İSRA SÛRESİ - 11. Hafta
49-54 ayetler
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
وَقَالُوا أَئِذَا كُنَّا عِظَامًا وَرُفَاتًا أَئِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقًا جَدِيدًا (49) قُلْ كُونُوا حِجَارَةً أَوْ حَدِيدًا (50) أَوْ خَلْقًا مِمَّا يَكْبُرُ فِي صُدُورِكُمْ فَسَيَقُولُونَ مَنْ يُعِيدُنَا قُلِ الَّذِي فَطَرَكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ فَسَيُنْغِضُونَ إِلَيْكَ رُءُوسَهُمْ وَيَقُولُونَ مَتَى هُوَ قُلْ عَسَى أَنْ يَكُونَ قَرِيبًا (51) يَوْمَ يَدْعُوكُمْ فَتَسْتَجِيبُونَ بِحَمْدِهِ وَتَظُنُّونَ إِنْ لَبِثْتُمْ إِلَّا قَلِيلًا (52) وَقُلْ لِعِبَادِي يَقُولُوا الَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ الشَّيْطَانَ يَنْزَغُ بَيْنَهُمْ إِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلْإِنْسَانِ عَدُوًّا مُبِينًا (53) رَبُّكُمْ أَعْلَمُ بِكُمْ إِنْ يَشَأْ يَرْحَمْكُمْ أَوْ إِنْ يَشَأْ يُعَذِّبْكُمْ وَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ وَكِيلًا (54)
***
وَقَالُوا أَئِذَا كُنَّا عِظَامًا وَرُفَاتًا أَئِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقًا جَدِيدًا (49)
Va QAvLUv Ea EiÜAv KünNAv GıJAvMan Va RuFaTan EaİinNAv LaMaBGUvÇUvNa PaLQan CaDIyDan
“Ve biz izam ve rufat olduğumuzda mı gerçekten cedid halk ile ba’s olunacağız, dediler.”
Buradaki “Vav” sihirlenmiş kimseden başkasına tabi olmuyorsunuz diyorlar cümlesine atfedilmiş olabilir, bu takdirde mazi muzariye atfedilmiş olur. İsim cümlesinin fiil cümlesine atfetmeyi veya maziyi muzariye atfetmeyi kimileri fasih Arapça görmezler. Biz de burada onlara uyarak daha yakın mazi fiil olan “Darabû” fiiline atfediyoruz. O zaman misal darbetmeleri ile burada kavlettikleri arasında gibi bir ilişki olduğunu aramamız gerekir. Bunlar ahireti kanaatleri olduğu için değil, sadece size muhalefet ettikleri için sana yani Kur’an’ı benimseyen kimseye uymaması için ahireti inkâr ediyorlar.
Sermaye, kendi sözünü geçireceği kimseleri tanrılaştırır, onları yüceltir, sonra onların eliyle insanları sömürmek ister. Kilisenin ve Kur’an’ın hükümranlığını kaldırmak için önce Tanrı’yı inkâr ettirir, sonra diktatörlere taptırır. Biz hâlâ Mustafa Kemal’e tapıyoruz. Bir taraftan onu deccal olarak tanıtmış, diğer taraftan onu tanrılaştırmış, bu yolla memleketi ikiye bölmüştür. Oysa her ikisi de yanlıştır. Mustafa Kemal günahları ile sevapları ile İstiklal Savaşımızın başkomutanıdır ve Türkiye Devleti’nin kurucusudur, ilk cumhurbaşkanıdır. Ona hakaret etmeyiz ama ona tapmayız da. Onların zamanında yapılanlar onlara aittir, bizim yaptıklarımız bize aittir. Onlar bizim yaptıklarımızdan, biz de onların yaptıklarından sorumlu değiliz. Kimin cennete kimin cehenneme gideceğini de biz bilemeyiz.
Yirminci yüzyıl böyle putlarla doludur. Unutmamamız gerekir ki Hıristiyanlar da Hazreti İsa’yı tanrılaştırmışlardır. O bundan sorumlu değildir. Yirminci yüzyıl diktatörleri de böyledir. Onların bunda günahları var mıdır yok mudur, biz bilemeyiz.
Bunun gibi; bugün Gülen ile Erdoğan’ın durumu budur. İkisi de tanrılaştırılıyor. Sermaye tanrılaştırıyor, halk da onlara adeta tapıyor. Bunda kendilerinin rızası var mıdır, yoksa Sermaye aynı Mustafa Kemal’e veya Lenin’e yaptığı ve taptırdığı gibi insanları onlara taptırarak kendi sömürüsünü mü sürdürmek istiyor? Bunu yalnız Allah bilir, gereken hesabı da ancak O sorar. Bizim işimiz yetkili oldukları meşru işlerde onlara uymak, yanlış yaptıkları yerlerde de isyan etmek değil uymamaktır.
İlimler bir olayı iki kademede ele alırlar. Önce olayın olması mümkün mü, imkânı var mı; onu ispat ederler. Sonra da mevcut mu; onu araştırır. Abdullah Gül yüksek tahsil yapmış bir siyasetçidir. Cumhurbaşkanı olabilir mi idi? Elbette olabilirdi. İlim bunu tesbit eder. E. İhsanoğlu için de araştırır, onun için gerekenleri tesbit eder. Sonra ikinci kademede A. Gül başkan oldu, E. İhsanoğlu olmadı der. Bunu araştırıp ilmen ispat eder.
Ahiret için de önce imkânı araştırır. Dört ve beş boyutlu uzay bulunmadan önce insanlar imkânsız sanıyorlar, burada olduğu gibi inkâr ediyorlardı.
Yirminci yüzyılda ise bunun imkân dâhilinde olduğu, dört ve beş boyutlu uzayın ispatı ile sağlandı. Bugün de dört boyutludan yararlanılarak hızlı bilgisayarlar üretilmektedir. Daha önce size hafıza ile dört boyutlu uzay arasındaki ilişkiyi anlatmıştım. Işıktan hızlı dalgalar da ancak dört boyutlu uzayla açıklanabilir.
Dirilmemiz son derece basit ve kolaydır. İlmen bu ispatlanmıştır. “Gerçekten dirilecek miyiz”in ispatları vardır. Önce insan yaşamak istiyor, öldükten sonra var olmaya devam etmek istiyor, hem de bu bedeni ile var olmak istiyor. Doğada yalan yoktur. Yalancılık insanlara mahsustur. Tüm insanlarda bu arzuların sahte olduğunu iddia edemeyiz.
Zaten 60 bin yıldır insanlar inanıyorlar, ateist olanlar da inanıyorlar. Mezar anıtlar ve heykeller bunun için vardır. Doğada hiçbir şey varken yok olmaz, yokken de var olmaz. Madem ruhumuz vardır, yok olmaz. Var olanın yok olmadığına delil gerekir. Masamızda duran bir eşyanın şimdi olmamasını kimse yok oldu demez, biri aldı götürdü der. O halde ruhum varken şimdi burada olmamasını şimdi yok oldu diyemeyiz. Bir yere gitti dememiz gerekir. Sonbaharda yapraklar dökülür ki ilkbaharda daha yenilerine yer açılsın. O halde ölüm daha ileri hayat için vardır. Yoksa var olması abes olurdu. Kâinatta abes bir şey yoktur. En önemli ve kesin delil, ilahi sözler olduğu ilmen sabit olan kitaplarda Allah’ın burada olduğu gibi dirilmeyi vaat etmesidir. Kur’an’ın ilahi sözlerden olduğunu yirmibeş delille ispatladığımız kitap (KUR’AN MUCİZELERİ kitabımız) son tashihi ve sizlere ulaşmayı beklemektedir.
وَقَالُوا
Va QAvLUv
“Ve kavlettiler”
Sana kavl ettiler. Sana misal darb ettiler ve sana kavl ettiler.
