TÂHA SÛRESİ TEFSİRİ
Süleyman Karagülle
697 Okunma
83-88.AYETLER

 

 

TAHA                TÂHA SÛRESİ - 12. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

***

 

وَمَا أَعْجَلَكَ عَنْ قَوْمِكَ يَامُوسَى (83) قَالَ هُمْ أُولَاءِ عَلَى أَثَرِي وَعَجِلْتُ إِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضَى (84) قَالَ فَإِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِنْ بَعْدِكَ وَأَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ (85) فَرَجَعَ مُوسَى إِلَى قَوْمِهِ غَضْبَانَ أَسِفًا قَالَ يَاقَوْمِ أَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْدًا حَسَنًا أَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ أَمْ أَرَدْتُمْ أَنْ يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَأَخْلَفْتُمْ مَوْعِدِي (86) قَالُوا مَا أَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلَكِنَّا حُمِّلْنَا أَوْزَارًا مِنْ زِينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا فَكَذَلِكَ أَلْقَى السَّامِرِيُّ (87) فَأَخْرَجَ لَهُمْ عِجْلًا جَسَدًا لَهُ خُوَارٌ فَقَالُوا هَذَا إِلَهُكُمْ وَإِلَهُ مُوسَى فَنَسِيَ (88)

 

***

 

وَمَا أَعْجَلَكَ عَنْ قَوْمِكَ يَامُوسَى (83)

Va MAv EaGCaLaKa GaN QaVMiKa YAv MUvSAy (Va MAv EaFGaLaKa GaN FaGLiKa YAv FuGLAv)

“Ve seni kavminden i’cal eden nedir, ya Musa?”

Herhangi bir Karadeniz ormanına girdiğiniz zaman birbirleri ile hiç ilgisi olmayan ağaçlarla karşılaşırsınız. Görünürde bu karmakarışıktır. Oysa gerçekte her bitki ve her ağaç farklı maddeler üretir. Havaya koku olarak farklı maddeler salarlar, diğer bitkiler de ondan yararlanır. Köklerle toprağa salarlar, toprak verimli hale gelir. Yaprakları dökülüp çürüyünce hepsi toprağa karışır. Hayvanlar otladıkları zaman bütün ihtiyaçlarını bir ormanda giderirler.

Kur’an okurken de ayetler arasında böyle ilgisiz ayetleri yan yana görürsünüz. Oysa onların her birinin bulundukları yerde çok derin manaları vardır. Denizi geçmişler; İsrail oğullarına hitapta bulunulmuş, onlara ne yapacakları talim edilmiştir.

Burada da anlatılanlarla ilişki kurma zorluğu var, “Seni kavminden i’cal eden nedir, ey Musa?” deniyor. Biz şimdi düşünmeye başlıyoruz. “Kavminden seni i’cal eden” ifadesi Kur’an’da bir yerde ve burada geçer. Bir şeyden i’cal etmek, ‘acele olarak ayrılmak’ demektir. Onlar üzerinde bir etki bırakarak ayrılmak demektir.

Musa ne yapmıştı da acele olarak kavmini bırakmıştı; işte burada düşünmeye başlarız. Kur’an onu açıklamaya çalışıyor. Böylece Kur’an, kelimeleri ile ezberleme yerine onu anlamaya zorlar bizi. Musa seçilmişleri alarak Tur Dağı’na gitmiş, orada 40 gün kalmıştır. Allah onu çağırmış ama zamanını bildirmemişti. O kavmindeki düzenlemelerini yap(a)madan çağrıya icabet etmişti. Niye işleri düzeltmeden acele geldin denmektedir. Böylece bize ‘acele işe şeytan karışır’ deyimi hatırlatılmaktadır.

Seçimin (24 Haziran) erkene alınması da bu tür acele alınan kararlardandır.

عَنْ kelimesi ile onları kendi başlarına bırakıp sapmalarına imkân vermesi anlamını taşır.

Firavunla giriştikleri tartışma sonucu Mısır’da duramamış ve İsrail oğulları Musa’nın yanında yer almışlardı. Onlar henüz mümin değildir. Daha Musa’nın söylediklerini zorunlu kabul ediyorlardı. Dolayısıyla Musa’nın, kavminden birden çok şey istemesi yanlıştı. Allah, Musa’ya levhaları daha geç indirmeyi takdir etmişti. Musa ise levhaların bir an evvel gelmesini ve şeriat düzeninin olmasını istiyordu. Allah Musa’nın duasını kabul etti, levhaları erken verdi ama Samiriy olayı ile Musa’ya anlattı ki bunlar şimdilik bunları uygulayamazlar. Daha kırk yıl çöllerde dolaşmaları gerekir. Hemen bunların uygulanmasını isteme, demektir.

Aslında benzer olay Kur’an nazil olduğu zaman da olmuştu, arkadaşları durmadan soruyor ve Kur’an’ın ne zaman, nasıl uygulanacağını görmek istiyorlardı. Kur’an bunu men etti, ‘sormayın’ dedi.

Aslında içtihat kapısının kapanması da bu sebepledir. O günkü insanlar Kur’an’ın ikinci uygulamasına uyacak durumda değildiler. Yirminci yüzyılın imkânları olmadıkça Kur’an ahkâmı uygulanamazdı.

قَوْمِكَ (Kavmin) diyor. Firavun sorunu çözüldü. Artık kendi kavmi ile uğraşacaktır.

İstiklal Savaşı kazanılmış, Mustafa Kemal artık yeni devleti kurmakla meşgul olmalıdır. Bugün hala kuramadık. Her şey zaman istiyor. Parlamento sistemini Avrupa’ya Fatih hediye etti. Türkiye daha ileri gitmiş parlamenter sistemi Batı’dan aldı. Aslında bir şeye benzemiyordu. Padişah vardı. Parlamentoda azınlıklar hâkimdi. Meşrutiyet meclisi halkın yararına değildi, Sermaye’nin, sultanları emrine alma meclisi idi. Abdülhamit bundan dolayı meclisi kapattı. Meşrutiyet rejimi Osmanlı İmparatorluğu’nu tasfiye rejimi olmuştur. Cumhuriyet rejimi de Türkiye’yi dinsizleştirme rejimidir. Çok partili sistem dönemi de Türkiye’de Sermaye ile Asker çatışması sonunda oluşan durumu ve dönemi doğurmuştur.

Burada bizim alacağımız ders şudur: Kur’an’ı yeniden yorumlarken ve emirler alırken bugün uygulamayacağımız sonuçlar çıkabilir. Buna sabırlı olmamız gerekir. Bugünkü Türk halkının durumu o zamanki İsrail oğulları kadar kötü değildir ama onlar Musa’nın peşinden gittiler, büyük ulus oldular. Türklerin Musa’sı ise Kur’an’dır. Türkiye bir gün kişilere tapmaktan vazgeçer, Kur’an’ı yorumlayan âlimlerin arkasından giderse, işte o zaman Türkiye halkı da büyük millet olur.

Bugün Türk halkı Musa’nın kavmi durumuna geçmiştir, istese de istemese de Kur’an düzeninin âlimlerine uymak ve gerekenleri yapmak zorundadır.

 

YORUM

İsrail oğullarının Mısır’ı terk edip Musa ile yola çıkmaları beklenmedik bir olaydır. Yolda Samiriy’e uymaları da beklenmedik bir olaydır. Kur’an bize bunları anlatırken kendi iradesini nasıl gerçekleştirdiğini anlatmaktadır.

Bugün AK Parti’ye oy verenlerin durumu da budur. Sermaye ile arası açılmış bulunan Türk Halkı ve Türk Ordusu ister istemez Erdoğan’ın yanında yer almaktadır. Şimdi denizi geçmişiz ama daha çöle düşmemişiz. Aramızda Samiriy’ler var ve bizi tekrar buzağılara taptırmak istiyorlar. Levhaları alıp gelecek Musa yok. Biz Kur’an’ı yorumlayanlar Harun’un sakalını tutacak durumda değiliz.

