TÂHA SÛRESİ TEFSİRİ
Süleyman Karagülle
823 Okunma
108-114.AYETLER

 

***

 

TAHA SÛRESİ - 16. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

***

 

يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُ وَخَشَعَتِ الْأَصْوَاتُ لِلرَّحْمَنِ فَلَا تَسْمَعُ إِلَّا هَمْسًا (108) يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلًا (109) يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُحِيطُونَ بِهِ عِلْمًا (110) وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْمًا (111) وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْمًا وَلَا هَضْمًا (112) وَكَذَلِكَ أَنْزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا وَصَرَّفْنَا فِيهِ مِنَ الْوَعِيدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ أَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْرًا (113) فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْآنِ مِنْ قَبْلِ أَنْ يُقْضَى إِلَيْكَ وَحْيُهُ وَقُلْ رَبِّ زِدْنِي عِلْمًا (114)

 

***

 

يَوْمَئِذٍ

YaVMa EiÜın (FaGLaEiÜin)

“O yevm”

Harfi atıfsız “yevmeizin” haberleri tasnif etmek içindir;

a) Sura üflenecek,

b) Mücrimler zurka gelecek,

c) Daiye tabi olunacak ve

d) Şefaat edilmeyecek.

Dört safha anlatılıyor; sura üfleme ikinci patlama olacaktır demektir, herkes dirilecek, herkes daiye uyacak, yargılanacaklar. Anlatmada bu da bir sanattır.

Türkiye’yi tanıtmak istediğiniz zaman kişiye her ilden bir şeyi göstererek vilayetlerin hepsini birer özelliği ile tanıtırsınız. İlimde ve eğitimde de böyledir.

يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ

YatTabıGuNa elDAvGıYa (YaFTaGıLUvNa eLFAvGiLa)

“Daiye ittiba ederler”

Tabi olanlar kimlerdir?

“Daiye” kişidir, marife gelmiştir. Gelişigüzel dai olmayacaktır. Bilinen dai gelecek demektir. Kimdir bu dai?

Allah her kişiye bir dai gönderecektir, o alıp götürecektir.

Başka yerde “saik” ve “şehit” dendiği halde burada “dai” denmektedir.

Kişi önce mahkemeye davet olunur. Gelmezse ondan sonra silahlı güçle götürülür. Buna “saik” denmektedir. Bugün bu “saik” “sevkiyat” şeklinde kullanılmaktadır. Şubeden alıp birliğe kadar götürülür. Sonra herkes kendisi gelsin dendi, ona göre kanun çıktı.

Cezaların infazında kuraldır. ‘Yarın seni asacağız, sabahleyin dokuzda idam sehpasında hazır ol’ denir. O da gelir ve asılır. Bu kişi cennete gider, çünkü cezasını burada çekmiştir. Malları vârislerine kalır. İslam mezarlığında defnedilir. İslam kayıtlarında adı devam eder. Kendisi gelmezse o zaman silah gider ve onu öldürür. Malları müsadere edilir. Mezara/mezarlığa gömülmez, çukura atılır. Kütüphanelerde kayıtları silinir.

لَا عِوَجَ لَهُ  

LAv GıVaCa LaHUv (LAv FiGaLa LaHUv)

“Ona ivec yoktur”

Buradaki zamir davet edene raci olacağı gibi davet edilene de raci olabilir. İkisi de doğrudur. Davet edilen kaçmadığı gibi dai de serbest bırakmaz, sağda solda vakit kaybetmez. En kısa yoldan en kısa zamanda huzura getirilir. Davet eden davet edilen üzerinde herhangi bir uygulama yapmaz, eziyet etmez.

Suçluya ancak ceza kanununda belirtilmiş olan cezalar uygulanır. Onun dışında uygulayıcılar bir uygulama yaparlarsa kısas ve diyet hükümlerine tabidir. Tutuklama ve yakalama ceza kanunlarında ceza karşılığı zikredilmediği için İslamiyet’te yoktur. Yönetim güvenlik sebebiyle yakalama ve tutuklama yapabilir ama onun karşılığı olan diyeti öder. Kişi suçlu olsa da olmasa da kendisine yapılan ceza dışındaki fiiller devletçe tazmin edilir.

“لَا عِوَجَ لَهُ”nun ne kadar büyük anlamı var.

İşte bundan dolayı Kur’an’ın misli getirilemez.

وَخَشَعَتِ الْأَصْوَاتُ

Va PaŞaGaTi eLEaÖVAvTu (Va FaGıLaTi eLEaFGAvLu)

“Ve esvat huşu etmiştir”

“يَوْمَئِذٍ” dendikten sonra sanki muhatap ve hatip orada yaşıyorlar gibi konuşuyorlar. Burada fiil mazi olarak kullanılmıştır, oysa olay ahirette geçecektir.

“Huşu” «Haşia», toprak üzerinde olgunlaşmış sonbahardaki kuru ottur. Bu otlar çürür ve toprak daha iyi ot bitirecek hale gelir. Bu verimli toprağın adı «huşu»dur. Böylece insanın belli bilgiler aldıktan sonra o bilgilerin etkisi altında rabbine dönmesi için içinde oluşan duyguya huşu denir. Kur’an’da namaz içinde kunut ve huşu farz kılınmıştır. “Kunut” okunanları dinlemek, yani Allah’ın emirlerini telakki etmek, “huşu” ise ondan sonra sükûnet halini alarak kendi içini dinleyerek rabıta kurmaktır.

خشع 17 defa, خطو 5 defa geçer. 22=2*11

خ yıkıntıyı, ش sıçramayı, ع etkiyi ifade eder.

صوت çomaktır, onunla davul seslendirilir.

ص dayanıklılığı, و birliği, ت tepeyi ifade eder.

