TAHA TÂHA SÛRESİ - 11. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
وَلَقَدْ أَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَرِيقًا فِي الْبَحْرِ يَبَسًا لَا تَخَافُ دَرَكًا وَلَا تَخْشَى (77) فَأَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِهِ فَغَشِيَهُمْ مِنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْ (78) وَأَضَلَّ فِرْعَوْنُ قَوْمَهُ وَمَا هَدَى (79) يَابَنِي إِسْرَائِيلَ قَدْ أَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ عَدُوِّكُمْ وَوَاعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْأَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَى (80) كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا فِيهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبِي وَمَنْ يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَبِي فَقَدْ هَوَى (81) وَإِنِّي لَغَفَّارٌ لِمَنْ تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا ثُمَّ اهْتَدَى (82)
***
وَلَقَدْ أَوْحَيْنَا
Va LaQaD EaVXaYNAv (Va LaQaD EaFGaLNAv)
“Ve vahyettik”
Buradaki “Ve” harfi nereye atfetmektedir?
Hazfedilmiş cümlelere atfedilmektedir. Arada birtakım olaylar olmuş, onlar anlatılmıyor ve sonunda Musa’ya vahyedilmiş olduğunu söylüyor. Aradaki olaylar başka surelerde anlatılmaktadır. Musa’nın kıssasını doktora çalışması yapmak isteyen önce değişik surelerde anlatılanları bir araya getirecek, oluş sırasına göre Musa’nın tüm hayatını yazacaktır. Araştırma ekibi bunları yapacaktır. Diyanet İşleri’nde görevli insanlardan bir ekip oluşur ve onlar bunu yapabilirler. Yahudi âlimleri de Kur’an’a inanmasalar bile, Kur’an bizim için ne diyor diyerek benzer çalışma yapmalıdırlar. Bundan sonra ayrı ayrı yerlerde anlatılan kıssaları ele alıp neden bunların bir araya getirilmediğini araştırmalıdırlar. Böylece her anlatılan yerdeki özellikler ortaya konur. Senaristler bu teknikten yararlanabilirler.
“لَقَدْ أَوْحَيْنَا” ifadesi Kur’an’da iki defa geçmekte, başka yerde Muhammed için söylenmektedir. Sana vahyettik diyor. Benzer bir olay vardır. Musa geceleyin Mısır’dan kaçmıştır. Muhammed de geceleyin Mekke’den çıkmıştır. En büyük benzerlik, kavmi Musa’ya eksiksiz olarak katılmıştır, Muhammed’in iman edenleri de eksiksiz olarak katılmışlardır.
Şimdi biz neden başaramıyoruz?
Kaçımız bir araya gelip hicret ettiğimiz zaman ben de geliyorum desin de geride kalmasın. Hilmi Altın Yalova’ya gel dediğimde, bana, Belkahve’den (İzmir Kemalpaşa’da bir mevki) öteye gelmem demiştir. Bu dağınık perişan halimizle hangi başarıyı bekleyebiliriz. Bizim başarıya ulaşabilmemiz için her şeyden önce bir cemaat haline gelebilecek yüze yakın insanın ortaya çıkması gerekmektedir. Şimdilik böyle bir cemaat sahibi değiliz, olma emaresi de yoktur.
Resuller ile kâfirler arasında çatışma devam ettikçe cepheler oluşmaya başlar. İnsanların bir kısmı peygamberlerin yanında yer alır, bir kısmı ise karşı tarafta yer alır. Bu cepheleşme düşmanlığa kadar varır. Peygamberlerin yanında olanlar artık karşı cepheye isteseler de geçemezler. Dolayısıyla kitle hareketi oluşur. Kimse geri kalmaz.
Bugün böyle çıkmazlarla karşı karşıyayız. Sermaye insanları borçlandırarak faizli sistemi sürdürebilmektedir. Başka iş bulamayanlar bize katılmakta, Sermaye hemen bürokratları harekete geçirerek icra yürütmektedir. Bizim bu icra saldırılarını karşılayacak gücümüz olmadığı için çalışan ortak bizi terk etmektedir.
Bugün borç cenderesi altında ekonomi dönmektedir. Bu borç yeteri kadar arttığı zaman fiilen var olmayan dolar çoğalmaktadır. Dolar birden artık para olmaktan çıkacaktır. Dolar ile TL itibarını yitirecek ve sonunda insanlar sosyal tufanla karşı karşıya kalacaklardır. Aç kalan insanlar satış yerlerindeki eşyaları ve malları yağmalamaya başlayacaklardır. Bugünkü terör bir gün gerçekleşecek olan bu yağmalamanın ilk tohumlarıdır. İşte o zaman yani SOSYAL TUFAN sonrasında bir avuç inanmış insan hayatta kalacaktır.
Adil Düzen çalışanları Kur’an’da çözüm aramalı ve hem kendilerinin hem de insanlığın ikinci kez hiç olmazsa bir gemi halkından ibaret kalması için çalışmalıdırlar.
إِلَى مُوسَى
EiLAy MuvSAy (EiLAy FuGLAy)
“Musa’ya”
“Musa ve Harun’a” demiyor, “Musa’ya” diyor. Bir topluluğu bir kişi yönetir. İslamiyet’te vezirlik sistemi vardır ama büyük kararları başkanlar alır. Halk ona uyar. Musa görevlendirilmiştir.
Necmettin Erbakan Kıbrıs sorununu iki hafta içinde çözdü. Çünkü o zaman hükümete itaat eden ordu vardı. Ama profesörü olduğu sanayi ve ekonomiyi çözemedi, kendisi gitti. Çünkü sanayi ve ekonomide ona itaat eden bir cemaat yoktu.
Gümüş Motor’u kurdu, sonra ona oyun oynandı. Erbakan’ın ortakları fabrikanın hisse senetlerini sattılar ve onu terk ettiler. Hisse senetlerini ele geçiren Sermaye’nin ilk işi Necmettin Erbakan’ı devre dışı bırakmak oldu. Bugün de Saadet Partisi onun oğlu ile karşı karşıyadır. Daha hayatta iken ona cephe alınmıştır.
24 Haziran’da (2018) halk Recep Tayyip Erdoğan’a oy vermiş ama partisine yeteri kadar oy vermemiştir. Demek ki partisi ile kendisi arasında bir ayrılık var.
İsrail oğulları bu itaati gösterdikleri içindir ki o kavim bugün dünyaya hükmediyor. Muhacirler Mekke’den Medine’ye eksiksiz göç/hicret ettiklerinden dolayıdır ki bugüne dek İslam varlığını sürdürebiliyor.
أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي
EaN EaSRIy BiGiBAvDIy (EaN EaFGıL Bi FiGAvLIy)
“İbadımla isrâ et”
سري sulama kanallarıdır, gece sulamadır. Görünmemek için gece yapılan yürüyüşlerdir. “İsra” gece yürüme demektir.
سري Kur’an’da 51 defa geçer. سلو ise 3 defa geçer. 54=2*3*3*3
س mekânda sıralamayı, ر tekrarı, ي ise kolaylığı ifade eder.
“عبد” bütün gücünü başkasının emrine veren kimsedir, o ne derse onu yapar. Bütün ihtiyaçlarını da efendisi giderir. Başka bir ifade ile Allah’ın abdı demek O’nun görevlisi demektir. Allah yalnız kendisine ibadet edilmesini emretmiştir, insanları insanlara köle yapmamıştır.
Abd ana kapının önündeki bekçidir. “عبد”in “عمل”den farkı, “عَامِل” olan belli bir süreyi başkasına tahsis edendir. Geri kalan zamanlarını ise başkalarına kullandırabilir. “عبد” ise bütün vaktini birisinin emrine veren kimse demektir. Kişi kendisini satma hakkına sahip olmadığı için abdlık (kölelik) sözleşmesi batıldır. Burada sözleşmeye göre başka insanlara, kâfirlere hizmet verilmeyecek anlamında değildir. Bütünü ile yücelterek birine hizmet vermek ibadettir.
عبد 275 defa geçer, ءمت 1 defa geçer. 276=2*2*3*23
ع etkiyi, ب geçişi, د çevreyi ifade eder.
