların tesisi üzerinde hükümler koyarken, zekât faslından vakıf faslına aktarmak için zekât payından fazlasını vereceksin yani yoksulun payını vakfa çevirmeye başkan izin verecektir ama bunun yanında biraz daha fazlasını verecektir. Matrahın dışında tutulması da bu hükümlerdendir. Yani yüz lira zekâtı yoksula, akrabaya, yolcuya vermeyip bir okula, camiye, hastaneye, suya, elektrik tesislerine vereceksen, ayrıca yüz liradan fazlasını vereceksin. Ne kadar fazlası hususundaki takdir devlet başkanına aittir yahut bucak kararında belirtilmiştir.

Bugün insanlar dolar elde ederek başkalarına hükmetmek için çalışmaktadırlar. Herkes yarış içindedir, sömürme yarışı içindedir. Oysa geçmişte herkes parayı biriktirip vakıf yapma yarışında idi. Bu hususta aşırı gidilmemesini emretmektedir. Vakıf yaptığınız zaman yoksul hâle düşecek şekilde bir vakıf yapmayacaksın. Hepsini de eğer varsa çocuklarına bırakmayacaksın. Orta karar davranacaksın. Melum ve mahsur hâle gelmeyeceksin.

“Levm etmek” kınamak demektir. Dilin arka tarafıdır, yutkunarak konuşmak ve kelimeleri çiğneyerek söylemek demektir.

Muhtaç hâle düşmeyeceksin.

Zengin kimdir, fakir kimdir?

Vasat servetin altında serveti olanlar fakirdir. Bir bucakta vasat servetin üstünde serveti olanlar zengindir. Zengin iken fakir duruma düşmeyeceksin yani zekât veren biri iken zekât alan durumuna düşmeyeceksin. Vârislerin de senin mirasınla fakirlikten kurtulup zengin olacaklarsa, onları da fakir halde bırakmayacaksın. Yapacağın hayır seni fakir duruma düşürmemelidir. Vârislerin de zenginse o zaman hayır yapacaksın, vakfa vereceksin.

Zekâtı da vakıflara yöneltebilmen için senin de varlığından katkıda bulunman gerekir. Bu ayetin burada zikredilmesinin hikmeti budur.

“Hasr” harap olmuş yerdir. Söylersiniz ama söylediğinize pişman olursunuz. Sözü gerisin geri almaya çalışırsınız.

Pişman olmak demek iyilik yaparsın, serveti harcarsın, sonra yoksul duruma düşersin, yaptığına pişman olursun. Başkaları seni kınar, sen de kendini kınarsın pişman olursun.

وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ

Va Lav TaCGaL YaDaKa

“Ve yedini ca’letme”

“Yed” el demektir, aynı zamanda güç demektir.

“Eli ca’letme” demek gücünü kullanma demektir.

“İki el” denmektedir. “Yed” denmektedir. İnsan tek ayakla yürüyememektedir. İkisini birden kullanır. Oysa elini tek başına kullanır. Bir işi yapmak için iki eli birden kullanmak gerekmez. Onun için burada “tek yed” getirilmiştir.

مَغْلُولَةً إِلَى عُنُقِكَ

MaĞLUvLaTan EiLay GuNuQıKa

“Unukunda mağlul olarak”

“Gılle” tasma demektir. Boyuna takılıp götürülür. Yular benzeridir. Yulardaki kayıştan yapılan halkadır. Eli boğaza boyuna bağlamadır. Bu cimriliktir, hiçbir şey yapmamadır, ihsanda bulunmamadır. Yoksul da olsan, fakir de olsan, bir şeyleri başkaları ile paylaşma durumundasın. Bundan dolayıdır ki fitreyi fakir zengin herkes verir, fitre alan da fitre verir. Bayram günü bayrama gelirken herkes kendi yediği yemeklerden yemek yapar, getirir, ortaya koyar ve herkes herkesin yemeğinden istediğini istediği kadarını yer.

وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ

Va LAv TaBSuOHAv KulLa elBaSOı

“Ve bestin tamamı ile onu best etme”

“Best” kelimesi burada tekrar edilmiştir. Çünkü hakiki manası ile best değil, mecazi manası ile best kullanılmıştır. “Bast” yatak demektir. “Bist” sergi demektir, kilim demektir. “Yed”i de güç olarak anladığımız zaman bütün gücünü ortaya koyup verme, yedeğin olsun.

فَتَقْعُدَ مَلُومًا مَحْسُورًا (29)

FaTaGQuDa MaLuvMan MaXSUvRan

“Yoksa melum mahsur olursun.”

“La Taktul Fa Tuktelu”. Bir cümleden sonra “Fa” harfi gelirse bu mahzuf olan şartın cevap “Fa”sıdır. Böyle yaparsan başına bu gelir anlamındadır.

Ne kapitalizmde olduğu gibi her şeyi sermaye yapacak yani özel girişim yapacak, ne de sosyalizmde olduğu gibi her şeyi devlet yapacak.

Halkın rekabet içinde yapabileceği işleri halk yapacak. Bazı konularda bunu vakıflarla yapacak. Yani kooperatifler kurarak yapacak. Bir kısmı devlet tarafından yapılacak. Parayı devlet çıkaracak. Savaşları devlet yapacak. Güvenliği devlet yapacak. Paralılar değil nöbetliler (gönüllü askerler)  yapacak. Subaylar da subayken kışlada maaşlarını alacaklar, evlerinde iken maaş almayacaklardır. Çalışarak veya zekâtla yaşayacaklardır. Bugünkü anlamda muvazzaf subaylık (kadrolu) yoktur. Askerlik yapan nöbetlilerin hepsi muvazzaftır. Kışlanın dışında kimse asker değildir.

إِنَّ رَبَّكَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ إِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِهِ خَبِيرًا بَصِيرًا (30)

EnNa RabBaKa YaBSuOu elRızQa LiMan YaŞAvEu Va YaQDiRu inNaHUv KAvNa Bi GıBAvDiHIy PaBIyRan BaÖIyRan

“Allah meşieti olanın rızkını bast eder ve kadr eder. O ibadinden habirdir basirdir.”

