TÂHA SÛRESİ TEFSİRİ
Süleyman Karagülle
734 Okunma
72-76.AYETLER

 

 

TAHA                     TÂHA SÛRESİ - 10. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

***

 

قَالُوا لَنْ نُؤْثِرَكَ عَلَى مَا جَاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذِي فَطَرَنَا فَاقْضِ مَا أَنْتَ قَاضٍ إِنَّمَا تَقْضِي هَذِهِ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا (72) إِنَّا آمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَا أَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِ وَاللَّهُ خَيْرٌ وَأَبْقَى (73) إِنَّهُ مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِمًا فَإِنَّ لَهُ جَهَنَّمَ لَا يَمُوتُ فِيهَا وَلَا يَحْيَى (74) وَمَنْ يَأْتِهِ مُؤْمِنًا قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَأُولَئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلَى (75) جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَذَلِكَ جَزَاءُ مَنْ تَزَكَّى (76)

 

***

 

 

قَالُوا

QAvLUv (FaGaLUv)

“Kavl ettiler”

Hükümdar onların (sahirlerin) Harun ve Musa’yı tasdik etmelerine kızmış ve ağır bir şekilde tehdit etmiştir. Bu tehdit sahirleri birleştirmiş ve ortak savunmaya geçmişlerdir. Aralarında görüşmeden ve müzakere etmeden sahirlerden biri Firavuna cevap vermiş, sahirlerin tamamı sükût ederek veya birlikte ayağa kalkarak ya da alkışlayarak onaylamışlardır. Bu Firavunun büyük hatası idi. Firavun bu durumda ses çıkarmayacak, halkına ve sahirlerine, sonuçta Musa ve Harun bu yarışı kazanmıştır, istişare ettikten sonra gereğini yapacağım diyecekti. Kitleyi tehdit etmeyecekti. Onlarla ayrı ayrı görüştükten sonra onları tehdit edecekse o zaman tehdit edecekti.

Başkanlar çok konuşmazlar. Onlar olayı takip ederler. Söyleyeceklerini sonra söylerler. Yanlış da söyleseler artık o söz yine geçerlidir. Halk bilir ki başkan bir şey söyledi ise o olacaktır.

Erdoğan faizi indirin talimatı veriyor, onlar çıkarıyor. Sonra oyun oynuyorlar ve Erdoğan kararından vazgeçmek zorunda kalıyor.

Bu yalnız Erdoğan için nakısa değildir, Türkiye devleti aleyhinde nakısadır. Demek ki Türkiye’de kararları devlet başkanı ve Türk milleti değil, oyun oynayanlar alır. Başkanın yanlış da olsa aldığı karar uygulanmalıdır. Başkan da uygulanmayacak kararlar almamalıdır.

لَنْ نُؤْثِرَكَ

LaN NuEÇiRaKa (LaN NuFGıLaKa)

“Sana isar değiliz”

İnsan veya hayvan yürürken ayaklarının bıraktığı kalıntıya eser, iz denir.

أَثَر iz demektir.

Her varlığın girdileri vardır, çıktıları vardır. Çıktılardan biri bir özellik taşır. Başka çıktılara ayrılır. Bu onun eseri olur.

ء gücü, ث düzenlenmiş alanı, ر tekrarı ifade eder.

Biz seni değiştiremeyiz. Senin ne yapacağını biz bilemeyiz. Gücümüz yetmez. Yani senin bu durumda ne yapacağını biz bilemeyiz. Sizin bu görüşünüz ve kararınız size aittir diyorlar.

İstişare kurulunun görevi kendi görüşlerini açıklamaktan ibarettir. Başkan ise kararı kendisi almalıdır. İstişare ettiği kimselerin birbirinin emrine girmesi caiz değildir. Kişileri değil görüşleri tercih etmelidir. Başkan görüşlerden birine uymak zorunda olmadığı için şûrada söz söyleme özgürlüğü vardır.

Herkes aklına gelen her şeyi çekinmeden ve korkmadan söylemelidir. Başkan ona uymak zorunda olmadığı için bu söylenenin herhangi kötü bir etkisi olmaz. Başkanın yanlışları hakemler müessesesi ile düzeltilir.

عَلَى مَا جَاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ

GaLAy MAv CAvEaNAv (GaLAy MAv FaGaLaNAy)

“Beyyinelerden bize ciet eden üzerine”

Burada الَّذِي جَاءَنَا demiyor da مَا جَاءَنَا diyor. Yani özel olarak Musa’nın asasından bahsetmiyorlar, genel kuralı söylüyorlar. İstişare kurulu başkanı bir şey yapmaya zorlayamaz, buna yetkisi yoktur. Başkan olarak kendi görüşlerini beyan eder ama ona uymaya başkalarını zorlayamaz. İşte bu genel kuralı ifade ettikleri için مَا جَاءَنَا denmiştir.

Burada bize ciet eden ise şûranın görüşlerindeki ittifaklardır. İstişare kurulu üyeleri görüşlerini ayrı ayrı bağımsız olarak beyan ederler. Birbirlerinin tesiri altında kalmamaları için söze en zayıf olandan başlanır. Yaşı küçük olan önce konuşur. En kıdemli olan en son kişi olarak söyleyeceğini söyler.

Eğer ittifakla bir beyan verirlerse bu onların icmaları olur.

İhtilaf ederlerse, her birinin görüşü kendisine ait olur.

Başkan bunlardan birini seçer. İttifakla karar almışlarsa başkan bunun aksini yapmaz. Ama karar alınmamış kabul eder ve onu uygulamak zorunda değildir. Çünkü kendisi katılmamış olduğu için sükûti icma da hâsıl olmamıştır.

وَالَّذِي فَطَرَنَا

Va elLaÜIy FaOaRaNAv (Va elLaÜIy FaGaLaNAv)

“Ve bizi fetr etmiş olan kimse”

Başkanların halka hükmetme yetkileri yoktur. Başkanlar ancak görevlilere emrederler. Ama görevli kişinin görevi yerine getirmemesi durumunda başkanlar ceza vermezler. Cezayı ise hakemlerden oluşan bağımsız yargı Allah adına verir.

Herkes Tanrısına karşı sorumludur. Bu dünyada hesabını da hakemler karşısında verir. Hakemlerden birini bir taraf, diğerini diğer taraf seçer. Başkan hakemi hakemler seçerler. Bunların kararı ilahi karardır, infaz edilir. Kararlardaki mağduriyet yine hakemler kararı ile giderilir.

Halk etmek (خَلْق), bed' etmek (بَدْع), fetretmek (فَطْر), sun’ etmek (صُنْع), ca’l etmek (جَعْل) kelimeleri vardır.

فَطْر parçalamak, ayırmak demektir. Her birini birbirine benzemez hale getirmektir. İnsanlar hep birbirine benzer varlıklardır. Sonra onlara ayrı ayrı özellikler verilerek her biri farklı varlık olmuştur.

İşte, her birine ayrı ayrı kişilik kazandırmak fıtrattır. Onun için burada bizi yaratan demiyor, fitreden diyor. Firavun’a diyorlar ki, “Bizi Allah böyle yarattı, sizi ayrı ayrı yarattı, sen kendi, fıtrına, biz de kendi fıtratımıza göre davranacağız.” diyorlar.

Girdiler var. Bunlar fıtrattır. Sonra katkılar var, bunlar eserdir. Olaylar fıtrat ve katkılardan oluşur.