Sesler alçalmıştır, sesler çıkmaz olmuştur. Yani insanların gücü yüksek ses çıkarmaya yetmez olmuştur. Türkçede de ‘sesini çıkarmadı’ deriz. Burada artık tartışma yoktur. Tüm hayatın filmi alınmış ve deftere geçirilmiştir. Hem o gün yapılanlar filimde gösterilecektir hem de fiillerin karşılığı deftere yazılacaktır.

Ekonomide iki sütun vardır. Biri miktarları gösterir. Diğeri ise değerleri gösterir. Miktar gözle görülür, terazi ile tartılır, metre ile ölçülür. Değer ise sadece insanlar tarafından takdir edilir. Onu gözle görmek ve terazi ile tartmak, metre ile ölçmek mümkün değildir. Sadece insanların takdiri ile ifade edilir. Yani değer ile miktar farklıdır. Miktarlar filme alınır ve onu gelecekte gösterebilir. Oysa değerlerin muhasebede rakam olarak yazılması gerekir.

İnsanlar yaptıklarını görürler. Meleklerin değerlendirerek yazdıklarını hesap defterinde okurlar. Ses çıkaramazlar. Sessizce kabul ederler yahut ses çıkarmazlar.

Ceza hukukunda soruşturma böyle yapılır. Önce bilgiler toplanır. Sanıklar ve tanıklar ziyaret edilir. Bilgiler alınır. Sonra soruşturmacılar tarafından yazılı sorulur. Yazılı olarak alınanlar Allah tarafından sonuçlandırılacaktır.

لِلرَّحْمَنِ

Li elRaXMAvNı (Li eLFaGLAvNı)

“Rahman için”

Soruşturma bitmiş, hakemlerin kararı Allah’a arz edilmiştir. Herkes sesini kesmiş Rahman’ın kararını beklemektedir. Burada rahman ismiyle ifade edilmiştir.

İnsanların yaptıklarının karşılığı tespit edilmiş, sevapları ile günahları defterde yer almıştır. Günahlar bire bir olarak hesaplanmıştır. Sevaplar ise bire on olarak hesaplanmıştır. Buna göre insanların yerleri belirlenmiştir. Kimi cehennemde yer almıştır, kimi cennete gidecektir, kimi de arafta kalacaktır.

Buradaki karar böyle infaz edilmeyecek, âlemlerin rabbi rahman sıfatı ile tecelli edecek ve insanların hak ettikleri karşılıkları iyileştirilecektir. Cezalar azaltılacak, daha az insan cehenneme gidecek, daha çok insan cennete gidecektir. Bu Allah’ın rahim değil de rahman ismiyle gerçekleşecektir.

فَلَا تَسْمَعُ إِلَّا هَمْسًا (108)

Fa LAv TaSMaGu EilLAv HaMSan

“Hemsden başkasını sem’ edemezsin.”

“همس”  deve toynaklarıdır. Ayak seslerine “hems” denir.

همس Kur’an’da 1 defa, همز ise 3 defa geçer. 4=2*2

ه düzlüğü, م enginliği, س mekânda diziyi ifade eder.

Ayak seslerinden başka bir şey duyamazsın. Herkes susmuş uygun adım yürümektedir. Seslerde جهر ve خفي var. جهر harflerin sert çıkarılmasıdır. خفي ise fısıltıdır.

Gramerciler “همس”i yumuşak harfler için kullanmakta ise de Kur’an’da bu manası yoktur. Ayak sesi anlamındadır. Uygun adım attığınız zaman birlikte ses çıkar, adi adımda ise herkes ayrı zamanda adım attığı için adım sesleri duyulmaz. Burada yürüyüşün uygun adım olacağı ifade edilmektedir.

Toplu yürüyüşler uygun adımla yapılacaktır. En zayıf olanın adımları ile yürünecektir. Deve kervanının önüne eşek koyarlar, yürüyüş temposunu o ayarlar. Askerlikte uzun boylular arkadan yürürler, kısa boylular en önde giderler. Böylece takım en kısa adımları atacak şekilde kendini ayarlamış olur. Ayet bu durumu tarif etmektedir. 

Burada Kur’an’ı yorumlama tekniğini yeniden hatırlatalım:

a) Kur’an bugün bize nazil olmaktadır.

b) Kur’an hepimize ayrı nazil olmakta, ortak manalar icmalar olup bize birlikte nazil olmaktadır.

c) Tarihteki kıssalar bize örnek alalım diye anlatılmaktadır. Hemen günümüzün sorunlarını onların davranışları ile nasıl çözeriz diye düşünmemiz gerekir.

d) Bir de ahiret ayetleri anlatıldığında ideal dünya hayatına da örnek vermiş olur.

 

YORUM:

Musa denizi geçmiş, İbrahim’in levhalarını getirmiş, kavmini buzağıya tapar bulmuştur. Taha Suresi’nde ateşi görmekle başlayan kıssayı buzağıya tapma durumuna getirip burada sona erdirmiştir. Ondan sonra ahiret hayatı anlatılmıştır.

Bu dünya anne rahmi gibidir. Nasıl bir hücre anne rahminde çoğalır insan halini alınca dünyaya gelirse, insanlık da bir anne babadan çoğalmakta ve organları oluşmaktadır. Doğum zamanı gelince insanlık üç boyutlu uzaydan çıkıp dört boyutlu uzaya geçecektir, dört boyutlu uzayda doğacaktır. Dünyadaki bütün olaylar sağlıklı bir insanın dört boyutlu uzayda doğması şeklindedir. Taha Suresi Musa’nın kıssası ile günümüzdeki oluşmayı anlatmış, gayenin ahiret hayatı olduğunu hatırlatmaktadır. Bugünkü ahireti reddeden veya hesaba katmayan insanlara ahireti hatırlatmakta, onlara bunu bildirmektedir.

