***
TAH SÛRESİ - 4. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
قَالَ رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي (25) وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي (26) وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَانِي (27) يَفْقَهُوا قَوْلِي (28) وَاجْعَلْ لِي وَزِيرًا مِنْ أَهْلِي (29) هَارُونَ أَخِي (30) اشْدُدْ بِهِ أَزْرِي (31) وَأَشْرِكْهُ فِي أَمْرِي (32) كَيْ نُسَبِّحَكَ كَثِيرًا (33) وَنَذْكُرَكَ كَثِيرًا (34) إِنَّكَ كُنْتَ بِنَا بَصِيرًا (35) قَالَ قَدْ أُوتِيتَ سُؤْلَكَ يَامُوسَى (36)
قَالَ رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي (25)
QAvLa RabBi İŞRaX Lİy SaDRİy (FaGaLa FaGLiy ıFGaL LiY FaGLiy )
“Rabbim sadrımı şerh et diye kavletti.”
Musa peygamberliği bilmektedir. Peygamber yapıldığını anlayınca bunu kabul etmeme diye bir durumu olmadığını bilmektedir, “ben bunu yapmam” dememektedir. Yapabilmek için imkânlar talep etmektedir.
O halde bir göreve davet edildiği zaman önce görevi öğrenmek gerekir.
Firavun’a gitmek. Görev budur, Firavun’la cihada girişmek. Görevin büyüklüğünü anlamaktadır. Rabbinden sadrının şerhini istemektedir.
شَرِح ‘et dilimi’ demektir. شَرَحَ fiili ‘canlıyı yarmak, kesmek’ anlamına gelir. تَشْرِيح ameliyat ilmidir, جرح ile akraba bir kelimedir.
شرح Kur’an’da 5, شرع de 5 defa geçer. Toplam 10 (2*5) eder.
ش birden oluşan olayı, ر sürekliliği, ح hareketi ifade eder. صَدْر kelimesini meful olarak alır, Kur’an’da böyle geçer.
صَدْر ‘Baş’ demektir. İnsanın ruhu vardır. Bu mekân ve zaman dışıdır. Nefis ruhun mekân ve zaman içine girmesi halidir. Arabayı süren şoför durumundadır. “Ahmet iyi şofördür” dediğinizde bu, onun bilkuvve iyi şoför olduğunu gösterir. “Kazada şoförün hatası yoktur” dediğiniz zaman ise arabadaki şoförü ifade eder. Uyku ve ölüm halinde arabayı sürmeyen, bedeni kullanmayan varlık anlamındadır.
Beyinde depolanmış bilgiler vardır. Bilgisayarın hafızasındaki bilgiler mahiyetindedir. Dosyayı açtığınızda bilgisayarı şerh etmiş olursunuz. Beyninizde birçok bilgiler olur ama siz onu kullanamazsınız. “Aklıma gelmedi” dersiniz. “Unuttum” dersiniz. “Birden kavrayamadım” dersiniz. İnsanlar vardır ki siz bir cümle söylerseniz o iki mislini anlar. Bazen size defalarca söyler, siz bir türlü kavrayamazsınız.
İzmir’e yeni gitmiştim. Betonyerin dişleri atmıştı. Bir usta buldum. Hemşerim çıktı. “O bundandır” dedi. Ben mühendis olarak kabul etmedim. Haftalarca düşündüm. Bir türlü söylediğine aklım ermedi. Sonunda masrafı göze aldım, “Yap” dedim ve o betonyer çalıştı.
Sadrın kapalı olması budur. Bazen hiç tereddüt etmediğiniz bilgi yanlış çıkar. Bundan dolayıdır ki Müslümanlar icma ile sabit olmayanlarda ısrar etmezler, icma ile sabit olanlarda ise tartışmazlar.
Beyninizde bir sorun olur. Günlerce, aylarca, bazen yıllarca çözemezsiniz. Sonra birden aklınıza şerh edilir ve çözersiniz. Kur’an ilham veya vahiy diyor.
“Sadrımı bana şerh et” diyor. Demek ki insanın sadrı ile kendisi farklı biridir, Ona aittir ama o değildir.
Evet, önce bu hususta acemi olduğunu, bu işi nasıl yapacağını bilmediğini ifade ederek “Sen bana şerh et ki beynimi okuyayım ve ilgili dosyaları açayım” diyor. Açıldıktan sonra kolayca okuyacağınız dosyaları çoğu zaman bulamazsınız.
O halde Musa’nın ilk duası “beynimdeki dosyaları bana aç” demektir; aç ki ne yapacağımı ne olacağımı bileyim.
Şimdi bilgisayarın Kur’an’daki adı sadr olabilir. O zaman biz “Şimdi bilgisayarlardaki dosyaları bana aç, kolayca bilgi sahibi olalım” diye dua etmiş oluruz.
أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ de (İnşirah, 94/1) لِ getirilmiştir.
Kur’an’da İslam için kalbini şerh etme vardır. “Dosyaları benim için aç” diyor. Dosyaları İslam için aç diyor. İnsan bir görev aldığı zaman o işi yapabilmesi için beyin bilgisayarını kullanmak durumundadır. Konu ile ilgili dosyaları açtır anlamındadır.
Kur’an’da مَنْ شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْرًا (Nahl, 16/106) deniyor. صَدْرًا kelimesi meful olarak geliyor. Yahut temyiz denilir de onun için nekre ve mensub geldi denilebilir. Bunların hiçbirisi insanı tatmin etmiyor. Bunun çok derin manası olmalıdır. Sadrı şerh etme değil sadren şerh etme. Yani bilgisayar dosyasını açmak değil bilgisayar dosyası olarak açmak. Sadrıma dosya olarak şerh et. Ben duymadığım zaman “telefonla mesaj at” derim. Küfrü dosyalıyor. Bilgisayara işliyor. Bugünkü batı uygarlığı küfrü ilmileştirmeye çalışıyor. Bilgisayarı küfürle dolduruyor ve o sayede varlığını sürdürüyor. Küfre hizmet eden basın ve yayını kastediyor.
YORUM
Demek ki görev reddedilmez ama görevi yapmak için ihtiyaçlar tespit edilir. Görev verenden ihtiyaçların giderilmesi talep edilir.
Bugün bütçeyi hükümetler tesbit eder, meclis tasdik eder. Milletvekilleri mecliste bütçe kanunu teklif edemezler. Hatta gideri artırıcı değişiklik yapamazlar. Bir yerden alıp öbür yere verirler. Sonunda bütçe oylanır ama bütçe oylanmaz, güvenoyu oylanır. Bütçesi kabul olunmayan düşer.
Demek ki Kur’an’da da bu uygulamanın yeri varmış.
Öz Türkçe ile:
“Yetiştiricim başımı bana aç diye söyledi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Rabbim sadrımı bana şerh et diye kavl etti.”
QAvLa RabBi iŞRAX LIy ÖaDRIy
قَالَ رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي (25)
***
وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي (26)
Va YasSiR Lİy EaMRIy (V aYaFGaLNIy FaGLIy)
“Ve emrimi bana teysir et.”