فَاقْضِ مَا أَنْتَ قَاضٍ

FaQWi MAv ENTa QAvWin (FaGLiN MAv ENTa FAvGiLiN)

“Kaza ettiğini kaza et.”

“Hükmetmek” karar vermektir. Ne yapılacağını ortaya koymaktır, kaza ise bunu gerçekleştirmektir. Başkanların yargılama yetkileri yoktur. Başkanlar hakemlerin verdikleri kararları kaza ederler. Meclislerin aldığı kararı uygular. İki türlü hüküm vardır. Allah’ın hükmü. Sigara içerseniz hastalanırsınız. Bunun hükmüdür. Bu hükümlerin bir kısmı ahirete bırakılmıştır. İkinci kısım hakemlerin verdiği hükümlerdir. Bunları dünyada yöneticiler yerine getirirler.

إِنَّمَا تَقْضِي هَذِهِ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا (72)

EinNa MAv TaQWIy HAvZiHi eLXaYaTı elDunYAy (EinNaMAv TaFGaLu HaÜIyHiy eLFaGaLaTi elFıGLay)

“Ancak bu dünya hayatında kaza edebilirsin.”

Burada الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي deseydi yeterdi, çünkü başka dünya hayatı yoktur ama burada bir de هَذِهِ işareti getirilmiştir. Bu dünya hayatında denmiştir. O halde başka dünya hayatları da var demektir. Acaba o dünya hayatı nedir?

İnsanlar dirildikten sonra hemen cennete ve cehenneme gitmeyecekler. Herkes ikinci yakın dünya hayatını yaşayacak. Bu da kıyamet hayatıdır. Yahut başka bir şey kastediyorlar. Şimdi sen iktidardasın, hükmedebilirsin, asabilirsin ama senin sadece buradaki hayatımızda bu gücün vardır. Yarın iktidardan düşersin ve bizi asmaya gücün yetmez anlamındadır. Bunu anlatmıştır.

Bir başkanın yetkileri, bir görevlinin yetkileri görevde olduğu müddetçe geçerlidir. Görevi bittiği anda bütün yetkiler yeni başkana intikal eder ve onun aldığı kararları değiştirebilir. Buradaki هَذِهِ bize bu genel kuralı koymaktadır.

Sahirler doğal haklara göre mi bunu söylüyorlar, yoksa Mısır hukukuna göre mi bunu söylüyorlar? Mısır’a daha önce Yusuf gelmiş ve orada İslami düzeni, şeriat düzenini tesis etmiştir. Bu düzen sayesinde Mısır gelişmiş ve güçlü imparatorluk olmuştur. İki çeşit medeniyet vardır diyoruz ama aslında medeniyet tek çeşittir ve peygamberler medeniyetidir. Filozofların medeniyeti peygamber medeniyetlerinin bozularak kuvvet medeniyetlerine dönüşmesi ile elde edilmiştir.

Mısır Mezopotamya’nın, Yunan İbrani’nin, Roma Hıristiyanlığın, bugünkü Batı İslamiyet’in kuvvet medeniyetlerine dönüşmüş halleridir. Bunlar yeni medeniyet bile sayılmazlar. Bugünkü Avrupa medeniyetinde gördüğünüz tüm sanayi ve felsefi temeller hep İslam medeniyetinde atılmıştı. Yirminci yüzyılın çok boyutlu uzay, zaman ve mekânın izafiliği, quantum teorileri, hep İslamiyet’te incelenmiştir.

Mısır’ın mümin sahirleri bunu bilmekte ve Firavuna açıkça öğretmektedirler. İşte, o günün Firavunu bile bugünün Firavunlarından çok daha iyi idi. Çünkü o Firavun, Musa ve Harun’la tartışmaya girmiştir. Musa dönemindeki âlimler de bugünün âlimlerinden daha çok inanmış cesur kimselerdi. Üçüncü binyıl uygarlığının Müslimleri de müminleri de Firavun dönemi Mümin ve Müslimleri kadar asil olmaktadırlar.

Seks romanı yazdı diye Batı bir Türk romancısına Nobel ödülünü veriyor (o yazmışsa eğer). Oysa dünyayı değiştiren Necmettin Erbakan ile kimse çıkıp da tartışmadı. Süleyman Akdemir’i doçent yapmamakla baskı yapıyor Sermaye. Prof. Dr. Arif Ersoy bile onların etkileri altında kalarak Akdemir’in ilmi makalesine hakemlik yapamıyor. Arif Ersoy bile hala öğrenmemişse, dünyada kimse öğrenememiş demektir.

Bir yazara ödül verilirken doğru görüşleri var diye ödül verilmez. Doktora tezleri doğruları içermez. İlmi metotla olayları ortaya koyabilmiş mi, doğruluğu bilinmese bile yanlışı da bilinmeyen yeni görüşleri ortaya koyabilmiş mi?

Süleyman Akdemir’in kitabında kıta merkezleri kabul ediliyor ve kıta merkezlerinde uluslararası alanları öneriyor. İstanbul da kıta merkezlerinden biri değil birincisidir. Dolayısıyla Marmara bölgesinde uluslararası bir alanın ayrılması gerektiğini söylüyor. Bunu siyaseten uygun görmeyerek hakemlik yapmıyor.

Arif Ersoy bile Mısır hâkimleri kadar cesur olamıyor.

Çağımızda üçüncü binyıl uygarlığı gelecektir. Ama bizim çalışmamızla değil, Kur’an’ın peygambersiz de olsa uygarlığını kuracak güçte olduğunu insanlığa göstermek için gelecektir. Gelecek nesillere Kur’an’ın en büyük mucizesini gösterecektir. Hiç kimse bu benim önderliğimde oldu diyemeyecektir.

 

YORUM

Topluluk bir kabın içine konmuş gaza bezer. Balonu şişirmeye başladığınız zaman balon basınçla genişlemeye başlar. Basınç yeteri kadar büyümüşse birden patlar. Topluluklarda da durum böyledir. Belli bir yere kadar düzen devam eder ve öyle bir yere gelir ki patlama olur ve o düzen birden çöker.

Firavunun düzeni zaten bugünkü karşılıksız dolar gibi yalana ve boş şeye dayanıyordu, Musa’nın asası veya yılanı onu patlattı.

Bir gün gelecek dolar patlayacak, kimse artık doları para olarak kabul etmeyecektir. Bugünkü para oyuncuları yeni parayı kabullenmek zorunda kalacak. Sermaye yine pes etmeyecek devam edecek ve yeni para çıkaracaktır. Nitekim Sermaye bunun hazırlığını yapmaktadır.

 

Öz Türkçe ile:

“Kanıtlardan bize gelen ve bizi var eden üzerine sana etkileyecek değiliz. Uygula uygulayabildiğini. Sen ancak bu yakın yaşamda uygulayabilirsin.”

 

Kur’an Kelimeleri ile:

“Bize beyyinattan ciet eden ve bizi fetr üzerinde sana isar edemeyeceğiz diye kavl ettiler. Kaza ettiğini kaza et. Sen ancak bu dünya hayatında kaza edebilirsin.”