Bugün İstanbul’da 20 milyon insan yaşamaktadır. Bunların hiçbirisi kendi tarlasında ektiği buğday ile yaşamamaktadır. Kimsenin hayatı garantili değildir. Bir genel müdür bile sabahleyin işinden olup kapıya konmuş olabilmektedir. Milyonda bir kişi bile açlıktan ölse, her gün yirmi kişinin açlıktan ölmesi gerekir. Ama açlıktan ölüm teşhisi ile ölen hiçbir rapor gelmemektedir. Yani hiç yiyecek bulamamış dolayısıyla açlıktan ölmüş böyle birisi yoktur. Canlılar hep avlanarak yaşarlar, otlayarak yaşarlar. Hiçbir canlı av bulamadığı için ölmez. Âlemlerin Rabbi canlıları ve insanları öyle yaratmış ki yaşayan mutlaka rızık bulmaktadır.

Bizim kuracağımız düzen de böyle olmalıdır. Çalışsın çalışmasın herkes rızkını bulabilmeli, bazıları fazla bazıları ise yeteri kadar bulmalıdır. Dilediğini bast eder diyor. Dilediğine de ölçülü verir diyor. Hiç vermez demiyor.

İbadını habirdir basirdir. Allah herkes için basirdir ve habirdir. Burada ibadına habirdir, ibadına basirdir demek onları gözetler demektir.

Zenginlik insanları azdırmaktadır. Servetlerini nereye harcayacaklarını bilmedikleri için azarlar. Kendilerini dengede tutamazlar. Allah Hazreti Muhammed’e bile zenginlik vermedi. Hendek Savaşı’nda hendek kazarken yiyecek ekmekleri yoktu. Koskoca bir devlet kurmuşlardı ama zengin olmamışlardı.

“Adil Düzen” çalışanlarının gelirleri ve geçimleri sıkıntılıdır ama Allah bizi bununla koruyor. Varlık sahibi olan Gülen grubunun nasıl azdıklarını görmüş bulunuyorsunuz. Allah kimseyi aç bırakmış değildir. Hiçbir “Adil Düzen” çalışanı iflas bile etmemiştir ama zengin olmamış, servet sahibi olmamış, olanlar da ayrılmışlardır.

Bizim bir türlü Ahşap Evleri yapamayışımızın, “Adil Düzen” işletmesini kuramayışımızın hikmeti budur. Daha hazır değiliz. Servet sahibi olursak, biz de Gülenciler gibi, AK Partililer gibi “Adil Düzen”i unuturuz. Bu hâlimize şükretmeliyiz.

Burada “habir ve basir” kelimeleri nekre gelmiştir. Yani yönetimimiz de habir ve basir olmalıdır. Muhasebe tutulacak ve herkesin nesi var nesi yoksa o muhasebede gözükecektir. Kim zengin kim yoksul, kim çalışıyor kim çalışmıyor, kim sağlam kim sakat orada görülecek ve hesaplar ona göre yapılacaktır. Herkes ürettiklerini ambara verecek, karşısında belge alacak ve bu telefonundaki bilgisayarına geçmiş olacak, ayrıca server’da kaydedilecek, para yerine bilgisayar kayıtları kullanılacaktır, dolayısıyla artık her şey az olsun çok olsun yazılacaktır. Böylece yönetim tüm faaliyetten haberdar olacaktır.

İstanbul Reina’daki yılbaşı katili hangi arabaya bindi, silahı nereden temin etti, nerelerden geçti; kapılarda kayıtları olacaktır. İlden ile geçerken, bucaktan bucağa giderken, önemli caddelerden geçerken hep kayıtlı olacaktır. Nerede para kullanılıyorsa, zorunlu olarak orada kartını kullanmış olacaktır.

إِنَّ رَبَّكَ

İnNa RabBaKa

“Rabbin”

Bütün bu emirler ve hükümler hep insanın eğitilmesi ve insanlığın uygarlaşması içindir. Ondan dolayı Rabbin ikaz etti diyerek emirlerle hükümleri ortaya koymaya başlamıştır ve burada da tekrar etmektedir. Bütün bu hükümler insanlığın uygarlaşması için konmuş, kişilerin eğitilmesi için konulmuştur.

Dört çeşit dayanışma ortaklığımız vardır ve bunların dördü de eğitim merkezleridir.

- İlmî dayanışma ortaklığı doğruyu yanlıştan ayıran bilgiyi öğretir.

- Ahlâkî dayanışma ortaklığı iyiyi kötüden ayırmayı öğretir.

- Meslekî dayanışma ortaklığı yararlıyı zararlıdan ayırmayı öğretir.

- Siyasî dayanışma hakkı zulümden ayırmayı öğretir.

Kamuyu bu dayanışma ortaklıkları oluştururlar.

Yönetim Allah’ın rab sıfatının yeryüzündeki tezahür şeklidir.

يَبْسُطُ الرِّزْقَ

YaBSuOu elRızQa

“Rızkı bast eder”

Emek sahibi bir insanın saatte ürettiği miktar günlerce yaşatacak şekilde bereketli olur. Bu sayede toplulukta uygarlaşma olur, gelişme olur, çoğalma olur. Artan emekle fabrikalar kurulur, bu fabrikalarda bütün insanlar iş bulup çalışır, burada üretilenler herkese rızık olur. Çünkü onlar için üretilmektedir. Çalışmada birliğin sağlanması için sermayeye ihtiyaç vardır, bilgiye ihtiyaç vardır. Allah bunu herkese eşit dağıtmamıştır ki insanlar birbirlerine muhtaç olsunlar, birlikte iş yapsınlar ve çalışma verimleri kat kat artsın.

لِمَنْ يَشَاءُ

LiMan YaŞAvEu

“Meşieti olana”

“Şae”deki zamir Allah’a raci olacağı gibi isteyene de raci olmuş olabilir. İsteyen çalışma kredisini alır, çalışır ve yaşar. Ürettiği ile yetinir. İsteyen de işveren olur veya tüccar olur, sermaye sahibi, kredi sahibi olur, iş verir, alışveriş yapar demektir.

Öyle düzen kurmalıyız ki isteyen istediği işi yapsın. Sermayem yoktu iş yapamadım, piyasam yoktu iş yapamadım denmesin. Çalışma kredisini vereceğiz, herkes iş yapacaktır. Herkesin ürettiği malları pazarlaması imkânını vereceğiz. Genel hizmet vereceğiz.

