4 Nisan 2010
"Milletin istiklâl ve istikbalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır." Doğru mu? Elbette doğru. 1919'da Amasya Tamimi'ni yayımlayan Atatürk, milletin kendisinden başka bir "kurtarıcı" merci olmadığını ilan etmiş ve 30 Ağustos 1922'de haklı çıktığını bütün dünyaya göstermişti. Geviş getirilerek posaya dönüştürülen bu sözün bugün nerede durduğuna bakalım
Bugün "milletin istiklâl ve istikbali" tehlikede mi? Hayır. Tehlike savuşturuldu. Ancak, su uyur düşman uyumaz. İşi sıkı tutmak ve tetikte olmak lâzım. "Milletin kendi azim ve kararı" duruma vaziyet etmediği takdirde "istiklâl ve istikbal" tekrar tehlikeye girebilir.
Peki "milletin istiklâl ve istikbalini" tehlikeye atanlar kimler?
Bu soruya, "istiklâl ve istikbal"imizi koruyan değerlerimizi ve varlıklarımızı hatırlayarak cevap vermeliyiz. Pazar ekonomisinin egemenliğinde yaşayan bugünün dünyasında istiklâlimizi öncelikle ekonomik gücümüze borçluyuz. Ancak üreten, satan ve dünya ile rekabet edebilen bir ekonomi ile istiklâlinizi koruyabilirsiniz. Yoksa size para verip, dış yardım ile ayakta tutacak olanlara istiklâlinizi teslim edersiniz.
IMF ile yeni bir anlaşma yapmadan yoluna devam eden bir Türkiye artık "istiklâlini, milletin azim ve kararı ile" dünyaya ilan etmiş bir ülkedir. Millet sandıkta bir "azim ve karar" ortaya koymuş ve istiklâl sağlanmıştır. Ekonomik zaaflarımızı kullanacak hiçbir güç, bugün istiklâlimizi elimizden alamaz. Ekonomik çıkar karşılığında milletimizin ve vatanımızın alî menfaatlerinden taviz verilmesi istenemez. Ekonomik istiklâlini yitirmiş bir ülke olarak bizi siyasî boyunduruğuna alamaz.
Peki istiklâlimizi tehdit edenler kimler?
İstiklâlimize kastedenleri dışarıda, uzaklarda aramaya gerek yok. Ekonomiyi çökertip, ülkeyi kaosa sürükleyip darbe zemini oluşturma planları yapanlardan daha büyük tehdit ve tehlike var mı? Çöken ekonomi toplumsal patlamalara yol açacak. Toplum çatışacak ve elinde bu çatışmayı durduracak tank ve tüfek olanlar darbe yapıp iktidarı ele geçirecek. Ya istiklâlimiz?
Çıkartılacak tek sonuç var. İstiklâlimizi, darbe planı yapanların elinden kurtarmak için milletin azim ve kararı dışında başka bir merci yok.
Peki ya istikbalimiz?
İstikbalimiz, önce istiklâlimize yani ekonomimize bağlı. Ekonomimizi darbecilerin elinde yok olmaktan kurtardıktan sonra daha güçlü hale getireceğiz. Evine ekmek götüren, işinde ve kazancında olan, aç kalma korkusu yaşamayan, çocuklarının daha müreffeh bir hayat yaşayacağına inanan bir toplum istikbalinden emindir.
Hukukun işlediği, adaletin dağıtıldığı, temel hak ve özgürlüklerinden emin insanlardan meydana gelen bir toplum istikbaline güvenle bakar. Birlik ve beraberlik bu emniyetle sağlanır.
Peki istikbalimizi kim tehdit ediyor? Üç-beş darbeciyi adaletin elinden kurtarabilmek için hukuku, lastik top gibi zıplatanlar değil mi? Kürt'ün Türk'le birlikte huzur içinde ve tek yürek halinde yaşamasını teminat altına alacak olan hukuku kevgir gibi delik deşik edenler, istikbalimizi tehdit etmiyor mu?
"İstiklâl ve istikbalimizi, sadece milletin azim ve kararı kurtaracaktır."
Bu azim ve karar, bugün anayasayı değiştirecek irade olarak ayağa kalkmaktadır.
Yorum:
İnsanların organize olması sonucu toplumlar oluşur. Organize olmuş toplumun ortak gücünü temsil eden en gelişmiş teşkilat devlettir. Devlet kurumu, farklı açılardan farklı tanımlanabilir. Devleti, sınırları belli olan bir toprak parçası (ülke) üzerinde ilmi, siyasi, iktisadi, dini ve kültürel alanlarda teşkilatlanmış toplumun ortak gücünü (egemenliğini) temsil eden bir kurum olarak da tanımlanabilir.