Buradan anlıyoruz ki görev bir emirdir. Amel yapan kimse kamu yetkisini kullanmaz. Kamu yetkisini kullanarak yapılan işler emirdir. “Görev olarak yaptığım işi bana kolaylaştır” demiş oluyor. عُسْرَ zorluk, يُسْرَ kolaylık demektir.
Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır ve yalnız bir kolaylık vardır.
Musa bunları tekrar ederken aynı zamanda görevi anlatmaktadır. “Görevin zor olduğunu biliyorum ama sen onu kolaylaştıracaksın.” diyor.
Bugünkü bozuk düzenden bunalan arkadaşlarımız ümitsizlik içindedirler.
Oysa Firavun’a karşı Musa görevlendiriliyor.
Kimdir Musa?
Büyük bilgilerle donanmış ama İsrail oğulları arasında da kardeşinden başka kimsesi kalmamış. Baştan herkes onu sayarken ve severken, adam öldürdükten sonra kaçak durumuna düşmüş ve firar etmiş biri. Memlekete döndüğü zaman kimse onunla ilgilenmeyecek ve ilgilenmekten korkacak bile. İşte buna görev verilmiş, o da bunun farkındadır ama ümitsiz değildir. Sadece görevi yapmak için araçlar istemektedir. İlk talep ettiği ise gerekli bilgidir.
AK Parti’nin ve Erdoğan’ın da Allah’tan şimdi tek isteyeceği şey bilgidir. “Ne yapacağız?” diyecekler. Beyinlerini ilme açacaklar ve çözümler ortaya çıkacaktır. Rabbimiz, doğru düşünelim ve düşüncelerin sonunda diğer insanlara karşı da o etkili olsun.
Adil Düzen çalışanlarının da dua edecekleri husus şudur; “Rabbim, sadrımı bana şerh et ve işlerimi kolaylaştır” diyecek ve ondan sonra sorun bitecektir.
Geçen gece sabahleyin bir rüya gördüm, onu sizinle paylaşmak isterim.
Biri var bize gelip diyor ki “karşı taraf vuracak, sen önce davran.” Ona gidiyor ve diyor ki “karşı taraf seni vuracak, ona göre davran”. Uzakta düşman ile beraber söyleyen sesli söylüyor. O seni vuracak, sen önce davran, ona da böyle söyledim. O da güçlü boynuzlu boğayı bana doğru sallıyor. Ben ise hiç kokmuyorum. Allah’ın beni koruyacağından eminim, “yaklaşma, gelme, helak olacaksın” diyorum. Öküz süratle gelmeye devam ediyor. Bana bir şey yapamayacağından eminim ama ne yapacağını da merak ediyorum. Sağ elime büyük bir taş geçiverdi. Ben yana çekilip taşı onun önüne tuttum. Taşa çarptı ve paramparça oldu. Münafık düşman yanıma geldi.
Her mümin Musa gibi olmalıdır. Hiçbir zaman ümidini kesmemelidir. Çalışmasına ve direnmesine devam etmelidir. İşler ona kolaylaştırılacaktır.
YORUM
Görevli görev aldıktan sonra artık o iş onun işi olur.
Senin işini demiyor “benim işimi kolaylaştır” diyor.
Bugünün Firavunu olan Sermaye’yi devirmek bugünkü müminlerin işi olmuştur. Sermaye nasıl devrilecek? Musa’nın değneğinin yerine ne geçecek? Bugünün sihirbazları neler yapmaktadır?
Evet, bugünün yılanı Sermaye’dir yani Dolar’dır. Onunla dünyayı bu hale getirmiştir. Firavun çevresine sihirbazları toplamış, onlara hokkabazlık yaptırıyor. Bu sayede halkı kendisine taptırıyordu. Bugünkü sahte Dolar onun kandırma silahı idi. Allah Musa’ya gerçek yılanı verdi. Şimdi de bize gerçek yılanı veriyor. Bu, gerçek paradır. Karşılığı olan Demir, Buğday, Altın ve Toprak bonolarıdır. Bu paralar karşılıksız paraları yutacaktır.
Bu söylediklerimi bu paralar üzerinde çalışanlar bilebilir. İzmir çalışıyor, Yenibosna çalışıyor ve Medhal çalışıyor. Çalışmalarını ona göre değerlendirmelidirler.
Öz Türkçe ile:
“Ve işimi bana kolaylaştır.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve emrimi bana teysir et.”
Va YasSiR LIy EaMRİy
وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي (26)
***
وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَانِي (27)
Va uXLuL UQDaTan MiN LiSAvNIy (Va uFGuL FuGLaTan Min FiGAvLIy)
“Ve lisanımdan ukdeyi hallet.”
Babamın bir kıssası vardı. Musa daha iki üç yaşında iken Firavun’a karşı bir saygısızlık yapar. Firavun gazaplanır. “Çocuktu o” derler. O anda yan yana bir ateş bir de kor konur. Eğer ateşi alırsa yaşayacak, koru alırsa sağ bırakılmayacak. Musa ateşi alır ve ağzına koyar. Ondan dolayı kekemedir.
Bu, ayete dayanarak uydurulmuş bir hikâyedir. Bu ayette عُقْدَةً gelmiştir. اَلْعُقْدَةَ gelmelidir. Yani “konuşmamda bir takıntıya uğramayayım” der. Kekeme olduğunu buradan çıkarırız. Lisanda ukden şeklinde kullanmak caizdir. “İfademde bir duraklama olmasın” diyor.
Birisi yalan söylediği zaman beyinde bir zaman geçer. Bu da bugün bilgisayarlarda okunmaktadır. Yalan makineleri böyle bulunmuştur. Konuşurken insan bilemediği veya yalan söylediği zaman ses titreşimleri değişmektedir. Ses titreşimlerinde veya beyinde o zaman yalan dalgalarında bir farklılık meydana gelir.
Lisanımdan ukdemi çöz. Firavunu ikna edebilmek için gereken “O’na inandığımı bilsin” diyor.
Bu çok önemli gerçekten de Allah’a çıkarı için veya korku içinde inandım diyorsa lahn-ı kavilden hemen anlarsınız.
Yeni bir kıssa anlatayım. Rusya’da sosyalizm gelince Türkiye’ye ilticaya başladılar. Bir Ermeni de iltica ediyor. Müslüman olduğunu söylüyor. Babam bucak müdürüdür. İfadesini alıyor. Silahı olup olmadığını sorar. “Vardı ama bir ağacın dibine koydum” der. Oraya giderler. Kesilmiş bir ağaç bulunur “buraya koymuştum der ama yalan söylüyordur. Müdür anlar ama onu bozmak istemez. Ona “Müslüman mısın?” der. Değilim dese iade edecekler. Müslümanım dese yalan söylemiş olacak. Şöyle cevap verir: Hıristiyanım ama hak dine döndüm. “Müslüman oldum” demez “Hak dine döndüm” der. Artvin’e gider.