 

QAvLUv LaN NuEÇiRaKa GaLAy MAv CAvEaNAv MiNa eLBayYiNAvTi Va elLAÜIy FaOaRaNAv FaQWı MAv ENTa QAvWın EinNAMAv TaQWIy HaÜiHi eLXaYAvTa el DüNYAv

قَالُوا لَنْ نُؤْثِرَكَ عَلَى مَا جَاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذِي فَطَرَنَا فَاقْضِ مَا أَنْتَ قَاضٍ إِنَّمَا تَقْضِي هَذِهِ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا (72)

 

***

 

إِنَّا آمَنَّا بِرَبِّنَا

EinNAv EAvManNAv Bi RabBiNAv (İnNAv EaFGaLNAv BiFaGaLaNAv)

“Biz Rabbimize iman ettik”

Biz Rabbimize iman ettik diyorlar, daha önce Harun’un ve Musa’nın Rabbine iman ettik demişlerdi. Şimdi Firavuna “Biz Rabbimize iman ettik” diyorlar. Böylece tüm insanlığın bir rabbi olduğunu anlatıyorlar. Yani Musa ve Harun’un söyledikleri rab kendilerinin de rabbidir. Bunu anlatıyorlar.

Bundan sonra ne olacak?

Firavun’un kendisi de sahirler de kötü insanlar değildirler. Belli bir grup, belki de bu Haman grubu onların emrine girmiştir. Bu grubun bir metodu vardır. Birini büyütürler ve tanrılaştırırlar, ‘varsa da sensin yoksa da sensin’ derler.

Mustafa Kemal’i böyle yaptılar; İstiklal Savaşı’nı o yapmış, Türkiye’yi o kurtarmıştır. Sermaye onun gücünü büyütmüş. O kendisini tanrı sayacak kadar akılsız değildi ama güçlü olduğuna inanıyordu. Sermaye onu istediği gibi kullanamayınca, Celal Bayar başkanlığında bilgisiz imansız bir grup oluşturdu. Sonunda içki ile veya katılan zehirle hayatı terk etmiştir.

Mareşal Fevzi Çakmak müdahale etmiş, İsmet İnönü’yü cumhurbaşkanı yapmıştır. İnönü de; 1) İnkılapları korumuş ama yeni inkılaplara girişmemiştir. 2) Türkiye’yi II. Cihan Savaşı’na sokmamıştır. 3) Türkiye’ye çok partili sistemi getirmiştir. 4) Milli Birlik Komitesi’ne Türkiye’ye çok partili sistemi getirtmiştir. Türk milletine hizmeti Mustafa Kemal’den çoktur.

Bugün de Mustafa Kemal’e kurulan tuzak kurulmuş, Erdoğan haksız yere büyütülmüştür. Erdoğan Millî Görüş’ü devr almıştır. Onun kadrosu ile parti kurmuş, hatta partiyi Erbakan’a muhalif Millî Görüşçüler kurmuştur. Kuruluş aşamasında Sermaye el çabukluğu yapmış, partinin asıl kurucularını kurucu yapmamıştır. Partinin kuruluş listesinde Abdullah Gül yoktur, Beşir Atalay yoktur, Cemil Çiçek yoktur, Abdülkadir Aksu yoktur, Abdüllatif Şener de yoktur; dahası da var, Erdoğan da yoktur. Liste alfabetik sıraya göre yapılmış ve Erdoğan sırasında yoktur, listeye en sonunda birilerinin zoru ile eklenmiştir.

Erdoğan’ı iktidar yapanlar askerlerdir. Bunu bize söylediler. Belediye başkanı iken onu tanıdılar. Dışarıda bırakılan ekibe Erdoğan sahip çıkarak partisine hâkim oldu. Sermaye, seçildiği halde onu başbakan yapmadı. Gül onun yerine geçti. Ordu baskı yaptı, öylece Erdoğan başbakan oldu. Sermaye Gül ile Erdoğan arasında kavga oluyor zannetti. Ama Akevler’de yetişen Gül çok başarılı bir şekilde başkanlığı yürüttü.

Şimdi ise Erdoğan imtihandadır. Bir gün onun karşısına çıkacak eski arkadaşları biz Adil Düzen’e inandık diyecekler. İşte o zaman Erdoğan ne yapacak, yanlarında yer alacak mı almayacak mı, o zaman görülecek.

لِيَغْفِرَ لَنَا

LiYaĞFiRa LaNAv (Li YaFGaLa LaNAv)

“Bizi mağfiret etsin diye”

Biz 1967’de kooperatifi kurduğumuz zaman bütün İslami guruplara dayanarak kurduk. Hepsi bizi desteklediler. Bu destekte Prof. Dr. Ahmet Tahir Satoğlu’nun büyük rolü vardır. Ahmet Tahir Satoğlu’nun babası İsmail Satoğlu çok muhterem inanmış bir öğretmendi, Allah’a hizmet etme dışında kaygısı yoktu. Satoğlu ailesi ailece çok fedakâr bir ailedir. Herkese iyilik ve hizmet etmek isterler. Ahmet Satoğlu çok sevilen ve sayılan bir kimse idi. Bütün gurupları desteklerdi. Bu sebeple başlangıçta Akevler’e yalnız İzmir’dekiler değil bütün Türkiye’dekiler ortak oldular. Akevler bir hizbin kooperatifi değildir. İkincisi, Akevler’i kuranlar İslamiyet’i yaşayan okumuş kimselerdi. Kurduğumuz partiye ise bütün inanmış kimseler katılmadılar; bir kısmı Millî Görüşçü oldu, bir kısmı ise AP/DYP’li, MHP’li, ANAP’lı oldu.

Ak Parti kurucuları Erbakan’a karşı birleşmişlerdi yani Ak Parti’yi Necmettin Erbakan muhalifleri kurdu. Sermaye bunları bunun için destekledi. Biz Erbakan’la bilinçli olarak buna sevindik. Biz Ak Parti’yi uyardık ama hiçbir zaman karşı olmadık. Erbakan partisini anlatırken, partimiz dört başbakan, iki cumhurbaşkanı çıkaran bir partidir demiştir. Biz Akevler olarak hiçbir zaman biz yapalım demedik. Her zaman ehil olan kim ise o yapsın dedik.

Ak Parti’den uzaklaşan Hak düzenin hizmetkârları Firavun sahirlerinin gösterdiği cesareti gösteremiyor, bugünün Firavunu Sermaye’ye söylenmesi gerekenleri söyleyemiyorlar. Dünya da söyleyemiyor. Dolar aşkı Firavunun kılıcından daha keskin durumda.

خَطَايَانَا

PaOAyYAvNAv (FaGaLAvNAv)

“Hatalarımızı”

Evet, Mısır’ın sahirleri hata yapmışlardı. Aslı astarı olmayan sihri kullanarak Firavunu güneşin oğlu yapmışlardı. Böylece Mısır halkını asırlarca sömürmüşlerdi. Şimdi iman etmeye karar verdiler.

Bugünkü ilim adamları da doları yok sayan altın bonosunu gördükleri zaman secdeye varacaklar ve hatalarını itiraf edip mağfiret edilmelerini isteyeceklerdir.

Saadet Partisi ve AK Parti’nin günahları vardır. Akevler’e dayanarak oluştular. Akevler’de doları yutan demir-çimentonun taslağını gördüler ama kooperatifçiliği desteklemediler. Hayati Yazıcı destekler gibi oldu, bakanlığı elden gitti. Şimdi de milletvekili yapıldı ki bakan olamasın.

