İSRÂ SÛRESİ TEFSİRİ
Süleyman Karagülle
1966 Okunma
İSRA SÛRESİ 63-66.AYETLER

İSRA SÛRESİ - 14. Hafta

63-66 ayetler

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

***

 

قَالَ اذْهَبْ فَمَنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ فَإِنَّ جَهَنَّمَ جَزَاؤُكُمْ جَزَاءً مَوْفُورًا (63) وَاسْتَفْزِزْ مَنِ اسْتَطَعْتَ مِنْهُمْ بِصَوْتِكَ وَأَجْلِبْ عَلَيْهِمْ بِخَيْلِكَ وَرَجِلِكَ وَشَارِكْهُمْ فِي الْأَمْوَالِ وَالْأَوْلَادِ وَعِدْهُمْ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ إِلَّا غُرُورًا (64) إِنَّ عِبَادِي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ وَكَفَى بِرَبِّكَ وَكِيلًا (65) رَبُّكُمُ الَّذِي يُزْجِي لَكُمُ الْفُلْكَ فِي الْبَحْرِ لِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِهِ إِنَّهُ كَانَ بِكُمْ رَحِيمًا (66)

 

***

 

قَالَ اذْهَبْ فَمَنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ فَإِنَّ جَهَنَّمَ جَزَاؤُكُمْ جَزَاءً مَوْفُورًا (63)

QAvLa iÜHaB FaMaN TaBiGaKa MiNHuM FaİnNa CaHanNaMa CaÜAEuKuM CaÜAEan MaVFUvRan

“Git diye kavl etti. Onlardan kim sana tabi olursa cehennem mevfur ceza olarak cezanızdır.”

Allah meleklere “Âdem’e secde edin” demiş, melekler secde etmiş ama şeytan secde etmemiş, Allah’tan onları/insanları saptırmak için izin istemişti. Allah da “Git” dedi. Yani seni serbest bırakıyorum onlardan sana tabi olan olursa cehennemle cezalandıracağım...

Ayette önemli işaretler vardır.

“Git” diyor; tamam, istediğin kabul olundu diyor. Bu, rızasının olduğu anlamında değildir. Allah’ın şeytanın amellerine ve kâfirlerin yaptıklarına iradesi vardır ama rızası yoktur. Kumar oynayan kimsenin kaybetmesinde iradesi vardır ama rızası yoktur. Allah’tan başka halik yoktur. Dolayısıyla bizim için kötü olan şeyleri halk eden de Allah’tır ama Allah’ın kötülükte rızası yoktur. İtikadi mezheplerden Eşariler, olaylarda Allah’ın hem rızası hem de iradesi var dediler. Mutezile ise iradesi de rızası da yoktur dedi. Maturidiler ise iradesi var rızası yoktur dediler. Bizim de kabul ettiğimiz görüş budur. Bu görüş Kur’an’a dayanmaktadır.

Fizikte dağılım kanunu vardır. İnsanların boyları farklıdır. Hiç kimsenin boyu ve şişmanlığı diğerinkine uymaz ama boylara göre insanların sayısını sıralarsak ve en kısa boydan en uzun boya kadar dizersek, çan eğrisi diye bir dağılım ortaya çıkar.

Toplu baktığımızda Fransızların bu dağılımı hep aynı kalır. Genelde Fransız boyunun dağılım özelliği aynıdır ama Fransızların boyları farklıdır.

Allah genelde insanların yapacaklarını takdir etmiş, dağılım eğrisini çizmiş ama kişileri bu dağılım içinde serbest bırakmıştır. İsteyen istediği tarafa gider. Bu sayede insan da cüzi irade sahibi kılınmış, adeta insan Tanrı’ya ortak edilmiştir.

Şu soru aklımıza gelebilir: Şeytan da secde etseydi insanlar şeytansız mı kalacaktı?

Hayır. Durmadan yeni cinler yapacak ve ona secde etmeyen biri çıkıncıya kadar devam edecek, başka bir iblis şeytan olacaktı.

“Sana tabi olursa” deniyor. Şeytanın insan üzerinde herhangi bir yaptırım gücü yoktur. Kişi şeytana itaat etmez, şeytana tabi olur. İtaatte emredenin emri yerine getirilir. Tabi olmada kişi kendiliğinden kendi isteği ve rızası ile ona uyar. İşte sorumluluk oradadır. Yani insan zorunlu olarak şeytanın isteğini yaparsa bundan sorumlu değildir. Bunlar dağılımı oluşturur. Allah’ın iradesini ortaya koyar.  İnsanlar ise kötülükleri iradeleri dışında veya rızaları dışında yaparlarsa bundan dolayı sorumlu değildirler, rızaları ile yaptıkları için sorumludurlar.

Allah Ahmet’in Cemal’i öldürmesini takdir etmişse, bu takdiri kimse değiştiremez. Ama Ahmet bunu rızalı iradesi ile yaparsa sorumlu olur ve cehenneme gider, rızası dışında ölüme sebebiyet verirse sorumlu olmaz. Arabası ile istemeyerek çarpıp öldürmesi gibi. O halde insanlar yaptıklarından değil, iradeleri ve rızaları ile yaptıklarından sorumludurlar. Rızaları olmayan fiiller Allah’ın takdiri iledir ve kişiler sorumlu değildirler.

Cehennem bunlar için mevfur cezadır.

“Mevfur” kelimesi Kur’an’da bir defa geçmektedir. Bunu çift haline getiren kelime “Ferre” kelimesidir, 11 defa geçmektedir. “F” ayrılmayı ama kopmamayı, “R” de tekrarı ifade eder. “V” harfi ise serbest ilişkiyi ifade eder. O halde mevfurun manası nefret edilen ama bir türlü terk edilemeyen şey demektir.

Cehennemden çıkmayı isteyecekler ama bir türlü çıkamayacaklar.

İnsan acıyı bedende duyar. Örnek olarak dişi ağrır. Oysa ağrı dişte değil beynin ruha etkisinde olur. Acı duyan beden değil ruhtur, beyin de değildir. Ruhta hasar olmaz. Hasar bedende olur. Acı veya sevinç ruhta duyulur.

