Hak sahibine hakkının teslim edilmesi en yüksek derecede ahlaki bir tutumdur. Kişi bilmeden, yani bir kusur sonucunda başkalarının hakkını ihlal edecek olursa, fiilin kusur seviyesinde kalıp kasta dönüşmemesi için, farkına vardığı andan itibaren, hak sahibine hakkını iade etmelidir. Ahlakî sorumluluk bunu gerektirir. Kusur aşamasında bazı haksız ve yanlış -aynı zamanda başkalarına zarara yol açan- fiiller telafi edilebilir. Bazı kusurların telafisi mümkün değildir; ölüm, yaralama ve maddi hasara yol açan trafik kazaları gibi. Kendi nefsine, öteki insanlara ve tabiata karşı ahlaki sorumluluk içinde davranan olgun kişinin, niyeti daima "iyi"dir. Bu yüzden Hz. Peygamber (sas) "Ameller/fiiler niyete göredir." buyurmuştur. Niyeti olanın doğru fiili iyiliktir, niyeti kötü olanın fiili kötülüktür; ama bazen niyeti "iyi olan"ın fiili kötülüğe sebebiyet verebilir ki, böyle durumlarda kişinin fiilinin gerisinde "kast" değil, "kusur" aranır. Bu yüzden sadece niyetten hareket edilip hüküm verilmez, çünkü niyet insanın zamirinde (saklı) bulunmaktadır. Efendimiz (sas), "(Ama aynı zamanda) Niyetler sonuçlarına göredir." buyurmuştur ki, bu iki prensip birbirini tamamlamaktadır. Sanki zamirde saklı olan "iyi niyet"in tespiti Allah'a ait, fiilin yarar veya zarar hasıl etmesi işi "insanlar"a aittir. İnsanlar nihayetinde, fiil sahiplerinin "kalbini yarıp içine bakma imkanlarına sahip olamadıkları"ndan, bizzarure niyetin somut tezahürüne, fiilin zahirine bakıp hüküm vereceklerdir. Her kademede, derecesine ve mahiyetine göre hüküm vermek mümkündür, ama konu ceza veya ödül tayinini gerektiren bir mesele ise, bu hükmü verme yetkisi hakime aittir. Hakimin görevi, elindeki hukuk çerçevesine göre, fiilin mahiyetini tespit etmek, kast veya kusur unsuruna bakmak ve her hak sahibine hakkını teslim edecek bir karar verebilmektir. Bu son derece zor, dikkat, feraset, bilgi ve sorumluluk gerektiren ağır bir görevdir. İhtilaf konuları sadece şahıslar arasında cereyan etmez. Kişiler birbiriyle ihtilaf ettiği gibi, kişilerle gruplar, kişilerle devlet; gruplar arasında veya gruplarla devlet arasında da vuku bulabilir. Devletlerin de aralarında ihtilaf ettiklerini unutmamak lazımdır. Bütün bu ihtilaf türlerine bakacak, hak sahiplerine haklarını verip, böylelikle kişiler, toplumsal gruplar ve devletler arasında adaleti tesis edecek hükümlerin toplamına hukuk denir. Hukukun yegane amacı adaleti tesis etmek ise, hukukun felsefi olarak adalet prensibine bağlı olması icap eder. Mutezile, İslam'ın iki temelini "Tevhid ve adalet" olarak kabul etmiştir. Tevhid'in zıddı şirk, yani "Allah'a ortak koşmak", adaletin zıddı "zulüm"dür. Zulüm, sözlük manasıyla bir şeyi vaz'edildiği yerin dışında ve başka bir yerde ikame etmek, yerleştirmektir. Miktar olarak eksik veya fazla, zamansız veya mekânsız her yerleştirme fiili zulümdür. Kazılmaması geren bir yer kazıldığı zaman Araplar "Yere zulmedildi" derler. Aynı kökten türetilen 'zulmet' aydınlığın yokluğu manasındadır. Zulüm, cehl, şirk ve fısk için de kullanılır. Kişi bile bile yanlış veya haksız bir fiil işlediğinde hem zulmeder hem cahilce davranır. Zulüm hakka tecavüzdür. Ebu'l-Beka, bunun Şari'in yani Yasa Koyucu'nun sınırlarına tecavüz manasında kullanıldığını söyler. Ragıp el-İsfahani üç türlü zulümden bahseder: a) İnsan ile Allah arasındaki zulüm. Küfür, şirk ve nifak: "Şirk büyük bir zulümdür." (31/Lokman, 13) b) Kişiler arasındaki zulüm. "Allah insanlara zulmetmez. Ancak insanlar kendi nefislerine zulmediyorlar." (10/Yunus, 44) c) İnsan ile nefsi arasındaki zulüm: "Kim böyle yaparsa kendi nefsine zulmetmiş olur." (2/Bakara, 231). |