“Vav”la atfedince ve aynı konuşmada demişlerse “Leke” kelimesini tekrar etmezsin. Ama başka zamanda başka konularda demişlerse “Ve Kalu Leke” denirdi.
Demek ki bu sözleri misali darb etmeleri ve dalalet etmeleri ile ilgilidir. Dalalet ettikleri gibi şimdi de kavilde dalalet içindedirler. Ama bilerek yalan söylüyorlar.
أَئِذَا كُنَّا عِظَامًا
Ea EiÜAv KünNAv GıJAvMan
“Biz izam olduğumuzda…”
Kur’an’da; biz turab/toprak olduktan sonra tekrar mı dirileceğiz...
Biz turab ve izam/kemik olduktan sonra tekrar mı dirileceğiz…
Turab ve rufat olduktan sonra, remim olan izam mı dirilecek…
İzam ve turabı beraber atfetmektedir. İzam ayrı, turab ayrıdır. Tîn var, turab var. Turab organik molekülleri içeren topraktır. Tîn ise organik molekülleri ihtiva etsin veya etmesin topraktır. Kur’an’da insanın hem tînden hem de turabdan yaratıldığı beyan edilmektedir. Tînden yaratılmıştır. Çünkü bedeni 118 elementten başka bir şeyi içermemektedir.
Eskiden canlıda atomlardan başka bir can olduğu sanılmıştır. Oysa bugün biliyoruz ki canlılar atomları içerirler. Başka herhangi canlılıkla ilgili bir şeyi içermezler.
Kemikleri remim olarak vasıflandırmaktadır. Rufat ise izama atfedilmektedir yani biri kemiğin vasfıdır, biri ise kemik olmayan başka bir haldir. Böylece kemiklerin de kireç taşından oluştuğu görülür. Sönmüş kireç olarak adlandırabiliriz. Atfedilerek yapıların aynı olduğuna işaret edilmiştir. Ama kendilerinin ayrı vasıfları olduğu anlatılmaktadır.
“Azm” kelimesi de kristalleşmiş, dolayısıyla katılaşmış maddeyi temsil eder.
“Azm” vücutta bulunan canlıların iskeletini oluşturan bir maddedir.
وَرُفَاتًا
Va RuFaTan
“Ve rufat”
Remim benzeri bir kelimedir. “Remim” henüz dağılmamış ama basit baskılarla dağılan kemiklerdir, cisimlerdir.
“Rufat” ise canlıda kristalleşmiş, sonra tekrar dağılmış tozdan ibarettir.
Bu kelimeleri tasnif edersek cisimlerin hallerini bildirir. Katı dediğimiz zaman değişik katı biçimler vardır.
Bunları bildiğimiz zaman toplulukta benzer ilişkilerle gruplar buluruz. Toplulukların yapılarını çok kolay anlarız. Kâinat analogdur. Eşyada ne varsa canlıda da benzeri vardır. Canlıda ne varsa topluluklarda da onlar vardır, benzerleri vardır. Üçüncü binyılın ilmi bunları ortaya koyacaktır. Sekiz yüzlülerde ortaya konacaktır. Kuran Arapçasındaki kelimelerle koyacaktır.
أَئِنَّا لَمَبْعُوثُونَ
Ea inNAv LaMaBGUvÇUvNa
“Gerçekten biz mi ba’s olunacağız?”
“Ba’setmek” görevli birisini bir yere göndermektir. Sen git ve şunu yap denir. Milletvekillerinin Osmanlıcadaki adı “mebus”tur. Bunun anlamı şudur. Biz ahirete bir iş yapmak için gönderileceğiz. Resuller de ba’sedilmişlerdir.
“Ba’s” Kur’an’da 67 defa geçmektedir. “Bahs” ise 1 defa geçmekte, böylece ikilemektedir. “Bahsetmek” eşlemek, karıştırmak demektir.
Cennete ve cehenneme gideceğiz, orada görevlerimiz var, onları yapacağız. İşsiz, güçsüz, meşgalesiz orada ne yapacağız diye hiç endişelenmeyin. Buradaki başarılarınızdan nasıl zevk alıyorsanız, oradaki başarılarınızdan da daha çok zevk alacaksınız. Cehennemde olsanız da bu böyledir, çünkü onlar da mebustur.
خَلْقًا جَدِيدًا (49)
PaLQan CaDIyDan
“Cedid bir halk ile”
Ahiret cedid halktır.
Bu dünyadaki bozulma entropinin büyümesine ve yıldızlardaki enerjinin tükenmesine dayanmaktadır. Orada ise entropi büyüyecek, dalgalanacak ve enerji bitmeyecektir. Enerjinin tükenmesi atom çubuklarının mekânda dağınık olmasıdır. Çubuklar bazı yerde dağınık bazı yerde de sıralı olunca, yürürken bazen entropi büyümüş bazen küçülmüş olur.
Bugün dördüncü boyuta geçemiyoruz, oysa ahirette geçeceğiz. O zaman bizim için entropinin büyümesi diye bir şey olmaz. Biz istediğimiz alana geçerek istediğimizi yaşarız. Nasıl bugün iki nokta arasına değişik yollardan ulaşırsak, orada da iki noktaya değişik zamanlarda gidebileceğiz, zamanımız iki boyutlu olacak.
Geometriyi bilmeyen kardeşlerimiz bunları zor anlarlar. Biraz çalışırlarsa geometriyi kolay bilirler. Bizim bir de Kur’an Geometrisine, Matematiğine, Fiziğine ihtiyacımız vardır. Bu kitapların yazılması gerekmektedir.
Belki de bu çalışmaları Bin Dil Üniversiteleri yapacaklardır.
قُلْ كُونُوا حِجَارَةً أَوْ حَدِيدًا (50)
QuL KüvNUv XıCAvRaTan EaV XaDİyDan
“Hicare veya hadid olun diye kavlet”
Evet, dirileceksiniz; hatta kemik değil, toprak değil, taş olsanız da yine dirileceksiniz; hatta demir olsanız da dirileceksiniz.
Kimyada elementler vardır, suyun yakıtı olan hidrojen atomlarının birleşmesinden oluşan atomlar vardır. Bunların çevresinde elektronlar dolanır. Bunların sayıları nazari olarak 118 kadardır. 102’ye kadarı elde edilmektedir. En hafifi hidrojendir. Demir 26’ıncıdır ve demir en sağlam elemandır. Demirden küçük olanlar birleşip sonunda demir olurlar. Birleşirken enerji ortaya çıkar. Ayrılmaları için enerji vermek gerekir. Demirden büyük olanlar ise ayrışıp demire dönüşürler. Bunlar da aksine enerji vererek ayrılırlar. Demir en sağlam elemandır. Kâinat demirleşmeye doğru gitmektedir.
Canlılar ve insan hafif elemanların birleşmesinden oluşurlar. Demiri ve magnezyumu da kullanırlar. Hıcaret daha çok ağır metallerden ve atomlardan oluşurlar. Bu ayette kimya ve biyolojinin yapılarına böylece işaret edilmektedir. Burada bu tasnif yapıldığı gibi “hıcaret” birleşik cisimlerdir, “hadid” ise elementtir.
1970’lerde, belki daha önce de Risaleleri okurken gördüm ki, Bediüzzaman hep ebced hesabını kullanıyor. Ben ise ebced hesabını bilmezdim ve kabullenmezdim. Bu ısrarı üzerine haklı olabilir dedim. Aklıma Kur’an’da bir elementin atom ağırlığı verilmelidir geldi. “Hadid” kelimesi geçiyordu. Kur’an’da element olarak yani “hıcare”ye karşı yalnız “demir” kelimesinin karşılığı olan “hadid” kelimesi geçiyordu. Ben demirin kaçıncı element olduğunu bilmediğim gibi harflerin hangi satırlara kadar devam ettiğini de bilmiyordum.