Cehennemde olanların bedenlerine bir şey olmayacak. Taşın ateşe dayanması gibi insanın bedeni de aynı şekilde ateşe dayanacaktır. Bugün cinler Güneş’te yaşıyorlar. Güneş’ten gelen ışıkta Güneş’te de solunum olduğunu gösteren ve canlılık özelliğini gösteren maddeler bulunmaktadır. Oksijen, karbon ve azot döngüsü orada da vardır. Biz orada olsak yok olup gideriz. Çünkü bizim yapımız moleküler yapıdır. Cinlerin yapısı atomik yapıdır.

Cehennemlik insanlar cehennemde atomik yapıya geçeceklerdir. Ateş onları yakamayacak, ancak ruh oradan çıkmayı isteyecek ama çıkamayacak. İşte bu mevfur cezadır.

Şeytan ateşten yaratıldığı halde o da oradan çıkmak isteyecek, aynı ruhi arzu onda da olacaktır.

قَالَ

QAvLa

“Kavl etti”

Burada kail olan Allah’tır. Muhatap ise iblistir. Cisimler birbirine etki ederler. Çekim kanunu iki cisim arasındaki anlaşmadır. Elektrikteki ve mıknatıstaki çekme ve itmeler de böyledir. Bunlar canlı olmayanlar arasındaki dildir. Bir tahta parçası suyun yüzüne çıkar. Suyun kaldırma kuvveti de bir kelimedir veya cümledir. Cansızlardaki anlaşma aracıdır.

Canlılarda daha ileri anlaşma araçları vardır. Hücreler arası anlaşmalar sayesinde her hücre kendisinden istenen işi yapmaktadır. O halde hücrelerin de anlaşma araçları olan dilleri vardır. Ağaçlar birbirleri ile saldıkları kokularla yahut köklerdeki moleküllerle anlaşırlar. Birbirlerine hastalığı duyururlar. Arılar ile çiçekler arasında da böyle anlaşma söz konusudur. Çiçekler rengârenk görünür, saldıkları kokular hep anlaşma aracıdır. Kuşların, memelilerin ve böceklerin hep dilleri vardır. Tüm doğa birbirleri ile sohbet içindedir. Ne var ki bütün bu anlaşmalar bedenler arası anlaşmalardır.

Bilgisayarda programdaki iki taraf satranç oynar, hep anlaşarak oynarlar ama tarafların bu anlaşmalarında bir bilgileri yoktur.

Oysa insanlarda, cinlerde, meleklerde ve ruhlarda anlaşmalar vardır. Bunlar ruhsal anlaşmalardır. Doğada fiziki olarak renk yoktur. Elektromanyetik dalgaların titreşiminden ibaret olan ışık ve ses insanda söz haline gelir, şekil haline gelir. Bu bedende değil, beyinde değil, ruhta meydana gelir. Ruhun varlığı ile ilgili en açık delil renkler ve sözlerdir. Doğada sesler vardır ama sözler yoktur. Doğada dağ yoktur, sadece mekân vardır, mekânın şekli vardır. Varlıklar insan beynindeki 01’lerin insandaki ruhlar tarafından değerlendirilmesi ile oluşurlar.

Bu sebepledir ki dilsiz düşünülemez. Her dilde düşünme farklıdır. Çünkü her dilde kelimelerin anlamı farklıdır. Dilden dile tam tercüme bundan dolayı yapılamaz.

اذْهَبْ

iÜHaB

“Zihab et / git”

“İzheb Annî” dersen, ‘benden uzak ol’ demektir.

“İzheb İlâ” derseniz, ‘falana git’ demiş olursunuz.

“Bi” harfi ile derseniz, ‘bunu götür’ demiş olursunuz.

Burada bu harflerden hiçbirisi zikredilmediğine göre hepsini takdir edip mana verebilirsiniz. Benden uzaklaş, benim rızam yok ama sana izin veriyorum. Defol, ne yaparsan yap. İla takdir ettiğin zaman da insanlara git, istediğini yap, her türlü gücünü kullan demektir. Bi ihtinak denmiş olur.

Böylece Allah yeryüzünde iki takım kurmuş olmaktadır; iyilik takımı ile kötülük takımı. İyilik takımının iyi oynayabilmesi için onu denetleyen, onu iyilik yapmaya zorlayan bir takımın olması gerekir. Taraflar arasında oynanan uygarlık maçı böyle oluşacaktır. İyiler yapıcı, kötüler yıkıcı olarak yarışacaklar, yapıcılar yıkıcıları yeneceklerdir.

Canlının kendi hücreleri yapıcıdırlar. Mikroplar yıkıcıdırlar. Doğada çekici kuvvetler vardır. Buna karşı sürtünme kuvvetleri vardır. Doğal denge kanunları ile sosyal denge kanunları böylece birbirinin benzeridir. Birinde mevcut olan kanun diğerinde de mevcuttur. Böylece Kur’an’ın bütün ayetleri kıyas yoluyla bütün alanlara uygulanabilir. Bunun için kıyas ilmini öğrenmemiz gerekir.

Kıyas ilk defa Kur’an tarafından tedvin edilmiş, Son Nebi uygulamış, Ebu Hanife bunun fıkhını yapmış, Şafii bunun ilmini kurmuş. İbni Sina ve Gazali bunu fizik ve kimyada da uygulamışlar. Bugünkü Batı medeniyeti böyle doğmuştur. Birinci Kur’an uygarlığı, Kur’an’ın uygulanması için böylece zemin hazırlamış, şimdi ikinci Kur’an uygarlığı aslında gerçek anlamda Kur’an uygarlığı olacaktır.

فَمَنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ

FaMaN TaBiGaKa MiNHuM

“Onlardan sana kim tabi olduysa”

Buradaki “Fe” harfi mahzuf olan cümleye atfetmektedir, o da git, istediğini yap, onları ifsat et, idlal et. Onlardan sana tabi olanlarla beraber cehenneme yollanın demek olur. Onlardan tabi olan ve sen cehennemliksiniz anlamında olabildiği gibi şart cümlesi olarak sana tabi olursa diye de manalandırılabilir. Birinde tabi olanlar cehenneme giden olduğu gibi tabi olmayanlar arasında da cehennemlik olanlar vardır demektir, şart ise yalnız sana tabi olanlar cehenneme gideceklerdir demek olmuş olur. Onlardan yani Âdemoğullarından denmiş olur.

