Hukuk devleti
1090 Okunma, 0 Yorum
Toktamış Ateş - Bugün
Osman Eskicioğlu

10.10.2009

Sanıyorum "hukuk devleti" kavramı; bu köşede en sık değindiğim kavramlardan biri.

Zira bu kavram; "kanun devleti" ya da "yasa devleti" kavramıyla ciddi bir biçimde karıştırılıyor ve hukuk devletiyle ilgisi olmayan kimi uygulamalar; hukuk devleti olarak isimlendirilebiliyor.

Bu sorun salt bizim değil tüm dünyanın sorunu. Toplumsal bilimlerin kavramları konusunda; bir "consensus" yani "düşünce birliği" sağlanması pek mümkün olmuyor. Kimi zaman farklı kişiler aynı şeyi farklı kavramlarla açıklıyorlar; kimi zaman aynı kavramla farklı şeyler anlatılmaya çalışılıyor. Ve böylece bizim bu alandaki tartışmalarımız; çoğu kez "sağırlar diyaloğuna" dönüşüyor.

Toplumsal alanda böyle bir kavram kargaşası olmasına karşın; belli kavramlar konusunda (en azından evrensel boyutta) consensus sağlanmıştır. Ancak bizde "birileri"; inatla bu iki kavramı birbiriyle karıştırmaktadır. Bu karıştırma kimi zaman "ideolojik takıntılardan" olmakta; kimi zaman da "cehaletten" yapılmaktadır. Ama bazen bu kavramı karıştıran insanlara baktığımız zaman; "hukukçu" ve "öğretim görevlisi" sıfatlarını taşıyan insanların bu "tutumlarını" değerlendirmek mümkün olmamaktadır.

Bizim üniversitenin eski rektörlerinden biri; "hukuk devleti" lafını dilinden düşürmez ve her türlü hukuksuzluğu yasaların verdiği yetkilerin ardına sığınarak yapardı. Ben o dönemde; "Atatürk ilkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü"nün müdürü olarak üniversite senatosundaydım. Yapılan tüm hukuk ve mantık dışı uygulamalara karşı çıkardım ve o rektör de her seferinde; 12 Eylül eseri olan 2547 sayılı yasayı kaynak göstererek "biz bir hukuk devletinde yaşıyoruz" derdi. Yemin etse başı ağrımaz...

Çok karanlık bir dönemdi o dönem. Bu rektörün "intihal" yaptığı; yani bilimsel bir kitaptan hırsızlık yaptığı belirlenmişti. Çok saygın (!) ve dürüst (!) geçinen ve "namuslu" (!) bildiğimiz kimi meslektaşlarımızın; bu hırsızlığı örtbas etmek için yaptıkları numaraları görseniz utanırdınız.

Örneğin; bu hırsızlığın yayınlandığı bir "kitap" söz konusu değilmiş.

Bu bir "broşürmüş." Oysaki biz bu 400 küsur sayfalık kitabı Cerrahpaşa'da bir kitapçık dükkânından satın almıştık. Aynı dönemde kimi meslektaşlarımız; intihal nedeniyle ağır cezalar alıyorlardı. Sonra da utanmadan hukuk devletinden söz ediyorlardı.

Bu olay elbette YÖK Genel Kurulu'na da gitmişti. (Kemal Gürüz zamanı.) Genel kurul üyelerinden dürüstlüğüne kefil olabileceğim hukukçu bir arkadaşım; "Bu rapor yeniden adaylığı söz konusu olduğu zaman ortaya çıktı. Ben buna bakmaya bile gerek görmem..." demiş ve sonra iki parmağının ucuyla pis bir şeymiş gibi tuttuğu bu raporu masaya bırakmış...

YÖK üyesi olmanın ve YÖK başkanına yaranmanın böylesine utanç verici davranışlara neden olmasının altında ne var acaba? Ne gibi bir tatmin duygusu veriyorlardı acaba? Tabii artık bu arkadaşımın hiçbir şeyine kefil değilim.

Bir devletin "hukuk devleti" olabilmesi için; o devletin yasalarının evresel hukuk kurallarına uygun olması gerekir. Bunun kökeninde ise; en basitinden "insan hakları" ve "temel hak ve özgürlükler" gelir.

Dünya üzerinde; istisnasız her devletin kendince yasaları vardır. Bu yasalar genellikle yazılı olur. Fakat geçmiş dönemlerde; monarkların her "sözü"  yasa yerine geçerdi ve o dönemde yazılı yasaların olmayacağı tabidir. Tarihte ilk yazılı yasaların Hamurabi tarafından taşa işlendiği de bilinir.