Devletin gücünün kaynağı organize olmuş toplumun ortak gücüdür. Ulusal egemenlik olarak tanımlanan bu gücün sahibi toplumdur. Öyle ise devletin sahibi toplumun bütün fertleridir.
Bu güç ya toplumun temsilcileri tarafından toplumun irade ve rızasına uygun olarak kullanılır veya belli bir şahıs ve zümre tarafından zorla ve hile ile ele geçirilir. Şahıs veya zümrelerin istek ve iradelerine göre kullanılır.
İnsanlık tarihi boyunca bu güce sahip olmak hep cazip olmuş ve istenmiştir. Çünkü bu gücü kullananlar insanların hak ve görevlerini belirlemekte ve sosyal hayatta oluşan nimet-külfet paylaşımın kurallarını ortaya koymaktadır.
İnsanlık tarihinde ulusal egemenliği ele geçirmek ve paylaşımın kurallarını belirlemeye yönelik mücadeleler sürüp gitmiştir. Bugün de bu mücadeleler devam etmektedir ve gelecekte de devam edecektir.
Eğer millet kendi rızası ve iradesiyle ulusal egemenliğinin tasarrufunu temsilcilerine devreder ve bu temsilciler de bu emaneti milletin irade ve rızası doğrultusunda kullanarak insanların doğal hak ve özgürlüklerini korurlar ise; yani hukukun üstünlüğünü sağlar ve nimet külfet paylaşımında da adaleti tesis ederler ise, gerçek manada demokrasiden söz edilebilir. Böyle bir devlete millet sahip çıkar. Millet ile devlet bütünleşir. Ülke her alanda gelişir ve uygarlaşır.
Millet adil olan devlete sahip çıkar. Zalim olan devleti insanlık tarihi boyunca hiçbir zaman bürokratlar koruyamamışlardır. Tarihte adil olan devletin yönettiği ülkenin istiklâli millet tarafından korunmuş ve böyle milletlerin istikbali hep parlak olmuştur.
Sahibi millet olan ulusal egemenliğin bir şahıs, bir zümre veya bir sınıf tarafından zorla ve hile ile ele geçirildiği ortamda millet devleti ile kavgalı hale gelir. Temel hak ve özgürlüklerini koruyamayan ve nimet külfet paylaşımında adil olmayan devlete millet sahip çıkmaz. Ülkeyi baskı ve hile ile yöneten bürokratlar hep milleti katmanlara bölerler. Haksızlıklarını fark eden kitleleri potansiyel tehlike olarak görürüler. Milli egemenliğin sahibi olan milletin irade ve rızasına göre ülkeyi yönetmeyen bürokratlar, yönettikleri ülkelerinin istiklâlini koruyamazlar.
Baskı ve dayatmanın egemen olduğu toplumlar gelişemezler. Böyle toplumların fertleri yetenek ve kaynaklarını harekete geçirecek girişimler de bulunamazlar. Böyle ülkelerde toplumsal gelişme ve ilerleme sağlanamaz. Bundan dolayı şarkın geri kalmışlığını tek bir nedeni, ama tek bir nedeni vardır. O da baskı ve dayatmadır.
Milletin iradesine saygı göstermeyenler ve milletin değerleriyle kavgalı olanlar ne milletin istiklâlini koruyabilir ve ne de milletin fertlerine istikbal vaat ederler. Onlar kendi sultalarını sürdürmek ve kendi menfaatlerini korumak için her çare ve hileye başvururlar.
Tarih, bir bakıma hukukun üstünlüğünü zağlamayan ve devletin imkânlarını kullanarak topluma zulmeden yöneticilerin yıkılışına ortam hazırladıkları devletlerin çürüme, çözülme ve çökme tarihidir.
Milletimizin istiklâlini korumak, toplumumuza ümit verici bir istikbal sağlamak için ulusal egemenliği toplumun irade ve rızasına saygı gösterenlere emanet etmeliyiz. Kendilerini ulusal egemenliğin tasarruf hakkı geçici olarak devredilen idareceler de hukukun üstünlüğünü sağlamak ve paylaşımda adaleti tesis etmek için çalışmalıdırlar.
Hukukun üstünlüğünü sağlayacak ve paylaşımda adaleti tesis edecek bir anaya ülkemizi kavuşturmadıkça ulusla egemenliği ele geçirmek için hile ve desiselere başvurmak isteyen zümre ve şahıslar olacaktır.
Bir ulusun istiklâli hukukun üstünlüğünü sağlayacak ve paylaşımda adaleti tesis edecek bir sosyal yapıyı tesis etmekle korunur. Haklının hakkının korunduğu ve nimet-külfet paylaşımın adil olduğu gir devlet güçlü olur. Böyle bir devletin vatandaşlarının istikbali de parlak olur.
Zulüm devletlerin ömrünü kısaltır. Baskı ve haksızlık insanları mutsuz ve ümitsiz kılar.