***
TAHA SÛRESİ - 17. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
وَلَقَدْ عَهِدْنَا إِلَى آدَمَ مِنْ قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْمًا (115) وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَى (116) فَقُلْنَا يَاآدَمُ إِنَّ هَذَا عَدُوٌّ لَكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقَى (117) إِنَّ لَكَ أَلَّا تَجُوعَ فِيهَا وَلَا تَعْرَى (118) وَأَنَّكَ لَا تَظْمَأُ فِيهَا وَلَا تَضْحَى (119) فَوَسْوَسَ إِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَاآدَمُ هَلْ أَدُلُّكَ عَلَى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَا يَبْلَى (120) فَأَكَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْءَاتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِ وَعَصَى آدَمُ رَبَّهُ فَغَوَى (121)
***
وَلَقَدْ ,
Va LaQaD
“Ve şimdi”
Bu surede Musa’nın talebini kabul edip Allah’ın Harun’u vezir kılmasının arkasında seni annene vahyettiğimizde memnun etmiştik (وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَيْكَ مَرَّةً أُخْرَى إِذْ أَوْحَيْنَا إِلَى أُمِّكَ مَا يُوحَى, Taha 20/37,38) ifadesinde geçiyor. Yani bugünkü durum annene vahyettiğimiz andan başlar. Senin Harun’u istemen de bizim takdirimizdir (Musa’nın yetişmesi).
İkincisi, Firavunun tekzibinde geçer (Firavuna tebliğ).
Üçüncü, Musa’ya geceleyin yola çıkmakta geçer (ayrılma).
Dördüncü, Harun’un kavmine söylediklerinde geçer (insanın yapısı).
Beşincisi, Âdem’in kıssasında geçmesinde başlar (bu düzen Âdem’le kurulmuştur).
لَقَدْ ile dönemleri vurgulamaktadır. Kur’an’ın üslubudur. Sınıflandırmayı belli kelimeleri izhar ederek yapar. Taha Suresinde bu bölüm ele alınmıştır.
عَهِدْنَا إِلَى آدَمَ
GaHiDNAv EiLAv EAvDaMa (FaGiLNAv EiLAv EaVDaMa)
“Adem’e a’hd ettik’”
عَهْد borçlu olduğunu gösteren belgedir, makbuzdur. Yazının olmadığı zamanlarda belli borçlar için belli şekiller işaretlenmiş taş veya tahtalar verilirdi, bunlara عُهْدَة denmiştir.
ع üstünlüğü, ه düzlüğü veya boşluğu, د çevreyi ifade eder.
عهد, عقد, وعد, عود köklerinde ع ve د harfleri vardır. Manaları de benzerdir.
Allah Âdem’i yaratıyor ve ona irade veriyor. Şeytana kapılmayacaksa yeryüzünün düzeni başka türlü olacak, şeytana kapılacaksa yeryüzünün düzeni başka türlü olacaktı. Buradan şu sonuca varabiliriz. Bir galakside yüz milyarlarca güneş var. Kâinatta yüz milyarlarca galaksi var. Bunların çevrelerinde gezegenler var. Bu gezegenlerin üzerinde insanlar yaşıyor. İki türlü gezegen var. Şeytanın idlal ettiği Âdem’in (ilk insanın) yaşadığı gezegenler bizim gezegenler gibidir. Şeytanın idlal edemediği Âdem’in (ilk insanın) çocuklarının yaşadığı gezegenler vardır.
Yeryüzü’nün kaderini Âdem’in davranışına bağlamış Allah, Yer’imiz buna göre yaratılmıştır. Şimdi yeni düşünme faslı başlamıştır. Şeytanın idlal edemediği Dünya nasıl bir dünya olacaktır, orada yaşamak nasıldır, orada denge nasıldır?
أَدَمَة siyah deri demektir. Âdem siyah derili idi. Sonra renk genlerinin bozulması ile insanlar beyazlaştı.
مِنْ قَبْلُ
MiN QaBLu (MiN FaGLu)
“Min kabl”
Buradaki “ötre/zamme” (قَبْلُ) bir cümlenin veya bir kelimenin yerine geçmiştir.
Meleklere ve şeytana “secde edin” emri verilmeden önce demektir.
Âdem’le ahitleşiyor; yeryüzünü sana cennet yapacağım ama sen de ittika et.
Bir taraftan Âdem ile ahitleşiyor, öbür taraftan melekleri de insana hizmet etmeleri için görevlendiriyor.
فَنَسِيَ
Fa NaSiYa (Fa FaGiLa)
“Nesy etti”
نِسْيَان unutmadır. Hata benzeridir. İradi midir yoksa fıtri midir?
Hata da nisyan da iradi değildir, insan kendisi isteyerek yapmaz ama iradi olarak alacağı tedbirlerle hatayı da nisyanı da önleyebilir. Dolayısıyla iradi olmadığı için ahirette cezası yoktur, dünyada cezası yoktur, ancak önleyebildiği halde önlememiş olduğu için kefaret cezası vardır ve diyetler de vardır.
Âdem unutmuştur ve bu unutma sebebiyle kendisinin ve çocuklarının dünya hayatının farklı yaşanmasına sebep olmuştur.
وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْمًا (115)
Va LaM NaCiD LaHUv GaZMan (Va LaM NaFGaL LaHUv FiGLan)
“Ve onda azmi vecd etmedik.”
“Onda azim bulmadık” diyor.
Şimdi tartışalım... Önce o azmi ona verecek olan O değil midir? Öyleyse “onda bulmadık” diyerek sanki kendisinin bilgisi ve haberi olmadan olaylar olmaktadır demiş olmuyor mu? “Ona azmi vermedik” demesi gerekirken “onda azim bulmadık” diyor.
Allah’ın iradesi ile ilmi çelişmektedir. Allah’ın iradesi varsa ilerde neyi irade edeceğini şimdi bilmez. O halde Allah’ın ilerde ne yapacağını şimdi bilmemektedir. Bu kendi iradesi ile ilgili çözüm. Bir de insana verdiği irade ile ona insan kendisi karar veriyorsa, o zaman insanın ne yapacağını da Allah bilmez. Biliyorsa, insanın iradesi yoktur.
Âdem’e irade vermişse, Âdem’in ne karar vereceğini de Allah bilmemektedir. Onun için diyor ki; “Onda azim bulmadık”.
Başka bir ifade ile iradeli insanları yaratma adeta küçük tanrıları yaratma anlamındadır. Tevrat’taki insanı kendi suretinde yarattı ifadesinin manası budur.
Bizim zaman ve mekân içindeki açıklamamız budur.
Bu görüş Ehlisünnetin görüşüne uymamaktadır, Şiilerin görüşüne de uymamaktadır. Biz o görüşlerden Ehlisünnetin görüşüne tabiyiz. Ne var ki Allah’ın bize görünen görünüşü var. Bir de Allah’ın kendisi ise zaman ve mekân dışındadır. O kendisidir, zatıdır. O görüş de Ehlisünnetin görüşüdür. Doğrusu odur ama biz Allah’ın görünüşüne göre yorumlar yaparız. Yani Allah bize böyle görünmektedir, biz de ona göre davranırız.
Görünmeyen taraf ise bizim için gayb olur ve biz bilemeyiz.
YORUM
Musa’nın kıssasını bitirip insanlığın yapısını anlattıktan sonra Âdem’in kıssasına dönmüştür. Bu sure Mekke suresidir. Orada kısaca temas etmiştir. Medine surelerinde ise daha uzun anlatmıştır. Biz de bir yenilik yapacaksak bunu adım adım ortaya koymalıyız.