Kütüphanemdeki “Marifetname” kitabının kapak sayfasında Ebced rakamlarını Selçuk Koroğlu’na yazdırmıştım. Oraya baktım. X(H)=8 D=4 ve Y=10 olarak veriliyordu. 2 D ile topladığımı zaman 26 ediyordu. Bir askerlik arkadaşım Atom Fiziği kitabı vermişti. Heyecanla o kitapta demirin kaçıncı element olduğunu aradım ve baktım ki demir 26 numara imiş. Sonra gördüm ki H sekizinci sütunu, D de dördüncü satırını gösteriyordu. Bu da Kur’an’ın ilahi kitap olduğuna ve EBCED hesabının hak olduğuna en açık delil teşkil etmiştir.
Sonra İSAV’da (İslâmî İlimler Araştırma Vakfı’nda) bu konuda konferans vermiştim. O konferanstaki metinleri kitap olarak bastırdılar. Sızıntı da kaynak vermeden iktibas etti. O konuşmada İlahiyatçılar vardı. Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu da vardı. Soru sordu. “Hadid” kelimesi Kur’an’dan önce Arapların dilinde vardır, nasıl olur diye sordu. Ben kendisine şöyle cevap verdim: Kur’an Arapların Arapçası ile inmemiştir. Arapça dili Kur’an Arapçası olarak kendisinden önce oluşturulmuştur. Bu da Allah’ın varlığına ve her şeye hâkim olduğuna en büyük delildir. Bana bir şey söylemedi. Ama sonra arkadaşlarına ‘bu adam ne diyor’ diyerek tatmin olmadığını bildirdi.
قُلْ
QuL
“Kavlet”
“Kalu”dan sonra “Kul” geldiği için “onlara cevap ver” anlamındadır.
Müminler her hareketlerinde ahiret için hazırlık yaparlar. Buradan ahirete götürecekleri bir şey yoktur. Allah, insanlığa hizmet edin, ben size ahirette karşılığını vereceğim demektedir. Nesil yetiştirme, onlara işyeri ve mesken bırakma, iyi topluluk yapma karşılığı cennet istihkak edilecektir.
Bizim görevimiz Kur’an’ın manasını anlamak, diğer müminlerle birleşerek uygulamak ve insanlara Kur’an’ın mucizelerini göstererek davet etmek, asla zorlamamaktır.
كُونُوا حِجَارَةً
KüNUv XıCAvRaTan
“Hıcare olunuz”
Taş kesilin, söylenenleri duymaz olun.
Bu bir bedduadır, aynı zamanda halin tespitidir.
Diğer taraftan şart cümlesi yerine geçmiş olur. Taş veya demir olsanız da ba’s olunacaksınız anlamı çıkar. Emir sigası haber sigası yerine gelmiş olabilir. Biz bu manayı veriyoruz. Diğer mana da doğrudur.
أَوْ حَدِيدًا (50)
Eav XaDİyDan
“Yahut demir.”
Taş ısıtmakla erimez, eğemezsiniz, ne plastiktir ne de elastiktir. Demir ise her iki özelliği de olan bir elementtir. Çeliği elastiktir, eğerseniz ve serbest bırakırsanız tekrar yerine gelir. Yumuşak demir ise plastiktir, eğersiniz, eğilmiş olarak kalır.
“Hıcare” kelimesi söyleneni duymaz işitmez anlamındadır.
“Hadid” ise işitir, uyar gibi olur ama tekrar eski duruma döner demektir.
Bunlardan hangisi olursanız olun yine de dirileceksiniz yani ahirette kimse unutulmadan herkes içtimaa gelecek.
أَوْ خَلْقًا مِمَّا يَكْبُرُ فِي صُدُورِكُمْ
EaV PaLQan MınMAv YaKBuRu FIy ÖuDUvRiKuM
“Veya sadırlarınızda kibirlenenden bir halk”
Buradaki “Ev/veya” ile önceki ayette geçen “Hadid veya hıcare olunuz”a atfedilmiştir. Farklı bir “Ev” olduğu için ayetleri ayrılmıştır. İstediğiniz kadar zengin olun, istediğiniz kadar siyasi güce sahip olun, siz ba’s olunacaksınız. Buradaki zenginlik ve/ya büyüklük orada geçerli değildir.
Bugün tekel Sermaye oluşmaktadır. Küçük bir zenginler sınıfı ve büyük bir borçlular sınıfı doğmaktadır, fakirlerden de daha aşağı olan bir sınıf. Diğer taraftan bunlar silahlanmakta, bir de bürokrat sınıfı ortaya çıkmaktadır. Hindistan’daki kast usulü zenginlerin ve bürokratların çocukları zengin olmakta, borçluların sınıfı borçlu olmaya mahkûm olmaktadır. Böyle bir düzen kurmuş olsanız bile öleceksiniz ve dirileceksiniz.
“Semt Kooperatifleri” ile üçüncü binyılın bu sınıflardan kurtulması yollarını arıyoruz.
أَوْ خَلْقًا
EaV PaLQan
“Veya halkan”
Bundan önce “Halkan Cediyden” denmişti. Yahut sadırlarınızda büyüttüğünüz benzeri bir halk ile bile.
İnsan taş olamaz, demir olamaz yahut beyninde tasavvur ettiği tip varlık olamaz ama olsa bile yine haşr olunacaktır yine ba’s olunacaktır. Çünkü ba’s olan beden değil ba’s olan ruhun bedene dönmesidir.
Beden arabadır. Ruh şofördür. İstirahatten sonra tekrar direksiyonun başına gelinecektir. Yeniden dirilme aslında bu kadar basittir. Şoförün uyandıktan sonra direksiyonun başına gelmesinden ibarettir.
مِمَّا يَكْبُرُ
MınMAv YaKBuRu
“Kibirlenenden”
Buradaki “halk”ın türünü gösterir. Taş veya demirden başka sizin beyninizde büyüklenen ne ise olun, değişmez, dirileceksiniz.
İnsanların beyninde daima başkalarından üstün olma arzusu vardır. Bunu daha ileri giderek sağlamaya çalışmak meşrudur.
Örnek olarak Dr. Lütfi Hocaoğlu benden ileri gitmiştir. Bundan sevinmek ve benim de ondan ileri gitmem için çabalamak hayırda yarıştır. Ama neden o benden ileri gitti diye sevinmemek ve onun benden geri kalmasını istemek hasettir, günahların büyüğüdür.
Sermaye’nin veya siyasilerin çabaları ile ileri gitmeleri ve yarışı kazanmaları hayırda yarıştır, meşrudur. Ama karşı parti veya firma kaybetsin de ben kazanayım derseniz, bu hasettir ve de yanlıştır.
1960’larda Müslümanlar siyaset meşru değildir diye siyaset yapmıyorlardı. Millî Görüş Hareketi ile bu barajı aştık. Şimdi de siyaseti hayırda yarış şeklinde değil, haset ilkesi üzerinde yapıyorlar. AK Parti veya Erdoğan, Milletim kendi rızası ile bana görev verirse yapayım demesi, vermezse de bunda herhangi bir sıkıntı duymaması gerekir. AK Parti 2012’ye kadar bu felsefe ile çalıştı ve başarıdan başarıya gitti. Şimdi iktidarda kalma ve tahakküm etme yollarını arıyor. Olağanüstü hal silahı ile halkını eziyor, muhalifleri sindiriyor. Olağanüstü hal ile oluşturduğu baskı ile referanduma gidiyor. Halkın muhalefetini kazanıyor.
İşte kibirlenme budur.
Beyninde öyle sistem yerleştiriyor ki hükmetsin.
Herkes ölecek ve orada yeniden dirilecektir.
فِي صُدُورِكُمْ
FIy OuWUvRiKuM
“Sadırlarınızda”
Başlarınızda, beyinlerinizde anlasanız da.
Evet, peygamberler insanları özgür hâle getiren düzenler oluştururlar. Filozoflar ise sermayenin veya silahlı gücün topluma nasıl hâkim olacağını inceleyen ilimleri ele alırlar. Bugün ilkokuldan hatta anaokulundan alın da, master ve doktora yapanların okudukları işte bu “Yekbürü”nün izah ettiği şeylerdir.
