Bu ülke “yaşa!” ve “kahrol!” dışında düşünemez mi?
26.08.2009
Yedi senedir “AKP toplumu dönüştürüyor, ülkeyi dinci bir diktaya götürüyor!” diye yazıyorsunuz.
Yaşa ve kahrol sesleri duyuluyor.
Sonra “Bu ülke daha fazla kanamaya devam edemez. Bir çözüm arayışı varsa diyalog kurulmalı, konuşulmalı! Aslında bu işi sol parti yapmalı” diyorsunuz.
Yine karışık yaşa ve kahrol sesleri duyuluyor.
***
Bu ülkede hayatım boyunca kendimi anlatma güçlüğü çektim.
Belki de bu yüzden bu kadar çok beste, kitap, yazı, film konuşma çıktı ortaya.
Her aracı kullanarak düşüncelerimi kitleye anlatmaya çalıştım.
Çünkü insanların beni sevmesi, sevmemesi, eleştirmesi ya da beğenmesi bir yana, doğru anlaşılmak ihtiyacındayım.
Bana söylemediğim şeyleri mal etmesinler de ister beğensinler, ister beğenmesinler.
Bu koca toplumda herkes bana hak verecek, herkes beni sevecek diye bir ham hayal peşine düşemem.
***
Bunun nedeni Türkiye’nin kamplaşmış olması.
Nasıl insanların Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş aidiyeti varsa ve bu aidiyet tek kelimeyle ya da sloganla anlaşılabilirse, siyasette de aynı anlayış hâkim.
İstiyorlar ki bir jest, bir söz ve bir sloganla siyasi kampını belirt.
Bunu göremeyince kafalar karışıyor.
İyi ama bu kadar karmaşık bir ülkede her şeyi siyah beyaza indirgerseniz, “düşünmek” denilen kutsal uğraşı nasıl başaracaksınız.
Övgü ve küfür arasına sıkışmış bir dünyada analiz olur mu?
Olmaz elbette.
***
Bu yüzden kamplaşma tuzağının dışında kalmaya çalışan benim gibi bağımsız kafalar, sürekli olarak kendilerini anlatma derdiyle karşı karşıya kalıyorlar.
Oysa makul diye de bir şey var değil mi bu dünyada.
Mesela şöyle diyorsunuz:
“Ergenekon’da gerçekten katiller, darbeciler, faşistler var. Bunlar hesap versin!”
Kimi yaşa diyor kimi kahrol.
Sonra şunu ekliyorsunuz :
“Ama bu dava Türkiye’deki birçok eski dava gibi iktidar karşıtlarını ezmek için de kullanılmasın. İnsan haklarına riayet edilsin.”
Bu sefer roller değişiyor ama yine yaşa ve kahrol duyuyorsunuz.
***
Bu nedir arkadaşlar?
Kamplaşa kamplaşa birbirimizi boğazlayacak hale mi geleceğiz?
Durmadan sloganlarla mı konuşacağız.
Türkan Saylan’ın ardından şiir yazan ben.
Demokratik açılım varsa konuşulmalı çünkü kan dökülüyor diyen de ben.
Ve slogancılığı bildiğim için şu cümleyi de ekleyerek: “AKP’nin karşısındayım ve karşısında olmaya devam edeceğim ama benim fikirlerimi başkası söyledi diye fikirlerimden vazgeçemem!”
Bu iki tavır tutarlıdır ve birbirinin devamıdır. Ama tribün sloganı değildir elbette.
Not: Dünkü yazımda Hz. Ali’nin bir sözünü Hz. Muhammed’e mal etmişim. Aslında ben de Hz. Ali olarak biliyordum ama internette yaptığım aramalarda karşıma başka bir sonuç çıktı. Demek ki internet aramaları yeterli olmuyor. Özür dileyerek düzeltiyorum. Sözün aslı “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” ve Hz. Ali’ye ait.
Yorum:
Birbirimizi okumuyoruz.Basın organları kamplaşmış.Yazarlar bağımsız değil.
Yazarların çoğu patronlara göre yazılar yazıyor.Patronsuz basın organları kurulmadıkça
yani yazarlar örgütlenmedikçe halkı kamplaştırmaya devam ederler.Ve batılılar uzaya
giderler biz ise asgari güvenliklerimizi sağlayamadan cehennem hayatı sürmeye devam ederiz.Kendimiz müslümanız cennete sadece biz gideceğiz diye inandığımız halde…
Çözüm ise çoklu basın çalışanları kooperatifleri kurup bağımsızlığımızı kazanmak.
Bakınız; adildüzen seminerleri 109 ve 110.seminerler.