Önce Müslümanlar bir arada yaşasınlar diye Akevler’i kurduk. Sonra ortak iş de yapmaları gerekir dedik. Duyurmak ve yayılmak için o zaman partiyi (MNP/MSP) de kurduk.
Kur’an günümüzün sorunlarını çözmelidir dedik ve Adil Düzen’i ortaya koyduk. Şimdi de işin başına dönüyoruz. İşçilik sisteminden ortaklık sistemine geçilmesi gerekir diyoruz. Semt kooperatifleri kurulmalıdır diyoruz. Yüz semt kooperatifi kurulmalıdır diyoruz. Bir merkez kooperatifimiz olmalıdır diyoruz.
Başa dönüyor ve tekrar Akevler’in kuruluş durumuna dönüyoruz. Artık siyasetle veya cemaatlerle değil yine kendimizle meşgul oluyoruz.
Binalara yeniden başlamayacaksınız, katların üstüne kat çıkacaksınız. Musa Peygamber Âdem’in temelini attığı insanlık yapısının bir katını çıkmıştır. Biz de bir kat çıkıyoruz. Biz çıkmayacağız, Allah çıkaracaktır. “Adil Düzen”i biz ortaya koymadık, O koydu ve dünyaya yaydı. Şimdi de semt kooperatiflerini yayacaktır.
1960’lardan sonra neler olmuşsa bütün bunların Kur’an çalışmaları ile olduğunu kabul edebilirsiniz.
Öz Türkçe ile:
“Ve daha önce Âdem ile sözleştik. Unuttu ve onda yeter çabayı bulmadık.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve min kabl Âdem ile ahitleştik. Nesy etti ve onda azmi vecd etmedik.”
Va LaQaD GaHiDNAv EiLAy EAvDaMa MiN QaBLu Fa NaSiYa Va LaM NaCiD LaHUv GaZMan
وَلَقَدْ عَهِدْنَا إِلَى آدَمَ مِنْ قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْمًا (115)
***
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ
Va EiÜ QuLNAv Li eLMaLAvEiKaTi (Va EiÜ FaGuLNAv Li eLFaGAEiLaTi)
“Ve hani meleklere kavletmiştik”
Burada وَ harfi getirilmiş, إِذْ قَالَ denmemiştir. Bundan önce surede bunun atfolacağı bir ifade yoktur. O halde bu mahzuf olan bir beyana dayanmaktadır. Meleklere baştan “Âdem’i yaratacağım” demişti, onu burada zikretmedi وَ ile işaret etti. Böylece bu konudaki kuralı da bize öğretmiş oldu.
Allah Kâinatı yarattı. Onu düzenlemek için de dört şuurlu varlık yarattı; melek, ruh, cin ve insan. Kâinatı bunlar için yarattı. İnsanı en son yarattı. Tanrısı ile cedelleşen hatta yarışan insandır. İnsan eğer kendi iradesiyle iyi varlık olursa kâinatın en üstün varlığıdır, eğer kendi iradesini kötüye kullanırsa en alçak varlığıdır. Musa’nın kıssasından sonra insanı anlatmakta, böylece olayları genel yaradılış felsefesi ile tahlil etmemizi öğretmektedir.
Prof. Dr. Yahya Akyüz’ün Türk Eğitim Tarihi kitabı elime geçti. Mustafa Necati’den, Hasan Âli Yücel’den bahsetmektedir. Bediüzzaman yok. Süleyman Tunahan yok. Oysa bugünkü Türk eğitiminin temel yapısını onlar oluşturmaktadır. Bediüzzaman İslam’ı Türkçeleştirdi. Süleyman Tunahan klasik Arapçayı yaşattı. Bu konuda beni de sıkıntı bastı. Günümüzün eğitim perişanlığı sebebiyle gençlerimizin ve torunlarımızın durumlarını düşünmeye başladım. Birden Kur’an aklıma geldi, ferahladım.
Eğitimde hiçbir şeyle uğraşmayacaksınız, hiçbir yeniliğin peşine düşmeyeceksiniz. Tek yapacağınız şey; insanların Kur’an’la ilişkisini sağlamak. Sonra insanlar ikiye ayrılacaklar; Kur’an’ın yanında olanlar, Kur’an’a karşı olanlar. Kur’an’ın ifadesiyle ifade edelim; böylece isteyen “ekrem” olacak, isteyen “esfel” olacak.
Yani, çözüm Semt kooperatifleri ile olacaktır. Herkes semtlerde yaşayacak. Semtler ikiye ayrılacak; Kur’an semtleri ve cahiliye semtleri. Bunlar arasında yarış veya savaş olacak. Başka bir çıkış yolu yoktur.
اسْجُدُوا لِآدَمَ
EuSCuDUv Li EAvDaMa (EuFGuLUv Li FAvGaLa)
“Âdem için secde edin”
أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ وَالدَّوَابُّ وَكَثِيرٌ مِنَ النَّاسِ وَكَثِيرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُ وَمَنْ يُهِنِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُكْرِمٍ إِنَّ اللَّهَ يَفْعَلُ مَا يَشَاءُ (Hac, 22/18)
Bu ayette “Göklerde olan kimseler, yerlerde olan kimseler Allah’a secde ederler” diyor. Sonra Güneş ve hayvanlar diyor. Bunlar “Men” (مَنْ) içine girmemektedirler. Nâstan çoğu diyor. İnsanlar مَنْ içinde zaten vardır. Nâsın secdesi ile diğerlerinin secdesi farklıdır. Onların secde etmeme imkânları yoktur. Nâsın çoğu da secde eder diyerek teyit etmekte, secde etmeyenlerin de olduklarını beyan etmektedir. Burada cinlerden bahsetmemektedir. Onlar hakkındaki hükümler kıyas yoluyla istihraç edilecektir. Bu ayetten anlaşılıyor ki secde etmek demek yerlere kapanmak demek değildir, O’nun işlerini yapmak ve O’na hizmet etmektir.
وَلِلَّهِ يَسْجُدُ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ مِنْ دَابَّةٍ وَالْمَلَائِكَةُ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ (Nahl, 16/49)
Bu ayette gökte ve yerde olan dabbelerden bahsediyor ve melekleri onlara atfediyor. Çünkü melekler dabbe değildir.
وَلِلَّهِ يَسْجُدُ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَظِلَالُهُمْ بِالْغُدُوِّ وَالْآصَالِ ((Rad, 13/15
Bu ayet “Men”lerden bahsetmektedir. Onların gölgeleri denmektedir. O halde gölgelerin başka manaları vardır. Melekler, canlı menler ve gölgeleri.
Bu ayetlerden öğreniyoruz ki, “secde etmek” demek bilinçli bir iş yapmak demektir, isteğini yerine getirmek demektir.
Secde etmeyi çalışmak anlamında alırsak onun için çalışırlar şeklinde olacaktır. Dolaysıyla لِ harfi ile gelmektedir. Onun istediklerini yaparlar demektir.
Yani bir anne çocuğuna hizmet eder ama çocuk istediği için, kendisi öyle yapmasını uygun gördüğü için yapar. Secdede ise kendisi değil hizmet verdiği kimsenin emrine uyarak yapar. Allah meleklere ve İblis’e insanın istediği hizmeti verin dedi. Böylece insanı irade sahibi yaptı. Aslında İblis de insana secde etmektedir yani kötü işlerde o hizmetindedir. İyi işlerde de melekler secde edeceklerdir.