Burada bir soru ile karşılaşırız: İblis kendisi günah işledi ama onun töremesi çocukları ne günah işledi de onlar da hep o takımda oynuyorlar? Aynı soru Âdem ve Havva için de sorulabilir. Haram ağaçtan yediler ve suçlu oldular. Bizim ne günahımız var ki? Buna vereceğimiz cevap, buradaki muhavere gerçekte olmuşsa bile bir yaratılış hikâyesini anlatıyor, şeytanın ve insanın yapısını anlatıyor. Bize kâinatın düzenini anlatıyor. Tanrı’yı var kabul etmesek ve ilmi olarak kâinatı inceleyecek olursak verdiği sonuç Kur’an’da anlatılanlardır.

Bakara Suresi’nin ilk ayetlerinde “Ve” ile atfederek “Ellezîne” kelimesini iade etmiştir. İnsan için akli ilimler vardır, nakli ilimler vardır. İnsan ister akıl yoluyla ister nakil yoluyla kurtuluşu ararsa Allah onu hidayete götürür.

فَإِنَّ جَهَنَّمَ جَزَاؤُكُمْ

FaİnNa CaHanNaMa CaÜAEuKuM

“Cehennem cezanızdır”

“Siz cehennemliksiniz” denmiyor. “Cehennem sizin cezanızdır” deniyor. Yani cehennem onlar için var edilmiştir. Eğer onlar suçsuz olsalardı cehennem var edilmeyecekti. Cehennemin başka fonksiyonu yoktur. Yeryüzü nasıl insan için var edilmişse, cehennem de şeytan ve ona tabi olanlar için var edilmiştir.

جَزَاءً مَوْفُورًا (63)

CaÜAEan MaVFUvRan

“Mevfur ceza olarak.”

Burada ceza cezaukum masdarının mef’ulu mutlağıdır. Yani “cezaüküm”de “ceza” isim değil masdardır, cezanız değil de cezalandırılmanız anlamındadır. Arapçada bir kökün değişik masdarları vardır. Aynı mastar kalıbı ile fâil de mef’ûl de ifade edilir. Uygun mef’ûlü mutlakla fiilin hangi manada olduğu belirtilir. Buradaki ceza mutlak masdar olabildiği gibi hal de olabilir.

“Vefr” otlanılan çayır demektir: Kur’an’da bir defa geçmektedir. Buna yakın firar anlamında “ferre” kelimesi ile aniden anlamında “fevr” kelimesi vardır. “Fevra” dört defa geçmektedir. “FRR” ise onbir defa geçmektedir. O halde bu “vefr” kelimesi Kur’an’da “fevr”e karşılığı değil, “FRR” ile ikili halde getirilmiştir. Cehennemin mevfur olduğunu, oraya giren insanların orada yaşamaları için zorluk çekmeyeceklerini ifade eder. Cehennemdeki sıkıntı bedeni değil ruhidir. Bir vali kaymakam yapılırsa üzülür. Bir mal müdürü kaymakam yapılırsa sevinir. İkisi de kaymakam olmuştur ama biri için sıkıntı, diğeri için ödüldür.

Cehennem firar edilecek bir yerdir. Herkes oradan kaçmak ister. Nefret kelimesi de vardır. O da 18 defa geçmektedir. Menfur manasına gelebilir.

Cehennem istenmeyen bir yerdir. Nasıl bir yara önce acır ama zamanla beden ona alışır, artık acı gelmezse, cehennem de öyledir. Önce günahı kadar azap çekilir. Sonra oraya uyum sağlanır ve artık insan ile şeytan durumu kabullenir, orada yaşamaya devam ederler.

وَاسْتَفْزِزْ مَنِ اسْتَطَعْتَ مِنْهُمْ بِصَوْتِكَ وَأَجْلِبْ عَلَيْهِمْ بِخَيْلِكَ وَرَجِلِكَ وَشَارِكْهُمْ فِي الْأَمْوَالِ وَالْأَوْلَادِ وَعِدْهُمْ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ إِلَّا غُرُورًا (64)

Va iSTaFZiZ MaN İsTaTaGTa MiNHuM Bı SaVTıKa Va eCLiB GaLaYHiM Bi PaYLiKa Va RaCiLiKa Va ŞaRiKHuM Fiy eLEaMVAvLı Va eLEaVLADi VaGıDHuM Va MAv YaGıDuHuM eLŞaYTaNu EilLAv ĞuRUvRan

“Ve onlardan istitaa ettiğin kimseye savtın ile istifzaz et. Haylin ve raclin ile üzerlerine celbe et. Emval ve evlad olarak onlara müşareke et ve onlara vaad et. Şeytan ancak gururu vaad eder.”

Arapçadaki masdarlar istitaayı da içerir. “Cie” gel manasında olduğu gibi gelebilirsin anlamında ruhsatı da ifade eder. Aslında bütün emirler istitaa içindir. “Gel” dediğin zaman onu icbar etmiş olmuyorsun. Gel yoksa gelmediğin için bin lira para cezası ödersin veya gelmezsen sevilmez biri olursun demektir.

Burada şeytana bunları yapabilirsin, sana izin mi veriyorum demektir, yoksa bu sana emirdir, bu görevi yerine getirmezsen sonra seni cezalandırırım mı demektir?

Kur’an’da baştan itibaren şeytana emir sigası ile söylenenler hep ruhsat anlamında imiş şeklinde ifade edilmektedir. İnsanlara ve cinlere kötülük yapma izni verilmiştir. Cezasına katlanmak şartı ile kötülük yapabilmektedirler. Ne var ki onları öyle yaratmıştır ki nefisleri kötülük yapmaya meyyaldir. Ayrıca kötülük yapmadıkları için ceza verilmez.

“Fezze” kelimesi Kur’an’da yalnız bu surede üç defa geçmektedir. Bunu ikili yapan kelime gümüş manasındaki “Fidde” kelimesidir, Kur’an’da 9 defa geçmektedir, dağılmak, yayılmak anlamındadır. “Fa” ayırmak demektir. “Za” harfi ise sarsmak, titretmek anlamındadır. Koparıp atma anlamındadır.

Savtınla koparıp at, yerlerinden, yurtlarından, işlerinden, huzurdan et anlamındadır. Burada “Savtike” denmiştir. Şeytanın insana maddi herhangi bir etkisi yoktur, insanın bedenine dokunamaz, mallarına dokunamaz. Şeytan insana sadece sesini duyurur.