İşte inanmadığın konularda yanlışlarla karşılaşırsan böyle dilin dolanır ama o Ermeni’nin ne büyük bir insan olduğunu anlayın. Türkiye’ye iltica ediyor ama imanına da o kadar sadık ki ifadesinde “hak dine döndüm diyor. Halbuki ben olsaydım derdim ki “Evet, ben Hristiyanım ama bütün hak dinlere inanırım”. Yani “Hristiyanlığı bırakmıyorum ama İslam’ı da kabul ediyorum” diyecektir. Gelecekte de böyle olacak Hristiyanlar, Hristiyan kalacaklar ama Kur’an’a ve son nebiye de inanacaklar.
YORUM
Musa “önce ben anlayayım” diyor. “Bileyim ki sonra da anlatabileyim” diyor. O halde bir konuyu birine götürdüğümüz zaman onu çok iyi bilmemiz gerekir. Sonra da onu herkesin anlayacağı dilde anlatmamız gerekir. Gerek Gülen’in gerek Erbakan’ın eksiklikleri bunlardır. Onlar İslam düzeni çalışmalarına katıldılar. Söylenenleri de anladılar. Ne var ki uygulayamadıkları için anlatamadılar. Trafiğe geçip direksiyonda kalanlar oldular. Adil Düzen’i başkalarına anlatmanız için önce sizin anlamanız gerekir.
Akevler’in başarısı karşısında kooperatifçilik moda oldu. Herkes Süleyman Akdemir’e gelip kooperatif kurmak istediğini söylüyor. O da bana getiriyor. Onlara diyorum ki “İslamiyet bir düzendir. Onu kendi kazançlarınızla uygulayamazsınız.” Kur’an’ın emridir. İçinizden birini Yalova’ya göndereceksiniz. Orada tefekkuh edecek. Sonra döndüğü zaman kooperatifinizi kuracak. Başka türlü ortaklık muhasebesini bilmeden bu işi yapamazsınız. Bir daha bana uğramıyorlar.
Evet, Yalova’da Adil Düzen araştırma merkezi kurulmuştur. Adil Düzen uygulamalı Ar-Ge çalışmaları devam etmektedir. Her yerin müminleri buraya bir araştırmacı gönderecek. Ona araştırma yapma imkânı sağlayacaklar. Sonra o yeter seviyeye ulaşınca ülkesine dönecek ve orada Adil Düzen işletmeleri kuracaktır. Bunun dışında bir kurtuluş yoktur.
Öz Türkçe ile:
“Ve dilimden düğümü çöz.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve lisanımdan ukdeyi hallet.”
Va uXLuL UQDaTan MiN LiSAvNIy
وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَانِي (27)
***
يَفْقَهُوا قَوْلِي (28)
YaFQaHUv QaVLIy (YaFGaLUv FiGLIy)
“Kavlimi fıkh etsinler.”
Fiil burada emrin cevabı olduğu için meczumdur.
İlmetmek, tezekkür etmek, fıkh etmek, akletmek bunlar bir şeyi bilmenin dereceleridir. Bunun dışında zannetmek, hesap etmek vardır.
Zannetmek zahir manasında bilgidir. Onunla vakit kaybetmemek için amel edilir. İlimden hiçbir şey ifade etmez. Araştırmaya devam etme zorunluluğu vardır. Hesap etme zannetmenin üstünde bir ilimdir. Onunla amel edilir ve araştırmaya devama gerek yoktur. Aksi delil gelirse o zaman değerlendirilir. Buna usulcüler nass diyorlar. Fıkıh ise nassın üstünde bir bilgidir. Bütün yaşayan bilgililerin teslim ettiği delil gelirse değişebilir. Bu üçünün hükmü, nassın oluşması hükümleri iptal etmez. Nesh eder. Neshte ondan önceki olayları değiştirmez. Onlar o zaman için doğru, aksi de bundan sonrası için doğrudur. Makul olanlar ise zamanla da değişmez. Aksi ispat olunca eskisi yanlış olur. İptal eder. Kendisinden önceki olayları da nakledilene göre anlaşılır.
Demek ki bizim tebliğimizi tamamlayabilmemiz için insanlara Fıkıh metodunu anlatmamız gerekir. Bu da ancak yaparak göstermekle olur. Bir şeyi yaparsanız, onu en kesin şekilde ispat edersiniz. Değneğinizi bırakacaksınız. Kredileşmeyi kuracaksınız. Altın bonosunu, demir bonosunu, toprak bonosunu çıkaracak ve yaşatacaksınız ki sözlerimiz fıkıh mertebesinde anlaşılsın.
Batıda sanayileşme teorilerle değil de doğrudan yaşananlara inanma ile başlamıştır. Yapma devri olarak tanınır. Dağlarca ürünleri olan fıkıh da emekle ilgilidir. Adil Düzen’e iman etmiş okuyucularım tefekkuh ayetini bir daha okusunlar ve benim fıkıh merkezi, uygulamalı Kur’an yorum merkezi olan Akevler’e gelsinler. Orda bizimle fıkıh yapsınlar. Katkıları olsun. Sonra ülkelerine dönsünler ve Adil Düzen işletmelerini kursunlar.
Artık Peygamber yok, onun yerine Kur’an var ve ilim adamları var. Tek başına ilim olmaz. Bir daha okuyun. Emin Saraç, Osman Nuri Topbaş, Cevat Akşit, Hayrettin Karaman, Süleyman Ateş bu ayetleri okusunlar; bir daha okusunlar. Kur’an’ın üzerinde araştırma yapacağımız bir Ar-Ge merkezimiz olmalıdır. Gelin katılın, Yalova’da bunu kuralım. Oraya araştırmacı gönderin. Böylece bir şuramız olsun.
Bu önerimi İzmir Akevler de değerlendirmelidir. Medhal de değerlendirmelidir.
Herkese, her dine ve kavme bir araştırma merkezi olması gerekir. Tebliğimizi örnek uygulamalarla yapmalıyız.
فقه ‘gaga’ demektir. Gagalamak araştırmak anlamında kullanılmıştır. Kuş gagası ile yemiş araştırıp bulur. Fıkıhta bilgi deryasında istediğini bulup çıkarmalıdır.
ف kopmadan ayrılma, ق kuvvet, ه ise gaiptir.
YORUM
Surede “Firavun tuğyan etmiştir.” diyor. Halkından veya yanındakilerden bahsetmeden onlara zamir göndermiştir. Onlar anlasınlar diyor. “Gülen’e söyle konuşmalarına dikkat etsin yoksa sonra pişman olurlar” dediğimiz zaman burada onlar zamirinden zikredilmeyen kişiler olduğunun anlaşılması gerekmektedir.
Dillerde kuraldır. Halkın anlayacağı seviyeye indirmemiz gerekir. İlim adamlarına sadece nazari olarak anlatırsanız anlarlar. Halk ise ancak görerek anlar. Firavunun anlaması değil de halkın anlaması esastır.
Bir kimsenin anlatması dört şekilde olur.
a) Ağzı ile söyler buna ‘kavl’ denir.
b) Yapar, başkaları görür.
c) Dinler ve onaylar.
d) Görür, ses çıkarmaz.
Burada Musa durumunu anlatmaktadır. Dolayısıyla görevi anlayıp anlamadığının imtihanını da vermektedir.