Allah İbrahim oğullarını görevlendirmiştir. Başka bir eğitim şekli olmadığı için aile eğitimi yapılmaktadır. İshak’ın torunu Yakup’tan doğan Yusuf’un ve kardeşlerinin oluşturduğu kavim Allah’ın görevli kıldığı kavimdir. Ne var ki bunlar أُمَرَاء değil عِبَاد dır. Halka hükmetmek için değil insanlığa hizmet etmek için görevlendirilmişlerdir. “عِبَاد” deyince görevleri başlamış kullardır. Allah kendi haklarını insanlığa devrettiği için insanlığın köleleridirler. Bir kavmin veya yönetimin değil, insanlığın köleleridirler, hizmetkârıdırlar. Onların kimseye hükmetme yetkileri olmadığı gibi kimsenin de onlara hükmetme yetkileri yoktur. Tarihte ya onlar hükmetmiş ve zulmetmişlerdir yahut onlara hükmedilmiş ve zulüm görmüşlerdir. Kur’an düzeninde onlar bağımsız olacaklar. İsrail ve Kudüs onların olacak, onlara kimse hükmetmeyecek, onlar da kimseye hükmedemeyecekler.
İsrail oğulları ile diğer kavimler arasındaki fark, İsrail oğullarının kavim olarak görevli olmasıdır. Görevli olup olmamak kendilerinden değildir. Hâlbuki diğer kavimlerden isteyenler mümin olacaklardır, isteyenler müslim kalabilirler.
Kur’an İsrailoğullarından “ibadî” diye bahsetmektedir, başka hiçbir kavimden “ibadî” olarak bahsetmez.
فَاضْرِبْ لَهُمْ طَرِيقًا
FaDRiB LaHuM OaRIyQan (FaGGaL LaHuM FaGIyLan)
“Onlara bir tarik darbet”
Meseli darbetmek
Asa ile darbetmek
Zilleti darbetmek
Birbiri ile darbetmek
Arzda darbetmek
Meskeneti darbetmek
Birini darbetmek
Sebilullahta darbetmek
Unukun fevkıne, her banana darbetmek
Vech ve edbara darbetme
Ezanihim seneler darbetme
Bahrda tariki darbetme
Humur ile cuyubu darbetme
Ricille darbetme
Yemin ile darbetme
Dığsen ile darbetme
Birilerinden zikri darbetme
Birileri için darbetme
Rıkabı darbetme
Beyinlerinde sur ile darbetmek şeklinde geçmektedir.
Müteaddi fiillerde mefhul vardır. Meseli darbetmek, meseli anlatmak anlamındadır. Siz meseli anlatıyorsunuz ama anlattığınız o değil onun benzeridir. Darbetmek karşılaştırmak anlamına gelir. Kâğıdı üst üste koymak, kâğıda kâğıdı darbetmek olur.
Bundan sonra “Darabe” kelimesini harf-i cerlerle kullanırız.
ضرب atardamardır.
ض çevreyi, ر tekrarı, ب geçişi ifade eder.
“Darbetmek” bir iş yapmak için dolaşmak veya demire istediği şekli vermek üzere dövmedir.
Burada “tariki darbet” demek onları bir yoldan götür demektir. “Tarik” nekre gelmiştir. Hangi yoldan götüreceğini söylememektedir, bir yoldan götür denmektedir. “Asan ile darbet” de denmiyor.
Burada “فَاضْرِبْ لَهُمْ طَرِيقًا” diyor, başka ayette “اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْبَحْرَ” denmektedir. Burada denizde nekre bir yol diyor. Darbı uygun zamanda uygun yerde yapacaktır. Bu sebeple nekredir. Deniz ise bellidir. Bu da Süveyş Kanalı bölgesidir.
Sermaye bizi kovalayacak, biz kaçacağız; deniz yarılacak ve biz geçeceğiz, onlar boğulacaklardır. Bu nasıl olacaktır? Atom bombasını atacaklar, biz o bombalardan etkilenmeyeceğiz ama onların bütün varlıkları gidecektir.
Farz ediniz ki biz Yalova’ya 16 aile taşındık. Sermaye de İstanbul’a biyolojik bomba attı, kimyasal bomba attı, atom bombası attı ve İstanbul’daki 20 milyon insan helak oldu. Ama biz Adil Düzen işletmesini kurmak için Yalova’ya gittik ve kurtulduk.
Biz çözümü yalnız bize üretmiyoruz. Tüm insanlara diyoruz ki, dünya sosyal tufanla karşılaşacaktır. Gelin köylere semt kooperatifleri kuralım. Dinlenme semtleri olsun. Bir gün Allah bize gece yola çıkın dediği zaman gidecek yerimiz olsun. Şimdi dünya üçüncü cihan savaşı tehlikesi ile karşı karşıya değil midir? Tüm insanlığın en az yarısı yani kentlerde yaşayan herkes helak olacak. Hazırlıklı olalım diyoruz.
Biz bunu ordumuza yazdık. Ordu da bu ekonomidir deyip ordu ile işbirliği olan Sermaye’ye havale etti. Onlar da geldiler ve ne rapor verdiklerini bilmiyoruz. Kurmay subaylara bunu anlatamıyoruz. Yolsuzluklar orduda da olmaktadır ama askerler değil sivil memurlar yapmaktadır. Onlar da bu işlere karışmıyorlar. Ama işler yürümüyor ve yarın siz kendinizi savunma durumunda olursunuz.
فِي الْبَحْرِ
Fi elBaXRi (Fi elFaGLi)
“Bahrda”
“Bahr” burada marife getirilmiştir. O halde nereden gideceği bildirilmiştir. Arkadaşlarımızdan bir kısmı bu bahrın Nil olduğunu söylemekte iseler de Kur’an Nil için bahr sözcüğünü kullanmamaktadır.
يَبَسًا
YaBaSan (FaGaLan)
“Yebes olarak”
يبس kuru ot demektir. رَطَبَ de kesilmiş yaş ottur.
ي kolaylığı, ب geçidi, س mekânda diziyi ifade eder.
Denizde kuru yol açılacak, yol bataklık olmayacak, sulu olmayacak, kuru olacak. Denizin altlarında tortu çökeltisi varsa, bataklık şeklinde olur. Kumlu yer kuru olur.
Güneş ve Yeri kendilerine doğru çektikleri gibi suları ayrıca çekerler. Ay ve Güneş aynı hızda geldiği zaman denizler kabarır. Yanlardaki sular merkeze çekilir. Dolunay ve yeniayda ise sular dik istikametinde çekildiği için de bu sefer git olur. Bu gel-git büyük denizlerde birkaç metreyi bulduğu halde, iç denizlerde birkaç santim olabilir.
Kızıldeniz ile Akdeniz arasında Süveyş Kanalı vardır. Burada devamlı gel-git olmaktadır. Git olduğu zaman kara, gel olduğu zaman akıntılı su olur. Derin olmasa da akıntılı olduğu için insanları devirip boğabilir.
Tsunamide olduğu gibi bazen bu çok büyük olabilir. Böylece Musa onlara denizi açmaktadır. Musa’nın hareketi ayarlaması bir mucize olmaktadır. Yani öyle saatte çıkıyor ki deniz inmişken geçiyorlar. Firavun geldiğinde aksi oluyor. Bununla beraber değnek yılan olduğu gibi burada da denizi yarabilir.
Bunu fizikte şöyle açıklayabiliriz. Doğada olaylar vardır. Örnek olarak su 100 derecede kaynar ama eğer tetikleyen bir şey yoksa 105 dereceye de çıkabilir, sonra birden patlar. Gel-git olayları da eğer tetikleyen olmamışsa deniz git yapmaz, sular bekler. Sopa ise onu tetikler. Böylece o anda çekilir. Kapanma periyodu da Musa ve kavminin geçeceği kadarda geçmiş olur. Batı da bu olayı bir kelebek kanadı ile izah etmektedir. O kelebek olayları değişik tarafa yönlendirebilir.
لَا تَخَافُ دَرَكًا
LAv TaPAvFu DaRaKan (LAv TaFGaLu FaGaLan)
“Dereken havf etme”
“تَخَافُ” sülasi dördüncü babdandır.