Burada kullanılan “savt” ses anlamından çok söz anlamındadır. Sözden farkı, söz yalnız mana taşıdığı, hisleri ifade etmediği halde, savtta sesin tonu onun duygularını da ifade eder. Kavli leyyin yani yumuşak söz bir savttır.

“Cilbab” cübbe benzeri kıyafete denir. “Celbetmek” toplamak, birleştirmek anlamına kullanılmaktadır. Satılmak üzere pazara getirilen maldır. Kur’an’da bu kelime iki defa geçmektedir. “Cem” toplama anlamındadır. “L” Türkçedeki “ile”de olduğu gibi bağı kancayı ifade eder. “Bab” ise geçiş yerini ifade eder. “Celbetmek” demek, bir araya toplayıp bir kapalı yere doldurmak demektir.

“Hayl” süvari demektir. Sürüden farkı, sürüde sürü içindeki fertler istedikleri gibi hareket ederler. Oysa süvaride atlar birlikte tek komuta ile hareket ederler. “Hayl” at kelimesinin çoğuludur. Müfredi “fers”dir, Kur’an’da geçmemektedir.

Buradaki “Hayl” askeri birliğinle demektir yani birlikte hareket ettiği ordu demektir. Bunlar cin taifesi olabilecekleri gibi insan taifesi de olurlar.

Bugün Sermaye onun (yani şeytanın) haylidir. Masonluk teşkilatı onun haylidir. PKK onun haylidir. Daha da ileri giderek bürokrasi onun haylidir. Bazı partiler onun haylidir. Milletvekilleri kendi vicdani kanaatlerine göre oy kullanmaları gerekirken, Meclis’te kullanılan oylardan görüyoruz ki, herkes parti başkanının emrini yerine getirmiş birer robot gibi oy kullanmışlardır. Bu şeytanın hayli olan demektir.

“Evet” ve “Hayır” oylamasında birileri benim partim böyle istiyor diye oy kullanırsa o şeytanın haylidir. Kendi vicdanına danışır kendi içtihadına göre oy kullanırsa, o Allah’ın hizbidir. “Evet” veya “Hayır” deyin demiyorum, vicdanına göre değil de cepheleşerek oy kullanmak şirktir, şeytanın ordusuna katılmadır.

Dünkü “hayl” atlılardır. Bugünkü “hayl” zırhlı hava ve deniz kuvvetleridir. “Recl” yaya demektir, piyade demektir. Piy Farsçada ayak demekdir. Bugünkü savaşalar iki şekilde yapılmaktadır ya kişiler karşı karşıya gelip birbirini öldürmektedir ya da uzaktan tahrip edici silahlarla boğuşmaktadır.

Allah şeytana görev vermiştir. Savaşların ve terörün kışkırtıcısı olan şeytanı görevlendirmiş bulunmaktadır. Ona karşı bize de savunma emrini vermiş, cihad yapmamızı emretmiş, misliyle mukabele etmemizi emretmiştir. Aramızda ne fark vardır? Biz savunma durumundayız. Onlar ise saldırma durumundadır. Biz savaş çıkarmayız ama bize saldırana karşılık veririz, yener ve gömeriz.

“Sen onlara ortak ol” denmektedir. Ekonomide iki türlü varlık vardır. Biri miktarlardır. Beş kilo patates bir miktardır. Beş kilo patatesin değiştirme miktarı değerdir. Şirket miktarları değil de değerleri ele alır. O halde şeytanın malların miktarlarında bir dahli yoktur. Malların değerlendirilmesinde ortaklığı vardır. Bunun için “şarikhüm” denmektedir. Benzer şekilde insanların sayısında da bir etkisi yoktur. Onların gruplanıp cepheleşmesine etkisi vardır. Dolayısıyla veletlerde doğrudan bir etkisi yoktur, sadece davranışlarda etkisi vardır.

Müslim demek Kur’an’a veya Hazreti Muhammed’e inanan demek değildir. Barışı kabul eden ve hakem kararlarına rıza gösteren müslimdir. Hazreti Peygamber müslimi böyle tanımlamıştır. Diğer müslimlerin malları ve canları onun saldırısından selamette ise o müslimdir demiştir. Mümin de şuna veya buna inanan değildir. Mümin hakem kararlarına uymayanlara karşı malı ve canıyla karşı koyandır. Yine Hazreti Peygamber bunu şöyle tanımlamıştır; mümin insanların mallarını ve canlarını ona emanet ettiği kimsedir demiştir.

İşte, hakem kararlarına karşı çıkan, hakem kararlarını dinlemeyen kimseleri yola getirmek isteyenlere isyan eden kimseler şeytanın yolundadırlar, şeytanın ordusuna katılmış, şeytan onlara ortak olmuş olur. Bugün Birleşmiş Milletler (BM) vardır; parası olanlar, silahı olanlar oraya hâkimdir. Bunlar şeytanın filolarıdır, şeytanın birlikleridir. Oysa Birleşmiş Milletler değil, hakemler dünyaya hâkim olmalı, hakemlere uymayan kimseler Birleşmiş Milletlerin orduları tarafından yola getirilmelidir.

Onlara vaat et, boş şeyleri vaat et, boş kelimeleri ortaya at ve onun peşinde koştur.

Batı’nın demokrasisi, laikliği, sosyalliği, liberalliği hep boştur, sahtedir. Merkezi yönetimde demokrasi olmaz. İçtihada ve yerinden yönetime dayanan yerel yönetimlerle demokrasi olur. Ekseriyet sisteminde laiklik olamaz. Laiklik nisbî sistemde olur. Tekel sistemlerinde ister Devlet ister Sermaye etkili olsun, liberallik olmaz. Aidatlara dayanan ve tekel hâlinde çalışan sosyal kuruluşlarda sosyallik olamaz. Sosyallik, yeryüzünün tüm insanların ortak malı kabul edilmesi ve eşit paylaşılması ile oluşur. Üretilen ürünün yarısı bütün insanlığındır, eşit paylaşılacaktır. Diğer yarısı ise üretenlerin emek payı olacaktır.

Söylediklerim üzerinde düşünün, göreceksiniz ki bundan daha iyi düzen düşünülemez.

Bugün Sermaye ile Yönetim/Devlet el ele vermiş halkı sömürmektedirler. Bazı yerlerde yönetim hâkimdir, bazı yerlerde sermaye hâkimdir.