وَمَا أَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِ

Va MAv EaKRaHTaNAv GaLayHi MiNa elSiXRi (Va MAv EaFGaLTaNAv GaLaYHi MiNa eLFiGLi)

“Ve sihirden bizi ikrah ettiğinden”

Sahirler iki şeyden dolayı Allah’tan istiğfar ediyorlar. Biri, Firavun güneşin oğlu olmadığı halde onu öyle gösteriyor ve halkı inandırıyorlar. Diğeri de, sihir yapıp halkı kandırıyorlar.

Bugünkü Firavunun ordusu da bunu yapıyor. Basın-yayın organlarını kullanarak halkı yanıltıyor ve karşılıksız para ile tüm dünyayı dolandırıyor. Dünkü sahirler sihirlerini yaparken Firavunun baskısı ile yapıyorlardı. Bugünkü sahirler olan ilim adamları da Sermaye korkusu ile tanrı ve ahiret yok diyorlar.

Yarın semt kooperatifleri kurulup semt bonoları sermayenin dolarını yutunca, o günün ilim adamları özgürleşecek, o günün yazarları özgürleşecektir. Artık yazar okuyucusundan korkacak, patronundan değil. Herkese basın ve yayın hakkından yararlanması için vergiden pay ayrılacaktır. Vatandaşlara sen istediğin yazarı seç biz ücretini verelim diyecek. Her yazar okuyucusu oranında bu fona ayrılanı paylaşacak. Artık Sermaye Firavunu yazarları, âlimleri, din adamlarını korkutamayacak. Bugünkü Sermaye’nin tüm kurumları ile yaptığı zorlama o gün de Firavun tarafından yapılmıştır.

وَاللَّهُ خَيْرٌ وَأَبْقَى (73)

Va EalLAvHu PaYRun Va EaBQAv

“Ve Allah en hayırlı olandır ve ebkadır.”

İnsanlar çalışırlar, üretirler ve tüketerek yaşarlar. O şekilde yaratılmışlardır ki çalışmaları sonucu elde ettikleri ürünleri tükettikten sonra artan kısım olur, baki olur. Onunla çoğalırlar. Kendilerine benzer yeni nesilleri yetiştirirler. Bir de servet edinirler. Böylece saatte ürettikleri miktarla daha fazla gün yaşama imkânını bulurlar.

خَيْر işte bu üretim araçlarıdır.

Tüketim araçlarına mal denmektedir.

Burada Allah’ın hayırlı olduğunu beyana etmektedirler.

خَيْر Kelimesi شَرّ karşılığı kullanılmaktadır. خَيْر kelimesi أَخْيَرَ‘den dönüşmedir. مِنْ ile gelirse ‘daha’ manasını alır, مِنْ‘siz gelirse ve marife olursa en iyisi anlamına gelir. Nekre gelir de مِنْ gelmezse, مِنْ mahzuftur. اللَّهُ خَيْرٌ مِنْ فِرْعَوْنَ desek, ‘Allah Firavun’dan daha zengindir.’ anlamı çıkar. اللَّهُ هُوَ الْخَيْرُ desek, ‘En zengin olan Allah’tır.’ anlamı çıkar. Burada kastettikleri Allah daha zengindir, daha varlıklıdır şeklinde manalandırabiliriz.

بَاقِيَة bir kaptan bir şey boşaltıldıktan sonra dökülmeden içinde kalan şey demektir. Sonraları kullanılan herhangi bir şeyden arta kalanlara bakiye denmiştir. Sonra da ebedi anlamında baki kullanılmıştır.

وِقَاء kap demektir. İçine eşya konarak saklanır. Böylece oraya konan eşyanın ömrü uzar. Zamanla و harfi ب ’ye dönüşmüş, بَاقِي devamlı, sürekli ve sonu olmayan, ebed anlamları kazanmıştır.

Kur’an’da بقي 21, بكي 7 defa geçer. Toplam 28 (22*7) eder.

Her işletmede girdiler vardır, çıktılar vardır. Girdileri gün/saat olarak değerlendirirsek, çıktıları da gün/saat olarak değerlendirirsek, bakiye artan gün/saattir. Böylece daha kârlı anlamına gelmiş olur. Buradaki خَيْر ve بَقَاء Allah’ın kendi sıfatları olarak değil de varlıkların ve kazançların sıfatıdır.  خَيْر ve بَاقِيَة böylece karşılaştırılmış olur. خَيْر sermayeyi, بَاقِيَة de kazancı ifade etmiş olur.

خَيْر ve بَاقِيَة sermaye ve artan sermaye, emek ve artan emek. Matematikte kendisi ve türevi veya kendisi ve entegrali. Tüm denge bunlar üzerinde kurulur.

 

YORUM

Bir gün gelecek, Sermaye’ye gerçekleri anlatan çıkacaktır. Bu faizli düzenin, karşılıksız doların sürdürülebilir olmadığını anlatacaktır. Tam istihdamın sağlanmadığı yerde faizli sistem çalışır. Girişimcilere faizli kredi verirsiniz. Onlar işsiz insanlara iş verirler ve çalıştırırlar. Üretim olur. Hem çalışanlar hem girişimci kazanır, hem de faiz ödenerek sermaye sahibi de kazanmış olur. Girişimciler arasında yarış olur, kimi iflas eder devreden çıkar, kimi ise servetini artırarak tekele doğru kayar ama ekonomik çark çalışır, sadece acımasız yarış olduğu için de gelişme olur. Bugünkü sahirler olan ekonomistler bu dönemin sahirleridir, ne var ki ömürleri dolmuştur.

Eğer tam istihdam sağlanmışsa, artık yeni girişimci ortaya çıkamaz, çünkü işçi bulamaz yahut daha fazla ücret vererek bulmaya çalışır. Bu başka işletmeleri iflas ettirdiği gibi kendisi de pahalıya mâl ettiği için kazanamaz ve o da iflas eder. Sermaye bunu krizlerle ve savaşlarla aşmaya çalıştı, ancak üçüncü cihan savaşını çıkaramadı. Dolayısıyla o metot da bugün yürümez duruma gelmiştir.

Şimdi yapılan nedir?

Veresiye satışlarla halk durmadan borçlandırılıyor. Halkın borcu artarak ekonomik çark dönüyor. Bu arada borçsuz insan kalamıyor. Borcunu ödemeye kimse gayret etmiyor, Sermaye de halkın üzerine fazla gitmiyor, gidemiyor. Çünkü alacağı dolar aslında onun bir işine yaramaz durumdadır.

Peki, bugün ne oluyor?

Borçlar artıyor. Alacaklar da artıyor. Borçlu borcunu ödeyemez duruma gelmiştir. Artık ödeme çabasında da değildir. Bazı inanmış olan kimseler ödeme gayretindedirler. Bizim durumumuz bundan dolayı sıkışık haldedir. Ortaklarımız borçlu geliyorlar. Bizden aldıkları ile borçlarını ödemeye çalışıyorlar. Alacaklılar da onların üzerine gidiyorlar. Bir türlü ortaklık kuramıyoruz. Bugün Akevler’in sıkıntısı buradadır. Ezilen inanmış olan insanlar oluyor. Bu sorunumuzu henüz çözmüş değiliz.

Bu durum ne zamana kadar devam eder?

Ne zaman ki artık inanmış insanların da gücü tükenir. Artık kimse borcunu ödemeyi düşünmemeye başlar. O zaman halk çalışmadan borçla yaşamaya başlar. Sermaye borç vermek zorundadır. Vermezse tüm işletmeleri durur. Ama borçlular da borç ödemiyorlar.