Zamir Rabba gittiği takdirde bütün bunlar plan ve projeye göre olacak, kurallara göre, şeriata göre olacaktır. İşyeri yönetiminin meşieti ile kişinin meşieti uyuşursa o iş yapılacaktır. Yönetim imkânlar hazırlayacak, kişiler bunlardan istediğini seçecek. “Şae”deki zamir bunu ifade eder. “Şae/Yeşau” mazi değil muzari gelmiştir. Çünkü Allah bu meşieti kulların davranışlarına göre yapacaktır. Kullar da gelecekte isteyecekler, ona göre işler yapacaklardır.

وَيَقْدِرُ

Va YaQDiRu

“Ve kadr eder”

Ölçülendirir. Bir yerde dur der. Rızkın bastını sınırlı yapar.

Doğada azalan verimler kanunu vardır. Ekonomide bu şöyle ortaya çıkar. Sermaye arttıkça kâr da artar ama yüzde kâr düşer. Sermaye büyümeye devam eder. Gelir vergisinde durum budur. Dolayısıyla gerçekleşmez ve iflaslarla yıkılarak biter. Oysa Kur’an düzeninde bu durum zekâtla önlenir. Tüccar veya işveren kazanır, kazanır. Kazandıkça sermayesi artar, yüzde kâr azalır. Yüzde ikibuçuğa (kırkta bire) varınca net kâr sıfır olur. Artık o serveti korumak için çalışmak zorundadır ama hiç kârı yoktur. İşte buradaki takdir bu sınır ile sağlanmaktadır.

Rızıksız kimse kalmamalıdır. Düzende herkesin rızkının olması gerekmektedir. Bu da “yeryüzündeki kira payı”nın çalışmayanlara bölüştürülmesi ile sağlanır. Çalışanın rızkını fazla fazla verir, çalışmayanı da aç bırakmaz, rızkını temin eder. Çünkü o geçmişin çalışanıdır ya da geleceğin çalışanı olacaktır. “Limen Yeşâu” deniyor. Çünkü rızkı herkese takdir etmektedir.

إِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِهِ

EnNaHUv KAvNa Bi GıBAvDiHIy

O ibadından

Allah mevcut bozuk düzende servet sahibi olunmasını istemez, onların “Adil Düzen” içinde servet sahibi olmasını ister.

Bununla beraber onları da aç bırakmaz, harçlı borçlu hâle getirmez. Burada “ibadına” denmektedir. Bununla beraber tav’an ve kerhen herkes O’nun ibadıdır.

Adil Düzen Çalışanları bilsinler ki “Adil Düzen” gelmeden zengin olamayacaklardır, iktidar olamayacaklardır ama hiçbir zaman da yoksulluk içinde iflas etmeyecekler, hiçbir zaman iktidarlar da onları yenip devre dışı bırakamayacaktır.

Bediüzzaman’a ve diğer İslâmî kuruluşlara yaptıkları saldırıların hiçbirisi başarılı olamamıştır. Şimdi de Gülen cemaatine saldıranlar var, Gülen cemaatinde de İslâmiyet’e ihanet edenler var. Ama Risalelerin nurları (Risale-i Nurlar) hiçbir zaman söndürülemeyecektir. Işık evleri yeniden ışıldayacaktır.

خَبِيرًا بَصِيرًا (30)

PaBIyRan BaÖIyRan

“Habirdir basirdir.”

Yaptıklarını ve söylediklerini duyar ve mevcut olanları da bilir.

Herkes her hareketini kartına kaydetmek zorundadır. Belli kapılardan geçerken o kartla geçecektir. Örnek olarak ben yazıhanenin üstünde bulunan evime günde iki üç defa inip çıkıyorum. Anahtarla kapımı açıyorum. Yarın kapımı anahtarla açmayacağım, kartla açacağım ve sistem benim kartımı her okudukça kaydedecektir. Demek ki hangi saatte inip çıktığım belli olacaktır; hangi eve girip çıktığım da öyle. Bakkaldan ekmek alacaksam kartımla alacağım. Birine borç vereceksem kartımla vereceğim. Benim her hareketimden haberdar olacaktır. Telefonla konuşuyorsam, tüm konuşmalar kayıt altına alınacak. Sonra benim cebimde kaç lira olduğu veya kaç lira alacağım olduğu hep bilinecek. Yönetim bunları bilecektir.

Bunun için bunlar nekre gelmiştir.

وَلَا تَقْتُلُوا أَوْلَادَكُمْ خَشْيَةَ إِمْلَاقٍ نَحْنُ نَرْزُقُهُمْ وَإِيَّاكُمْ إِنَّ قَتْلَهُمْ كَانَ خِطْئًا كَبِيرًا (31)

Va LAv TaQTuLuv EaVLAvDaKuM PaŞYaTa eLEıMLAQı NaXNu NaRZuQuHuM Va EiyYAvKuM EinNA QaTLaHuM KAvNa PiOEan KaBIyRan

“Ve evlatlarınızı imlâk haşyeti ile katletmeyiniz. Sizi ve onları biz rızk ediyoruz. Onların katli kebir hıt’adır.”

Canlılarda nüfus dengesi vardır. Belli alanda ancak sınırlı sayıda canlı yaşayabilir. Çoğalma olunca sayılarını azaltacak mekanizmaların geliştirilmesi gerekir. Bu durum canlılarda avlamak veya avlanmakla dengelenir. İnsan sayısını dengeleyecek bir canlı yoktur. Savaşlar dengelemektedir. Evlenmeler dengelemektedir. Bir de doğum kontrolü vardır.

Doğum kontrolü ile nüfus sayısını dengeleme sistemini Kur’an bu ayetle yasaklamaktadır. Benzer ayet başka yerde de vardır. Çocukların katledilmesi yasaklanmış bulunmaktadır. Bundan önce müfret sigasını getirmişken, burada cem sigası ile getirilmiştir.

Evladın imlâk haşyeti ile katlolunması ne demektir?

Mefhumu muhalefetle başka sebeple katli caizdir manası çıkar. Biz mefhumu muhalefeti kabul etmiyoruz. Hak dışında nefsin katli haram kılınmıştır. Hak ile de savaş ve kısas olarak sayılmıştır. Bunun dışında katl yoktur.