“خَوْف” “خَافَ” korkulduğu zaman saklanmak için takınılan maske benzeri şeylerdir. Arıcılar bal sağarken hafeyi kullanırlar.
خ çöküntüyü, و birliği, ف mafsalı ifade eder.
“İhtafa el-nahle” “اِخْتَافَ الْنَحْلَ”dediğiniz zaman arı arıyı engelledi demek olur. “ضَرَبَ مِنْهُمْ مَثَلًا” dersek, onlardan misal getirdi yani temsil edilen nekre olur. “ضَرَبَ اِلَيْهِمْ مَثَلًا” kullanılmaz. “ضَرَبَ بِهِمْ مَثَلًا” onu misal yaptı anlamına gelir. “مِنْهُمْ” ile aynı anlamdadır. Fark vardır. “مِنْهُمْ”da tek taraflı mesel vardır. Oysa “بِ”de iki taraflı mesel vardır. “لِ” harfi getirince kime mesel olarak anlatılıyorsa o kastedilir. “عَلَيهِمْ مَثَلًا” geçecektir. “عَنْهُمْ مَثَلًا” demek onlardan kopartıp ayırma anlamına gelir.
“ضرب” celd (جَلْدَةً) manasında değildir. “جعل”ye benzeyen yapma anlamında bir kelimedir. “فِي” ile kullanıldığı zaman orada bir şey yapmak için dolaşmaktadır. “ضَرَبَ فِي الْأَرْضِ” demek, arzda bir şey yapmak için gezdi demektir. “ضَرَبَ الْوَجْه” demek yüze vurmak demektir. Ama yüzde bir şey yapmak için vurmadır. “جَلْد”de ceza olarak vurulur. “ضَرَبَ”de ise onu iyileştirmek için vurulur. Nasıl cerrah ameliyatla kanser hücrelerini alıp atarsa, darbeden kimse de velisi olduğu kimselerden kötülüğü uzaklaştırır.
Boyunlara vurmak başlarını koparmak manasında mıdır? Hayır. Boyunlarına tasma takıp onun kötülüklerinden korunmak demektir. وَاضْرِبُوا مِنْهُمْ كُلَّ بَنَانٍ o parmak izlerine darbetmek demek, parmak izleri teşhis yapmak demektir.
وَلَا تَخْشَى (77)
Va LAv TaPŞAy (Va LAv TaFGaLu)
“Haşyetmeyeceksin.”
Onların sana yetişeceğinden korkmayacaksın ve denizde boğulacağından da haşyet etmeyeceksin.
“خشي” ayaktaki kuru ottur. Hışırtı, otlardan gelen sestir. Hışırtı sesinden doğan korkudan gelişerek haşiye korku anlamına gelir, yani Rabbinden korkmak demek, onun sözüne kulak vermek demektir. Kulak verilmediği zaman başa gelecekleri hesap etmek demektir.
خ harap olma yıkılmayı, ifade eder. ش ani sıçrama ifade eder. ي de kolaylık anlamındandır.
“خوف” başına gelecek kötülüklerde korkmaktır.
Burada خوف خشي bir arada getirilmiştir. خوف خشي arasını ayırmamızda daha fazla beyan bulacağız demektir. خوف başlamış olan saldırıdır. Orada onunla boğuşma durumundasınız. خشي ise ilerde gelecek bir şeyden sakınmak demektir.
Eğer Merkez Bankası faize zam yaparsa bu andaki korkuyu atlatmış olur. Sermayesi olanlar iş yapmaktansa bankaya yatırıp faiz almayı tercih ederler. Havftan kurtuluruz. Ama bunun anlamı şudur. İşletmeler duracak, üretim azalacak, işsizlik çoğalacak demektir. Üretim azalınca yeniden pahalılık başlayacak. Bu yetmemiş gibi vadesi geldiği için insanlar faizle paralarını çekmeye başlayacak ve birden ekonomi çökecek demektir. Havfı def etmiş oluyor ama haşyetin içine düşmüş oluyoruz.
Haşyet insana has bir duygudur. Düşünerek o anda olmayan ama ilerde olacak olandan korkmadır. Hayvanlarda bu yoktur.
Havf ise bu anda olanlardan korkmak demektir.
YORUM:
Allah olaylar karşısında korku düşürür, insanlar paniğe kapılır ve yenilirler. Ak Parti doların suni artışında paniğe kapıldı ve faizi yükseltti. Başarıya ulaşacak kimselerin içinden ise korkuyu alır, onlar olaylardan korkmazlar.
Allah Akevler’e bu cesareti vermiş, o nispette saldırılar ve sıkıyönetim dönemlerinde davalar olmasına rağmen yöneticiler asla korkmadılar. Çünkü suçlu değildiler. Panik yapıp kaçmadılar.
Musa’nın kavmine de böyle bir cesaret gelmiştir. Yola çıkıyorlar ve nereye gittiklerini bilmiyorlar. Deniz açılmış, korkusuzca dalıyorlar.
Biz de şimdi işler yapacağız. Sermaye bize saldıracak. Yönetimi harekete geçirecek. Allah’ın izniyle korkmayacağız, haşyet etmeyeceğiz ve sonunda zafere ulaşacağız. Evet, 2000’lerde olan seminerlerimizi takip edenlerin sayısı 200’lere indi ama bu 200’de bir havf veya haşyet yoktur, devam ediyorlar. Allah onların beyninden havf ve haşyeti almıştır.
Erdoğan Gezi olaylarında, 15 Temmuz’da cesaretle olayların üzerine yürüdü, kokmadı, zafer kazandı. Aynı cesareti 1 Kasım Seçimlerinde de yaptı. Bugün de bütün tehlikelere rağmen kendisinde bir korku, bir haşyet yoktur.
Akevler camiası içinde korkuya dayalı oy kullanan yok. Şunu söyleyebilirim ki Türk halkı korktuğu için oy kullanmamıştır. Onun için başarılı olacaktır. Türkler hesaplı hareket ederler ama hiçbir zaman korkmazlar.
Öz Türkçe ile:
“Ve Musa’ya kullarımla gece yola çık onlara denizde kuru bir yol aç diye vahyetmiştik. Yakalayacaklardan korkmayacaksın, ürkmeyeceksin de.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve Musa’ya ibadimla isrâ et diye vahyetmiştik. Bahrda onlara yabes bir tarik darb et. Dereken havf etmeyeceksin, haşyet de etmeyeceksin.”
Va LaQaD EaVXaYNAy EiLAy MUvSAv EaN EsRi Bi GiBAvDIy FaİWRiB LaHuM OaRiyQan Fİ elBaXRi YaBaSan LAv TaPAvFu DaRaKan Va LAv TaPŞAy
وَلَقَدْ أَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَرِيقًا فِي الْبَحْرِ يَبَسًا لَا تَخَافُ دَرَكًا وَلَا تَخْشَى (77)
***
فَأَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِهِ
FaEaTBaGaHuM FiRGaVNu Bi CuNUvDiHIy (Fa İFTaGaLa FiRGaVNu BiFuGUvLiHIy)
“Firavun cünudu ile ona ittiba etti”
Biz Musa’ya böyle vahyettik dedikten sonra o da yola çıktı demeden, onu Firavun kovaladı diyor.
Bir topluluk gece nasıl yola çıkar?
Hayvancılık yapan İsrail oğulları hayvanları ile yola çıkıyorlar. Çöllerde onlarla dolaşacaklar ve yaşayacaklardır. Aslında İsrail oğulları Mezopotamya’da çobanlık içinde yaşarken Mısır’a gelmişlerdir. Oysa Mezopotamyalılar yerleşik sulama tarımı yapıyorlardı. Gittikleri her yerde daima azınlık olmuşlardır. Bu sebeple yerleşik mekanları şimdiye kadar olmamıştır. Musa ile de göçebeliği sürdürmüşlerdir. Uygarlıkları onların göçebeliğini doğurmuştur. Gittikleri yerlerin dillerini öğrenmişler ve dünyadaki uygarlıkları birleştirip insanlık bugünkü hale gelmiştir. Allah İsrail oğullarını görevlendirmeseydi insanlık şimdi tarım dönemine bile geçmemiş olurdu.
