Türkiye’nin önde gelen işadamlarından biriyle geçen gün ‘Kürt açılımı’nı konuşuyorduk. Hükümete pek öyle sıcak bakmayan işadamının değerlendirmesi şöyleydi:
“Hükümetin bu açılımını desteklemek lazım. Bu sorunun silahla çözülemeyeceği artık belli oldu. Ve bu sorunu çözen bir Türkiye havalanır, uçar.”
İşadamının bu sözleri çok açık.
Yaşanan ‘değişim’e işaret ediyor.
Bu dünya evvelce böyle düşünmüyordu. Çareyi ‘silah’ta, ‘sopa’da arıyordu. Özünde askere dayanan devlet politikalarından başka bir reçete akıllara gelmiyordu.
Bir başka deyişle:
Kürt sorununda çözümsüzlüğün bu ülkenin ayağına nasıl bir pranga vurduğu yıllar yılı anlaşılamamıştı bu dünyada...
Şimdi öyle değil.
Bu işadamının sözlerine de yansıyan bir değişim uç vermiş durumda. Devletin ezberleri artık eskisi kadar etkili değil.
Her şeyden önce silaha, savaşa harcanan milyarların Türkiye’de aş ve iş sorununu çözecek topyekun bir kalkınmayı hızlandıracağı görülüyor bu dünyada...
Çok önemli bir gelişme bu.
Kürt sorununu çözüm rayına sokacak bir Türkiye’nin kapısını siyasal istikrar çalar.
Demokratikleşme ve hukuk reformu çalar. Böylece Avrupa Birliği yolculuğu hızlanırken, Türkiye dış yatırımlar açısından çok daha çekici bir ülke haline gelir.
Kısacası:
Siyasal istikrarla birlikte demokrasi, hukuk ve refah alanında Türkiye çok daha iyi bir yere gelir.
Evvelce bu açılardan Kürt sorununun Türkiye’ye nasıl köstek olduğu yeterince anlaşılamamıştı.
Şimdi bu değişiyor.
‘Statüko’nun gerilemesidir bu.
Fakat değişim süreci sancılıdır. Öyle kolay olmayacağının altını çizmekte yarar var.
Statüko kolay teslim olmaz!
2000’li yılların başında Kıbrıs’ı anımsayın. Kıbrıs’ta çözümsüzlüğe oynayarak Türkiye’nin AB yolunu torpillemek isteyen ve bunun için yeni 28 Şubat’ları tezgahlamaya gayret eden o 2003-2004’ün ‘darbe tertipleri’ni düşünün.
Başarısız kalınca, bu kez Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili ‘Çankaya savaşları’nı hatırlayın.
Bunu da başaramayınca, yüzde 47 oyla seçim sandığından çıkan iktidar partisini kapatmak için oynanan o ‘yargısal darbe’ oyunlarını aklınıza getirin.
Olmadı, ülkeyi darbe ortamına sürüklemek isteyen Ergenekon’cular gözünüzün önüne gelsin.
Bütün bunlar ‘statüko’cuların,‘kurulu düzen’den yana olanların marifetidir. Fazla ‘demokrasi’den hazzetmez statüko! Avrupa Birliği’ndeki kadar demokrasinin, yani birinci sınıf demokratik hukuk devletinin Türkiye’yi böleceğine inanır.
İşte bu düşünce tarzıdır, 2003-2004 darbe tertiplerinin altında yatan...
Bugün de bu güçlerin yine kıpır kıpır oldukları konusunda herhangi bir kuşkum yok.
Statüko yine ayakta!
Hükümetin ‘Kürt açılımı’ ve bu açılımın kabartmaya başladığı umut dalgası ‘statükocular’ın tüylerini diken diken etmiş durumda. Buna karşı uyanık olmak gerekiyor.
Şimdi önemli olan ne mi?
Her şeyden önce en aykırı, en ters görüşlerin bile serbestçe tartışılmasını sağlamaktır. En ters görüşlere bile kulak vermektir.
Özgür bir tartışma ortamından korkmamak gerekir.
Bunu başarabildiğimiz ölçüde rahatlayacağız.
Asmaktan, kesmekten, vatan hainliğinden, kötü adamlıktan, düşmanlıktan söz etmek yerine, herkesin kendi fikirlerini uygar bir üslup içinde açıklamayı öğrenmesiyle Türkiye gevşer, rahatlar.
Sorunun şiddetle, silahla, sopayla bağını koparabileceğimiz barışçı bir zemin bu sayede oluşur.
Korkacak bir şey yok!