İbadetler de birer okuldur. Ama bunlar insanları bir yere toplar, sıraya koyar, eşitlik içinde secdelere kapatır ve böylece insanın enesini etkisiz hâle getirir, sadırda kibirlilik kalmaz.
فَسَيَقُولُونَ مَنْ يُعِيدُنَا قُلِ الَّذِي فَطَرَكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ
FaSaYaQUvLUvNa MaN YuGIyDuNAv QuLi elLaÜIy FaOaRaKuM EavVaLa MarRaTin
“Yakında diyecekler ki; kim bizi iade edecek? De ki; evvel merra sizi kim fıtrettiyse.”
Cümle “Fa” harfi ile bağlanmıştır. “Biz gerçekten dirilecek miyiz dediler” dedikten sonra cevap verdi. Sonra “Fa” harfi ile cümleyi atfederek “Yakında diyeceklerdir” demektedir. Aslında “Fe Kalu”ya atfedildiğine göre “Ve Kalu” denmesi gerekirdi. “Fa” getirdi. Yani yukarıdaki kavillerinin devamı olarak “Kim diriltecek” deniyor. Bir de “Se” harfi getirilmiştir.
İnsanlar Tanrı’dan çok ahirete inanmaktadırlar. Öldükten sonra yok olma yerine, ‘tenasüh’ gibi, ‘ebedi istirahat’ gibi ifadelerle bir tür ölümden sonra dirilmeyi kabul etmektedirler. Tanrı’yı yok sayınca söyleyecekleri şey ‘kim diriltecek’ olacaktır. Bugün dört ve beş boyutlu uzaylar ilmen Tanrı’nın varlığından daha kesin olarak ispatlanmıştır. Tanrı bunların var edicisidir. Onlarla bilebiliyoruz. Onların itirazları da buradan ileri gelmektedir.
‘Kim diriltecek?’ sorusuna cevap verin diyor.
‘İlk merre kim fatır olmuşsa ikincide de hâlık olmuştur.’
İnsan nasıl oluşmuştur?
İlk hücre yaratıldı. Bu hücre DNA zincirlerinden oluşmaktadır. Kıyamete kadar gelecek tüm canlıların DNA’ları o ilk hücrede mevcuttu. DNA’lar çiftlerdir. Ayrıca öyle DNA’lar vardır ki ikisi birden olunca hiçbirisi çalışmaz. Biri kaybolursa diğeri çalışmaya başlar. Böylece yeni tür canlılar oluşur. İşte buna evrim diyoruz. Sonunda insan oluştu.
Uçak icat edilmeden kurduğunuz fabrika uçak üretmez. Yeniden planlamanız gerekmektedir. Ondan sonra fabrikada üretim yapılır, yeni fabrikalar da kurulur.
İlk defa yapılma fıtrattır, bilineni yapma ise hilkattir.
DNA zincirleri oluşmamışken DNA zinciri oluşmuştur. Bugün insan DNA zincirleri çözülmüş bulunmaktadır. İlk defa proje yapmak zordur. Bir defa yaptıktan sonra, ondan sonra ilerisi kolaydır. Biz ahirete yeni fıtratla değil yeni hilkatle geleceğiz. Bunun için “Halekaküm Evvele Merratin” denmiyor, “Fataraküm Evvele Merratin” deniyor.
Buradan şu sonuca varıyoruz. Ahirette genetik yapımız değişmeyecek, sadece ölüm olmayacaktır. Yani arabanın kontağı hiç kapanmayacaktır. Araba çalışırken tamiri yapılabilecektir. Bugün de hücreler yenilenmektedir, hatta hücrelerdeki maddeler yenilenmektedir. Bedenimiz bir göle benzer. Sular gelir gider ama göl aynı kalır. Maddeler de bedene girer çıkar ama beden aynı kalır. Ahirette de aynen bu dünyada olduğu gibi hücreler ve maddeler yenilenecektir ama yapı bozulmayacaktır.
فَسَيَقُولُونَ
FaSaYaQUvLUvNa
“Yakında kavledecekler”
Kime diyecekler?
Sana diyecekler. “Fa” harfi getiriliyor. Sen cevap verince ve haşrın olduğunu ispat edince onlar bu sefer ‘kim yapacak bunu’ diyecekler. Tanrı’yı inkâra kalkışıp doğal olarak bunun olduğunu iddia edecekler. Aslında yeni bir şey var olmuyor, yok olmuyor, sadece biz seyahat ediyoruz. Dördüncü boyutta ilerliyoruz. Ne var ki bu ilerlemede acı çekiyoruz, sakatlanıyoruz, helak oluyoruz, acıkıyoruz. Eğer bu duygular olmasaydı beş boyutlu uzay içinde seyahat eden olarak yeni halika gerek olmazdı. Ama bu atom çubukları öyle dizilmiştir ki bizim hayatımızı düzenlemektedir. Arşın sahibi böyle bir mekânı var etmiştir. Kâinatımız bir ışıktan ibarettir, üçüncü uzayımızı aydınlatmadayız ve ilerliyoruz.
Kavl eden DNA’lar değildir, elektronik devreler değildir. O devreleri kullanan insanın ruhudur. Bu ayete bakarsak küfür devamlı artacak, inkâr edenler de kendilerine delil bulacaklar ve insanları peşlerine götüreceklerdir. Buradaki “Se” harfi bu düşüncelerin kıyamete kadar devam edeceği, münkirlerin teslim olmayacaklarını ifade eder.
مَنْ يُعِيدُنَا
MaN YuGIyDuNAv
“Bizi kim iade edecektir”
Birine misafir oldunuz, bir odada oturuyorsunuz. Yanınızdaki odadan bir konuşma sesini duydunuz, tanıdık birinin sesi. Siz onu görmüyorsunuz ama onun orada olduğunu biliyorsunuz. Aslında biz hiçbir şeyi görmüyoruz. Onun ne olduğunu bilmiyoruz. Sadece ondan gelen ses yahut ışık kulağımızda ve gözümüzde 01 işaretlerine dönüşür, beynimiz onu alır ve çizer. Nasıl televizyonumuz da 01’leri alıyor ve çözerek ekrana ses ve görüntü olarak getiriyorsa, kimse bizi var edeni göremez ama herkes her yerde onun varlıklarını yaptıklarını görmektedir.
قُلِ
QuLi
“Kavlet”
Cevap ver, söyle, bu kâinat yoktu. Evet, 13,7 milyar yıl önce yoktu. Şimdi var. Peki, o kendi kendine mi oldu diyorsanız, kendisi tanrıdır demektir. Onun ondan evvel de bir bilye kadar da var olduğunu biliyoruz. Siz ona Tanrı diyorsanız o iade edecektir.
الَّذِي فَطَرَكُمْ
elLaÜIy FaOaRaKuM
“Sizi kim fıtrettiyse”
Sizi fıtret eden iade edecektir.
Bir arabanın planı var, projesi var, ustası var. Arabayı bozduk, hurdalığa attık, fırına attık. Şimdi yok ama projesi var, ustası var, yeni araba yapmak ne kadar kolaysa, bu kâinatın da yeniden var edilmesi o kadar kolaydır.
أَوَّلَ مَرَّةٍ
EavVaLa MarRaTin
“Evvel merre”
Burada “Evvelen” denebilirdi, “Evvele Kerraten” denebilirdi, “Kerre” ile “Merre” kelimelerini karşılaştırmamız gerekir. “Merre” kelimesi 35 defa geçer “Kerre” kelimesi 6 defa geçer. “Menne” kelimesi 27 defa geçer.
“Kerre” kendi kendine değişme anlamındadır.
“Merre” ise bir başkasına göre değişme demektir.