Demek ki Erdoğan Harun durumundadır. Sakalını tutmakla sorun çözülmez. Biz eğer Adil Düzen çalışanları olarak Musa’nın kararlılığını gösterip kavmimize sahip çıkarsak çöllere düşeceğiz demektir.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve seni ulusundan iveleyen nedir, ey Musa?”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve seni kavminden i’cal eden nedir, ya Musa?”

 

Va MAv EaGCaLaKa GaN QaVMiKa YAv MUvSAy

وَمَا أَعْجَلَكَ عَنْ قَوْمِكَ يَامُوسَى (83)

 

***

 

قَالَ هُمْ أُولَاءِ عَلَى أَثَرِي وَعَجِلْتُ إِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضَى (84)

QAvLa HuM EuLAvEi GaLay EaÇaRIy VaGaCiLTu EiLayKa RabBi Li TaRWAv (Hum GaLAy FaGaLIy VaFaGiLTu EiLaYKa FaGLi LİTaFGaLa)

“Onlar eserim üzerindeler. Sen razı olasın diye sana acele ettim Rabbim diye kavl etti.”

Musa yanındakileri göstererek “İşte kavmim bunlardır, onlar bunlara tabidir!” der.

Burada çok önemli bir soru ile karşı karşıya geliriz. Kimleri seçip milletin huzuruna çıkacağız? Adayları kim gösterecek?

Musa Rabbin mikatına çıkarken 70 kişi seçmişti. Bunlar halkı temsil etmiyordu. Musa kendisi seçmişti. Yaptığı hatalı idi ama o esnada o hatalı olanın yapılması gerekiyordu. Bu sebeple Allah bir uyarıda bulunmadı. Şimdi de, ‘işte bunlar benim kavmim’ diyor.

Demek ki milletvekilleri adaylarını parti başkanlarının göstermesi hatalıdır ama halk her zaman isabetli olanları da seçmez. Dolayısıyla merkezin göstermesi de meşrudur. Parti mümkün olduğu kadar halkı temsil eden kimselerin partide görev almalarını sağlamaya çalışır ama kısmen de buna müdahale eder.

Biz Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası’nda bu sorunu şöyle çözdük. Başkan adaylarını ilmi şura üyeleri gösterirler. İlim adamları ve onlardan oluşmuş meclis bu adayları sıralama usulü ile seçer. Burada halka sorulmamaktadır, ehil olan aday yapılmaktadır. Partide de parti başkanları partisinde milletvekili olacaklara izin verir. Halka çok kimseyi arz eder. Oy kullananlar sıralama yaparlar ve üst sırada yer alanlar milletvekili olurlar. Cumhurbaşkanı bölgelere ordu komutanları atar. Halktan yeteri kadar kimse bunlara biat ederse başkana da biat etmiş olur. Böylece başkan tüm halk tarafından seçilmiş olur.

‘Neden kavminden acele ettin?’ sorusuyla “Neden kavmine mikat heyetini oluşturmadın da sen bunları getirdin?” diyor, Allah. O da “İşte bunlar kavmimi temsil ediyor. Bunlar benim izlerimi takip ediyorlar.” diyor. Sonra “Ben onlardan ayrılmaya acele etmedim, senin emrini hemen yerine getirmem için sana acele ettim.” diyor.

 Musa kavminden 70 kişiyi seçtirmelidir. Örnek olarak kavmine diyebilirdi ki: “Mikata çıkacağız”. 7000 kişi idiyseler, “100 kişinin vekâletini alan mikata katılır” diyebilirdi. Bunun için zaman verirdi. O zaman da uzun sürerdi.  Musa kavmine sormadı, kendisi seçti.

En çok dinleyenleri seçti. “Bunlar beni dinliyorlar.” dedi.

 

YORUM

Kâinat denge üzerinde kurulmuştur. Mecliste halk tam temsil edilmediği zaman kalitesi düşer. بَيْنَ ذَلِكَ قَوَامًا (Furkan, 25/67) ayeti işte bunun çözümünü emreder.

Biz ne yapıyoruz?

Biz diyoruz ki: Önce kişi imtihana girer ve milletvekili olabilecek seviyede olduğu tespit edilir. Halk vekillerini bunlar arasından seçer. Mesela, cumhurbaşkanı için orgeneral olmayı şart koşarsınız, orgenerallerden birini başkan seçer.

Türkiye’de ne oluyor?

Askerler başkan olmuyor ve halktan kopuyor, siviller geliyor ve devleti yönetemiyor, sonunda askeri müdahaleler oluyor.

Çözüm; başkanı meclis veya halk seçecek ama orgenerallerden birini seçecek.

 

Öz Türkçe ile:

“Bunlar benim izimdedir. Terbiye edenim, istediğin olsun diye iveledim dedi.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Onlar eserim üzerindeler. Sen razı olasın diye sana acele ettim Rabbim diye kavl etti.”

 

QAvLa HuM EuLAvEi GaLay EaÇaRIy VaGaCiLTu EiLayKa RabBi Li TaRWAv (Hum GaLAy FaGaLIy VaFaGiLTu EiLaYKa FaGLi LİTaFGaLa)

قَالَ هُمْ أُولَاءِ عَلَى أَثَرِي وَعَجِلْتُ إِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضَى (84)

 

***

 

قَالَ فَإِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِنْ بَعْدِكَ وَأَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ (85)

QAvLa FaEinNAv FaTanNAv QaVMaKa MiN BaGDiKa Va EaWalLaHuMu elSAvMiRIyYu (FaGaLa QaD FaGaLNAv FaGLaKa MiN FaGLiKa Va EaFGALaHuMu eLFAvGıLıyYu)

“Biz senin ba’dinde kavmini fitne ettik ve Samiriy onları idlal etti diye kavl etti.”

Allah’a göre iyi ama onları temsil eden kimselerle bir araya gelmedi. Onlar kendi başlarına orada kaldı. Biz de onları imtihan ettik ve imtihanı kaybettiler.

Topluluklar yeni bir öneriyi aldıkları zaman kendilerinin seçtiği ve tabi olduğu kimselerin ağzına bakar, onlar ne derse onu yapar. Öyleyse yöneticilerin dikkat etmesi gereken bir şey vardır. Halkın saygı duyduğu doğal yöneticileri boş bırakmamak gerekir.

Fethullah Gülen’in ABD’ye gitmesi 15 Temmuz’un sebebidir.

Biz Akevler yani Adil Düzen çalışanları olarak Türkleri eşit kabul ettik ve tüm itilmişlerin yanında olduk. Önce onlara vatandaş olma haklarını öğrettik. Sonra açık çalışmalarını önerdik. Onları böylece illegal örgüt olmaktan çıkardık.

F. Gülen de bunlardan biridir ama Demirel ve Ecevit onu Amerika’ya zorla gönderdiler. Başsız kalan cemaatine Samiriy’ler girdi ve olan oldu.

Bugün de Selahattin Demirtaş ve Abdullah Öcalan’ın hapiste olması ile başsız kalan toplulukları fitne kaynağı olmaktadır. Bu sebepledir ki İslamiyet’te hapis yoktur. Sürersin, öldürürsün ama hapsedemezsin. F. Gülen hapisten çıkmalıdır. Öcalan hapisten çıkmalıdır. Demirtaş hapisten çıkmalıdır. Çok tehlikeli ise bir astsubayı gönderir illegal de olsa öldürürsün ama bunları hapsetmek Türkiye için tehlikelidir.

“Fitne” madeni cüruftan temizlemek için eritmek demektir. “Mihnet” ise madenin parlaklığını ortaya çıkarmak için tavlamak veya pasını silmektir. “İmtihan” kişinin kendini göstermesi, “fitne” ise kişinin dayanaklılığını artırmasıdır.

ف ayırmayı, ت oluşumu, ن belirsizliği ifade eder.

