***
TAHA TÂHA SÛRESİ - 7. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
قَالَ فَمَا بَالُ الْقُرُونِ الْأُولَى (51) قَالَ عِلْمُهَا عِنْدَ رَبِّي فِي كِتَابٍ لَا يَضِلُّ رَبِّي وَلَا يَنْسَى (52) الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ مَهْدًا وَسَلَكَ لَكُمْ فِيهَا سُبُلًا وَأَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَخْرَجْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِنْ نَبَاتٍ شَتَّى (53) كُلُوا وَارْعَوْا أَنْعَامَكُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِأُولِي النُّهَى (54) مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ وَفِيهَا نُعِيدُكُمْ وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً أُخْرَى (55) وَلَقَدْ أَرَيْنَاهُ آيَاتِنَا كُلَّهَا فَكَذَّبَ وَأَبَى (56) قَالَ أَجِئْتَنَا لِتُخْرِجَنَا مِنْ أَرْضِنَا بِسِحْرِكَ يَامُوسَى (57) فَلَنَأْتِيَنَّكَ بِسِحْرٍ مِثْلِهِ فَاجْعَلْ بَيْنَنَا وَبَيْنَكَ مَوْعِدًا لَا نُخْلِفُهُ نَحْنُ وَلَا أَنْتَ مَكَانًا سُوًى (58)
***
قَالَ فَمَا بَالُ الْقُرُونِ الْأُولَى (51)
QAvLa FaMAv BAvLu eLQuRUvNu eLEUvLAv (FaGaLa FaMAv FaGaLUu FuGUvLu elFuGLAy)
“Ûla karnların bali nedir diye kavl etti”
Tekzib edene ve tevelli edene azab görüleceği vahyedildi demiş, sonra da İsrail oğullarını bana kat demişlerdi. Firavun ne cevap vereceğini bilmediğinden konuyu saptırmak için başka konuya geçmiştir. Bu ilim dışı bir metottur. Yahut zaman kazanmak için başka konu tartışılır.
Şirke çok sert bir şekilde saldıran İbrahim ve Muhammed’e de aynı soru sorulmuştu. Konunun tartışmasına geçmeden genel cevap peşindedir. Bu da bir usuldür. Konu tartışılmaz, ilke cevabı verilir, inceliklere inilmez. Önce bilinenler ele alınır, sonra bilinmeyenlere geçilir. Önce tartışılmayan konular ele alınır, onlar belirlenerek onun üzerine taraflar tartışırlar.
Şimdi bizim işimiz bizim ne yapmamız gerektiğidir. Geçmişte yapılanları, gelecekte yapılanları sonra tartışırız veya hiç tartışmayız. İncil’de ‘günün derdi güne yeter’ deniyor. Biz Kur’an’ı şimdi nasıl anlamalıyız, onun üzerinde durmalıyız. Geçmiş geçmiştir, gelecek de daha gelmemiştir.
قرن nesil demektir. Her on sene uygarlığın bir yaşıdır. Ona göre eğitim alır, iki çağın eğitimini alır. Uygarlıklar miladi yıllara göre değişir. Uygarlıklar yeni tebliğlerle değişir. Tebliğ geldikten sonra insanlar suçlu olurlar. Daha öncekiler o düzende yaptıklarına göre cennete giderler. Muhammed’in babası iyi insan idiyse o da cennete gidecektir. Amcası Ebu Talip ise bilerek Müslüman olmadı, bununla beraber herhalde ahirette Ebu Cehil muamelesini görmeyecektir.
بيل, بول sidik demektir. بيل sıkıntılı durumdur, sorumluluktur.
ب geçişi, ي kolaylığı, ل belirliliği ifade eder.
Bir araba çalışmadığı zaman onun sorunu vardır.
Geçmişte olanların sorunu ne olacak denmektedir.
YORUM
Biz Kur’an’ı yorumlarken geçmişteki insanları muhakemeye çekip onlar hakkında ‘cennetliktir-cehennemliktir’ hükmü vermeye çalışmıyoruz; biz Kur’an’ı şimdi bizim ne yapmamız gerektiğini belirlemek için yorumluyoruz.
Faiz geçmişte yararlı olmuş, böylece sermaye terakümü sağlanmış ve insanlık tarım döneminden sanayi dönemine geçmiştir. Allah onun için faizli düzene şimdiye kadar müsaade etmiştir. Bunun sonucu olarak sosyalizmin ve kapitalizmin dinsizliği de insanlık için yararlı olmuştur. Bu sayede insanlığın beyni hurafelerden temizlenmiştir. Böylece yeni sağlam fikirlerin beyinde yer almasına zemin hazırlanmıştır.
Her şey “Adil Düzen”in gelmesine hizmet etmiştir.
Ne var ki sanayileşme devri tamamlandığı gibi kâğıt para da bulunmuştur. Artık sermaye sıkıntısı yoktur. Dolayısıyla faizli para sistemi ömrünü tamamlamıştır.
İnsanlık faizsiz kredileşme sistemine geçecektir. Faiz ekonominin yakıtıdır; kötü yakıttır ama yakıttır. Siz daha iyi yakıt bulmazsanız kötü yakıtı kullanmak zorundasınız. Recep Tayyip Erdoğan’ın hatası işte buradadır, bunu kavrayamıyor.
Faizin yerini alacak iki sistem vardır; “kredileşme sistemi” ve “selem sistemi” (peşin ödemeli selem sistemi). Siz bunları getirmeden faizli sisteme son veremezsiniz. Altın doları çıkarmadan faizli doları ortadan kaldıramazsınız.
Türkiye’de İslami ilimlerin belki dünyada en büyük âlimi Hayreddin Karaman ile yine belki dünyada cari ekonominin en büyük âlimi Sebahattin Zaim, ilk günden beri R. T. Erdoğan’ın güya danışmanı idiler ve bunlar kooperatifimizin de ortağı idiler! Erdoğan, bu ikisi ve diğer danışmanlarda oluşan 14 kişilik bir heyet kurdu, güya Adil Düzen üzerinde çalışma yaptılar. Onlar Erdoğan’a doğru dürüst “Adil Düzen”i anlatmadılar, vazgeçmesini önerdiler; Erbakan’a da böyle yaptılar! Erbakan iki tarafı dengede götürdü, Erdoğan ise götüremedi ama “Adil Düzen” için yol açtı.
Erdoğan’ın başardığı işler vardır. Bunlar nelerdir?
a) Erdoğan’ın ilk başardığı iş, askerleri İslamiyet’in yanına çekti.
b) İkinci başardığı iş, Avrupa’yı ve Papa’yı İslamiyet’le barıştırdı.
c) Üçüncü başardığı iş, millî istihbaratı (MİT) korkulu öcü olmaktan çıkardı.
d) Dördüncü başardığı iş, Kürt sorununu çözdü.
e) Erdoğan’ın beşinci başardığı iş, sermayeyi Türkiye’ye çekti.
Ne var ki, Erdoğan “Adil Düzen”i kabul etmediği için şimdi o başardığı işlerin hepsi bir bir yıkılıyor. Erdoğan’ın tek şansı vardır; seçimden (24 Haziran) sonra Akevler’in kapısını çalacak, ilk kurucu kadrosu ile barışacak ve Adil Düzen’e hepsi birden sahip çıkacaklar.
Burada Erdoğan’dan daha çok Abdullah Gül’ün sorumluluğu var, Bülent Arınç’ın sorumluluğu var, Beşir Atalay’ın ve diğerlerinin sorumluluğu var.
Öz Türkçe ile:
“ ‘Öncekilerin durumu nedir?’ dedi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ula karnların bali nedir diye kavletti.”
QAVLa FaMAv BAvLu eLQRUvNi eLEUvLAv
قَالَ فَمَا بَالُ الْقُرُونِ الْأُولَى (51)
***
قَالَ عِلْمُهَا عِنْدَ رَبِّي فِي كِتَابٍ
QAvLa GiLMuHAv GıNDa RabBIy (FaGALa FıGLuHAv FiGLa FaGLIy Fıy FıGAvLin)
“Onun ilmi Rabbimin indinde bir kitaptadır”
Burada sorulan sualdeki بَال kelimesi müzekkerdir, gönderilen zamir müennestir. Ya بَال kelimesi manen müzekkerdir, çift uzvundan biridir yahut doğurgan bir şeydir. Yağmur yüklü bulutların adıdır. O sebeple bu kelime dişi gelmiştir. O zaman بَال demek, bir toplulukta yenilik yapılmadan evvel ortaya çıkan ve insanları yeniliğe zorlayan sıkıntılardır. İnkılaptan önce o toplulukta belirtilen sorunlardır.
-Anadolu işgal edilmeseydi, Cumhuriyet kurulamazdı.
-CHP döneminde yönetim ve işler iyi gitseydi, Demokrat Parti oluşmazdı.
-Demokrat Parti başarsaydı ve yaşasaydı, çok partili sistem gelmezdi.
-Sokaklarda çatışma olmasaydı, K. Evren İslami inkılabı yapmazdı.
