Hayalci ol, azla yetin!
01.04.2010
Şu günlerde birçok kişi birbirine AKP’nin Anayasa paketi hakkında ne düşündüğünü, bir referandum olursa ne oy vereceğini soruyor. Gözlediğim kadarıyla kafalar tam olarak net değil. Değil kendi halinde seçmen, “kanaat önderi” diye tanımlayabileceğimiz kişiler bile olaya tam anlamıyla vakıf olabilmiş değill. Üstelik, zaten dar bir zaman diliminde ve epey heyecansız geçen tartışma ortamı, her olayda olduğu gibi, iki uç ( “evetçiler” ve “hayırcılar” ) tarafından sabote edilmekte.
Sonuçta, son dönemde sık sık olduğu gibi kendimi bir kez daha ortalarda bir yerde konumlandırmak noktasına vardım. Normal şartlarda bu pakete tereddütsüz “evet” oyu verirdim. Fakat şu ana kadar yaşanan birçok gelişme nedeniyle tereddütlüyüm. Önce usul ile ilgili eleştirilerimi sıralamak istiyorum:
1) Normalde yepyeni bir sivil anayasaya ihtiyaç duyduğumuz ortada. Fakat koşullar buna el vermiyorsa pekala bu tür paketlerle köklü değişikliklere gidilebilir. Fakat paketin içeriğinin olabildiğince geniş bir uzlaşmayla belirlenmesi gerekirdi. AKP bunu yapmadı, taslağı kimseye danışmadan hazırladı;
2) Taslağın tartışılması için de çok ama çok az bir süre tanındı ve kısa sürede hazırlanan tasarı TBMM’ye sunuldu;
3) Referanduma gidilmesi durumunda seçmenin madde madde oylamasına yanaşılmayacağı alenen ilan edildi.
Kürt sorunu unutuldu
Bunlar yönteme ilişkin itirazlarım. İçeriğe gelince; yüksek yargının yeniden düzenlenmesi, askeri yargının alanının daraltılması, YAŞ kararlarının bir bölümüne yargı yolunun açılması, parti kapatmaların zorlaştırılması prensip olarak doğru adımlar. Fakat Anayasa Mahkemesi ile HSYK hakkındaki düzenleme önerilerinin, Prof. Ergun Özbudun liderliğindeki heyete yine AKP tarafından hazırlatılmış olan anayasa taslağının epey gerisinde kalmış olmaları düşündürücüdür.
Devamı için TIKLAYINIZ.
Yorum:
Deli ol, Adil Düzen’i iste!
Koltuğumda oturmuş 70’li yıllara ait olduğunu sandığım(daha sonra filmin 1973’te çekildiğini öğrendim) bir Türk filmi izliyordum. Güzel başladık mekân İstanbul, Yeni cami, Galata derken baktım ki bayağı keyif alıyorum filmden. Tabii bir yandan da, aradaki korkunç değişimlerle, hala korunabilmiş kusursuz orijinalliği kendi kendime itiraf ediyordum. Neyse, film ilerledikçe baktım da mevzu hep tanıdık, sanki bugünün Türkiyesi, bir yandan yeni fikirlere kapalı bağnaz bir toplum, öbür yanda paraya boğulmuş dünyadan bihaber zengin, şımarık züppeler, işsizlik, geçim sıkıntısı, hükümetin yetersizliği, memurların rüşvetçiliği…
Bir dakika yaa!...
Sene 2010!
Neredeyse 40 yıl olmuş. Çağ açılacak olsa bundan iyi fırsat olmazmış. Sağlık, bilim, teknoloji gibi alanlarda devrim niteliğinde değişiklikler olmuş. Olmuş, olmuş da pardon ama ne değişmiş? Biz hala fabrikadan çıkan işçi kızına ağlar durumdayız.
Bizim ülkemize ekonomik açıdan bir faydası olmamış bu değişimlerin, bu açık. Toplumda da bir ilerleme yok. Nostalji namına kala kala bir şarkılar kalmış.
Aynı tas, aynı hamam olsa gene içim yanmaz. Eskiye özlem duyar, dünümüzü arar olmuşuz. Çivisi çıkmış bir dünyanın, neresinden tutsan adam olmayan bir düzenin, ipe sapa gelmez bir toplumun akliselim önderlerinin yaptığı, uçurtmasını uçuramayan çocuklarına yardım etmek isteyen ebeveynlerin çözüm önerilerinden bir milim önde değil. Biri yan sokaktaki çocuğun uçurtmasının çıtalarına, diğeri yukarı mahalledeki tepelerde esen rüzgâra kafa yorar, kimsenin aklına el altındaki uçurtmayı incelemek gelmez.
Bizden hayalci olup azla yetinmemiz isteniyor(muş). Bazı idealistler çıkıp gerçekçi olup imkânsızı da isteyebilirler ama bence boşuna uğraşırlar. Tek çözüm deli olup Adil Düzen’i istemek. Evet, yanlış okumadınız. Bu kadar bozuk bir düzende gerçekten su üstünde kalmak istiyorsak, akıllı insanlar gibi davranıp ileri toplumları, her anlamda refah içinde olduğu iddia edilen batıyı ve onun kusurlu insan beyninin ürünü olan kanunlarını benimseyemeyiz. Bunlara körü körüne uymayı reddedip, salt Allah kelamı olan, üzerinde düşünülmeye asırlar evvel son verilmiş, günümüzde tam anlamıyla işleyen hiçbir uygulaması olmayan, bir mucize olan ve ütopikliğini de buna borçlu olan Kuran’a dayalı olan bir düzeni istemeliyiz. Takdir edersiniz ki bu da akıllı insanların işi değil, ne de olsa onlara göre Kuran o zamanın hükümlerini içerir. Daha da önemlisi o zaman peygamber vardı. Şimdi ise sene olmuş 2010 ve ortada biz varız, sadece biz.
Merak ediyorum, Hz. Muhammed’in ölümüyle kapanan Kuran devrinden sonra niye kıyamet kopmadı?