سَمَر bitkinin liflerinden örüp kullandıkları ürünün adıdır. Kuru ot rengindedir. Sonra hayvanların arkalığına semer denmiştir. Güneş yeryüzünden ayrıldığı zaman aydınlık devam eder. Atmosferden de çekilince غَسَقَ اللَّيْلِ  olur. O arada geçen süreye سُمُور denmektedir. Sabah vaktine ise sefer denmektedir. Halk oyunları o saatlerde oynanır. Alacakaranlığından yararlanarak temsil de kolay sağlandığı gibi halkın toplandığı ama henüz karanlık olmadığı bir zamandır.

Samiriy artist demektir. Sahirlerden farkı, Samiriy bunları kendisinin bir meziyeti olarak yapmaktadır.

س mekânda diziyi, م enginliği, ر da tekrarı ifade eder.

 

YORUM

Akevler’in yani Adil Düzen çalışanlarının hedefi nedir?

Musa’nın İsrail oğullarını bir kavim haline getirmesi gibi biz de yüz lojmanlı apartmanlarda birer kavmin yetişmesini sağlamalıyız. On kadar yüz daireli apartman bir bucağı oluşturacak ve burada her bucak kendi uygarlığını kurmaya çalışacaktır.

Daha önceleri bunlar peygamberler tarafından merkezden düzenleniyordu. Kur’an bunları kaldırdı, Cuma birimlerini kurdu ve her Cuma birimi ayrı bir uygarlık oluşturmaktadır.

Nasıl her insan farklı ise her bucak da farklı olacaktır.

Nasıl insanlar arasında insani ilişkiler varsa, bucaklar arasında da aynı şekilde insani ilişkiler olacak ama her biri kendi düzenini görecektir.

Geçen günlerde bir yazı okudum, “Müslümanlar niye yeni bir hukuk sistemi oluşturmadı?” diyor. Bu bir ilahiyat profesörü. Bu kişi profesör olmuş ama daha Adil Düzen’i duymamış, Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası’nı işitmemiş. Yani hem kör, sağır ve dilsiz hem de haddini bilmez şekilde ahkâm kesiyor!

 

Öz Türkçe ile:

“’Biz ulusunu senden sonra sınadık ve Samiriy onları şaşırttı.’ dedi.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Biz senin ba’dinde kavmini fitne ettik ve Samiriy onları idlal etti diye kavl etti.”

 

QAvLa FaEinNAv FaTanNAv QaVMaKa MiN BaGDiKa Va EaWalLaHuMu elSAvMiRIyYu

قَالَ فَإِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِنْ بَعْدِكَ وَأَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ (85)

 

***

 

فَرَجَعَ مُوسَى إِلَى قَوْمِهِ غَضْبَانَ أَسِفًا

FaRaCaGa MUvSAy EiLAy QaVMiHIy ĞaWBAvNa EaSaFan (Fa FaGaLa FuGLAy EiLAy FaGLiHIy FaGLAvNa FaGaLan)

“Musa kavmine esefen gadban olarak rücu etti”

أَسَافَة  ‘yumuşak, süngerimsi toprak’, ‘üzülmek’ demektir.

Kur’an’da ءسف 5, ءسو 3 defa geçer. Toplam 8 (23) eder.

ء gücü, س mekânda diziyi, ف mafsalı ifade eder.

غَضَب kırmızı renkteki deridir. Siyah deriye أَدَمَة, beyaz deriye بُشْر, esmer deriye سُمْرَة denmektedir. Yüzdeki kızarıklığı ifade eder. غَضَب kelimesi ile ‘kızıl’ kelimesi arasında Türkçede de bağ vardır.

غ değişmeyi, ض zararı, ب geçidi ifade eder.

Bir iş yaparken her şey yolunda giderken beklemediğiniz bir şey olur, çökersiniz. Bir ortak bulursunuz, işe başlarsınız ama o ortağınız sizi yarı yolda bırakır. İlk anda perişan olur ne olacağını bilemezsiniz. Güvendiğiniz dağlara kar yağar. İşte bu hal eseftir. Gazapta kızarsınız, onu dövmek istersiniz, korkutmak istersiniz ama onun kötülüğünü istemezsiniz, durumu düzeltmek istersiniz.

Musa Peygamber kızgın ve perişan halde kavmine döner; İbrahim Peygamber’in gömdüğü tabletleri bulmuştur, onları taşımaktadır.

قَالَ يَاقَوْمِ أَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْدًا حَسَنًا

QAvLa YAv QaVMı EaLaM YaGıDuKuM RabBuKuM VaGDan XaSANan (GALa YAv FAGLı EaLaM YaFGıLaKuM FaGLuKuM FaGLan FaGaLan)

“Ey kavmim, Rabbiniz size hasen va’di va’detmedi mi diye kavl etti”

Sıradağlardan yan yana olan iki büyük dağın en büyüğüne حَسَن, küçüğüne حُسَيْن denir. İkisine birden de حَسَنَيْن denir.  Sonraları iyilik, güzellik anlamı kazanmıştır.

ح hareketi, س mekânda diziyi, ن enginliği ifade eder.

حُسْن kelimesinin karşıtı سُوء’dur. Kur’an’da قبح ve قمح kökleri birer defa geçer. حُسْن  karşılığı kullanılmazlar. Fıkıhçılar kullanırlar.

حسن entropisi düşük demektir. سُوء ise entropisi büyük demektir. Cansız varlıklar entropiyi büyütmektedirler. Canlı varlıklar ise entropiyi küçültmektedirler. İhsan entropiyi küçültme olduğundan canlıların varlığına hizmet etme ihsandır. Canlılar içinde en düşük varlık insandır. O halde insanın varlığına hizmet etmesi ihsandır. Allah hüsnü vaat etti. İsrail oğulları çoğalacak ve dünyaya hizmet edecekler.

Mısır’dan çıkarken Musa onları inandırdığı için o insanlar onun peşine takıldı.

Biz ise 50 yıllık çalışmamızda çevremizi bile Allah’ın hasen vaatlerine inandıramadık. Bunu çevremizin kusuru olarak değil de bizdeki eksik ve kusurda görmeliyiz. F. Gülen ilk terk edenlerden oldu. A. Tahir Satoğlu ikinci terk eden oldu. Necmettin Erbakan üçüncü terk eden oldu. R. Tayyip Erdoğan zaten hiç girmemişti. Burada ben eksikliği onlarda değil bende aramalıyım, siz arkadaşlarım da hataları bende aramalısınız. Hataları keşfetmelisiniz ve o hataları işlememelisiniz.

Evet, Allah bize hasen va’di vaat ediyor. 1960’larda söylediğimiz vaatlerin belki on katını Allah bize verdi ama hala çevremize “ortaklık sistemini” kabul ettiremiyoruz. Mevcut düzenlerinde batıyorlar ama yine de kabul etmiyorlar.

Bir doktor arkadaş, “Ben ortaklığa inanmıyorum” dedi, giriştikleri bir işi bozdular. Kendisi cari sistemle anlaştı, kapora da verdi ama bir hafta sonra telefon etti, “Evdekiler şiddetle karşılar, almayacağım” dedi.

İşte bunun için kooperatife ihtiyaç vardır, bunun için ortaklığa ihtiyaç vardır. Yoksa siz ortaklıktan vazgeçtiğinizde orası biter.

Geçen hafta Üsküdar’daki derse birisi geldi. Başarılı bir işadamı imiş. “Ortaklığa gerek yok, işini bilen bu düzende de başarılı olur” dedi. Sonunda sordum, “Şimdi devam ediyor musun?”. “Yok” dedi. “Erdoğan öyle kanunlar çıkardı ki çalışma zarardır, onun için kapattım” dedi ama biz 50 senedir kooperatifimizi kapatmadık.

أَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ

Ea Fa OAvLa GaLaYKuMu eLGaHDu (Ea Fa FaGaLa GaLaYKuMu eLFaGLu)

“A’hd size tul mu etti?”

Allah vaat eder. Bin sene olur. Çok yakın olabilir.

Allah İsrail oğullarına ne vaat etti?

Önce bir ulus olacaklar. Binlerce yılın dağıtamayacağı bir ulus olacaksınız. Kaç defa yurtlarından sürülmüşler, katliam olmuşlar ama hiçbir zaman yok olmamışlardır.