Döllenmeden önce insan nefs değildir. Cenin de nefs olduğu için çocuk aldırma da haram kılınmıştır. Döllenmeden döllenmeyi önlemenin haramlığına dair bir ayet yoktur. Ancak burada imlâk haşyeti ile doğum kontrolünü yapmak da haram edilmiştir. Bir kimsenin hasta olması veya ilim yapmak istemesi gibi sebeplerle eşler anlaşarak çocuk yapmayabilirler. Ama geçindirme korkusu ile çocuk yapmama da kıyas ile haram kılınmaktadır.

“Milk” çıplaklıktır, yoksulluğu remz eder. Sadece büyütme değil de çok çocuğum olursa onlara yaşayacakları imkânları sağlayamam diye çocuk yapmamaktadırlar. Bu haram kılınmıştır. “Sizi ve onları bir rızıklandırırız” ifadesi ile “imlâk” kelimesi açıklanmaktadır. Bugün tek çocuk yapma moda hâline getirilmiştir. Çocuğa iyi hayat temin edelim diye kardeş yapılmamaktadır. Bunlar haram kılınmıştır.

Yeryüzü sınırlı olmakla beraber teknoloji birkaç misli nüfusu daha yaşatacak durumdadır. Daha denizlerde kentler kurmuş değiliz. Bugün Ay’a gidebiliyoruz. Dolayısıyla Kâinat çok geniştir ve bizim için sınırlı değildir. Kâinat henüz canlı ile dolmuş değildir. Bundan dört milyar yıl önce hiç canlı yoktu, bugün de yalnız Yer’de vardır. Şimdi karalar dolmuş gibidir.

İnsanlar çoğaldıkça Allah onlara yeni teknoloji imkânları sağlar ve hiçbir zaman aç kalmazlar. Yani nüfus çoğaldıkça teknolojiyi geliştirir. Yeni teknoloji nüfusu çoğalttığı gibi nüfus da teknolojiyi geliştirebilir. Doğmuş ve doğacak her insan başka zekâya, başka kabiliyete sahiptir. Doğmasına imkân verilmeyen veya doğduktan sonra öldürülen insanın kabiliyetlerini insanlık yitirmiş olmaktadır.

Bugün açık tarım yapılmaktadır. Oysa gelecekte sera tarımı yapılmakla kalınmayacak, sera ormanları oluşacaktır. Bizim geliştirmekte olduğumuz teknoloji ile ağaçtan çok ucuz yüz metre yüksekliğinde seralar yapılabilecektir. Böylece ormanlar sera içine alınarak yaz kış yeşil kalması sağlanabilecektir. Bugün organik maddelerin çoğu besin hâline dönüştürülecek duruma gelmektedir. Cehaletle mücadele etmeliyiz. Nüfusun artmasını önlemeyi düşünmemeliyiz.

İzmir Türk Ocağı’nda Sabahattin Zaim ile ilk konferansı verdik. O zamanki nüfus kontrolü modasına karşı ilk defa belki karşı çıkan Sabahattin Zaim olmuştur. O zaman Batılılar kendi nüfuslarını artırmak için uğraşırken, diğer ülkelerin nüfuslarını kontrol altına almaya çalışıyorlardı. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan siyasetçi olarak ilk defa en az üç çocuk kuralı ile onlara karşı savaş açmıştır.

وَلَا تَقْتُلُوا أَوْلَادَكُمْ

Va LAv TaQTuLuv EaVLAvDaKuM

“Ve evladınızı katletmeyiniz”

Arapçada fail ve meful çoğul olarak gelirse iki mana verilebilir. Yani hiçbir kimse kendi çocuğunu öldürmesin anlamı verildiği gibi topluluk çocukları öldürmesin anlamı da verilebilir.

Böylece bu ayete şu mana veriliyor; anne babadan hiçbiri kendi çocuğunu öldürmesin, hamile ise çocuklarını aldırmasın. “Veled” kelimesinin kökü doğum eylemi olmadığı için henüz doğmamış olanları da içerir. Doğum için وضع kökü kullanılmaktadır. Gebe kalmayı engellemek katl hükmünde olmaz. Bununla beraber Kur’an, illetini zikrettikten sonra illet yeterli ise yani söz konusu fiil imlâk haşyetinden doğuyorsa nassın onu içerip içermemesi üzerinde durulmaz. Kıyasla imlâk haşyetinden dolayı çocuk yapmamak da bu hükme dâhil olur. Bir kimseyi aç bırakıp ölümüne sebep olsan katletmiş değilsin ama katil hükmündesin.

Biz usul olarak ceninin alınmasını katl olarak kabul ediyoruz.

خَشْيَةَ إِمْلَاقٍ

PaŞYaTa EıMLAQın

“İmlâk haşyeti olarak”

Bu ayette “imlâk haşyeti” diyor, hâl olarak ifade ediyor.

Diğer ayette ise “Min imlâkin” diyor, sebebiyle, imlakdan dolayı diyor.

Şimdi bu iki ifade “ve” ile mi birbirine bağlıdır yoksa “veya” ile mi? Ona göre manalandırmamız gerekmektedir. Haşyette ilerde ben buna bakamam diye şimdi katletmeyi ifade eder. Diğerinde ise günü gelmiş ama yemek veremiyorsun, çocuk oluyor, buna imkân vermeyim diyor. Bu sebeple aç olanları doyurmak herkese farzdır.

Bizim bir yarılama sistemimiz vardır. Diyelim ki on bin kişilik bir bucaktayız ve senede beş ton buğday düşüyor. Bu kadar üretebiliyoruz. Bunu bölüşeceğiz. Nasıl bölüşelim?

Bunun yarısını emek payı kabul ediyor ve üreticilere veriyoruz. Geri kalan yarısını toprak payı kabul ediyoruz ve tüm nüfusa eşit olarak bölüyoruz. Böylece kimse aç kalmıyor. Çalışanlar iki mislinden fazlasını yiyorlar, diğerleri ise geçinecek kadar yiyorlar.

Demek ki bu ayet ölüme sebebiyet vermeyiniz, aç kimseyi bırakmayınız manasını da taşımaktadır.

نَحْنُ نَرْزُقُهُمْ وَإِيَّاكُمْ

NaXNu BaRZuQuHuM Va EiyYAvKuM

“Onları ve sizleri biz rızıklandırıyoruz”

Nüfus çoğaldığı zaman Allah yeni imkânlar ortaya koyar.