Öz Türkçe ile:
“Sözümü kavrasınlar.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Kavlimi fıkhetsinler,”
YaFQaHUvQaVLIy
يَفْقَهُوا قَوْلِي (28)
***
وَاجْعَلْ لِي وَزِيرًا مِنْ أَهْلِي (29)
VaCGaL Lİy VaÜİyRan MiN EaPLİy
“Ve ehlimden bana bir vezir ca’let.”
وَزْر ‘Kas’ demektir. Vücutta kuvveti temsil eder. وَزْر ‘Yük’ demektir.
و beraberliği, ز zamanda diziyi, ر de tekrarı ifade eder.
وزر Kur’an’da 27, وزن 23 defa geçer. Toplam 50 (2*52) eder.
Kuranda وَزِير iki defa geçer ve yalnız Musa’nın vezrinden bahseder. İkisi de nekre olarak geçer. Biri Firavun’a karşı vezarettir. Diğeri İsrailoğulları’nın iç işlerinde vezarettir. Bunun anlamı şudur; iki vezaret farklıdır. Biri barış zamanında iç işlerdeki vezarettir. Diğeri ise dış işlerdeki vezarettir. Her ikisi bir başbakanlıkta birleşebilirler.
وَزِير bir tanedir. Yani “Bana وُزَرَاء calet” demiyor, “وَزِيرًا calet” diyor. Başbakanlığı anlatıyor. Başbakanın atanma şeklini anlatıyor. Başkan başbakanı Meclise teklif eder, Meclis de onu kabul ederse başbakanlığı tamamlanmış olur. Başkanın başbakanı ataması olağandır ama meclis kabul edecektir. Ekseriyet sistemi olmadığına göre nasıl kabul edecektir?
Biz bunu şöyle yapıyoruz. Başbakan başka bakanları atar. Meclisten 12’de birinin oyunu alan bakan olur. Kalanlar da bunlardan birine oy verecektir. Böylece Meclis o başbakanın kabinesini onaylamış olur. Böylece ekseriyet sistemi yoktur. Tüm halk mecliste temsil olunur. Meclisin tamamı da hükümette temsil olunur.
Başbakan “ehlimden olsun” diyor. Birini başkan seçtiğiniz zaman onun ehline de görev vermiş olursunuz. Bugün başkanlar eşleri ile seyahat ederler. Eşlerinin de ayrıca görevleri vardır. Kur’an’da nebi eşlerinin özel statüleri vardır. Diğerlerine helal olanın bir kısmı nebi eşlerine ve kızlarına haramdır. Başkanın kendi akrabalarını başbakan yapması doğaldır.
وَزِير yük taşıyan, sorumlu olan demektir. Başkanı sorumlu yaparsanız devletteki otoritesi sarsılır. Başkanlar Tazir ve tavkir ( تَوْقِيرve تَعْزِير) olunacaktır. Başkan bakanlar kurulundan gözlerini bile ayırmayacak, kendisi bir iş yapmayacaktır. Mutlaka bir bakanın eliyle müşavere edecektir. Sorumlu o bakan olacaktır. Demek ki 1924 ve 1961 anayasasındaki hükümler Kur’an’a uygundur. Uygun olmayan kısmı ise hükümetin ekseriyet sistemi ile tasdiki ve ekseriyet sistemi ile düşürülmesidir.
Kur’an’a dayanmayan hiçbir fıkhı hükmümüz yoktur. İçtihadımızda hata etmiş olabiliriz. Hata etsek de sorumlu değiliz. Siz ise Kur’an’a dayanmadığınız için hata ederseniz sorumlusunuz. Hatadasınız. Uçuruma doğru yol alıyorsunuz. Biz Musa’nın yolundayız. Siz çağımızın Firavunun yolundasınız.
YORUM
Hükümetin oluşmasında Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasasında biraz farklı yol seçilmiştir. Şuralarda sıralama usulü ile seçerler diyoruz. Burada anlatılan sistem tek sistem değildir. Topluluklar değişik sistemlerden birini benimserler. Yeter ki ekseriyet sistemi olmasın. Yeter ki merkezin baskı sistemi olmasın. Yeter ki hakimlik sistemi ile debelenmeyelim.
Buradan şunu anlatmak istiyorum. Bizim önerdiğimiz anayasa bizim içtihatlarımızla oluşmuştur. Bunun alternatifleri de vardır. Biz bizim önerdiğimiz anayasaya davet etmiyoruz. Sizi Kur’an’a davet ediyoruz. İçtihat edin ona göre amel edin, Avrupalılardan dilencilik yapacağınıza alemlerin rabbinden isteyin. Kur’an üzerinde çalışmaya başlayın. Tüm okullarda ve üniversitelerde yabancı dil okutulmayacak. Kur’an Arapçası ve fıkıh usulü öğretilecek. Her insan içtihadı öğrenecek. Uluslararası dil Arapça ve Latince olacaktır. Hıristiyanlar Latince, Müslümanlar üniversitelerinde Arapça öğrenecekler. Doktora çalışmalarında iki dil esas olacak. Arapça ve Latince. Doğulular Arapça ve Çince öğrenecekler.
Ülkeler kendi icmaları ile kendi işlerini çözecekler. İller kendi icmaları ile sorunlarını çözecekler. Bucaklar öyle, ocaklar öyle. Seminerleri okuyanlar siz, hazırlanın çok yakında görev size verilecektir. Hazırlıklı gidin. Sayımızın azlığına bakmayın. Gün gelince fevc fevc insanlar karşımıza geleceklerdir. Ben bunu 1960’larda söyledim. Dediğim olmadı mı? İnsanlar fevc fevç Milli Görüş’e ve Risalelere gelmediler mi?
Öz Türkçe ile:
“Ve çoluğumdan birini eş başkan yap.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve ehlimden bana bir vezir ca’let.”
Va İCGaL LIy VaZIyRan MiN EaHLIy
وَاجْعَلْ لِي وَزِيرًا مِنْ أَهْلِي (29)
***
***
هَارُونَ أَخِي (30)
HAvRUuNa EaPİy (FAGUvLA FaGLIy)
“Ehim Harun’u”
(HP,UI, RN, A) (هخ,وأ, رن, ا) 2*3+1 =7 iki kelimelik ayette de icaz vardır. A harekeden dönüşmedir. Sistem üçlüdür, onunla 7’li olmuştur.
وَزِيرًا مِنْ أَهْلِي dedikten sonra onu beyan etmiştir. Bedel veya atfı beyandır. وَزِيرًا kelimesini açıklamaktadır. Harun marifedir. أَخِي ise Harun’un vasfıdır.
Ben hiçbir işe kendim başlamam, mutlaka bir arkadaş bulurum ve onunla işe başlarım. Sonra o terk eder, ben terk etmem. Çevre benim başkanlığımı istemez çünkü hep yenilik yaparım. Onun için ben vezir olur, onu başkan yaparım, birlikte ilerleriz. Çoğu terk eder, ayrılır, ben yalnız kalırım ama ben başladığım işi bırakmam. Ahşap eve 20 sene önce başladım. Kimler geldi de gitti. Ben onların başlattıklarını devam ettiriyorum. Siz de hiçbir işe kendiniz başlamayın. Siz Musa değil, Harun olmaya çalışın, vezir olmaya çalışın. Erdoğan’ın ve Özal’ın yaptıkları hata budur. Bunlar iyi vezir iken başkanlığa soyundular.