İşte buna çareyi ancak “mal senetleri” ile bulabiliriz. Ortaklarımıza pay belgesini veririz. Kendi payını istediği kadar ucuz fiyatla satarak yaşamasını sürdürür. Nakit olarak ödeme yapmadığımız için alacaklılar onun üzerine yürüyemiyorlar. Böylece biz bu tufanda varlığımızı kurtarma imkânına ermiş olacağız.

Bir gün gelecek Batı ekonomistleri bizi okuyacak ve çarenin Kur’an düzeninde olduğunu anlayacaklardır.

Tekrar söylüyorum. Tek çözüm vardır; Semt Kooperatifleri ve Mal Senetleri. Bugün yürürlükte olan karşılıksız para devreye girmeden ekonomi düzeni kurulmalıdır.

Biz bu sebepledir ki sanayi semtleri yanında tarım semtlerini öneriyoruz sanayi semtleri ile tarım semtlerini birbirlerine kardeş yapıyoruz. Böylece sosyal tufan ve diğer sorunlardan korunma imkânını buluyoruz.

 

Öz Türkçe ile:

“Biz Yetiştiricimize yanlışlarımızı ve büyüden bize dayattığını görmesin diye inandık. Allah en iyi varlıktır ve kazançtır.”

Kur’an Kelimeleri ile:

“Biz Rabbimize hatalarımızı ve sihirden bize ikrah ettiğini mağfiret etsin diye iman ettik. Allah hayırdır ve ebkadır.”

 

EinNAv EAvManNAv Bi RabBiNAv LiYaĞFiRa LaNAv PaOAvYAvNAv Va MAv EaKRaHTaNAv GaLaYHi MiNa elSiXRi Va elLAvHu PaYRun Va EaBQAy

إِنَّا آمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَا أَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِ وَاللَّهُ خَيْرٌ وَأَبْقَى (73)

 

***

 

إِنَّهُ

EinNaHUv

“O”

İnne’den sonra gelen bu zamire raci olduğu bir uygun isim bulunmazsa nahivciler şan zamiri diyorlar. Bu zamir bir şeye işaret etmektedir. Yaratılışın kuralına işaret etmektedir. Kâinat birtakım varsayımlar üzerine kurulmuştur. İşte bu varsayımları içeren düzene هُ zamiri gitmektedir. Tanrı halik hüvedir. Kâinat da mahlûk إِنَّهُ'dur. Bundan sonraki kelimeler artık sahirlerin kelimeleri değil, genel kural olarak ortaya konanlardır. Sahirler de söyleyebilir. Allah onlara söyleyebilir. Bize de şimdi söyleyebilir. Orasını kıssa ederken araya girip açıklama yapmaktadır.

Bugünkü film sanatında bu eksiktir. Olaylar cereyan ederken senarist devreye girecek olayları yorumlayacaklardır. Böylece seyircilerin, filmin vermek istediği mesajı daha iyi kavrama imkânı ile karşılanacaktır.

Hakan Kandal şeriata uygun senaryo yazması gerekirken irtidat etmiş ve Batı düzeni içinde meşhur olmaya çalışmıştır. Para da kazanamamıştır. Ak Parti o desteği Akevler’in emrine verecekti. Akevler Hakan Kandal’ı destekleyecekti. Hakan Kandal da üçüncü binyıl sanatını ortaya koyacaktı. Aksini yaptı. Akevler’de Adil Düzen’e hizmet ederken, birileri onu ABD’ye gönderdi, Adil Düzen çalışmasından uzaklaştırdı. Ak Parti’nin istiğfar edeceğini beklemiyorum. Ama Hakan Kandal’ın tekrar Adil Düzen’e döneceği ümidim devam etmektedir.

Bunu yalnız Hakan Kandal yapmadı, Fehmi Koru da yaptı, büyük bir İslam yayıncısı olma imkânı varken onlara hizmet etti.

Millî Görüşçüler, Ak Partililer, Gülenciler kitleler halinde bunu yaptılar.

Allah devreye giriyor ve kâinatın oluş felsefesini hatırlatıyor.

Şan zamiri bunu ifade eder.

مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِمًا

MaN YaETi RaBBaHUv MuCRiMan (Man YaFGaLu FaGLaHUv MüFGıLan)

“Kim rabbine mücrim olarak ityan ederse”

Genel bir inanış vardır; insan şehadet kelimesi getirirse cennettedir. Günahları varsa cezasını çeker ve yine cennete gider. Eğer şehadet kelimesini getirmemişse, o insan cehennemdedir, ne kadar iyi insan olursa olsun orada ebediyen kalır.

Bu batıl inanış tüm dinlerde vardır. Firavun bile bu anlayış içindedir. Musa da “Rabbim bilir, ne unutur ne de kaybeder.” demiştir.

İşte, Rab bu ayette o soruya cevap vermektedir.

يَأْتِ كَافِرًا  demiyor, مُشْرِكًا demiyor da مُجْرِمًا diyor. Yani suçlu kimlerse diyor. Yani şu veya buna inananlar değil, şunu veya bunu söyleyenler değil, suç işlemiş olanlara hazırlanmıştır. Orada suçun cezasını çekene kadar kalacaklardır. Sonra cennete gitmeseler bile cehennemde azap içinde olmayacaklardır.

Rabbine karşı cürüm ifade etmiştir. İnsan Rabbine nasıl cürüm işleyebilir? O’nu dinlemez? O’nu yaralayamaz. Kâinat evrim üzerine yaratılmıştır. Yani yaratılmış ve insanlar, melekler ve cinler oraya konmuş, onların çalışmaları ile kâinatta evrim olmaktadır. Bu düzen “Rab” kelimesi ile ifade edilmektedir. Yani evrimleştiren demektir. İşte bu evrimi aksatan mücrimdir. Evrim için çalışan diğer insanların çalışmasını engelleyen mücrimdir.

فَإِنَّ لَهُ جَهَنَّمَ

Fa EinNa LaHUv CaHanNaMa (Fa EinNa LaHUv FaGaLLaLa)

“Onun için cehennem vardır”

جهم büyük kazandır.

جَهَنَّمَ tuğlanın pişirildiği kuyu demektir.

جهم Kur’an’da 77, جوب 43 defa geçer. Toplam 120 (23*3*5) eder.

Cürüm işleyen kimse cezasını çekmek için ateşe konacaktır. O ateşin özelliği yakıtının insan ve taşlar olmasıdır yani bunların yanmasıdır.

Yanma nedir?

Oksijenle birleşerek başka varlıklara dönüşmesidir. Bu ateş İbrahim Peygamberi yakmayan ateştir. Harareti büyüktür ama insanı yakmamaktadır. Çünkü insan molekül yapısından atom yapısına geçecektir. Sıcaklık onun atomlarını parçalamayacaktır. Nitekim bugün cinler güneşte yaşamaktadırlar.

لَا يَمُوتُ فِيهَا وَلَا يَحْيَى (74)

LAv YaMUvTu FIyHAy Va LAv YaXYAv (Lav YaFGaLu FIyHAv VaLAv YaFGaLu)

“Orada ne mevt eder ne de hayat eder.”

Benzer ayet Kur’an’ın başka yerinde de geçmektedir. Orada büyük ateşte pişecekler. “Sonra ne mevt edecekler ne de hay edecekler.” diyor. Orada ayeti açıklarken cehennemden çıkış hali olarak açıklanır. Cisiyya ayetini (Meryem, 19/68) de o açıklamaya dayanarak yorumlamıştık.