İtba etmek kovalamak demektir.
İttiba etmek demek ona tabi olmak demektir.
Cund ordu demektir. Savaşçı demektir.
İlk topluluklar meyvecilikle geçinmişler, güçlü erkekler koruma nöbetlerini tutmuşlardır. Bunlara cünd denirdi. Sonra ordu anlamı kazanmıştır.
فَغَشِيَهُمْ مِنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْ (78)
Fa ĞaŞıYaHuM MiNa elYamMı MAv ĞaÇıYaHuM (Fa FaGıLaHuM MiNa eLFaGLı MAv FaGıLaHuM)
“Yemmden onları ğaşyeden ğaşyetti.”
Yemm hem deniz hem de akarsu demektir. Kızıldeniz ile Akdeniz arasındaki geçiş yeridir. Akdeniz iç denizdir. Su kaybı diğer denizden fazladır. İstanbul Boğazı’nda olduğu gibi Süveyş Kanalı’nda da su akıntısı vardır. İstanbul Boğazı’nda akıntı Karadeniz’den Marmara’ya üstten, Marmara’dan Karadeniz’e alttan akar. Bu akıntı Süveyş’te yoktur. Git zamanında akıntı durur. Gel zamanında birden Kızıldeniz’den Akdeniz’e doğru akar. Yani bu deniz aynı zamanda الْيَمِّ dir. Burada “الْيَمِّ” marife getirilmiştir. Bilinen bir yerdir.
جند 29 defa, جلد 13 defa geçmektedir. 42=2*3*7
Buradaki “بِ” harfi alet anlamındadır. Onların ordularını kullanarak demektir.
غشي kabuk demektir, Kur’an’da 29 defa geçer, غصب 1defa geçer. 30=2*3*5
غ değişmeyi, ش sıçramayı, ي kolaylığı ifade eder.
غَشِيَهُمْ فَاعِلِ مَا غَشْيَهُمْ. Yapacağını yaptı, olan oldu deriz. Yani beklenileni yaptı demektir. Min ile yemmiyi takdim etti.
Özellikle Süveyş Kanalı’nı vurgulamak için.
Buradaki “Hum” zamiri karabetten dolayı Firavunu almadan yalnız orduya gidebilir. O zaman Firavun kurtulmuştur. Firavun nasıl kurtuldu? Firavun arkada idi daha önce görmüştü. Böylece kurtuldu. Yahut denize girmişti ama yüzdü ve kurtuldu. Akıntı içinde yüzme işe yaramaz. Girdap meydana gelirse merkezkaç kuvveti sebebiyle su kaldırma kuvvetini kaybeder. Akıntıda yüzme fayda vermez. Eğer kanalın bir tarafı yüksekse su bir yana girince arkasında girdap meydana getirir ve orada boğulurlar. Bunun böyle olduğu ifade edilmektedir.
YORUM:
Muhammed Mekke’den göçmüş ve bütün savaşlar Medine’de olmuştur.
Musa savaşmamış, Musa’yı takip edenler boğulmuştur.
Adil Düzen Çalışanlarının işi kendilerine saldıranlarla savaşmak değildir. Onlar çok güçlüdürler, yenmek mümkün değildir. Biz işimize bakarız, biz çalışırız, bize baskı gelince kaçarız veya hicret ederiz. Onları boğacak olan biz değil Allah olacaktır. Bu husus değişmez bir kaderdir.
Davud ve Süleyman peygamberler bundan istisna edildi.
Müminlere zulüm yapılmasına Allah neden izin vermiş olur?
Onlar zulüm yapmazsa müminler resullerin yanında yer almazlar. Zulüm önce hafiften başlar, gittikçe şiddetlenir. Sonunda inanmışlar oradan giderler ve olan olur.
Yirminci asrın ikinci yarısı ve yirminci asrın ilk yarısı Kur’an ehlinin böyle zulüm gördüğü bir asırdır.
Ak Parti yap-işlet modeli ile ürettiği şehir hastanelerine hasta ve doktor bulmak için şimdi Sermaye’nin emrinde özel hastanelere her türlü baskıyı yapmaktadır. Dr. Lütfi Hocaoğlu bu yapılanları bir türlü istememektedir. Oysa bu baskı yapılacak. Sıradan hastaneler kapanacak. Ama devlet hastaneleri hiçbir zaman çalışamayacak, hastayı tedavi edemeyecek. İşte o zaman ğaşy eden ğaşyedecektir. İşte o zaman büyük hastanelerin yerini organize olmuş muayenehaneler alacaktır.
Bu ne demektir?
Türkiye 12 bölgeye ayrılacak. Her bölgede muayenehanesi olan ihtisas doktorları olacak. 25 ihtisas ve her ihtisasın onar hekiminin orada muayenehaneleri olacak. Doktorlar tam teşekküllü hastaneler gibi çalışacaklar ama her birinin kendi muayenehanesi olacak. İşte bizim bu muayenehaneleri kurabilmemiz için devlet özel hastaneleri iflas ettirecek, büyük hastaneler ise kendi kendilerine iflas edecek.
Ortaklık Dönemi Hastaneleri böyle kurulacaktır.
Öz Türkçe ile:
“Onları Firavun orduları ile yakalamaya koyuldu. Akıntıdan onları kaplayan kapladı.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Onları Firavun cünudu ile itba etti. Yemmden ğaşyeden onları ğaşyetti.”
Fa EaTBaGaHuM FiRGaVNu BiCuNUvDiHIy FaĞaŞiYaHuM MiNa eLYamMi MAv ĞaŞiYaHuM
فَأَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِهِ فَغَشِيَهُمْ مِنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْ (78)
***
وَأَضَلَّ فِرْعَوْنُ قَوْمَهُ وَمَا هَدَى (79)
Va EaWalLa FiRGaVNu QaVMaHUv Va MAv HaDAy (Va EaFGaLa FiRGaVNu FaGLaHUv Va MAv FaGLAy)
“Ve Firavun kavmini idlal etti ve hidayet de etmedi.”
Evet, bugünkü Firavun da İsrail oğullarını ve sermaye sahiplerini idlal ediyor.
Kapitalistleri idlal ediyor. Sosyalistleri idlal ediyor. Karmacıları idlal ediyor. Cündünü garka götürüyor.
Bugün Sermaye’nin cünüdü yani askerleri kimlerdir?
Beş büyüklerdir. ABD, AB, İngiltere, Rusya ve Çin. Sermaye bunları ordu olarak kullanmakta ve dünyayı dalalete götürmektedir. Sermaye bu işi Türkiye olmaksızın yapmak istedi. Olmadı. Şimdi Türkiye’yi de beş büyükler içine sokarak yeniden insanlığı idlal etmeye devam etmek istemektedir.
Türkiye devreye girerse ve Sermaye’nin emrinde olursa, beş büyükleri ikiye ayıracak ve Türkiye ile dengeyi kuracaktır. Türkiye ne tarafta olursa o tarafı güçlü hale getireceği için Türkiye’yi denge aracı olarak kullanacaktır.
Bugünkü Firavunun planı budur. Türkiye de Sermaye ile pazarlık yapmaktadır. Olağanüstü hali (OHAL) onun için ilan etmiştir. Başkanlık sistemini onun için getirmiştir. Erken seçimi onun için yaptırmıştır. Listeler de böyle ve buna göre hazırlanmıştır. Türkiye yol kavşağındadır, ya Firavunun yanında veya Musa’nın yanında yer alacaktır.
Evet, Musa ve kavmi birer zavallı ve köle bir topluluk. Ama sonunda Musa ve kavmi kurtulmuş, Firavunun orduları boğulmuştur. Hiç kuşkunuz olmasın ki eğer Ak Parti Firavunun yanında yer alırsa o da boğulanlar arasında olacaktır, Musa ve Harun’un yanında yer alanlar ise necata ereceklerdir.