“Adil Düzen”de sermayenin varlığı kabul edilmektedir, yönetimin varlığı da kabul edilmektedir. “Adil Düzen”in reddettiği şey sömürüdür, tahakkümdür. O halde araba ne iyidir ne kötüdür. Arabanın iyi veya kötü kullanılması vardır. Şeytan buralarda yer alır.

وَاسْتَفْزِزْ

Va iSTaFZiZ

“Ve istifzaz et”

İnsanlar birbirleri ile dört tür bağla bağlanarak birlik oluştururlar.

Bunlardan biri “sevgi” bağıdır. Diğeri “çıkar” bağıdır. Biri de “tartışma” bağıdır. Dördüncüsü ise “korku” bağıdır.

Savunmak için güçlü olmak gerekir. Düşman korkusu insanları bir araya getirir. Bu bağlarla yığın halinde olan insanlar topluluk haline dönüşürler, Mersus olurlar. Şeytan bu bağları gevşetmeye uğraşır. Sevgi bağını nefrete çevirir. Siyasi partilerin birbirlerini sevenlerden oluşması gerekirken, birbirlerine nefreti olanların birlikteliği ile doğarlar; ortak çıkar üzerinde birleşip kazanmaları gerekirken, başkalarını sömürme üzerinde birleşirler; tartışarak hakkı bulmaları gerekirken, çatışarak birbirlerini yenmeye çalışırlar.

İşte, şeytanın oluşturduğu topluluklar veya sosyal gruplar böyledir.

Bu karşılıklı zıt kavramları kavradığınız zaman “şeytan hizbi” ile “Allah hizbi”nin arasındaki farklar ortaya çıkar. Bir adamın faydalı olarak kazanmayı çalışması Allah hizbinden olmaktır, başkalarına zarar vererek kazanmaya çalışması şeytan hizbi olması demektir. Onlar sevmese de sen onları seversen, sen Allah’ın hizbinden olan kimsesin demektir.

مَنِ اسْتَطَعْتَ مِنْهُمْ

MaN İsTaTAGTa MiNHuM

“Onlardan istitaa ettiğin kimseleri”

Şeytan ve onun ins ve cinlerden oluşan orduları insanı kötülüğe, nefrete, hasede, cidale, boyun eğmeye zorlar. Bunlara karşı direnenler imtihanı kazanmış ve cennetlik olmuş olacak, sonunda da zafer onların olacaktır.

Demek ki kötülük vardır, iyilerin iyilikleri ortaya çıksın diye.

Kötülerin kötülükleri olmasaydı iyi insanların iyilikleri nasıl bilinecekti?

Kur’an bize ütopik ve hayali bir dünyayı değil, yaşadığımız dünyayı anlatmaktadır.

بِصَوْتِكَ

Bı SÖaVTıKa

“Savtınla”

Bu hususta senin bir gücün olmayacaktır. Seni dinledikleri zaman onlara bir şey yapamayacaksın. Sen onların bedenlerine değil beyinlerine etki edeceksin. Ordun oluşacak ve onlar senin orduna saldıracaklardır. Sen oyuncu değil kaptansın. O takımda olanlar onun istediği gibi oynarlar. Takım değişince oyun da ona göre oynanır.

Bugün yeryüzünde iki takım vardır.

Karşılıksız faiz parası ile zinaya dayanan “zulüm ve sömürü düzeni” topluluğu ile onun karşısında emeğin kredileşme parası ile evliliğe ve iffete dayalı topluluk yani “Adil Düzen” topluluğu çatışma içindedir. Şeytan onları savtıyla yönetmektedir. 

وَأَجْلِبْ عَلَيْهِمْ

Va iCLaB GaLaYHiM

“Ve onların üzerine celb et”

İslâmiyet’te ordular gönüllülerden oluşur, isteyenler bedelli isteyenler nöbetli olurlar.

Onlarda ise ordular korku ile oluşur. Askere gitmeyenler tutuklanır, yakalanır ve zorla kışlalara doldurulur. İnsanlar kendi istekleri ile savaşmazlar, korku içinde savaşırlar. Hayvanların toplanıp zorla ve kendi istekleri olmadan götürüldüğü gibi, onlardaki ordular da böyle oluşmaktadır.

Oysa İslâmiyet’te hakemliği kabul etmeyen müşriklerin İslam ülkelerinde yaşama hakları vardır. Askerliği kabul etmeseler de, askeri bedeli vermeseler de, biz onlara saldırmayız, ülkemizde yaşamalarına izin veririz. Ancak onlara birileri saldırırsa onları korumayız. Oysa müslimler savunma bedelini verdikleri için onları devlet gücü ile savunuruz. Fiilen askerliğe katıldıkları takdirde yönetime katılma hakları da doğar. Yani Kur’an düzeninde gönüllü askerlik vardır. Gönüllü bedellilik vardır. Ülkemizin dışına çıkar ve kendilerine bir yer edinirlerse, bize zarar vermedikleri takdirde onlara dokunmayız.

Kur’an’da bir yerde geçen bu “celb” kelimesi bugünkü bu ordulaşmayı anlatmaktadır.

بِخَيْلِكَ وَرَجِلِكَ

Bi PaYLiKa VaRaCiLiKa

“Haylinle ve recilinle”

Savaşta iki güç vardır; biri muharip güç, diğeri ikmal gücü.

İkmal “hayl” ile muharip “recl” ile ifade edilir.

Böylece şeytanın ordusu oluşmakta, Allah’ın ordusu ile savaşmaktadır. Saldırı onlardan gelmekte, Allah’ın ordusu savunma içindedir. Sonunda Allah’ın ordusu galip gelecektir. Allah’ın hizbi galip gelecektir diyor, iki yerde diyor. Şeytanın hizbi hüsrana uğrayacak diyor.

Evet, şimdi küçücük bir kooperatifin az sayıdaki çalışanı ile tüm dünyaya hükmeden şeytanın celbettiği hizip karşı karşıyadır. Ama Allah’ın hizbi galip gelecektir. Hazreti Musa’nın koskoca Mısır Firavun imparatorluğuna galip gelmesi, Mekke’de yetim bir kişinin etrafında toplananların bin yıl hükmetmesi gibi, şeytanın orduları da sonunda yenileceklerdir.