-Kenan Evren’in anayasası başarılı olsaydı, 28 Şubat olmazdı.
-28 Şubat olmasaydı, AK Parti de iktidar olmazdı.
-AK Parti başarılı olsa, Adil Düzen gelmez.
İşte, بَال yağmur yağmadan önce havada oluşan sıkıntıdır. Topluklarda inkılap olmadan önce oluşan sıkıntıdır. 24 Haziran’ın (2018) sıkıntılı olması, Adil Düzen inkılabının yaklaştığı anlamındadır. Bu sıkıntı sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada ayyuka çıkmıştır. Buradaki هَا zamiri bize bunu anlatmaktadır.
Zamiri Kur’an’a göndermek de mümkündür, onun da derin manaları olabilir.
Ben burada bırakıyorum yani onu da size bırakıyorum.
Rabbimin indinde bir kitaptadır diyor. عِنْدَ رَبِّي kitabın zarfı değildir, haberden sonra haberdir. “Rabbimin indinde bir kitaptadır” diyor. Onların durumları onlara aittir. Allah’ın iradesine göre hareket etmişlerdir. Allah da irade ettiğini bildirmektedir. Onların içinde cennete gidecekler var, cehenneme gidecekler var.
Bu bizi ilgilendirmemektedir. Biz bizim ne yapmamız gerektiğini anlamak için onların geçmişini öğreniriz. Hiçbir düzen için günü gelince hiç kimse onun yıkılışını bir saat durduramaz, günü gelmeden de bir saat önceye almaz. Bizi ilgilendiren bugün bizim ne yapmamız gerektiğidir.
Evet, bizim görevimiz bir “Adil Düzen” işletmesini kurmaktır, bu işletmeyi işletecek kadroyu yetiştirmektir.
N. Erbakan bunu anladı. F. Gülen bunu anladı. AK Parti ise duymadı bile! İnkılabı mevcut kadro ile çözdüler.
Oysa inkılapta bir aşiret kadar olsa da bir kadro yetiştirilerek sorun çözülür. İzmir Akevler bunu anlamıyor, piyasadakilere işleri yaptıracağını sanıyor, beş vakit namazı birlikte kılmayı hedeflemiyor.
İstanbul Medhal’de de benzer düşünce hâkimdir.
Yalova’daki ar-ge çalışmalarına katılmayanlar bir yere varamazlar. Sadece destekleme yetmez, bizzat girişimci olarak katılma zorunluluğu vardır. Kadıköy Grubu malen destekliyor ama fiilen de yerlerini almalıdırlar. Akevler önce bu dağınıklık sorununu çözmelidir.
Biz bir “Adil Düzen” işletmesini kurmalı ve çalıştırmalıyız.
Bizden öncekilerin yaptıkları, Bediüzzaman’ın, Süleyman Tunahan’ın, İzmir Akevler’in, Gülencilerin, Millî Görüşçülerin yaptıkları bizi ilgilendirmez.
Biz şimdi bugün bugünün Firavunu Sermaye ile cidal içindeyiz.
Çevremizde olanlar da (Millî Görüş, Gülen, AK Parti, ilahiyatçılar) da Sermaye ile boğuşuyorlar. Onlar batıl düzende boğuşuyorlar.
Biz hak düzeni getirmekle uğraşıyoruz.
Onlarla olan sorunları çözmek bize ait değildir, Rabbimin indindeki ilme aittir.
Bu bir kitaptadır. Burada kitap nekre olarak getirilmiştir. Kitabin vahid anlamındadır. Bizim bilmediğimiz kitaptır, onun için nekre gelmiştir. Bütün kuralları aynı kitapta topladığı için de müfret gelmiştir.
لَا يَضِلُّ رَبِّي وَلَا يَنْسَى (52)
LAvYaWilLu RaBBiVa LAv YaNSAy (La YaFGaLu FaGLIy Va LAv YaFGaLu)
“Rabbin ne dalalet eder ne de nesy eder.”
ضلل nerde olduğunu bilmediğin geniş arazidir, dağlık alan yahut orman olabilir. Kaybolan deveye ضَلَّ denir. Şaşırarak nerde olduğunu bilememektir.
ضلل Kur’an’da 191, ضنن 1 defa geçer. Toplam 192 (26*3) eder.
ض azalmayı, ل ise belirliliği ifade eder.
Bilinen yerden bilinmeyene gitmedir.
ضَلَّة Çadırın kurulduğu yer demektir.
نسي çadırı söküp gittikleri zaman unutulanlar, terk edilenler olur. Bunların içinde unutulanlar vardır.
نسي Kur’an’da 45, نسو ise 59 defa geçmektedir. Toplam 104 (23*13) eder.
Unutma ile nisa arasında bir yakınlık yoktur, biri ي ile diğeri و iledir.
ن belirsizliği, س mekânda diziyi, ي ise kolaylığı ifade eder.
Kur’an’da iki kelime karşılaştırılıyorsa iki ayrı oluşumu anlatır. Unutma ve dalalet. Allah herkesle ayrı ayrı ve teker teker ilgilenmektedir. O’nun bilgisi dışında hiçbir şey yoktur. Bu manada bir şeyi gözden kaçırma, görmeme, bilememe halidir. Unutma ise geçmişte olanları da bilmemedir. Aslında varsayımlar birbirine zıt olanlardır. Onlar arasındaki ilişkiler ilmi oluşturur.
a) Her şey Allah’ın meşietinin var edilmesi ile olmaktadır, O’nun meşieti olmayan hiçbir şey yapılmaz.
b) Allah her olanı bilmektedir, meşiet ettiği olacakları da bilmektedir. Meşiet etmediği hiçbir şey var olmadığı için onu bilmez diyemeyiz.
c) Allah zalim değildir, adildir. Dolayısıyla suçsuz olan kimseye asla ceza vermez, azap etmez.
d) İhsan, iman, rahmet ve meveddeti ise istediği kimseye verir, istediği kimseye de dar tutar.
Bu varsayımlar içinde tebliğ ulaşmayanları değerlendirmemiz gerekir.
YORUM
Bildiği halde gerçekleri gizleyip yanlışları savunmak “küfür”dür.
Bildiği halde yapması gerekenleri yapmamak “fısk”tır.
Başkalarının hakkını gasp etmek ise “zulüm”dür.
Bilmiyor ama bilmek de istemiyor, bilemiyor, öğrenmekten kaçıyor; bu kimse “dalalet”tedir. İçtihat yapmamak demek bilmeyi istememek demektir. İşte sorumluluk burada başlar. Yanlış bilen ise sevap alır, belki de doğru bilen kadar sevap alır.
Kur’an düzenini öğrenmeye çalıştık. Elimizden geldiğince uyguladık. Erbakan sayesinde ve Gülen sayesinde asrımızda Kuran’ı tüm dünya duydu. Eksik bir şeyimiz vardır, bir “Adil Düzen” işletmesini kuramadık ve örnek olarak gösteremedik. Şimdi ona çalışıyoruz. “Kur’an’a inandım” diyenlere buraya katılmak farzdır.
Akevler’de genç bir hanım bana sual sordu, “zekât vermemiz gerekir mi?”
O zaman Allah ilham etti ve cevap verdim: Günlük geçinmeniz için cari sistemde iş yapacak ve yaşayacaksınız. Herkes ne yapıyorsa siz de yapacaksınız. Bu hususta zaruret vardır. Dolayısıyla helaldir. Ama artırabildiğiniz imkânlarınızı “Adil Düzen” işlerinde değerlendireceksiniz. Kooperatiflere katılacaksınız. Birikiminizin zekâtını kooperatifler almaktadır. Başkaca zekât gerekmez.
Firavunun konuyu saptırmak için sorduğu soruyu Musa genellikle önce cevaplıyor. Allah’ın yaptıklarını anlatıyor, O’nun kurduğu düzeni anlatıyor. Allah’ı anlatmıyor, O’nun yaptıklarını anlatıyor. Biz Allah’ın kendisini bilemeyiz, bilmemize gerek de yoktur. Biz O’nun yaptıklarını bilebiliriz.
Öz Türkçe ile:
“Onun bilgisi Yetiştiricimin yanında bir yazıdadır. O ne şaşırır ne de unutur dedi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Onun ilmi Rabbimin indinde, bir kitaptadır. Rabbim ne dalalet eder ne de nesy eder diye kavl etti.”
QAvLa GıLMuHAv GıNDa RabBIy FIy KiTAvBin LAv YaWılLu RaBIy Va LAy YaNSAy
قَالَ عِلْمُهَا عِنْدَ رَبِّي فِي كِتَابٍ لَا يَضِلُّ رَبِّي وَلَا يَنْسَى (52)
***
الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ مَهْدًا
elLaÜIy CaGaLa LaKuMu eLErWa MaHDaN (elLaÜIY FaGaLa LaKUuMu eLFaGLa FaGLan)
“Arzı sizin için beşik kılandır”
مَهْد beşik demektir.
م suyu genişliği, ه görünmezliği, د çevreyi, duvarı ifade eder.