Yeryüzü her yıl yeşerir, bu kerredir. Ay her ay Güneşin hizasından mürur eder. Burada siz ilk merre fatr etti denmiş olur. Yani sizi kâinattan ilk defa kim ayırıp bu hâle getirmişse o iade edecektir. Burada da insanın dağınık halde olan moleküllerin özel bir şekilde dizilişi ile oluştuğu ortaya konmaktadır. DNA’ları bulan kâfirlerden biri şöyle diyor. Kromozomdaki bu dizilişin kendiliğinden olabilmesi için 10 üzeri 250 kadar olayın olması gerekir. Kâinatın yalnız 10^11 yıl olduğunu düşünürseniz ne kadar olmaz olduğunu kavrayabilirsiniz. Bunun manasını anlayabilmeniz için ihtimaliyat hesabını bilmek gerekir. Matematiği bilmeden Kur’an’ın derin manalarını idrak etmek mümkün değildir. İşte, “Merre” kelimesi ile Kur’an bu dizilimi anlatmaktadır. Bir defa dizdiniz mi ondan sonra artık kopya etmek çok kolaydır. Nitekim her canlı var olurken o diziyi kopya etmektedir.
فَسَيُنْغِضُونَ إِلَيْكَ رُءُوسَهُمْ وَيَقُولُونَ مَتَى هُوَ قُلْ عَسَى أَنْ يَكُونَ قَرِيبًا (51)
Fa Sa YuNĞıDUvNa EiLaYKa RuEUvSaHuM Va YaQUvLUNa MaTAy HuVa QuL GaSAy EaN YaKUvNa QaRIyBan
“Re’slerini sana inğad ederler ve o ne zaman diye kavl ederler. Kavl et, kariben olabilir.”
“Neğd” yerinde hareket eden buluttur. “Neğd” kelimesi bir defa geçer “Rağad” kelimesi üç defa geçer. “Rağad” pelte demektir, sallanır ama dağılmaz demektir. Başını kabul etmiyor anlamında sallamaktır. Birisine yönelik olarak söylersiniz. Hayır, kabul etmiyorum, izahınızdan mutmain olmadım ve hani ne zaman derler.
“Hüve” zamiri kim bizi iade ederdeki masdara racidir. Bununla beraber fiilin masdarını söylemeden göndermek üzerinde ihtilaf vardır. Kimileri fasih bulmuyorlar. Biz ise mahzuf cümle vardır diyoruz. Masdar da mahzuf olabilir. O halde buradaki “Hüve” genel bir “Hüve”dir.
Ben ikibinlerde AK Parti’nin iki yıl ömrü vardır dedim. Özal cumhurbaşkanlığı yapamaz dedim. Gül’ün ve Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına karşı çıktım. Hepsinde yanıldım.
Benim sadece birincisinde hatam vardır. İnşallah demedim. Askeriye AK Parti’ye saldırdı, iki yıl içinde saldırdı ve hâlâ saldırıyor. Diğerlerinde ise baştan yanıldım, sonra haklı çıktım. Ben bunları sevmediğim için değil, kendileri için karşı çıktım.
Kariben olması beklenir. Belki de çok yakındır. Bunu ahiret olarak anladığınızda “Karib” kelimesi milyarlarca yılları içine alır. Çünkü ahiret hayatına göre çok yakındır. Sonra insan için ömrü sona erdiği gün kıyamet olmuş olur. Çünkü ondan sonra ya zaman geçmez yahut çok kısa zaman olarak geçer. Buranın saati ile ölenin saati farklıdır. Bu sözlerimi de anlayabilmeniz için Einsten’ın kendisine ait olmayan izafiyet nazariyesine bakmamız gerekir. Bunun için yine matematiğe ihtiyacımız vardır. Kur’an’dan hemen istidlal olunur.
Kur’an ‘madde ışığı geçemez’ diyor.
O halde bize doğru gelen ışıklı cismin zamanı uzayacak (c-v)t1 = c*t2 olacaktır. Uzaklaşanın da zamanı kısalacak. (c+v)t1=c*t2 olacak. Çarpar, kök alır, iki tarafa bölersek
t1 = t2 /(1-(v/c)^2)^0.5 bulunur, böylece hızı çoğaldıkça zaman kısalır. Böylece birine göre uzak olan diğerine göre kısa olur. Bunun için “Kariben” kelimesi nekredir.
Yine matematiğe ihtiyacımız vardır.
فَسَيُنْغِضُونَ إِلَيْكَ
Fa Sa YuNĞıDUvNa EiLaYKa
“Sana inğad ederler”
Bundan önce “Seyekulune” denmektedir. Kur’an her dönemde yeniden nazil olduğuna göre buradaki “Se” yaşayanlara yakın zamanı ifade eder. Her insan bu safhaları geçirir. Buradaki “Se” ise çok daha derin manalar taşımaktadır.
Öleceğiz, bizden binlerce yıl sonra ölecekler veya geçmişte ölmüş olanlar kıyameti farklı uzunlukta zaman içinde beklemeyeceklerdir. Her birinin zamanı kısalacak ve hepimiz mezarda eşit zamanda kalacağız. Onun için kıyamet bütün insanlar için eşit uzaklıkta ve karibdir. “Se”lerin böyle tekrar edilmesi bunu beyan içindir.
رُءُوسَهُمْ
RuEUvSaHuM
“Başlarını”
Bu başın sallanması iradi değildir. İnsan kabul etmediği bir şeyle karşılaşınca beyindeki bir devre harekete geçer, irade dışı hareket etmiş olur. İnsan konuşurken aynı zamanda görüntü vermektedir. Bundan dolayıdır ki yüzüne bakarak konuştuğunuz zaman daha kolay anlarsınız. Hatta birçok sağırlar vardır ki yüzüne bakarak konuşursanız konuştuklarınızı anlarlar. Bu sebepledir ki insan dik yaratılmıştır, kolay anlaşsınlar diye böyle yaratılmıştır.
وَيَقُولُونَ مَتَى هُوَ
Va YaQUvLUvNa MaTAy HuVa
“Ve bu ne vakit diye kavl ederler”
Söylediklerine kulak vermezler. Önce dirilmeyi inkâr ederler, sonra cevap alınca da ‘kim diriltecek’ derler, sonra da ‘ne zaman’ derler.
Bu yalnız ahiret için olan bir olay değildir.
Onlara diyoruz ki: “Adil Düzen” gelecektir, Sermaye’nin hükümranlığı bitecektir.
Önce inkâr ederler. Ama olaylar ona doğru yaklaşmaya başladığı zaman ‘kim’ derler. Cevap olarak o düzeni önce kim getirmişse, faizli düzeni kim getirmişse O şimdi “Adil Düzen”i getirecektir. Kâinatı var eden yapacaktır bunu. Ondan sonra ‘ne zaman oluyor’ bu derler. 15 Temmuz olmayacaktı. Olduktan sonra da ikincisi olacak diye zulüm yapılıyor.
قُلْ عَسَى أَنْ يَكُونَ قَرِيبًا (51)
QuL GaSAy EaN YaKUvNa QaRIyBan
“Kavlet, yakında olması beklenir.”
Burada bize yine ‘söyle’ deniyor. Zaman ver demiyor. Yakında diyor.
Biz eğer bir zaman söylersek yanlıştır. Allah kendisi takdir etmektedir.
Yazılarımda bu hataları yapıyorum. İçimden bir zaman geliyor, yazıyorum. Olay oluyor ama o tarihte olmuyor. Sayılar üzerindeki sözlerimiz hep çok az muhtemel sayılardır. Olaylarda ise hata çok azdır.
Şimdi de diyorum ki: AK Parti intihar ediyor. Eğer tövbe etmez de inadına devam ederse, halkımıza Allah ilham eder ve referandumda ‘Hayır’ verirler. AK Parti dersini alır ve diğerlerinden vazgeçtiği gibi bunlardan da vazgeçer. Örnek olarak komşuların iç işlerine karışmaktan vazgeçti. Askerleri hapishanelerden çıkardı. Ama ordu ile hâlâ uğraşmaktadır. Bugünkü Anayasa referandumu ısrarından vazgeçmelidir, yoksa intiharı karibdir diyorum.