هَارُونَ kelimesini hiçbir lügatte bulamadım. Ruhu-l Kur’an eksik. Bu durumda ne yapmalıyız? (هَارُونَ kelimesi mucemde هارون kökünde, sözlükte هرن kökünde geçer. TE)
ه gaybı, görünmeyeni, düzlüğü ifade eder. ر tekrarı, ن ise genelliği ifade eder.
Başka yerlerde arasak Türkçede Eren kelimesi vardır. Harun İbranicedir. İbranicenin aslı Türkçedir. O halde Harun kelimesi Türkçedeki Eren karşılığıdır. ‘Eren’ gayesine ulaşan, en yüksek mertebeye varan demektir. Harun şeriatı değil ahlakı, imanı temsil eder. Tekkenin temsilcisidir. Yani Eren’dir. Kardeş ipe bağlanan iki kazıktan biridir. Nesepte veya dinde kardeş olunur. Başkanla vezir iki kardeş gibidir. Başkan bulunduğu yerde kalır. İpe bağlı deve o istikamette gider, gelir. Oradaki ot bitince vezirin kazığı sökülür ve başka istikamette çakılır. Oradaki otlarla otlanır. Bu özel meraların tekniğidir. Kamu işleri de böyledir. Bir iş yapılır sonra ikinci işe geçilir. O işlerin kendiliğinden oluşması beklenir. 1991’de Kırgızistan’a gittim. Yaptığımız yeniliklerin oturması gerekiyordu. Akevler’i kurmuştuk, partiyi kurmuştuk. Risale cemaatinin yeni okullarını kurmuştuk. Bunların hiçbirini ben yapmadım ama başlatma bana verilmiş bir görevdi. Başlattım ve bıraktım. Kırgızistan’da Akayev merkezli çalışma yaptım. Türkiye’deki inkılaplar böyle oluştu. Mustafa Kemal’den sonra İnönü geldi. İnönü inkılap yapmadı. İnkılapları oturttu. Erbakan’dan sonra Erdoğan geldi. Erdoğan inkılap yapmadı, inkılapları oturttu.
İşte Harun’un görevi de bu olacaktı. Vezir bunu yapacaktır.
YORUM
Bir işe başladığınız zaman önce işler kolay gelir. Ortalıkta göründüğünüz zaman şeytan devreye girer, işler bozulmaya başlar. Bu, çevrenizdeki menfaatçileri ayıklar. Onlar bırakıp giderler. Asıl samimiler yanınızda kalır. Yeniden hamle olur, biraz daha gelişirsiniz. Yeniden sıkıntılı günler gelir sabredenler kalır, sabredemeyenler giderler. Sonunda o işi kim becerecekse, gerçekten inanmışsa o kalır. Sonunda fevc fevc insanlar gelirler ama artık yöneticiler belli olmuştur. Onlar Mümin olarak değil, Müslim olarak gelirler. O halde sizin yapacağınız şey sabretmekten ibarettir. Akevler 50 senedir bunları göstermiş bir kuruluştur. Saadet Partisi Erbakan’ı bile devre dışı bırakmıştır. Oysa Akevler’de yönetici asla devre dışı olmamıştır. İstanbul’da ve Yalova’daki yeni oluşum da sancılı olsa da İzmir Akevler’in katkıları ile devam etmektedir. Ara ara duraklamalar, gerilemeler olur. Sabretmek gerekir.
Öz Türkçe ile:
Kardeşim Harun’u.
Kur’an kelimeleri ile:
Ehim Harun’u.
HAvRUvNa EaPİy
هَارُونَ أَخِي (30)
***
اشْدُدْ بِهِ أَزْرِي (31)
“EuşDuD BiHIy EaZRIy (EuFGul BiHIy FaGLIy)”
“Onunla ezrimi şeddet.”
شَدّ yükün devenin sırtına bağlandığı iptir. Şiddet sık ilmek demektir. Onunla ipi gerdiriyor. Yani ip kazığa bir yerde çakılıdır. İkinci kazık uzakta çakılacak. Otlayan hayvan gidip gelecektir, otları yiyecektir. Devlet, halk ile topluluk arasındaki bağı oluşturan bir örgüttür. Devletin iki görevi vardır. Biri topluluğu yaşatmak, diğeri halkın hukukunu sağlamaktır. İşte vezir, halk tarafıdır. Merkezin etrafında, kamunun etrafında dolaşır ve halka yeni meraklar bulur. Merkez ise yani başkan ise kamuyu korur. Başkan orduları doğrudan yönetir. Hükümet, vezir orduya karışmaz. Halka hizmeti ise vezir götürür. Böylece dengeli bir düzen ortaya çıkar. Sistemi tekrar ele alalım. Aslında iki başbakanlık vardır. Genelkurmay Başkanı ve Başbakan. Başbakan hukuk düzeni içinde iş görür. Yönetim yerinden yönetimdir. Merkez hükmetmez, hizmet eder. Dolayısıyla başkanın yönetme yetkisi başbakanda biter ama orduda durum böyle değildir. Başkomutan başkandır. Genelkurmay başkanı başkomutan değil kurmay başkanıdır. Demek ki Türkiye Cumhuriyeti anayasası Kur’an’a göre düzenlenmiştir. Bu sebepledir ki Mustafa Kemal zamanında Mareşal Fevzi Çakmak, İsmet İnönü’nün emrinde değildi. Meclis’te Başbakan’ın ve Mareşal’in oturma locaları yan yana idi.
إِزَار belden aşağı sarılan etek, peştamal demektir. Başaktaki tohumları tutan ve koruyan yapraklardır. Çanak yaprağıdır.
Kur’an’da ءزل 3, هزل 1 defa geçer. Toplam 4 (22) eder. وَزْر, وَزْن, أَزْر ve هَزْل dörtlüyü oluştururlar.
Hükümetlerin orduya destekleri vardır. Onun giderleri devlet bütçesinden karşılanır.
1) Askerlik bedelleri orduya aittir.
2) Gümrüklerden alınan vergiler orduya aittir,
3) Devlet bütçesinin üçte biri orduya aittir ve demir yolları, havayolları gibi işletmelerin gelirleri orduya aittir. Genel hizmeti de ordu verir.
Ordu bu payları şeriatça vermelidir. Ordular paylarını alacaklar ve görevlerini yapacaklardır. Orduların görevi savaşa hazırlıklı olmak, savaşmaktır. Ordular askerlerine savaşmayı öğrettikleri gibi üretmeyi de öğretirler. Onları meslek sahibi yaparlar. Askeri üretim sosyalizm ilkeleri içinde yapılır. Demek ki devlette hem sosyalizm var hem de liberalizm. Askerler sosyalizm kuralları ile yönetilirler. Siviller ise liberalizm kuralları ile yönetilirler. Harun liberalizmi temsil eder. Orduyu verilen paylar ile teşdid eder.
