Kimliğimizin manevi unsurları
1275 Okunma, 0 Yorum
Hayrettin Karaman - Yeni Şafak
Hilmi Altın

28 Ağustos 2009 Cuma

Kimliğimizin manevi unsurları

Ebedî Risâlet ilân ediyordu ki: a) Bütün insanlar Bir Allah'ın kullarıdır. b) Bütün insanlar aynı kökten, aynı aslî maddeden (özellikli bir topraktan) yaratılmış, bir ana-babadan türemişlerdir. Hiçbir şahsın, grubun, rengin, ırkın, soyun diğerinden üstünlüğü ve imtiyazı yoktur. Üstünlük her bir ferdin kendi çabasıyle irâdesini ilâhî irâdeye paralel kılması, hayatını O'nun rızâsı içinde yaşaması ile elde edilecektir.

c) İnsanın yaratılış amacı Allah'a kulluk ve itâattir. Kulluk ve itâat bölünmez bir bütündür. İnsan din-dünya, zâhir-bâtın, ferdî-ictimaî, siyasî, hukûkî... hayatını -bölünmez bir bütün hâlinde- Allah'a kulluk şuuru içinde, O'nun irâde ve rızâsını gözeterek yaşamadıkça kulluk vazifesini yerine getiremez, şirkten kurtulamaz ve ehl-i tevhîd olamaz. Garaudy'nin deyişi ile “Peygamberlerin, gerçek ve bir Allah'a kul olmaya, Allah'tan başka güçlere (tâğûtlara) tapınmayı terketmeye ısrarla dâvetlerinin sebebini anlayabilmek için şuna dikkat etmek gerekir: Kötülük ve bozukluğun asıl kaynağı, ya doğrudan; yahut da dolaylı olarak bir kısım insanların diğerlerine tanrı olmalarıdır. Tarihi incelediğiniz zaman; insanların tanrısız olmadıklarını, ya gerçek tanrıya tapındıklarını yahut da kendilerini tanrı yerine koyan kişilere, zümrelere, sınıflara, partilere itâat ettiklerini görürsünüz... İnsanların sosyal dengeyi gerçekleştirebilmeleri için insandan üstün bir güce ve dünya hayatının hazlarından daha büyük ve yüce bir mükâfata iman etmeleri şarttır. İnsanlar ilâhî otoriteyi tanımaz ve âhiret günü hesabından habersiz olurlarsa, kendi nefislerinin sınırına mahpus olarak yaşarlar. Allah yerine insanı koyan, insan yerine de kendini koyacaktır; çünkü başka bir insanın ondan farklı tarafı yoktur (o da insandır). Dünya hayatı ve hazlarından başka bir beklentisi ve hesabı olmayan kimselerin hedefi ne yapıp edip dünyadan en büyük payı kendisi için koparmak olacaktır; bunun da kaçınılmaz sonucu egoizm, maddî faydacılık, imkân bulanın altta kalanı ezmesi ve sömürmesidir.”

Ebedî Risâletin getirdiği insan anlayışına göre o, ne tanrıdır, ne melektir, ne de hayvanlar zincirinin gelişmiş bir türüdür. Onu Allah Teâlâ insan olarak yaratmış, insan nev'ine mahsus vasıf ve kâbiliyetler, hak ve hürriyetler ile donatmış ve imtihan için ona dünya hayatını takdir buyurmuştur. İmtihan, kâbiliyet ve imkânları amaçlarına uygun -başka bir deyişle ilâhî irâde ve rızâya muvafık- bir şekilde kullanıp kullanmamakla ilgilidir. Allah Teâlâ insana, kendi mülkünde tasarruf vekâleti vermiş, buna hilâfet demiş ve halife kullarına, peygamberleri vasıtasıyla talimât göndermiştir. Bu talimâta uyan, vekâlet ve hilâfeti (aynı mânâda emaneti) hakkıyle îfâ etmiş ve imtihanı kazanmış olacak, uymayan ise kaybedecek, hayat tecrübesini başarısızlıkla, mânevî ticâreti ziyân ile kapatmış olacaktır. Talimâta uymanın meyvası, imtihanı kazanmanın yanında, insan için mümkün ve mukadder olan kemal basamaklarını tırmanmak, nefsi tezkiye ve tasfiye ederek, arıtarak yüceltmek, Allah'a yakınlık devletine ermek, bu devletin hâsıl edeceği marifet ve yakîni elde etmektir.