Musa Firavuna Rabbi anlatıyor. Sözler Musa’ya aittir. Çünkü Rabbinin sıfatıdır. Buradaki Küm zamiri Türkçedeki biz anlamındadır. Yani yeryüzünü biz insanlar için mehd yapmıştır.
مهد kelimesi çocuğun yetiştirildiği yerdir. Çocuk kendi kendini yaşatamadığı için insanlar ona özel döşek yaparlar, düzgün büyümesini sağlarlar, kundakla bağlarlar. Bugünkü tabipler uygun görmeseler de çocuk uygun şekilde belli zamanlarda bağlı olarak kaldığı zaman beden uygun oluşur, hayatta bedenine hâkim olur. İnsanlar estetik ameliyat yapmakta, dişlerini kelepçelemektedirler. Çocuğa da beşikte uygun bir şekilde büyümesi sağlanır. Kur’an madem beşikten bahsetmektedir, bunun değerlendirilmesi gerekir. Arza mehd fiili vardır. Düzenlemek demektir.
Hâsılı, çocuğun sağlıklı bir vücutla büyümesi örnek olarak şişmemesi için beşiğe ihtiyaç vardır.
مَهْد kelimesi yeryüzü için kullanılmakta, bir de cehennem için kullanılmaktadır. Cennet için mehd kelimesi kullanılmamaktadır.
Demek ki çocuklar için beşik ne ise yeryüzü de insanlar için odur. Kendi başlarına yaşayamayan insanlar yeryüzü beşiğinde yetiştirilmektedir. Yeryüzünde insan nasıl şekillendirilmekte ise ahirette de cehennemde insanlar öylece beşikte yetiştirilir gibi yetiştirileceklerdir, Alçıya alınarak yetiştirileceklerdir.
Musa Firavuna işte bunu söylemektedir; yeryüzü insanlara beşiktir, insanlara bakılmakta ve ahirete hazırlanmaktadırlar.
وَسَلَكَ لَكُمْ فِيهَا سُبُلًا
Va SaLaKa LaKuM FİyHAv SuBuLan (Va FaGaLa FİyHAv FuGuLan)
“Ve orada sizin için sebilleri suluk etti”
Yeryüzünü beşik benzeri yaptı.
Çocuk beşikte nasıl serbest hareket edemezse, ancak kendisine sağlanan imkânlar içinde hareket edebilirse, yeryüzünü de böyle engebeli yaptı. Ama aralarında yollar koyarak insanların buluşmasını sağladı. Herkes kendisine sağlanan alanlarda serbestçe hareket eder, ayrıca yollarla da birbirlerine bağlanırlar. Böylece bir taraftan sınırlanan alanlarda istedikleri gibi yetişirler, kendi alanlarında bağımsızdırlar, diğer taraftan yollarla ilişkiler kurmaktadırlar.
سلك sülük demektir. Boncuk ve benzeri şeylerin dizildiği iptir. Dizilmek ve girmek anlamlarında kullanılmaktadır.
س mekânda diziyi, ل belirliliği, ك oluşu ifade eder.
Sebil birbirini kesen yoldur.
س mekânda diziyi, ب geçişleri, ل belirliliği ifade eder.
İnsanlar ayrı kişiler olarak yaratılmıştır. Sonra da diğer insanlarla ilişki kurulmuştur. Böylece insanlık tek ümmet olmuştur.
Buradaki yollardan maksat yalnız karayolları değildir; kara, demir, deniz ve hava yollarıdır; elektrik, su, pissu ve gaz yollarıdır; radyo ve televizyonun çalışmasını sağlayan kanallardır.
سَبِيل zaten çok yolun birbirine bağlanması ile oluşur.
سُبُل ise bütün bunları içerir.
وَأَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً
Va EaNÜaLa MiNa elSaMAvEi MAvEan (Va EFGaLa MiNa eLFaGAvLı FaGaLan)
“Ve semadan maı inzal etti”
Yer’in dışında Güneş sisteminde su olan başka bir gezegen yoktur. Yer uygun bir şekilde yaratılmış ve ayrıca su da konmuş. Bunun anlamı şudur. Yer teşekkül ederken suyun dışındaki maddeler diğer gezegenler gibi kendi bulundukları yerde oluştu. Oysa gezegenleri oluşturan lavda su yoktu.
Gezegenlerin oluşması şöyle izah edilmektedir. Bir başka güneş güneşimize yaklaştı ve güneşimizdeki maddeler lavı kendisine çekti. Ama tam alıp götürmeden güneşin dışında kalan lav dönmeye başladı, birbirini çeken maddeler gezegenleri oluşturdu. Yani Yer’in yapısı ile Güneş’in yapısı aynıdır. Soğuma esnasında maddeler oluştu. Suyun dışındaki maddeler ile karalardaki maddeler hep aynıdır. Su ise başka yerden gelmiştir ve belli miktarda getirilmiştir. Yeryüzünde fazla miktarda hidrojen vardır. Oksijen getirilip yakılmış ve su yapılmıştır. O halde buradaki uzak bulutlardan inen su değildir. Semadan getirilmiştir. Gezegenlerin birinden gelmiştir. Gezegenlerde veya küçük gezegenlerde depolanmış bir su olmalıdır.
فَأَخْرَجْنَا بِهِ أَزْوَاجًا
Fa EaPRaCNAv BiHIy EaZVAvCan (Fa EaFGaLNAv BiHIy EaFGAvLan)
“Onunla ezvacı ihraç ettik”
فَخَلَقْنَا demiyor, فَأَنْشَأْنَا demiyor, فَأَخْرَجْنَا diyor. Çünkü su sadece mevcut olan civcivin yumurtadan çıkmasını sağlıyor, başka rol oynamıyor. Yani o sadece malzemedir. Aktiftir sadece yeşermektedir.
Biyolojide bir kural vardır, susuz hayat olmaz. Kur’an bu sebeple sıkça bunu vurgulamaktadır. Denizden çıkıp bulutlara taşınan suları da anlatmaktadır.
Burada önemli bir teşabüh vardır. أَخْرَجَ demiyor da أَخْرَجْنَا diyor. Bunlar Musa’nın sözleridir. Allah ihraç etmiyor, biz insanlar o su ile ihraç ediyoruz. Yani bütün bunları bizim için yaptı, şimdi de o suyu kullanarak bizi değil nebatı ihraç ediyoruz. Böylece yeryüzünde ne yaratılmışsa hepsi bizim için yaratılmıştır.
مِنْ نَبَاتٍ شَتَّى (53)
MiN NaBAvTin ŞatTAy (MiN FaGAvLin FaGLAy)
“Nebattan şetta olarak”
إِنْزَال kelimesinin iki manası vardır. Biri mekânda yere inmedir. Biz o manayı verdik. Diğeri de onu kullanabilme, ondan yararlanabilmedir.
Su emrimize verildi. Sulama yaparak canlıları yaşatırız, onların çoğalmalarını sağlarız. Tarım ve hayvancılık yaparız. Su aynı zamanda maddenin ilk cüzü olan hidrojenden yapılmıştır (H2O). Canlılar sudan hayat bulduğu gibi diğer bütün maddeler de suyun kökü olan hidrojenden olur. O maddelere öyle özellikler verilmiştir ki şimdi ben bilgisayarı yazabiliyorum, sinek uçabiliyor ve benzer bütün şeyler gerçekleşebiliyor.
Yeryüzünde cansız âlem vardır, bir de canlılar âlemi vardır.
Cansız âlem doğa kanunlarının etkisi ile oluşmakta ve gelişmektedir.
Canlılar âlemi ise şuurlu varlıkların özel yerleştirmeleri ile olmaktadır.
Bir dereye vardığınız zaman çakıl taşları bulursunuz. Dere suları onları getirip bırakmıştır. Derenin bundan haberi yoktur. Oysa derede duvar yapılmış ve sulanmaktadır. Bunu yapanlar bilinçli varlıklardır. Bir amaçla bunu yapmışlardır.
Genel olarak baktığımızda her şeyin amacı vardır. Cansızlar da bir amaçla o şekilde var edildiler. Canlılarda ise Tanrı’dan başka şuurlu varlıkların yaptıklarıdır ve amaçları vardır. أَنْبَتْنَا نَبَاتًا denmiş olması bunu ifade etmektedir. Allah onu diğer bilinçli varlıklara yaptırmaktadır.
Buradaki نَا zamiri içinde “insan, ruh, melek ve cinler” de vardır. Allah kâinatı var etmiş ama bizim için var etmiş, biz ondan yararlanalım diye var etmiş. Canlılar meleklerin oluşturdukları, insanların ürettikleri varlıklardır. Farklılıklar vardır. Allah kâinatı birbirine benzeyen atomlardan oluşturdu. Maddeye değişmez özellikler verdi ve aralarında fark olmayan kanunlara tabi tuttu. Sonra bunları bilinçli varlıklara verdi ve onlar onu farklı amaçla ve farklı olarak dizerler. Her varlığın DNA’ları farklıdır. Bu sayede biz cinayetleri ayırt edebiliyoruz. Bitkilere yerleştirilen özel maddelerle ve renklerle besinlerimizi ayırt edebiliyoruz.
