***
TAHA SÛRESİ - 19. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
أَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ فِي مَسَاكِنِهِمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِأُولِي النُّهَى (128) وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَكَانَ لِزَامًا وَأَجَلٌ مُسَمًّى (129) فَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَا وَمِنْ آنَاءِ اللَّيْلِ فَسَبِّحْ وَأَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضَى (130) وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَى مَا مَتَّعْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ فِيهِ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَأَبْقَى (131) وَأْمُرْ أَهْلَكَ بِالصَّلَاةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا لَا نَسْأَلُكَ رِزْقًا نَحْنُ نَرْزُقُكَ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوَى (132)
***
أَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ
EaFaLaM YaHDi LaHuM (EaFaLaM YaFGıLu LaHuM)
Onlara hidayet etmedi mi?
Buradaki هُمْ zamiri i’raz edenlere gitmektedir; ortaklık sistemini kabul etmeyenlere, hicret demokrasisine kulak vermeyenlere, hakemliği kabul etmeyenlere, barış düzenine karşı olanlara, hâsılı tüm Dolar perestlere (paraya tapanlara) hitap ediyor.
AK Parti doları düşürmekle uğraşıyor. Oysa o doları yok saymaları, âlemlerin rabbi olan Allah’ın dolarını yani altının revacını sağlamalıdır.
Kur’an nazil olduğu zaman yeryüzünde iki güç vardı; Romalılar ve Sasaniler. Bunlar çatışıyor, dünya da onlardan kimin galip geleceğini tartışıyordu. Kur’an da dünyaya Kur’an’ın hâkim olacağını anlatıyordu. Mekkeliler buna gülüp geçiyorlardı. Kur’an’ı kabul edenler de böyle bir şeyi akıllarından bile geçirmiyorlardı.
Bugün de iki güç var; Sermaye ve Devletler. Bunlardan hangisinin galip geleceği üzerinde tartışıyorlar. Oysa Kur’an açık ayetleri ile üçüncü binyıla Kur’an’ın hâkim olacağını söylüyor ama Kur’an’a inananlar bile bunu duymuyorlar.
Huda nedir?
İnsanlarda dört meleke vardır. İlmin dayanağı olan fikir, ahlakın dayanağı olan his, ekonominin dayanağı olan irade ve yönetimin dayanağı olan ünsiyet. Kur’an bunları değişik kelimelerle anlatmaktadır. اِتِّقَاء takvadan gelir, kişinin kendisini korumasıdır. Bu imani anlamındaki dindir. اِبْتِغَاء arz ve talep kanunlarını içeren بغي’den gelen اِبْتِغَاء kelimesidir. Siyaset ise اِتِّبَاع kelimesiyle ifade edilir yani görevlileri dinlemedir. اِهْتِدَاء hidayettir. İlimle doğru yolu bulmadır. İnsan zihnini gerçeklere götürür. Onlara gerçekleri söylemedi mi, göstermedi mi denmektedir.
Kur’an büyük bir tarihi olayı anlatmaktadır. Haçlı Seferleri ile İslamiyet’i yakından tanıyan Batı, Amerika’yı da keşfedince dünyanın ekonomik merkezi oldu. Ticareti iyi bilen Yahudiler dünyaya istedikleri gibi hâkim oldular. Müslümanlardan öğrendikleri müspet ilme dayanarak ve Hristiyanlığa sonradan karışan hurafeleri de araç olarak kullanıp kiliseyle savaşa girdiler. 20’nci yüzyılda dinleri devre dışı bırakıp ateist kapitalizm ve sosyalizm ile dünya dengesini kurmaya çalıştılar. 19’uncu asırdaki yarım bilgileri istedikleri gibi yorumlayarak insanları kandırabildiler. 1950’lere girdiklerinde zafer elde ettiklerini sanmışlardı. Oysa ondan sonra gelişen ilim tam tersini ortaya koydu. Kur’an’ın ve diğer ilahi kitapların ileri sürdükleri müspet ilimle kanıtlandı. Bugün artık kimse Tanrı’nın yokluğunu ilme dayandırmamaktadır. Sosyalizm çöktü, kapitalizm de çöküyor ya da çöktü bile, dinlere karşı gelme gücü kalmadı.
İslam ülkeleri bağımsız oldular, Papa tekrar eski gücüne doğru gitmektedir. Türkiye’de İslam’ı savunan ilim adamları ortaya çıktı ve Adil Düzen ile dinlerin gücünü gösterdi.
Bütün bunlar hidayeti getirdi.
فَ harfi مَعِيشَةً ضَنْكًا e atıf yapmakta onu açıklamaktadır. Gelinen noktada teknoloji kat kat arttığı halde insanlar aç ve çıplak. Tam bir مَعِيشَةً ضَنْكًا vardır. Fiili muzari değil de fiili mazi gelmesi bugünkü ilmin ortaya koyduğu gerçeklere işaret etmektedir. En büyük darbe Kâinatın 13,7 milyar yıl önce yaratılmasının sabit olmasıyla ortaya konmuştur. Kendiliğinden var olma felsefesini ortadan kaldırmıştır çünkü ondan önce yalnız mekân değil zaman da yoktu. Kelamcıların temel iddiaları bu idi. Zaman da yaratılmıştır.
كَمْ أَهْلَكْنَا
KaM EaHLaKNAv (KaM EFGaLNAv)
“Nicelerini helak ettik”
İnsanlık tarihinin en eski kaynak kitabı Tevrat’tır. Sonra Yunanistan’da Herodot da tarih kitabı bırakmıştır. Müslümanlar tarihi yazmaya başladılar.
Müspet ilmin kurallarına uygun olmadığı için fakihler onu kaynak olarak değerlendirmediler. Tarih müspet ilim olarak ancak kazıların başlaması ile oluşmaya başlamıştır. 18’inci asrın ortalarında İtalya’da Pompei kazıları ile başlayan tarihi araştırma çalışmaları Mısır, Mezopotamya, İran, Anadolu ve tüm dünya da gelişmiştir. Din kitaplarında ve efsanelerde anlatılanlar kazılarla teyit edilmiştir. Yazıdan önce ve yazıdan sonra artık tarih müspet ilim olmuştur. Tevrat’ın ve Kur’an’ın anlattıkları kazılarla hep teyit edilmiştir. Tarihi oluşlar aydınlığa kavuşmuştur. Toplayıcılıkla geçinen insanlar sırasıyla avcılığa, çobanlığa ve tarımcılığa geçmişlerdir. Bıraktıkları araç ve yapılarla uygarlıklar takip edilmektedir. İlk uygarlık Mezopotamya’da Nuh Peygamber ile başlamıştır. Mısır, İbrani, Yunan uygarlıkları ve Hıristiyanlık hep kazılarla tarihlenmiştir.
Böylece bugün ömürlerini dolduran toplulukların helak oldukları ilmen sabittir. İleri uygarlığa ayak uyduranlar yaşamakta, uyduramayanlar helak olmaktadır. Bunu Batı âlimleri de görmüşlerdir. Onlar artık doğruyu ve yanlışı bilmektedirler. Buradaki hidayet götürme değil de göstermedir. Batı müspet ilimlerle gerçekleri görmüştür. Kur’an bunu haber vermektedir.
قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ
QaBLaHuM MiNa eLQuRUvNı (FaGLaHuM MiNa eLFGUvLı)
“Kendilerinden kabl karnlardan “
قَبْلَهُمْ kelimesi أَهْلَكْنَا fiilinin zarfı olarak mefulü olabilir. Daha önce helak ettik manası çıkar yahut الْقُرُونِ kelimesinin zarf olarak hali olabilir. Daha önceki karnları helak ettik anlamı çıkar.