Her birimiz herhangi bir hareketi yaparken ahirette hesap vereceğimizi bir an bile unutmadan hareket edeceğiz. Ahirette kötü durumda olmamamız için Kur’an bizim rehberimiz olmalıdır. Kur’an’a kulak verirseniz görürsünüz ki dünyadaki işlerimiz de hallolmuştur. Yarın ahirette de necata ermiş olacaksınız.

Yine hatırlatmak isteriz. Bugünkü insanlığı kurtaracak olan semt kooperatifleridir. Müslimler semt kooperatifini malen destekleyeceklerdir. Müminler ise semt kooperatiflerine hicret ederek Kur’an’ı yeryüzüne yayacaklardır. Müslimler de o düzenden yararlanacaklardır.

Bu sureleri okuyan müslim ve müminler buna göre okuyacaklardır.

 

Öz Türkçe ile:

“O gün çağırana uyulur. Ona sapma yoktur ve sesler Yaşatan için kısılır. Fısıltıdan başkasını duyamazsın.”

Kur’an kelimeleri ile:

“O yevm daiye tabi olurlar. Ona ivec yoktur ve Rahman için esvat huşu etmiştir. Hemsden başkasını sem’ edemezsin.” 

 

YaVMaEiÜinYatTaBıGUvNa elDAvGıYa Lav GıVaCa LaHUv Va PaŞaGaTi eLEaÖVAvTu Li elRaXMAvNı FaLAv TaSMaGu EilAv HaMSan

يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُ وَخَشَعَتِ الْأَصْوَاتُ لِلرَّحْمَنِ فَلَا تَسْمَعُ إِلَّا هَمْسًا (108)

 

***

 

يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ  

YaVMaEiÜin LAv TaNFaGu elŞaFAvGaTu (FaGLaEiÜiN Lav TaFGaLu eLFAGAvLaTu)

“O gün şefaat menfaat etmez”

Allah insanı yeryüzünde kendisine halife kılmıştır. Allah’ın halifesi insanlıktır. Ancak insanlığı insan temsil eder. Kişi topluluğun halifesidir. Böylece kişi de Allah’ın halifesi olmaktadır. Kişi içtihatları ile topluluk adına Allah adına karar alır.

Şimdi insanlar görevlerini yaparlar ve diğer insanlarla ilişki kurarlar. Bu durum sonunda toplulukta örgütlenmeyi ortaya çıkarır. Bu örgütleme dikey ve yatay olmaktadır.

Dikey örgütlenme aile, ocak, semt, bucak, belde, il, kent, ülke ve insanlık olarak sınıflanır. Merkezde Mekke vardır.

Yatay örgütlenme ise dayanışma ortaklıkları, işletmeler, hizmet ortaklıkları benzeri örgütlerdir. Burada insanlar birbirlerine emretme ve uyma durumundadırlar. İnsanlar diğer insanlarla insanlık sıfatlarına göre değil, görevli oldukları topluluğun Allah’ın halifesi olması nedeniyle uyma durumundadırlar. Bundan dolayıdır ki görevlerini yaptıkları zaman amirlerine karşı değil de hakemlere karşı sorumludurlar. Buraya kadar her şey sistem içindedir.

İnsanların yeteneklerini belirlemek için imtihan edilmeleri gerekmektedir. Bu imtihanı kim yapacaktır? Bu kişinin kişi üzerindeki bir tahakkümü değil midir? Önce dünyada şefaat var mıdır? Bir insanın cezası birisinin aracılığı ile azaltılabilir mi? Yahut rütbesi birinin aracılığı ile çoğaltılır mı? Yeryüzünde Allah’ın halifesi kişiler olduğuna göre yeryüzündeki düzen şefaat üzerine kurulmuştur. Oy vererek birini milletvekili yapıyorsak biz ona şefaat etmiş oluyoruz. Cumhurbaşkanına birisini aracı yapıyorsak şefaat ediliyoruz demektir. O halde yeryüzündeki şefaat düzenini adil ve dengeli bir şekilde kurmamız gerekmektedir.

Kur’an değişik ayetlerde ahirette şefaat hayatı bitecektir, artık aracılarla işler hallolmayacaktır diyor. Bunu değişik ayetlerle anlatmaktadır. Ne var ki bazı ayetlerde buna istisna getirilmekte, “Allah’ın izin verdiği kimseler” denmektedir. Burada da böyle bir istisna vardır. Oysa Kur’an’da 10’a yakın yerde o gün şefaat yoktur diyor.

Bu iki ifadeyi şöyle telif ediyoruz. Bu dünya hayatı şefaat üzerine kurulmuştur. Bu sayede özgür insanlar topluluk oluşturacaklardır.

Ben hastaneye gidince Dr. Lütfi veya Tayibet Hanım bana rehberlik yapmaktadır. Onların hastasıyım diye doktorlar bana farklı muamele yapmaktadırlar. Bu bizim talebimizden doğmamaktadır. İnsanın yaratılışından doğan bir duygu olmaktadır.

Bu dünya hayatında asıl olan şefaattir. İstisna olarak yasaklı olanlar vardır. Bir başkasının hakkı zayi olmamalıdır. İsm veya udvan olmamalıdır, şeriata aykırı olmamalıdır.

Sistem şefaat üzerine oturmalıdır. Demokrasi de budur. Hareketler içtihatla yapılacak. Seçimler ise şefaatle olacak. Ne var ki seçme yetkisi ve şefaat etme adil şekilde dağılmış olsun. Şeriat bu sınırları belirler. Kıyamet yevminde ise şefaat yoktur. Herkes özgürdür. Dünyadaki ortaklık kuralları geçerlidir. Bunun istisnaları vardır. O istisnalar Kur’an’da izin şeklinde belirtilmiştir.

إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَنُ

eEilLAv MaN EaÜiNa LaHu erRaXMAvNu (EilLAv MaN EaFGaLa LaHu eLFaGLAvNu)

“Yalnız rahmanın ona izin verdiği kimse”

Burada “Rahman” kelimesi tekrar edilmiştir. Şefaate izin verilecek ama bu bir başkasının haklarını azaltmayacaktır. Rahim sıfatı ile değil rahman sıfatıyla başka kimsenin hakkını eksiltmemek şartı ile izin verilecektir.