Bu farklılıkları şuurlu varlıklar yapmaktadırlar. Canlıların yapıcıları Allah’ın verdiği güçle insanlar, melekler, ruhlar ve cinlerdir. Allah’ın yaptıklarında teklik var benzerlikler var. Bizim yaptıklarımızda farklılıklar var ayrılıklar var, şetta var, çeşit var.
YORUM
Burada anlatılan coğrafi durumdur. Bunu bir de mülkiyet olarak düşünebilirsiniz. Yeryüzünün arazileri özel mülkiyet olarak paylaşılmıştır. Yeryüzü bir beşiktir aile onun içinde yaşar. Birbirleri ile ilişkilerini hukukla sağlarlar. Hukuk şeriat içinde özgürlüğü sağlar. Ayrıca ocaklar, bucaklar, iller ve ülkeler birer beşiktir. Uluslararası ilişkiler dil ile sanat ile teknik ile ve hukuk ile sağlanır. Bunlar da sübüldür.
Böylece Musa Allah’ın yeryüzüne hâkim kıldığı düzeni anlatmaktadır.
Allah Arşı (beş boyutlu uzayı), Kürsüyü (dört boyutlu uzayı,) semavat ve arzı (zamanı), maddeyi ve enerjiyi bizzat var etti. Bunları var ederken kendisinden başka kimse yoktu, kimseyi istihdam etmedi. Sonra ruhları, melekleri, insanları, cinleri var etti ve bu kâinatı onların hizmetine verdi. Onlara görev verdi. Onlara bilgi verdi. Onlara güç verdi. Ve canlılar âlemini oluşturdu.
Bu kâinatı onlar için var etti. Yoksa abesle meşgul olurdu. Sarayı oturanlar için yaparsınız. İşte, kâinatta bilinçli varlıkları istihdam etmektedir. Biz de şimdi O’nun işçileriyiz, bize verdiği görevleri yapıyoruz. Görevlerimizi doğru dürüst yaparsak cennete, yapmazsak cehenneme gideceğiz.
Musa Firavuna bunları anlatmaktadır.
Burada hazfedilen bir iki kelime var “وَقَالَ رَبِّي / Ve Rabbim dedi ki” kelimeleri hazfedilmiştir. Kur’an’da bu usuldür. Hazf yapılarak insanın anlatılanı kendi zihninde tamamlaması sağlanır.
Bu hazfı daha önce de düşünebiliriz, o zaman yukarıdaki açıklamaları yapmayız.
Öz Türkçe ile:
“Yeri size beşik yaptı ve oraya sizin için yollar yerleştirdi ve gökten su indirdi. Biz onunla değişik türde bitkileri çıkarıyoruz.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Arzı sizin için ca’l etti ve oraya sizin için sübülleri sülük etti ve semadan mâ inzal etti. Biz onunla nebattan şetta ezvacı ihraç ediyoruz.”
elLaÜIy CaGaLa LaKuMu eLEaRWu MaHDanVa SaLaKa LaKuM FIyHAv SuBuLan Va EaNÜaLa MiNa elSaMAvEi MAvEan FaEaPRaCaMAv BiHIy EaZVACan MiN NaBAvTin ŞatTAv
الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ مَهْدًا وَسَلَكَ لَكُمْ فِيهَا سُبُلًا وَأَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَخْرَجْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِنْ نَبَاتٍ شَتَّى (53)
***
كُلُوا وَارْعَوْا أَنْعَامَكُمْ
KüLUv Va iRGav EaNGAvMaKuM (UFGuLUv Va İFGaLUv EaFGAvLaKuM)
“Ekl edin ve enamınızı ra’y edin.”
Bir mumu bir ip etrafında silindir yaparsınız. Sonra onu tutuşturursunuz. O belli bir ışık vererek yanmaya başlar. Hiç yanmayabilir veya birden yanabilir. Ama Allah muma ve ipliğe öyle özellik vermiştir ki yavaş yavaş yanarak bize ışık verir. Siz bunu keşfedersiniz. Ama bu özelliği muma siz veremezsiniz. Allah hidrojene öyle özellik vermiştir ki belli miktarda bir araya gelince birleşmeye başlar ve helyum oluşur. Mum gibi sabit bir hızla etrafa ışık yayar. O ışık yeryüzüne gelir ve denizleri ısıtır. Bulut yapar. Bulutlar dağlara çarpar ve yağmur yağmaya başlar. Yeryüzünde de çeşitli bitkilerin tohumları vardır. Onunla yeşerirler. İşte biz onları yer de yaşarız.
Biz o güneş enerjisinden değişik şekillerde yararlanırız. Önce doğrudan diğer canlıları kullanmadan yaşarız. Su ve rüzgâr enerjisini elde ederiz. İkinci adımda bitkilerden yararlanır ve yaşarız. Onların üretip depoladıkları nesneler olmasa biz yaşayamayız. Bir de hayvanlarımız var, onlar bitkilerden yararlanırlar, biz de onlardan yararlanırız.
İşte… Biz bu döngü içinde yaşarken görevlerimiz vardır, dördüncü yararlanma şeklimiz vardır. Birbirimizden yararlanarak yaşarız. Onun için “ye ve ra’y et” demiyor da “yiyiniz içiniz” diyor. Bir de اِطْعِمُوا demiyor, كُلُوا diyor. Yalnız beslenmede kullanmıyoruz bunları; beslenmede, giyinmede, barınmada ve dolaşmada onlardan yararlanıyoruz. Burada نَبَات ve أَنْعَام karşılaştırılmıştır.
Şimdi bizim öyle bir düzen oluşturmamız gerekir ki bu dengeyi, bu akışı bozmadan birlikte üretelim ve birlikte bölüşerek tüketelim. İnsanlar bunu para ile sağlıyorlar. Ayetin bu manasını uygulayabilmemiz için “Adil Düzen İşletmelerini” kurmamız gerekmektedir.
O zamanki Mısır sömürü ile yönetiliyordu. O günkü Firavunun sömürü aracı teknoloji idi, sihir idi. Bugünkü Firavunun sömürü aracı dolardır, silahtır. Dün siyasi tekel vardı. Bugün iktisadi tekel vardır.
إِنَّ فِي ذَلِكَ
EinNa FIy ÜAvLiKa
“Bunda”
Birçok şeyler anlattı. فِي تِلْكَ denmesi gerekirken فِي ذَلِكَ denmiştir. Çünkü hepsi bir bütündür. Bir tek olay anlatılmaktadır. Kâinatın felsefesi yapılmaktadır. Her bir parçası ayrı ayrı görev görmekte ama hepsi bir tek düzene hizmet etmektedir. Tüm kâinat bir varlık haline gelmiştir. Halik ile mahlûk bir bütün olmuştur.
Vahdeti vücutçular halik ile mahlûku ayrı görmezler. Halik olmadan mahlûk olmadığı gibi mahlûk olan halik olmaz diyorlar. Bu bir bakış açısıdır. Halik vardır. Mahlûk vardır. Elbette halik mahlûktan farklıdır, o bakımdan mahlûku halik saymak yanlıştır. Ama mahlûksuz halikı düşünmek de yanlıştır.
Biz bunları öğrenirken gayemiz görevimizi kavramaktır. Tartışılan konu bizi ilgilendirmez. Bu sebepledir ki Ebu Hanife Kelam ilmini bırakıp Fıkıh ilmi ile meşgul olmuştur.
لَآيَاتٍ
LaEAvYAvTin (La FaGaLAvTin)
“Ayetler”
Kendisine tek işaret zamiri gönderildiği halde içinde ayetler vardır diyor. Sebep-sonuç ilişkileri vardır. Doğa kanunlarından her biri bir ayettir. Çünkü sebep varsa sonuç da vardır. Her sebep-sonuç ayettir. Sebepler vardır, sonuçlar vardır.
Demek ki sosyal ve tabi kurallar birer ayettir. O sayede biz yaşıyoruz. Toplulukta onun için şeriat düzenine ihtiyaç vardır.
Kurallar yürürlükte iken onlara uyulmalıdır.
Geri kalmış ülkelerde dışarıdan aktarılmış kanunlar vardır. Onlar o topluluğun ihtiyaçlarını karşılamadığı için o kurallara uyamıyorlar. Böylece yazılı hukuk başka, yaşayan hukuk başkadır. Bu iki hukukun çatışması sonunda anarşi doğmaktadır.
Kur’an düzeninde her bucağın şir’ası ayrıdır. Kendi kanunlarını kendisi yapar. Orada yazılı hukuk ile yaşayan hukuk aynıdır.
لِأُولِي النُّهَى (54)
Li EuLiy elNuHAy (Li FuGLi elFuGLAy)
“Nuhalılar için”
“Nihayet” son demektir. Bir akıntının son bulduğu yere, yani yamacın bitip düzlüğün başladığı yere “nihaye” denir. “Nehy etmek” ileride olacak kötü sonuçları baştan haber vererek yapmamasını istemektir. Bucaklara “nahiye” diyoruz. İnsanlardan birçok şeylerin yapılması istenmeyen yer demektir.