فَسَجَدُوا
Fa SaCaDUv (Fa FaGaLUv)
“Secde ettiler”
Selam verirsiniz. Bir de elinizi kaldırırsınız.
Yani yalnız dille değil bedenle teyit edersiniz.
Akitlerde sözler yeterli değildir. Alıcı ile satıcı el ele tutar, el tutulmuş iken söylenen sözler teklif ve icabdır. Özel meclislerde söylenenler de teklif ve icabdır. Yazılı anlaşmalarda imzalar atıldıktan sonra sözleşme tamamlanmış olur. Yazılı metin de yeterli değildir, mühür basılması şart koşulmuştur.
O halde “secde” ona hizmet etme değil, hizmet edeceğine söz vermedir ama bunu hareketle ve bedenle teyit etmeyi ifade eder.
إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَى (116)
EilLAv EiBLiySa EaBAy (EilLAv EiFGIyLa FaGaLa)
“Sadece iblis (secde etmedi), iba etti.”
آبَى içimi zor olan sudur. Hayvan onu içmekten çekinir, içmez.
إِبْيَة sütten kesilen kadın manasındadır. Çocuk meme emdiği halde süt gelmez. Sonraları talep ettiği halde bir türlü talebi yerine getirmemekte olan kimse, kaçınmak, çekinmek, kabul etmemek, söz dinlememek anlamında kullanılmaktadır.
أَبْيَة süt vermeyen memedir.
ءبي Kur’an’da 13, ءبو 117 defa geçer. Toplam 130 (2*5*13) eder.
İflas eden anlamındadır. Yani imkânlarını tüketip teslim olan manasındadır. Batı’da cebri icra vardır. İslam düzeninde borçlanma ehliyetinin kalkması vardır. Borcunu kapattığı zaman itibarı iade edilir.
YORUM
Kâinattaki gezegenlerde iki çeşit insan vardır. Biri yasak ağaçtan yememiş ve ilk günahı işlememiş Âdemlerden türeyen gezegenlerde olanlardır. Diğeri ise iblisin şaşırttığı ve günah işlettiği gezegenlerde yaşayanlardır. Yahut başka bir şekilde bir ayırım daha yapabiliriz; secdeden iba etmeyen iblis, secdeden iba eden iblis şeklinde.
Allah irade sahibi iblisleri ve âdemleri yarattı. Onları karşı karşıya getirdi. İblise “Âdem’e secde et” dedi. Kimi iblisler secde ettiler, kimileri etmediler. İblisin secde ettiği gezegende başka tür insan yaşamaya başladı. Bazı gezegenlerin iblisleri secde etmediler. Bundan sonra hamle sırası Âdem’e gelmiştir. Yasak ağaçtan yediler veya yemediler. Yemeyenler için başka tür gezegen oluştu. Bir de yasak ağaçtan yiyen Âdem var, bizim babamız işte odur.
Yasak ağaçtan yemeyenlerin yaşamları nasıl olacak?
Bizim yüz lojmanlı apartman projesi yasak ağaçtan yemeyen, dolayısıyla şeytanın iğva ettiği kimselerin bulunmadığı apartmanlar olacaktır. Öyle bir düzen kurulacak ki, oradaki insanlar günah işlemeyeceklerdir. Herkes birbirini sevecektir. İhtilafları hakemler yoluyla çözecekler ve aralarında çatışma olmayacaktır. Herkes hakem kararlarına uyacak. Uymayan olursa o apartmandan hicret edecek veya hicrete zorlanacak. Oranın sakinleri cennettekiler misali yaşayacaklardır. Yani Marks’ın hayal ettiği dünya cenneti içinde olacaklardır.
Evet, bütün dünya semtleri böyle olmayacak ama böyle semtler de bulunacak. Marks’tan farkımız, biz insanları zorla götürmüyoruz, onlar kendi istekleri ile gidiyorlar. Herkesin gideceğini de kabul etmiyoruz. Daima cehennemde ve arafta kalanlar olacaktır.
Öz Türkçe ile:
“Ve hani görevlilere ‘Âdem’e kapanın’ demiştik. İblis dışındakiler kapanmıştı, o kaçındı.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve hani meleklere Âdem’e secde edin diye kavl etmiştik. İblis dışındakiler secde ettiler, o iba etti.”
Va EiÜ QuLNAv Li eLMaLAEiKati Fa SaCaDUv EilLAv EiBLIySa EaBAy
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَى (116)
***
فَقُلْنَا يَاآدَمُ
Fa QuLNAy YAv EAvDaMu (Fa QuLNAy Yav FaGaLu)
“Ya Âdem diye kavl ettik”
Yani şeytanın secde etmediği anlaşıldıktan sonra dedik.
فَ harfi ile getirilmiştir. Eğer iblis secde etseydi bu sözü söylemeyecekti. İblis secde etmeyince birinci düzen uygulanmadı ve sıra Âdem’e geldi.
Allah insanı ve iblisi irade sahibi yapmıştır, aldıkları kararlara göre olayları oluşturmaktadırlar.
إِنَّ هَذَا عَدُوٌّ لَكَ
EinNa HAvÜAv GaDuvVun LaKa (EinNa HAvÜAv FaGUvLun LaKa)
“İşte bu sana aduvdur”
Bugün şeytanı göremiyoruz. Âdem şeytanı ve melekleri görüyor mu idi?
İnsan başlangıçta şeytan ve melekleri görecek şekilde var edilmişti. Belli kimselerdeki genler öyle düzenlenmişti ki onları görebiliyordu. Bu çocuklara kısmen geçmiştir. Yani bazı kimseler görebilirdi, bazıları göremezdi.
İnsanın melekleri görme genleri Muhammed Peygamber ile sona ermiştir.
Cin ve melekleri görme genleri tamamen ortadan kalkmış mıdır, yoksa hala bu genler devam etmekte midir? Henüz bu hususta kesin sonuçlara varmış değiliz. Cinleri gördüklerini iddia edenler vardır ancak bu müspet ilimle kanıtlanmış değildir.
Bu ayet Âdem’in iblisi gördüğünü açıkça ifade etmektedir. Bununla beraber buradaki هَذَا görünen bir varlığa değil de mecazi olarak bir işi yapan varlığa işaret etmiş olabilir.
وَلِزَوْجِكَ
Va LiZaVCiKa (Va Li FaGLiKa)
“Ve zevcine”
Bu beyandan anlaşılıyor ki Âdem’in ve Havva’nın henüz çocukları yoktur. Çocuklar dünya düzeni belli olduktan sonra doğacaklardır.
Burada زَوْجَتِكَ demiyor, زَوْجِكَ diyor çünkü زَوْج erkek olsun kadın olsun ikisi için söylenir. Buna erkek tekil zamir gider. نَفْس kelimesi de böyledir, نَفْسَة denmez, نَفْس denir. Erkek nefse de نَفْس, dişi nefse de نَفْس denir. Ona zamir ise هَا olarak dişi gider. Erkekle kadının bir olduğunu belirtmek için Kur’an’da “Sizi bir nefisten yarattı, zevcini de ondan yarattı” (Nisa, 4/1) diyerek hem نَفْس hem زَوْج kelimelerini getiriyor ve her ikisine de aynı zamirlerle işaret ediyor. Burada bunun açık delili vardır.