مِنْ قَبْلِهِمْ denmesi hemen kendilerinden önce gelen karnları da helak ettik demektir. Nasıl insanlar doğar, yaşar, ömürlerini doldurur ve ölürlerse Kur’an’a göre de bütün toplulukların böyle ömürleri vardır; doğar, yaşar, yaşlanır ve ölürler. AK Parti’den önce 28 Şubatçılar vardı; şimdi yoklar. Ondan önce Millî Görüşçüler vardı; şimdi yoklar. DYP, ANAP, Demokrat Parti (DP) vardı; şimdi yoklar. Cumhuriyet’ten önce Osmanlılar, ondan önce Selçuklular, ondan önce Abbasiler vardı; şimdi yoklar. Daha önce dinler hâkimdi. Sonra siyaset hâkim oldu. Sonra Sermaye hâkim oldu. Şimdi de ilim hâkim olmaktadır.
Önce toprak tekeli, sonra altın tekeli, sonra sanat tekeli, sonra banka tekeli doğdu. Karşılıksız para ile dünyaya hükmettiler. Şimdi ise yeni tekel geliyor, halk tekeli; yani tekel kalkıyor, merkezi yönetim sona eriyor.
Bu inkılâp Nuh inkılabının tamamlandığı inkılaptır. İnsanlar uygarlaşmaya Nuh’tan önce başladılar. Nuh onlara yön verdi. Nuh inkılabı Kur’an’la tamamlandı. Fiilen ise asrımızda tamamlanıyor. İnsanlık küçüklükten buluğ çağına geçiyor. Artık dadılar onları yönetmeyecek, kendi kendilerini yönetecekler. Demokrasi geliyor. Merkez hâkim değil hadim olacak, halk emredecek merkezler onu yapacaklardır; merkezler emredip halk yapmayacaktır. Halkın emredebilmesi için içtihat, icma, biat ve hakemlik sistemlerinin çalışması gerekmektedir.
يَمْشُونَ فِي مَسَاكِنِهِمْ
YaMŞUvNa FIy MaSAvKiNiHiM (YaFGaLUvNa Fİy MaFAvGıLıHıM)
“Meskenlerinde meşy ediyorlar”
يَسْكُنُونَ demiyor يَمْشُونَ diyor çünkü belki şimdi o evler yoktur ama o yerler aynı yerlerdir. Onlar gittiler, bunlar geldiler. Bunlar gidecekler, sonrakiler gelecekler.
Nasıl canlıların da ömürleri vardır ama her canlı için bu ömür değişikse, toplulukların da ömürleri vardır ve onların ömürleri de değişiktir.
İşçilik dönemi sona ermekte, ortaklık dönemi başlamaktadır. Sermaye yönetimi sona eriyor, ilim yönetimi doğacaktır. Bunu kimse durduramaz. Buna ayak uyduranlar yaşayacak, uyduramayanlar helak olacaktır. Halk yeni düzene uyarsa yaşar, uymazsa helak olup gider.
Evet, işletmelerini ortaklık sistemine uyarlayanlar yaşayacak, uyarlayamayanlar helak olup gideceklerdir. Kur’an’ın söylediği budur. İsteyen duyar, isteyen duymaz.
Onlar meskenlerinde meşy ediyorlar ifadesi haldir. Ya karinlerden yaşayanların halidir yahut şimdi yaşayanların halidir. Zamirlerin ikisi de helak olanlara gidebilir. Yahut biri helak olana diğeri bugün yaşayanlara gider. İkisi de doğrudur.
إِنَّ فِي ذَلِكَ
EinNa FIy ÜAvLiKa
Bunda
Yani geçmiştekilerin helak olması, onların yerine bugün bunların iktidar olması veya yaşaması dünyaya hükmetmesinde denmektedir.
Sermaye düşünmelidir: Ben buraya nasıl geldim. Sermaye terakümüne gerek vardı. Allah bunu sağlama görevini bize verdi, biz de uygarlığı faizli sistemde tamamladık. Artık o düzenin ömrü sona erdi. Ben de gerekeni yapmalıyım. İşçilik döneminden ortaklık dönemine geçmeliyim. Karşılıksız dolar yerine karşılığı olan Altın, Demir, Buğday ve Toprak Bonoları satın almalıyım, halkın bu bonoları çıkarabilmesi için desteklemeliyim demelidir.
Devletler de vergilerini alıp güvenliği sağlamalı; ilme, dine ve ekonomiye karışmamalıdırlar. Halk kendi kendini yönetmeli, semt kooperatifleri içinde istedikleri gibi yaşamalıdırlar. İsteyen hidayette isteyen dalalette istediği gibi yaşamalıdır. Onları hakka çağırmak ne Sermayenin ne de siyasetin işidir, tarikatların yani ahlakın işidir.
لَآيَاتٍ لِأُولِي النُّهَى (128)
LaEAvYAvTin LiEuLiy enNuHAv (La EaFGıLAvTin LiEuLiy eLFuGLAy)
“Nuhalı olanlar için ayetler vardır.”
لَآيَاتٍ ifadesi إِنَّ ‘nin ismidir Bunun için mensuptur. Ayetler köşe taşlarıdır, trafik işaretleridir. Kur’an içinde bir şeriat yolunun ayırım taşlarıdır. Şimdi trafiği tarif eden cihazlar vardır; sağa dön, sola dön der. Böylece sizi istediğiniz yere götürür. Doğa kanunları birer yoldur. O yolları takip ederek istediğiniz hedefe varırsınız. İlkel durumda trafik aracına gerek yoktu ama uygarlık gelişince o sayede yol alıyorsunuz. Kur’an da böyledir, ona uyarsanız sizi selamete götürür, yoksa dalaletin sokaklarında helak olursunuz.
“Nihayet” düzlüğün bittiği ve yamacın başladığı yerdir. Türkçede bunun sonu yok, sonunu düşünmedin mi, sonu iyi değildir gibi deyimler vardır.
Geleceğini düşünüp tedbir almak isteyen kimseyeنُهَى denir.
Gelecekte yapacaklarını planlamak isteyenlere Kur’an’da trafik işaretleri vardır.
İnsanlık uygarlık içinde kaybolmuştur, ne yapacağını bilmemektedir.
Suriye’ye girdik, düşmanı kaçırdık ama şimdi ne yapacağımızı bilmiyoruz.
Seçim oluyor, iktidarı kazanıyoruz ama o iktidarı neye kullanacağımızı bilmiyoruz.
Şimdi oturup geleceğimizi planlamamız gerekir. İşte onlar için Kur’an’da yol gösteren levhalar vardır diyor. Tabi duymak isteyen varsa.
Siz Akevler ortakları, bilin ki Kur’an’da sorduğunuz her şeyin cevabı vardır, Kur’an’dan başka kapısını çalacağınız kaynak yoktur.
YORUM:
Erdoğan’a 9 soru soruyorum (Soruları ana muhalefet lideri sormuş):
Soru 1: ‘Tarımı bitir, çiftçiyi borç batağına sürükle. Samandan mercimeğe bütün tarım ürünlerini ithal et’ diyen dış güçler miydi?
- Evet, dış güçlerdi. Bu şartla AK Parti’yi iktidar ettiler. Millî Görüş kabul etmedi. Ecevit beceremedi. AK Parti kabul etti. Kötü yaptı denemez. Bugünkü duruma böyle geldik. Durumun değerlendirilmesi gerekir. Enflasyon etkisiz hale gelmeli, borçlar ödenmelidir.
Soru 2: ‘Yandaşlarına Türkiye’nin en büyük ihalelerini dolar endeksli ver, daha çok kazansınlar’ diyen dış güçler miydi?
- Bu hep böyle yapılıyor çünkü içte bunları yapacak firma yoktu. Bundan sonra dış firmalara ihale verilmemelidir. İhaleler mümkün olduğu kadar küçültülmelidir.
Soru 3: ‘Yandaşlarına verdiğin ihalelere dolarla gelir garantisi ver’ diyen dış güçler miydi?
- Dolar garantisi yanlıştı ama başka türlü de sermaye gelmiyordu. Ulaştırma işletmeleri vakfiyelere çevrilmeli. Bütün işletmeler birleştirilmeli. Yap-işlet-devret uygulaması mevcut işletmelere zarar vermeyecek şekilde düzenlenmeli. Olan olmuştur. Çıkar yol bulunmalıdır.
Soru 4: ‘Yandaşlarının sözleşme değeri 123 milyar dolar olan projelerine devleti kefil et’ diyen dış güçler miydi?