Değerleri, araç ve amacı yerlerine koymuştur:

İnsanlığın maddî ve mânevî değerlerini, yaratılış amacının en önemli araçlarını tanıtmış ve korunması için etkili tedbirler almıştır. Bunlar “Din, insan hayat ve haysiyeti, akıl, mal ve nesildir.” Yüzlerce âyet ve hadîs bu değerlerin tanınması ve korunması ile ilgilidir.

30 Ağustos 2009 Pazar

Kimliğimizin manevi unsurları (2)

Ebedî Risâlet örnek cemiyet ve hukûk nizamını getirmiştir:Sünnetullah (beşerî ve ictimâî hayatın kanun ve kaideleri) gereği insan, gerek yaşamak ve gerekse yükümlülüklerini yerine getirmek ve yaratılış maksadını gerçekleştirebilmek için küçükten büyüğe doğru sosyal gruplara muhtaçtır. Kur'ân-ı Kerîm'e göre bunları aile, yakından uzağa komşular (sokak, mahalle), akraba zümresi, bölge halkı, millet (kavim), ümmet ve insanlık şeklinde sıralamak mümkündür. Bu grupları oluşturan sosyal râbıtalar farklı olmakla beraber ümmetin râbıtası olan din ve kutsal dâvâ diğerlerine de hâkim gözükmektedir. Ailede içgüdü, sevgi ve dayanışma, diğerlerinde ihtiyaç, işbirliği ve işbölümü gibi sosyal râbıtalar vardır; Kur'ân–ı Kerîm bütün bu râbıtaları tabiî saymış, gerek zümre içi ve gerekse zümreler arası sosyal ilişkilerde din ve ahlâk prensiplerinin hâkim olmasını, ilişkileri bu prensiplerin yönlendirmesini istemiştir. Aileden insanlık dünyasına kadar bütün zümre ve cemiyetlerde hâkim olması istenen prensipleri beş maddede özetleyebiliriz: İnsanın değeri ve saygınlığı, adâlet, genel yardımlaşma, insanlara karşı merhamet ve dostluk, insanlığın lehine ve faydasına olanların kazanılması, aleyhine olanların ortadan kaldırılması.

Kaynağı vahiy, akıl ve tabii ihtiyaç olan İslam hukuku asırlar boyunca mensupları tarafından işlenmiş, geliştirilmiş, ictihad kapısı açık bulunduğu müddetçe ümmetin hukuk ihtiyacını, yukarıda özetlenen amaca uygun olarak karşılamıştır.

Bütün bunlardan sonra dîni -devri geride kaldı diyerek- vicdanlara hapseden, milli kimliği ırka dayalı seküler kültüre indirgeyen, hayatın dinsiz yaşanmasını savunan kimselere sormak gerekiyor:

Tevhid mi gerçektir, şirk mi? Hurafeler ve cehalet mi tercih edilir, yoksa insanı yüceliklere doğru kanatlandıran gerçeğin bilgisi mi? İnsanı hayvanlaştıran; şehvet, maddî haz ve menfâat boyutlarına hapseden evham ve teoriler eskimemiş de, insanı kâinâtın gözbebeği yapan, onu ilâhî emaneti (hilâfeti) yüklenmeye ehil ve lâyık kılan İslâm imanı mı eskimiştir? Halk için diyerek halka rağmen yönetim mi insana yakışır, yoksa her biri yeryüzünün halifesi olan insanların, bu şuur ve sorumluluk duygusu içinde, içlerinden en âlim ve en faziletli temsilcileri seçerek, onları denetleyip tenkît ederek, gerektiğinde değiştirerek katıldıkları yönetim biçimi mi? Zina ve fuhuş mu iyidir, evlilik ve aile mi? Büyükleri ya hizmetçi olarak kullanılan, yahut da huzur(suzluk) evlerinde yalnız bırakılan sistem mi daha insanîdir, yoksa evlâdın ebeveyni, yakının yakını bağrına bastığı, başının üstünde tuttuğu, varlığını onlarla paylaştığı düzen mi iyidir? Zengini daha zengin yapan, yoksulu köleleştiren faiz mi iyidir, âdil paylaşmayı, sosyal adâlet ve refahı getiren ortaklık, dayanışma ve yardımlaşma mı iyidir? Milyonların zararına fâhiş ve haksız kazanç mı iyi, herkesin hakkını gözeten helâl kazanç mı? Zayıfı, geri kalanı, bilmeyeni ezmek ve sömürmek mi iyi, bunların elinden tutup kaldırmak, haklarını teslim etmek mi? Hakkın gücü ve arkası olana verilmesi mi iyi, hak edene, lâyık olana verilmesi mi? Anarşi mi iyi, düzen mi? İnsanların din, renk ve pasaportlarına göre -insan hakları bakımından- farklı muamele görmeleri mi iyi, eşitlik mi? Âdil paylaşma mı iyi, arslan payını elde etmek için didişme mi iyi? Sür'atle tecellî eden adâlet mi iyi, sürüncemede kalan dâvâ ve geciken adâlet mi iyi? Yaralayanı, öldüreni, çalanı, ırza tecavüz edeni hapishânelerde beslemek, sonra affedip suç işlemek üzere toplum içine salmak mı iyi, suçun işlenmemesi için gerekli bütün tedbirler alındıktan sonra suç işleyeni etkili ve caydırıcı bir şekilde cezâlandırarak adâlet ve güveni sağlamak mı iyi...?