Bu konularda araştırmalar yapan Dr. Mete Firidin’in bunu değerlendirmesi gerekir.
فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقَى (117)
Fa LAv YuPRiCanNaKuMAv MiNa eLCanNaTi Fa TaŞQAv (F aLav YuFGıLanNaKuMAv MiNa eLFaGLaTi Fa TaFGaLa)
“Cennetten ikinizi ihraç etmesin yoksa şakavet edersin.”
الْجَنَّةِ burada marife gelmiştir. Burada Âdem’in bildirdiği cennet yaşadığı cennettir. Yeryüzünde Nil vadisindeki yaz kış meyve veren ormanlıktır.
Şaki (شَاقِي) olursun demek, kötülük etmiş olursun demektir. Şaki olmak demek, kopmak, ayrılmak demektir.
YORUM
İblis secde etmeyince eğer Âdem yasak ağaçtan yemese o zaman yeryüzü başka bir düzende oluşacak, çatışma üzerinde değil yarışma üzerinde kurulacaktı.
İnsanlardan başka kendi türü ile çatışan varlık yoktur. Tek insan vardır ki kendi aralarında savaş olmaktadır. İşte bu çatışma düzeni üzerinde dengenin kurulması Âdem’in yasak ağaçtan yemesine bağlıdır.
Burada فَتَشْقَيَا (ikiniz şaki olursunuz) demiyor, “sen şaki olursun” diyor. Çünkü bütün insanlık barış düzeninden çatışma düzenine itilecektir.
İnsanlar arasındaki denge barış veya savaş üzerinde kurulur. Barış hakem kararlarını kabul edenler arasında oluşur. Savaş hakem kararlarını kabul etmeyenler arasında kurulur. Bugün dünya savaş düzeni içindedir. İsteyenler semt kooperatiflerini kurarlar ve oraya taşınırlar, aralarında savaş biter.
Savaş hakemliği kabul edenlerle kabul etmeyenler arasında oluşur.
Öz Türkçe ile:
“‘Ey Adem, bu senin ve eşinin dövüşenidir. Sizi bağlıktan çıkarmasın, yoksa azarsın.’ dedik.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ya Âdem, bu senin ve zevcinin aduvvudur. İkinizi cennetten ihraç etmesin, yoksa şekavet edersin diye kavl ettik.”
Fa QuLNAy YAv EAvDaMu EinNa HAvÜAv GaDuvVun LaKa Va Li ZaVCiKa Fa LAv YuPRiCanNaKuMAv MiNa elCanNaTi Fa TaŞQAv
فَقُلْنَا يَاآدَمُ إِنَّ هَذَا عَدُوٌّ لَكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقَى (117)
***
إِنَّ لَكَ أَلَّا تَجُوعَ فِيهَا وَلَا تَعْرَى (118)
İnNa LaKa EaN LAv TaCUvGu FİyHAv Va LAv TAGRAv (İnNa LaKa EaN LAv TaFGaLa FIyHAv Va LAv TaGRAy)
“Sen orada ne cu’ edecek ne de u’ryan olacaksın.”
تَجُوعَ deniyor, تَعْرَى deniyor, tekil kullanıyor. Çünkü insan olarak cu’ etmeyecek ve üryan olmayacaksın diyor. Çocuklarını da kapsamı içine almış oluyor. Cümle isim cümlesidir. الْأَرْضَ إِنَّ لَكَ dersin, لَكَ إِنَّ ‘nin haberi olur. Senin için acıkma ve çıplak olma olmayacaktır çünkü sosyal düzen kurulacaktır. Üretimin yarısı yeryüzü kirası olarak hepimizin olacak, diğer yarısı çalışanların emek payı olacaktır. Tam sosyal güvenlik sağlanacak, kimse bunu bozamayacak. Arılar gibi, karıncalar gibi barış içinde ve bütün ihtiyaçları giderilmiş olarak yaşayacaksınız.
Kimileri bu cenneti ahiret cenneti olarak anlıyorlar. O zaman ölmeyeceksin de denmiş olurdu. Oysa burada ölmeme değil çoğalma vardır. Peki, bu dünyada nasıl olacak da acıkmayacak ve çıplak kalmayacak, herkesin yiyeceği olacak, herkesin giyeceği olacak.
Bu nasıl sağlanacak?
Çalışanların ürettikleri ikiye bölünecek. Yarısı emek karşılığı çalışanlara verilecek. Bununla onlar yatırım yapacaklardır. Diğer yarısı ise bütün insanlara dağıtılacak ve evlerde tüketilecek. Ürünün yarısı adil bir şekilde bölüşülecek ve herkese yetecektir.
Eğer Âdem yasak ağaca yaklaşmasaydı biz şimdi öyle bir dünyada yaşayacaktık. Ortaklık semtleri kurulduğu zaman da ayıklananlar böyle semtlerde yaşayacaklardır.
جيء suyun toplandığı çukurdur. Hemzenin Ayn’a dönüşmesiyle boş çukurun adı olmuştur. Boş karın, acıkma anlamındadır.
عريçıplak demektir. Elbisesi giyilmemiş veya bitkisiz geniş alana da denir.
ع etkiyi, ر tekrarı, ي kolaylığı ifade eder.
Kur’an’da جوع 5, جوي 1 defa geçmektedir. Toplam 6 (2*3) eder.
ج toplanma, و birlik, ع etkiyi ifade eder. Boşluk ama acıktıran boşluk anlamındadır.
YORUM
Eski müfessirler buna dayanarak Âdem’in cennette yani öldükten sonra gideceğimiz cennette yaşadığına kanidirler. Eğer ayeti diğer ayetle karşılaştırmadan anlarsak öyledir. Ahiretteki cennetin fiziki kanunlarına uymaktadır. Meleklere ben yeryüzünde insanı yaratacağım demektedir. Cennetten getiririm dememiştir. Dolayısıyla Kur’an’ı okuduğunuzda birçok ayet Âdem’in cennet dediğinin bu dünyadaki bir bahçede yaratıldığına delalet etmektedir. Ayeti yorumlamaya başladığımda ben bunu nasıl yorumlayacağım dedim.
Oraya geldiğim zaman çok açık bir şekilde yorum ortaya çıktı. Kelamın en çıkmaz sorunu da aydınlandı. Allah insanlara irade verdi, kendi iradesine onun iradesini ortak etti. Tanrı olmadık ama Tanrı’nın ibadi olduk. Herkes devlet memuru olmak için çırpınmaktadır. İbadi olmak da belki rütbelerin en büyüğüdür. Çünkü onun üstünde bir mertebe tanrılıktır. O olmak da muhaldir.
Öz Türkçe ile:
“Sen orada ne acıkırsın ne de çıplak olursun.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Sen orada ne cu’ edecek ne de u’ryan olacaksın.”
إِنَّ لَكَ أَلَّا تَجُوعَ فِيهَا وَلَا تَعْرَى (118)
İnNa LaKa EaN LAv TaCUvGu FİyHAv Va LAv TAGRAv (İnNa LaKa EaN LAv TaFGaLa FIyHAv Va LAv TaGRAy)
وَأَنَّكَ لَا تَظْمَأُ فِيهَا وَلَا تَضْحَى (119)
Va EiNaKa LAv TaJMaEu FiyHAv Va LAv TaWXAv (Va EinNaKa LAv TaFGaLu FiyHAv Va LAv TaFGaLa)
“Ve orada ne zeme ne de duha edeceksin.”