- Devlet garantisi yanlıştı ama ülke bu sayede kalkındı. Şimdi bütün borçları devlet almalı ve dış borçları ödemeli.
Soru 5: ‘Dövizle borçlanma imkânı olmayan şirketlerin dövizle borçlanmalarına izin ver’ diyen dış güçler miydi?
- Firmalar istedikleri gibi borçlanırlar. Devletin müdahale yetkisi yoktur. Devlet garanti vermez; garanti vermişse artık onu kendi borcu kabul eder.
Soru 6: ‘Türkiye’yi Londra’daki bir avuç tefeciye teslim et’ diyen dış güçler miydi?
- İş yapana enflasyona sebep olmuyorsa faizsiz kredi verilmelidir. Faizli kredi alan kendi bilir, devlet mâni olmaz ama desteklemez de.
Soru 7: ‘Merkez Bankası’na müdahale et. Bağımsız kurumların bağımsızlıklarını sonlandır. Her şeyi sen belirle’ diyen dış güçler miydi?
- Dış güçlerdi, bunda şüphe yok. Merkez Bankası devletin direksiyonudur. Merkez Bankası bağımlılıktan kurtarılmalıdır.
Soru 8: ‘Borç alan emir alır diyordun’, memleketi bu hale getirmek için emir veren dış güçleri açıklayacak mısın?
- Borç alan daima emir alır. Doğrudur. Hep birlikte borcu bitirmeliyiz, dış borçları sona erdirmeliyiz. Bir kuruş pay vermemeliyiz.
- Soru 9: Borç almak için Katar’ın kapısını çalmaya ve yalvarmaya başladın. Şimdi Katar’dan mı emir alacaksın?
- Katar borç vermeyecek, yatırım yapacaktır.
Şimdi AK Parti’nin ne yapması gerekir?
Ana muhalefet partisinin 9 sorusuna istişare ederek cevap vermelidir. Doğru söylediklerini de kabul etmeli ve gereğini yapmalıdır.
İşte Kur’an böyle ayetlerle doludur.
Öz Türkçe ile:
“Evlerinde yürüdükleri nice soyları kendilerinden önce yok ettiğimiz onlara yolu göstermiyor mu? Bunda sonu görenler için kanıtlar vardır.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Meskenlerinde meşy ettikleri karnlerden nicelerini kabllerinde helak ettiğimiz onlara hidayet etmiyor mu? Bunda nuhalı olanlar için ayetler vardır.”
EaFaLaM YaHDi LaHuM KaM EaHLaKNAv QaBLaHuM MiNa eLQuRUvNı YaMŞUvNa FIy MaSAvKiNiHiM EinNa Fİy ÜAvLiKa LaEAvYAvTin Li EuLiy eLNuHAv
أَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ فِي مَسَاكِنِهِمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِأُولِي النُّهَى (128)
***
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ
Va LaVLAv KaLiMaTün (LavLAv FaGıLaTün)
“Ve bir kelime olmasaydı”
Kavli birini muhatap alarak söylersiniz ve ondan cevap beklersiniz. Beklenen zamanda cevap vermezse sözünüz sona ermiş olur.
‘Ben evimi sana 100 000 TL’ye satıyorum’ dedikten sonra, sana o mecliste ‘aldım’ derse akit tamam olmuş olur, artık siz sözünüzden dönemezsiniz, o da dönemez. Meclis dağıldıktan sonra, artık sonradan gelecek cevabın bir önemi yoktur.
Kelime ise böyle değildir. Siz bir sözü söylersiniz. Çok sonraları bilmediğiniz kişi gelse, ‘ben evi aldım’ dese o zaman sözünüzde durmak zorundasınız. Ancak yeni kelime ile eski sözün hükmünü kaldırabilirsiniz. Yasalar bu kelimeye dayanmaktadır. Bir ortaklık kurarsınız, kuralları siz belirlersiniz, isteyenler ortak olsun dersiniz. Biri geldi ve ‘ben ortak oldum’ derse kelime yasa olur.
Allah’ın kanunları birer kelimedir (كَلِمَة). Allah’ın şeriatı birer kelimedir.
Plan ve proje kelimattır (كَلِمَات). Topluluktaki tüm olaylar birer kelimedir. Bir kelime geçmiştir. Bu da uygarlaşma kelimesidir. Evrimdir. Yani nasıl bir çocuk kırk yaşında olarak birden var edilmemişse, insanlık da birden uygar bir topluluk olarak var edilmemiştir. Adım adım gece-gündüz misali evrimleşe evrimleşe oluşacaktır.
سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ
SaBaQaT MiN RabBiKa (FaGaLaT MiN FaGLiKa)
“Rabbinden sebkat etmiş”
Kâinat zaman içinde planlanmıştır. Plan alternatifleri içerir. İnsanların, cinlerin, meleklerin ve ruhların iradeleri ile bunlardan biri oluşur. Bunun için kelime nekre getirilmiştir.
Sermaye yeryüzüne hâkim olacak. Kur’an bunu bildiriyor. Bunu İsrail oğulları gerçekleştirecek diyor. İşte orada söylenenler için de siz dönerseniz ben de dönerim diyor.
İsrail oğullarına dönme fırsatını tanıyor. Faizden vazgeçeceksiniz, karşılıksız paradan vazgeçeceksiniz, tekelden ve merkezi sistemden vazgeçeceksiniz. Varlığınız bunları yaparsanız devam edecek. Vazgeçmezseniz, tarihte geçirdiğiniz acıları yine yaşarsınız. Bu söz olduğu için şartlar oluştuğu halde hala varlıklarını sürdürmektedirler.
لَكَانَ لِزَامًا
La KAvNa LiZaMan (La FaGaLa FiGAvLan)
“Lizam olurdu”
لزم Zamk yapıştırıcı demektir. Birbirine bitişen iki şeyin bitiştiği yer demektir.
لزم Kur’an’da 5, لزب 1 defa geçer. Toplam 6 (2*3) eder.
ل belirliliği, ز zamanda diziyi, م enginliği ifade eder.
Faizli düzenin işi bittiği halde varlığı devam etmektedir. Yani birden değişmemektedir çünkü her değişme bir zaman içinde olur. Biri gidip hemen diğeri gelmez. İnkılapların da bir değişme zamanı vardır. O kurallar içinde oluşur.
İşçilik döneminden ortaklık dönemine geçilmektedir.
Bu geçiş 2000’inci yıllarda olacaktır.
Birinci Akevler uygulaması hazırlık safhası idi. İki binli yılların başlarında AK Parti iktidar olmuştur ve 16 senedir iktidardadır. Daha ilk rüşeym durumunu yaşıyoruz. On bin ortaklı Ar-Ge çalışmaları 50 senelik Akevler’de üretilen Adil Düzen’in uygulama safhasına geçiş önerisidir. Türk milleti bunu kabul eder de denemeye başlarsa, önümüzdeki 50 sene içinde Adil Düzen İşletmeleri dünyaca kabul edilmiş olur. Kabul etmez de desteklemezse, şimdilik başka hazırlıklı kimse olmadığı için bu inkılap ertelenmiş olur.
Bir de ecel-i müsemma var.
وَأَجَلٌ مُسَمًّى (129)
Va EaCaLun MuÇamMav (Va FaGaLun MüFagGaLun)
“Ve müsemma ecel”
Buradaki وَ atıf harfi أَجَلٌ kelimesini كَلِمَةٌ’ye bağlamaktadır. Kelime var. Müsemma ecel kaza ecelinin mukabilidir. İnsanın müsemma eceli 100 yıldır. Şartlara ve kişilerin iradelerine göre müsemma ecel gerçekleşmektedir. Gerçekleşen ecel ise kelimelere bağlıdır. İnsanın iradesi devreye girmektedir. Müsemma ecelin zamanı değişebilir ama kendisi değişmez. İnsan ölümden kurtulamaz. Belki ölüm erkene alınmış veya geç bırakılmış olabilir.