YORUM
Musa Mısır’da sosyalizmi, Medyen’de ise liberalizmi öğrenmişti. Kuracağı uygarlık bunların sentezinden doğacaktır. Allah’a bunları arz ediyor ve görevi yerine getirmek için gerekenleri talep ediyor. O halde Adil Düzen nedir? Adil Düzen’i biz ilk yazdığımız kitapta şöyle tarif ettik; istihsal ve istihlak kutupları var, mübadele ve tedavül kutupları var, iaşe ve imar kutupları var. Bunlar teknikteki kutuplardır. Hukuktaki kutuplar ise; komünizm ve kapitalizm, liberalizm ve sosyalizm, girişim kapitalizmi ve planlama sosyalizmi. (Bkz. Şekil-1)
Şekil-1: Ekonomik Doktrinler
İslamiyet demek; istihsalde kapitalizm, istihlakte komünizm, mübadelede liberalizm, tedavülde sosyalizm, iaşede girişim kapitalizmi, imarda plan sosyalizmi demektir. Böylece İslamiyet dengeli bir düzen oluşturmaktadır.
Devlet dengeli bir yapı içinde kenetlenmiş olur. Rejimler taç yapraklarıdır. Bütünü korur. Bu kitabı www.akevler.org ’da bulabilirsiniz. İslamiyet ve Ekonomik Doktrinler olarak yayınlanmıştır. Fehmi Koru İslâmiyet ve Günümüzün Meseleleri adıyla kitap olarak yayımladı.
Öz Türkçe ile:
Onunla sırtımı pekleştir.
Kur’an kelimeleri ile:
Onunla ezrimi şeddet.
UŞDuD BiHIy EaZRIy
اشْدُدْ بِهِ أَزْرِي (31)
***
وَأَشْرِكْهُ فِي أَمْرِي (32)
“Va EaŞRiKHUv FIy EMRIy (Va EaSGıLHUv FIy FıGLIy)”
“Ve emrimde onu işrak et.”
Başbakanla başkan ittifak etmedikleri bir şeyi yapamazlar. Böylece devlet yönetimi ancak ikisinin birden karar almasıyla olur. Bakanlar Kurulu’nun kararları cumhurbaşkanının imzası ile onaylanır. Böylece Bakanlar Kurulu başkanın denetimindedir. Başkan karar alamaz ama başkanın onayı olmadıkça da hiçbir şey yapılamaz. Demek ki başkanlık öncesi anayasası Kur’an anayasasıdır. Sadece ekseriyet ve merkezi yönetim sistemleri yanlıştır. Bu sebepledir ki Erbakan hep anayasayı savunmuştur. Tüm konuşmaları anayasayı destekler mahiyettedir.
Devlette dört kuvvet vardır. Yasama, yürütme, yargılama ve yönetme. Devlet başkanı bu kuvvetlerin hepsinin başıdır. Dolayısıyla devlet başkanı aynı zamanda meclis başkanıdır. Aynı zamanda şuraların başkanıdır. Aynı zamanda orduların başkomutanıdır ve aynı zamanda hükümetin de başıdır. Başbakan ise bunlardan yalnız yürütmeden sorumludur. Yasama meclise aittir. Hükümet karışamaz. Kanun teklif edemez. Yargı hakemlerden oluşur. Hükümet tarafından atanamazlar. Yönetme ise silahlı kuvvetlere aittir, yürütme karışamaz. Demek ki tam kuvvetler ayrılığı vardır. Ne var ki bunların ikamelerini yürütme sağlar. Ezrin eşeddi (أَشَدُّ الْأَزْرِ) odur.
Kur’an’da bir de Talut kıssası vardır. Orada başkanlık sistemi esastır. Başkan alimlerden oluşur. Baş komutanı başkan atar. Başkan sadece meclisin başkanı olur. Yürütme başbakana, yönetme de baş komutana ait olur. O zaman başkanlık için alim olmak yeterlidir. Erdoğan iyi başbakan olur. İyi parti başkanı olur. Ekonomik dayanışmanın başkanı olur ama iyi devlet başkanı olamaz. Ne alimdir, ne de asker. Ne var ki bugünkü şartlarda ondan başka başkanlık yapacak kimse yoktur. Seçimden sonra ilk iş olarak Adil Düzen’e göre İnsanlık Anayasası’nı ele almalıdır. Yeni anayasa ile devlet başkanlığını askerler veya alimlere bırakmalıdır. Zaten başkanlık süresi dolmuş olacaktır. Bir gerçeği söylemek istiyorum. Erdoğan’dan başka bunu yapacak başka bir sivil yoktur. Onun için 24 Haziran’da sandığa gideceksiniz ve Erdoğan’a oy vereceksiniz. Sonra da ondan Kur’an anayasasını talep edeceksiniz. Partilerden de Saadet Partisi’ne oy vereceksiniz. Millet ittifakında Saadet’in oyu fazla olmalıdır. Mecliste grup kurabilmeli ve Sermaye’nin Erdoğan’a, dolayısıyla devletimize oynayacağı oyunlara karşı kalkan olmalıdır. Saadet Partisi bir daha anahtar parti olmalıdır. Bunu bizzat Erdoğan istemelidir. Türklerde bir atasözü vardır, ‘Eski dost düşman olmaz’ diye. Baba dostunu hatırlamak gerekir.
YORUM
Batı, kanunları İslamiyet’e dayanarak oluşturdu. Türkiye’de ise kanunlar batıdan tercüme edilerek alınmaktadır. O halde Türkiye Cumhuriyeti mevzuatı Kur’an’a dayanmaktadır. Esasında büyük değişikliğe gerek yoktur. Batıya aktarılırken yapılan bozulmalar düzeltilmelidir. Bir de çağını doldurduğu için güncellenmelidir. Dolayısıyla işimiz bir hayli kolaydır.
Meclis yasaları düzenlemelidir. Tüm yasaların metni Kur’an kadar olmalıdır. 600 sayfayı geçmemelidir. Zamanla oradaki maddeler yeniden düzenlenmelidir ama kelime artmamalıdır. Fıkhın hükümleri ise içtihada bırakılmalı, Meclis kanun fabrikası olmamalıdır. Meclis halkın isteklerini dile getirmelidir. Hükümler ilim adamlarının yorumları ile oluşmalıdır. Yani dayanışma ortaklıkları içinde çoklu hukuk getirilmelidir.
Öz Türkçe ile:
“Ve onu işimde ortak et.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve emrimde onu işrak et.”
Va EaŞRiKHUv FIy EaMRIy
وَأَشْرِكْهُ فِي أَمْرِي (32)
***
كَيْ نُسَبِّحَكَ كَثِيرًا (33)
“KaY NuSabiXuKa KaÇİyRan (Kay NuFagGıLuKa FaGIyLan)”
“Ki seni kesiren tesbih edelim.”
Burada önce كَيْ kelimesini ele alalım. Arapçada, Fransızcada, Farsçada ve Türkçede kullanılmaktadır. Zannediyorum Latincede de quadır. كَيْ kelimesi de gibi kelimesinin ك ‘si ile ortaktır.