Açlık ve çıplaklık belli konulardadır. Neden susuzluğa açlığa değil de sıcaklığa atfetti. Uygun olan açlığı susuzluğa, çıplaklığı sıcaklığa atfetmekti. Klima çalışacak, dolayısıyla sıcaklık ve soğukluk olmayacaktır. Bu klimanın giderleri ortak giderlerden karşılanacak. Apartmanı ve hatta bahçesi ile özel klima olacaktır.
Yüz lojmanlı apartmanlar 15 katlı yani 50 metrelik yükseklikte olacaktır. Bahçesi ile tüm alan sera ile kapatılacak ve onun iklimi farklı olacaktır. Bu sayede yeryüzünün her yerinde bu apartmanlar faaliyette olacaktır. Buranın temiz ve ılımlı havasının sağlanması ortak bütçeden görüleceği gibi buranın sulanması, hatta bahçelerin sulanması da ortak havuzdan yapılacaktır. Herkes karşılıksız yararlanacaktır. Kıyas yoluyla aydınlatma da böyle olacaktır. Giyinme ve yiyecek özel mülkiyetle sağlanacak, sadece yarısı halka, yarısı çalışanlara temlik edilecek, hâlbuki klima ve sulama ise özel mülkiyetle olmayacak herkes ihtiyacı kadar yararlanacaktır. Onların giderleri yiyecek ve giyecek üretiminden sağlanacaktır.
مَظْمَأ sulanmakta olan toprağın susuz hâline denmektedir.
Kur’an’da ظمء 3, ذبح 9 defa geçmektedir. Toplam 12 (22*3) eder.
ضحي şehrin girişine uzaktan bakan yerdir. Güneşin en sıcak olduğu öğleden önceki zamandır. Kur’an’da ضحي 5, Dal harfi ile دحي 1 defa geçmektedir.
د çevreyi, ح hareketi, ي kolaylığı ifade eder.
ضحي Fiil olarak sıcakta olmaktır. Türkçede soğuk için üşüdüm tabiri vardır ama sıcaktan bunaldık deriz. Tek kelime yoktur. Arapçada ضحي kökü bu anlamda kullanılır.
Klimalı apartmanlar yapılacak, sulu apartmanlar yapılacak. Seranın girişinde tuzlu su olsa da hava geçerken buharını alacak, iki cam arasından geçen hava ısınmış olacak ama buhardan doymuş olacak ve seraya girecek, soğuyunca yağacak. Yani mikro klima oluşturulacak ve oranın iklimi mevsimlere göre değişmeyecektir.
Eğer Âdem suç işlemeseydi böyle apartmanlarda yaşayacaklardı. Biz de şimdi böyle yaşamak isteyenlere ve istemeyenlere yüz lojmanlı apartmanlar yapıyoruz, isteyenler istediği apartmanda yaşayacaklardır.
Siz benim dediklerimi anlamaya çalışın. Çoğunuz o apartmanları görecek ve onlarda yaşayacaksınız. Önce anlamaya sonra yapmaya başlayın.
YORUM
Dünya cennetinde susamayacak ve sıcaktan bunalmayacaksın.
Bu dünyada yaşayacak ama bu dünyanın sıkıntısını çekmeyeceksin.
İnsanların saadet içinde yaşamaları için iki ipe sarılmaları gerekir.
Bu iplerden biri Kur’an’dır.
Kur’an insanın mesut olması için ne gerekiyorsa onu ortaya koymuştur.
İkincisi ise; aralarında çıkan nizaları hakemler yoluyla çözecekler ve hakem kararlarına zulüm de olsa uyacaklardır. Bu yer huzurun merkezidir.
Diğer bir husus ise arz ve talep kanunlarını çalıştırmadır. Bunun için de senetler çıkarmaktır. İzin yasağını kaldırmaktır. İnsanlar için yasaklanan ağaç faiz yasağıdır, katletme yasağıdır, sirkat yasağıdır.
Öz Türkçe ile:
“Ve senin için orada ne susamak ne de ısınmak vardır.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve senin için orada ne zeme ne de duha vardır.”
Va EinNaKa LAv TaJMaEu FIyHAv Va LAv TaWXAv
وَأَنَّكَ لَا تَظْمَأُ فِيهَا وَلَا تَضْحَى (119)
***
فَوَسْوَسَ إِلَيْهِ الشَّيْطَانُ
Fa VaSVaSa EiLaYHi elŞaYOAvNu (Fa YaFGaLu EiLaYHi eLFaGLAvNu)
“Şeytan ona vesvese verdi”
Fıs fıs etmek anlamındadır. Arapçada seslerin taklidi ile oluşmuş kelimelerin tekrarı ile fiil yapılmaktadır. Bunların üçlü kökü yoktur. Bunlara müşahhas ilk kök aramak gerekmez. Türkçede mastar fısıldamak, vızıldamak şeklinde ifade edilir. “Vesvas” fısıldayan olarak çevrilecektir. Kur’an’da وسوس 5, بلي 1 defa geçmektedir. Toplam 6 (2*3) eder.
و beraberliği, س mekânda diziyi ifade eder.
شَيْطَان kuyudan su çekilen uzun iptir. Şeytan ipe benzediğinden buna benzetilmiştir. Zehirli yılan anlamı kazanmıştır. İnsanı kötülüğe götüren varlığa şeytan denmiştir.
ش Şerri karaltıyı ifade eder, ط dayanmayı, ن belirsizliği ifade eder.
ش Şerareyi, aşırılığı, şerri ifade eder, ط uyumu gösterir.
Şeytan ona vesvese ediyor da onlara etmiyor.
Demek ki bugünkü düzeni bize oluşturan Havva değil Âdem’dir. “Şeytan erkeği değil kadını kandırmış” fikri doğru değildir. Daha önce “iblis” olarak adı geçmişti, şimdi “şeytan” olarak geçmektedir. Eğer iblis secde etseydi şeytan olmayacaktı. İsyandan önce iblisti. Sonra da adı iblis kalmıştır ama şeytanlaşmıştır. Artık kötülük görevini almıştır. Yani şeytan demek kötü işlerde görevli demektir ve bu şeytan insandan veya cinden olabilir.
قَالَ يَاآدَمُ
QAvLa YAv EAvDaMu (FaGaLa YAv FAGaLu)
“Ya Âdem diye kavletti”
Karısını idlal etmeden önce kocasını idlal etmektedir. Şeytan kadınlara suç işletmekten çok erkeklere suç işletmeye çalışır. Çünkü onun idlal etmek istediği insandan çok insanlıktır.
İsmiyle hitap etmektedir. Şeytanı görmektedir. Bu sebeple قَالَ denmektedir. Sadece vesvese verseydi görmemiş olabilirdi.
Şeytanı ve meleği görme yeteneği bir gene bağlanmıştır. Bugün de gördüklerini iddia edenler vardır. Bunun üzerine tam araştırma yapılmamıştır.
هَلْ أَدُلُّكَ
HaL EaDulLuKa (HaL EaFGaLuKa)
“Sana delalet edeyim mi?”
دَلّ/دَلْو kova demektir. دَلّ fiil olarak kovayı suya salmak demektir. “Delalet” Vav’ın Lam’a dönüşmesi ile bir şeye ulaşılmakta kullanılan araçtır.
دلل Kur’an’da 7, درء 5, دلو 5 defa geçmektedir.
د çevreyi, ل de belirliliği ifade eder.