Başka ne vaat etti?

Onlara arzı mev’udu bugünkü İsrail ülkesini vaat etti. Bir ara sahip oldular. Sonra kaybettiler. Şimdi yeniden sahip oluyorlar.

Burada الْعَهْدُ marifedir. O ahitler Kur’an’da ve Tevrat’ta mevcuttur.

Allah’ın vaadi mutlaka gerçekleşir. Yeryüzüne Kur’an düzeni gelecektir. a) Ekseriyet demokrasisinin yerini “Hicret demokrasisi” alacaktır. b) Faiz parasının yerini “emek parası” alacaktır. c) Hükmeden merkezler yerine “hizmet veren merkezler” olacaktır. d) Hâkimlerin yerine “hakemler” olacak ve “hukukun üstünlüğü” sağlanacaktır. Herkesin; a) aşı olacak, b) işi olacak, c) eşi yani evi olacak, d) herkesin dayanışması (sigortası) olacak. Bunlar Allah’ın vaadidir. Akevler bu vaad ile ortaya çıktı. Bu vaad yerine gelecek. Vaad uzayabilir ama olacak.

أَمْ أَرَدْتُمْ أَنْ يَحِلَّ عَلَيْكمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّكُمْ

EaM EaRadTuM EaN YaXılLa GaLaYKuM ĞaWaBun MiN RabBiKuM (EaM EaFGaLTuM EaN YaFGıLa GaLaYKuM FaGaLun MiN FaGLiKuM)

“Yoksa Rabbinizden bir gazabın size hulul etmesini mi murad ettiniz?”

Doğada entropinin büyümesi kanunu vardır. Topluluklar da böyledir. Yapılan hamle daha ilk gün bozulmaya başlar.  Peygamber kendisine halef bırakmadığı halde Ebubekir halef bırakma ihtiyacını hissetmişti.  Ömer hakemliğin yanında kadılığı da icat etmişti.  Osman bürokrasiyi getirmişti.  Ali hilafeti diriltmeye çalışmıştı. Emeviler Arapçılık yaptılar, Abbasiler halka karşı ordular kurdular yani halkı silahla yönettiler. Selçuklular içtihadı ortadan kaldırdılar. Osmanlılar fetva müessesesini getirdiler. Birinci Kur’an uygarlığı bozula bozula buraya kadar geldi.

Üçüncü binyılda da ikinci Kur’an uygarlığı kurulacak, ilk asırlarda birden sıçrama yapacak, sonra bozulmaya başlayacak ve bin sene sonra çökmüş olacaktır.

Yahudilerin şeriata en yakın oldukları dönem Musa’nın dönemidir. Bozula bozula buraya kadar gelmişlerdir. Onun yerine Hıristiyanlık ortaya çıkmış, İslamiyet ortaya çıkmış; şimdi ise çağımızda ikinci Kur’an uygarlığı kurulmaktadır.

Entropinin büyüyeceği yerde küçülmesi, Kur’an’ın bir mucizesi olacaktır.

Burada كمْ‘ü “bize” diye de tercüme edebilirsiniz. O zaman Musa da kendisini onlarla beraber zikretmiş olur.

Gazabın hulul etmesi Kur’an’da yalnız bu surede iki defa geçmektedir.

غَضَبٌ kelimesi nekredir. Demek ki gazabın çeşitleri vardır. Bu çeşitlerden biri hulul edecektir. عَذَاب   kelimesi vardır, غَضَب kelimesi vardır: غضب, عذب. Öncelikle bu iki kelime birbirine benzemektedir. İlk harfleri boğaz harfleridir. Orta harfleri şemsi harflerdir. Son harf ise ب’dir. ب geçidi ifade eder. Kapının kapatılması veya açılması söz konusudur. Dışarıya çıkış kapısını kapatırsanız kabız olursunuz. Ürettiğiniz malı satmazsanız o mal size yük olur,  dışarıda üretilen malı almazsanız o da başka bir sıkıntı olur. Demek ki azapta da gazapta da kapılar kapalıdır yahut ardına kadar açıktır. ض ile ذ harfleri ortadan çıkarlar, ikisi de sert süreklidirler. İkisi de Z harfinin mahrecinde yer alırlar. ض harfi zayıflığı ve zararlılığı ifade eder, ذ ise işaret harfidir, belirliliği ifade eder. Gazapta genel çöküntü var, belirsizlik var, azapta ise belirlilik vardır. Ahirette azap, bu dünyada gazap vardır. Dünyada da azap vardır, ukubat dediğimiz cezalar dünyada da vardır. Bunlar suça göre tespit edilmiştir Azapta caydırıcılık esastır, yetiştiricilik esastır. Hâlbuki gazap bu dünyada sıkıntılı hayat yaşamadır. غ değişmeyi, gayriliği ifade eder.  عÜstünlüğü, yüceliği ifade eder. Azapta etkilenme söz konusudur. Gazapta ise değişme söz konusudur. Azapta kişi eğitilmektedir, asıl kişiliğine dönmektedir, gazapta ise kişi değişmektedir. Aralarında başka bir fark daha vardır. Azab şahsidir, herkese suçu nispetinde verilir. Kimseye başkasının işlediği suçtan dolayı ceza verilmez. Oysa gazab topluluğadır, iyiyi kötüyü ayırmaz, herkese öyle gelir. Bu dünyadaki cezalar topluluklaradır, azapta ise kişileredir. Tanımlarından yararlanarak birbirine benzeyen kelimeler arasındaki farkları ortaya koyabilirsiniz.

Rabbimizden veya Rabbinizden diye tercüme edebiliriz. Bu açıklamaların sonunda vardığım sonuç doğru ise ahiret cezalarında azap kesin olmalıdır. Kur’an’a sorular sorulacak, kelimelerin kökleri araştırılacak ve harflerle değerlendirilecek.

Müminler kelimeleri ve konuları belirleyecekler ve işbölümü içinde birlikte bu sorunları çözmüş olacağız. Lütfi Hocaoğlu ilk zamanlarda pek çok insanı çalıştırabiliyordu. Şimdi ise kimseye görev vermiyor. Ruhu’l-Kur’an çalışmalarına yeni arkadaşları da dâhil ederek çalışmaya devam edilmelidir. Birlikte bir program yapmalıyız. Ona göre herkes kendisine programda bir yer bulmalıdır. Medhal, Yenibosna, İzmir, Ankara, Üsküdar bu çalışmalara katılmalıdırlar. 

فَأَخْلَفْتُمْ مَوْعِدِي (86)

Fa EaPLaFTuM MaVGıDIy (FA EaFGaLTuM MaFGıLIy)

“Mev’idime ihlaf ettiniz.”

مَوْعِد; vaad veri, vaad zamanı, vaad işi olabilir (Mezit bablarda mimli mastar, ismi zaman ve ismi mekan kalıpları aynıdır). “Va’idimi ihlaf ettiniz. Bana va’ad ettiklerinize hulf ettiniz” demektedir. “Gazap Rab’dan gelecek ama sebebi bana yaptığınız vaade ihlaftır”.

Her insan Allah’ın halifesidir. Bir şeyi diğer bir insana vaat ettiği zaman Allah’a vaat etmiş olur. Ona ihlaf etmiş olur. Böylece insan ve insanlık ortaya çıkar.

İnsanlık Allah’ın halifesidir. İnsanlığın hukuku Allah’ın hukukudur. Kamu haklarına fıkıhta Allah’ın hakları denmektedir. İnsan O’nun hem halifesi hem de abdidir. Halifesi olarak içtihat yapar, sonra da abd olarak onu icra eder.

 

YORUM

Lamarck, “Canlılarda doğaya uyma kabiliyeti vardır, canlı demek çevreye uyum sağlayan varlık demektir, bu sayede değişik türler oluşmuştur.” der. Sonra Darwin gelmiş, o da bu uyumun seleksiyon yoluyla sağlandığını ortaya koymuş, türlerin böyle oluştuğunu savunmuştur. Her ikisinin anlayışında da, yeni türlerin eski türlerin tedrici bir şekilde üssü haline yeni tür oluşturduğu görüşü vardır. Canlıların kalıntılarını inceleyen zooloji ilmi bu görüşü teyit etmediği gibi DNA’ların keşfinden sonra her canlı türünün ilk tek hücreden üreyerek çoğaldığı sabit olmuştur.