YORUM:
Bizim görevimiz şunu şu zamanda yapmak değildir. Bizim görevimiz gerektiği zaman gereğini yapmaktır. Bu sebepledir ki insan devamlı içtihat yapmakla mükelleftir. Geçmişteki içtihatlar geçmişte kalmıştır, onlar o günkü şartlara göre oluşmuştur. Şimdi ise şimdi gelen vahiy bizi bağlar. Bu sebepledir ki bin sene önceki içtihatlarla amel etmemiz caiz değildir.
İranlılar ölü müçtehitlerin içtihatları ile amel edilemeyeceğine kaniler.
Biz de bu görüşe katılıyoruz.
Bilmiyorsanız bilene tabi olun demiyor, bilene sorun diyor.
Soru ancak canlı olana sorulabilir.
Söyledikleri kelime ile ilgilidir. Başkalarının davranışlarına da bağlıdır. Onların da özgür iradelerine göre sonuçlar gerçekleşecektir. Bazı davranışlarımızdan sorumluyuz, onlar da davranışlarından sorumludur. Biz içtihadımıza göre hareket etmekle mükellefiz, onlar da içtihatlarına göre hareket etmekle mükelleftirler.
Öz Türkçe ile:
“Ve Yetiştiricinden geçmiş bir söz olmasaydı yapışık olurdu ve adlanmış bir süre de vardır.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve Rabbinden sebkat etmiş bir kelime olmasaydı lizam olurdu ve müsemma ecel de vardır.”
Va LaV LAv KaLiMaTun SaBaQaT Min RabBiKa La KAvNa LiZAvMan Va EaCaLun MuSamMan
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَكَانَ لِزَامًا وَأَجَلٌ مُسَمًّى (129)
***
فَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ
Fa üÖBir GaLAy MAv YaQUvLUNa (Fa iFGiL GaLAy MAv YaFGaLUvNa)
“Kavl ettiklerine sabret”
فَ harfi getirilmiştir. Onlara mühlet verilecek, onlar birçok söz söyleyeceklerdir.
On bin ortaklı Ar-Ge ortaklığını kurduğunuzda birtakım sözler söyleyecekler, size belli vaatler yaparak sizi vazgeçirmeye çalışacaklardır. Ortaklarınıza baskı yapacaklar, mallarınızı almayacaklardır. Belli vaatler yaparak işinizi engelleyeceklerdir.
Bunlara karşı sen sabredeceksin, Adil Düzen çalışanı herkes sabredecektir.
وَسَبِّحْ
Va SabBiX (Va FagGıL)
“Ve tesbih et”
Sabredeceksin ve tesbih edeceksin.
Tesbih etmek Allah’ın bir görevlisi olarak O’nun verdiği görevi yapmaktır. Allah kâinatı ve insanları var ettiğinde bir düzen içinde her varlığın ihtiyaçlarını karşılayacak imkânlar içinde var etmiştir. Bazı işlerini ise melekler, ruhlar ve cinlerin yapmalarını istemiştir. İşte, görevleri yapma tespihtir. Tanrı böylece eksik bir şey bırakmamış olur. Bizim görevimiz Allah’ın bize verdiği görevi yapmaktır.
Biz bu görevi nasıl öğreneceğiz?
Biz bu görevi beş vakit namazda öğreneceğiz; fırsat bulursak birlikte, fırsat bulmazsak tek başımıza öğreneceğiz. Bunun için Allah bize namaz kılmamızı emretti. Tek başımıza kıldığımız namazın adı tesbihtir. Tesbih namazın rüknüdür ama namaz bir kurumdur. Ona salat denir. Kıldığımız namaz ise tesbihdir. Tesbih etmek demek, Allah’ın bir halifesi olarak O’nun verdiği görevleri abd/kul olarak yapmak demektir.
بِحَمْدِ رَبِّكَ
BiXaMDi RabBiKa (BiFaGLı FaGLiKa)
“Rabbinin hamdi ile”
حَمْد emeksiz olarak elde edilen ve kişilere bölüştürülen şeydir.
Yeryüzünün ve bütün insanların 60 bin yıldır ürettikleri imkânlar senin içindir, seni cennete götürmek için sağladığı imkânlardır. Sen kendi çabanla cennete layık olacaksın. Hamd etmek için bize verilmiş Rabbin bütün imkânları ile görevi yerine getireceğiz.
Ortaklık düzeni budur.
Topluluk ortaklarına bütün imkânları sağlar, ondan sonra bu imkânları kullan ve benim işlerimi yap der. Hamd ile Rabbini tesbih etin manası budur.
İnsan topluluk içinde özgür yaratılan varlıktır. Günün yarısını evde ailesiyle geçirir, diğer yarısını ise toplulukla birlikte geçirir. Evde 6 saat uyku zamanıdır. Uyanık iken 6 saat evde kalmaktadır. Bunun 3 saatini öğle tatilinde evde geçirir. Diğer 3 saatin 2’sini sabahleyin evde, 1’ini de akşamleyin evde geçirir.
12 saatlik ortak vaktinin 6’sını sabah mesaisinde, 3 saatini akşam mesaisinde, diğer 3 saatini de yatsıda eğitimde geçirir. Her geçişte tesbih emredilmiştir.
1) Vitir, uykudan uyanma zamanıdır.
2) Sabah, sabah mesaisine başlamadır.
3) Öğle, sabah mesaisini bitirmedir.
4) İkindi, akşam mesaisine başlamadır.
5) Akşam, akşam mesaisini bitirmedir.
6) Yatsı, uyku zamanına girmedir.
İşte bu geçişlerde Allah hamd ile tesbih edilecek. Geçmişte hangi araçları kullanarak hangi görevlerini gördüğünü Allah’a arz edecek. Gelecekte hangi görevleri hangi imkânlarla yapacağını arz edecek.
Demek ki namaz âlemlerin rabbine tekmil verme işlemidir.
Bu ayette bu altı tesbihin zamanları anlatılmaktadır.
قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ
QaBLa OuLUvGı elŞaMSi (FaGLa FuGULı eLFaGLı)
“Şems’in tuluundan kabl”
Bu sabah namazıdır.
Güneş doğmadan önce namazlarımızı kılar ve işe gideriz. Gidiş zamanı mesai saatlerine dâhildir. Tulu Güneş’in görünmesi ile başlar. Güneş ışığının dağlarda görünmesi de tulu olarak kabul edilir. Güneş’in ışınları sabah vaktinde atmosfere girer. O tulu sayılmaz.
وَقَبْلَ غُرُوبِهَا
Va QaBLa ĞuRUvBiHAv (Va FaGLa FuGUvLiHAv)
“Ve gurubunun kablinde”
İkindi vakti Güneş batmadan çok öncedir. قَبْلَ kelimesi zarftır. Mastar değildir, dolayısıyla daha önce olmak şartı ile geçerlidir. Cem etmenin cevazı buradan gelmektedir.
وَمِنْ آنَاءِ اللَّيْلِ
Va MiN EAvNAvEi elLaYLi (Va MiN EaFGavLi elLaYLi)
“Ve leylin ânalarında”
اِنَاء yemek yenen kap demektir. Sonraları gecenin yatma zamanına ad olarak verilmiştir. Yatma zamanı geldiği anlamında vakit olarak kullanılmıştır. Bir şeyin gelen vaktine an denir.
Burada آنَاء bir şeyin dönüşme noktasıdır. Sıcak su için kaynama noktası iken, zaman için zamanın değişme noktaları olur. O nedenle Kur’an’da gecenin dönüşme noktaları anlamında kullanılmıştır. Buluşma zamanı için de kullanılır. Randevu zamanı anlamında Kur’an’da kullanılmıştır.
مِنْ ile geldiğine göre gecenin belli bir zamanıdır. Bu da yatma zamanı olmalıdır. Güneş’in atmosferde olmadığı dönemi içerir. Sabah olmadan önceki zamana kadar devam eder.
فَسَبِّحْ
Fa SabBıH (Fa FagGıL)
“Tesbih et”
Haber üzerine فَ gelirse mübteda şartı içerir. Yatsıdaki tesbihi teyit etti, böylece yatsı sohbetleri herkese farzdır. Beşikten mezara kadar burada eğitim görür.