Şeytan insana vaat eder. Kolayca zengin olacağını ilham eder. O da gerçek kolayı bırakır, kolay zannettiği zora gider. İnsan ölümlüdür. O ise hayat suyunu arar. “Ölmeyecek su içeyim” der. Oysa dünyada herkes ölümü tadacaktır. İsa Peygamber dâhil herkes ölmüştür. Ahirette beraber dirileceğiz.
Şeytan şimdi insanlığa diyor ki; çok oy alın, iktidar olun, her şey çözülecek. Halkı kullanmaya devam edecektir. Yine şeytan diyor ki; çok Dolar kazanın, sorununuz kalmayacaktır. Kalabalık olma kurtuluşun sebebi sayılıyor. Varlıklı olma kurtuluşun sebebi sayılıyor. Silahlı olma kurtuluşun sebebi sayılıyor.
عَلَى شَجَرَةِ الْخُلْدِ
GaLAy ŞaCaRaTi eLPuLDi (GaLAy FaGaLaTi eLFuGLi)
“Huldun şeceri üzerine”
شَجَر ağaç demektir. Dallı bitkidir. Dallanmak anlamına gelir.
Topluluğu bölen olaya “şecer” denmektedir.
شجر Kur’an’da 27, سكر 7 defa geçer. Toplam 34 (2*17) eder.
خُلْد yağmurun ve karın yıpratıp parçalayamadığı kayalardır. Ölümsüz olmak için kullanılmaya başlanmıştır.
خلد Kur’an’da 87, خلص 31 defa geçer. Toplam 118 (2*59) eder.
“Huldun şeceri” insanı halid kılan şecerdir.
İnsanlarda bir özellik vardır. Örnek olarak sigortalı olmak ister. Bir an önce yaşlanayım da maaş alayım ve çalışmadan yaşayayım der. Oysa bu ölüme yaklaşma demektir. Öyle bir ağaca götürüyor ki onu kazanma endişesinden uzak tutuyor. Sabit gelirim olsun, ben onunla yaşayayım. Bu huld şeceridir. Herkes bunu istemektedir. Evim olsun, kiraya vereyim, çalışmadan yaşayayım. Sigortalı olayım, maaşım olsun, çalışmadan yaşayayım. Bankada param olsun, faiziyle istediğimi yapayım. Huldun şeceri budur. Şeytan insanları bununla kandırmıştır.
Kur’an düzeninde bu vardır. İnsanlar dünyaya geldiklerinde anne babasından yaşama kredisini alırlar. O, anne babasına borçlanmaz, topluluğa borçlanır (Allah’a borçlanır). Büyüyünce de evlenir, evlenip çocuklar yetiştirir, böylece borcunu öder. Yaşlananlara bakar ve alacaklı olur, kendisi yaşlanınca alacağını çocuklarından alır.
Kur’an düzenindeki huld budur. Eğer çocuklarına bakacak imkânları yoksa, yaşlılarına bakacak imkânları yoksa, topluluk onlara yoksulluk ve fakirlik payından bölüştürür. Anne babaları veya çocukları yoksa, yakınları onların yerine geçer, yaşlılar ve yetimler faslından destek payını alır ve yaşar. Yani semt kooperatifleri daru’l-hulddur. İnsanlar insanlara sigortalanırlar.
Şeytan düzeninde ise insanlar mallara, yapılara ve dolara sigortalanırlar.
وَمُلْكٍ لَا يَبْلَى
Va MüLKin LAy YaBLAv (Va FuGLin LAv YaFGaLa)
“Ve belv etmeyen mülke”
“Melekût” (مَلَكُوت) tüm kâinatın mülk olarak varlığını ifade eder. “Melek” de bu melekût içinde bu melekûtu yönetmek için görevlendirilmiş şuurlu varlıklardır. مِلْك çamur manasından gelmiş olmalıdır. Türkçedeki bilek kelimesi ile bir yakınlığı olmalıdır. Sonraları kişinin sahip olduğu arazi ve üzerindeki yapılara مُلْك denmiştir. Devletler aşamasında ülkenin sahibi olarak hükümdarlar مَلِيك olarak anılmışlardır. مُلْك de krallık anlamındadır. Türkçeye “kral, melik, hakan” olarak tercüme edilebilir. Öz Türkçesi “han” dır.
م enginliği, ل belirliliği, ك de kişiliği ifade eder.
بلو bileme taşıdır. Sürterek keskinleştirmek için kullanılan taş, biley taşıdır. İnsanları olgunlaştırmak için sıkıntılara uğratmaya “bela” denir.
بلي yıpranmak demektir. İktisattaki amortismana tekabül eder.
Kâinat yaratıldığı zaman hidrojen olarak yaratıldı. Hidrojen birleşir helyum olur. Bu birleşmede ışık enerjisi doğar. Işık enerjisi aynı istikamette akan enerjidir. Sonra bunlar parçacıklara çarpar ve sonunda ısı enerjisine dönüşür. Isı demek değişik istikametlerde dağılan demektir. Işığın dağınık şekline ısı denir. Kâinatta her şey düzgünlükten dağınıklığa gider. Buna termodinamiğin ikinci kanunu denir. Yeryüzünde her şey bozulmaktadır.
İnsanlar isterler ki bozulmayan şeylere sahip olsunlar. Taşınmazlar en zor bozulanlardır. Bunların devamlı olmasını isterler.
خُلْدinsanlar için, لَا يَبْلَى ise eşyalar için gelir.
Ekonomide buna yenilenme denmektedir, toplulukta ise çoğalma diyoruz.
İnsanlar varlıklarında süreklilik ister, kendilerine de ölümsüzlük isterler.
Şeytan insanların bu zayıf noktalarını yakalamıştır.
Semt Kooperatiflerinde bunu sağlayan bir düzen vardır. Yeryüzü imar edilmektedir. İmar demek daha çok nüfusun yaşayacağı bir duruma gelme demektir.
Bu iki şekilde olur. Alan büyütülür. Karalardan sonra denizler, denizlerden sonra gezegenler, gezegenlerden sonra uzay daha çok insanı barındıracak alanlardır.
Diğeri ise bir yerde daha çok insanı yaşayacak şekle sokmaktır. Yüz lojmanlı işyeri apartmanları bugün aynı yerde daha çok insanı yaşatacak imkânları sağlar. Yarın yüz lojmanlı gemiler olacak. Daha sonra yüz lojmanlı suni uydular olacaktır. Daha ilerde hidrojen enerjisini kullanan, Güneş ve yıldızlardan yararlanmadan da hayatın sürdüğü uzaylar olacaktır.
Bununla beraber bütün bunlar bitecek ve kâinat yeni düzenle düzenlenecektir. Bunlar insanlık için mukadderdir. Şeytan ise bunun hemen olmasını istemiştir. Oysa bunun tamamını ancak ahirette göreceğiz. Biz dünyada çalışarak uygarlık adımlarını atacağız. Semt kooperatifleri kurarak insanlığın hedefe ulaşmasını sağlamada bize düşeni yapacağız.
YORUM
Allah Âdem’i yarattı. Onu baştan zayıf ve cehul kıldı. İnsanlara uygarlaşma görevini verdi. Böylece insanlık gelişecek ve Allah’ın istediği düzen oluşacaktır.
Allah bu uygarlığı çok kolay bir şekilde yaratabilirdi. Öyle yapmadı. İnsanlar çalışarak kendi uygarlıklarını kendileri oluşturdular. Böylece kendi varlıklarını gösterdiler.