يَوْمَ يَدْعُوكُمْ فَتَسْتَجِيبُونَ بِحَمْدِهِ وَتَظُنُّونَ إِنْ لَبِثْتُمْ إِلَّا قَلِيلًا (52)
YavMa YadxGUvKuM FaTaSTaCiyBUvNa BiXaMDiHi Va TaJunNUvNa EiN LaBiSTuM ElLAv QaLıyLan
“O gün sizi davet eder. Siz de onu hamd ile isticabe edersiniz ve ancak kalilen lebs ettiğinizi zannedersiniz.”
Bu surede yeni şeyler duyuyoruz. Allah bunlara da onlara da yani iyilere de kötülere iyilik etmektedir. Cehennem de bir nimettir, seviyesi düşük bir nimettir. Burada da hamd ile isticabe edersiniz. Demek ki cehennemdeki durumlarından dolayı hamd edecekler. Cehennemin kötü durumu cennete göredir, yoksa orası da hamd etmeye değer bir durumdur. Öldükten sonra mezarda çok az kaldığınızı zannedeceksiniz.
Bizim yukarıda yaptığımız açıklamaları teyit etmektedir. Kur’an’ın bir usulü de evvela kapalı olarak işaretler yapar. Siz eğer beyan ilmini biliyorsanız söylediklerini anlarsınız. Sonra sizi teyit eden, anladığınızı doğrulayan ifadeler gelir. Bu da sizin yorumlama metodunuzun teyidi olur. Kur’an bunun için mübindir.
Bu dünyada da böyledir. Gelecek yılları uzun olarak algılarsınız, bir türlü gelmez görürsünüz, geçmişi ise ‘yahu ne zaman geçti bu zaman’ dersiniz.
يَوْمَ يَدْعُوكُمْ
YavMa YaDGUvKuM
“O gün sizi davet eder”
Buradaki o gün meta dediklerine zaman diye sordukları gün, karib olan gün sizi davet eder. Ba’s olunacağınız gün sizi davet eder. Siz de hemen icabet edersiniz. Çağırdığında hemen icabet edersiniz. Yani kimse davete icabet etmemezlik edemez, gecikmez de.
فَتَسْتَجِيبُونَ بِحَمْدِهِ
Fa TaSTaCiBUvNa BiXaMDiHi
“Onu hamd ile isticabe edersiniz”
Sahrayı cevb etmek demek kanallarla ayırmak demektir. Cevap kelimesi sorulara cevap vermek demektir. İcabet etmek daveti kabul etmek demektir yahut cevap vermek icabet etmek, daveti kabul etmek yahut cevap vermek demektir, isticabe etmek cevabın verilmesini istemektir yahut talebin yerine getirilmesi anlamındadır. “Seele”nin karşılığıdır.
“Seele” 129 defa, “cevebe” 43 defa geçmektedir.
Sualde isteme olduğu gibi cevapta da verme söz konusudur. İstemek ve sormak aynı fiilden gelmektedir. Yalnız burada “Hamd” “Bi” ile gelmektedir. “Sebbih” kelimesi de “İsticabe” kelimesi de aynı tarzda getirilmektedir.
Ahirete vardıkları zaman insanlar hamd ile varacaklar, and ederek değil hamd ile varacaklardır. Bir çocuğun süt dişini çekerseniz o ağlar ama bu yaptığınız onun lehine olur. Burada çocuk hamd etmektedir ama siz ona hamde layık iş yapıyorsunuz. Ahirette davete icabet edenlerden bir kısmı hamd etmeyecek Onlara hamd ile muamele yapılmaktadır.
وَتَظُنُّونَ
Va TaJunNUvNa
“Ve zannedersiniz”
Hesab var, zan var, şek var, reyb var.
Reyb, bulanık demektir.
Şek, olup olmaması arasındadır.
Zan, olumludur ama kesin değildir.
Hesab, olumlu demektir.
Zanni içtihatları ile zannederler. Ahirete geldikleri zaman uykudan uyanmış gibi olacaklar, bir gün veya yarım gün diyecekler. Hepsi aynı zamanı tahmin edecekler.
Zamanın kısaldığını yukarıda anlattık.
إِنْ لَبِثْتُمْ إِلَّا قَلِيلًا (52)
EiN LaBiSTuM ElLAv QaLıyLan
“Ancak kalil lebs ettiniz.”
Kalmak, bulunmak demektir.
Yani dünyadan ayrıldıktan sonra mezarda çok az kaldıklarını zannederler.
وَقُلْ لِعِبَادِي يَقُولُوا الَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ الشَّيْطَانَ يَنْزَغُ بَيْنَهُمْ إِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلْإِنْسَانِ عَدُوًّا مُبِينًا (53)
Va QuL LiGiBADIy YaQUvLUv elLaTIy HıYa EaXSaNu EinNa elŞaYOAvNa YaNZiĞu BaYNaHuM EinNa elŞaYOAvNa KAvNa LiLEiNSANı GaDuvVan NuBIyNan
“Ve ibadime ahsen olanını kavl etmelerini kavl et. Şeytan aralarını nezğ eder. Şeytan insanlar için mübin aduvdur.”
Bu ayette anahtar kelime “Nizağ”dır, bir de “Mübin Aduv”dur. Kur’an’da “Aduvvun Mübin” ifadesi yalnız şeytan için geçmektedir. Allah’tan görev aldığında yapacaklarını O’na arz etmiş, Allah da ona izin vermiştir. Orada insanın düşmanı olduğunu beyan etmiştir. Böylece şeytan karşı takımda olduğunu bildirmiştir. “Aduv” karşı cephe demektir. Vadinin iki yakasından birine “udve” denmektedir. İnsanlar barış içinde yaşarlar, suç işlerlerse yargı kararları ile mahkûm olurlar. Burada cephe saldırısı yoktur. Kimse kimseden sorumlu değildir. Herkes işlediği fiilden kendisi sorumludur. Cephe savaşlarında ise karşı tarafta olanlarla beri tarafta olanlar birbirlerine saldırırlar. İşte bunlara “aduv” denmektedir.
Yeryüzünde iki cephe vardır; şeytanın cephesi ve Allah’ın cephesi, şeytanın hizbi ve Allah’ın hizbi. Bu iki cephe savaştadır ve daima şeytanın cephesi sonunda yenilmektedir ama bu arada şeytanın cephesine katılanlar bulunmaktadır. “İbadıma söyle” diyor. Yani bu cephede olanlara söyle denmektedir. Ahseni söyleyecekler. Burada doğruyu söylesinler demiyor, ahseni söylesinler diyor. Doğru-yanlış yalnız haber cümlelerinde olur. Oysa inşa cümlelerinde sıdk ve kizb değil, hüsn ve sü’ vardır. Bu da birbirimize hakkı tavsiye edeceğiz, karşı tarafı şaşırtan yanıltan hileli sözler söylemeyeceğiz. Birbirimizi düşman edecek sözler değil, birbirimizi teskin edecek sözler söylemeliyiz.
Erdoğan ve Gülen arasındaki ifadeler bu kurala uymuyor. Ne var ki Erdoğan Cumhurbaşkanıdır. Sorumsuzdur. Gülen ise hala hatasında ısrar etmektedir. Yalnız kendisine değil İslâm’a hizmet verenleri de kötü duruma sokmaktadır. Önce Gülen, sonra Erdoğan birbirine saldırmaktan vazgeçmelidirler. Bu ayetin emri olarak söylüyorum.
