Sosyal Problemler konusunda Din ve Diyanet
1127 Okunma, 0 Yorum
Fatma K. Barbarosoğlu - Yeni Şafak
Fatma Zafer

13 Ekim 2009 Salı

I-

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın düzenlemiş olduğu "Sosyal Problemler karşısında Din ve Toplum" konulu IV.Din Şurası 12-16 Ekim tarihleri arasında yapılıyor.

Diyanet'in vizyon geliştirmesi gereken konuların başında, değişen teknolojinin sosyal, kültürel, dini hayatı etkileyen veçheleri olmalı diye düşünüyorum.

Yıllarca din görevlileri "bağnaz" sıfatı yapıştırılarak olumsuz imajlar eşliğinde belleklere kazınmaya çalışıldığı ve bu konuda bir hayli "başarılı" olunduğu için, din görevlileri fazlasıyla "teknolojik" davranıyor. "Bağnaz din adamı" tabirinin üzerine yapışacağından duyulan korku, teknolojinin getirdiği/dikte ettirdiği her türlü zaman ve mekan kullanımını kraldan fazla kralcı anlayış ile desteklemelerine sebep oluyor.

Teknolojiyi kullanmak ile teknolojiye maruz kalmak arasında fark olduğunu görmemiz gerekiyor. Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in yaptığı onca iyi uygulamanın yanında çocukları internet ödevciliğine alıştırması tipik bir teknolojiye maruz kalma hadisesi olarak Türk Eğitim Tarihinin en kötü aşamalarından biri olarak tarihte yerini aldı.

Bilgisayar ödevciliğine çocukları bulaştırmadan önce atölye çalışmaları ile konu tartışılabilseydi internet çöplüğüne maruz kalmaktan kendimizi korurduk.Ödevleri internet üzerinden vererek,her eve bir bilgisayar kampanyası ile "bilgi toplumu" olunmuyor maalesef. Ne oluyor?! "Büyük Çöküş" konusunda Batı ülkelerinin ulaşmış olduğu "yozlaşma" yakalanmış oluyor. Onlar bilgi toplumu olmanın nimetlerinden istifade ederek külfetleri ile boğuşmak zorunda kaldı. Biz nimetlerine kavuşamadan doğrudan külfetine maruz kaldık.

II-

Teknoloji konusunda vizyon geliştirirken konunun hem başlangıç noktasını hem de en son noktasını tartışmayı başarabilmeliyiz. Fotoğraf makinesinin hayatımıza girmesi ile başlayan değişiklikleri daha konuşmaya tartışmaya başlamamıştık ki –bu konudaki literatür tamamen yabancı dillere ait- hayatımıza 3G girdi. Bir heyecan bir tantana. Hep olumlandı. Oysa her teknolojik ürün gökten üç elma ile birlikte geliyor gelmesine de, bu elmalardan biri, bazen ikisi çürük çıkıyor.

O halde çürük elma bahsinden başlayalım. 3G'nin hayatımıza katacağı çürük elma kokularından ve lezzetlerinden.

3G ile ne olacak? Daha çok ekrana bağlanacağız. İnsan insana daha fazla yük olacak. İnsanı ancak aramızda bir ekran olduğunda tahammül edip "seveceğiz". Dolayısıyla fiziksel temas içinde olduklarımızdan nefret, ekran teması içinde olduklarımızdan muhabbet devşireceğiz.

Sanat anlayışını da değiştirecek 3G. "Kısa kısa kısa öykü" yaygınlaşacak. Bu öyküler kısa metrajlı film olarak çekilecek. Oyun siteleri haber sitelerinden daha çok müşteri toplayacak. Birey.Bir+ ey olarak yeni bir parçalanma yaşayacak.

Elbette bütün bunların bu günden yarına olacağını öngörüyor değilim. Bilgisayarlar hayatımıza ilk dahil olduğunda varlığı ile yokluğu arasındaki farkı hissetmemiştik. Cep telefonu keza. Şimdi bu iki ürünün hayatımızda olmadığını düşünelim. Sanki uzuvlarımızdan birkaçını kaybetmişsizcesine bir şok yaşamaz mıyız?

Diğer taraftan yoğun ekran kullanımı (cep, bilgisayar, televizyon) yüzünden "aile saadetimizin" tehdit altında olduğunu, çocukların ve gençlerin odaklanma sorunu yaşadığını görmemiz gerekiyor. Öğrenemeyen, tecrübe biriktiremeyen, kopyalayıp kaydeden, sonra da silen bir kuşak geliyor.

