Zürih'te atılan imzaların anlamı
Çözüm amaçlanan bir süreç, mantıklı bir düzlemde başlatılıp bir de rayına oturtuldu mu, sonuç almakta fazla zorlanılmıyor. İsviçre'nin Zürih kentinde dünya kamuoyunun önünde dün imzalanan Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkileri normalleştirmeyi amaçlayan protokoller bunun son kanıtı: Sürecin şu ana kadarki bölümünde, tarihte kökleri ve başka ülkeleri ilgilendiren yönleri bulunduğu için hiçbir zaman çözülmeyecek sanılan bir sorunun arkada bırakılmasına ciddi bir kapı aralanmış oldu.
Türkiye pek çok uluslararası ihtilâfta 'çözüm arayan' veya 'kolaylaştırıcı' bir misyon üstlenmiş durumda. Suriye ile İsrail arasındaki görüşmelerde ve Filistin sorununa yapıcı bir çözüm arayışında oynadığı rol biliniyor. Bunu yaparken Araplar-arası ihtilâfların da ortadan kalkması için çabalıyor Türkiye; Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad ile Suudi Arabistan Kralı Abdullah'ın iki hafta arayla birbirlerini ziyaretlerinde Türkiye'nin etkisi büyük. Pakistan ve Afganistan'ın devlet başkanları ancak Türkiye'nin davetiyle biraraya gelebiliyor.
'Komşularla sıfır-sorun politikası' bunu gerektiriyor zaten; ancak Türkiye'nin yeni dış politika vizyonunda 'komşu' tanımı biraz daha geniş bir coğrafyayı kapsıyor: Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya, Orta ve Güneydoğu Asya'da olan-biten hemen her şey Türkiye'nin ilgi alanında. İmza töreni için İsviçre'ye hareket ettiği günün (dün) sabahı, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Sırbistan ve Bosna-Hersek arasındaki sorunların çözümünü iki ülkenin bakanlarıyla İstanbul'da biraraya gelerek görüştü.
Bosna-Hersek ile Sırbistan arasında Yugoslavya'nın çözülmesi döneminde yaşanan kanlı olaylar yüzünden ciddi bir nefret var ve Türkiye bu alanda, iki tarafın da davetiyle, ilişkileri makul bir zemine oturtmak için elinden geleni yapma gayretinde.
Her ihtilâfa çözüm aramaya koşan bir ülkenin kendi sorunlarını geride bırakması daha doğru olmaz mı; en azından tutarlılık gereği ve elini-kolunu daha serbest hissetmesi açısından?
En ciddi ve çözümü en güç sorunlardan biri, dün atılan imzalarla çözümü yolunda bayağı bir mesafe kat edilen Ermenistan'la ikili ilişkilerdi. Ermenistan tarihte meydana gelmiş olaylara fazlasıyla saplanıp kalmış küçük bir ülke; fakat büyük devletleri kolayca yanına çekebiliyor. Devlet olarak ortaya çıktığında Ermenistan'ı resmen tanıyarak kendi açısından bir iyi-niyet açılımı yapmıştı Türkiye; ancak diplomatik tanıma, Azerbaycan sınırları içindeki Dağlık Karabağ'ın Ermenistan tarafından işgali yüzünden kısa ömürlü oldu.
İki ülke arasında ilişkilerin kopuk olması özellikle Ermenistan açısından ciddi sıkıntılara yol açıyor; buna karşılık Türkiye kendisini uluslararası arenada zorlayan sorunları ortadan kaldırarak ikili ilişkileri iyileştirmek ve bunu 'bölgesel barış vizyonu' içerisine oturtmak derdinde. Ermenistan'ın Türkiye kapısının açılıp da Azerbaycan'a olan kapısının kapalı kalması bu yüzden bir anlam taşımıyor Ankara açısından; arzu edilen, ihtilâfların ortadan kalkacağı, barışın egemen olacağı yeni bir Kafkasya düzeni...
Sadece iki ülke arasındaki 'donmuş' ilişkilerin canlandırılması yeterli değil; Kafkasya'nın refah ve istikrarın paylaşılacağı bir bölge haline dönüşmesi de gerekli. Ankara bunun peşinde.
Arzulanan, kolay erişilecek bir hedef değil; tek taraflı çabalarla erişilmesi de imkânsız... Bugünü, hatta iki ülkeyi aşan boyutları da var çözülmesi için çaba sarf edilen sorunun ve hassasiyetler çoğu kez realitelerden ve çıkarlardan daha baskın gelebiliyor.
Buna rağmen çözüm için ayrıntılı protokoller hazırlanabildi ve tanıklar önünde imzalandı da...
Umutlu olabiliriz.
11 Ekim 2009 Pazar/Yeni Şafak
Yorum: ekonomi ile siyaset karşılıklı bir etkileşim içerisinde devam ederler. Hangisinin baskın olduğu tartışılabilir, dönem dönem değişebilir. Ama neticede kopmaz bir bağ vardır aralarında. Bugün dünya siyasetini ve ekonomisini farklı gözlerle okumak yerine biraz karşılaştırma yapmak faydalı olabilir: sermaye, toprağa, sınırlara, bayrağa, dine, dile, iklime vs. bağlı olmadan yüzer gezer bir hal alıp tamamen sanallaşmıştır. Hatta ekonomik hayatın aslî dinamiklerinin dışında aşırı tüketimi esas alan, insan doğasını zorlayan, yeryüzünü tahrip eden, sosyal hayatın dengesini bozan eğilimlerinden bugün çoğu kimsenin şüphesi yok. Ekonomik hayatın köklü bir tadilata ihtiyaç duyduğu bugün IMF toplantılarında da dile getiriliyor. Siyaset dünyası farklı arayışlarla ilk kez karşılaşmıyor, Avrupa Birliği tarzında siyasi oluşumlar bunun açık göstergesi. Ne gariptir ki ekonomi ve siyaset, bağlamları mahiyetinde de olsa çıkar çatışmasına atıfta bulunurlar. Şimdiye kadar çatışan çıkarların faturalarını ödemekle meşgul oldu dünya. Karşı karşıya bulunulan sorunların aşılması için barış düzeni esas alınacaksa bu elbette siyasi ve ekonomik bir dizi yansıma meydana getirecektir. Bu noktada altı önemle çizilmesi gereken nokta, barış düzeninin adalet sağlanmadan tesis edilemeyeceğidir. Adaletin sağlanamadığı bir sistemde çatışma bitmeyecektir ve barış sağlanamayacaktır. İyi niyet sahiplerinin buna azami derecede dikkat etmesi gerekir.