Maltus (Thomas Robert Malthus); nüfus geometrik artıyor, üretim aritmetik artıyor, dolayısıyla açlık mukadderdir, demişti.

Hiç öyle olmadı. Bugün daha çok nüfusu besleyecek imkânlara sahibiz. Bugünkü teknoloji ile dahi daha on milyar insanı besleyecek imkânımız vardır. Dünyanın yarısı çöldür. Sera ziraatı ile bunlar faaliyete geçtiği gibi bugün tarım üçte bir zamanda olmaktadır, sera ziraatı ile üç misli artacaktır. Dolayısıyla böyle bir tehlike bugün mevcut değildir. Uzayda ziraata geçtiğimizde bu imkân sonsuzlaşmış oluyor.

Bu ayette “onları ve sizi” demekte, diğer ayette “sizi ve onları” demektedir. Biz ile onlar arasında fark olmadığına işaret etmektedir. Yani yaşama hakkında çocuklar ile büyükler arasında fark olmadığını ifade etmektedir. Ceninlerin de yaşamada istihkak hakları vardır. Hamile annenin kocası yoksa veya yoksulsa, topluluk ona rızkı temin etmelidir.

إِنَّ قَتْلَهُمْ

EinNa QaTLaHuM

“Onların katli”

“Feinne’l-katle” diyebilirdi. Onlar için söylenmektedir. Hata kelimesi insanın bedenine hâkim olması beynine hâkim olamaması ve istenmeyen fiili işlemesidir. Taşı hedefe atıyorsun, isabet de eder hata da eder. Büyük hatadır dediğimiz zaman büyük günahtır anlamında değildir. Onları katletmekle hedefe ulaşılamaz denmektedir. Tam tersine onların katli ile rekabet kalkar ve insan nesli inkıraz eder.

Çinlilerin birden fazla çocuğu yasaklamaları büyük bir hata olmaktadır. Çin bugün ucuz amele ile dünyaya hâkim olmaya başlamıştır. Bu ucuz emek ve doğumun fazlalığı ile sağlanmaktadır. Çin’in nüfusu yalnız Çin’e değil dünyaya da hizmet vermektedir, biz bu sayede ucuz malları tüketiyoruz. Yarın Afrika çölleri sera ziraatı ile münbit topraklar olduğu zaman Çin’de üretilenleri ucuza temin edeceği için ve Afrikalılara da ürünleri satacağı için her iki taraf için yararlı olacaktır.

Yanlış hesap yapılmaktadır. Asıl imlâk katldan doğmaktadır.

كَانَ خِطْئًا كَبِيرًا (31)

KAvNa PiOEan KaBIyRan

“Kebir bir hıt’edir.”

İnsanlar toplayıcılık dönemini yaşarken nüfus çoğaldı ve soğuklar başladı, insanlar avcılığa geçtiler, nüfus kontrolünü yapmadılar. Nüfus çoğaldı, hayvanlar bitti, otlar çoğaldı, çobanlığa geçtiler, doğum kontrolünü yapmadılar. Çobanlıktan tarıma, pazar mübadelesine, tüccar mübadelesine, işçiliğe geçtiler, nüfus kat kat arttı. Bugün de ortaklık dönemine geçilmektedir. Nüfus birkaç kat artacaktır.

Açlık korkusu ile doğum kontrolü yapmak kebir hatadır.

Kur’an’da bu kelime bir defa geçmektedir. Hata vardır hıte vardır. Bu sistemde, hesapta, projedeki hatadır.

وَلَا تَقْرَبُوا الزِّنَى إِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَسَاءَ سَبِيلًا (32)

Va LAv TaQRaBuv elZiNAy EinNaHUv KAvNa FAvXıŞaTan Va SAvEa SaBIyLan

“Ve zinaya kurbet etmeyin, o fahişedir, sebil olarak sev’et etmiştir.”

İnsan diğer canlılardan farklı olarak topluluk içinde özgür yaşayacak şekilde yaratılmıştır. Diğer bir deyişle insanlık özgür üyelerden oluşan topluluktur. İnsan bu özgürlüğünde günün yarısını evinde ailesi ile geçirmekte, diğer yarısını da topluluk içinde bir üye olarak geçirmektedir. Topluluk içinde kendi koyduğu kurallara uyar. Kural koymada özgürdür ama koyduktan sonra değiştirmeden veya değiştirinceye kadar ona uymakla yükümlüdür. İnsan sözleşmeleri yapmakta serbesttir ama yaptıktan sonra onlara uymakla mükelleftir. İnsanlar küçük toplulukları kendileri oluştururlar ama topluluğa katıldıktan sonra o topluluğun yönetimine uymak zorundadırlar. Hakemlerini taraflar seçerler ama seçtikten sonra onların kararına uyarlar.

İnsanlar diğer canlılardan farklı olarak hayatları boyunca cinsi arzu duyarlar. Ayrıca cinsi arzuları olmasa da ailece yaşama ihtiyacı duyarlar. Aile şeklinde yaşama durumundadırlar. Evlilik dışı ilişkiler biyolojik, psikolojik ve sosyolojik kurallarla engellenmiş olmakla beraber, hukuki yasaklar da konmuştur. Evlilik dışı ilişkiler yasaklanmıştır.

Zinanın tanımı şöyle yapılmaktadır. Yakın akrabaların cinsi ilişkide bulunmaları zina sayılmıştır. Bu biyolojik zararları önlemek içindir. Gizli ilişkiler zina sayılmıştır. Biyolojik ve ekonomik sebeplerden dolayı bu yasak konmuştur. Aksi halde kardeş çocuklar birbirlerini bilmezler. Doğurma dönemini beklemeden bir kadının birden fazla erkekle ilişki kurması da zina sayılmıştır, çünkü doğan çocuğun kime ait olacağı bilinemez. Buna iştirak eden erkek de suçlu sayılmıştır. Aynı ceza öngörülmüştür.

Evlilik ortak çocuk büyütme birlikteliği olduğu için kurallar tarafların rızasına bırakılmıştır. Üçüncü kişi olan çocukların hukukunu korumak için bazı zorunluluklar getirilmiştir. Kadın çocuğu doğurmak ve büyütmekle yükümlüdür. Biyolojik zarurettir. Buna karşılık erkek de ailenin savunmasını yapmak ve nafakasını temin etmekle mükelleftir. Yani evlilik sözleşmesi tamamen serbest değildir, zorunlu bazı kurallara tabidir. Bunun fahişe olduğu ve kötü yol olduğu belirtilmektedir.