Cehennemde böyle kalacaklardır şeklinde ifade edilmiştir. Oradaki ثُمَّ kelimesi burada yoktur. Genel yaratılışı anlatmaktadır. Ölmeyecekler ama yaşamayacaklardır da. Bunun anlamı mecazidir. Öyle bir hayat yaşayacaklardır ki o hayat, hayat sayılmaz. Tohumlardaki hayat böyledir. Canlanmadan önce ne yaşarlar ne de ölürler. Ölü değiller ama faal da değiller. Yumurta içindeki civciv de böyledir. Anne karnındaki bebek için de aynı şeyi söyleyebiliriz.

Demek ki cehennem bir yetişme yeridir, gerçek hayat yeri değildir.

 

YORUM

Suçlulara uygulanacak ceza böyle bir cezadır. İslam şeriatında hapishane yoktur. Cezalarda hüküm kısastır. Kısas da çoğu zamanda uygulanmazsa diyete dönüşür. Böylece zarar yarar ile giderilir. Diyetler dayanışma ortaklıklarınca ödenir. Kasten suç işlemekten caydırmak için suçluya ödetirler, o dayanışmasına öder.

Suçlu bunu ceza semtlerinde çalışarak öder. Bu semtler de 100 lojmanlı yapılardır. Bu durumda çalışma yerleri vardır. Orada karın tokluğuna çalışırlar, kazanırlar, diyetlerini öderler ve kurtulurlar.

Buradaki hayat ne ölü ne de diri hayattır. Ölü hayatı değildir. Çünkü apartman içinde serbesttirler. Diri değildir ki dışarıya çıkıp faaliyet gösteremiyorlar.

İşte, cehennem hayatı da zorunlu çalıştırma semtleridir, cehennemlikler cezalarını böyle çekeceklerdir.

 

Öz Türkçe ile:

“Kim Yetiştiricisine suçlu olarak gelirse, onun için tuzak vardır, orada ne ölür ne de yaşar.

Kur’an Kelimeleri ile:

“Kim Rabbine mücrim olarak ityan ederse, onun için cehennem vardır. Orada ne mevt eder ne de hayy eder.”

EinNaHUv MaN YaETı RabBaHUv MuCRiMan FaEinNa LaHUv CaHanNaMa LAv YaMUvTu FİyHAv Va LAv YaXYAy

إِنَّهُ مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِمًا فَإِنَّ لَهُ جَهَنَّمَ لَا يَمُوتُ فِيهَا وَلَا يَحْيَى (74)

 

***

 

وَمَنْ يَأْتِهِ مُؤْمِنًا

Va MaN YaETıHIy MuEMıNan (Va MaN YaFGiLHU MuFGiLan)

“Ve O’na kim mümin olarak ityan ederse”

Mücrime karşı mümin kelimesini getirmiştir. Mümin var mücrim var. Mücrimler cehenneme, müminler cennete gideceklerdir.

Arada kalanlar vardır; müşriktir, kâfirdir, müslimdir. Bunlar mümin değiller ama suç da işlememişlerdir. Bu ayet onlardan bahsetmiyor. Yani yalnız mücrimler cehenneme gidecekler de kâfirler gitmeyecekler demiyor. Yalnız müminler cennete gidecek de müslimler gitmeyecek demiyor. Onları meskûtün anh bırakıyor.

Şimdi karşı olan mümin sahirler ile Harun ve Musa’dır. Karşılarında ise Firavun ve onun yanında yer alan diğer tebaası vardır.

Tebliğ ulaşmamış olan kimseler mümin de değil mücrim de değil. Onların durumları ayrı değerlendirilecektir. Biraz evvel anlatılan Firavunun durumu da öyle idi, ne mümin ne mücrimdi. Sahirlerin durumu da öyle idi, ne mümin ne de mücrim idiler. Şimdi ise bir mücrim bir mümin oldu.

Evet, sizin de tebliğ ulaşmadan önceki durumdan bir sorumluluğunuz yoktur. Ama tebliğ ulaştıktan sonra sorumluluğunuz başlar. Allah düzeni böyle kurmuş. Bu tebliğ inandırıcı tebliğ olmalıdır. İspatsız tebliğ, tebliğ değildir. Bunun için biz yüz lojmanlı apartmanları kurup doları yutan semt senetlerini çıkarmayınca tebliğ etmiş olmayız. Bu durumda kimseden bizi onaylamasını beklememeliyiz.

قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ

QaD GaMiLa elÖaVLiXAvTı (QAD FaGıLa eLFAvGıLAvTı)

“Salihatı da amel etmiştir”

Burada قَدْ kelimesi ile yani iman ettikten sonra salihatı işlemişse demektir. ‘Ben iman ettim’ demek iman değildir. Elinden geldiği salihatı da amel edecektir.

Salihat nedir?

Uyumlu fiillerdir. Benim yaptığım sizinkini, sizin yaptığınız benimkini tamamlayacaktır. Yani ortaklıktır. Yani teavün/ortaklık şirketini kurup orada iş yapmadıkça sadece sözdeki müminlik bir işe yaramamaktadır.

Bugün Yalova’da ortaklık kuruyoruz. Kurucusu ben Süleyman Karagülle’yim. Çalışmamdan dolayı hiçbir ücret almıyorum. Kendi varlığımın tamamını oraya aktarıyorum. Ondan sonra sizi de davet etmeye çalışıyorum. Bana ortak olun demiyorum, Allah’a ortak olun diyorum. Bu tebliğ size ulaşmıştır. Bu sebepledir ki ille de benim kurduğum kooperatife ortak olun, ille de Yalova’ya gelin demiyorum. Siz kendiniz kurun ve kendi kurduğunuz kooperatife ortak olun diyorum. Önce bir kooperatifte gücünüzü toplayın, onu tamamlayın, sonra ondan payınızı çekin, kendiniz ikinci, üçüncü, dördüncü kooperatifi kurun diyorum. Ben kendime hiçbir şey istemiyorum. Sizden de yardım istemiyorum, ortak olun diyorum. Allah onlardan razı olsun 50 senelik davetlerime çok kimse katıldı. Aradan çok uzun zaman geçti ama zarar etmediler. Şimdi katılanlar da zarar etmeyecekler ama edebilirler de. Ortaklık budur.

فَأُولَئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلَى (75)

Fa EuLAEiKa LaHuM elDaRAvCAvTu eLGuLAv (Fa EuLAvEiKa LaHuM elFaGaLAvTu eLFuGLAv)

“Onlar, onlar için ula deracat olanlardır.”

Onlar için en yüksek dereceler vardır.

الْعُلَى,الْأَعْلَى ‘nın müennesi  olan  الْعُلْيَا nın çoğuludur, الدَّرَجَاتُ ‘ın sıfatı olmuştur, onun için müennestir. Harfi tarifle gelmiştir. Daha yüksek değil de en yüksek dereceler vardır deniyor. Dereceler dişi çoğuldur. Demek ki cennetin dereceleri vardır, sınıfları vardır, ayrı ayrı yaşama yerleridir. Bir de dereceler var. Aynı yerde yaşarsın, derecen yüksek olur. Aynı katta oturursun, evin daha lüks olabilir. Burada en yüksek dereceler deyince, demek ki ayrı mekânlar olarak sınıflar vardır. Aynı sınıfta değişik dereceler vardır. Buralara bunlar yerleşecek, bunlar arasında da dereceler olacaktır.