İnsana kadar biyolojik evrim vardı. İnsandan sonra biyolojide yeni tür meydana gelmemektedir. Onun yerine sosyal evrimle uygarlık oluşmaktadır. Uygarlık da bir hücre ile başlar. Sosyal yapısı “ocak”, ekonomik yapısı “semt” olan hücreler bir araya gelip “bucak” kurarlar. Bucak tam bir sosyal yapıdır, aynı zamanda insanlığın da hücreleridir. Bu durum yalnız insanlıkta vardır.

Yani hücre var, canlı var, canlıların birleşmesinden oluşmuş bir keçilik, bir ineklik varlık yoktur. Yani tüm türü içine alan bir varlık yalnız insanda vardır. Bucaklar birer arı kovanı ise bütün arıların birlikteliği ile insanlık oluşmaktadır.

Tüm insanlıkta toplayıcılık, avcılık, çobanlık ve çiftçilik aşamalarından sonra Mezopotamya’da “site devletleri” oluşmuştur. Mısır’da “ulus devlet” doğmuştur. İsrail federal bir ulus devletti. Hıristiyanlık ve İslamiyet insanlığı olgunluk çağına ulaştırmıştır. Bundan sonraki uygarlıklar peygambersiz olacaklardır.

Üçüncü binyıl uygarlığını şimdi biz kuruyoruz. Allah bize melek göndermedi. Biz vahiy alan bir cemaat değiliz. Biz buna kendimiz talip olduk. Bize Kur’an’ın manaları gelmekte, içtihat yapmaktayız. Üçüncü binyıl uygarlığını bunu yapanlar kuracaklardır. Bu kervan, ırkı ve dini ne olursa olsun herkese açıktır. Bu sebepledir ki Hong Kong çalışmaları da Allah’ın takdiri iledir.

Bu kıssaları Allah bize anlatmaktadır ki aynı şeylerle karşılaşırız. Kurduğumuz kooperatiflere insanlar gelirler ve giderler. Biz dahi zamanla gevşeriz ve bırakır gibi oluruz. Bırakmayanlar vardır. Bediüzzaman ölünceye kadar bırakmamış. Necmettin Erbakan ölünceye kadar bırakmamış. Erdoğan ve Gülen de bırakmıyorlar. Bunların hataları hakemlere gitmemeleridir. Harun ile Musa arasındaki kavgaya benziyor. Bunların uzlaşacaklarını ve Akevler ile birleşerek üçüncü binyıl uygarlığını kısa zamanda dev adımlarla yükselteceklerini ümit ediyorum.

Bugünkü Sermaye ve siyaset çatışmasını da barışla sonuçlandırabiliriz. Evet, Akevler’i Cebrail kabul eden AK Partililer ve Gülenciler birleşirlerse İslam Birliği kurulur. Tüm insanlık bu birlik içinde yer alır. İnsanlık sosyal tufana gitmeden üçüncü binyıl uygarlığını yaşar. Bunun için de önce İzmir, Yenibosna, Medhal, Üsküdar ve Ankara’nın çalışmalarını birleştirmeleri gerekir.

Musa’nın kavminin bu kıssası bize diyor ki, birileri bir suç işledi mi onları dışlamayın. Ümidinizi kesmeyin. Musa gibi yapın, Harun’un sakalını çekin, Samiriy ile savaşın ama halkı suçlu saymayın.

 

Öz Türkçe ile:

“Musa kızgın üzgün olarak döndü. ‘Ey ulusum, sizi Yetiştiren size güzel söz vermedi mi? Yoksa anlaşmanız uzun mu geldi ya da Yetiştiricinizden kızgınlığın sizi sarmasını mı dilediniz de bana verdiğiniz sözden döndünüz?’ dedi.” 

Kur’an kelimeleri ile:

“Musa kavmine esefen gadban olarak rücu etti. Ey kavmim, Rabbiniz size hasen bir vaadi vaat etmedi mi yoksa ahd size tul mu oldu ya da Rabbinizden bir gazabın size hulul etmesini irade ettiniz de mi mev’idimden hulf ettiniz diye kavl etti.”

 

FaRaCaGa MUvSAy EiLAy QaVMiHIy ĞaWBAvNa EaSaFan QAvLa YAv QaVMıy EaLaM YaGıDuKuM RabBuKuM VaGDan XaSaNan Ea Fa OAvLa GaLaYKuMu eLGaHDu EaM EaRaDTuM EaN YaXılLa GaLaYKuM ĞaWaBun MiN RabBiKuM Fa EaPLaFTuM MaVGıDIy

فَرَجَعَ مُوسَى إِلَى قَوْمِهِ غَضْبَانَ أَسِفًا قَالَ يَاقَوْمِ أَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْدًا حَسَنًا أَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ أَمْ أَرَدْتُمْ أَنْ يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَأَخْلَفْتُمْ مَوْعِدِي (86)

 

***

 

قَالُوا مَا أَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا

QAvLUv MAv EaPLaFNAv MaVGıDaKa BiMeLKiNAv (GAvLUv MAv FaGaLNAv MaFGıLaKa BiFaGLıNa)

“Biz kendi melkimizle va’dına ihlaf etmedik diye kavl ettiler”

Şimdi başkan var Musa orada değil, Harun başkanın yerinde birlikte ama onların sözcüsü durumunda değil.

Peki, başkana karşı halkı kim temsil ediyor? Diyen kim?

Maşeri karar veya sosyal karar dediğimiz budur. Toplulukta fertler ayrı ayrı düşündükleri zaman farklı şeye inanır ve söyler, bir araya gelince de hepsi aynı şeyi söyler ve inanır. Beş kişiyi anca ayırabiliriz.

15 Temmuz’u Gülen yapmadı ama bir araya gelince belli bir güç bize onun yaptığını söyletti hatta o söylerken inandı da. Birlikte bir sosyal ruh oluşur, fertlerin ruhlarından farklıdır. Fertler olmadan topluluğun ruhu olmaz ama bir araya geldiklerinde kendi ruhlarından başka bir ruh oluşturmaktadırlar. İşte asıl söyleyen o ruhtur. Hatta Samiriy’e uyması da o ruhun işidir.

Bir kütüğe ipler bağlıdır. Her biri kendi tarafına çekmektedir. Kütük işlerin ruhudur. Ağaç ise bunlardan her birinin doğrultusunda değil, birleşiğinin yönünde hareket eder. Bu hareket eden kuvvet aslında yoktur. Diğer kuvvetler var oldukları için vardır.  Bileşke ruhun sırrı budur. Kalıcı bileşke yük; geçici bileşke yük.

Samiriy’i dinleyen geçici ruh idi. Şimdi başka bir geçici ruh ortaya çıkmıştır. Biz kendi melkimizle bunu yapmadık. Yani kendi inancımızla yapmadık, bileşke ruh bizi götürdü diyorlar. Geçici bileşke ruhta birleşik yoktur. Şimdi böyle söyletir, sonra başka türlü söyletir. Başkanlar böylece geçici ruhların etkisinde bugün böyle söylerler, yarın tam aksini söylerler, bunu rahatlıkla yapabilirler.

وَلَكِنَّا حُمِّلْنَا أَوْزَارًا

VaLAKinNAv XumMiLNAv EaVÜAvRan (VaLAKinNAv FugGıLNAv EaFGAvLan)

“Velakin biz evzar tahmil olunduk.”

Buradaki أَوْزَار kamu görevidir.

‘Tahmil edildi’ demek ‘görev verildi’ demektir.