Zinanın tanımında cinsi ilişkiden söz ettik.  Burada da iki sınır vardır. Duhul dediğimiz çocuk olacak şekilde yaklaşma zinadır. Bunun dışında erkek ve kadının birbirleri ile çeşitli şekillerde cinsi yaklaşmaları olmaktadır. Şehvetle bakışmak, karşılıklı cinsi sevgi izharı, birbirine dokunma, birlikte boşalma gibi ilişkiler zina değildir ama zinaya götüren saiklerdir. Bunlar da haram kılınmıştır. Dolayısıyla burada “zina etmeyin” denmemekte, “zinaya yaklaşmayın” denmektedir. Başka yerde “şehvetle birbirinize bakmayın” yasağı getirilmiştir.

Fıkıh olarak bu hususlar çok açık bir şekilde belirlenmiştir. Yaklaşmak haramdır ama suç değildir. Suç olan zinanın kendisidir ve ceza zinaya verilmektedir. Takarruba ceza verilmemektedir. Buradaki “Hu” zamiri zinaya gitmektedir. O halde fahişe olan takarrub değil zinanın kendisidir. Burada fuhuş nedir, onu açıklamaktadır. “Sebil” mefuldür veya haldir. “Sae”nin faili de zinadır dersek bunu da hayatta açıklamamız gerekir. Zina neden kötü yoldur?

Önce fuhuş üzerinde duralım.

“El-Fahişe” kelimesi “İta” kelimesi ile dört yerde geçer. Üçü Lut kavmi için söylenmektedir. Bir de kadınların fahişeyi getirmeleri şeklinde söylenmektedir. Lut kavmindeki fahişede erkeklere zorla yaklaşmadır. İstanbul’a gelen kızları zinaya zorlayarak genelevi kadını yapmakta iseler, Lut kavminde zorlayarak gelen misafirleri erkeklerden oluşan genelevi çalışanı yapmakta idiler. Hazreti Lut aleyhisselam bu zorlamalarına üzülmektedir. Rızaları olsa Hazreti Lut aleyhisselam belki karışmayacaktır.

Kadınlarda da “El-Fahişe”yi müfret olarak kullanmaktadır, gelen kadınlar cemdir. O halde buradaki fahişelik genelevi işletme, onu kazanç aracı yapmadır. Bugünkü kanunlarda da bu böyledir. Hapsedilecek kadınlar genelevi kadınlarıdır.

Beşinci olarak “El-Fahişe” “ityan” yani getirme kelimesi ile değil, şayi olma şeklinde kullanılmaktadır. Marife olduğu için bunu da zinanın veya eşcinselliğin şayi olmasını, yayılmasını severler denmektedir. Bugünkü Batı’nın ve Sermaye’nin, tekel sermayesi şayi etmektedir adeta.

“El-Fahişe” kelimesi de beş defa geçmektedir. “Adl, İhsan ve İta” karşılığı “Fahşa, Münker ve Bağy” getirilmektedir. Demek “Bağy” gibi mastardır. Kur’an’da “Fuhuş” mastarı geçmemektedir, “Fahişe” mastarı olarak geçmekte, birde “Fahşa” olarak geçmektedir ve “Adl” karşılığı geçmektedir. Münkerden ve bağyden ayrı bir şeydir. Fahşa adlin karşılığında kullanıldığına göre adl denge demektir. O halde fahşa dengeyi bozmak demektir. Örnek olarak boşanma yasağı dengeyi bozar. Sonra boşanamayız diye insanlar evlenmekten kaçınırlar. Nasılsa eşim beni boşayamaz diye ona saldırmaya devam ederler, aile saadet yuvası olmaktan çıkan zindan olur. Bu fahşadır ve kötü yoldur. Münkerden farklı oluşu; fahşa bozucudur, münker ise karanlıktır, bozucu değil ama şaşırtıcıdır. “Bağy” da karşı tarafa zarar vericidir ama düzeni bozucu değildir.

Şeytan fakirliği havf eder, fahşayı emreder. Oysa Allah mağfireti ve adli vadeder. Zina yasağı erkekleri çalışmaya zorlar, cinsi arzularını tatmin edemeyen erkekler evlenmek ister. Evlenmek için de maddi imkânlara sahip olması gerekmektedir. Dolayısıyla ülkedeki bütün erkekler çalışma yarışına girerler. Oysa zina serbest olunca erkekler evlenme ihtiyacını duymazlar. Karınlarını doyurduktan sonra çalışmazlar. Böylece fakirlik doğar. Denge bozulur. Fadl yani ihtiyaçtan fazla üretim ortadan kalkmış, uygarlaşma durmuş olur.

Su' ve fahşa “vav”la atfedilmiştir. Su’ ile fahşa ayrı ayrı şeylerdir. Fahşada dengenin bozulmasıdır ama acı duyma yoktur. Oysa su’ acı duymadır. Adamı dövmek ve yaralamak su’dur ama fahşa değildir.

Zuhur eden veya butun eden fahişeye takarrub etmeyiniz ve haram kılınmıştır deniyor. Fevahişe fahişenin cemidir. Hepsinde zahir olan ve batın olan fahişeden bahsedilmektedir, ayrıca katl ile karşılaştırılmaktadır yani katl fevahişten değildir. Bağy, ism, şirk ve Allah üzerine bilmediğini söylemeye atıf yapmakta yani bunlardan da ayrıdır. İsm başkasına değil de içki gibi kendisine zararı olan fiillerdir.

Fevahiş ayrıca ismin kebairi ile atıf yaparak zikredilmektedir. Bunlar marifedir.

Marife olanlar özel fuhuştur yani Kur’an’ın tarif ettiği fuhuştur. Zinanın bir kısmı ile eşcinsellik el-fahişe olarak tarif edilmiştir. Zinada el-fahişe bir kadının iddet içinde birden fazla erkekle cinsi ilişki kurmasıdır, eşcinsellikte zorlamalı olmasıdır.

Dr. Mete Firidin benim anladığıma göre zinada zorlama şartı getirmektedir.

