Türkiye garip bir ülke, gariplikler ülkesi. İdam yok, kısas yok; olmayınca, her gün cinayet haberleri, hem de en vahşi cinayetler var ama... Rüşvet, hırsızlık, gasp ve kapkaç önlenemiyor; sebepleri herkesin malumu ama... Zina serbest, artık zina serbestliğinin kanunu bile var, her türlü ahlâksızlıklar alıp başını gitmiş, gidişatın nereye varacağı belli, aile müessesesi çöküyor; alınması gereken önlemler belli ve biliniyor ama... Hep yazdığım üzere, her şeyin mafyası var ve bu mafyalara karşı yapılacakları da hep yazdım ama...
Bu 'tespit ve teşhisler' ile 'tedavi ve çözüm' olarak yapılmayanlar, yani yukarıda anlatmaya çalıştığım şekliyle 'ama'lar çoğaltılabilir ama çoğaltmıyorum ve sözü bugün ele alacağım asıl meseleye getiriyorum. Türkiye gariplikler ülkesi dedim ya; işte burada itiraf ediyorum, bugüne kadar bilmediğim ve yeni öğrendiğim bir gariplik daha varmış:
Yasal/kanunî tefecilik!
Türkiye'de tefeciliğin olduğunu elbette siz de benim gibi biliyorsunuz. Ama tefeciliğin yasallığı yani kanuniliği mi olurmuş demeyin, siz de benim gibi hayret etmeyin. Tefeciliğin yasası yani kanunu/kanuniliği varmış, hem de uzun zamandan beri varmış... Bana daha da ilginç gelen bu yasal tefeciliğe konan isim oldu; tefeciliğin ilginç bir de ismi varmış:
İKRAZAT!
***
'İkrazat'ın ne demek olduğunu anlatmam gerekecek.
'KARZ' Arapça bir kelime; borç verme, kredi verme anlamında bir kelime...
'İKRAZAT' bu kelimenin çoğulu... Borç verme işine 'karz', borç alma işine 'müstakriz', borç verene de 'mukriz' denir...
Bizim inancımızda, bizim dinimizde, bizim geleneklerimizde, bizim medeniyetimizde 'karz-ı hasen' yani 'güzel borç' var. 'Karz' Arapça borç verme, 'hasen' ise güzel demek; güzel borç, güzel kredi. Ekonomik ve sosyal hayat içinde yardımlaşarak güzel borç verme demek. Ekonomik ve sosyal hayatta ihtiyaç hâlinde borçlanmak beşerî bir zaruret, ihtiyaçlı olana borç vermek ise faziletli bir ameldir. Kur'an-ı Kerim'de Allah rızası için iyilik ve hayır niyeti ile faizsiz borç vermek 'karz-ı hasen' olarak ifade edilir. Karz-ı hasen; başka bir şekilde ifade edersek, 'faiz' veya halk arasında 'tefecilik' olarak adlandırılan 'vahşi ve de fahiş faiz' gibi herhangi bir karşılık beklemeden, sıkıntı içinde bulunan muhtaç bir kimseye borç vermek ve borcunu ödemede kolaylık sağlamaktır.
Üşenmedim, araştırdım... Meğer bu işi yapan onlarca şirket varmış... Evet, finans kurumu gibi çalışan resmî olarak kayıtlı, devlete vergi veren şirketler varmış; 'A.Ş.' adı altında kuruluyorlarmış!.. Onlara sorarsanız, 'ikrazatçılık' çok eski bir faaliyet türüymüş... Paranın kullanılmaya başlanmasından önce de aynî ikrazat yapıldığı bilinmekteymiş... Para ekonomisine geçişle birlikte 'ikrazatın önemi' de artmış/mış!.. Bankacılığın gelişmesi ile birlikte günümüzdü ödünç verme işleri de yaygınlaşmış ve ikrazattan giderek ekonominin gereklerine göre modern kredi usulleri ortaya çıkmış/mış!.. Devletler de, ilk çağlardan itibaren ikraz faaliyetlerine müdahale etmiş, borç verenin borç alanı istismarını önlemek veya sınırlamak amacıyla ikraz koşullarını düzenlemeye çalışmışlarmış...
Türkiye'de de bu konu Osmanlı Devleti döneminde nizamnamelerle düzenlenmiş, 1933 yılından itibaren ise 2279 sayılı Ödünç Para Verme İşleri Kanunu çerçevesinde kararnamelerle faiz hadleri sınırlanmaya çalışılmışmış...
BDDK Başkanı Tevfik Bilgin bile, son zamanlarda bazı gazetelerde yer alan 'ikrazatçı reklamlarına' işret ederek, bazı firmaların ve banka müşterilerinin ikrazatçılara yöneldiğini belirterek vatandaşlarımıza uyarılarda bulunuyor...
Kim bu 'ikrazatçı' denilen kanunî tefeciler? Biraz daha üzerinde durmaya ve tanımaya devam edeceğiz...
yorum: Bu yazının üzerine yorum yapmaya gerek duymam aynen katılıyorum. Tanıdığım bir çok arkadaşım bu finans merkezleriyle çalıştılar ve bir çoğu batmak zorunda kaldı.