Burada كَثِيرًا kelimesi gelmiştir. Kesiren tespih etmek ancak iki kişi bir olunca mümkündür. Bizi işlerde ortak et ki seni kesiren zikredelim denmiş olur. Matematiğin ikili sisteminde (2 taban aritmetiğinde) 1+1= 10 eder. Bu ikili sistemde ikidir ama onlu sistemde ondur. O halde iki kişi demek 10 kişi demektir. Doğada zıt moleküller birbirini çekerler. Yaklaşınca da çarpışır, gerisin geri dönerler. Böylece gazlar bir türlü beraber olamazlar. Eğer iki molekül çarpışmadan bir araya gelebilirse, anlaşarak bir araya gelebilirse çekim kuvvetleri iki kat oluyor. Çarpma da iki kat şiddette olur ve birbirinden ayırır dolayısıyla iki gaz olan kısım bir türlü ayrılamazlar ama eğer iki molekül çarpışmaya dayanıklı halde iseler artık diğer moleküller onlara doğru koşarlar ve sonunda cisim olur, yıldız olur, ay olur, güneş olurlar. İki kişi olma demek artık çoğalmak demektir. Böyle çarpanlar da çarpışırlar ama onları iten güç azalır çoğu zaman beraberliği doğurur. Topluluklarda da böyledir. İki kişi birleşince artık onlar ayrılmazlarsa büyür, kişiler haline dönüşür. Buradaki كَثِيرًا kelimesi bu kanunu ifade eder. İki kişi bir olunca bereket yağar. Ben hep ikili olarak çalıştım. Reşat beni İstanbul’a davet etti, çalışmaya başladık, işte bu seminerler oluştu. Yenibosna’da Lütfi Hocaoğlu ile çalıştım, Tayibet Erzen de katıldı ve Ruhu’l-Kuran oluştu. Süleyman Akdemir katıldı ve çalışmalar daha da gelişmeye başladı. Hiçbir şey yapmamış olsak bile, bu iki eser Yenibosna’nın başarılı sayılması için yeterlidir. İsterdim ki bu çalışmalara Cengiz Demirci de katılmış ve sabretmiş olsun. İsterdim ki bu çalışmalara Hasan Özket de Cengiz Demirci de katılıp sabredebilmiş olsun.
Şimdi Yalova’da inşaat yapıyoruz. Diğerlerini bilmem ama Lütfi ile Tayibet oraya taşınacaklar. Süleyman Akdemir de Daire alacağım diyor.
Demek ki kesiren tesbih iki kişi ile başlar.
Peki tesbih nedir?
Tesbih kamu görevi yapmak demektir. Kamu görevi nedir? Allah kendisinin çok kolaylıkla yapacağı işleri kendisi yapmıştır. Onu eksik bırakıyor. Kullarının tamamlamasını istiyor. Yani tesbih etmek demek Allah’ın işini kusursuz, eksiksiz hale getirmek demektir. Biz o görevi yapmazsak o zaman ilahi görevler yerine gelmemiş olur. Tesbih ‘yüzdürmek’ demektir. Her namazda biz tekmil veririz. Görevi yaptığımızı arz ederiz, yeni görev alırız. Kamunun görevlisi olarak iş yaparız.
O halde kamu görevi yapabilmemiz için örgütlenmemiz gerekmektedir. Örgütlenme de iki kişi ile başlar. Sonra o kendiliğinden çoğalır.
Öz Türkçe İle:
“Ki sana çokça tapınalım.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ki seni kesiren tesbih edelim.”
KaY NuSabBiXuKa KaÇİyRan
كَيْ نُسَبِّحَكَ كَثِيرًا (33
***
وَنَذْكُرَكَ كَثِيرًا (34)
“Va NaÜKuRaKa KaÇIyRan (VaNaFGaLaKa FaGIyLan)”
“Ve seni kesiren zikredelim.”
ذِكْر ‘Anmak’, ‘anlatmak’ demektir.
İnsanların iki görevi vardır, öğrenmek ve yapmak. İnsan evrimleşen bir varlıktır, her gün yenilik yapmaktadır. Dolayısıyla her gün öğrenmek zorundadır. Beşikten mezara kadar ilim tahsil edilecektir. Devletler ve Sermaye halkın öğrenmesini istemedekileri için namazları kaldırmış yerine okulları kurmuşlardır. Böylece işçi işe başladıktan sonra Sermaye’nin veya devletin işçiliğini yapar. Bir yenilik yaptıramazsın. Sadık bir işçi olur. Oysa Kur’an okulun kaldırılmasını onun yerine günde beş defa namazda toplanmayı emretmiş ve hayat boyunca öğrenmeyi şart koşmuştur. 33 yaşına kadar uygulayarak öğrenir. 66’ya kadar uygular ondan sonra da uygulatarak öğretir. Burada zikir ile ifade eder. Demek ki tesbih uygulama, zikir ise öğrenmedir. Bunların ikisi örgütlenme şeklinde olur. Örgütlenme de iki kişi ile başlar sonra birleşir çok olurlar.
YORUM
Musa bizim bugünkü durumumuzdadır. Hem batıyı hem doğuyu öğrenmiş ve görev almıştır. Bu görev kendisine tevcih edilince de programını yapmaktadır. Kabinesini kurmakta, plan ve projelerini yapmaktadır. Buna söz vermektedir. Biz de bir gün yüz lojmanlı apartman yaptığımız zaman planlama yapacağız, sözleşme yapacağız ve apartmanımızı ona göre yöneteceğiz. İsteyen ortak onu kabul edecek ve gelecek. Gelmeyenler de serbest bırakılacak. Öyle işletme kurmalıyız ki herkes bizim semtimize gelmek istesin. İşte Kur’an’ın asrımızdaki mucizesi bu olacaktır. Allah peygamberliği kaldırdı, yerine imanı koydu. Kur’an cemaatine iman etmiş olanlar şeklinde kaldırdı.
Şimdi ben müminim diyen kimse kendisine peygamberdir. Artık merkezden kimseye görev verilmiyor. Herkes kendisi kendine görev alıyor. Kimse Bediüzzaman’ı atamadı. Kimse Erbakan’ı atamadı. Bugün de Adil Düzen çalışanlarını kimse atamadı. Herkes ben görevliyim dedi ve görevini yaptı. İki kişi ortaklık kuracak, işletme bonolarını çıkaracak. Onunla ortak arayacak. Ortak bulursa devam edecek. Bulamazsa yeni proje üretecek. İzmir’de, Yenibosna’da, Medhal’de bu çaba vardır. Büyük hazırlık içindeyiz. Çalışmalarımız tamamlanmak üzeredir. Ar-Ge çalışmaları yapıyoruz. Sonra Müslimlere baş vuracağız, iştirak ederlerse o işletmeleri kuracağız. Etmezlerse başka projelerle karşılarına çıkacağız.
Öz Türkçe ile:
“Ve seni çokça anlayalım.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve seni kesiren zikredelim.”
“Va NaÜKuRaKa KaÇIyRan”
وَنَذْكُرَكَ كَثِيرًا (34(
***
إِنَّكَ كُنْتَ بِنَا بَصِيرًا (35)
“EinNaKa KüNTa BıNAv BaÖIyRan (EnNaKa FaGıLTa BiNAn FaGIyLan)”
“Sen bize basir oldun.”