Buradaki “Hu” zamiri şefaat edene de gidebilir şefaat edilene de, her iki mana da doğrudur. Aralarında “ve” de olabilir “ev/veya” de olabilir. Asıl olan şefaatin olması ilkesini alırsak “ve” harfi ile yorumlamamız daha doğru olabilir. Buna göre şu durumlar vardır.

İnsanlardan bir kısmına şefaat yetkisi verilecektir. Belli bir miktar şefaat tanınacak ve bu kadar miktarda şefaati kullanacak kişinin günahlarını tenzil ettirecektir.

Bir de şefaat edilmesine izin verilen kimseler. Bunlar da şefaatçi bulurlarsa hesaplanan günahlarını tenzil ettireceklerdir. Sıfır şefaat yetkisi verilmiş olabilir, sıfır şefaat yetkisini almış olabilir.

Şefaat eden ile şefaat edilen arasında özel ilişkiler varsa, o şefaat etme kapasitesini ona kullanabilecektir. Bu şefaat anlayışından kişiyi tanrılaştırma durumunu çıkarmamalıyız. Peygamberin herkese sonsuz yetki ile şefaat edeceği yanlıştır. Tanıdıklarına veya torunlarına veya onu görenlere şefaat eder. Asıl olan şefaatsizliktir, şefaat istisnadır. Kişiler tanrılaştırılmamalıdır.

وَرَضِيَ لَهُ قَوْلًا (109)

Va RaWIya LaHUv QaVLan (Va FAGıLa LAHUv FaGLan)

“Va kavlen razı olduğu.”

Allah’ın bir kitabı vardır. Onunla kurallar beyan edilmiştir. Herkes kitaba uyma durumundadır. Bu şeriattır.

Allah’ın bir de kavli vardır. Kişiye o anda o işi yapmasını emreder ve teşri eder. Ahiretteki şefaat genel kurallara göredir. Sonunda Allah’ın izni ile beraber kavlen de razı olur.

İzin verme demek, yapıp yapmamakta serbesttir demektir. Kavl ise yap demektir. Tasdikten sonra artık şefaat eden geri almaz. Şefaat etmeden erteleyebilir ama şefaatten sonra artık onu geri alma yoktur.

Bu durum dünyadaki şefaatler için de geçerlidir. Şefaat eden topluluk adına Allah adına şefaat etmiştir. Ondan sonra onu geri almak onun yetkisinde değildir. Belki hakemler kararı ile alınır. Bundan dolayıdır ki bir üniversite diplomayı yanlış vermiş olsa bile onu geri alamaz. Yüksek Seçim Kurulu milletvekiline mazbatayı verdikten sonra onu iptal edemez, geri alamaz. Bu kural ahirette de geçerli olacaktır.

 

YORUM

İnsanların diğer canlılardan farkı kişiliklerini kaybetmeden topluğun üyesi olmalarıdır.

Hücrelerin bağımsız varlıkları yoktur. Ağaçların aralarında bir bağ yoktur. Arılar ayrı ayrı üretirler, birlikte tüketirler, kovan içinde kişilikleri yoktur.

İnsanlar ise birlikte üretirler, sonra bölüşürler, ayrı ayrı ve ayrı yerlerde tüketirler. Yani insanlar kişiliklerini koruyarak birlikte yaşarlar. Bunu sağlayan sözleşmelerdir.

Diğer canlıların da dilleri vardır ancak o dilleri genetiktir, ırsî olarak intikal eder ve kendileri herhangi bir ek yapmazlar. Bu meleklerde de böyledir. Dolayısıyla meleklerin ilmi sınırlıdır.

Oysa insan ilmini artırabildiği gibi dilini de geliştirmektedir.

Bir düşünce bir fikir kişinin kendisine aittir. Topluluk ona müdahale edemez. Ama söz haline geldi mi artık o topluluğun olmuştur. Kişi sözleri ile ilzam olunur. Kavilde rıza şarttır. Yani baskı altında olmamalıdır. Ama kavil söylendikten sonra artık kişi kendi sözünün esiridir.

 

Öz Türkçe ile:

“O gün yaşatanın olur verdiği ve onda sözle benimsediğinden başkasının aracılığı bir yarar sağlamaz.”

Kur’an kelimeleri ile:

“O yevm rahmanın ona izin verdiği ve kavlen razı olan kimsenin şefaati bir menfaat vermez.”

 

YaVMaEiÜin LAv TaNFaGu elŞaFAvGATu EilLAv MaN EaÜiNa LaHuv elRaXMAvNu Va RaWıYa LaHUv QaVLan

يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلًا (109)

 

***

 

يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ

YaGLaMu MAv BaYNa EaYDiKuM Va MAv PaLFaKuM (YaFGaLu MAv FaGLa FaGLaHuM Va MAv FaGLaHuM FıGLan)

“Yedlerinin beyninde ve halflerinde olanı ilmetmektedir”

“أَيْدِي” eller, “بَيْنَ أَيْدِي” ön tarafları demektir. Sağ-sol koldan geçen düzlemin ön tarafına “بَيْنَ أَيْدِي” denmektedir. Düzlemin arkasında kalana da “خَلْف” denmektedir. Burada mekânda değil de zamanda بَيْنَ أَيْدِي ve خَلْف kullanılmaktadır. Zaman beş boyutlu uzayda yürüyüştür. Üç boyutlu uzayda ifade mecazidir, geçmişte yapılanlar arkada yapılmış kabul ediliyor. Oysa beş boyutlu uzayda bu ifade hakiki ifadedir. Gökte uçan uçağın yerdeki gölgesi mecazi gidiştir. Gökteki uçuş haktır. Biz bugün geçmişte yapılanları göremiyoruz. Gelecekte yapacaklarımızdan haberimiz yoktur. Oysa ahirette geçmişte yaptıklarımızı ve gelecekte yapacaklarımızı bir arada göreceğiz.