Bir kısmı ise bu nimete hamd etmiyor, onlar da görevlerini yapmadıkları için onlara uygun yere götürüleceklerdir. Yine de itiraz eder neden böyle yaptı diyebilirsiniz. Ona da Kur’an cevap veriyor, yaptığından sorumlu değildir, onu sorumlu kılma söz konusu değildir.
Öz Türkçe ile:
“Şeytan ona fıs fıs etti. ‘Ey Âdem, seni kalıcılık ağacına ve aşınmayan varlığa götüreyim mi?’ dedi”
Kur’an kelimeleri ile:
“Şeytan ona vesvese etti. Ya Âdem, sana huld şecerine ve belv etmeyen mülke delalet edeyim mi diye kavl etti.”
FaVaSVaSa EiLaYHi elŞaYOAvNu QAvLa YAv EAvDaMu HaL EaDulLuKa GaLAv ŞaCaRaTi elPuLDi VaMüLKin LAy YaBLAv
فَوَسْوَسَ إِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَاآدَمُ هَلْ أَدُلُّكَ عَلَى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَا يَبْلَى (120)
***
فَأَكَلَا مِنْهَا
Fa EaKaLAy MiNHAv (Fa FaGaLAv NiNHAv)
“Ondan ikisi ekl etti”
“Ekl etmek” (ءكل) bir şeyi bitirmek, tüketmek demektir. “Taam etmek” (طعم) ise doymak, beslenmek demektir. Burada “taam” demiyor da “ekl” diyor. Karınlarını doyurma yerine huldu aramayı hedeflemişler.
فَأَكَلَ مِنْهَا denmiyor, ikisi ekletti diyor. Hâlbuki şeytan yalnız Âdem’i iğva etmişti.
Şeytan karı koca arasına girer ve birini suç işlemeye ikna eder. Eşi de ona uyar. Böylece iyilikte de kötülükte de bir olurlar.
Bugünkü insanlık bu sapıklığın içindedir. Çocuk bir şey ister, anası dayanamaz ona uyar. Kocası da eşini kıramaz yahut korkar ona uyar. Bu gidiş çok kötü gidiştir.
Bugün devletler de böyle idare edilmektedir. Görünürde hanedanlık kalkmıştır ama fiilen topluluk böyle yönetilmektedir.
Bunun çözümü nedir?
Evet, kadın da koca da çocuk da büyük de karşı tarafın talep ettiği, Kur’an’a uyuyorsa hemen kabul etmelidir, uymuyorsa reddetmeli ve direnmelidir. Böylece aile içine Kur’an hâkim olur. Şeytanın iğvası kalkar.
Kur’an’a neyin uyduğunu neyin uymadığını tespitte ihtilaf olursa hakemlere giderler. Kur’an’a ve hakemlere teslim olanlar saadet içinde yaşarlar.
Eğer Âdem şeytana uymasaydı yeryüzündeki bütün semtlerde karı koca arasında Kur’an’ın ve hakemlerin kararları uygulanacaktı ve bugünkü sıkıntılar olmayacaktı.
İşte, yüz lojmanlı apartmanlara bunun için ihtiyaç vardır. Huzur içinde yaşamak isteyenler cennet hayatı yaşatan apartmanlarda oturacaklardır. Oraya hicret edecekler, diğerleri ise oradan hicret edeceklerdir.
YORUM
“Ondan ekl ettiler.”
Öyle maddeler aldılar ki onlarda olan bazı genleri tahrip etti, faal olmayan genler devreye girdi, başka Âdem oldu.
Evrimi iyi kavramamız için bazı biyolojik kavramları bilmemiz gerekir. Faal (dominant) genler var, atıl (resesif) genler var. Göz bebeğini ele alalım, gözü kara yapan bir gen vardır. Gözü mavi yapan başka gen vardır. İkisi beraber olduğu zaman mavi renk geni çalışmaz. Buna atıl gen denir ama eğer siz onun kara genini tahrip ederseniz mavi geni çalışmaya başlar. İlk canlı bütün canlılık genini içeriyordu ama genlerin çoğu atıl durumda idi çünkü bütün genler vardı. Zamanla atıl kılan genler tahrip edildi ve yeni türler ortaya çıktı. Sonunda insan oluştu. Yasak ağaçta yedikleri bir madde Âdem ve Havva’da insanın günah işlememe genini örten geni tahrip etti ve böylece atıl gen faaliyete geçti.
Bugünkü yeryüzü insanları böyledirler ama bu genin tahrip edilmediği, dolayısıyla günah işlemeyen bazı insanlar başka gezegenlerde bulunmaktadırlar. Biz onlara dönemeyiz ama onların her zaman bize dönme şansları vardır.
***
فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْءَاتُهُمَا
Fa BaDaT LaHuMAv SaVEAvTuHUMAv (FaFAGaLaT LaHuMAv FaGLataHUMAv)
“İkisine sevetleri bedvet etti”
Ağaçtan yiyince kılları döküldü.
Tüm canlıların vücut örtüleri vardır. Doğaya onunla uyum sağlarlar. Sıcak ve soğuktan onunla korunurlar. Yalnız insan o ağaçtan yedikten sonra çıplaklaşmıştır. Tevrat’ta diyor ki, daha evvel utanma yoktu. Demek ki birçok insani hasletler o ağaçtan yedikten sonra ortaya çıktı. Ondan sonra setretmek farz oldu. Bu olay olurken henüz çocukları yoktu.
بَادِيَة çöl demektir. بَدَى çöle çıkmak, ortaya çıkmak anlamına gelir. Başlamak manasında بدء olmuş, “Ye” “Hemze”ye dönüşmüştür.
بَدَأَ- يَبْدَأُ başlamak demektir.
Kur’an’da بدء 15, بدو 31 defa geçmektedir. Toplam 46 (2*23) eder.
Tüyleri döküldüğü için ön ve arkaları ortaya çıktı anlamında olduğu gibi daha önce açık olmasında bir çirkinlik görmedikleri halde şimdi görmeye başladılar demek de olabilir.
Diğer hayvanlar nasıl elbise giymiyorlarsa, insan da o zamana kadar elbise giyme ihtiyacını hissetmiyordu.
وَطَفِقَا
VaOaFiQAy (VaFaGıLAy)
“Ve ikisi tafk etti”
طفق bir şeyi kapatmak için kullanılan tıpa benzeri şeydir. Eli koyup sıvazlamak طفق’dir. Kur’an’da 3 defa geçer. طفء sönme anlamındadır. Kül ile kapatma yahut çuvala koyup söndürmedir. Kur’an’da 3 defa geçer. Toplam 6 (2*3) eder.
Diğer canlılar da cinsi arzular ancak döllenecekleri zaman ortaya çıkar. İnsanlarda ise aile hayatı beşikten mezara kadar sürdüğü için tüm hayatı boyunca mevcuttur, sürekli olarak cinsi tahrik vardır. Bu tahrikin olmaması için örtünme teşri edilmiştir. Ayrıca bedende elektrikî şarj olmaktadır, örtünenlerde iletkenlik devam eder. Hâlbuki açık bedenlerde derilerin üzerini yalıtkan tabaka bağlar, sonra bedenler birbirine temas edince deşarj olmaz. Bu da cinsi ilişkilerde doyumsuzluk başlatır. Yıkanma zorunluluğu ilişkilerin aralıkla olmasını sağlayarak ilişkilerde cinsi heyecanı artırır. Böylece aile hayatı daha iyi devam eder.