Başkan bugün istese halka ulaşır, sadece kendisinin konuştuğu bir kanalda konuşur. O şifre ile girip o kanalı açar ve o kanalda yalnız o konuşur. Halkına doğrudan hitap edebilir. Vatandaşlardan direk talepte bulunabilir. Kimse bunu yapmıyor. Resmi gazete esas alınır. Oysa İslamiyet’te kişi hutbeye çıkar ve o bizzat konuşur. Kişiyi montajlama yapamazlar. Her Cuma günü çıkar konuşur. İşte bu konuşma esastır.

Diğer taraftan toplulukta görevliler vardır. Onlar ne derse halk onu başkanın söylediğini kabul eder.

Halk Musa’ya diyor ki; biz bunu kendi kararımız ile yapmadık. Senin görev verdiklerinin dediklerini yaptık. Bizden istediler, biz de verdik.

Musa Mısır’dan ayrılırken Mısır’da birçok servet bıraktılar. Musa bir hile yaptı. Yahudi hanımları Mısırlı hanımlardan takı satın aldılar. O aldıkları takı karşılığı Mısır’daki mallarını bıraktılar. Kimden ne aldıklarının listesini de vermişlerse Mısır yönetimi onların bıraktığı malları paylaştıracaktır. Böylece meşru olmayan bir işi yapmamış olacaktır.

Böylece herkeste bu borçlandıkları takılar vardır ama bu kendilerinin değil kavmin ziyneti idi. Musa henüz onun dağıtım şeklini belirlememişti.

مِنْ زِينَةِ الْقَوْمِ

MiN ZİyNaTi eLQaVMı (MiN FiGLaTi eLFaGLi)

“Kavmin ziynetinden”

زِينَةِ الْقَوْمِ (kavmin ziyneti) marifedir. Bu ne olabilir? Marife olduğuna göre bizim onu bilmemiz mümkün demektir. Tevrat’ta bu hikâye anlatılmaktadır. Kur’an’da buna burada işaret vardır. İşte açgözlüler bundan yararlanmış ve halka o ziynetleri verin bakalım demiş, halk da kavmin ziyneti olduğu için vermiştir. “Bizim burada suçumuz ne, aksine bizdeki emanet mallarını yerine teslim ettik.” diyorlar.

İşte bugün böyle toplanan pek çok paralar vardır ki insanlardan iyilik için toplanıyor diye toplanır sonra başka yerlerde harcanır.

Erbakan ekiple Kırgızistan’a gelmişti. Dönerken uçakta, Süleyman Karagülle burada tebliğ görevini görüyor, onu desteleyelim diye 360 bin dolar toplamışlar, aralarından bir cemaat teşekkür etmiş, “Belki de daha iyi yere kullanırız” demişler. Benim bundan haberim yok, bir dolar bile gelmedi. Sonra Fatih’te gezinirken sakallı birisi çıktı, selam verdi, Reşat’la beraberdim. Bizi tanıdı ve bu olayı anlattı. Sonra Özbekistan’da bir şirkete vermiş, o şirket iflas etmiş ve 360 bin dolar havaya gitmiş!

Şimdi bu olaya şahit olanlar ne bilecekler, ben o paraları topladım ve şirketi iflas ettirip üzerine kondum diyecekler. Siz de olsanız inanmaz mısınız?

Kur’an bunu bize anlatırken bundan Karagülle’nin veya Erbakan’ın haberi olmadığını bildiriyor. Şeytanın sözcüsü olan Sermaye’nin ağzı ve kelimesi olanlara inanmayacaksınız.

فَقَذَفْنَاهَا

Fa QaÜaFNAvHAv (Fa FaGaLNAvHAv)

“Onu qazf ettik”

قَذَّاف sapan; قِذَاف atmak için alınan, avucu dolduracak büyüklükteki taş demektir.

Kur’an’da قذف 9, كثب 1 defa geçer. Toplam 10 (2*5) eder.

ق kuvvet, ذ işaret, ف ayırma demektir.

Kimin nerden aldığı tespit edilmiş Firavun’a liste bırakılmış ama Musa’da ise bir liste yoktur. Dolandırıcılar bunu Musa adına istiyorlar. Halk da nesi var nesi yoksa getirip sergi üzerine atıyor. “Biz de sergiye koyduk.” diyorlar. Böylece kendilerinin bir suçu olmadığını söylüyorlar.

Türkiye’de her şey serbesttir ama kayıtlarında olmak şartı ile. Oysa bugün yüzde seksen kayıt dışı işlem yapılmaktadır. Kayıtlarda yalanlar doludur. Bunun sebebi bugünkü vergi sistemidir. Sermaye bunu kasten yapıyor. Böylece gerçek ve doğru kayıt tutturamayan girişimciler başarısız oluyorlar.

Bundan dolayı biz bir kuruş kayıt dışı bir yardım kabul etmedik. Biz sadece ortak ettik ve defterlerde gösterdik. Halkımız tarikatları yaşattı, Risale-i Nur öğrencilerini zengin etti, Millî Görüşü destekledi, AK Parti’yi destekledi. Eğer bunlar istismar ettiyse halkın suçu ne? Demek ki her iyi şey istismar edilir. Halk iyi olduğu için destekler. Sonra bazen kendisinin düşmanını desteklemiş olur.

Gülen’i destekleyenler Gülen’i değil İslam düşmanı Sermaye’yi desteklediler. Bunun farkında olmamışlardır. Sonra o hale gelmiş ki samimi olanlar da samimiyetlerini kaybetmişlerdir. Bu da normaldir. 15 Temmuz normaldir. Olağanüstü hal de normaldir. Düzen gereği böyle yapılmıştır. Onları cezalandırmak yerine düzeni değiştirmekle meşgul olmalıyız.

فَكَذَلِكَ أَلْقَى السَّامِرِيُّ (87)

FaKaÜAvLiKa ELQAv elSAvMiRıyYu (FaKaÜAvLiKa EaLQay elFaGıLıyYu)

“Samiriy böyle ilka etti.”

فَ harfi getirilerek bu cümlenin halkın değil de Allah’ın cümlesi olduğunu ifade etmektedir. Onlara anlatıldığını فَ getirilmesi sonucu ortaya koyarsınız. Bu dolandırıcılığı yapan Samiriy’dir. Halkın ziynetini toplamış onunla, böğürmesi olan bir buzağı yapmıştır. Samiriy de sahirlerden biridir. Kendisi Mısırlı olmadığı için sahirlerin yanında yer almamaktadır. Mısır’dan pek gitmek istememektedir ama başka çaresi yoktur. Mısır’a iltica da edemiyor.

Sahirlerin saray tarafından tevcih edilmiş bir öğretiyi gerçekleştirmesi gibi Samiriy de halktan aldığı ziynet ve destekle buzağıyı sergiledi. Samiriy böylece sanatını icra etti.

 

YORUM

Aracılar başkanları daima istismar ederler, başkanın adını kullanıp halkı idlal ederler. Bunun çözümü nedir?

Kur’an’a göre bunun çözümü başkanın şura üyelerinden başkası ile hiçbir şeyi paylaşmamasıdır, ‘Gözlerini ayırma’ ayeti (Kehf, 18/28) bunu emreder.

Herkes şura üyelerinden birisine bağlıdır. Başkanla ilişkisini onun aracılığı ile sağlar. Herkes kendi temsilcisi ile ilişki kurmalıdır. İsteğini temsilcisine bildirmeli, başkan da temsilci aracılığı ile halka ulaşmalıdır.

Görüşme açık olmalı, mesajın başkana ulaşıp ulaşmadığını kontrol edebilmeli.

Adil Düzen’e göre İnsanlık Anayasası’nda bu kurumlar hep sayılmıştır.

 

Öz Türkçe ile:

“’Sana verdiğimiz sözden biz kendiliğimizden uzaklaşmadık, biz kavmin takılarından yükümlendik, biz de onu bıraktık.’ dediler. Samiriy böyle koydu.” 

Kur’an kelimeleri ile:

“Mev’idine biz kendi melkimizle ihlaf etmedik velakin kavmin ziynetinden tahmil olunduk, biz de onu kazf ettik diye kavl ettiler. Samiriy böyle ilka etti.”