ن belirsizliği, ه boşluğu, ي kolaylığı ifade eder.
ءول yazılmaktadır. Buradaki و elifi ötre olarak okutmak içindir. Bir defa أُولَاتِ olarak geçmektedir. Burada ي ile okunmaktadır. Bir de Kur’an’da أُولُو yerine ذَا geçmektedir. أُولُو الْقُرْبَى var, ذِي الْقُرْبَى var, ذُو الْفَضْلِ de vardır. أُولُو kelimesi ذُو kelimesinin çoğuludur.
النُّهَى marife gelmiştir, أُولُو الْأَلْبَابِ gibi bir kelimedir. Bir düşünme tarzını ifade etmektedir.
İki türlü düşünme tarzı vardır. “İstanbul Ankara’dan büyüktür” dediğimiz zaman düşünme geneldir ve biz hayatta hep böyle düşünür böyle yaparız. Bir diğeri de varlıkların sınırlarını çizip mantıklı kavramlar oluşturma düşüncesidir. Bu şekilde düşünme halkın düşünmesinden farklıdır. Hesaplar bunun üzerine yapılmaktadır. Sebep-sonuç ilişkileri bununla değerlendirilmektedir. Bu düşünce de bütün olarak ele alınır. O bütün parçalanır ve her parçaya bir ad verilir. Böylece sistem bütünün parçaları ile kavranır.
Kâinat bir bütündür, Allah ile bütündür. Allah olmadan bir kâinat düşünülemez. Biz onları beynimizde parçalara ayırıyor ve ayrı varlıklar olarak görüyoruz. Bir düzende sorun çözülürken yalnız o yerin sorunu çözülmez. Tıkalı bir yerde köprü yapmak sorunu çözmez. Genel akışkanlar mekaniği içinde tüm şehrin, hatta tüm dünyanın trafiği birlikte düşünülüp çözülecektir.
Bugünlerde Türkiye’de yapıldığı gibi başkanlık sistemine geçilmekle sorunlar çözülmez. Her sistemin kurumları vardır, bütünü ile o sisteme kurumlarıyla birlikte geçilmesi gerekir. Yani devletin buna göre baştan kurulması gerekir.
Saltanattan Cumhuriyete imparatorluğumuz yıkıldıktan sonra geçtik.
Biz “Adil Düzen”i kurduğumuz yeni sitede denedik. Böylece İzmir Akevler oluştu. Yeni denemeler yaptık. Şimdi de onu değiştirmiyoruz. Ama Yalova’da yenisini kuruyoruz. Yeni düzene yeni sistemlerle geçilecektir.
Biz üç yüz senedir Batılılaşıyoruz ama bir türlü Batılılaşamadık.
Genel düşünme ama özelden başlama. Evet, tüm dünya üçüncü binyıl uygarlığına geçecektir. Ama önce semtlerde geçilecektir.
N. Erbakan’ın ve F. Gülen’in hataları bu idi; makroda yeni düzen kurulamaz.
YORUM
Firavunun “Rabbin kimdir” sualine cevap verirken Rabbinden değil de yaptıklarından bahsetmektedir.
Biz de bugünkü Firavuna anlatırken genel düzeni anlatmalıyız.
İki tebliğ merkezi vardır. Biri eimmeyi küfürdür (أَئِمَّةَ الْكُفْرِ, Küfrün önderleri). Onlara ilimle anlatmalıyız. Hikmetle ve illetleri ile anlatmalıyız. Halk ise bunlarla anlamaz. Halk görmek ister. Onlara da örnek semtler oluşturarak anlatmalıyız.
Bir taraftan ilim yaparken diğer taraftan uygulama yapılmaktadır. İkisi birden olunca iki taraf da yararlanmaktadır. İlimle işler daha verimli olmaktadır, işlerle ilim daha iyi anlaşılmaktadır. Recep Tayyip Erdoğan belediye başkanı iken arkadaşlarımızdan birisine demiştir ki; biz İstanbul’u değiştirdik, siz Akevler olarak ne yaptınız? (Üstadın bahsettiği o kişi benim. RTE, ‘Biz Kiptaş -İst. Bld. İnş. Şrt.- olarak şu kadar sayıda konut yaptık, siz Akevler olarak ne kadar yaptınız?’ deyince; ‘Sen bize İst. Bld. İmkânlarını ver, ne yapabileceğimizi o zaman görürsün’ dedim. Sustu! / RNE)
Evet, İstanbul değişti. Su sorunu çözüldü. Çöp sorunu çözüldü. Ama trafik sorunu çözülmedi. İmar ve inşaat sorunu çözülmedi. Sokaklarda arabalar artıyor, sokaklar bozuluyor, yeniden yapılıyor ama trafik gittikçe çıkmaza giriyor.
Akevler büyük işler değil doğru işler yapma çalışmasında bulundu. Dünyayı değiştirdi. Dünya üçüncü binyıl uygarlığına geçecektir. Akevler “Adil Düzen”i keşfetti.
İlmin kaderi böyledir. İstanbul’da bir adresi bilmezseniz orayı bulmanız imkânsızdır ama bir defa öğrendiniz mi ondan sonra orasını bulmak sorun olmaktan çıkar. Uçağı keşfetmeden önce uçak büyük bir şeydir ama şimdi sorun bile değildir.
Dinde, ekonomide ve siyasette cihat yaparsanız kazandığınız zaman nemasını alırsınız, dolayısıyla kârlı işletmedir. İlim ise bunların tam tersidir, ilim için cihat ederseniz cehaleti bir gün yenersiniz ama sizin de ömrünüz biter. Çocuklarınıza da bir şey kalmaz. Çünkü ilim ancak dinde, ekonomide ve siyasette uygularsanız bir işe yarar. Uygulayanlar uygular. Size de ortak olmayasınız diye hasım olurlar.
Bugünkü uygarlık ilim adamlarının çabaları ile oluşmuştur ama o ilim adamlarının mükâfatları ise ölüm veya hapishaneler olmuştur.
Öz Türkçe ile:
“Yiyiniz ve davarlarınızı güdünüz. Bunda kavramlılar için kanıtlar vardır.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ekl edin ve en’amınızı ra’v edin. Bunda nuhalılara ayetler vardır.”
KuLUv Va iRGaV EaNGAvMaKuM EinNa FIy ÜAvLiKa La EAvYAvTin LiEuLı elNuHAv
كُلُوا وَارْعَوْا أَنْعَامَكُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِأُولِي النُّهَى (54)
***
مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ
NiNHAv PaLaQNAvKuM (MiNHAv FaGaLNAvKuM)
“Ondan sizi halk ettik”
Buradaki مِنْ harfi ceriyle gelen هَاzamiri أَرْض kelimesine gitmektedir.
Önce Güneş’ten gelen ışıkla yaz ve kışta akarsular ile yeryüzü parçalanıp kırmızı toprak haline gelmektedir. Sonra canlılar onu alıp verilen programa göre dizmekteler ve öldüklerinde toprağa organik maddeler koymakta, kırmızı toprak siyah toprağa dönüşmektedir. Bundan sonra canlılar çoğalıp toprak bitkilere dönüşmektedir. Demek ki kırmızı toprak siyah toprak olmakta, siyah toprak da canlı hücrelere dönüşmektedir. Biz de o canlılardan biriyiz. Yapımız toprakta oluşmaktadır.
Nasıl bitkiler topraktan yapılmakta ise biz de topraktan yapılmışızdır. Eskiden canlılık diye bir madde var sanılırdı. Bugün ise canlılığın cansız maddelerin DNA zincirlerinin oluşmasından başka bir şey olmadığını biliyoruz.
Âdem’in topraktan yaratılması budur. İnsan olduğu için o da topraktan var edilmiştir. Canlılar evrimleşerek maymunlar seviyesine yükseldiler. Bu evrim sıçramalı olmuştur. Melekler genlerde düzenlemeler yaparak daha yüksek canlıyı oluşturdular. Son düzenlemeyi maymuna benzeyen birisinin rahminde yaptılar, insan meydana geldi. İnsanın diğer maymunlardan farkı yoktu. Hatta onların en zayıfı ve beceriksizi idi. Allah ona ruhundan üfledi. Buradaki ruhundan maksat ona ait ayetlerdir yoksa onun cüzü değildir. Cüz olarak alsak ondan eksilir, bizde artar. Oysa ilimde başkalarında artar ama âlimde eksilmez. Allah’ın ruhundan üflenmiştir ama Allah’ın ruhunda bir eksilme olmamıştır. Yani Allah’ın vasıflarından bir kısmı insana geçmiştir. Onda da görülür.
وَفِيهَا نُعِيدُكُمْ
Va FIyHAv NuGIyDuKuM (Va MiNHAv NuFGıLuKuM)
“Ve oraya sizi iade edeceğiz”
“Sizi halk ettik” diyor.
“Sizi iade edeceğiz” diyor.