وَشَارِكْهُمْ

Va ŞaRiKHuM

“Ve onlara şerik ol”

Sen üretici ve tüketici olmayacaksın ama üretenlere ortak olacaksın yani miktarlara etki edemeyecek ama değerlere edeceksin.

Bugün yeryüzüne faizli sistem hâkimdir, Sermaye her konuda sözünü geçirmektedir.

Akevler’in “Adil Düzen” ekibi faaliyettedir. Önceleri “Adil Düzen” ve diğer İslâmî gruplar hesapta yokken yarışma içinde en etkin hâle geldiler ve şeytanın hizbi ile çatışma hâlindedirler. Ne var ki kendi aralarında da çatışma hâlindeler. Şimdi Adil Düzen çalışanları ikinci hamle içindedirler. Yarım asır içinde “Adil Düzen” artık gelişmeye başlayacaktır.

فِي الْأَمْوَالِ وَالْأَوْلَادِ

Fiy eLEaMVAvLı Va ELEaVLAvDi

“Emval ve evladda”

İnsanın iki çeşit mal varlığı vardır. Biri bedeni varlığıdır. Miktarlarla beslenmektedir ve yaşamaktadır. Benzer yapı tüm canlılarda vardır.

Diğeri ise hayvanlarda olmayan varlıklardır. Bu da değerdir. Değerli olan eşyaya mal denir. Asıl topluluk mallarda oluşmaktadır. Kişiler ise birleşmemekte, ayrı ayrı kalmaktadırlar. Şeytan insanların kendilerine değil de mallarına şerik olmaktadır.

Mallarda şerik olmakta, onların değerlerini artırıp eksiltmektedir.

İnsanda iki çeşit varlık vardır. Biri özel kişiliğidir. Evinde, kendi odasındaki kişiliktir. Doğrudan sorumlu olan bu kişidir. Bir de insanın topluluk içinde topluluğun üyesi olarak kişiliği vardır. Bu da bir kişiliktir. Bu durum yalnız insanlarda vardır. Şeytan topluluğun özel kişiliğine karışmamaktadır, insanın topluluk içindeki kişiliğine ortak olabilmektedir.

وَعِدْهُمْ

Va GıDHuM

“Ve onlara vaat et”

“Vaat etmek” ilerde ben size bunları vereceğim demektir. Buğdayı ekerseniz, bir eker 700 alırsınız diyor Allah. Bu vaattir.

Şeytan hep vaat etmektedir ama boş şeyler vaat etmektedir, yerine getirmeyeceği şeyleri vaat etmektedir.

Burada boş şeyler kaydı yoktur ama bundan sonra gelen cümle boş şeyleri ifade etmekte olduğunu beyan etmektedir.

وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ إِلَّا غُرُورًا (64)

Va MAv YaGıDuHuMu eLŞaYTaNu EilLAv ĞuRUvRan

“Şeytan onlara gururdan başkasını vaat etmez.”

Ğerer” çuval demektir. Türkçedeki çuvala koymak tabirinden de anlaşılabileceği gibi kanmak, aldanmak, yanılmak, yanıltmak anlamlarına gelir.

Türkçede bir de ‘çuvalladı’ tabiri vardır yani söylediklerinin aslı astarı çıkmadı demek olur. Vaat eder ama vaadi yerine getirmez, getiremez, sözünde durmaz veya duramaz. Yanıltma anlamını taşımaktadır.

Kerh vardır. Gurur vardır. “İkrah” korkutarak yaptırmaktır. “Tağrir” yanıltarak yaptırmaktır. Bir kimse bir şey söylediği zaman onun söylediğine inanmak insanı sorumluluktan kurtarır mı?

“Şeytan” kelimesi bu surede üç defa geçmektedir. Birisinde insanlar arasında adaveti nezh eder denmektedir. Birinde tebziri emreder ve burada gururu vaat eder denmektedir.

Çağımız düşmanlık çağıdır. Herkes herkese düşmandır. Tüm hayat cidal ile geçmektedir. Başka özelliği de insanları yanıltmak, kandırmak, boş şeyleri vaat etmektir. Üçüncüsü de israftır.

إِنَّ عِبَادِي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ وَكَفَى بِرَبِّكَ وَكِيلًا (65)

EinNa GiBAVDİy LaYSa LaKa GaLaYHiM SuLOAvNun Va KaFAy BiRabBiKa KaFIyLan

“İbadım, sana onların üzerine bir sultan yoktur ve vekil olarak Rabbin kifayet eder.”

“İbadî” kelimesine benzer şekilde bir de “ibaden lena” deyimi kullanılmaktadır. “İbadî”de kullar da maruftur Allah da maruftur, “ibaden lena”da “lena” maruftur ama “ibad” nekredir. Buradaki “ibadî” kelimesi ile belli kimseler beyan edilmektedir yani şeytana tabi olmayanlar demektir.

İnsan eğer içtihat yaparsa ve ona göre kendi iradesi ile davranırsa, Allah’ın abdi olur. Ama insan eğer içtihat yapmadan birine hak dışında tabi olursa, şeytana tabi olmuş olur.

“Sultan” kelimesi ise batılıların otoritesi demektir. Onları sana uydurmada bir gücün yoktur demektir. Nefiyde nekre olan istiğrakı ifade eder.

Vekil olarak Rabbin kifayet eder.

Şartlar ne olursa olsun, Rabbine uyarsan başka bir dayanak aramana gerek yoktur, O seni her zaman korur. Ölümün geldiğinde seni bir saat bile kimse yaşatamaz. Zalimin eliyle ölmen seni şehadet mertebesine yükseltmektedir. O halde sen bir şeyden korkmayacak, Rabbinin emirlerine uyacaksın.

Burada şeytan müminlere çok kısa vaat etti, döndü bize hitap etti. Ben şeytanlara izin verdim ama sizi yanıltamayacaklardır, sizi mağdur edemeyeceklerdir.

Açıkça ifade ediyorum ki; bugünkü durumda Gülen de Erdoğan da hata yapmaktadırlar. İkisi de yakın tanıdıklarımdır, onların mümin olduklarına inanıyorum. Haklı isem yani onlar mümin iseler bu çatışmanın sonunda ikisi de mertebelerini yükselteceklerdir. Benim duam budur. Putin ile Erdoğan’ın arası da böyle olmadı mı?