Fahişe nekre olarak zikredildiğinde zina kastedildiği gibi diğer denge bozucu günahlar da kastedilmektedir. Fahişeyi fi’l ederler yahut nefislerine zulmederler denmektedir. Burada “fahişeyi ita ederler” denmiyor, “fiil ederler” diyor, “nefse zulmederler” diyor. Genel manada fahiş olan fiil topluluğa zarar veren fiildir. Mukabili kendi şahsına zulmetmedir. Topluluğa zarar vermek demek dengeyi bozmak anlamındadır.

Babaların nikâhladığını nikâhlamak fahişe olarak vasıflandırılmaktadır ve makt ve sae sebil denmektedir. Burada yeni bir kavram ortaya konmaktadır. O da “Makt”tır.

“Makt” Akevler Lügatinde “Mikat” (Tı) ile sicim demektir. Bir şeyi sımsıkı bağlamak anlamında fiil olmuştur. (Te ile) “Mekt” yıkmak manasında iken kızdırmak veya kızmak anlamlarına gelmiştir. Kızgınlık demektir şeklinde tanımlanmıştır. Dengeyi bozmamakla beraber insandaki kıskançlık ruhi yapısı karşılıklı çekişmelere ve kavgalara neden olmaktadır.

Fahişe bir de mübeyyine fahişe şeklinde zikredilmektedir yani mahkemece tespit edilmiş zina manasındadır.

Bu açıklamamızdan sonra zina fahişedir ve sebil olarak sev’ etmiştir ifadesini manalandırabiliriz. Zina yani gizli yapılan cinsi ilişki aile müessesesini bozmakta, insanları tembelliğe, zevk ve sefaya götürmektedir. Bugün asıl evlenme arzusunu duydukları yıllarda evlenme şanslarını bulamamaktadırlar. Otuz yaşlarından sonra da artık evlenme arzuları azalmaktadır. Dengeyi bozmaktadır. Aynı zamanda anarşinin yolu olmaktadır.

وَلَا تَقْرَبُوا الزِّنَى

Va LAv TaQRaBuv elZiNAy

“Ve zinaya kurbet etmeyin”

Yani evlilik dışı sevişmeyin. Onbeş yaşına gelen kız ve erkeğin nişanlanması yani nikâhlanması gerekir. Ondan sonra beraber olur, isterlerse cinsi ilişki kurmazlar ama zinasız birbirlerine takarrub ederler. Böylece zina önlenmiş olur. Cinsi ilişki kurarlarsa da artık karı koca olmuş olurlar.

Buradaki nehiy bir emri içermektedir. Baliğ olan kız ve erkeği nişanlamalıyız. Cinsi ilişki kurmazlarsa, okuldan mezun olunca ayrılırlar. Mihir konmamışsa vermek zorunda da kalmazlar. Sonra hayatta istedikleri kızla evlenirler veya istedikleri erkekle evlenirler.

إِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً

EinNaHUv KAvNa FAvXıŞaTan

“O fahişedir”

Buradaki “o” zinaya gidebildiği gibi takarrub etmeye de gider. Çünkü cinsi ilişki kurmasalar bile evlilik dışı ilişki evlenmeyi önlemektedir. Buluğ çağına gelenler nişanlanmalıdır. Yaşlılar da cinsi ilişki kurmasalar bile birlikte yaşayabilmeleri için nikâh yapmalıdırlar. Evlilik asıldır.

Gerçi Kur’an’da nebinin eşlerine peygamberden sonra evlenmeleri yasaklanmıştır.

Bucak başkanlarının eşleri de o bucak içinde başka erkeklerle evlenemezler, nişanlanamazlar, nikâh yapamazlar ama başka bucaktakilerle yapabilirler.

وَسَاءَ سَبِيلًا (32)

Va SAvEa SaBIyLan

“Ve sebili sev’et etmiştir.”

Fahişe olanın dışında aynı zamanda insanları kötü yollara götürmektedir. Zina erkekleri azdırmakta, zorla tecavüze de götürmektedir. Zorla saldırma burada fahişenin dışında zikredilmiştir. Çünkü zorla saldırı dengeyi bozmamakta ama anarşiyi doğurmaktadır.

Ayrıca AİDS gibi hastalıklara sebep olmaktadır. Haylaz gençleri dağlara çıkarmakta, eşkıya yapmaktadır.

Sermaye’nin en çok güçlü olduğu zamanda zinayı kutsallaştırması durumu ile burada zikredilmiş olması Kur’an’ın mucizesidir.

وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إِلَّا بِالْحَقِّ وَمَنْ قُتِلَ مَظْلُومًا فَقَدْ جَعَلْنَا لِوَلِيِّهِ سُلْطَانًا فَلَا يُسْرِفْ فِي الْقَتْلِ إِنَّهُ كَانَ مَنْصُورًا (33)

Va LAv TaQTuLUv elNaFSa elLaTIy XarRaMa elLAHu ilLay Bil XaqQı Va MaN QuTiLa MaJLUvMan FaQaD CaGaLNAvHu Li VaLiyYıHı SuLOavNan FaLAv YuSRiF FIy eLQaTLı EnNaHUv KAvNa MaNÖUvRan

“Ve Allah’ın haram ettiği nefsi hak dışında katletmeyiniz. Mazlum olarak katlolunana karşı velisine sultan ca’lettik. Katlde israf etmesin o nusret olunandır.”

“Nefis” kişi demektir yani borçlu ve alacaklı olan kimse demektir. Yeryüzünde sadece insan borçlu ve alacaklı olmaktadır. Topluluklar da borçlu ve alacaklı olmaktadır. Ancak toplulukları başkanlar temsil etmektedir. Kişilik cenin ile başlar, mirasın taksimi ile biter.

“Nefsi katletmek” demek, doğumdan ölüme kadar olan nefsi katletmek demektir. Kısas vardır. Ceninde kısas yoktur. Buradaki “Elletî Harramallahu” bütün nefsi içermektedir. Yani nefsin katledilmesini Allah haram etmiştir.

Nefis yalnız bir nefsin karşılığı veya arzda fesat karşılığı katledilir. Yani kısas ve savaşta katl caizdir, bunların dışındakiler haram edilmiştir.

İdam cezası yalnız bir yerde, o da kısasta vardır, bir de eşkıya dağda öldürülür.

Savaşta çatışırken karşı cephedeki insanlar öldürülür.