Mekke surelerinden olan bu surenin hassaten yatsı namazına vurgu yapması bizim akşamları yapmakta olduğumuz Yenibosna’daki uygulamalarımızı teyit etmektedir.
Bu husus ihmal edilmemelidir. Diğer vakitlerde bir araya gelemesek bile yatsıda mutlaka bir araya gelip ders yapmalı ve bunu her gün yapmalıyız.
وَأَطْرَافَ النَّهَارِ
Va EaORAvFa elNaHAvRi (Va EaFGAvLa eLFaGAvLı)
“Ve neharın etrafında”
طرف bir şeye baktığınızda onda göze çarpan parça demektir. Görünen organdır. O parçanın dışına da taraf denir. Gündüzün üç önemli zamanı demektir; vitir, akşam ve öğle vakitleridir. Bunlar Güneş doğmadan Güneş’in atmosfere girmesinden sonra başlayan ve gitmesi ile biten zamanı içermektedir.
لَعَلَّكَ تَرْضَى (130)
LaGalLaKa TaRWAy (LaGalLaKa TaFGaLu)
“Razı olursun diye”
Vakitleri bu şekilde ayırıp gününü bilinçli olarak geçiren kimse sonra razı olur.
Rıza nerden doğar?
Önceleri namaz zor gelir. Oysa alıştıktan sonra namaz vakti gelince bir sıkıntı basar, namazı kıldınız mı ferahlarsınız.
Her vakitte ne yaptığınızı ve ne yapacağınızı hesapladığınız için artık çalışmaktan zevk alırsınız, yaşamaktan da zevk alırsınız. İçkiden kumardan, gıybetten zevk almaz hale gelirsiniz. Çevrenizde olanlar namaz kılmasa bile, namaz kılan sağlıklı olur. İsraf etmediğinden dolayı da zengin olur. Kanaatkâr olduğu için de asla geçim sıkıntısı çekmez.
İnsanlar olarak bu mutlu hayatı yaşayabilmemiz için yüz lojmanlı işyeri apartmanlarını kurmalıyız. Burada yaşayanlar beş vakit namazı birlikte kılacaklar, bir araya toplanıp bu cennet hayatı yaşayacaklardır. Cehennem hayatından cennet hayatına geçenler veya geçmek isteyenler olursa onlara imkân sağlamalıyız.
YORUM:
Taha Suresi yeni bir uygarlığın nasıl kurulacağını Musa örneği ile anlatmaktadır. Ondan sonra da bize beş vakit namazı nasıl kılacağımızı, hangi vakitlerde kılacağımızı tanıtmaktadır. Ortaklık sisteminde namaz vakitlerinde herkes kendi işine gider; kendisi kendi iradesi ve isteği ile gider. Kimse kimsenin emrinde değildir. İnsanlar özgürdür ama sure birlikte olabilme ve başarılı olma şartlarını da anlatmaktadır. Biz Kur’an ehline isteyenlerin beş vakti birlikte kılacakları imkânları hazırlamamız gerektiğini de hatırlatmaktadır.
Namazın topluluk içinde insanı nasıl özgür kıldığına işaret etmektedir. Herkes kendi işini yapacak ama çalışma ve dinlenme saatleri ortak olacaktır. Birlikte herkes kendi işini yapacak. Bunlar zamanla anlaşacak ve ortak iş yapmayı öğrenecek, böylece kendi istekleri ile ortak beden olacaklardır.
Uygarlaşmanın şartı olan eğitim de böylece sağlanacaktır. Siz genç okuyucularım, iktidar olalım da bunu yapalım diye düşüneceksiniz. Kooperatifler kuralım ve biz halk olarak bu inkılâpları yapalım diye düşüneceksiniz. Topluluk hâline gelmiş olacaksınız.
F. Gülen’in sağ kolu Abdullah Aymaz Akevler’in devamlılarından idi. İnanmış, sadık bir ensar idi. Akevler’i değil de, kendisine yol arkadaşı olarak Gülen’i seçti. Bir gün bana dedi ki; biz Adil Düzen’i güçlenince getireceğiz. Akevler’deki yayınevi ve matbaada bir şiir kitabı yayımlandı (Sabah Yakın Değil Mi?); Soracağız hesabını tarihin, diyordu. Ben istedim ki Sermaye’nin tuzağına düşen Gülen’in arkasından gitmesin, kendisi Adil Düzenci bir Gülen olsun. Bugün başı koparılmış Risale şakirtlerinin bir ümidi olsun.
Siz genç okuyucularıma tavsiye ederim; Kur’an’a dayanarak içtihadınızla elde ettiğiniz sonuçtan başka hiçbir şeyin peşine düşmeyin.
Biz hesap sormakla değil, hesap vermekle mükellefiz.
Öz Türkçe ile:
“Söylediklerine dayan. Yetiştiricini hamd ile güneş doğmadan önce ve batmasından önce arındır ve gecenin içinde de arındır. Gündüzün içinde de. Umulur ki istediğin olabilir.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Kavl ettiklerine sabret. Rabbini hamd ile şemsin tuluundan kabl ve gurubundan kabl tesbih et ve leylin anaında tesbih et. Neharın etrafında da. Böylece razı olabilirsin. “
Fa uÖBiR GaLAy MAv YaQUvLUna Va SabBiX Bi XaMDi RabBiKA QaBLa OuLUvGı elŞaMSi Va QaBLa ĞuRuBiHAv Va MiN EAvNAEi elLaYLı FaSabBiX Va EaORaFa elNaHARi LaGalLaKa TaRWAy
فَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَا وَمِنْ آنَاءِ اللَّيْلِ فَسَبِّحْ وَأَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضَى (130)
***
عَيْنَيْكَ وَلَا تَمُدَّنَّ
Va LAv TaMudDanNa GaYNaYKa (Va LAv TaFGaLanNa FaGLaYKa)
“Ve iki aynını medd etme”
‘Gözlerim kör olsun’ demeyiz, ‘iki gözüm kör olsun’ deriz. Bu iki aynı/gözü ifade etmek içindir. İki aynını meddetme/uzatma iki şeye gözün olmasın demektir.
Batı’nın dolarında ve silahında gözün olmasın. Onu para ile yenmeyi düşünme, onu silahla yenmeyi düşünme. Onu veya onları uygarlıkla, ilimle ve adaletle yani Adil Düzen ile yenmeye çalış.
AK Parti dolarla yenmeyi, Gülen silahla yenmeyi hedefledi. Oysa Akevler Adil Düzen ile savaşa girdi. Onlar başardı gibi geliyor ama biz ise geri kaldık, yaya kaldık ama onlar bize imkânlar hazırladılar. Tüm dünya şimdi Kur’an düzenine kulak verme hazırlığındadır. On bin ortaklı Akevler Ar-Ge çalışmasından sonra insanlık/insanlar fevc fevc Allah’ın dinine/düzenine geleceklerdir.
إِلَى مَا مَتَّعْنَا بِهِ
EiLAv MAv MaTaGNAv BiHIy (EiLAv Ma FagGaLNAv BiHIy)
“Onunla temti’ ettiklerimize”
مُتْعَة üzerine ev eşyasının konduğu yüksekçe yer; sonra buraya konan eşyaya meta denmiştir. Bir şeyden yararlanmaya تَمَتُّع denir.
م genelliği, ت varlığı, ع etkiyi ifade eder.
Menfaatte o sana fayda verir. Meta’da sen ondan faydalanırsın. Elde ettikleri büyük servet ve zenginliktir. Ortaklık sisteminde büyük sermaye terakümü yoktur. Bunun yerine herkesin yararlandığı şeyler vardır. Burası çok önemlidir.
Benim param olsun, ben onunla iş yapayım, insanlara hükmedeyim... Dolarım olsun...
Oysa benim imkânım olsun, yararlanayım, zekât vereyim, hayır yapayım...