بَصِيرًا ‘Gören’ demektir. Toptan bakıştır, bize merkezi bakıştır. Meclis uygulamaya doğrudan karışmaz. Yargıç kendi içtihatları ile yasaları yorumlar ve uygular. Mağdur olanlar yargıya baş vururlar, yargı kararları ile yürütmeye müdahale mümkündür Halk meclisteki milletvekillerine başvurur. Yürütmeye karşı dava açma yetkisi onlara aittir. Özel hukukta kişiler kendileri dava açarlar, kamu hukukunda ise milletvekilleri veya dayanışma sorumluları açarlar. Kur’an düzeninde avukat yoktur, hakemler vardır. Tarafların seçtiği hakemler aynı zamanda davacının da davalının da vekilidir. Başhakem yargıçtır. Yargı olay olmadan müdahale etmez. Gelecek işlerine karışmaz, geçmişteki mağduriyetleri giderir.
Musa aldığı bilgiyle imtihana giriyor ve imtihanı kazanıyor. Hükümetler kurulduktan sonra meclise gidiyorlar, güven oyu alıyorlar. Bu İslami hükümdür. Ne var ki güven oyu ekseriyet kararı ile alınmaz. Milletvekilleri eski bakanları azledemezler ama yeni bakan olurlarsa yeni bakanın görevi sona erer. Bakan aleyhinde dava açılır. Bakanın eksiği hakemler tarafından tespit edilirse başbakan yeni bakan adayını tayin eder. Yeter sayı bulunursa eski bakan fahri bakan olur, yeni bakan fiili bakan olur.
Kur’an düzeninde hiç kimse görevinden azledilemez. Yeni görevli tayin edilince eski görevli fahri görevli olur. Yeni görevli eski görevliye tüm bilgileri vermek ve ona danışmak zorundadır. Eski görevlilerin görevini yargı iade edemez. Eski görevlilerin görevleri pratikte biter. Eski hallerine göre devam ederler. İki genç Yemen’e vali olmak istemiş, Peygamber de onları görevlendirmiş sonra Muaz bin Cebel’i göndermiş ve onların valilikleri böylece sona ermiştir.
Peygamberlerin peygamberlikleri bitmez, yeni peygamber gelince onlar kıdemli peygamber olurlar. Bu sebepledir ki Musa, Muhammed’den kıdemlidir.
YORUM
Kur’an düzenine hizmet için görev verilmeyecek. Herkes görevi kendisi alacaktır. Yalnız tüm Müminlerin بَصِيرًا olmaları için yaptıklarını ilan etmeleri gerekir. Her cemaat akevler.org benzeri bir siteye sahip olacak. Olmayanlar akevler.org’da yazacaklar. Akevler.org’da bunların bölümleri olmalıdır. Bunların mümin olup olmamaları ise hakemliği kabul edip etmemelerine bağlı olacaktır.
O halde Kur’an’a hizmet eden her cemaat kendi olaylarında diğer cemaatlerin görüşlerine yer verecek. Bugün bize katılmayanlar vardır. Hala bin sene önceki içtihatlarla günümüzün sorunlarını çözmeye çalışanlar bizi dalalette görüyorlar. Sermaye böyle ayarlıyor. Hiç olmazsa İzmir, Yenibosna, Medhal, Ankara ve Üsküdar cemaatleri bunu kendi aralarında uygulamalıdırlar.
Öz Türkçe ile:
“Sen bize bakıcısın.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Sen bize basir olansın.”
EinNaKa KuNTa BiNAv BaÖIyRan
إِنَّكَ كُنْتَ بِنَا بَصِيرًا (35
***
قَالَ قَدْ أُوتِيتَ سُؤْلَكَ يَامُوسَى (36)
“QAvLa QaD EUvTIyTa SuELaKa YA vMUSAy (QAvLa QaD EUvTIyTa SuELaKa YAv MuSAv)”
“Sulene ita edildin ya Musa diye kavletti.”
İmtihana giriyorsunuz. Bir ay sonra imtihanı kazandığınız anlaşılıyor. Sorumlu ehliyet hangi tarihten itibaren başlamış olur? İmtihan edildiğiniz günden mi yoksa okunup verildikten sonra mı, okulun diplomayı tanzim tarihinden mi yoksa sana tebliğ edildiği tarihten itibaren mi?
İşte burada önemli bir hüküm veriliyor. Ehliyet imtihanın olunduğu tarihten itibaren başlar. Milletvekilliği de seçimin yapıldığı günden itibaren başlar. Oysa bugünkü kanunlarda yeminden sonra başlar. Kur’an hükümlerinde sonradan yemin yoktur. Kişi seçim beyannamesinde istediği metne yemin eder. Ona oy verenler o metne göre davranacaklarından dolayı oylarını verirler. Oy verildiği tarihten itibaren vekil olmuş olurlar. Ondan sonra yemine uymadığı taktirde seçenlerin o milletvekilinden tazminat isteme hakları vardır. Ben sana istediklerini ita ettim demiyor. Sen başarılı imtihan verdiğin için benim ayrıca irademe gerek kalmadan sen onları hak ettin demiş oluyor.
سُؤْل ‘istek’ demektir. Bu liste halindedir. Meclise arz olunur. Meclis kabul eder veya reddeder, onda değişiklik yapamaz. Bütün teklifler böyledir. Teklifler duyurulur, karşı taraf kabul veya red cevabı verir. Şartlı kabul geçersizdir. Şartlı kabul yeni teklif sayılır. İlk teklif edenin kabulü ile geçerli hale gelir. Yine bir hukuk sorunu vardır. Teklif, teklif tarihinden mi yoksa kabul tarihinden itibaren mi geçerli olur? Teklif tarihinden itibaren geçerli olur.
Ya Musa tekrar edilmiştir çünkü artık Musa başka bir Musa’dır. Görevli Musa’dır. Peygamber Musa’dır. Görevi buradan başlamıştır. Musa’nın tekrarı Musa’daki durumun değişmesinden, başka kişilik kazanmış olmasındandır. Muhasebede bu kişilere ayrı hesap açılır. Musa-1, Musa-2, Musa-3 olur. Her toplantıya geldiğinde hangi kişilikle geldiğini beyan etmesi gerekir. Buna niyet denir. Ben bu kişilikle katılıyorum demesi gerekir. Bunu harflerle de belirtebilirler.
YORUM
Burada hükümetle meclis arasında başkan arasındaki ilişkinin fıkhı yapılmış, bu hükümler tüm sözleşmelerde ve anlaşmalarda geçerlidir. Kur’an’ı yorumlarken fıkıh gözüyle yorumlayacaksınız ve böylece şeriat oluşacaktır.
Öz Türkçe ile:
‘Şimdi isteğin sana verilmiştir, ey Musa.’ Dedi.
Kur’an kelimeleri ile:
“Sulene şimdi ita edildin ya Musa diye kavletti.”
QAvLa QaD EUvTIyTa SuELaKa YAv MUvSAy
قَالَ قَدْ أُوتِيتَ سُؤْلَكَ يَامُوسَى (36)
***