Daha önceki açıklamamda mümin ve mücrimlerden başka kimseler de vardır demiştim. Buradaki en yüksek derece onlar içindir demesi, diğer yüksek dereceler de var demektir. Oralar da müslimler içindir demektir.

 

YORUM

Şimdi siz bu seminerleri okuyanlar, Allah size Kur’an’ı ele almayı nasip etti. Burada söylenenler önemli değildir. Önemli olan Kur’an’la ilgilenmenizdir. Siz bu seminerler yoluyla Kur’an’a ulaşıyorsunuz. Şimdi bizim anlattıklarımızla Kur’an’ı anlamaya başlayacaksınız. Biraz sonra siz Arapçayı da anlamaya başlayacak ve artık tercümansız Kur’an’a ulaşacaksınız.

İşte, hedefiniz bu olmalıdır.

Dikkat edeceğiniz husus, bizim söylediklerimizi Kur’an’ın söylediğidir kabul edip Kur’an’ın kendisinden kopmamanızdır. Benim söylediklerim Kur’an’dan anladığım denizden bir damla bile değildir. Sonra sizin işinize de yaramayabilir. Siz kendiniz kendinize gerekli olanları alacaksınız. Bizden ve eski yorumculardan yararlanacaksınız ama onların anladıkları ile yetinmeyeceksiniz.

İnsan uygarlaşacak şekilde yaratılmıştır. Dündeki çözümler bugün işe yaramaz, bugünkü çözümler de yarın işe yaramayacaktır. Her gün yeni şe’nde yeni oluşta olmak zorundasınız. Kur’an’dan başka her şey orada kalmıştır. Bu sünnet için de böyledir. Kur’an ise Allah’ın kelamıdır, zaman ve mekâna hasredilmemiştir. Bunları bizden önce gelen yakın âlimler sezmişler ve söylemişler ama duyuramamışlar.

Akevler’in 50 senelik uygulaması ümit ediyorum ki semere vermiştir. Yahut günü gelmiştir. Artık insanlar Kur’an’ı Kur’an olarak ele alıyorlar.

Biz Akevler kurulmadan önce Remzi Güres ile birlikte Kur’an tercümesini okuyorduk. Bizi gören Mehmet Zahit Kotku da Muhammed Hamdi Yazır’ın tefsirini okutmaya başladı. Şimdi ne yapıyorlar bilmiyorum. Bütün tefsirlere göz atılmalıdır. Şeyh kendisi yorumlar yapmalıdır. Kırıkkale’de Prof. Dr. Ali Erişen ve arkadaşları böyle yapıyorlar, bu seminerleri okuyan bir âlimlerinin yorumlarını dinliyorlar. Yazılı hale getirmelidirler. İzmir’de Hakkı Yılmaz da benzer çalışmalar yapmaktadır.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve uyarlı işler yapmış, inanan biri olarak kim gelirse onun için uçmaklar vardır, onların yeri en üsttedir.”

Kur’an Kelimeleri ile:

“Ve kim salihatı amel etmiş bir mümin olarak ityan ederse onlar için ula derecat vardır.”

 

Va MaN YaETiHIy MuEMiNan QaD GaMiLa elÖAvLıXAvTı Fa EuLAvEiKa LaHuM elDaRaCAvTu eLGuLAy

وَمَنْ يَأْتِهِ مُؤْمِنًا قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَأُولَئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلَى (75)

 

***

 

جَنَّاتُ عَدْنٍ

CanNaTu GaDNin

“Adn cennetleri”

عدن ‘çökelti’ demektir. Bulanık sularda sular akar, kum ise dibe çöker. Sonra eridiği zaman dibe çöken elementlere maden (مَعْدِن) denmektedir.

عدن Kur’an’da 11, عدو ise 105 defa geçmektedir. Toplam 116 (24*7) eder.

جَنَّاتُ Kelimesi عَدْنٍ’e izafe edilmiştir. Adn’ın cenneti. Sıfat değildir. عَدْنٍ nekredir. الدَّرَجَاتُ الْعُلَى‘ın bedelidir. Marife bir kelimeye nekre bedel gelebilir mi? بِالنَّاصِيَةِ نَاصِيَةٍ كَاذِبَةٍ ‘de (Alak, 96/15,16) olduğu gibi gelmektedir. Yaz kış meyve veren cennet Adn cennetidir. Ama meyvelerin adn olması onların buzhanelerde korunması anlamındadır. Yani ağaç yaz kış meyve vermekte, elde edinilen meyveye sahip olunmaktadır.

عَدْنٍ kelimesi marifedir çünkü Meryem 19/61’de geçen جَنَّاتِ عَدْنٍ الَّتِي وَعَدَ الرَّحْمَنُ ifadesi ile الَّتِي has ismi mevsulü ile tavsif edilmiştir. O halde adn cenneti özel isimdir. Diğer cennetlerden ayrılmış durumdadır. 1 yerde geçmektedir. Buraya girecek kişilerin bir özelliğinin olması gerekmektedir. Bir araştırma konusudur.

 

تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ

TaCRİy MiN TaHTıHay ElENHAvRu (TaFGıLu MiN TaXTiHAy eLEFGALu)

“Tahtından nehirler cereyan eder”

Orada nehirler cereyan eder demiyor, tahtından deniyor. مِنْ teb’iz için geldiğinden her yerden sular akmaz, sadece borular ve künklerden akar demektir. Su şebekelerini ifade eder. Ayrıca عَدْنٍ deyince de yaz kış meyve veren olarak ifade edilmiş olmaktadır. Bu da serayı ifade eder. جَنَّات dişi çoğul olduğuna göre seranın cenneti anlamını verebiliriz.

Geliştirmekte olduğumuz seralarda sulama topraklara gömülmüş künkler ile yapılacaktır. Akevler’de inşaat yaparken pis suyu künk ile kanala götürdük. Künklerin bulunduğu yerde filizler daha fazla büyüdüler. Açtığımızda künklerin etrafını kökler sarmış, suyu ve gübreyi ondan alarak yaşıyorlar, künklere de zarar vermiyorlar.

Bizim sera tekniğimiz de buna dayanacaktır.

Ben bunları yazıyorum, yarın siz bunları uygulayacak ve göreceksiniz.

Künklerdeki sular devamlı sirküle edecektir. Böylece havalanacak ve temizlenecektir. Su şebekeleri de bu şekilde olmalıdır. Sular gelip gidecek, biz yandan çeşme takıp su almalıyız, durgun suları kullanmamalıyız. Sular borularda sürekli olarak akmalıdır. Hatta bunlar kaynak göllere dönmeli ve orada temizlenmelidir. Klorlamadan çok havuzun temiz tutulması sistemi geliştirilmelidir.

خَالِدِينَ فِيهَا

PAvLiDIyNa FIyHAv (FAGıLIyNa FİyHAv)

“Orada haliddirler”

خلد parçalanmayan sert kaya demektir. خُلْد yağmurun ve karın yıpratıp parçalayamadığı kayalardır. Ölümsüz olmak için kullanılmaya başlanmıştır.

خلد Kur’an’da 87, خلص 31 defa geçer. Toplam 118 (2*59) eder.

خُلْد yıpranmayan demektir.