Burada bahsedilen cin şeytandır ve tüm insanlara düşmandır. Sermaye’nin arkasında görünerek onu da ateşe atmaktadır. Bütün insanlar bunu görüp birbirlerine saldırmaktan vazgeçmelidirler. Biz Sermaye’nin yıkılıp gitmesini değil, şeriata gelmesini istiyoruz, düşmanının esaretinden kurtulmasını istiyoruz. Karşılıksız para ile faizli sömürü sisteminden vazgeçmelidir. İlme, dine ve siyasete karışmamalıdır. Birbirimizle çatışmaktan vazgeçmeliyiz. İnsanlar barış içinde yaşamalıdırlar.
“Nez’”den dönüşmüştür. “Nez’” gerilmiş yay demektir, “Nezğ” ise yayı germek için parmakla tutmak demektir, germek demektir.
Elastiki bir şeyi gererseniz sonunda kopar ve iki tarafa da zarar verir. Şeytan insanların arasına girerek gerer. Bugün dünya böyle gerilmiştir. Türkiye gerilmiştir. Gülen cemaati ile yönetim gerilmiştir. Bunun sonu ikisi için de kötüdür. Onları bu ayetin emrine davet ediyorum.
Ben böyle gerginlik durumuna gelince oradan kaçarım.
وَقُلْ
VaQuL
“Ve kavlet”
Buradaki “Qul/kavlet” kıyamete yakın olabilir, “kavlet”teki “kavl”e atıftır.
Onlara ahirete ve Allah’a inanmaları için deliller ortaya koyacağız, ama buna inanmak ve ona göre amel etmek durumunda geçerlidir ve şimdi de amel kısmını açıklamaktadır.
لِعِبَادِي
LiGiBADIy
“İbadıma”
Muhatap değiştiği için “Qul” kelimesi tekrar edilmiştir.
İbadıma söyle, Allah’ın hizbi olanlara söyle.
Biz biliyoruz ki Ak Partililer de Gülen cemaati de şeytan hizbinden değildirler, Allah’ın hizbindendirler. O halde bu ayet doğrudan bize yani Allah’ın hizbinde olanlara söylemektedir. Bunun içindir ki Adil Düzen çalışanları ne Ak Partililere ne de Gülencilere yanıltıcı söz söylerler. Ahsen olanı söylerler.
Yazılarımı okursanız hep ahsen kavli söylemeye çalıştım, yanlışlarını her ikisine haykırdım ama hiçbir zaman onlara düşman olmadım. Tüm Adil Düzen çalışanları böyle olmalı, uzlaştırıcı olup Kur’an’ın emirlerini tebliğ etmelidirler. Bu durumda her iki taraf da size hasım oluyor, sizden hoşlanmaz oluyorlar. Böyle yapınca iki dere arasında kalırsınız. Ama bu duruma aldırmayacak ve doğru bildiğinizi söylemeye devam edeceksiniz.
يَقُولُوا
YaQUvLUv
“Kavl etmelerine”
Burada “N” harfi düşmüştür, ya “En Yekulu”dur ya da “Li Yekulu”dur, ya masdar harfi hazfedilmiştir ya da emir lamı hazfedilmiştir. Her iki mana verilsin diye hazfedilmiştir. Biri haber olur, ahseni kavl etmelerini söyle veya ahseni kavl etsinler söyle.
Arada ne fark vardır?
‘Yarın toplantıya gelmelerini söyle’ veya ‘yarın toplantıya gelsinler söyle’ ne gibi mana farkı taşır? ‘Gelmelerini söyle’ davet olur. ‘Gelsinler’ emir olur. Biri üstün asta söylemesidir. Diğeri ise birbirine eşit olanların söylemesidir.
Burada eğer Allah onlara bu sözleri söylüyorsa emirdir;
Yok, biz kişi olarak söylüyorsak, emir değil davettir.
Bu kural üzerine buradan birçok hükümler ortaya çıkar.
الَّتِي هِيَ أَحْسَنُ
elLaTIy HıYa EaXSaNu
“Ahsen olanı”
Yani şeriata uygun olarak savaştırıcı ve çatıştırıcı değil, barıştırıcı sözler söyleyeceksin.
Dün en ağır saldırılarla hakaret eden, başkanlığını bile kabul etmeyen Devlet Bahçeli bugün o diktatörlük dediğini meşrulaştırmak istiyor. Bu ahsen kavil değildir. ‘Milletim kimi seçerse benim başkanım odur’ diyecekti. Bugün de, ‘yanlış yapıyorsun, kendi kuyunu kendin kazıyorsun’ diyecekti.
Benzer şekilde Cumhuriyet Halk Partisi de aynı uyarıyı yapmalıydı. Ama kanunlaştıktan sonra herkes kabullenmelidir. Ben şimdi şiddetle karşıyım. Ama ‘Evet’ çıkarsa, artık onun için de sözlerimi söylerim, o şartlar içinde en iyi söz ne ise onu söylerim.
إِنَّ الشَّيْطَانَ
EinNa elŞaYOAvNa
“Şeytan”
Bu şeytan Sermaye şeytanıdır. Bugün karşılıksız dolarları kullanarak devletleri birbirine düşüren, halkı silahlandırıp meşru yönetimlere saldırtan, suçluları gizleyerek suçsuzları hapse doldurtmayı başaran Sermaye’dir.
Bu şeytanın işidir, insanları birbirine düşürüp onların aralarındaki kavgadan yararlanarak sömürüsüne devam etmektir.
Savaşlar çıkararak yeryüzünü harabe hâline çevirmek, sonra da faizli kredi vererek oraları yeniden imar ettirmek. Böylece sermayesine faiz bulma imkânını sağlamaktır.
يَنْزَغُ بَيْنَهُمْ
YaNZiĞu BaYNaHuM
“Aralarını nezğ eder.”
Aranıza girmekte ve çatıştırmakta...
Meclis’te anayasa tartışması ile sizi meşgul edip doları ve altını yükseltmekte...
Şimdi de iki-üç ay halk oylaması havası ile halkımız meşgul edilecek, partilerin birbirlerine olan saldırıları artacak. Sonunda gerginlik içinde, düşmanlık içinde oylama yapılacak, asıl büyük kavga ise ondan sonra başlatılacak...
إِنَّ الشَّيْطَانَ
EinNa elŞaYOAvNa
“Şeytan”
Burada “Ve” harfi getirmeden “şeytan” sözünü tekrar etti. Bu şeytan başka şeytandır. İblisin töremesidir. Sermaye şeytan ile işbirliği halinde olduğu için “Ve” harfi getirilmemiştir. Yukarıdaki nezği Sermaye’nin kendisi yapmaktadır. Görülmeyen şeydir ama varlıkları farklı olduğu için şeytan sözü tekrar edilmektedir.
كَانَ لِلْإِنْسَانِ
KAvNa LiLEiNSAvNı
“İnsan için bulunmaktadır”
İnsan yaratıldığında iki takım oluşturuldu. Biri Allah’ın asıl muhatabı olan insanlar, O’nun ibadı olan insanlar. Bir de karşı hizipte olan ve ibadet etmeyen gruptur. Oraya isteyen insanlar geçmektedir. Onların başında şeytan vardır. Beri tarafın başında ise Kur’an ve ona inanan âlimler vardır. Şeytan tüm insanları denetlemek üzere görevlendirilmiş olan bir varlıktır. Karşı takımı oluşturmaktadır. İsteyenler onun cephesine geçmektedirler.
عَدُوًّا مُبِينًا (53)
GaDuvVan MuBIyNan
“Mübin aduv olarak.”
“Aduv” karşı cephede olanlar demektir. Oyunda birbirlerine aduvdurlar. Savaşta da her cephe birbirine aduvdur. Aralarında hakemlik sistemini kabul etmeyip çatışanlar aduvdur.
Eğer karşı karşıya olanlar kişilerse, buna “harb” diyoruz, karşılıklı sosyal gruplar oluşmuşsa harbin içinde “kıtal” diyoruz. Mübin olması, bazı düşmanlar kendilerini gizlerler, bazıları ise alenen karşı cephede olurlar.
Şeytan ilk görev aldığı günden beri karşı cephededir.