 

Yorum:

H. Karamanın iki yazısından üç konuyu seçtim. "Ne" kadar "nasıl" da önemlidir.  Toplumun yapılanması nedir ve nasıl olmalıdır. Toplum kimliğinde manevi unsur ne ve nasıl olmalıdır.

Doğruyu bulmak ve doğrudan yararlanabilmek için ne yapılacağını çözmek kadar, nasıl yapılacağını da çözmek gereklidir. 

Günümüzde moda olan cümleler vardır. Bazılarımız, " herkes eşittir", "kimse kimseye zulmedemez", "insan hakları vardır",  "dokunulmaz haklar vardır",  Bazılarımız da, "bütün insanlar Allah'ın kullarıdır". "İnsanların yaratılış amacı Allah'a kulluk etmektir".  Bazılarımız, "insan tesadüfî evrim sonucu gelişmiş bir varlıktır" derken bazılarımız da "insan aynı asli maddeden (özellikli bir topraktan) yaratılmıştır". "Savaş değil barış" gibi yuvarlak ifadelerin devamında nasılı olmayan cümleleri çokça kullanmaktayız. Bunların önemli bir kısmı gelenekselleşmiş kuru ifadelerdir. Çoğumuz moda olduğu dönemlerde bu cümleleri kullanırız ama irdelemeyiz, irdeleyemeyiz, yaşayamayız. Herkes kendisinden başlayarak bir sorsun bakalım! Kaçımız yetkili, sorumlu olduğumuz alanda yüzde kaç bu kurallara uyuyoruz veya kaçımız yaşamımızda bu konularda yüzde kaç mağduruz. Tartışma konularımızda, mahkemelerimizde bu konulardaki gündem, şikâyet durumu nedir.

 

İnsan bilinçli örgütlenebilen, birikimlerini kendi nesillerine aktarabilen, önceki birikimler üstüne yeni bilgiler ekleyebilen varlıktır.

İnsanların kişiden insanlığa teşkilatlanmalarının temel nedenlerinden biri yetemedikleri durumlarda bir üst grup/topluluk oluşturarak yetebilirlik ölçütüne varmaktır. İnsan tek başına yapamadığı işleri örgütlenerek yapabilir.

İnsanlar ve toplumların kimlikleri vardır. İnsanlar kişi, aile, site, semt/köy, Bucak, İlçe, İl, Bölge, Ülke, Topluluk/Birlik, Dünya İnsanlığı... şeklinde organize olmuştur. Bu organizasyon da toprak ve insan iki temel değer olarak ele alınmıştır. Kişiden insanlığa örgütlenme insanın daha iyi yaşaması içindir. Yaratılışın temel gayelerinden biri de daha iyi iş yaparak daha iyi imkanlar oluşturmadır.

 

Kişinin serbest iradesi ile kişi kimliği oluşturur. Kişilerin serbest iradelerin bileşkesinden topluluğun kimliği oluşur.

Kişiler ve toplumlar göle benzerler. Göle gelen su vardır. Gölden giden, buharlaşan su vardır. Gölde bir yönüyle sürekli biriken su vardır. Bir yönüyle de su sürekli değişir. Gölün bu şartlar altında oluşmuş özel bir kimliği vardır. Kişiler ve toplumların da kendilerine ait maddi ve manevi kimlikleri vardır. Kişilerin kimlikleri değişen ve değişmeyen yönlerinin zamanla oluşturduğu bütünlüktür. Kişideki maddi ve ruhsal değişim sürekli ama oluşmuş kişiliği bozmadan özel bir değişimle gerçekleşir. Kişi hem aynı kişidir hem de her yönüyle sürekli ama özel bir değişim geçirir. Toplumların kimlikleri bireylerin kimliklerinin toplamı değil bileşkesidir. Toplumlar da kişilere benzerler. Bir yönüyle aynı topluluktur bir yönüyle de sürekli ve özel bir değişim içindedir.