O halde Allah geçmişimizi bildiği gibi gelecekte neler olacağını veya olabileceğini de bilmektedir. Cüzi iradenin de alternatiflerini bilmektedir. İyi satranç oynayan ileride karşı tarafın hamlelerini hesaplar, şunu oynarsam şunu oynar, ben de şunu oynarım gibi alternatifleri sıralarsa, Allah alternatiflerin hepsini ve iradesini kullanan insanın oynayacağı alternatiflerin hepsini bilmektedir. Sonuçta en çok ileriyi hesaplayan oyuncu galip geldiği gibi Allah da sonuna kadar alternatifleri bildiği için satrancı kazanan o olacaktır.

Demek ki var eden kâinatı bir satranç oyunu gibi var etmiştir. Önce programını yazmıştır. Sonra oyuncuları yerleştirmiştir. Oyunculara cüzi irade vermiştir. Her iki takımda oynamaktadır. Ama sonunda O’nun dediği olacaktır. Kimsenin iradesine müdahale etmiyor. Oyun uzayabiliyor ama sonunda satranç onun iradesi ile bitiyor.

Bu varsayıma göre Adil Düzen mutlaka gelecektir. Şeriat düzeni, ortaklık düzeni mutlaka gelecektir. Gelme zamanını ise biz oyuncular belirleriz. Kurallar öyle konmuştur. Sonunda sağdakiler galip gelir, sadece zamanı tarafların oyuncularının başarıları belirler. Yenilmemiz yok ama ne zaman yeneceğimiz bizim çalışmamıza bağlıdır.

وَلَا يُحِيطُونَ بِهِ عِلْمًا (110)

Va LAy YuXıOuvNa BiHİy GiLMan (Va LAy YuFGıLUvNa BiHIy FiGLan)

“Ve ilmen onu ihata edemezler.”

İnsanın bilgisi sınırlıdır, ne kadar düşünürse düşünsün, sonunda bir yerden sonra alternatif hamleleri üretemez. Oysa Allah’ın ilmi sonsuz olduğu için O’nun ilmine sınır koyamazlar. “Hat” çevre demektir. Allah’ın ilminin sınırı yani çevresi yoktur.

Yeryüzü ve kâinatta satranç oynanıyor. İki takım hesaplayabildikleri hamlelere göre oynuyorlar. Allah’ın ise hesaplanan hamle sayısı sonsuzdur. Kimse O’nun hamle sayısının önüne geçemez. Oyuncular ise bir sonraki hamleyi hesaplamakla birbirinin hamle kapasitesini sınırlayabilmektedirler.

Allah’ın izin vermesi ve sonunda kavlen de razı olması O’nun sonsuz ilminin sonucudur.

Kavlen razı olan eğer şefaat eden ise o zaman şefaatini kavlen ifade etmesi gerekir. O halde Allah razı olsun sözümüzün değeri vardır.

İçimiz razı olmasa da kavlen razı olmuşsak artık rücu edemeyiz, kavlen rıza geçerlidir.

 

YORUM:

Kur’an’ı okudukça yeni şeyler öğreniyoruz. Bu ayette de iki yeni şeyi öğrendik.

Dünya şefaate dayanır ama istisnaları vardır.

Ahiret şefaat yasağına dayanır ama istisnaları vardır.

Kalben rıza vardır, kavlen rıza vardır. Bazı yerlerde kavlen rıza yeterlidir.

Söz ağzımızdan çıktı mı artık ondan rücu etmemiz mümkün değildir. Bu sebepledir ki Ebu Hanife kalben imanı yeterli görmemiş, kavlen de ifade edilmesi gerekir demiştir. Buna delil olarak “قُولُوا آمَنَّا بِاللَّهِ” ayetini göstermektedir.

Bir insan kalben küfretse yani Allah’ın var olmadığına karar verse ama bunu ağzıyla söylemediği takdirde geçersizdir, imanı devam etmektedir. İman etmesi de yeterli değildir, kavlen iman ettim demesi gerekir.

Kur’an’da kavlen rıza yalnız burada geçmektedir ama fıkhın yarısına hükmetmektedir.

Bir anayasa yapıyorlar, kurumlar icat ediyorlar ama diğer kurumlar boşta kalıyor. Başkanlık sisteminde artık Milli Güvenlik Kurulu’na gerek kalmamaktadır. Mademki tüm bürokratları ve tüm bakanları o tayin ediyor, o istediği zaman istediği kimse ile istişare eder. Hâlbuki Milli Güvenlik Kurulu hükümeti denetleyici bir istişare kuruludur.

 

Öz Türkçe ile:

“Önlerinde ve arkada olanları bilmektedir ve O’nu bilgi ile kuşatamazlar.” 

Kur’an kelimeleri ile:

“Yedlerinin beyninde ve halflerinde olanı ilmetmektedir, O’nu ilmen ihata edemezler.”

 

YaGLaMu MAv BaYNa EaYDiHiM Va MAv PaLFaHuM Va LAv YuXIyOUvNa BiHIy GiLMan

يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُحِيطُونَ بِهِ عِلْمًا (110)

 

***

 

وَعَنَتِ الْوُجُوهُ

Va GaNaTi eLVuCUvHu (Va FaGaLaTi eLFuGUvLu)

“Ve vecihleri inayet etmiştir”

Ünvan kişinin firma adıdır. İnsana ismi ana babası verir. Kendi ismini kendisinin koyma geleneği yoktur. Kendi kendilerine de isim koyabilirler, buna unvan denir. Ünvan aynı zamanda kişinin topluluğa yaptığı taahhütlerdir.

Kişi sözleşme yapar ve ben bununla sizinle ilişki kuracağım der.