Kürt sorununu konuştukça mesafe alırız. Ne kadar birbirimizi anlamaya çalışırsak, o kadar iyi şeyler olur.
Nitekim oluyor da...
Unutmayın.
Yaşanan demokrasi kavgasıdır, yaşanan barış kavgasıdır, değişimle statüko arasında...
Evet öyle, Kürt sorununu çözen, hatta barış içinde çözüm rayına oturtan bir Türkiye havalanır, uçar.
Ben de böyle düşünüyorum.
Yorum:
Bu yazı üç noktaya değinmektedir: (i) Kürt sorununun çözümünün Türkiye’ye katkısı, (ii) çözümsüzlüğün nedenleri, (iii) çözüm için önemli olan noktalar.
Kürt sorununun Türkiye’nin gelişimi için büyük sorun oluşturduğu bellidir. Çözümüyle birlikte gerek ekonomi gerekse demokrasi açısından büyük bir ivme kazanacağımız kesindir. İlk noktaya diyeceğim pek bir şey yok. Lakin çözümün Türkiye’ye bir şey kazandırmayacağını düşünsek bile bunun bir insan hakları sorunu olduğunu unutmamalıyız. Devlet varlık amacını hatırlamalı, kendisine bağlı insanların haklarını korumalıdır. Bunu yaparken de insanların konuştuğu dile, inancına veya etnik kökenine bakmamalıdır. Sonuç olarak devletin birincil amacı bireylerin haklarını koruyup, toplumsal refahı sağlamaktır. Bütün çıkarlarımızı yok saysak bile sırf bu yüzden bu sorun çözülmelidir.
Yazının ikinci kısmına gelince: Yazar çözümsüzlüğün nedenini olarak iki şeye dikkat çekiyor:
Birincisi bu zamana kadar uygulanan yanlış yöntem. Çözüm için savaşçıl yöntemin bırakılması ve barışçıl yöntemlerin uygulanması gerekiyor. Bütün Kürtleri öldüremeyeceğimize göre savaşçıl yöntemlerle bu sorun çözülemeyecektir ki nitekim bugüne kadar çözülememiştir. O zaman savaşı kızgınlaştırmak, daha fazla insan kaybetmek yerine savaşı dindirmek ve barış ortamı yaratmak gerekmektedir. Bunun yolu da sorunun çözüm işini askerden alıp siyasilere bırakmaktır.
İkincil neden ise statükodur. Statüko bugün ortada duran çoğu çözülmemiş sorunların kaynağında yatmaktadır. Ne zaman bir tartışma ortamı olsa (türban sorunu, yeni anayasa, Kürt sorunu…) karşı çıkanlar hep aynı kişilerdir. Bunun temelinde bugüne kadar ellerinde tuttukları siyasi yaptırım güçlerini kaybetmek istemeyişleri yatar. Yukarıdaki yazıda da statükonun faaliyetlerinden örnekler vardır. Statüko yine her zamanki gibi kendi çıkarını düşünerek bu sorunun çözümüne de engel olmaya çalışmaktadır. Fakat bu seferki sorun şu ki kendi içlerinde de bu çözüme destek verenlerin çıkması statükonun çözülmesine neden olmaktadır. Yukarıdaki maddeye (çözümün Türkiye’ye katkısı) statükonun iyice çökmesini de ekleyebiliriz bu açıdan.
Üçüncü noktaya gelince: çözüm için önemli olan nokta herkesin fikrini ifade edebilmesidir. Biz aydınlanma çağını yaşamadık ve bu yüzden de o dönemde oluşan fikirlere uzak kaldık. Ben Türkiye’nin aydınlanma çağına son 5-10 yıl içinde girdiğine inanıyorum. Neydi peki aydınlanma çağında Avrupa’da çıkan fikirler: öncelikle düşünce özgürlüğüydü. Voltaire’in ‘Söylediklerine katılmıyorum ama konuşma hakkını destekliyorum’ cümlesiyle ifade ettiği düşünce özgürlüğü. Biz de Kant’ın Aydınlanma Nedir? adlı yazısındaki gibi korkmaktan ve tembellikten vazgeçip, başkalarının düşünceleri yerine kendi düşüncelerimizi ürettiğimizde aydınlanacağız. Belki de bu çözüm sürecini aydınlanmanın başlangıcı olarak alacağız ileride. Peki bu tartışma ne için önemli? Tartışma ortamı genişledikçe sorunları daha iyi anlayacağız ve böylece çözümlerini ortaya koyabileceğiz. Daha doğru düzgün Kürt sorununun tanımını yapamadıktan sonra neyin çözümünü bulacağız ki?