O halde buradaki “siz” yaşayan insanlardır. Geçmiştekiler orada kaldılar, gelecektekiler de daha gelmediler. Yaşayanlar muhataptırlar. Yine toprak olacaklardır.
İnsandan başka ruhlar vardır, onlar melekler gibidir. İnsana ruhtan üflendi ama insan ruhtan ibaret değildir. İnsan ruhu olan maddedir, bedendir, canlı olan bilinçli olan bedendir. Kabirde iken insan var değildir. Onun için ruhları çağırma diye bir şey yoktur.
وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ
Va MiNHAv NuPRiCuKuM (Va MiNHAv NuFGıLuKuM)
“Ve ondan sizi ihraç edeceğiz”
Tekrar bu dünyadaki bedenle ihraç olunacağız.
İnsan demek bedeni olan, yiyen içen bir varlık demektir. Cennette de böyledir. Orada bu dünya hayatından daha üstün bir hayat yaşayacaktır. Bu dünyadaki zevkler ve heyecanlar orada da olacaktır. Burası oraya hazırlık içindir.
تَارَةً أُخْرَى (55)
TavRaTan UPRav (FAvGaLan fFuGLav)
“Uhra bir tare olarak.”
تَوْر suyu dökmek için kullanılan kaptır. تَارَ her döküşü ifade etmek anlamında kere, defa, bir defa daha anlamındadır.
“Tur” dağın adıdır, “tavır” kişilerin davranışı, genetik yapısı, “töre” toplulukların tavrı, yani örfleri, töreleri; “tevrat” topluluğun davranışlarını belirleyen, düzeni getiren kitap demektir.
Sulamalar ara ara yapılır. “Tare” aynı zamanda yapı anlamındadır. Başka yapı manasına gelir. Bu dünyadaki yapımız ölümlü yapıdır. Oysa ahiretteki yapımız ölümsüz yapıdır. Telefonumuzun pili bittiği zaman onu şarj ederiz. Kâinatın da pili bittiği zaman yani hidrojen enerjisi tükendiği zaman yeniden şarj edilecektir.
İki türlü şarj vardır. Biri, yeni pil alır koyarsın; diğeri ise eski pili elektriğe bağlarsınız. Allah birinci şarj ile yeni pil olarak koyacaktır. Ondan sonra aynı pili devamlı şarj edecektir. Yapıda küçük değişiklik yapılacaktır.
YORUM
Musa Firavuna tüm İslamiyet’i anlatmaktadır.
Bizim de bugünkü Firavuna bunları anlatmamız gerekir. Bu seminerler çoğaltmalıdır. Değişik yorumlar yapılmalıdır. Yani Kur’an’ı günümüz yorumları ile anlatmalıyız.
Bugün karşımızda tek Firavun yoktur. Sermaye var, onun güçlü düzeni var. Ona yani Sermaye’ye anlatırken de Musa ve Harun gibi sadece iki kişi yetmez. Bizim de onun gibi kurumlarımız olacaktır.
50 senelik Akevler çalışmalarımız sonunda bir yere gelmiş bulunuyoruz.
Semt kooperatifleri kurulacak. Önce dolarla ve TL ile ilişkisiz semt düzenlenecek. Semtin içine karşılıksız para sokulmayacak. Semtin içinde “faizsiz düzen” kurulacak. Burada çalışanlar ve oturanlar günde beş defa birlikte namaz kılacaklar. En az 20 sahife Kur’an’ın mealini dinleyecekler. Kur’an’la içtihat yapıp Kur’an işletmelerini kuracaklar. Sermaye’ye ancak o zaman duyurabiliriz.
Yoksa bırakın Sermaye’yi, büyük sıkıntılar içinde kurup oluşturduğumuz partiler bile bizimle görüşme tenezzülünde bulunmuyor, yazılarımızı okumuyor.
Biz www.akevler.org sitemizi canlı tutuyoruz. Daha fazlasına gücümüz yetmiyor. Evet, Yalova Ar-Ge semt çalışmasına katılmalısınız, www.akevler.org’da yazı yazmalısınız. Bunlar her mümine farzdır. Ondan ötesi bize değil O’na aittir.
Bir gün Yalova sitesi oluşursa oraya hicret etmeniz farz olabilir.
Öz Türkçe ile:
“Sizi ondan yarattık ve oraya çevireceğiz ve oradan başka tarzda çıkaracağız.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Sizi ondan halk ettik ve oraya iade edeceğiz ve oradan sizi uhra tare ihraç edeceğiz.”
MiNHAv PaLaQNAvKuM Va FIyHAy NuGIyDuKuM Va MiNHAv NuPRiCuKuM TAvRaTan EuPRAy
مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ وَفِيهَا نُعِيدُكُمْ وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً أُخْرَى (55)
***
وَلَقَدْ أَرَيْنَاهُ
Va LaQaD ERaYNAvHu (Va LaQaD FaGaLNAvHu)
“Ve ona irae ettik”
‘Firavuna git’ dendiği zaman ‘biz korkuyoruz’ demişlerdi. ‘Ben sizinle beraber takip ediyorum’ demektedir Allah.
Şimdi de burada Harun ve Musa’ya ayetleri gösterdi deniyor, biz gösterdik diyor. O halde Musa ve Harun nedir? Musa da Harun da istihdam edilmektedir. Asıl yapan Allah’tır. Nasıl fabrikada işveren patronsa, çalışanlar onun dediklerini yaparlarsa, kâinatta da her şeyi yapan Allah’tır ve değişik kimseleri istihdam etmektedir.
Bugün bizim durumumuz da budur. Hiçbir şeyi biz yapmıyoruz. Hepsi O’nun yaptıklarıdır. Biz O’nun yazdığı senaryoyu oynuyoruz. Bizim sadece bir oyuncunun katkısı kadar katkımız vardır.
آيَاتِنَا كُلَّهَا
EAvYAvTıNAv KulLaHAv (EaFGAvLıNAv FuGLaHAv)
“Ayetlerimizin küllisini”
“Ayetler” burada marifedir. Bütün ayetleri değil de ona gösterilmesi gereken planlanmış ayetleri ifade eder. Planlanmış ayetlerin tamamını irae ettik diyor. İrade eden Allah’tır. Musa ve Harun’un elbette etkileri vardır, belki baş oyuncudurlar ama film iki oyuncudan ibaret değildir.
“Adil Düzen”de başrolü Erbakan oynadı ama senaryoyu o yazmadı, tek başına da oynamadı. Allah görev verdi, herkes görevini yaptı ve bugünkü dünya oluştu.
Bundan sonrası için Adil Düzen Çalışanlarına görev verilmiştir, onlar görevlerini yapacaklardır. Allah’ın iradesi tecelli edecek ve üçüncü binyıl uygarlığı “ortaklık uygarlığı” olarak gelişecektir.
Akevler’i yok sayın, Kur’an yok deyin. Tarihe bakın, insanlar mal mübadelesi dönemini yaşadıktan sonra işçilikle emek mübadelesine geçtiler, bugünkü uygarlık doğdu. Uygarlaşmada durma olmadığına göre işçilikten sonra ne gelebilir? Ancak ortaklık gelebilir, “ortaklık uygarlığı” gelebilir.
فَكَذَّبَ وَأَبَى (56)
Fa KaüÜaBa Va EaBAv (Fa FagGaLa Va FaGLAv)
“Tekzib etti ve iba etti.”
Musa ve Harun ilk geldikleri zaman tekzib edip tevelli edenlerden söz ettiler. Tekzib eden ve dinlemeden reddedenlerden söz ettiler. Görüşmeyen kimseler için azab vardır dediler. Bugün insanlık kulaklarını tıkamıştır, duymamakta ve görüşmemektedir.
Firavun ise kulak vermiş, dinlemiş, tartışmış, dolayısıyla tevelli etmemiştir ama sonunda kabul etmemiş, tekzib etmiştir. Demek ki dünkü Firavun bunlardan yüzde elli daha az kâfir idi. “Adil Düzen”i tartışacaklarına, onun yanlışlarını ve hatalarını bulacaklarına, Adil Düzen çalışanlarına saldırdılar. Onun duyulmasını önleme gayreti içine girdiler. Kadir Topbaş’la ilk başkan (İst. Bld. Bşk.) olduğu zaman görüşmek istedim, “Ben Adil Düzen’e karşıyım” deyip görüşmedi!
Firavun tevelli etmemiştir, iba etmiştir. Musa ve Harun bu bakımdan bizden daha şanslı durumda olmuşlardır. Biz gündüz fenerle dolaşıyor adam arıyoruz, yanlışlarımızı söylesinler de düzeltelim diye. Bir zamanlar bizim karşımıza âlimleri çıkaracaklarına, Devlet Güvenlik Mahkemesi savcılarını çıkarıyorlardı!
Bununla beraber Allah biz Adil Düzen Çalışanlarına büyük imkânlar verdi. Necmettin Erbakan devreye girdi. Gülen devreye girdi. Şimdi AK Parti devrede. Bunlar bizimle beraber yürümeye başlayanlardır. Yolumuzu açtılar...