“Vechi inayet etmek” demek, ben firma kuruyorum ama sen ne dersen ben onu yapacağım demektir. Kendilerinin değil de vecihlerinin inayet etmesi, verdiği sözlerin ve isteklerin kabul edilmesi demektir.

لِلْحَيِّ الْقَيُّومِ

LiLXayYı eLQayYuMi (LielFaGLi elFagGUvLi)

“Kayyum olan Hayye”

Esvatın huşu rahmana, inayet ise kayyum olan hayya yapılmaktadır. Hayydır. Bizim hayylığımız arızidir, bugün varız yarın yokuz. Ahirette de acaba uyku var mıdır?

Olmadığına dair bir işaret almadığımıza göre istihsan ile uyku vardır. Uyku zamanı biz hay değiliz demektir. Allah ise uyumaz, uyuklamaz. Hay ayık haldir. Kayyum ayakta olmadır. Yönetici olma demektir. Kur’an’da başka yerde de aynı ifade geçmektedir.

Allah’ın halifesi olan topluluk da daima uyanık olmalı ve daima iş yapar olmalıdır. Devlet dairelerinin tatil edilmesi yanlıştır. Kadrolar görevlilere verilir. Mekânlar tahsis edilir. Herkes hizmeti kadar ücret alır. Herkes mesai saatlerini kendisi tayin eder. Yani devlette de ortaklık sistemi vardır. Kişi çıkarı olduğu içi çalışır.

Gece hizmetlerinin ücretleri fazla kılınarak bu saatler boş bırakılmaz. Her tarafta arz ve talep kanunları işlemektedir. Arz ve talep kanunları insanı topluluk içinde özgür kılar. O halde ne kadar arz ve talep kanunlarını çalıştırırsak o kadar insani düzene geçmiş oluruz.

İşte, rejimler arasındaki yarış budur.

Yayın organları lehv ve le’biyat ile doludur. Buyursunlar, düzenlerimizi karşılaştıralım bakalım, arz ve talep kanunlarını hangi rejim sağlıyor.

Hay ve kayyuma hangi devlet yaklaşabiliyorsa o devlet yarışı kazanıyor demektir.

وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْمًا (111)

Va QaD PAvBa MaN PaMaLa JuLMan (Va QaD PAvBa MaN FaGALa FuGLan)

“Ve zulmü hamleden hayb etmiştir.”

“خيب” ilk insanlar ateşi taşları birbirine vurarak çıkan kıvılcımdan yararlanarak üretiyorlardı. Kuru mantardan yapılan kav üstüne kıvılcım düştüğü zaman tutuşur ve alevsiz yanar. Üflendiğinde ateş olur. Bu kavların bir kısmı nemli veya türü sebebiyle ateş almaz. Bu tür mantara “haybe” denir. Bir işte gayret edip ümitle uğraşırken sonuç elde edemeyen kimsenin perişan hale gelip çökmesine, bitkin hale gelmesine mastar olmuştur.

خيب 5 defa, خيم 1 defa geçer. 6=2*3

خ çökmeyi, ي kolaylığı, م de enginliği ifade eder.

Zulmü taşıyanlar diyor, zalimler demiyor. Zulmü yüklenen bir defa yüklenmiştir. Zulmü taşımak demek zalime yardımcı olma, zulmün oluşmasına hizmet etmedir. Şahsen haksızlık yaparsan bu zulümdür ama zulüm çarkında görev alma zulmü taşımak demektir. Kendisi zulüm yapmıyor ama hizmet ettiği düzen zulüm mekanizmasıdır.

Bunu biliyor ve anlatıyorduk ama Kur’an’daki ifadesini şimdi bulmuş bulunuyoruz.

 

YORUM

Risale-i Nur şakirtleri Akevler’i desteklediler. Akevler’in Kur’an kaynaklı tavsiyelerine uydular. Son derece düzeldiler, etkili oldular, kendileri de kimseye zulmetmediler ama zulüm çarkının hamallığını yaptılar. Bizi bırakıp onlarla bir oldular. Gülen dâhil kendileri zalim değil ama zalim olduklarını bildikleri kimselerin hamallığını yaptılar.

Bunların cezası umduklarını bulamamalarıdır. Hala direniyor ve hala zalim çarkın içinde başarıya ulaşacaklarını sanıyorlar. Buralarda yetişen arkadaşlar şimdi yurt dışında hala zulüm çarkının galip geleceğini sanıyorlar. Birçok samimi Nurcular da vechini el-hayyu’l-kayyuma çevireceğine zulmün hamalı olmaya devam ediyorlar.

Kendilerine tavsiye ederim, o çarkın dışına çıksınlar, ilk günlerde olduğu gibi Akevler’e ortak olsunlar. Devletlerine sadık olsunlar. Allah (devlet) onları affedecektir.

Ama bu zulüm hamallığından vaz geçmezlerse hayb edeceklerdir.

Bunları ben söylemiyorum, Kur’an söylüyor.

Banka, faizli de olsa ülkenin ekonomisine hizmet etmektedir. Bunun sistemi yanlıştır.

Ar-ge çalışmasını yapmaktayız, projeler üretmekteyiz. Bugün kestane odunundan kömür yaptık ve onu elde ettik. Tuğladan bir metreküp ocak yaptık, üstünü saçla kapattık ve ateşe verdik. Sadece fizik bilgimizle sonuç elde ettik.

Biz şimdi böyle projeler üretmekteyiz. Şimdi Yalova’da girişimde bulunuyoruz. Sonra tüm kestane odununu değerlendirmek üzere işletmenin büyümesini hedefliyoruz. Kestane odunu odun olarak bir şeye yaramamaktadır ama kömür olarak en iyi kömürü vermektedir. Odun kömürünün ülkemizin bir sektörü olmasını istiyoruz.