 

İnsanın ruh ve bedeni vardır. Toplulukların da insanları ve yerleri vardır. Devletlerin de ulusları ve ülkeleri vardır. Kişi kendi kararını ve kimliğini kendisine gelen bilgileri değerlendirerek verir. Topluluklar bir yönüyle kişilerin kendi kişiliklerini korumalarını sağlar bir yönüyle de ortak kararlar oluştururlar. Ortak karar oluşturamadıkları alanlarda kişiler serbest hareket ederler.  Başka bir ifade ile kişilerin ortak kararı olmayan bir durum o topluluğun kararı veya anayasası olamaz.  Günümüzde en önemli sorunlardan biri "herkes eşittir" gibin genel ve moda olmuş cümlelerin devamında "bu nasıl sağlanır" kısmı üzerinde durulmamasıdır. 

Örneğin aile nasıl olmalı? Diğer varlıklarda mevcut program ailelerinin nasıl olacağını içgüdü/paket program ile aile konusu ve diğer yaşam konuları çözümlenmektedir. Ancak insan kendisi program yapabilen varlıktır. Diğer bir anlatımla programı geliştirebilen bir varlıktır. Diğer varlıklar mevcut programlarını değiştiremezken, geliştiremezken insan bu değiştirme ve geliştirmeyi yapabilmektedir.

Kişi ve toplumların dinsel/inançsal, ekonomik, bilimsel, siyasi alanda doğru yapılanmayı sağlamaları gerekir. Örneğin aile önemlidir, insanı sömüren faizli sistem kötüdür, faizli sistem iyidir, herkes hakkını almalıdır, haksızlık olmamalıdır, zulüm olmamalıdır v.b genel ifadeler yeterli değildir. Bunların nasıl gerçekleştirileceğini ortaya koyan sistemlere ihtiyaç vardır. Yani bunlar "NASIL" "HANGİ YÖNTEM" ile olacak sorusunun da sistem ölçeğinde çözümlenmesi gerekir.  "Toplumların milli kimlikleri şu olmalıdır" demek de yeterli değildir. O NASIL olmalıdır sorusunun da metot çerçevesinde yanıtlanması gerekir. Bazılarımız her şeyi sadece inanca indirgeme yanlışı içine düşmekte, birilerimiz de çözümü inançsal olan her şeyi dışlama yoluna gitmektedir. Ayrıca çatışmacı anlayışla konular tartışılmakta ve çözüm aranmaktadır. Barış ve uzlaşma yöntemi ile çözüm aranmalıdır. Ancak bunun için genel ifadeler yeterli değildir.

Kimliğimizin manevi unsurları içerisinde ulusumuz içinde yer alan bütün insanların ırk, inanç, anlayış vb. değerleri olmalıdır. Hatta bütün dünya insanlarının kimliklerinden yararlanmamız gerekir. Kimliğimizin manevi unsuru bunlardan birine indirgenmemelidir. Din/inanç konusu toplum düzeyinde örneğin devlet düzeyinde bütün dinleri/inançları kapsayacak şekilde örgütlenmelidir. Devlet inançlardan insanların eşit şekilde yararlanmasını sağlayacak model geliştirmelidir. Bu modelin bazı temel çözüm ilkeleri olmalıdır.

-Devlet bir inancı tutmamalı ya da dışlamamalıdır. Bütün inançlara eşit uzaklıkta değil eşit yakınlıkta olmalıdır.

- Bütün inançlar mensupları oranında kamu bütçesinden pay almalıdırlar.

- Bütün inanç mensupları inançlarını açık bir şekilde ifade etme, bunu kimliklerine yansıtma hakkına sahip olmalıdır.

- İnanç kimliği kişinin gizleyeceği, başkasına baskı yapabileceği bir duruma dönüşmemelidir. Bunun için diyanet işleri bakanlığının yapısı ve işleyişi sadece bir inancı, mezhebi, cemaati, tarikatı değil bütün inançları, mezhepleri, tarikatları, cemaatleri kapsamalıdır. Bitkilerin çeşitliliği, hayvanların çeşitliliği kadar insanların, inançların, ırkların çeşitliliği de önemlidir.