Benim memleketimde (Artvin, Borçka’da) bol kar yağar, kışın yürüme imkânı yoktur. Hayvanlar suya gidip su içemezler. Hedik denen özel kar açma ayakkabıları vardır, onları giyenler önden yürür ve yol açarlar, sonra hayvanlar ve herkes o açılan yoldan gidebilir. İşte, bunlar bize yol açtılar.
Bunların hepsi takdiri ilahidir, Allah’ın bize rahmetidir. Bundan dolayıdır ki biz kimseye karşı değiliz. Sosyalistler ve kapitalistler de Kur’an düzenine yol açtılar. Sermaye veya AK Parti tekzib eder, tevelli eder veya iba ederlerse cezalarını çekerler ama bu kervan yoluna devam eder...
YORUM
Nuh ile Musa arasında fark vardır. Nuh’un kavmi kulak vermedi, onun yapmakta olduğu gemi ile ilgilenmedikleri gibi eğlendiler de! Firavun ise kulak verdi ama tekzib etti. Bugünkü küfür ehli de kulak vermemektedir. Biz gemimizi yapmalıyız. Tufan (Sosyal Tufan) onları ansızın yakalayacak ve boğulacaklardır.
Batıda zina serbesttir. Evlenme ihtiyacını duymuyorlar. Nüfusları azalıyor. İntihar halindedirler. Doğuda zina yasaktır. Çin’de kadınlar fuhuş yapamıyor. Prof. Dr. Arif Ersoy aylarca onların arasında yaşadı, onun anlattıklarına göre evlenmek ve çocuk yapmak istiyorlar. Ne zaman dünyada fuhuş yayılırsa, o zaman dünyanın nüfusu azalmaya başlayacak ve ölüme doğru gidilecektir.
Uyuşturucu yaygınlaşıyor ve kullanan herkes meczup hale geliyor. Bir gün kahveler uyuşturucu kullananlarla dolarsa sosyal tufan olur. Savaşların yerini terör olayları almaktadır. Herkes terörist olmaya zorlanıyor. Bu da başka bir sosyal tufan demektir. Her taraf barut fıçısı, bir patlarsa tüm dünya ateş içinde kalır.
Bizim bugün yapacağımız şey sosyal tufandan koruyacak yüz lojmanlı apartmanlar yapmaktan ibarettir. Adil Düzen bir mikro köy projesidir ama tüm evreni kurtaracak bir köy projesidir.
Yeryüzünü sosyal tufan helak etmeden gemimizi inşa etmeliyiz.
Ey Adil Düzen Çalışanları; duyun, duyun, duyunuz... Yüz kişi mi, iki yüz kişi misiniz; duyun, yeryüzü size kalacak... Sakın boğulanlardan olmayın...
Öz Türkçe ile:
“Ve ona kanıtlarımızın hepsini gösterdik. Yalanladı, direndi de.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve ona ayetlerimizin küllünü ira ettik. Tekzib etti, iba etti de.”
Va LaQaD EaRaYNAvHu EAvYAvTıNa KulLaHAv FaKaüÜaBa Va EaBAy
وَلَقَدْ أَرَيْنَاهُ آيَاتِنَا كُلَّهَا فَكَذَّبَ وَأَبَى (56)
***
قَالَ أَجِئْتَنَا
QAvLa Ea CiETaNAv (FaGaLa Ea FaGıLTaNAv)
“Bize ciet mi ettin diye kavletti.”
Elçi olarak ikisi varmışlar, ikisi Firavuna hitap etmişlerdir ama Firavun sadece birini muhatap almaktadır.
Herhangi bir işletme bir kişi tarafından kurulur. Kurucu önce bir ortak bulur. Sonra bunlar on kadar kurucu olurlar. İşletme kurulmadan evvel o işletmeyi kuran öyle birisi olacak ki, herkes bıraksa bile o bırakmayacaktır ama o bıraktığı zaman işletme diye bir şey kalmaz. Kurulduktan sonra artık o işletmeyi dağıtabilmek için onu dağıtmaya azmeden birinin çıkması gerekir. Aksi halde o dağılamaz.
1991’de İzmir’i bırakıp Kırgızistan’a gittim, Akevler dağılmadı, kuruluşunu tamamladı. Oysa Adnan Menderes’in gitmesiyle Demokrat Parti, S. Demirel’in gitmesiyle AP/DYP, T. Özal’ın gitmesiyle ANAP, Necmettin Erbakan’ın gitmesiyle Millî Görüş dağıldı. Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’den sonra CHP yaşıyor. Türkeş’ten sonra MHP yaşıyor. Bunlar kuruluşlarını tamamladılar.
Firavun bunun için Musa’ya hitap ediyor. Biliyor ki o giderse ortada bir şey kalmaz. Musa kavmiyle birlikte kırk yıl çöllerde dolaştıktan sonra görevini tamamladı ve Yahudiler o zamandan beri hala yaşıyorlar.
R. T. Erdoğan giderse AK Parti yaşayacak mı? S. Karagülle giderse “Adil Düzen” yaşayacak mı? Yaşarsa, o zaman kuruluşunu tamamlamışlar demektir. İzmir “Adil Düzen”e sahip çıkıyor, Medhal “Adil Düzen”e sahip çıkıyor, Yenibosna “Adil Düzen” çalışmaları kesintisiz devam ediyor. “Adil Düzen”i başlatan S. Karagülle olmadığı gibi yaşatan da o olmayacaktır.
Ben diyorum ki: Musa ile Harun gibi görevliyiz, hepimiz görevliyiz. Sadece yüz kişi de olsak Kur’an seminerleri devam edecektir. Benden sonra da devam edecektir. Allah nurunu tamamlayacaktır. Dinde Bediüzzaman, ilimde Süleyman Tunahan, ekonomide Akevler, siyasette Millî Görüşçüler varlıklarını sürdüreceklerdir.
لِتُخْرِجَنَا مِنْ أَرْضِنَا
LiTuPRiCaNAv MiN EaRWıNAv (Li TuFGıLaNAv MiN FaGLiNAv)
“Arzımızdan bizi ihraç etmen için”
Musa İsrail oğullarını istiyor. Firavun bunu kendisine saldırı kabul ediyor.
Aslında Mısır uygarlığının mimarisi İsrail oğullarıdır. Oraya geliyorlar. Mısır’a Yusuf’la hâkim oluyorlar. Mısır ekonomisini ele geçiriyorlar. Mısırlılar onları köleleştiriyor ama yine onlar sayesinde varlığını koruyorlar.
Mısır’dan İsrail oğullarının gitmesi o uygarlığın ölmesi anlamına gelir.
Göç veren topluluklar fakirleşir, göç alan topluluklar zenginleşir. Avrupa göç vermiş ve fakirleşmiştir. ABD göç almış ve zenginleşmiştir. Cumhuriyet göç almış ve zenginleşmiştir. Avrupa (AB) göç almış ve zenginleşmiştir. Mısır uygarlığı göçten sonra çökmeye başlamıştır.
بِسِحْرِكَ
Bi SiXRiKa (Bi FiGLiKa)
“Sihrinle”
Uygarlık Mısır’da doğmuştur. En yüksek seviyeye Milattan önce 2500 yıllarında ulaşmıştır. Mısırlılar uygarlığı Mezopotamya’dan öğrendiler. Yöneticiler öğrendiler. Oraya ancak gemilerle ulaşılabiliyorlardı. Mezopotamya’daki teknolojisi ile halka halkın yapamadıklarını gösterdiler, buna sihir dediler. Kralları da tanrı yaptılar. Böylece Mısır uygarlığı doğdu.
Musa’ya da sihirde mucize verildi. Mezopotamya’da ilim verilmişti. İbrahim en ileri ilme sahip olmuştur. Araplara edebiyat verilmiştir.
Kur’an en veciz kitap oldu.
Bugün Batılılara teknoloji verilmiştir. Karşılıksız para sihir olarak verilmiştir.
Adil Düzen çalışanlarına da altın, demir, toprak ve buğday bonoları verilmiştir; Kur’an’ın en uzun ayeti bunu anlatır.
يَامُوسَى (57)
YAv MuvSAv (YA FuGLAv)
“Ey Musa”
Firavun Musa’yı muhatap almış, onun söylediklerini ciddiye almıştır.
Ahmet Tahir Satoğlu, Necmettin Erbakan, Askar Akayev benim söylediklerimi ciddiye aldılar; onlarla birlikte çalıştık.
Bugünkü dünya böyle değildir. Hayrettin Karaman, Sabahattin Zaim de ciddiye aldılar ama birlikte olmayı ciddiye almadılar, yanımızda olmadılar.
Sermaye bizi ciddiye almıyor. Siyaset Sermaye’nin etkisinde boğuşuyor.
Biz Allah’ın bize verdiği görevi yapmaya devam edeceğiz. Kur’an düzenini öğreneceğiz. Uygulamaya çalışacağız. Sonrası bize ait değildir. O görüyor ve işitiyor.
YORUM
Bizim mucizemiz “ortaklık ekonomisi”dir.