Kur’an burada ara vermiştir ve bu durumları anlatmaktadır, “Ey Beni İsrail” demektedir. Bakara Suresi onlara nazil olan sure olduğu için orada “Ey İsrail oğulları” deyince bugünkü İsrail oğulları söz konusudur. Yani onlara hitap etmiştir. Buradaki “Ey İsrail oğulları” o günkü İsrail oğullarına hitap etmektedir. Bununla beraber bugünkü İsrail oğullarına da hatırlatma yapılmaktadır.
YORUM
Biz bugün İsrail oğulları durumundayız. Biz bugün mevcut faizli sistemden, işçilik sisteminden, ekseriyet sisteminden, merkezi sistemden vazgeçip kredileşmeli selem sistemine, ortaklık sistemine, yerinden yönetimli içtihat sistemine geçme görevlisiyiz. Bugünkü Firavunu ve askerlerini biz değil Allah boğacaktır.
Gerek Millî Görüşçülerin gerekse Risale şakirtlerinin hataları buradadır. Sermaye’nin tuzağına düştüler ve ona yem oldular. Ak Parti de dev adımlarla ona yem olmakta ve maalesef uçuruma doğru gitmektedir. Bundan dolayı biz sevinmiyoruz, aksine çok üzülüyoruz. Ak Parti’yi bizim arkadaşlarımız kurdu. Mirasyediler ise şimdi onu helake doğru götürüyorlar. Birisi çıkıp bizi aydınlatsın da üzülmeyelim. Fehmi Koru’ya bile tahammül edemeyen bir parti bize mi tahammül edecek.
Kur’an ehli Saadet Partisi’ne oy vermedi, bize de muhalefet etti. Ama haklı idi.
Öz Türkçe ile
“Ve Firavun ulusunu şaşırttı ve doğru yolu göstermedi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve Firavun kavmini idlal etti ve hidayet de etmedi.”
Va EaWalLa FiRGaVNu QaVMaHUv Va MAv HaDAy
وَأَضَلَّ فِرْعَوْنُ قَوْمَهُ وَمَا هَدَى (79)
***
يَابَنِي إِسْرَائِيلَ قَدْ أَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ عَدُوِّكُمْ
YAv BaNIy EiSRAEIyLa QaD EaNCaYNAvKuM MiN GaDuwWiKuM (YAv BaNIy EiSRAvEIyLa QaD EFGaLNAvKuM MiN FaGUvLiKuM)
“Ey İsrail oğulları, sizi aduvvunuzdan inca ettik”
Bir gün gelecek, siz Adil Düzen Çalışanlarına ‘şimdi sizi düşmanınızdan inca ettik’ diyecek; o günler uzak değildir.
Dünkü aduvv kimdir?
Firavundur ama Firavunun kendisi değil düzenidir, imparatorluk düzenidir.
Mezopotamya’da site devletleri kurulmuştur. Halk yönetimi vardı. Mısır’da merkezi devlet kuruldu. Yerinden yönetim orada kaldı. Böyle bir devletin de bir örneği olmalıydı. Gerekliydi. Şimdi ise ikisinin sentezinden oluşan daha adil bir yönetim sistemine ihtiyaç vardır. İsrail oğulları bu yeni düzeni kurmak için görevlendirilmiştir.
Bugün ise Sermaye’nin merkezi düzeni vardır: İki çeneli düzen. İşçilik sistemini getirmiştir. Bu düzen gidecek, yerine ortaklık düzeni gelecektir. Artık yeryüzünü hanedanlar değil biat edilenler yönetecektir.
İlk dönemlerde şahıslar yönetiyordu. Bunlar din adamları idi. Sonra hanedanlar yönetmeye başladı. Daha sonra zenginler yönetti. Gelecekte halkın seçtiği âlimler yönetecektir.
وَوَاعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْأَيْمَنَ
Va VaGaDNAvKuM CaNiBa elOUvRi eLEyMaNi (Va FaGaLNAvKuM FaGıLa elFuGLi elEyMaNı)
“Ve sizinle eymen Tur’un canibinde vaatleştik.”
Buradaki “eymen” sağ değil güney demektir. Tur’un güney yamacında vaad ettik diyor. İbrahim Peygamber Mısır’a giderken pişmiş tuğlalar üzerine çivi yazısı ile yazılı sahifeleri almıştır. Onun neslinden gelecek Musa’ya dağa gömerek bırakmıştı. Kur’an bunlara İbrahim ve Musa’nın sahifeleri demektedir.
Onlarla vaatleşeceği şeyler daha İbrahim aleyhisselamdan beri bilinmektedir. Tur Dağı yazılı tabletlerin olduğu dağ demektir. “طَوِر, أَطْوَار” olarak geçmektedir: Kalıtım değeri. Yazılı tabletler de kromozomdaki genler gibi işaretleri içerdiği için tur denmektedir Ayrıca dayanıklı yazı şekilleri olduğu için tur deniyor. Genler kemikler gibi bozulmadığı için de dayanıklı anlamında turdur.
Kur’an’da الطُّورِ الْأَيْمَنِ geçmekte ise de bunun Musa’nın dağı ile bir ilgisi Kur’an’da gözükmüyor. Eğer Musa’nın Tur’u Arafat ise orada zeytin yetişmez. Dolayısıyla Musa’nın gördüğü Tur orası değildir.
Güney yüzünde vaatleştik demekte ve bunu tekrarlamaktadır. Yahudiler ashabı yemin olmuşlardır, sonra ashabı şimal ile bir olup dinlere saldırmışlardır.
وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَى (80)
Va NazZaLNay GaLaYKuMu elManNa Va esSaLVAv (FaGaLNAv GaLaYKuMu eLManNa Ve eSaLVAv)
“Ve üzerinize menn ve selvayı inzal ettik.”
مَنَّ ve سَلْوَى inzal ettik, onun temizinden ekledin deniyor.
“مَنَّ” kelimesi eski dillerde yiyecek olarak ele alınmaktadır. Bugün Fransızlar ekmeğe “Pen” demektedirler. Çöl bitkilerinin özelliği yaz veya kış arasında fark yoktur. Her zaman üremektedirler. سَلْوَى kuştur, bıldırcın gibi rivayetler vardır. Bugün مَنَّ ve سَلْوَى nın ne olduğu hususunda tam bir bilgiye sahip değiliz.
Çölün doğal yiyecekleridir. Çöllerde, denizlerde, hatta uzaylarda bize besin olacak bitkiler vardır, hayvanlar vardır. Henüz bunları bulup çoğaltmış değiliz. Gelecekte bu bitki ve hayvanlardan yararlanmamız mümkündür. DNA araştırması ile bu bitki ve hayvanların ne olduğu bilinebilir. Çölde İsrail oğullarının dolaştıkları yerler tespit edilecektir. Önce İsrail oğullarının DNA’ları tespit edilecek. Mısır kalıntıları içinde o DNA’lar bulunacak, Firavunların DNA’ları yeniden yer alacaktır. Sonra Sina Yarımadası’nda ve İsrail oğullarının kırk yıl dolaştıkları çölde güzergahlar bulunacak ve orada “Menn” ve “Selva”nın DNA’sı ile teşhisleri yapılacaktır. Böylece bu bitkiler elde edilip tarımları yapılmaya başlanacaktır. Çöller bununla yeşillenecektir.
“لَكُمُ” değil de “عَلَيْكُمُ” denmektedir, üzerinize tenzil ettik deniyor. Bunlar çölde bunlarla geçinir duruma gelmişlerdir.
İpekböceği yalnız dut yaprağını yer ve onunla tam olarak beslenir. İnsanlar değişik besinleri yiyerek tam beslenmeyi yaparlar. İnsanlar için böyle bir besin çeşidi mevcut değildir. Menn ve Selva ikilisi ise böyle bir besin çiftidir. Bilhassa uzayda bundan yararlanmamız mümkündür.
Uzayda çeşitli bitkilerle tarım yapmamız mümkün değildir.
Menn de Selva da marife gelmiştir. Demek ki biz onları bulup tanıyacağız.
“مُلَّ” içi dolu kapatılmış torba, “اِمْلَ” içine koymak demektir. “اِمْلَال” tamamen doldurup çuvalın ağzını dikmek demektir. اِمْلَ yazdırmak, اِمْلَال imzalamak demektir. Burada “ل” “ن”a dönüşmüş olabilir. Dolu vermek anlamında memnun etmek; verdiğinin ağzını dikip kullandırmamak ise minnet demektir. “Meni” ince ama sağlam olan iptir.