III-

On-on iki yıl önce internet sözcüğü medyamıza popüler kültür nesnesi olarak ilk defa Müjde Ar üzerinden girmişti. Şöyle diyordu gazete haberi: "Müjde Ar internet kullanmayı öğrenmek için İngiltere'ye gitti." İnternet'in nasıl bir şey olduğunu bilmeyenler için oldukça etkili bir haber idi. Bu günden bakınca bu haber oldukça komik görünüyor tabi. İşte o günlerde, taze baba genç komşumuz, yalnızlıktan bunalan loğusa eşi ile ortak bir alan yaratabilmemiz için –yani zoraki bizi arkadaş yapma çabası diyelim- beraber internette gezmemizi tavsiye ediyordu. İnternet kullanmayı bilmiyorum dedim. Nasıl bilebilirdim? Artist kullanmak için ta Londralara gitmişti. Çok kolay dedi, taze baba komşumuz. İlle de eşi ile beni internet gezmesine çıkaracak ya. Ne yapacaktık internette? Vitrin bakarsınız dedi. İkimiz bir ağızdan cevap verdik: Ben vitrin bakmayı sevmem.

O sıra çok komik gelmişti internette vitrin bakmak tabiri. Ama zaman içinde pek çok kadının internet üzerinden vitrin bakmasına şahit oldum. Bazı hanımlar, internet üzerinden büyük marketleri dolaşıyor ve kendi muhitinde satılmayan ürünler için tuhaf bilgiler topluyor. Mesela konserve kuşkonmazın fiyatını sorun, bilir. Ya da evde satış yapan, özellikle ithal ayakkabı, çanta, başörtü satan iş bilir hanımlar ürünlerinin fotoğraflarını sitelerine koyuyorlar, vitrin gezmek isteyen müşterileri için.

İster vitrin gezmek, isterse yemek tarifi bakmak için olsun, kadınlar interneti daha ziyade "sorun çözücü" bir yer olarak görüyor. Kadın sosyalleşmesinin kökeninde ev içi sosyalleşmesinin de sorun çözücü bir sosyalleşme ortamı sunması ile alakalı bir durum belki de bu. Evlerde bir araya gelen kadınlar daha ziyade ev ile çocukları ve eşleri ile olan sıkıntılarını paylaşırlar. İnsan ilişkileri üzerinden birbirlerinden tecrübe devşirirler ve ille de her sohbet bir yemek tarifi ile biter.

Almanya'da yapılan bir araştırmaya göre genç kadınlar arasında internet kullanımı günde beş saat civarında imiş. İnternet kullanımı en çok bloglar yoluyla oluyor. Bloglar, ve "Face" üzerinden mahremiyetin "üye mahremiyeti" olarak yeniden tanımlanması ile karşı karşıyayız.

Dostluk anlayışını da değiştiriyor sanal alem. Rakamların dostluklar üzerine kurmuş olduğu sanal bir baskı söz konusu. Sanal alemdeki sanal dostlarının sayısını arttırmak için uğraşanlar hasta olduğunda yanı başında olacakları, öldüğünde bir kürek toprak atacakları ihmal ediyor. İnternette saatlerce kalan babalar çocuklarına her gün on beş dakika ayırmayı başaramıyor. Aile fertlerinin iletişim kurmaları için belki de birbirlerine "üye" olmaları gerekiyor. Ama sanal bir kimlik üzerinden.

3G ile birlikte internet erişim hızı göz açıp kapatma hızına ulaşacak ya. Artık hiç kimse "burada" olmayacak. Herkes "orada" olacak.

Orası neresi? Hiçbir yer.

Sonuç olarak Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yaptığı şuraların verimli olabilmesi için öncelikle teknolojinin getirmiş olduğu yeni zaman ve mekan kavramına dair ilahiyatçıların, din adamlarının bilgi sahibi olması gerekiyor.

Diyeceksiniz ki, bu konuda Sosyal Bilimler üzerine düşeni yapıyor mu? Zaten sorun da buradan başlıyor ya! Türkiye'de Sosyal Bilimler lise ders kitapları muhtevasından kurtulamadığı için Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan beklentilerimizi yüksek tutuyoruz. Teknolojiye maruz kalan zihinler için “irşad dili”ni bulabilirsek, “davet dili”nin özüne zarar vermeden güncelleyebilirsek, yaşadığımız zamanı tasvir ve tahlil ederek geleceğe dair öngörüler oluşturabilirsek, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın düzenleşmiş olduğu IV. Şura çok önemli bir tarihi görevi yerine getirmiş olacak.