Eğer devlet bizimle uğraşmasaydı biz çoktan mucizemizi göstermiş olacaktık.
Recep Tayyip Erdoğan Gülencilere milyarları değil trilyonları akıttı. Tüm İslam cemaatlerini zengin etti. Bizde bir arsa ortaklığı bile yoktur. Bu yetmiyormuş gibi bizim yüz milyonluk tapulu malımızı bizden aldılar, hala vermiyorlar!
Bunlar takdiri ilahidir. Biz henüz hazır değiliz. Zamanı gelmemiştir.
Olanların hepsi O’nun gözü önünde cereyan etmiştir.
Allah’a hamd olsun ki o bataklıklara düşmedik.
Öz Türkçe ile:
“Ey Musa, büyünle bizi yerimizden çıkarmak için mi bize geldin dedi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ya Musa, sihrinle bizi arzımızdan ihraç etmek için mi bize ciet ettin diye kavl etti.”
QAvLa EaCiETaNAv LiTüPRiCaNAv MiN EaRWıNAv Bi SiXRiKa YAv MUvSAy
قَالَ أَجِئْتَنَا لِتُخْرِجَنَا مِنْ أَرْضِنَا بِسِحْرِكَ يَامُوسَى (57)
***
فَلَنَأْتِيَنَّكَ
FaLAaNaETiYanNaKa (Fa LaNaFGaLinNaKa)
“Sana getireceğiz”
Firavun Musa’yı muhatap alıyor. Onunla tartışmayı kabul ediyor. Bunun Harun ile Musa için ne büyük şans olduğunu düşünün.
Bizim karşımıza kimse çıkıp tartışmıyor. Bizden olanlar da tartışmıyor. Çünkü bizim haklı olduğumuzu bilmektedirler. Aslında Erdoğan böyle bir ekip kurdu. Bizimle tartışacaklardı. Toplandılar, değerlendirdiler, raporlar yazdılar ama onsekiz sene bunları gizlediler. Sonra Hayrettin Karaman hatıratında anlattı ama yine tartışmadı...
Biz hala bekliyoruz. Erdoğan’dan bekliyoruz. Firavunun gösterdiği cesareti göstersin. Karşımıza ekibiyle çıksın. Onlar dolarla çıksın, biz “bono” ile çıkalım.
Bizim devletin bizden gasp ettiği 4000 dönüm yerimiz var. Yüz milyon dolar etmektedir. Onu bize veriniz, onunla bir “Adil Düzen Bucağı” kuralım. Buğday bonosunu çıkaralım. Altın bonosunu çıkaralım. O da bucaklar kursun; sosyalistlerden, kapitalistlerden, karmacılardan, faşistlerden kursun. Piyasada bizim bonomuz ile onun faizli doları yarışsın. Bakalım hangisi hangisini yutacak. Bekliyoruz...
بِسِحْرٍ مِثْلِهِ
Bİ SiXRi MiÇLiHİy (Bi FiGLi FiGLiHIy)
“Onun misli sihir ile”
Evet, çağın sihri karşılıksız dolardır, TL’dir.
Buna karşı bizim mucizemiz Kur’an’ın öğrettiği altın, buğday, demir ve toprak bonolarıdır. Bizim yerlerimizi bize verin, sizden başka bir şey istemiyoruz. Siz de dolarla çıkın karşımıza, yılanları yarıştıralım, bakalım hangisi hangisini yutacak.
فَاجْعَلْ بَيْنَنَا وَبَيْنَكَ مَوْعِدًا
FaCGaL BaYNaNAv Va BayNaKa MaVGıDan (Fa iFGaL FaGLaNAv Va FaGLaKa MaFGıLan)
“Bizimle senin aranda bir mav’id ca’l et.”
Firavun son derece insani davranıyor. Kendisinden emin de emin. Karşılaşma zamanını da Musa’ya bırakıyor.
Şimdi iktidardan bekliyoruz, bize desin ki; sizin tapulu yerinizi size teslim edeceğiz. Bürokratik engeller çıkarmayacağız. TOKİ’ye tanıdığımız imkânı size de vereceğiz. Sorunlar hakemler yoluyla çözülecek. Kurun bir bucağı da sizin dolarınız bizim bonolarımızla yarışsın. Ne zaman bitirirseniz ve biz hazırız derseniz, işte o zaman biz de karşılaşmaya hazırız. Hakemler karar versin; dolar mı, yoksa bono mu?
لَا نُخْلِفُهُ نَحْنُ وَلَا أَنْتَ
LAv NuPLiFuHu NaXNu Va LAv EaNTa (LAv NuFGıLHu NaXNu Va LAv ENTa)
“Ne sen ne de biz ondan ihlaf edelim.”
Evet, kardeşlerimiz Allah’a inanan ve Allah için cihat yapan kimselerdir.
Bizim şansızlığımız burada. Biz kendi kendimizle kavgadayız. 50 senedir bizim desteklediklerimiz bizim karşımızdadırlar!
Şimdi de birbirlerine karşılar! Hakemlere gidin diyoruz ama gitmiyorlar. Saat yaklaşıyor. Ya Kur’an düzenine gelecekler ya da birbirlerini yiyip helak olacaklardır. Bunu görmek için göze bile gerek yok.
مَكَانًا سُوًى (58)
MaKAvNan SuVan (FaGaLan FuGLan)
“Suva bir mekânda.”
سُوًى kelimesi serbest alanı ifade eder. Burada bütün oyuncular eşit yetkilere sahiptirler. Yani dışarıdan yarışma dışında bir müdahale olmaz.
Kooperatifimizi yaşatmamak için ve sırf bizim için dört beş defa kanunları değiştirdiler. Her seferinde madde koydular, iki sene içinde sözleşmelerini değiştirmeyen kooperatifler kapanacaktır diye. Oysa bu genel hukuk kurallarına aykırıdır. Müktesep haklar vardır. Kur’an’da إِلَّا مَا قَدْ سَلَفَ diyor ama bize uyguladılar. Biz her seferinde sözleşmeleri değiştirdik, kooperatifimizi kapatamadılar. Sonra anonim şirketin ortağı olduk diye bizi tasfiye ettiler. Oysa böyle bir ortaklık tasfiye sebebi değildir. Biz ortak olmadık, ortaklarımız ortak olmuştu, biz sadece onlara genel hizmet verip haklarını koruduk. Yine de tasfiyeye karar verdiler. Ama tasfiye süreci bitmeden kendileri tasfiye oldular ve biz var olmaya devam ediyoruz.
Firavun diyor ki; suva mekânda olacak, yarışta hile yapılmayacak baskı yapılmayacak.
YORUM
Bizim işimiz Musa ve Harun’un işinden daha zordur. Sermaye bize zulüm yapmaktadır ama kendisi değil bizim arkadaşlarımız bizim ortaklarımız eliyle yapmaktadır. Biz Akevler olarak şuna karar verdik. Kur’an’a aykırı bir iş yapmayacağız. Kanunlara aykırı da bir iş yapmayacağız, yalan söylemeyeceğiz, vergi kaçırmayacağız, hile yapmayacağız.
Ekrem Pakdemirli de bizim kooperatif şube başkanımızdı. Bir gün telefonla bana diyordu ki; kanunlara aykırı olduktan sonra başarsanız da ne işe yarar. Sermaye veya yandaşları/görevlileri onu inandırmış ki biz kanunlara aykırı hareket ediyoruz. Kanuna aykırı zannettiklerini ihbar ediyorlar. Devlet Güvenlik Mahkemelerine gidiyoruz. Bunlar para çıkardılar diyorlar. Bunların mahkemeleri var diyorlar. Oysa biz para çıkarmadık, senet tanzim ettik. Biz kanunların meşru saydığı hakemliği yaptık.
Akevler’in 50 senedir varlığını sürdürmesi, yöneticilerin bir gün bile mahkûm olmaması, AK Partililere ve Saadetçilere bir şey anlatmıyor mu?
Biz cumhuriyet kanunlarına göre meşru olmayan hiçbir şeyi Türkiye’de iken yapmayız; yapmak zorunda kalırsak hicret ederiz.
Öz Türkçe ile:
“Senin büyünün eşini sana getireceğiz. Seninle bizim aramızda ne bizim ne de senin durmazlık edeceği bir sözü açık yer koy.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Biz size onun misli bir sihirle ita edeceğiz. Seninle bizim beyn’imizde ne bizim ne de senin hulf edeceğin bir mev’idi suva mekân ca’let.”
FaLAaNaETiYanNaKa BiSiXRin MiÇLiHİy FaCGaL BaYNaNAv Va BaYNaKa MaVGıDan LAv NuPLiFuHUv NaXNu Va LAv EaNTa MaKAvNa SuVan
فَلَنَأْتِيَنَّكَ بِسِحْرٍ مِثْلِهِ فَاجْعَلْ بَيْنَنَا وَبَيْنَكَ مَوْعِدًا لَا نُخْلِفُهُ نَحْنُ وَلَا أَنْتَ مَكَانًا سُوًى (58)
***