منن kuranda 27defa مني 21 defa geçer.48=2*2*2*2*3
سلو SLV Bıldırcın kuşudur.
Kur’an’da 3 defa geçer. صلو 99 defa geçer. 102=2*3*17
س mekânda diziyi, ل belirliliği, و beraberliği ifade eder.
Kuşlardan tavuk, hindi ve kaz ehlileşmiş hayvanlardır. Dördüncüsü bıldırcındır, bunların en küçüğüdür. Halen bunun üretimi yapılmaktadır. Arapçada Selva bu kuşun adı değildir ama ekser müfessir bu kuşu söylemektedirler.
Yalova tavuk çiftliğinde bu kuşun beslemesini geliştirmeliyiz. Böylece Menn denilen bitki ele alınmalıdır. Onu da kendi seramızda üretmeliyiz. Bunların yeterli besleyici olduğunu deneylerle göstermeliyiz.
YORUM
Kur’an’da cennet yemeklerinden لَحْمِ طَيْرٍ olarak bahsediyor. Enamın insanlar için besin olarak yaratıldığı Kur’an’da vurgulanıyor. Kuşlardan bahsetmiyor. Balıklardan bahsediyor. Kıyas yoluyla hayvanların etleri helal veya haram olur. Kuşlar da memeliler gibi yavrularını kendileri büyütürler. Oysa diğer bütün canlılar sadece yumurtlarlar. O halde memelilere kuşları kıyasla ekleyebiliriz. İllet yavruları büyütmedir. Hatta bu husus memelilerden daha ilerdedir. Memeliler yılda bir çiftleşirler ve eş durumu yoktur. Ana baba birlikte çocukları büyütmez. Oysa kuşlarda eş durumu vardır. Yavruları erkek dişi birlikte büyütürler. Bu bakımdan insanlar kuşlara benzerler.
İlk dönemlerde çiftçilik yoktu. İnsanlar ormanlardan meyve toplayarak yaşarlardı. Çobanlık döneminde ise hayvanlar ehlileştirildi ve onlarla yaşamaya başladılar. Memeliler ve kuşlar ehlileştirilmiş bulunmaktadır. Etlerinden önce yumurtalarından yararlanmalıyız. Henüz deniz çiftlikleri kurulmamıştır. Gelecekte her şey seralarda ve özel havuzlarda yetiştirilmeye başlanacaktır.
Seralarda suni ilaçlar kullanılmayacak, suni gübre kullanılmayacak. Hava dışarıda imiş gibi akacaktır. Yani doğal olarak yetiştirilecektir. Bu başlangıçta pahalı olur ama zamanla bu pahalılık kalkar. Çünkü seraların maliyeti çok düşük olacaktır. Ondan sonra da sera ürünlerinin hepsinden yararlanılacaktır.
Meyve ve sebzeler taze olarak tüketilecek. Tüketilmeyenler turşu ve reçel benzeri ambalajlanıp depolanacaktır. Burada da değerlendirilemeyenler hayvan yemi olarak kullanılacak, burada da değerlendirilemeyen gübre olacak ve tekrar seraya dönecektir.
Seranın yanında buradaki bitkileri yem olarak kullanarak hayvanlarında seraları olacak. Kümesler olacak, arı kovanları olacaktır. Bugün seracılık yapanlar özel olarak arıları beslemektedirler. Bal için değil, tozlaşmayı gerçekleştirmek için.
Yalova Akevler ar-ge çalışanları araştırmalarını her alanda yapmaktadırlar; a) sanayi üzerinde, b) tarım üzerinde, c) hukuk üzerinde, d) topluluklar üzerinde. Yeryüzünde böyle bir araştırmayı yapan başka bir kuruluş yoktur. 50 senelik çalışmalarda büyük adımlar atılmıştır. Kendimizin yapması dışında insanlık da yararlanmaktadır. Telif haklarını kabul etmediğimiz için bizimle aylarca öğrenmek için çalışırlar, sonra bırakıp giderler. Kendileri yapmaya başlarlar. Kısmen başarırlar.
Öz Türkçe ile:
“Ey İsrail oğulları, şimdi sizi düşmanınızdan kurtardık ve sizinle Tur’un sağ yanında sözleştik ve üzerinize aş’ı ve bıldırcını gönderdik.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ey İsrail benini, şimdi sizi aduvvunuzdan inca ettik ve Tur-u eymen canibinde sizinle vaidleştirdik ve üzerinize menn ve selvayı tenzil ettik.”
YAv BaNIy EiSRAEİyLa QaD EaNCaYNAvKuM MiN GaDuvViKuM Va VaGaDNAvKuM CAvNıBa elOUvRi eLEYMaNı Va NazZaLNAv GaLaYKuMu elManNa Va elSaLVAy
يَابَنِي إِسْرَائِيلَ قَدْ أَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ عَدُوِّكُمْ وَوَاعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْأَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَى (80)
***
كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ
KuLUv MiN OayYıBAvTı MAv RaZAKNAvKuM (uFGuLUv MiNa eLFaGıLAvTı MAv FaGaLNAvKuM)
“Sizi rızıklandırdığımızdan tayyıbat olanı ekledin”
Kur’an’da helaller vardır haramlar vardır, bunların ahiretteki hükümleri cennet ve cehennemdir. İyilikler ve kötülükler melekler tarafından muhasebe defterlerinde yazılmaktadır. Yarın bunlar toplanacak. İyilikler on misli çoğaltılacak, kötülükler ise aynı bırakılacak. Kötülükler iyiliklerin on katından fazla ise kişi cehenneme gönderilecektir. İyilikler onda birden fazla ise cennete gönderilecektir.
Bir şeyin haramlığı iki sebepten ileri gelir. لِعَيْنِهِ haram olanlar, domuz eti gibi insana zararlı olan bitki ve hayvanlar haramdır. لِغَيْرِهِ haram olanlar aslında helaldir ama arızi sebeplerden dolayı haramdır. Bozulmuş yiyecekleri yemek de haramdır. Bozulmamış insana yarayacak yiyecek ve giyeceklere “طَيِّبَاتِ” denmektedir. Zararlı olanlara ise “خَبِيثَات” denmektedir.
Bozulmamakla beraber helal olmayan ve/ya olmayacaklar vardır. Her canlının besin zinciri içinde bir yeri vardır. Biz insanların besin zinciri içinde yerimiz meyvecil oluşumuzdur. Domuzlar ve maymunlar da meyvecildirler. Onlar bize rızık olduğu için haramdır. Rızık olmalarının illeti o etleri sindiremezler, insanın midesi sindirmemeye başlar. Bu sebeple aynı seviyede olan canlılar birbirlerinin etlerini yemezler.
وَلَا تَطْغَوْا فِيهِ
Va LAv TaOĞaV FIyHIy (Va LAvTaFGaLUv FİyHı)
“Ve orada tuğyan etmeyiniz”
Helal olma şartları içinde üçüncü bir şart daha vardır. Yani bize rızık olacak, domuz etini yemeyeceğiz. Bozulmamış olacak. Kokmuş et yemeyeceğiz.
Dördüncü şart olarak da başkasının olan bir şeyi yemeyeceğiz. O bize rızık olabilir, bozulmamış olabilir ama eğer başkasına ait ise onu ekletmek de haramdır. Ligayrihi haram olmanın ikinci sebebidir.
فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبِي
Fa YaXılLu GaLaYKuM ĞaWaBIy (Fa YaFGaKu GaKaYKuMFaGALIY)
“Yoksa size gadabım hulul eder”
“غَضَب” kızgınlık demektir.
İnsan kızdığı zaman kan yüzüne hücum eder ve yüzü kıpkırmızı olur. Birine kızmak ona düşman olmayı gerektirmez. Baba oğluna kızar. Komutan erine kızar. Öğretmen öğrencisine kızar. Ama ona düşman olduğu için değil, onu kötülüklerden korumak için kızar. Allah da gadab sahibidir.