Bu dünya hayatında entropi büyümektedir. Zamanla her şey bozulmaktadır. Güneşteki hidrojen helyuma dönüşerek bozulmakta, ondan çıkan ışık enerjisi ile biz yaşamaktayız. Termodinamiğin ikinci kanununda yüzde yüz verimli bir makine yapılamaz. Her olayda bir faydalı enerjinin kaybı vardır. Kâinat dağ başına konmuş bir gölün akıttığı su ile varlığını sürdürmektedir. Bittiği zaman da artık varlığı işe yaramaz hale gelir. Buna yıpranma ve amortisman diyoruz.

Ahirette ise cennette olanlar için ve cehennemde olanlar için de “halidin” kelimesi kullanılmaktadır. Yani orada termodinamiğin ikinci kanunu geçerli olmayacaktır, yıpranma ve bozulma yoktur demektir.

وَذَلِكَ جَزَاءُ مَنْ تَزَكَّى (76)

Va ÜAvLiKa CaZAyEu MaN TaÜakKAv (Va ÜavLiKa FaGAvLu MaN TaFagGaLa)

“Ve bu da tezekkî edenin cezasıdır.”

Burada وَ harfi gelmiştir. O halde işaret edilen yukarıdaki جَنَّاتُ değildir. Onlardan başka bir cezadır. Mücrimler var, ameli salihatı yapan müminler vardır. Onun dışındakiler orada meskut geçmişti.

Burada mümin olmayan Müslimlerden bahsetmektedir. Bu ceza da tezekki edenin cezasıdır. جَزَاءُ  haberdir. Bu cezayı biz görüyoruz ama onun benzeri başka cezalar da vardır. Adn cennetleri özel cennetlerdir. Diğerleri çoktur ve onlar da değişiktir. Onlar tezekki edenler içindir.

“Zekât” kelimesi üzerinde duralım. Bir yere baktığınız zaman onun canlı olup olmadığını bilirsiniz. Buna canlılık deriz. Havada tozlar vardır. Bunlar cisimler tarafından çekilir, çevre sürekli olarak kirlenir, kirliliğin özel rengi vardır. Camı parlatırsınız, biraz sonra gene kirlenir. Oysa canlılarda devamlı kendilerini temizleme özelliği vardır, kir üzerlerinde durmaz. İşte siz canlıyı böylece cansızdan ayırırsınız.

Bütün insanlara kir bulaşmaktadır. Bundan dolayı devamlı olarak kendilerini temizlemeleri gerekir. Namaz, oruç, zekât ve hac bunları temizlemeye yarar. İnsan iyilikler yaparsa kendisini temizlemiş olur. Böylece mümin olmasa da onun için de cennet vardır. O halde cennete yalnız müminler gidecektir inancı yanlıştır, hatalıdır. Tezekki eden herkes karşılığını bulacak ve cennete gidecektir.

Musa ve Firavun’un kıssasını nakleden Kur’an bize genel hayat felsefesini de yapmaktadır. Sermaye’nin şimdiye kadar yaptıkları ona tebliğ ulaşmadığı için sorumluluğu gerektirmez. Evet, kilisenin din adamları faizin haram olduğunu söylediler ama onun yerine alternatif olacak bir şey getiremediler. Zaruretler haramları ortadan kaldırır, dolayısıyla din adamları mağlup oldular, dünyada dinsizlik görülmektedir.

Akevler’de oluşturulan “Adil Düzen, Adil Ekonomik Düzen” ise sorunları çözdü, faiz yerine selem farkını ve kredileşmeyi getirdi. Karşılıksız paranın yerine emek karşılığı çıkarılan parayı getirdi, mal karşılığı çıkarılan parayı getirdi. Necmettin Erbakan’ın çalışmaları ile dünyaya bu çözümler ulaştı.

Ne var ki henüz onlara ispatlayamadık. Bir örnek bucak oluşturup gösteremedik. Bugün bunun iki sorumlusu var; Erbakan ve Erdoğan. Kendilerine tebliğ ulaştığı halde, bunu gösterecek işletmeler kuracaklarına, faizli işletmelerdeki başarıları ile öğünüyorlar. Bunların yanında ayrıca sorumlu olan Fethullah Gülen’dir, kooperatif çalışmalarını bırakmış, Sermaye’nin faizli düzeninde İslamiyet’i getirmeye çalışmıştır.

Bugünkü Müslüman zenginler faizli sistemde para kazanacak, birkaç fakire ve birkaç mollaya sadaka verecek ve onunla cennete gidecekler. Erbakan Kur’an düzenine hizmet etti. Edemediği yerler de oldu, hata etti. Erdoğan da hizmet etmek istiyor. Allah da imkânlar bahşediyor. Duam odur ki Firavun gibi olmasın. Sermaye’nin dolarına takılmasın. Ümitli olduğum için ona oy verdim.  Ümitli olduğum için uyarılara devam edeceğim. Siz seminerleri takip eden kardeşlerimden bir isteğim var. Siz bunları Erdoğan’a ulaştırmalısınız. AK Partililerle her gün temastasınız. Kur’an’ın bu inzarını onlara anlatmaya çalışın. Kulağına girer, birisi uygular, sonra kendisine ait olur.

Ey Erdoğan’ın etrafında baraj kurup Kur’an düzeninden, “Adil Düzen”den uzaklaştırmak isteyenler, gark olup gideceksiniz. AK Parti Erdoğan’dan %10 daha az oy aldı. Bir barajlık puan. Utanmalısınız. Korkmalısınız. İnsafınız olmalıdır. Ya Firavun’un sahirleri gibi iman edeceksiniz yahut Firavun’un ordusu gibi gark olacak ve cehennemde haşr olacaksınız.

Bize gelen açık kanıtlar ve bizi ortaya çıkaranlar üzerine sizi etkileyemeyeceğiz. Yapacağınızı yapın ama ancak buradaki yaşayışımızda yapabilirsiniz.

 

Öz Türkçe ile:

“Örtülü bağları vardır. Altında ırmaklar akar. Orada kalıcıdırlar ve bu ise arınanlara karşılıktır.”

Kur’an kelimeleri ile:

“(Onlaradır) Tahtından nehirlerin cereyan ettiği, orada halid olacakları Adn cennetleri. Ve bu da tezekkî edenin cezasıdır.”

 

CanNAvTu GaDNin TaCRIy MiN TaXTıHay eLEaNHAvRu PAvLiDIyNa FIyHAv Va ÜAvLiKa CaZAEu MaN TaZakKAv

جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَذَلِكَ جَزَاءُ مَنْ تَزَكَّى (76)

 

 

***


 

 


TÂHA SÛRESİ TEFSİRİ
1-1-8.AYETLER
856 Okunma
2-9-16.AYETLER
893 Okunma
3-17-24.AYETLER
760 Okunma
4-25-36.AYETLER
796 Okunma
5-37-41.AYETLER
769 Okunma
6-42-50.AYETLER
848 Okunma
7-51-58.AYETLER
881 Okunma
8-59-64.AYETLER
890 Okunma
9-65-71.AYETLER
825 Okunma
10-72-76.AYETLER
734 Okunma
11-77-82.AYETLER
760 Okunma
12-83-88.AYETLER
762 Okunma
13-89-94.AYETLER
806 Okunma
14-95-99.AYETLER
774 Okunma
15-100-107.AYETLER
753 Okunma
16-108-114.AYETLER
906 Okunma
17-115-121.AYETLER
802 Okunma
18-122-127.AYETLER
831 Okunma
19-128-132.AYETLER
797 Okunma
20-133-135.AYETLER
751 Okunma

© 2024 - Akevler