Günümüzde de pek az örneği kalmış olmasına rağmen; Avusturya'nın ve Amazon ormanlarının karanlıklarında kaybolmuş ilkel kabilelerin de kendilerince "kuralları" vardır. Kimi devletler "din devleti" oldukları iddiasındadırlar ki; hiç kuşkusuz buralardaki din kuralları da yasa yerine geçer. Ve tüm bu devletlerde insanlar bu kurallara uymak zorundadırlar.

Bugün; İran'da başını örtmek istemeyen bir hanıma uygulanan yaptırım; hiç kuşkusuz o ülkenin yasalarından gelmektedir. Peki şimdi bu hanımı mahkum eden yargıç; "Kızım burası bir hukuk devletidir kurallara uymak zorundasın" diyebilir mi? Derse de bu işlem inandırıcı olabilir mi?

Elbette olmaz...

Türkiye'de başta anayasa olmak üzere; toplumsal yaşamı düzenleyen tüm yasalar ya tümüyle değiştirildi ya da önemli maddeleri değiştirildi. Gerçekten 1982 Anayasası'nın halk oylamasıyla kabulünden sonra; "Siyasal partiler yasası", "Seçim yasası", "Sendikalar yasası", "Toplu iş sözleşmesi grev ve lokavt yasası", "Medeni yasa" vs. vs. tüm yasalar değiştirildi. Tümünde ortak olan amaç ve beklenti daha kısıtlı bir toplumsal yapı oluşturmak ve demokrasinin önüne mümkün olduğunca engel çıkartmaktı.

Buradaki gerekçe de; hiç değişmeyen aynı gerekçe idi: "Efendim bizim memleketimizin bünyesinin de demokrasi alanında daha geniş bir sınır tanıması ciddi sorunlar çıkartabilir..."

Peki şimdi bu yasa ve bu türden kurallara uyarak; hukuk devletinden söz edilebilir mi? Elbette "hayır..."

 Olsa olsa; bir "yasa devletinden" söz edilebilir ki; bu da "hukuk devleti" değildir.

 

Yorum: 

 

İnsan Hukuka Hukuk da İnsana Mahsustur.

Evet, bu başlığı tekrar etmekte fayda vardır. “Hukuk insana, insan da hukuka mahsustur.” Bu demektir ki, insana ve insanların meydana getirdiği toplumlara asla hukuk dışı bir muamele yapılmaz, yapılamaz ve yapılmamalıdır. Onun için bin sene önce yaşamış olan büyük Türk-İslam hukukçusu Alaüddin el-Kasani, Bedayi adlı eserinde insanları hayvanlardan ayıran en önemli özelliğin HUKUK olduğunu söylemiştir. Hayvanlar birbirlerine karşı muamelelerinde kuvvete başvururlar; insanlar ise birey ile birey, birey ile devlet, devlet ile devlet veya devletler topluluğu hep birbirlerine karşı hukuk ile muamele yaparlar. Yani kim olursa olsun insan denilen varlığa her hareket ve davranışında hukuk kuralları çalıştırılır. Bizim her zaman söylediğimiz bir söz vardır. İnsana saman çöpü kadar baskı yapılan bir yerde ne din, ne hukuk ve ne de insanlık vardır.

İnsanlar toplum halinde yaşamak zorundadırlar. O nedenle toplumda herkes istediği gibi hareket eder ve aklına geleni işlemeye kalkarsa orada anarşi meydana gelir ve insanlar rahat edemez, huzurları kaçar ve mutlu olmazlar. İşte onun için toplumda düzeni sağlamak üzere hukuk kurallarına ihtiyaç görülmüştür. Hukuk kuralları ise bir sebebe bağlı olarak ortaya konan kaide, kural ve kanunlar bütünüdür. Eğer bu kanunlar yapılırken sadece kanun yapanların istek ve arzuları olarak değil de toplumdaki herkesi veya ilgililerin tümünü alakadar eden bir sebebe ve bir ihtiyaca dayanıyorsa bu kanun hukuka uygundur. Yok, eğer kanun toplumun bir ihtiyacını çözme değil de başkan veya kral ya da yöneticiler istediği için çıkıyorsa o kanun sadece kanundur ve hukuk değildir. Bugün genel olarak tüm dünyada çoğunlukla kanunlar böyle yapılmaktadır. Yani kanun yapmalar ve yapılan kanunlar hukukilikten uzaktır.