 

QAvLUv MAv EaPLaFNAv MaVGıDaKa BiMeLKiNAv Va LaKınNAv XumMıLNAv EaVZAvRan MiN ZİyNaTi eLQaVMi Fa QaÜaFNAvHAv Fa KaÜAvLıKa EaLQay elSAvMiRIyYu

قَالُوا مَا أَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلَكِنَّا حُمِّلْنَا أَوْزَارًا مِنْ زِينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا فَكَذَلِكَ أَلْقَى السَّامِرِيُّ (87)

 

***

 

فَأَخْرَجَ لَهُمْ عِجْلًا

Fa EaPRaCa LaHuM GıCLan (Fa EaFGaLa LaHuM FıGLan)

“Onlara bir i’cl ihraç etti”

Buradaki هُمْ zamiri Musa’nın kavmine gidebildiği gibi Musa’nın kavminden ziynetleri toplayan şebekeye de gidebilir. Yani evzarı hamledenler.

“Halkın üzerine ağır vergi kondu. Halkı iflas ettirdiler.” denebilir. Bunu tertipleyenler vergi koyanlardır. İhraç etmek de üretmek anlamındadır. Halkı kandıran şebeke Samiriy’i kullanmış ve onun sanatından yararlanmıştır. Samiriy onlara bir i’cli ihraç etmiştir, sığırın yavrusuna i’cl denir.

Acele etmek demek, sığır danası gibi sağa sola koşmak demektir.

Diğer taraftan öküz ehlileştirilen hayvandır, onun gücünden yararlanılır. Mısır’da öküz başı, gücü ifade der. İnsanlar ilk olarak öküzün gücünden yararlanmaya başlamışlardır.  Mısır’daki sihre benzer bir şey.

Bunu nasıl yaptılar?

Hayvanın derisini alıp onu tüylerini dökmeden dibağladığınız zaman hayvanın kendisi varmış gibi görünür. İçine de madeni parçalar yerleştirip hava ile ses çıkartmışlar. Bunun dışında altından heykel yapılarak halkın kanaatinde etkili heykel yapılabilir. Resim ve heykel yapma ilk toplulukların başarılarındandır.

جَسَدًا

CaSaDan (FaGaLan)

“Ceset olarak”

جَسَس yere uzanan kütüktür. س harfinin د‘a dönüşmesi ile ‘ölü canlı bedeni’ veya ‘canlı heykeli’ anlamındadır.

ج toplanmayı,س mekânda diziyi, د ise çevreyi ifade eder.

“Beden” insanın diri yapısını, “cesed” insanın ölü yapısını ifade eder. Heykeller de birer cesettir. Samiriy bir heykel yapmıştır. Bu heykel pahalıdır. Altından yapmadır ve onun ses çıkarma yeteneği vardır. Bu altından yapılarak halkın üzerinde yapıcı etkisi düşünülmektedir.

İnsanların ruhi yapıları öyledir ki bir şeyi mübadele aracı yaparlar. Bu da onlar için altındır. Altının gücü olarak diğer her şeylerini alabilmektedir. Adeta tanrı gibidir. Her kapıyı açar. Altının bu gücü heykelde canlandırılmıştır ve ona ses verilmiştir.

Günümüzün Dolar’ı da buna benzer ama Dolar’ın sesi yoktur. Gelecekte kaydi paraya geçince bugün kullandığımız şifre yerine yarın ses kullanılacaktır.

لَهُ خُوَارٌ

LaHUv PuVAvRun (LaHUv FuGAvLun)

“Ona huvar vardır”

خَوْر çağlayan demektir. “Hırlamak” olarak Türkçede kullanılmaktayız. Kur’an’da 2 defa ve yalnız bunun için geçmektedir.

Buradaki teknoloji şudur. İnsan sesi hava dalgalarından ibarettir. Siz konuştukça ses dalgaları yayılır, kulağa titreşimler gelir ve o titreşimler beyne ulaşır. Eğer gramofonda olduğu gibi titreşimleri kaydederse sonra iğne oradan geçerken üzerindeki girinti çıkıntı titreşir ve aynı sesi çıkartır. Öküzün sesini kaydederseniz sonra benzer sesi çıkarttırabilirsiniz. Samiriy bunun tekniğini bilmektedir.

Şimdi bir soru ortaya çıkar; insanlar bu teknolojiyi nasıl öğrendiler?

Bu teknolojiyi hep peygamberlerin öğretisi ile öğrendiler. Mısır Uygarlığı Mezopotamya Uygarlığının kuvvete dönüşmüş şeklidir. Mısırlılar Mezopotamya’dan, Yunanlılar İbranilerden, Romalılar Hıristiyanlardan, Avrupalılar Müslümanlardan öğrendiler.

فَقَالُوا

Fa QAvLUv (Fa FaGaLUv)

“Kavl ettiler”

Burada kavl edenler Samiriy’e buzağı ürettiren altını biriktirenlerdir. Yani Samiriy demiyor. Onlardır yani çoğul vezni ile ifade edilmiştir. Biz hep قَالَ diye düşünürdük, oysa söyleyen Samiriy değil de onları kullananlardır.

Sermaye iş adamlarını kullanarak birtakım iddialar ortaya koydu, insanlar tartıştı, insanlık tanrısız kainatı kabul durumuna geldi. Bu mekri alarak kullanan Sermaye insanlığı beş yüz senedir ifsat etmektedir.

Bugünkü Sermaye de ‘İlahınız Dolar’dır!’ diyor. Halk da ona tapıyor. Oysa Dolar değeri olan bir şey değildir. Onun değeri halkın ona tapmasından ileri gelmektedir. Dün heykele tapanlarla bugün Dolar’a tapanlar aynıdır. Heykelin bir gücü ve değeri yoktur ama halk ona tapmaya başlayınca o halka etki etmeye başlamış olur. Güç heykelden değil ona tapan topluluktan gelmektedir.

هَذَا إِلَهُكُمْ

HAvÜAv EiLAvHuKuM (HAvÜAv FiGAvLuKuM)

“Bu sizin ilahınızdır”

Buradaki كُمْ biz manasındadır. İşaret edilen i'cldir. Diyenler kimlerdir?

Samiriy’i kullanıp halkı dolandıranlardır.

Bugün dini istismar edip halkı dolandırma tekniği o kadar yaygın hale gelmiştir ki adeta gerçek din kalmamıştır. Diyanet İşleri Teşkilatı Türkiye’de dine hizmet etmek için değil, devleti dinden korumak için kurulmuştur. Halkı din bezirgânlarının yanıltmasını önlemek için kurulmuştur. Yapılması gereken gerçek dinin getirilmesi olduğu halde, devlet tarafından dinin istismar edilmesi yolu tutulmuştur. O zaman olan olayların daha şedidi bugünkü dünyada olmaktadır.

Gerçek dine nasıl dönülecektir?

Yüz lojmanlı semt kooperatifleri kurulacak. Her semt istediği şekilde çalışacak, istediği gibi yaşayacak. Bu semtlerin içinde gerçekten Allah’a inanan semtler de olacaktır. O semt o kadar başarılı olacak ki diğer sahte semtleri yutacak ve insanlık Allah’ın nuruna kavuşacak. Bu gerçek dini semtin, hangi dine veya ırka mensup olanlardan çıkacağı bilinemez. Belki de Eskimolar veya Kızılderililer arasından çıkar.

Bizim görevimiz bu semtleri oluşturmak değildir. Bizim görevimiz bu semtlerin kurulmasında öncülük yapmaktır. Yüz lojmanlı apartmanlar yapmaya başlayacağız. Her semt kooperatifini kendisi kuracak, sonra oraya hicret başlayacak ve oraya hicret edenler kuracaklardır.

Yüz lojmanlı apartmanları inşa edenler değil, oraya hicret edenler bu semtleri kuracaklardır, inşa edenler ise kiralarını alacaklardır. Bu kiralardaki paylar işyerlerinde üretilenlerden ciro üzerinden olacaktır.

وَإِلَهُ مُوسَى

Va EiLAvHu MUvSAv (Va FiGAvLu FuGLAv)

“Ve Musa’nın ilahıdır”

Bizim ilahımız olduğu gibi Musa’nın da ilahıdır.