Bu seminerleri okuyanlar bilsinler ki Allah onları görevli kılmıştır, ne yapacakları bundan sonraki ayette anlatılacaktır.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve yüzler diri ve durur olana çevrilir. Ezmeyi taşıyan bitmiştir.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve vecihler hay ve kayyum olana inayet eder. Zulmü hamleden hayb etmiştir.”

 

Va GaNaTi eLVuCUvHu Li eLXayYi eL QayYUvMi Va QaD PAvBa MaN XaMaLa JuLMan

وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْمًا (111)

 

***

 

وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ

Va MaN YaFGaLu MiNa elÖAvLıXAvTi

“Ve salihattan kim amel ederse”

Burada “Ve” harfi ile atfetmiştir, zulmü hamledene karşı salihatı amel edeni getirmiştir. Kur’an’da istenen Adil Düzen’dir yani dengeli düzendir. Zulme hamallık yapmayacak, buna karşılık salihattan amel edecek. Herkes salihatı kendisi belirleyecek, ben bunu yaparsam zulme hizmet etmiş olmam, insanlığa hizmet etmiş olurum.

Kur’an’ın istediği çıkar paralelliğidir yani ben öyle iş yapmalıyım ki benim çıkarıma olacak, karşıdakinin çıkarına olacak, topluluğun çıkarına olacak, kimsenin zararına olmayacak.

Salihatı amel etme budur.

“الصَّالِحَاتِ”ın kurallı çoğul gelmesi bunları ifade ediyor. 

“يَعْمَلْ”nun tekil gelmesi de herkesin kendi içtihadı ile hareket edeceğini ifade eder.

“مِنْ” getirerek herkesin kendisine uygun bir işi olduğunu belirtir. Marife üzerine “مِنْ” gelirse küllün belli parçasını ifade eder. Akevler’deki Ar-Ge Ortaklığı ortaklarına bu imkânı sağlama ar-ge’sini yapmaktadır. Eğer biz her sahada arz ve talep kanunlarını çalıştırırsak o zaman ortaklarımız ameli salihata kendi içtihatları ile ulaşmış olacaklardır. 

وَهُوَ مُؤْمِنٌ

Va HuVa MüEMiNun (Va HuVa MuFGiLun)

“Ve o mümin iken”

Müfessirler Kur’an’daki kelimelerin manalarını Kur’an nazil olduğu zamanki manası ile değil, sonradan anlaşıldığı manalarla yorumlamışlardır. Buradaki mümini Allah ve ahirete iman şeklinde anlamışlardır. Oysa o güven vererek demektir. Dayanışma ortaklığına girerek yani kendisini sigorta ederek ameli salih işlerse demektir. İş yaptığı kimselere güvence vermek demektir. Bu da ancak dayanışma ortaklığına girmekle olur. Ortaklardan biri zarar ettiğinde bütün ortaklar zarar etmiş olur ve birlikte paylaşırlar. Uygar düzende işler sigortasız yapılmaz. Kur’an’ın önerdiği sigorta sistemi de akile sigorta sistemidir.

فَلَا يَخَافُ ظُلْمًا وَلَا هَضْمًا (112)

Fa LAy YaPAvFu JuLMan Va LAv HaWMan (Fa LAv YaFGaLu FuGLan Va LA FaGLan)

“Ne zulümden ne de hedmden havf eder.”

Evet, dayanışma ortaklığına girdiği zaman ne zulümden ne de hezimden korkar.

“Zulmetmek” haksızlık yapmak veya haksızlığa uğramak anlamındadır. Meçhul fiillerin masdarları olduğu halde Arapçada meçhulün masdarı yoktur. Masdar her iki manayı da içerir. Eğer sadece faili kastediyorsan “zalimen” dersin, mefulü kastediyorsan” mazlumen” dersin. O halde dayanışma ortaklıkları hem zulümden korkmamak için vardır hem de zulme uğramamak için vardır. Siz zulme uğramazsınız, çünkü karşı taraf diyeti hemen öder. Zulmetmezsiniz, çünkü kendi tarafına da diyet ödenir. Şimdi yeni hüküm bize bildiriliyor. Eğer karşı tarafın dayanışması yoksa senin zararını senin dayanışman öder, karşı taraftan talep eder.

Demek ki dayanışma ortaklığında başka bir güvence daha vardır. O da silsile ile ilerleyip yok etme demektir. Dayanışma ortaklıkları kişilerin zaruri ihtiyaçlarını da giderirler. Yalnız bu dayanışma tüm bucakta, tüm ilde, tüm ülkede birlikte giderilir. Yalnız kendi dayanışmasında giderilemez. Buradan şunu istidlal edebiliriz. Bir kimsenin zekâttan pay alabilmesi için dayanışma ortağı olması gerekmektedir. Böylece İslam devlet düzeninin temeli dayanışma ortaklığıdır. Bu sebepledir ki Resul Peygamber Medine’ye gider gitmez dayanışma ortaklıklarını kurmuştur.

 

YORUM:

Bu ayet dayanışma ortaklıklarını zülmün hamli olma ile karşı karşıya koymuştur. Faizli düzende her şey sermayenin kârına göre düzenlenmiştir. Peygamberler düzeninde ise her şey dayanışma üzerine kurulmuştur, ortaklık üzerine kurulmuştur. Herkesin defteri vardır. Borç ve alacaklarını o defterde yazar, defterden muhasebelere geçirilir ve böylece kişiler arz ve talep kanunları içinde topluluğu oluştururlar. Üretici en pahalı satabileceği malı üretir. Tüketici en ucuz alabileceği malı alır. Böylece ülkede bütün mallar dengeli ve en verimli bir şekilde üretilip tüketilir. Yani gün/saat bir saat çalışma ile yaşatabildiği en çok günü yaşatır.

Ekonomide böyle olduğu gibi küçükler, yaşlılar, sakatlar, hastalar topluluktaki payları ile çalışmadan yaşarlar. Zekât ve kredi (dayanışma) topluluğu ayakta tutar.