 

Yorum:

Yazar, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın düzenlemiş olduğu "Sosyal Problemler karşısında Din ve Toplum" konulu “IV. Din Şurası”ndan başlıyor; sonra değişim, teknoloji, çocuklar, internet, eğitim, bilgisayar, G3 vs. ile devam ediyor…

En başta düşünülmesi gereken, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir teşkilat, ne kadar halka dönük, sosyal, gerçekçi ve İslâmî?!. Bu sorunun cevabı verildikten sonra, Diyanet’e dinî ve sosyal bir fonksiyon yüklersiniz…

Sosyal değişim kıyamete kadar mukadder bir şey. Bütün mesele bu değişime ayak uydurabilmek. Değişime ayak uyduran kavimler ayakta kalır, uyduramayanlar yok olur. Bu kadar basit! İslâmiyet işte bundan dolayı eğitim ve öğretimi beşikten mezara kadar hayatın her anında ve kesintisiz olmak üzere “farz” kılmış.

Yazar, yazısının sonuç bölümünde bazı gerçekleri yakalamış ama yakaladıkları ve yazdıkları eksik. O eksiklerin yazılması ise başlı başına bir yazı konusudur. Kısaca şu söylenebilir: Her şeyden önce Kur’an ve Kâinat kitaplarını çok iyi okumak, yani “ilim” sahibi olmak ve yapılması gerekenleri “Diyanet” gibi suni kuruluşlara değil de halkın hür iradesine yani halka yaptırmak gerekiyor…

Vesselâm…

 

Fatma Zafer






Sayı: 18 | Tarih: 11.10.2009
Ruşen Çakır
“Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” ve
1824 Okunma
27 Yorum
Tayibet Erzen
Mehmet Niyazi
Rejim ve anayasa
1408 Okunma
Abdurrahman Erol
Mehmet Şevket Eygi
Kuran'da Nasıl Birleşeceğiz?
1309 Okunma
2 Yorum
Emine Hocaoğlu
Reşat Nuri Erol
Saadet anlayışı ve AKP zihniyeti
1269 Okunma
Ilker Ardic
Oktay Ekşi
Kuran Kursları
1251 Okunma
1 Yorum
Vahap Alma
Mahir Kaynak
Ekonomi zirvesi
1228 Okunma
Süleyman Karagülle
Cengiz Çandar
Erivan'dan Bursa'ya 'tarih'i yeniden yazmak
1224 Okunma
Ekrem Fildişi
Fikret Bila
Atalay: DTP yan çiziyor
1210 Okunma
Harun Özdemir
Ahmet Altan
Fantezi
1198 Okunma
Özer Ataç
Yılmaz Özdil
Baykal nasıl 'milli' oldu?
1178 Okunma
Leyla Okta
Ahmet Taşgetiren
Gençler, ah gençler
1176 Okunma
Zübeyir Erol
Nazlı Ilıcak
Baykal eleştirilerinde haklı mı, haksız mı?
1160 Okunma
2 Yorum
Fatma Karuç
Mehmet Altan
Kırmızı alarm...
1152 Okunma
Mehmet Hikmetumut
Can Ataklı
Ya dinlemeler hedef değiştirirse?
1151 Okunma
Mesut Karaaytu
Fatma K. Barbarosoğlu
Sosyal Problemler konusunda Din ve Diyanet
1127 Okunma
Fatma Zafer
Hayrettin Karaman
Bu CHP ne zaman değişecek
1118 Okunma
Hilmi Altın
Ali Bulaç
Liberal fetva arkadan gelir!
1110 Okunma
Ahmet Yasir Erol
Toktamış Ateş
Hukuk devleti
1091 Okunma
Osman Eskicioğlu
Mümtazer Türköne
Artık Zaman’ı geldi
1083 Okunma
Arif Ersoy
Fehmi Koru
Zürih'te atılan imzaların anlamı
1063 Okunma
Ahmet Kirtekin
Ahmet Hakan
Biraz uzaktan kongre notları
1047 Okunma
6 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Zülfü Livaneli
Hayata dair – 37
1033 Okunma
1 Yorum
Ali Bülent Dilek
Bekir Berat Özipek
Siyasette görme bozukluğunun nedenleri
983 Okunma
Bünyamin Demir