Yakın tarihlerden beri hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü gibi kavramlar ortaya atılmıştır. İnsanların hukuk kuralları karşısında tarağın dişleri kadar eşit olup herkesin ama herkesin eşit olup hiçbir kimsenin imtiyazlı olmadığı, yönetenlerle yönetilenler arasında bile bir farkın bulunmadı ve kim olursa olsun hukuk kurallarının herkese aynı şekilde uygulandığı toplumlar hukuk toplumlarıdır. Hukuk devleti demek, tüm vatandaşlar arasında hiçbir ayrım gözetmeden aynı kural ve kaideleri uygulayan devlet demektir. İnsanlar doğuştan eşit ve özgür olup aynı haklara sahiptirler. Eğer Cumhurbaşkanı imtiyazlı ise, milletvekilleri imtiyazlı ise ve kamu görevlilerinin bir imtiyazı varsa o toplum hukuk toplumu değildir.

Hukuk devleti veya hukuk toplumu demek, fakir ile zenginin, amir ile memurun, esnaf ile kamu görevlisinin, zayıf ile kuvvetlinin, asker ile sivilin velhasıl toplumu oluşturan tüm sınıfların aralarında hiçbir fark bulunmadan onların hepsinin kanun karşısında eşit muamele gördüğü toplum demektir.    

Zamanımızdaki yolsuzlukları, hukuk ve kanun dışı bir takım olayları duydukça zayıf ve kuvvetlilerin farkını gördükçe Eski Yunanda demokrasi için çalışan büyük düşünür devlet adamı ve kanun koyucusu Solon’u, kanun, kuvvetlilerin delip geçtiği zayıfların ise takılıp kaldığı örümcek yuvasıdır, şeklinde özetleyebileceğimiz şu sözü hatıra geliyor: “Kral büyük bir iktidara sahip olunca, kanunlar örümcek ağından yapılmış kumaşlara benzer;  bu kumaşa en hafif ve kuvvetsiz şeyler takılır; ağır olan şeyler ise, onu yırtar geçer.”

 

 

Osman Eskicioğlu






Sayı: 18 | Tarih: 11.10.2009
Ruşen Çakır
“Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” ve
1824 Okunma
27 Yorum
Tayibet Erzen
Mehmet Niyazi
Rejim ve anayasa
1408 Okunma
Abdurrahman Erol
Mehmet Şevket Eygi
Kuran'da Nasıl Birleşeceğiz?
1309 Okunma
2 Yorum
Emine Hocaoğlu
Reşat Nuri Erol
Saadet anlayışı ve AKP zihniyeti
1269 Okunma
Ilker Ardic
Oktay Ekşi
Kuran Kursları
1251 Okunma
1 Yorum
Vahap Alma
Mahir Kaynak
Ekonomi zirvesi
1228 Okunma
Süleyman Karagülle
Cengiz Çandar
Erivan'dan Bursa'ya 'tarih'i yeniden yazmak
1224 Okunma
Ekrem Fildişi
Fikret Bila
Atalay: DTP yan çiziyor
1210 Okunma
Harun Özdemir
Ahmet Altan
Fantezi
1198 Okunma
Özer Ataç
Yılmaz Özdil
Baykal nasıl 'milli' oldu?
1178 Okunma
Leyla Okta
Ahmet Taşgetiren
Gençler, ah gençler
1176 Okunma
Zübeyir Erol
Nazlı Ilıcak
Baykal eleştirilerinde haklı mı, haksız mı?
1160 Okunma
2 Yorum
Fatma Karuç
Mehmet Altan
Kırmızı alarm...
1152 Okunma
Mehmet Hikmetumut
Can Ataklı
Ya dinlemeler hedef değiştirirse?
1150 Okunma
Mesut Karaaytu
Fatma K. Barbarosoğlu
Sosyal Problemler konusunda Din ve Diyanet
1126 Okunma
Fatma Zafer
Hayrettin Karaman
Bu CHP ne zaman değişecek
1118 Okunma
Hilmi Altın
Ali Bulaç
Liberal fetva arkadan gelir!
1110 Okunma
Ahmet Yasir Erol
Toktamış Ateş
Hukuk devleti
1090 Okunma
Osman Eskicioğlu
Mümtazer Türköne
Artık Zaman’ı geldi
1083 Okunma
Arif Ersoy
Fehmi Koru
Zürih'te atılan imzaların anlamı
1063 Okunma
Ahmet Kirtekin
Ahmet Hakan
Biraz uzaktan kongre notları
1047 Okunma
6 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Zülfü Livaneli
Hayata dair – 37
1033 Okunma
1 Yorum
Ali Bülent Dilek
Bekir Berat Özipek
Siyasette görme bozukluğunun nedenleri
982 Okunma
Bünyamin Demir