-Kişilerin manevi değerlerinin bileşkesi ile toplumun manevi değeri oluşur.

-Kişilerin, grupların inançlarının kişi ve gruplara yansıması değerlendirilmelidir. Yani ilgili inancın ilgili inanç kişisine ve inanç grubuna sonunda topluma yansıması nasıl olmuştur. Ne gibi faydalar sağlamıştır. Örneğin ilgili inanç ilgili kişi ve gruba ahlaki anlamda hangi katkıları hangi oranda sağlamıştır. Hırsızlık, sarhoşluk,  baskı, zülüm, küfür, kavga, temizlik v.b yönleriyle ilgili inançlar değerlendirmeye alınmalıdır. İnançlar şeffaf bir ortamda yarışmalıdır.

-Bir inanç grubunun diğer inanç gruplarını baskı altına almaması için yani inanç tekeli olmaması için kurallar konmalıdır. Örneğin insanların inanç tercihlerini kullanabilmeleri için en az 5 inanç olmalı ve bu inanç grupları bütçeden inançlara ayrılan payların 1/5'inden fazla pay almamalıdırlar. 1/20'den daha az temsil edilen inançlar da inanç karmaşasına neden olmamak için kendilerine en yakın olan inanç grubu içinde değerlendirilmelidir ve ortak hareket etmelidirler...

Bu ve benzeri nasılı ortaya koyan ilkeler belirlenmelidir. Bu şekilde konan ilkelerle kimliğimizin manevi unsurlarından biri olan inanç unsuru oluşmalıdır.

İşte, Adil Düzen program çalışmaları sadece ne olmalıyı değil nasıl olmalıyı da açıklayan bir programdır. Bu yönleriyle Adil Düzen programının kamuoyundan uzak tutulmaması, değerlendirilmesi ve tartışılması gerekir.

 

Hilmi Altın






Sayı: 12 | Tarih: 30.08.2009
Abdullah Büyük
Kalpten kalbe yol var
2477 Okunma
Sedat Aksakal
Ahmet Hakan
Yine yeşillendi fındık dalları
1631 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Şevket Eygi
Medâris-i İslâmiye
1496 Okunma
Emine Hocaoğlu
Yılmaz Özdil
Kırmızı plaka
1360 Okunma
1 Yorum
Leyla Okta
Reşat Nuri Erol
Enerji meselesi ve bor madeni
1294 Okunma
Ilker Ardic
Nazlı Ilıcak
Sanatçılar ve açılım
1291 Okunma
1 Yorum
Fatma Karuç
Hasan Cemal
Kürt Sorununu Çözen Bir Türkiye Havalanır, Uçar Di
1290 Okunma
Ömer Faruk Koru
Hayrettin Karaman
Kimliğimizin manevi unsurları
1275 Okunma
Hilmi Altın
Ahmet Altan
Canınızı sıkmayın
1257 Okunma
Özer Ataç
Toktamış Ateş
Kürt Açılımı (3)
1248 Okunma
Osman Eskicioğlu
Mahir Kaynak
Pazarlık var mı?
1221 Okunma
Süleyman Karagülle
Fikret Bila
Açılımda Yeni Yaklaşımlar
1209 Okunma
Harun Özdemir
Bekir Berat Özipek
Bakın Şu “Yugoslavya”dan Söz Edene!
1197 Okunma
Bünyamin Demir
Ruşen Çakır
Türk’ün Türk’e açılımı
1186 Okunma
Tayibet Erzen
Mehmet Altan
Amerika Dalan’a neden vize vermedi?
1180 Okunma
Mehmet Hikmetumut
Mümtazer Türköne
Açılımdan vazgeçsek!
1167 Okunma
Arif Ersoy
Ahmet Taşgetiren
30 günlük kişilik diyeti
1158 Okunma
Zübeyir Erol
Zülfü Livaneli
Bu ülke “yaşa!” ve “kahrol!” dışında düşünemez mi?
1145 Okunma
Ali Bülent Dilek
Cengiz Çandar
Kürtleri Kürt olarak yaşatmak sorunu...
1145 Okunma
Ekrem Fildişi
Can Ataklı
Bundan sonrası karışık
1102 Okunma
Mesut Karaaytu


© 2024 - Akevler