Mustafa Kemal’in heykeline tapanlar, Anıtkabir’e gidip ubudiyetlerini bildirenler. Leninciler, Stalinciler, Nazistler, faşistler de bunların aklındadır. Samiriy’in putu hiç olmazsa ses çıkarıyordu. Bunların heykelleri ise o sesi bile çıkaramıyor.

İşte, insanlar bu kadar zavallı bir mantığa sahiptirler. Ortak ruh ortaya çıkınca akıl ve mantık kaybolur.

Bir zamanlar önemli bir emekli askerle görüşüyorduk, “Parti kuralım” diyorduk. Önerilerimizi anlattıktan sonra “Bir şey soracağım, Atatürk hakkındaki görüşünüz nedir?” dedi. Ben de dedim ki; biz Atatürkçü değiliz, Kemalistiz. Mustafa Kemal’in yaptığı inkılapları benimsiyoruz, kendisine devletimizin kurucusu olduğu için saygılıyız ama biz Atatürkçü değiliz. Her insan beşerdir ve eşittir. Tanrı bir tanedir. Biz Atatürk’ün heykellerine tapmayız.

Bizi son derece yakından karşıladılar.

Bununla şunu anlatmak istiyorum. Bugün hala mezara (Anıtkabir’e) gidilip saygı duruşu yapılmaktadır. Heykelleri kurtarmalıyız.  İbrahim’in yaptığını yapmalıyız. Mustafa Kemal’e gelince, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu başkanıdır. İslamiyet’i iyi bilmektedir. Devletin yapısını biz değiştiremeyiz. Arapçayı resmi dil yapamayız. Devletimiz yıkılır ise yeni bir Mustafa Kemal çıkar ve ikinci İstiklal Savaşı’nı yaparız. O zaman yeni düzen gelebilir. Şimdi ise Cumhuriyette inkılap olmaz, sadece ıslahat olur.

فَنَسِيَ (88)

Fa NaSiYa (Fa FaGaLa)

“Nisyan etti.”

İstismarcıların sanatıdır, kendileri yaparlar ama başkalarına fatura ederler.

Mustafa Kemal da işte böyle fatura edilen bir kimsedir.

Bugün de Erdoğan’a ve Gülen’e fatura edilmektedir.

“Unuttu” diyorlar.

Şirk denizine döndürmek isterler. Bugün Mustafa Kemal adına yapılanların Mustafa Kemal ile alakası yoktur. Menderes’in de yoktu. İstismarcı bir grup Sermaye ile işbirliği yaparak dünyayı yönetmektedir.

Allah Adil Düzen çalışmalarını yapalım diye, bunlara izin vermekte, bize zaman kazandırmakta. İzmir Akevler yöneticileri işleri büyük başarı ile götürmüşlerdir. Duam gelecekte de ikinci Akevler uygulamasında birlikteliklerini korusunlar. İzmir’de Kazım Erten’in siyasetten dışlanması ona ders olmalıdır. Siyasette başarıyı bırakıp başarısını Akevler’de yapmalıdır. Partiyi destekleyebilir. Bu, tebliğ için gereklidir ama oradan bir şey istememeli, hatta hiç görev almamalıdır. Aynı nasihati İstanbul’daki Bünyamin Demir’e de yapmak isterim. Siyasetle ilişkileri olsun ama oradan bir şey beklemesinler, Medhal’i ve Akevler’i ihmal etmesinler.

Ben siyaset yaptım ama 1969 yılında sadece bağımsız adaylığımı koydum, bu sayede insanlarla tanıştım ve kooperatife 800 ortak getirdim. Akevler ortak sayısı dört-beş bin kişiyi buldu. Kazım ve Bünyamin daha birer kişiyi bile getirmediler. Onlar Akevler’e ortak olurlarsa Akevler ortakları da onlara oy verirler.

Bu kural yalnız AK Parti için söz konusu değildir, Saadet Partili Recep ve Mücahit kardeşlerimiz için de söz konusudur. Onlar da Adil Düzen çalışmalarına katılmaları karşılığı siyaset yapsınlar. MHP, CHP ve hatta HDP de bu gruptandır.

 

YORUM

Sosyal ruhta muhakeme yoktur. Bir de bakarsınız ki toplulukta hep aynı şeyleri söylerler. Siz onlara izah etmeye çalışırsınız ama sizi kimse duymaz.

15 Temmuz’un düzenleyicisi Gülen’dir diyor herkes, her seferinde herkes ona lanet ediyor. Siz tüm kanıtları ileri sürüyorsunuz, onun bunu yapması imkânsız diyorsunuz. Herkes gibi onlar da topluluk ruhunun etkisine girmiş olabilir. Asıl düzenleyici Sermaye’dir diyorsun, kimse duymuyor. Musa’nın Rabbi i’clmiş, Musa onu unutmuş. Herhangi bir mantık mevcut değildir. Musa unuttu da halk niye hatırlamıyor? Halk sömürücüler tarafından şartlandırılmıştır.

Bunu biz nasıl aşarız?

Sabrederiz…

Bir gün gelir ki ortak ruh dağılır. O zaman herkesin kendi aklı başına gelir. O zamana kadar öyle devam edecektir.

Prof. Dr. Ekrem Pakdemirli Akevler’in yöneticilerinden idi. İyi bir Müslümandı. Ailesini İslami düşünce içinde yetiştirdi. Bana ‘Balta aldım, çocuklarıma odun parçalatıyorum, böylece haylazlıklardan önlüyorum’ demişti. Bütün Müslümanlara saygısı olduğu için Gülen’e karşı da sevgi ve saygısı vardı. Profesör çocuklarından birini Gülencidir diye üniversite rektörlüğünden attılar ama lider onun diğer kardeşini bakan yaptı.

Bu çelişkiler nereden gelmektedir? Topluluk ruhundan.

Siz de bu tür çelişkilere düşmemek için söylenenlere kulak vermeyeceksiniz. Sokakta söylenenlere asla inanmayacaksınız. Kur’an’da emredildiği üzere haberi tebeyyün edeceksiniz.

 

Öz Türkçe ile:

“Onlara bir buzağı kütük olarak çıkarttı. Onun böğürmesi vardı. ‘İşte bu bizim tanrımız ve Musa’nın da tanrısıdır, Musa unuttu.’ dediler.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Onlara bir icli cesed olarak ihraç etti. Onun huvarı vardı. Bu sizin ilahınız ve Musa’nın da ilahıdır. Musa nisyan etti diye kavl ettiler.”

 

Fa EaPRaCa LaHuM GıCLan CaSaDan LaHUv PuVAvRun Fa QAvLUv HaÜa İLAvHuKuM Va İLAvHu MuSaV Fa NaSiYa

فَأَخْرَجَ لَهُمْ عِجْلًا جَسَدًا لَهُ خُوَارٌ فَقَالُوا هَذَا إِلَهُكُمْ وَإِلَهُ مُوسَى فَنَسِيَ (88)

 

 

***


 

 


TÂHA SÛRESİ TEFSİRİ
1-1-8.AYETLER
777 Okunma
2-9-16.AYETLER
822 Okunma
3-17-24.AYETLER
695 Okunma
4-25-36.AYETLER
724 Okunma
5-37-41.AYETLER
706 Okunma
6-42-50.AYETLER
780 Okunma
7-51-58.AYETLER
785 Okunma
8-59-64.AYETLER
808 Okunma
9-65-71.AYETLER
760 Okunma
10-72-76.AYETLER
667 Okunma
11-77-82.AYETLER
689 Okunma
12-83-88.AYETLER
697 Okunma
13-89-94.AYETLER
736 Okunma
14-95-99.AYETLER
707 Okunma
15-100-107.AYETLER
691 Okunma
16-108-114.AYETLER
823 Okunma
17-115-121.AYETLER
724 Okunma
18-122-127.AYETLER
751 Okunma
19-128-132.AYETLER
729 Okunma
20-133-135.AYETLER
687 Okunma