أَزْوَاجًا مِنْهُمْ
EaZVaCan MiNHuM (EaFGAvLan MiNHuM)
“Onlardan ezvac”
زَوْج eş demektir, أَزْوَاج çoğuldur. زَوْجَان grup (çift) demektir. أَزْوَاج gruplar demektir. Onların hepsi zengin olmaz.
Marks faizli sistemi anlatırken sermayenin tekellerde toplanacağı ve sonunda yeryüzünün birkaç aile veya kişi tarafından yönetilmeye başlanacağı, sonunda bu dünya devletinin yıkılacağını, yerine komünizmin geleceğini söylemiştir. Komünizmin nasıl bir şey olduğunu ve nasıl işleyeceğini açıklayamamıştır. Sadece din yok, aile yok, devlet yok, mülkiyet yok demiştir. Yoklarla tarif etmiştir. Marks’ın bu tarifi tarif olmamıştır.
Marks’ın dedikleri hep gerçekleşmiş, ne var ki komünizm gelmemiştir.
İşte, Kur’an burada Marks’ın tekelleşerek dünyaya hükmedecek Sermaye ve devletlere işaret etmektedir. Tarihi gelişmeyi bildirmektedir. Bugün yeryüzünde tekel Sermaye ile işbirliği yapmış olan tekel siyaset vardır, bürokrasi vardır. İnsanlar Sermaye’den çektiklerinden daha fazlasını bürokrasiden çekiyorlar.
İnsanlığın çözmesi gereken sorunların başında karşılıksız para gelmektedir. İkinci sorun bürokrasidir. Devletin imkânlarını ellerine geçiren kadro Sermaye’den daha etkili olarak halkı sömürmektedir. Halk bürokrasi ile mücadele edeceğine, bürokrat olup sömürenler arasına geçme çabası içindedir. Demek ki zenginler daha çok zengin olup çalışanları sömürmese hiçbir canlı intihar etmez. Bürokrasi ile de sorun çözülemez. O halde çözüm halkın halk olarak örgütlenmesidir. Bu da ancak Hizmet ve Dayanışma Kooperatifleri ile mümkündür.
Sermaye ve bürokrasi yoluyla çözmeye yeltenme diyor, Kur’an.
Evet, Millî Görüşçüler de Gülenciler de burada yanılıyorlar; biri siyasetle, diğeri bürokrasi ile sorunları çözeceğini zannetti.
زَهْرَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا
ZaHRaTa eLXaYAyTi elDuNYAy (FaGLaTa El FaGaLaTi elFuGLAy)
“Dünya hayatının zehrası olarak”
زَهْر çiçek demektir.
Zemheri her tarafın karla kaplı olduğu zamandır.
زهر Kur’an’da 1, زهد de 1 defa geçer. Toplam 2 eder.
ز zamanda diziyi, ه boşluğu, ر tekrarı ifade eder.
Çiçek nedir?
Böcekleri kendilerine çekmek için bitkilerin çağrısıdır. Böylece böcekler gelirler, besinlerini alırlar, bu arada erkek hücreleri alıp başka çiçeklere taşırlar.
Makam ve servet işçilik sisteminde birer çiçektir. İşçiler gidip oralarda iş yaparlar. Böylece emek karşılığı ücret alıp yaşarlar. Kur’an işçilik sistemini böyle tanımlamaktadır. İnsanlık 500 senedir bu sistemle uygarlığını kurmuştur.
Bu düzen canlıların düzenidir. Burada insan iradesi ve sorumluluğu yoktur. İnsanlar verilen işi yaparlar ve ücretlerini alıp giderler. İşçi olan insanlar hayvan mesabesindedirler. Kendi içtihatları ile ve kendi iradeleri ile iş yapmazlar.
Oysa Kur’an insanları hayvanların üstüne çıkarmayı hedeflemektedir, kendi iradeleri ile yaşamalarını istemektedir. Tanrı’nın halifesi olmalarını istemektedir.
Biz bu sistemi benimsemeyeceğiz. Mevcut işçilik sistemini de o sistemi de yıkmaya çalışmayacağız. Onların servetlerinde ve makamlarında gözümüz olmamalıdır.
لِنَفْتِنَهُمْ فِيهِ
LiNaFTiNaHuM FIyHı (LiFıGLaHuM FİyHi)
“Onunla onları fitnelememiz için”
Fitne etmek maden filizlerinden oksijeni ayırıp cevheri ortaya koymak içindir.
Kuvvet uygarlıkları çatışma uygarlıklarıdır, savaş uygarlıklarıdır. Hükmedebilmek için durmadan çatışırlar, böylece uygarlaşma meydana gelir.
Canlılar arasında da böyle bir yarış vardır. Canlıların yeryüzünü kaplamaları bu sayede mümkün olmaktadır. Kuvvet uygarlıkları enam uygarlıklarıdır. Onlar şeytan hizbidirler. Onlar da ilahi kaderin içindedirler. Onlarda çatışma vardır, bizde yarışma vardır. Onlarda savaş asıldır, bizde barış asıldır.
وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَأَبْقَى (131)
Va RizQu RabBiKa PaYRun Va EaBQAv (Va FiGLU FaGLiKa FaGLun Va EaFGaLu)
“Ve rabbinin rızkı ise hayırlı ve ebkadır.”
Hak düzeni ile kuvvet düzenini iyi kavramamız gerekmektedir. Kuvvet düzeninde insanlar birbirleri ile çatışmaktadırlar, savaşmaktadırlar. Hayat mücadeleden ibarettir. Kazanan yaşar. Diğerleri elenir gider. Bu düzen hayvanlar âleminin düzenidir.
Hak düzeninde ise barış vardır, dayanışma vardır, yardımlaşma vardır ve yarışma vardır. Birlikte kazanma vardır. Hizmet ve Dayanışma Kooperatifi’nin manası budur. Merkez hükmedici değil hizmet edicidir. Kur’an bunlara rabbının rızkı diyor. Servet veya silah hâkim değildir. Herkes çalışmakta ve yaşamaktadır. Sermaye vardır, semtlere hizmet vermek için; onların mallarını en az kârla üreticiden tüketiciye ulaştırmak için. Yönetim vardır, hakem kararlarını uygulamak için. Bunlar halka hükmetmezler, halka hizmet ederler. Hâkim olanlar hakemlerdir, hakemlerden oluşan yargıdır.
Yüz lojmanlı işyeri apartmanlarında semtler oluşacak. Her semt binlerce sene yaşayacaktır. Ebgadır. Her semt huzurlu yaşayacaktır. Burada yaşayanlarda aş sorunu, iş sorunu, eş sorunu, piyasa sorunu olmayacaktır.
Kimse kimseye hükmetmeyecek ama kimse kimsenin mahkûmu da olmayacaktır. İşçi-patron yok, ortak var. Hükmeden piyasadır. Hükmeden arz ve talep kanunlarıdır. Hükmeden senetlerdir. Hükmeden hakemlerdir.
Buradaki وَ harfi rabbinin rızkı onların servetlerinden ve iktidarlarından farklıdır. Biz iktidar olmaya çalışmayacağız. İktidar olanların kuvvet düzeninden hak düzenine geçmelerini isteyeceğiz. Yani biz ne servet sahibi ne de iktidar sahibi olacağız. Biz kendi kooperatifimizde barış içinde yaşamayı deneyeceğiz.
Akevler bunu yarım asır içinde başardı. Şimdi ikinci yarım asrın eşiğindedir. İnsanlığa Adil Düzenini fiilen uygulamalı olarak sunacaktır, inşallah. Bizim onların dolarında gözümüz yoktur. Biz parasız iş yapacağız. Bizim onların silahında da gözümüz yoktur, barış içinde başaracağız. Biz askerliğimizi yaparız, vergimizi veririz, kanunlara uyarız, mahkeme kararlarına boyun eğeriz. Bizim onlardan istediğimiz tek şey, diğerlerine tanıdıkları hakları eşit şartlar altında bize de tanısınlar. Farklı muamele istemiyoruz, farklı baskılar yapmasınlar.