رَبُّكُمْ أَعْلَمُ بِكُمْ إِنْ يَشَأْ يَرْحَمْكُمْ أَوْ إِنْ يَشَأْ يُعَذِّبْكُمْ وَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ وَكِيلًا (54)
RabBuKuM EaGLaMu BiKuM EiN YaŞaE YaRXaMKuM EaV EiN YaŞaE YuGaüÜıBKüM Va MAv EaRSaLNAvKa GaLaYHiM VaKIyLan
“Rabbiniz sizi en iyi ilmetmektedir, meşieti olursa size rahmet eder veya meşieti olursa size azab eder ve biz seni onlar üzerine vekil olarak irsal etmedik.”
Bu ayetteki anahtar ifade “seni onlar üzerine vekil olarak irsal etmedik” ifadesidir.
İki türlü yönetim şekli vardır.
Merkezi yönetim şeklinde başkan vardır. Onun da görevlileri vardır. Buna “kişi yönetimi” diyoruz. Başkan emreder, görevliler de başkanın dediğini yaparlar. Astlar üstlere karşı sorumludurlar. Üst emretti mi, yasalara ve kurallara değil, üste itaat edilir.
Biz buna “askeri yönetim” diyoruz.
Bir de “halk yönetimi” vardır. Kurallar halk tarafından oluşturulmuş olmasa bile halk kurallara uymak zorundadır. Görevliler de kurallara uymak zorundadırlar. Sorumluluk amire karşı değil hukuka karşı, yargıya karşıdır. Üst astı cezalandıramaz. Ast da üstün emrine uydum diye sorumluluktan kurtulamaz.
Hazreti Musa’ya kadar kişi yönetimi vardı. Tevrat geldikten sonra artık kişi yönetimi kalkmış, şeriat yönetimi yani hukuk yönetimi gelmiştir. Hazreti Musa’ya soruyorlar; ‘Zina yapsan seni de mi recmedeceğiz’ diyorlar. ‘Evet, ben zina yaparsam, beni de recmedeceksiniz’ diyor. Tevrat’ın hükümlerini halk koymadı ama hukuk düzeninde yönetim dönemi başladı.
Kur’an’ın yaptığı inkılap ile Kur’an’dan sonra kuralları da halk koydu; içtihat, sözleşme, ortak vekil ve hakemlik sistemleri ile halk kendi şeriatını oluşturdu.
Burada “rahmet” ve “azap” kelimeleri yan yana getirilmiştir. Oysa yan yana getirilecek azap ile mağfirettir. Mağfireti de merhamet içinde saydı. Bu sebepledir ki “İn Yeşe’” sözünü tekrar zikretti.
رَبُّكُمْ
RabBuKuM
“Rabbiniz”
Burada “Rab” kelimesi değil, “Rabbiniz” kelimesi getirilmiştir. Çünkü burada her ferdi ayrı ayrı muhatap aldığı gibi tüm insanları da içermektedir. “Küm” zamiri tüm insanlara gidebilir veyahut ibadine gidebilir. İbadine gitmede karine vardır.
Her iki manasıyla yorum yapmak gerekmektedir.
أَعْلَمُ بِكُمْ
EaGLaMu BiKuM
“Sizi en iyi ilmedendir”
“Ef’âle” kalıbı Arapçada daha üstün veya en üstün anlamlarına gelir. Daha üstün manası ancak min ile geldiğinde verilir. Burada en çok bilen, en doğrusunu bilen anlamındadır. Allah bizi başka kimsenin bilemeyeceği derecede bilmektedir.
Yasalar koymak ve yargılamak topluluğa aittir, yöneticiler onları cezalandırmaz. Topluluğun içinde serbest sorumlular vardır. Onlar ayrı ayrı soruşturma yapar. Sonra davalı olmayanlardan bir şahidin şehadeti, davalı borç-alacak davalarında iki soruşturmacı, ceza davalarının soruşturmasında dört soruşturmacının şehadeti ile sabit olanlardır.
“Rab” kelimesi bu duruşmanın görevliler tarafından yapılması gerektiğini ifade etmek içindir.
Kur’an’ı tam anlayabilmemiz için “Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası”nı da bilmemiz gerekmektedir. Demek Matematik bilinecek, Kur’an Arapçası bilinecek ve üçüncü olarak her topluluk kendi anayasasını bilecektir.
إِنْ يَشَأْ يَرْحَمْكُمْ
EiN YaŞaE YaRXaMKuM
“Meşieti olursa size merhamet eder”
Meşieti olursa rahmet eder. Allah takdir etmiştir ve ona göre işler yürüyor. Bunun için hem “İn” gelmiş hem de muzari getirilmiştir. Şart cümlelerinde fiili mazi kullanılsa da fiili muzari kullanılsa da geleceği ifade eder. Fiili mazide bir defa şartın yerine gelmesi vardır. Fiili muzaride şart yerine geldikçe hüküm de devam eder.
Allah baştan her şeyi takdir etmiş, şimdi artık kararlar vermiyor anlamında değil de, her olayda yeniden karar alınır. Bundan dolayıdır ki ceza hukukunda bir davada karara bağlanan başka nizada yani başka davada kullanılamaz. Her seferinde yeni dava açmak gerekecek ve deliller yeniden değerlendirilecektir.
Burada yeni bir usul ortaya çıkmaktadır. Uygulamada daha önceki uygulamaları değerlendireceksiniz ve mümkün olduğu kadar başkalarının uygulamasına paralel hareket edeceksiniz. Bu topluluğu birbirine yaklaştırır. Oysa yargıda dün verdiğin senin kararın bile bugün geçerli değildir. Yeni dava geldiği zaman tüm deliller yeniden değerlendirilecek ve eski karar asla örnek alınmayacaktır. Çünkü yeryüzünde aynen tekrar eden bir olay mevcut değildir. Fıkhi içtihatlarda örnek içtihatlar geçerlidir ama ameli içtihatlarda örnek içtihatlar geçerli değildir. Hele başkalarının içtihatlarını örnek almak hakemlerin suçlanmasına sebeptir.
أَوْ إِنْ يَشَأْ يُعَذِّبْكُمْ
EaV EiN YaŞaE YuGaüÜıBKüM
“Veya meşiet ederse size azab eder”
Ta’zib etme de karara bağlıdır. Affetme karara bağlı olduğu gibi tazib de karara bağlıdır. Ne af ne de infaz kararı olmadıkça suçun infazı ertelenmiş olur.
Demek ki idamın infazı için de ayrı karar alınması gerekir. Bir kimsenin kısasla katledilmesine mahkeme dört soruşturmacıya dayanarak karar verse, affedip etmeyecekleri beklenir. Affederlerse merhamet edilmiş olur. Kısası talep ederlerse kısas yapılmaz. Af etmedikleri ve kısas etmek istediklerine de yine hakemler kararı gerekir. Bu kararın talebi bucak başkanı tarafından yapılma şartı istihsanen konursa, idam cezalarının infazı ancak bundan sonra gerçekleşir.
Bugün bunun için meclis kararı istenmektedir.
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ وَكِيلًا (54)
Va MAv EaRSaLNAvKa GaLAYHiM VaKIyLan
“Ve biz seni onlar üzerinde vekil olarak irsal etmedik.”
Bu ayetlerden anlaşılıyor ki, başkanın yasama yetkisi olmadığı gibi yargılama yetkisi de yargı kararlarını icra yetkisi de yoktur.
Yasamayı meclisler yaptığı gibi yargılamayı da bağımsız, yansız, etkin ve saygın hakemlerden oluşan mahkemeler yapar ve bunların denetimi yine hakemler tarafından yapılır.
İnfazın yapılması hakem kararlarına bağlıdır.
Hukuk davalarında da bir kimse zamanı gelip borcunu ödeyemezse, borçlanma haklarından mahrum edilir yani iflasına karar verilir ama bu da yine ancak hakemler kararı ile yapılır.