Elli kişinin ölümüne sebep olan, katil olanları mevcut yasalara dayanarak idam edemeyeceksin. Halk savunma silahından mahrum edilmiştir. Katil de idamdan korunmuştur, yani bu sayede Sermaye’ye tetikçilik imkânı sağlanmıştır.

Velisine sultan tanınmıştır. Mirasçı olmayan en büyük yakını demektir. Büyük kardeşleri kararı verecektir. Başka ayette “ehi” (kardeşi) denmektedir. Affedebilir, katline karar verebilir. Katlde israf denmektedir. Hataen veya kasdi aşılarak yapılan katllerde kısas yapılmaz. Bir maktule karşı çok kişi katlolunmaz. Müşterek ifa edilen cinayette kısas yalnız birine uygulanır, diğerleri ayrı ayrı diyetleri öderler. Beş kişi müştereken adamı öldürmüşlerse biri katlolunur. Diğerlerinin her biri ayrı ayrı tam diyeti öderler.

Kısası icbar edecek olan velidir. Maktulün kardeşi katili öldürecektir. Ona dayanışma ortaklığı yardım edecek, ona silahlı güç yardım edecektir.

وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ

VaLAv TaQTuLUv elNaFSa

“Ve nefsi katletmeyiniz”

“Nefs” 46 özel kromozomu taşıyan ve Hazreti Âdem’in evlâdı olan herkestir; doğumu ile başlar, ölümü ile biter. Doğması nefes alması ile olur. Bu da ciğerlerin şişmesi ile bilinir. Ölümü de nefes alamaz hâle gelmesi ile olur.

Ruh bir hava benzeri değildir.

Ama ölüm ve doğum hava ile tanımlanmıştır.

الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ

elLaTIy XarRAMa elLAHu

“Allah’ın haram ettiği”

Sıfatlar iki şekilde kullanılır. Biri takyidi sıfattır. ‘Siyah koyunları satın al’ deseniz, burada takyidi sıfat vardır yani beyaz olanları alma demek olur.

‘Canlı koyuna eziyet etme’ derseniz, burada sıfat takyidi değil tavsifidir. Bütün koyunlar canlıdır, canlı olduğu için eziyet edilmeyecektir.

Buradaki “Allah’ın haram ettiği” de takyidi değil tavsifidir. Yani Allah insanın öldürülmesini haram etmiştir. Bütün nefislerin katli haramdır. İdam cezası yoktur, kısas vardır.

إِلَّا بِالْحَقِّ

ilLay BilXaqQı

“Hakkın dışında”

Kur’an bunu iki sebebe bağlamıştır.

Biri kısastır; öldüren öldürülür.

Diğeri de fesattır. Hakem kararlarını kabul etmeyip bedeni saldırılarda bulunanlar da hakem kararları ile öldürülür.

Savaşta ise karşı cephede olanlar sadece çatışma sırasında öldürülür. Esir edildikten sonra ancak yine mahkeme kararı ile öldürülür.

وَمَنْ قُتِلَ مَظْلُومًا

Va MaN QuTiLa MaJLUvMan

“Ve mazlum olarak biri katlolunduysa”

Haksız yere katlolunan kim olursa olsun, ister müslim olsun ister kâfir olsun, hattâ isterse müşrik olsun, vatandaş olsun vatandaş olmasın, kim haksız yere öldürülürse, öldürülenin vârisine kısas ve diyet hakkı tanınmıştır.

Hak devletin hakkı değil, öldürülenin velisinin hakkıdır.

فَقَدْ جَعَلْنَا لِوَلِيِّهِ سُلْطَانًا

FaQaD CaGaLNAvHu Li VaLiyYıHı SuLOANan

“Sadece velisine sultan ca’lettik”

Buradaki “FeKad” sadece anlamındadır. Yani başkalarına değil sadece velisine anlamında “FeKad” getirilmiştir.

Türkçede de fakat kelimesi biraz değişik manada da olsa kullanılmaktadır.

“Velisine” denmektedir. İki türlü veli vardır. Biri dayanışmadaki velidir. Kişi seçmektedir. Bir de doğal veli vardır. Bu da yakınlardan olan velidir. Bunlar içinden vâris olanlara bu yetki verilmemiştir, çünkü tarafsız davranamaz. En büyük kardeş veya amca hattâ amcasının oğlu doğal velidir ve bu hak o veliye tanınmıştır. Müfret kullanılmıştır, marifedir. Dolayısıyla yalnız bir kişinin kısas veya diyet kararı yetkisi vardır.

“Sultan” yetki demektir. Kısas yapma veya diyet alma hususunda karar alma yetkisidir.

فَلَا يُسْرِفْ فِي الْقَتْلِ

FaLAv YuSRiF FIy eLQaTLı

“Katlde israf etmesin”

Hataen öldürmüşse kısas yapılmaz, kasdi aşmışsa kısas yapılmaz. Öldürmek amacıyla değil başka amaçla tokat vurdu ve kişi öldü, kısas yapılmaz. Mübaşir değilse, müsebbipse ve mübaşir varsa, müsebbibe kısas yapılmaz.

Burada israf etmesin denmektedir. Yani aşırı katil olmasın. Tetikçi öldürülür, finanse edenler ağır diyete tabi tutulur. Müşterek katillerden biri katledilir, diğerlerinin hepsi ayrı ayrı diyet öderler.

Çok kişi öldürenden isteyenlere kısas uygulanır, isteyenlere diyet verilir. Çok kişi çok kişiyi öldürmüşse, isteyenlerin seçtikleri kimseler kısasa diğerleri diyete tabi olur.

Bütün bunlar “israf etmesin” ifadesinden istidlal edilmektedir.

إِنَّهُ كَانَ مَنْصُورًا (33)

EnNaHUv KAvNa MaNÖUvRan

“O mensur bulunmaktadır.”

Veli katleder veya diyeti alır ama veli buna kendisi muktedir olmaz, siyasi dayanışma ortaklığı infaz eder. Eğer katli velisi infaz ederse maktulün velisine gerek kalmaz. Husumetin devam etmemesi için seyyieyi ahsen ile def etme ilkesinden dolayı katli velisi infaz eder, edemezse maktulün dayanışma velisi infaz eder. O da etmezse maktulün doğal velisi infaz eder. O da etmezse, vârislerden herhangi birisi infaz eder. İnfaz edemezlerse diyete dönüşür.

 

 



© 2024 - Akevler