O’nun (Allah’ın) gadabı nasıl ulaşır?
Sigara içen hasta olur. İşte o O’nun gadabıdır. Allah’ın insanlara verdiği cezalar iki şekildedir. Biri, öldükten sonra ahirette vereceği cezalar vardır. Biri de, insanlar haramları yemeye ve/ya içmeye başladıkları zaman önce bedenleri hasta olur, sonra işleri bozulur, sonra moralleri bozulur, sonra topluluk içindeki durumları bozulur. İşte, bugünkü insanlara Allah’ın gadabı bunlardır.
İnsanlığa zulmetmektedir. Herkes sıkıntıda. Cumhurbaşkanı bile seçildiği günde Allah’ın gazabına uğramaktadır. Seçimde söz verdi, olağanüstü hali kaldıracağım dedi ama şimdi ses çıkaramıyor, çünkü müttefiği karşı. İşte bu Allah’ın gazabıdır. Ekseriyet sistemi ile başkan olmak, oy almak için ittifaklar yapmak Allah’ın gazabını taşır.
Oysa Ak Parti “Adil Düzen”e doğru adımlar atsaydı, Erdoğan şimdi bütün partilerin cumhurbaşkanı olmayabilirdi ama bütün partilerin saygı duyduğu başkan olurdu.
Kur’an düzeninde başbakanı cumhurbaşkanı görevlendirir. Başbakan parti başkanları ile uzlaşarak hükümeti kurar. Partiler hükümete aldıkları oy nispetinde bakan verirler. Bakanı başbakan ve parti başkanı uzlaşarak seçer.
Böylece hükümet ittifakla güvenoyu almış olur. Cumhurbaşkanı başbakanı görevlendirdiği için bürokrasi ile siyaset arasında uyum sağlayacak birini görevlendirir.
“Hallolmak” çözümlenmek demektir. Eriyiklere Arapçada mahlül denmektedir. Allah’ın gadabı bütün vücuda hulul eder, tüm vücut hasta haline gelmiş olur. Yani burada cehennem hayatından bahsetmektedir, helakten de bahsetmektedir, sistemin kötülüğünden bahsetmektedir.
وَمَنْ يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَبِي
Va MaN YaXLiL GaLaYHi ĞaWaBIy (Va MaN YaFGaL GaLaYHi FaGALIy)
“Ve ona gazabım hulul olana ”
“Ve” harfi ile atfedilmiştir. Yukarıdaki gadab özel olarak o fiili işleyenler için söz konusudur. Yani haram ekledenler içindir. Buradaki gazap genel olarak yapılan kötülükler içindir. “Fa” harfi ile gelseydi illet aranmaksızın her konuda teşmil edilmiş olurdu. “Ve” geldiği için ancak illetlere teşmil edilebilir. Yani her gazabın sonucu heva olmak değildir. Ama aynı illeti taşıyan gazaplar heva olmasını gerektirir.
فَقَدْ هَوَى (81)
FaQaD HaVAy (FaQaD FaGaLa)
“Heva olmuş olur.”
“هَوَى” Türkçede kullandığımız hava anlamındadır. Boşluk demektir. Uçurum demektir. Boşlukta kalır anlamındadır. Konacak yer, durak, alan bulamaz demektir.
Bugünkü Sermaye düzeninin sürüp gitmesi mümkün değildir. Ömrünü doldurmuştur. Sermaye düzeninde yapılanlar sonucu heva olacaktır. Bu düzende servet biriktirenin serveti boşa gitmiş demektir.
İşçilik sisteminde girişimciler servet edinmek için uğraşırlar. Hep gayrimeşru yollardan kazanma durumundadırlar. Sermaye düzeni o kadar çok külfetler getirmiştir ki hiçbir işletmeci onları tam olarak yerine getiremez. Dolayısıyla herkes meşru olmayan işler içinde kazanmaktadır. Sermaye küçükken onlarla uğraşmamaktadır ama büyüdü mü saldırmaktadır.
Akevler 4 milyon dolarlık fabrikayı (Özdemir Çelik Döküm Fabrikası A. Ş.) iflastan kurtardıktan sonra saldırıya geçildi. Yenemedi ama fabrikayı çalıştırtmadı ve birkaç yıl sonra satmak zorunda kaldık.
Bugün kazananların hepsi Allah’ın gazabındadırlar ve benzer olaylarda aynı illeti taşıyanlar hep helak olacaklardır.
Akevler bunu nasıl atlatacak?
Akevler’in kendi parası vardır; Semt Bonoları.
Akevler’in kendi yargısı vardır; Hakemlik Sistemi.
Akevler kendi sigortasına sahiptir; Dayanışma Ortaklıkları.
Akevler büyümeyi değil çoğalmayı hedeflemektedir, dolayısıyla bir kooperatif kapansa bile diğerleri yaşamaya devam eder.
Buradaki “Heva” kelimesini semineri takip edenler iyi değerlendirmelidirler.
Yalova’daki ar-ge çalışmalarımıza katılmalıdırlar. Biz sizi aramamalıyız, siz bizi arayacaksınız. Bu ortaklığın merkezinde olan benim ve ben ortaklığa veriyorum, bir şey almıyorum. Katılan ortaklarımız da şimdi bir şey almıyorlar, ileride kazanılırsa paylarını alacaklardır.
Temel kuralımız şudur; kuruluşta katılanlara emeklerine ve nakitlerine göre iki misli pay vereceğiz. Diyelim ki bugün bir kilo altın yatırmışsa yarın iki kilo altın alacaktır; kurulursa, kazanırsa alacaktır. Bunun için haldir. Zamanı belirsizdir.
YORUM
İsrail oğulları denizi geçmişlerdir. Şimdi yeni düzen içinde topluluklarını oluşturacaklardır. Kur’an işte o yeni düzenin oluşumunu anlatmaktadır. Musa 20 yıl sonra denizi geçmiştir. Ondan sonra 40 yıl da çöllerde kalmıştır.
Şimdi bu seçim bizim için denizi geçmiş olma şeklinde olabilir. Bu tamamen Erdoğan’a ve gücüne bağlıdır. Kur’an düzenine dönerse artık eymen vadisindeki levhaları çıkarıp okursa sorun tamamlanmıştır. Hala yakınlarının ifsadı ile Allah’ın kendisine verdiği nimetlerin şükrünü bilmezse, bizim için Akevler’de çalışmaktan başka bir görev yoktur demektir. Ak Parti’ye yakın olmakla uzak olmak arasında fark yoktur. Biz istesek de istemesek de Erdoğan bizzat kendisi Sermaye’nin kapılarında değil ancak Allah’ın kapsında dua ederse başarı günü gelecektir.
Faizi yükselttiler ama doların değerini düşüremediler. Hala onlarla çalışmaya devam edecekse buradaki heva kelimesi gerçekleşecektir demektir. Gülencilere de bunları hatırlattık. Şimdi neredeler? O büyük faaliyet heva olmuştur. Millî Görüşün büyük faaliyeti de heva olacaktır. Haram işleyenlere ve faizli işler yapanlara Allah’ın gazabı hulul edecek ve berhava olacaklardır.
Bunlar benim yorumların değildir, Kur’an’ın söyledikleridir. Faizli işler yapanlar Allah’la savaş ilan etmiş olurlar. İlk günlerde 2002’de söyledik. ‘Birden olmaz’ dediler. Biz de ‘hemen olsun’ demedik, ‘başlayalım’ dedik. Onlar azınlıkların yapılarını kendilerine iade ettiler. Oysa o yapılar mübadele karşılığı alınmıştı. Biz başkalarını terk ettik, onlara bıraktık, onlar da bize kaldı. Ama bizim Osmanlı tapusu da olan yüzlerce dönümlük Yaylabelen arazimiz hala gasp edilmiş durumdadır.
Öz Türkçe ile:
“Size verdiklerimden temizini yiyin ve orada aşmayın. Yoksa kızgınlığım sizi sarar ve kızgınlığım kimi sararsa o boşalır.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Size rızık ettiklerimizin tayyibatından ekledin ve orada tuğyan etmeyin. Yoksa gazabım size hulul eder ve gazabım kime hulul ederse o heva olur.