50 seneden beri Akevler’e iktidarların yaptığı zulmün hakemlerden oluşan yargıda tespit edilmesini talep ediyoruz. Bizim ihtiyacımız olduğu için değil, onların ibrası için istiyoruz. Yoksa Rabbimizin bize olan rızkı yeter de artar da. Allah bize hesap ettiklerimizden fazlasını başka yerlerden vermektedir.
YORUM:
Namaz ayetinde bizim günlük hayatımızı nasıl düzenleyeceğimizi anlattı. Bu ayette de iş hayatımızı anlattı. Bize ortaklık sisteminin ilkesini koydu. Rabbinin rızkı dedi. İşçilik sistemini de kendisinin verdiğini söyledi ama rab sıfatı ile değil tanrı olarak verdiğini ve geçici olduğunu bildirdi. İstanbul’da bir dersiam vardı; peygamberler silsile-i musaddikindir, filozoflar silsile-i mütekezzibindir derdi. Kuvvet uygarlıkları birbirlerini yok ederler. Hak uygarlıkları ise kat üzerine kat çıkarlar. Biz bizden öncekilerin icmalarını aynen kabul ediyor ve yeni uygarlığı onların uygarlığı üzerine kuruyoruz. Hak uygarlıkları kat kat yükselmektedir. Oysa kuvvet uygarlıkları bir kat sonra yok olmaktadırlar. Yeni katın yeni kuvvet uygarlığı gelmemektedir. Bu canlılar böylece bizim kat kurmamızı engellemeye çalıştı.
Yasaklara karşı halk direndi. Gizli gizli Kur’an derslerini devam ettirdi. Anadolu’nun dağlarında kaçak medreseler kurdular. Risale-i Nur mektepleri doğdu. Süleyman Tunahan Kur’an medreseleri doğdu. Bütün bunların faturasını ordumuza kesti. Sonunda 1960’tan sonra ordu kendisini güçlü görmeye başladı. Adım adım İslamiyet’e sahip çıktı. Böylece Allah’ın hizbi Sermaye’yi yendi.
Onlar bugün can çekişmektedir. AK Parti ya onlarla bir olup helak olacak ya da bizimle beraber olup üçüncü binyılın kurucusu olacak. Bu ayet bunu أَبْقَى kelimesi ile ifade etmektedir. Onlar çiçek olarak sadece mevsimliktirler. Tohumları toplamak ise bize ait olacaktır. Çiçekler birkaç gün için vardır. Tohumlar ise bir mevsim var olurlar, sonra yeniden çimlenirler ve kıyamete kadar varlıklarını sürdürürler.
Öz Türkçe ile:
“Ve iki gözünü onları sınayalım diye kendilerine kat kat yararlandırdıklarımıza dikme. Yetiştiricinin besini daha hayırlıdır ve daha kalıcıdır.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve iki aynını onları onunla fitne edelim diye onlardan ezvacen temti ettiklerimize meddetme. Rabbinin rızkı hayırdır ve ebkadır.”
Va LAv TaMudDunNa GaYNaYKa EiLAv MAv MatTaGNAv BiHIy EaZVAvCan MiNHuM LiNaFTiNaHuM FIyHı Va RiZQu RabBiKa PaYRun Va EaBQAv
وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَى مَا مَتَّعْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِنْهُمْ لِنَفْتِنَهُمْ فِيهِ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَأَبْقَى (131)
***
وَأْمُرْ أَهْلَكَ بِالصَّلَاةِ
Va üEMuR EaHLaKa Bi elWaLAvTi (Va üFGuL FaGLaKa LiLFaGaLaTi)
“Ve ehline salatı emret”
Bundan bir ayet önceki ayette altı vakit sen tesbih et dedi. Bu husustaki emir kişilere verildi. İbadetlerde zorlama yoktur. Öyleyse namazda da zorlama yoktur.
Bu ayette ehline salatı emret deniyor. Demek ki insanlar aşiretler/ocaklar halinde toplanacaklardır. Sonra kabile/bucak olacaklar, sonra şa’b/il/vilayet olacaklar, sonra kavim/devlet olacaklardır. Bu arada ahlaki-ilmi-iktisadi-idari/siyasi dayanışma ortaklıklarını kuracaklardır. Her başkanın bir ehli olacaktır. Bunlar ilk merhalede aşiret/ocak sakinleridir, bucakta nöbetlilerdir, ilde nöbetlilerdir, ülkede nöbetlilerdir. Bunlar bedel vermek yerine askerliği yani nöbet hizmetini kabul etmişlerdir.
Ezan askerlikte içtima yani toplanma borazanıdır. O komutanın birliğinde olanlar onun ehlidirler. Ezan okunduğu zaman hepsi içtimaa geleceklerdir. Komutan ehlini yani birliğindekileri toplantıya çağırır ve emreder.
Gelmeyenlere ne cezalar uygulanır?
Gelmeyenlere uygulanacak ceza birlikten çıkarmadır.
Ocağını terk eder. Bucağını terk eder. İlini terk eder. Ülkesini terk eder.
Dayanışmada kendisine düşeni yerine getirmeyen ortaklıktan çıkarılır.
Bundan daha adil hüküm olur mu?
İşte, buradaki ehline emret ifadesinin manası budur. Ocak başkanı ocaktakilere salata gelmelerini emreder; gelmeyen ocağı terk eder. Bucak başkanı bucaktaki nöbetlileri salata çağırır; gelmeyen bucağı terk eder. İlde böyle, ülkede böyle.
Ya terk etmezse; o zaman da doğa kanunları çalışır. Hukuk onu korumaz. İsteyen onu öldürebilir ve mallara vârisine bırakılmaz.
Tesbihi emret demiyor, toplantıya katılmayı emret diyor. Namaz kılmasa da ona emrediyoruz. Tesbih emredilmiyor, salat emrediliyor. Bu birinci husustur.
İkinci husus; herkesi değil de sadece ehli olanı yani ona biat edenleri içeriyor. Yani müminleri içerir, bedellileri içermez. Tesbih herkese yani her müslime farzdır. Devlet zorlayamaz. Salat ise müslimlere değil müminlere farzdır. Salata katılmayanlar topluluktan ayrılmak zorundadırlar. Ayrılmazlarsa kanları hederdir.
Bizim yüz lojmanlı işyeri apartmanlarında toplantıya katılmalarını emredebiliriz. Buna uymayanları ortaklıktan çıkarırız. Çıkmazlarsa devlete haber verip çıkartılmasını isteyebiliriz. Kötülüğü en iyi bir şekilde def ederiz. Devlet bizi dinlemez, toplantılara katılmayanları kooperatiften çıkaramazsınız derse, o devleti terk eder hicret ederiz.
Yüz lojmanlı işyeri apartmanlarını kurar ve halkın oralarda yerleşmesini sağladıktan sonra Adil Düzen partimizi kurarız ve seçimlere gireriz. %70’ten fazla oy alır da iktidarı bize teslim etmezlerse, o zaman önce oradan hicret eder, sonra orasını fethederiz.
وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا
Va iÖOaBiR GaLaYHAv (Va iFTaGıL GaLaYHAv)
“Ve onun üzerinde istibar et”
Sabretmek; direnmek, dayanmak demektir.
İstibar ise kendin de sabret demektedir.
Ehlini toplantıya çağır ve sen de onun üzerinde sabret.
Yatsı namazlarını kılıyoruz. Kimse gelmeyebilir. Tek başına sen kalabilirsin ama sen sabredeceksin, toplantı saatlerinde oraya varacaksın. Orası o saatte açıktır der ve bir gelen olur.
Ben hayatım boyunca böyle beş vakit namazı birlikte kılan bir cemaat oluşturmak istedim. Önce evleri bir yere taşımayı teklif ettim; başaramadım. Sonra her apartmana mescit koydurdum; başaramadım. Yenibosna’da yatsı namazlarını birlikte kılmaya başladık; cemaat gittikçe azaldı. Yalova’da bile sabah namazına hiç kalkamıyoruz, diğer namazları da gün gün birlikte kılamıyoruz, üç gün/gece ben orada yokum, İstanbul’dayım. Perşembe ve Pazar günleri varım ama kılamıyoruz. Kaldı üç gün. Bir de herkesin yaz tatili var. Hayatımda böyle bir imkânı elde edeceğimi sanmıyorum.