İşte, böylece insanda örtünme ve utanma zorunlulukları ortaya çıkmıştır.
يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا
YaPÖıFAvNı GaLaYHiMAv (YaFGıLAvNı GaLaYHiMAv)
“İkisi üzerlerine hasf ediyorlardı”
Bağlamışlardı.
Demek ki tekstil teknolojisi daha ilk günlerde doğmaya başladı. Bazı bitkiler vardır. Yaprakları büyük olduğu gibi gövdelerindeki kabukları liflidir, ip olarak kullanılırlar. Kopardıkları yaprakları birbirlerine bağladılar, sonra kendilerine birer peştamal yaptılar. Böylece elbise ortaya çıktı. Elbiselerin görevleri şunlardır.
1) Cinsi uzuvları kapatır ve cinsi tahriki önler. Böylece insanların aile hayatını yaşamaları sağlanır.
2) Soğuktan ve sıcaktan korunur. Bu sayede insanlar her iklimde, hatta uzayda bile yaşayabilirler.
3) Bedeni dış saldırılardan korur.
4) Kişilerin kimliklerini belirler.
Bugün en büyük sanayi tekstil sanayiidir. Uygarlığın doğup gelişmesine sebep olmaktadır. Elbiseler sayesinde uzayda gezebiliyoruz.
مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِ
MiN VaRaQi eLCanNaTi (Min VaRaQı eLFaGLaTi)
“Cennet verakından”
وَرَق yaprak demektir. و birliği, ر tekrarı, ق kuvveti ifade eder.
جَنَّة bahçe demektir.
“Cennet” dışarıdan iç tarafı görünmeyen meyveliklerin adıdır. “Cenin” kelimesi buradan gelmektedir. Görünmeyen varlıklara “cin” denmektedir ve inse karşı kullanılmaktadır.
جنن Kur’an’da 201, جرر 1 defa geçer. Toplam 202 (2*101) eder.
Basit sayılar kanununa uymamaktadır. Başka kelime aranmalıdır.
(جنب olabilir, bu kök Kur’an’da 33 defa geçer. Toplam 234 (2*32*13) eder.)
“Cennet” kelimesi burada marife geçmiştir. Âdem’in yaratıldığı cennettir. Yaprak da orada yetişen özel bitkinin yaprağıdır. Bitkiler aleminde bu bitki tespit edilebilir. Âdem’in bulunduğu köyde DNA’ları bulunabilir. Âdem Nil’in yukarısında bir köyde var edilmiştir. Bu köy bugün bulunmuştur. DNA’lar kemikler gibidir, bozulmazlar. Bundan 60 bin yıl önce var olmuştur. İnsanın nesil yaşlarını sayan DNA’lar vardır. 33 nesilde bir düşmektedir. Dolayısıyla ilk insanı bulabiliyor ve ondan sonra ne zaman kaçıncı nesle ulaştığımızı bilebiliyoruz. O köyde şimdi yaşayan bitkiler ve eskiden yaşamış bitkiler tespit edilebilir. Böylece Kur’an’ın bu haberi teyit edilmiş olur.
وَعَصَى آدَمُ رَبَّهُ
Va GaÖAy EAvDaMu RabBAHUv (VaFaGaLa EaFGaLa FaGGaLaHu)
“Ve Âdem Rabbine isyan etti”
Âdem’i zikrediyor ve müfret kullanıyor. Havva değil Âdem isyan etti.
“Cürum” suç işlemektir. “İsyan etme” ise karşı çıkmadır. Yukarıda فَنَسِيَ (115. ayet) diyor, burada “isyan etti” diyor. Rabbine yani yetiştiricisine isyan etti. Allah’ın nebi olarak yetiştirdiği kimse O’nun emirlerini dinlemedi. Onun için isyan etti diyor. Havva isyan etmedi, çünkü o nebi değildi. O halde bir görevlinin görevini unutması nisyandır ama görevli olmayanın genel kurallara uymaması isyan değil belki ismdir.
Havva’yı burada katması Havva’nın günah işlediği anlamına gelmez. Sadece görevli olmadığı için isyan etmemiştir. İslam düzenine tabi olup iktidar olanların iktidar olduktan sonra onu yapmaması isyandır ama baştan Adil Düzen için yola çıkmayıp sonra Adil Düzen’e kulak vermemesi isyan değildir, belki zenbdir.
فَغَوَى
Fa ĞaVAv (Fa FaGaLa)
“Ğayy etmiştir”
غَاوِي, غَيَى kenar demek, غَوَى kenara çekilmek, yoldan çıkmak demektir.
غ değişmeyi, و birliği, ي kolaylığı ifade eder.
Âdem şeriattan ayrılmıştır. İsyan etmekle kalmamış, bir de günah işlemiştir.
YORUM
Yüz lojmanlı apartmanlarda cennet hayatını yaşayacağız ama bu iradi yaşama olacaktır. Yani genetik olarak yine günah işleyen insan olacağız. Böylece günah işleyen insanlardan üstün insan olacağız. Günah işleme gücümüz olduğu halde biz günahsız bir hayatı tercih etmiş bulunuyoruz. O halde bizim görevimiz yalnız bize lojmanlı apartmanlar yapma değildir. Bizden ayrılmak isteyenlere de imkân sağlamalıyız ki o isyan hayatını tercih edebilsinler. Yoksa onları da bizim gibi cennet hayatını yaşamaya zorlarız. Oysa onların vücutları o hayatı yaşayabilecek durumda değildir.
Hicret demokrasisi sayesinde biz şeriat düzeni içinde yaşayabiliriz. “Dinler/dindarlar bağnazdır, kendileri gibi düşünmeyenlerin düşmanıdırlar” diyorlar. Söyledikleri doğrudur. Batıl dinler öyledir. Hak dinler ise kooperatif içinde herkese kendi hayatını yaşayacak imkânı sağlamak zorundadır yani diğerinin tam tersine herkesin istediği gibi yaşamasını sağlar. Zorunlu sebeplerden dolayı Müslüman olmamalı, kendi irade ve rızasıyla Müslüman olmalıdırlar. Bunun için de herkese imkân hazırlamalıyız.
Anadolu Platformu adı altında Afyon’da şimdi yayımlanan beyanı biz 1967’de kooperatife gaye maddesi yaptık. Adil Düzen işte onları gerçekleştiren bir düzendir. Sağır sultan duydu ama bu platform sahipleri duymadı, bizi de haberdar bile etmediler.
Ne yapılacağının yanında nasıl yapılacağı da söylenmelidir.
Sadece oy almak için yapılan beyanatlar beni rahatsız ediyor.
Öz Türkçe ile:
“İkisi ondan yediler. İkisine çirkinlikleri ortaya çıktı. Üzerlerine bağ yapraklarını dikerek kapattılar. Âdem yetiştiricisine karşı geldi ve azdı.”
Kur’an kelimeleri ile:
“İkisi ondan ekl ettiler. Sev’etleri kendilerine bidayet etti ve tafk ettiler. Cennetin varaklarını üzerlerine hasf ettiler. Âdem rabbine isyan etti ğavi oldu.”
Fa EaKaLAy MiNHAv FaBaDaT SaVEAvTuHuMAv Va OaFiQAv YaPSiFAvNı GaLaYHiMAv MiN VaRaQı eLCanNaTi Va GaÖAv EAvDaMu RabBaHUv Fa ĞaVAy
فَأَكَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْءَاتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِ وَعَصَى آدَمُ رَبَّهُ فَغَوَى (121)