KuLUv MiN OayYıBAvTı MAv RaZaQNAvKuM Va LAv TaOĞaV FİyHı Fa YaXılLa GaLaYKuM ĞaWaBİy Va MaN YAXLiL GaLaYHi ĞaWABIy FaQaD HaVAy
كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا فِيهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبِي وَمَنْ يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَبِي فَقَدْ هَوَى (81)
***
وَإِنِّي لَغَفَّارٌ لِمَنْ تَابَ
Va EinNIy La ĞafFAvRun LiMaN TAvBa (Va EinNIy FaGGALun LiMaN FaGaLa)
“Ve tevbe edenin gaffarıyım”
Burada dört teşdid vardır.
Birincisi, fiil cümlesi değil de isim cümlesidir.
İkicisi, cümle “İnne” ile başlamaktadır.
Üçüncüsü, Mübalağalı ismi fail kullanılmıştır.
Dördüncüsü, “Le” tekid harfi gelmiştir.
Ayrıca Allah gaffardır. “Rab gaffardır”, “O gaffardır” demiyor, “Ben gaffarım” yani ben kimseye sormam demektedir.
Evet, geçmişte yapılan yanlışlar, hatalar, kötülükler, kasıtlı cürümler bize sorulmayacaktır. Gelecek önemlidir. Sonra yalnız bizim günahlarımızı mağfiret edecek değildir. Tevbe ederlerse Sermaye’nin bütün günahları, beş yüz senelik günahları da mağfiret edilecektir. PKK’lıların da günahları mağfiret edilecektir. Komünistlerin de herkesin de günahları mağfiret edilecektir. Yeter ki tevbe etsinler ve bundan sonra doğru yolu tutsunlar.
Tevbe ne demektir? Tevbe eskiye dönmedir, aslına dönmedir. “Adil Düzen”e dönmedir. Şeriata dönmedir. Tevrat’a dönmedir. Kur’an’a dönmedir. “Men” kelimesini kullanarak kim olursa olsun demektir. İtikadını mezhebini sormadan ve ayırt edilmeksizin kim tevbe ederse onun gaffarıdır.
Kur’an yalnız şimdiki Kur’an ehlini değil tüm insanları hidayete çağırmakta ve eski yaptıklarını mağfiret edeceğini vaat etmektedir.
Dünya düzeni böyledir. Geriye bakılmaz, ileriye bakılır. İnsanlar geçmişte yaptıklarının cezasını yargı kararları ile çekerler. İstikbal ise geçmişe değil geleceğe bağlıdır. Şimdi yaptıklarından sorumlusundur. Dün yaptıklarından sorulmaz.
وَآمَنَ
Va EAvMaNa (Va FaGaLa)
“Ve iman etti”
“أَمِنَ” güven içinde oldu demektir. “آمَنَ” güven içine aldı demektir. Yani asker oldu demektir. “Adil Düzen” için çalışmaya başladı demektir.
Allah’a veya ahirete imandan bahsetmiyor, genel güvenlikten bahsediyor.
Bunun içine sosyal güvenlik de dâhildir.
Dayanışma ortaklıklarını kurdu veya girdi demektir.
Kooperatifler içinde dayanışma ortaklıkları vardır. İlmi dayanışma bilgisizlikten, ahlaki dayanışma ihmalden, mesleki dayanışma beceriksizlikten, siyasi dayanışma kasten iras edilen zararları bölüşerek tazmin eder.
Bakınız, biz burada iman etmeyi elle tutulur hale getiriyoruz. İmana böyle mana verilmelidir. Yoksa ben iman ettim demek laftan ibaret kalır.
وَعَمِلَ صَالِحًا
Va GaMiLa ÖAvLıXan (Va FaGaLa FAvGıLan)
“Ve salih amel etti”
Dayanışma ortaklılarını kurdular işlerini sigorta ettiler, kendilerini sigorta ettiler, sonra da kooperatif içinde plan ve projeye göre uyumlu işler yaptılar.
Bugün herkes Sermaye’nin plan ve projesine göre iş yapmaktadır. İnsan doğrudan makinalara uygun işler yapmaktadır. İşler biter ama ürün korkunç derecede kötüdür. Batıya entegre olmuş bir plan proje değil, tam tersine Batının sisteminden insanları kurtaracak bir proje, mevcut düzen içinde iyi işler yapma değil, iyi düzen içinde iyi işler yapmak hedefimiz. Hak düzeni kabul edenlerin kendi aralarındaki salih amelleri yapması demektir.
ثُمَّ اهْتَدَى (82)
ÇümMa iHTaDAy (ÇümMa iFTaGaLa)
“Sonra ihtida etti.”
Ahlakta ittika, meslekte ibtiga, siyasette ittiba ve ilimde ihtida.
İhtida içtihada dayanır. Diğerlerini “Ve” ile saydı, dördüncü ihtidayı ise Sümme” ile ifade etti. Ancak bunları yapan kimse ihtida edebilir. İçtihat bunlarla olabilir. Böylece içtihadın şartları ortaya çıkmıştır.
Bir müçtehidin içtihatlarına halkın uyabilmesi için önce içtihadına aykırı günahları işlemiş olsa bile ondan tevbe etmesi gereklidir. Yani yaptıkları zararları giderip bir daha yapmamaya çalışmalıdır.
Tevbe etmek demek önce işledikleri kötülükleri itiraf edip sebep olduğu zararları gidermesi gerekir. Sonra dayanışma ortaklıklarına girerek içtihatlarına uyanların hatalarından dolayı yapılan zararları tazmin edecek güç sahibi olacaktır. Üçüncü şart ise kişi içtihatlarına göre hareket etme görevlerini yerine getirmedir. Bu içtihadı yapanlar ve bu müçtehide tabi olunabilir.
İçtihadın dört mertebesi vardır. Çocuğun anne babasının dediklerini yapması onun içtihadıdır. Bir kimsenin bilen birisini bulması ve onun dediklerini yapması halkın içtihadıdır. Bir müçtehidi seçip onun içtihatlarına fetva vermesi de onun içtihadıdır. Müçtehidi kendisi seçiyor. Değişik müçtehitleri seçip onlardan kendine göre uygun olanları seçmesi de içtihattır. Doğrudan kendisi delillere dayanarak içtihat yaparsa bu da müçtehidin içtihadıdır.
YORUM
Kur’an’dan sonra içtihat dönemi başlamıştır.
Bu inkılapların nazari kısımlarını birinci Kur’an medeniyetini kuranlar geliştirdiler. Bize büyük miras bıraktılar. İçtihat dönemi demek ortaklık dönemi demektir. İşçilik döneminin sona ermesi demektir.
İçtihat birinci Kuran uygulamasında topluluk halinde uygulanmadı. Ancak kişiler çapında uygulandı. O günkü düzen halinde uyulamaya uygun değildi. Şimdi Kuran topluluk halinde uygulanmaya geçmektedir.
Bu da semt kooperatifleri ile gerçekleşmektedir. Yüz hanelik tarım ve sanayi semtleri kurulacak. Burada ilmi, ahlaki, mesleki ve siyasi dayanışma ortaklıkları kurulacak ve birlikte plan ve projeli üretime geçilecek. Kur’an bu düzenin üzerinde uygulanmaya çalışılacaktır. Üçüncü binyıl uygarlığı böyle doğacaktır.
Erbakan ve Gülen’in hataları bu olmuştur. Buradaki “Sümme”yi görmek istemediler. “Adil Düzen”in dışında iş yapmak isteyenlerin hataları buradadır.
Öz Türkçe ile:
“Ve Ben bırakanları, inananları, uygun işler yapanları, sonra da yola girenlerin bağışlayanıyım.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve ben tevbe etmiş, iman etmiş, salih amel etmiş, sonra ihtida etmiş kimsenin gaffarıyım.”
Va EinNIy LaĞafFARun LiMaN TAvBa Va EAvMaNa Va GaMiLa WAvLıXan ÇümMa iHTaDAy
وَإِنِّي لَغَفَّارٌ لِمَنْ تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا ثُمَّ اهْتَدَى (82)
***