Bu seminerleri okuyan herkesin, Rabbine dayandıktan sonra korkacağı hiçbir şey yoktur, huzur içinde uyuyabilir. Evet, olağanüstü hal helake götüren bir olaydır. Anayasa oylaması da ayrı bir felakettir. Ama korkulacak bir şey yoktur, O şerleri hayra tebdil eder.

إِنَّ عِبَادِي

EinNa GiBAvDİy

“İbadim”

Diller ifadelerini vurgu ile tamamlarlar. Fransızca ve Rusçada vurgu kelimelerin manasını değiştirir. Türkçede son heceler vurgu yapılarak kelimelerin sona erdiğini anlatır. Almancada ilk kelimeye vurgu yapılır. Arapçada vurgu ile ifade edilen yok gibidir. Vurgu vardır ama bu bir mana taşımaz, sadece dilin müziğini oluşturur. Arapçada vurgu kelimeleri kullanılır.

“İnne, Kad, Le” gibi ifadeler hep vurgu yerine gelen kelimelerdir.

Allah Arapçayı Kur’an için oluşturduğundan vurgu dili yapmamış ki tam kâmil olsun.

Allah’ın iki türlü mahlûku vardır; yapıcılar vardır onlar O’nun ibadıdır, yıkıcılar vardır ve onlar da yapıcıların denetçileridir, kulluğu tam yapamayanları devre dışı yapmaya çalışırlar. Herkes inandığı için onlar ibaddır. İman moda olduğu için inananlar vardır. Onlarla gerçek iman edenleri birbirlerinden ayırmak için kötü günleri de var etmiştir ve bu günlerin failleri şeytan taifesidir. Gerçek müminlere ise şeytanın bir iğvası yoktur.

لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ

LaYSa LaKa GaLaYHiM

“Senin onların aleyhlerine yoktur”

Li alacağı ala borcu gösterir. Li kanca, çengel anlamındadır. Başkasını sana bağlayan bir harftir. Ayn ise üstlüğü, üstünlüğü ifade eder. Alacaklının isteme hakkına maruz olan demektir. Senin onlarda alabileceğin bir şey yoktur demektir.

سُلْطَانٌ

SuLOAvNun

“Sultan”

Salata kesmeye dayanır, kesme yapma gücü demektir.

Şeytanın Allah’ın ibadı üzerinde bir gücü bulunmamaktadır. Burada önemli olan husus “müminler üzerinde” demiyor “ibadım üzerinde” diyor. İbad Müslimleri de içerir, şeytanın ğururuna düşmeyenleri.

Kendimizi şeytandan nasıl koruyabiliriz?

Bunun için dört çeşit zırh mevcuttur.

Birincisi, müminlerle beraber olmak, onların içinde yaşamaktır. Bunun için müminlerin birbirlerine hicret etmeleri gerekmektedir. Beş vakit için cemaat olmaları gerekir.

İkinci zırh Kur’an’dır. Kur’an okudukça şeytan senden kaçar. Kur’an’a uymak için okuyacaksın, onu sana uydurmak için okumayacaksın.

Üçüncü zırh namazdır. Namazları kılacaksın, orada nasıl yaşaman gerektiğini öğreneceksin ve şeytanı hayatından kovacaksın.

Dördüncüsü ise içtihat edeceksin ve hiçbir şeyi düşünmeden yani meşru olup olmadığını kontrol etmeden yapmayacak ve yaşamayacaksın.

وَكَفَى بِرَبِّكَ

Va KaFAy BiRabBiKa

“Ve Rabbin kifayet eder”

Dayanışma ortaklıkları genel hizmet müesseseleridir. Allah rab sıfatı ile oralarda tezahür eder. Allah’ın emrine uyarak dayanışma ortaklıklarını kuracaksınız. Genel hizmet kuruluşlarını oluşturacaksınız ve oradaki oluşma içinde Rabbinizin ibadı yani kulları olacaksınız.

وَكِيلًا (65)

VaKIyLan

Vekil olarak kifayet eder.”

Rabbiniz vekil olarak yeter, başka bir şeye ihtiyacınız yoktur.

Sermaye’ye ihtiyacınız yoktur. Bürokrasiye ihtiyacınız yoktur. Velayet ve kıyam topluluğun yönetimini ve hayatın yapısını oluşturur. Anayasada bir madde vardır. Kaynağını anayasadan almayan hiçbir kurum kamu yetkisini kullanamaz deniyor.

Biz de diyoruz ki; bizim anayasamızda ve yasalarımızda kaynağını Kur’an’dan almayan her kurum sürekli yayılan mikrop gibidir. Öldürür ama kendisi de ölür.

رَبُّكُمُ الَّذِي يُزْجِي لَكُمُ الْفُلْكَ فِي الْبَحْرِ لِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِهِ إِنَّهُ كَانَ بِكُمْ رَحِيمًا (66)

RabBuKuMu ellaÜIy YüzCİıy LaKuMu eLFuLKa FIy eLBaXRi Li TaBTaĞUv MiN FaWLiHIy EinNaHUv KAvNa BiKuM RaXIyMan

“Rabbiniz fadlından ibtiğa etmeniz için bahrda fülkü sizin için izca eden kimsedir. O sizin için rahim bulunmaktadır.”

Bu surede “Rabbin” ve “Rabbiniz” kelimeleri çok defa tekrar edilmektedir.

Rab, dayanışma içinde genel hizmetlerin yapıldığı alanın sahibidir yani yeryüzünde O’nun hilafetini o yapmaktadır.

Şeytanın kıssasından sonra gemilerin yürütülmesinden bahsetmektedir. Ulaşım araçları dört tanedir; bunlar kara, deniz, hava ve demir yolları araçlarıdır. Burada deniz yollarından bahsetmektedir. “Rabbiniz” diyerek yollara ait işletmelerin ve büyük taşıma araçlarının vakıf işletmeler şeklinde işletilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.

“Zecy etmek” işe yarayan parçaları bir araya getirip işe yarar hale getirmektir. Montaj yapmak izcadır ve “zevc” kelimesi ile akrabalığı vardır, “zevc” de eşleştirmektir. Burada parçaları bir araya getirmektir.

“Fülk” kelimesi tekil olduğu gibi çoğul anlamına da gelir, gemiyi izca etmek demektir. Muntazam seferler olur. İnsanlar, eşyalar ve arabalar biner ve ilerler. Değişik kimseler ve eşyalar toplanıp izca edilmiş olur. Hatlar vardır. O hatlar üzerinde değişik araçlar işler. Ne var ki belli saatlerde kalkar ve varılacak yere varırlar.