Bir gün siz yüz lojmanlı işyeri apartmanlarını yapar, oraya taşınır, günde beş vakit namazı cemaatle kıldığınız zaman; Allah size bu ihsanı yaptığı için hamd ediniz.
Allah’a hamd ederim ki bu hususta attığım adımlarda kısmen de olsa hep başarı elde ettim ve Allah başka şeyleri de bana ihsan etti.
لَا نَسْأَلُكَ رِزْقًا
LAv NaSEaLuKa RiZQan (LAv NaFGaLuKa FıGLan)
“Senden rızık sual etmiyoruz”
Önceki ayette tesbihi, bu ayette salatı teşri etti. Önceki ayette ortaklık ekonomisini teşri etti, bu ayette ortak olmanın şartlarını anlatmaktadır.
Biz kooperatife üye/ortak olmaya davet ederken kimseden yardım istemiyoruz, onlardan ortak olmalarını istiyoruz, onların da yararına olan bir ortaklık talep ediyoruz.
İzmir Akevler bir yerden faizli/faizsiz bir kuruş kredi almamıştır, özel veya devlet yardımını kabul etmemiştir. Bize gelenlerin ortak olmalarını istemiştir. 50 sene sonra da herkesi zarara sokmadan bazı çalışmalarını sonlandırmıştır. Şimdi İzmir Akevler Kooperatifi kendi imkânları ile yaşamaktadır. Kendi anlayışı içinde Adil Düzeni uygulamaktadır.
İstanbul’daki Üsküdar ve Medhal çalışma grupları da öyle yapmaktadırlar.
Yenibosna ile Yalova’da Ar-Ge çalışmalarına devam etmektedir. Arsası var, 7 veya 8 dairelik sermayesi var, inşaat sürüp gidecek, oradan gelen gelirle Genel Hizmet yapılabilecektir. Ayrıca atölyesi ve yazıhanesi var. Orada Ar-Ge çalışmasını yapacaktır. Mevcut imkân ve ortakları ile çalışmaya devam edebilir.
On bin ortaklı yeni girişimimiz sizden bir şey istediğimiz için değildir. Sizden kazanmak için sizi ortaklığa davet etmiyoruz. Sizin faizli düzen batmaktadır. Her gün alarm zilleri çalıyor. Sizin partileriniz bize kulak vermiyorlar. Sizi uçuruma götürüyorlar.
Allah bize emretti, Allah’ın bizlere söylediklerini size aktarıyoruz. Allah size imkân hazırladı, bize emretti. Biz sadece O’nun emrini size duyurduk. Sonuç O’na aittir. Biz hiçbir güce sahip değiliz.
نَحْنُ نَرْزُقُكَ
NaXNu NaRZuQuKa (NaXNu NaFGaLuKa)
“Biz seni rızıklandıracağız”
Ortak beş bin lira verecek ve bize ortak olacak. Biz biriken para ile yer alacağız. Yer dört beş misli kazanacak. Biz sadece komisyonumuzu alacağız. Biz almayacağız, Allah yani topluluk alacak. Biz onun tahsildarıyız. Kendimize almıyoruz. Yenibosna’da çalışan arkadaşlarımız yalnız emeklerini değil paralarını da veriyorlar. Allah’a veriyorlar. Siz Akevler’e ortak olursanız gelecek rızkınızı garantilemiş olacaksınız.
Faizli düzen batacaktır. Faizsiz düzenin Ar-Ge çalışmasını yapıyoruz ve sizi ortak etmek istiyoruz. Kazanırsak beraber, zarar edersek beraber diyoruz. Çalışanları kazançta ortak ediyoruz ama onlara ücret vermiyoruz.
Şimdi Yenibosna’dan ayrılanlar ücret alarak ayrılmış olmaktadırlar. Ne var ki onların ücretleri sizin paylarınızdan değil, bizim elli senelik elde ettiğimiz imkânlardan karşılanmaktadır. Yani Allah’ın payından karşılanmaktadır.
وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوَى (132)
Va eLGaQıBaTu Li elTaQVAy (Va elFaGıLaTu Li elFaGLAv)
“Ve akıbet takvanındır.”
Bugün Araplar da bazı kelimeleri yanlış kullanıyorlar. Bunlardan biri İslam kelimesidir. İslam Âdem’den başlayıp kıyamete kadar sürüp giden hak düzenin adı olduğu halde, bugün sadece Kur’an düzeninin adı olmuştur. Din düzen anlamında olduğu halde ittika anlamında anlaşılmaktadır. Din düzendir. İlmi, ameli ve takvayı içine almaktadır. Takva ise bugün din olarak adlandırdığımızdır.
Takva وقي kökünden gelmiş bir kelimedir, kendisini koruyan anlamındadır. Yani saldırma üzerine değil, savunma üzerine dayanır. Kuvvet uygarlıkları uygarlıklarını saldırı üzerine kurarlar. Hak uygarlıkları ise uygarlıklarını savunma üzerine kurarlar. İslam devletleri dünyayı fethetmişlerdir ama halkı saldırıdan korumak üzere fethetmişlerdir.
Selçuklular Anadolu’yu fethettiler, Hıristiyanlar zengin oldu. Fatih İstanbul’u fethetti, Rumlar ve Ermeniler dünyaya hükmetmeye başladılar. Hangi Müslüman devleti fethettiği ülkenin halkını kılıçtan geçirmiş veya fethettiği topraklardan kovmuştur?
Bunun tek istisnası vardır; Türkiye Cumhuriyeti. O da bunu İslam devleti olarak değil, laik devlet olarak yapmıştır. Yeryüzü zulüm değil takva üzerine kurulacaktır; لِلْمُتَّقِينَ demiyor, لِلتَّقْوَى diyor. Kişilerden değil, düzenden bahsediyor.
YORUM:
Kur’an’ı yorumlarken bazı varsayımlarımız vardır. Bunların bir kısmı fukahaya aykırıdır. Kur’an’da Allah kelimesi bazen devlet olarak manalandırılır. Vergi Allah hakkı olarak görülür. Bazılarını da biz varsayım olarak kabul ettik. Erkek kurallı çoğulu tüzel kişiliği olan topluluklar olarak manalandırdık. Rab kelimesini dayanışma ortaklıkları şeklinde anladık. Kur’an’ı böylece baştan sonuna kadar yorumluyoruz.
Biz bu yorumu yaparken aynı zamanda uyguluyoruz, kooperatifte yaşıyoruz. 50 yıllık uygulama bugünkü duruma getirdi. Şimdi bütün çalışmalarımızı Semt Kooperatifleri üzerine çevirdik. Kur’an’ın ifadelerini Semt Kooperatiflerine göre açıkladık.
Bizimki bizim için doğrudur. Risale-i Nur şakirtleri için de Bediüzzaman’ın açıklamaları doğrudur. Süleyman Tunahan’ın açıklamaları da onun takipçileri için doğrudur.
Biri dinde, diğeri ilimde hamle yapmıştır, biz ise kooperatifçilikte hamle içindeyiz.
Akevler Musa’nın yaptığı inkılâbı yapıyor, yeni uygarlık kuruyor. Onunla görevli kılan Allah’tır. Bizi araç yapıyor. Biz yapmıyoruz, O yapıyor.
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve birliğine toplanmaları buyur ve ona dayan. Biz senden besin istemiyoruz. Biz seni besleyeceğiz ve son korunman içindir.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve ehline salatı emret ve ona istibar et. Senden rızık sual etmiyoruz. Biz seni rızk edeceğiz ve akıbet takvanındır.
VaEMuR EaHLaKa Bi elÖaLAvTi Va iÖOaBiR GaLaYHAv LAv NaSEaLuKa RiZQan NaXNu NaRZuQuKa Va eLGaQıBaTu Li elTaQVAy
وَأْمُرْ أَهْلَكَ بِالصَّلَاةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا لَا نَسْأَلُكَ رِزْقًا نَحْنُ نَرْزُقُكَ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوَى (132)
***