Hatlar satılır ve alınır. Bilet önce pahalı satın alınmaya başlanır, zamanla azaltılır, sonunda durdurulur. Eski alanlarda o fiyat uygulanır. Yusuf suresindeki “müzcatin” kelimesi gemilerin, trenlerin, uçakların ve tırların işletilmesinin vakıf şeklinde olacağını ifade der.

Uygarlık demek ulaşım ve haberleşme demektir.

Bu sayede insanlar arasında işbölümü oluşur ve mübadele gelişir.

Burada ulaşımı anlatmaktadır. Haberleşmeyi de ona kıyas yapmamız gerekir.

Bunların işletilmesinin yarısı bedelli sistemle olur.  Herkesin seyahat ve haberleşme hakkı vardır. İmkânların yarısı bütün insanlara eşit olarak bölüştürülür, diğer yarısı ise giderleri karşılamak üzere para ile satılır. Çok kullananlar iki misli para öderler, az kullananlar bedelsiz seyahat ederler veya konuşurlar, hatta konuşmadıkları haklarını da başkalarına devrederler.

Bu sistem Kur’an’ın iki ayetine dayanır. Biri, yeryüzü tüm insanlar için var edilmiştir. O halde imkânları eşit olarak bölüşmek zorundayız. Diğeri de, insan için sa’yinden (emeğinden) başkası yoktur ve sa’yi mutlaka değerlendirilir. Bu iki ayetin hükümlerini dengeyi bozmayın ayetiyle beraber değerlendirirsek bizim yarısı bedelsiz sistemimiz ortaya çıkar.

Bir şeyin fıkhını yaparken Kur’an’ın varsayımları ile doğanın kanunları mezcedilmelidir.

رَبُّكُمُ

RabBuKuM

“Rabbiniz”

“Rab” terbiye eden, yetiştiren demektir.

İslâmiyet’te eğitim parasız yapılır. Öğretici-öğrenci yoktur. Usta-çırak vardır.

66 yaşına gelen kimseler tek başlarına iş yapmazlar. 33 yaşından küçük kimselerle ortaklık kurarlar. Yaşlılar bilgileriyle, gençler güçleriyle ortak olurlar. Kişi yaşlının yanında yetişir. 33 yaşına geldiğinde kendisi iş kurar ve üretim yapar. Kişilerin bu sistem içinde olmalarıyla 7 yaşından13 yaşına kadar bir ustanın ortağı olarak çalışması, sonra kendi başına işletme kurması veya işletmeye ortak olması, sonra da öğretici ortak olarak yeni iş kuracak ortağa ortak olması şeklinde eğitim yapılır.

Dayanışma ortaklıkları vardır. Bunların her biri ayrı eğitim ve güvenceli ehliyet verir. Bilgiyi ilmi, ahlakı ahlaki, mesleği mesleki, savunmayı siyasi dayanışma sorumluları öğretir ve güvenceli ehliyet verilir. Hizmetlerde çırak, işçi, usta, mühendis, uzman ve pir denilen üstat vardır. Bu organizasyon Allah’ın yeryüzündeki tecellisidir. Bunlar Allah’ın halifesidirler.

الَّذِي يُزْجِي لَكُمُ

elLaÜIy YüzCıy LaKuMu

“Sizin için izca eden”

“İzca etmek” organizasyon yapmaktır. Parçalarla değişik şeyleri bir araya getirerek bir bütün yapmadır, parçalardan bütün yapmadır. Her izcanın bir gayesi vardır. O gayenin yapılması için onlar yapılmaktadır. Bütün bunlar insanlar için yapılmaktadır. Kurallar sistemi oluşturur, kurumları ortaya koyar. Halk kurumlardan yararlanır. Kurumlar gaye değildir, kurumlardan yararlanma ve insanların ihtiyaçlarını giderme gayedir.

الْفُلْكَ فِي الْبَحْرِ

eLFuLKa FIy eLBaXRi

“Bahrda fülkü”

Gelişigüzel gemi seferleri yerine, dayanışma içinde sistemli seferler olacaktır. Limanlar arası hatlar olacak, yük ve binek araçları bunlar arasında belli saatlerde belli yerlerden kalkacak ve belli yerlere varacaktır. Yolcuları ve yükleri boşaltıp yenilerini yüklenerek yolculuğa devam edecektir. Yolcu bir gemiden inip başka bir gemiye biner ve yolculuğuna devam edebilir. Bedel değişmez.

Size yılbaşında seyahat bileti veriyorlar. Kartınıza şarj edilmiştir. Bunları harcayarak istediğin yerlere yolculuk yapar veya yük taşıyabilirsin.

Böylece insanlar arasında ilişki doğar, gün/saat verimi kat kat, belki yüzlerce kat artar. Bu artan fazldır ve rant karşılığı değildir. Sadece seyahat ve haberleşme sonucu doğan işbölümü ve mübadale imkânları sayesinde olmaktadır.

لِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِهِ

Li TaBTaĞUv MiN FaWLiHIy

“Fadlından ibtiga etmeniz için”

Yani mübadele ve işbölümü (ameli salihat) ile gün/saat artmış olur.

Ayetler o kadar açıktır ki, tüm sosyal ve ekonomik kanunları beliğ bir şekilde ortaya koymaktadır.

“Rızkın onda dokuzu ticarettedir” hadisi ne denli büyük gerçekleri açıklamaktadır.

إِنَّهُ كَانَ بِكُمْ رَحِيمًا (66)

EinNaHUv KAvNa BiKuM RaXIyMan

“O sizin için rahim bulunmaktadır.”

O rahmandır. Yani karşılıksız birçok nimeti inam etmekte birçok hüsnayı da ihsan etmektedir. Çalışanlara da karşılığını bire on olarak vermektedir.

Bu bereket ulaşım ve haberleşme ile sağlanmaktadır.

O halde rab sıfatı aynı zamanda üretim ve ticarettir. 

Kur’an’ı böyle yorumlayacaksınız. Kelimelerimiz sistemi tanımlayacaktır. Tutarlı tanımlar sistemi oluşturur. Sistem de topluluğu kurar.

 

 



© 2024 - Akevler