İsrail oğulları artık çöllere düşeceklerdir. O sıkıntılı günlerini bu kurallar içinde geçirecek ve başarıya ulaşacaklardır. Bugün de dünya ve Türkiye çöldekilerden daha çetin günlerini yaşamaktadır. Çölü başarı ile geçebilmek için bu sureye dikkat etmelidirler.

Zulmün hamalı olmamalı ve salihatı amel etmelidirler. Bu da semt kooperatifleridir.

Bu kooperatiflerde neler vardır?

a) Bu kooperatiflerde senetler vardır, herkesin hakkı yazılmaktadır.

b) Bu kooperatiflerde dayanışma vardır, kimseye zulmedilmemekte kimse de zulmetmemektedir.

c) Bu kooperatiflerde genel hizmet vardır, büyük işletmelerin küçükleri yok etmesini önlemektedir.

d) Bu kooperatiflerde hakemler vardır, yargı adil bulunmaktadır.

Birisi çıkıp da ‘bunlar kötüdür’ diyebiliyor mu?

Ütopya diyorlar. Ütopya demek doğa kanunlarına aykırı şeyler söylemek demektir.

Birisi bize çıkıp da ‘bu doğa veya sosyal kanunlarına aykırıdır’ diyebilmekte midir?

 

Öz Türkçe ile:

“Ve kim güvenilir iken güvende uygun işler işlerse, o ezmeden ve sinmeden korkmaz.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

 “Ve o mümin iken salihattan kim amel ederse, o ne zulümden ne de hedmden havf eder.”

 

Va MaN YaGMaL MiNa elÖAvLiXAvTi Va HuVa MuEMiNun Fa LAv YaPAFu JuLMan Va LAv HaWMan

وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْمًا وَلَا هَضْمًا (112)

 

***

 

وَكَذَلِكَ

Va KaÜAvLiKa

“Ve böylece”

“كَذَلِكَ” diyor, “ذَلِكُمْ” demiyor. “Size” demiyor. Buradakiكَذَلِك işaret ettiği kimse Kur’an’ı inanarak okuyan kimsedir.

Birini dinlerken veya birini okurken bu illettir diye okuyacak veya dinleyeceksiniz. Doğrudur da demeyeceksiniz, içindeki doğruları alacağım, yanlışları ise atacağım, bilmediklerim hakkında da bir şey demeyeceğim diyeceksiniz.

Kur’an da bunu istiyor; oku, anla, aklına uygun olanı al, uygun olmayanı bu müteşabihtir diyerek alma. ‘Ben şimdi bunu almayım’ deme, ne reddet ne de kabul et diyor. Kur’an’ın bütünlüğünü bozmamak için hepsine inandım diyorsun, aklına yatmayana da müteşabih diyorsun. Böylece Kur’an’da ilme aykırı bir şey bulunmuyor.

“Ve” harfi ile atfedilmiştir. Musa’ya indirilen Tevrat, Kur’an’a benzerdir ama aynı değildir, farklıdır.

أَنْزَلْنَاهُ

EaNZaLNAvHu (EaFGaLNAvHu)

“Onu inzal ettik”

Buradaki “Hu” zamiri nereye gidiyor? Surenin başında “Kur’an’ı şakavetin için indirmedik” diyor. Sure sonuna kadar uzlaşmacı olarak kalmaktadır.  

قُرْآنًا عَرَبِيًّا

KuREAvNan GaRaBiyYan (FuGLAvNan FaGaLiyYan)

“Arapça Kur’an olarak”

Kur’an Arapçadır. Kur’an Arapça olarak inmemiştir. Arapça Kur’an dili olarak oluşturulmuştur. Surenin başındaki Kur’an marifedir, ona zamir gönderilmiştir Hal olarak Kur’an gelmiştir.

Kur’an’ın kendisi Arapça değildir, Kur’an’ın kıraati Arapçadır. Sadece “arabiyyen” diyebilirdi, onu Arapça indirdik olurdu. Hayır, kıraati Arapça olarak indirilmiştir. Kelimelere Arapların yüklediği manalardan çok farklı manalar yüklenmiştir.

Biz de şimdi değişik anlamlar veriyoruz, işte bu sayede bu mümkün olmaktadır, yoksa Kur’an bugün bize farklı manaları ile nasıl nazil olacaktır.

وَصَرَّفْنَا فِيهِ مِنَ الْوَعِيدِ

Va ÖarRaFNAv FİyHi MiNa eLVaGIyDi (Va FagGaLNAv FİyHi MİNa eLFAGIyLı)

“Ve onun içinde vaidden tasrif ettik”

“صرم ” toplanıp yığılmış meyve, “صرم” meyve veya ekin toplamak demektir. “صرف” bir şeyi başka bir şeye çevirmektir.

ص pişme olgunlaşma demektir. ر tekrarı ifade eder. ف eklemi ifade eder. 

İçinden kimi vaidi değişik şekilde anlattık denmektedir. Başlarına gelecekleri değişik üslupta değişik yollarla anlatılmıştır.

Kur’an’a ilk baktığınız zaman sanki hep aynı şeyleri söyler zannedersiniz. Kendi esas yapısını korur ama bir kelime bazen bir harf ile değişik manaları kazandırır.

Arapça Kur’an’da “vaidi topladık” diyor; “وَعِيدِ” var, “وَعْدَ” vardır. “وَعْدَ” isimleşmiş mastardır. “وَعِيدِ” ise فَعِيلَ vezni üzere sıfatı müşebbehedir. Kalıp manası ismi fail ve ismi mefuldur ama süreklilik kazanmıştır. Dolayısıyla vaid hem iyiliği hem kötülüğü içermektedir. Kalıplaşmış olanlar vaiddir. Bulut yağmurunu da vadeder, şimşeği de vadeder. O halde Kur’an bir vaidler kitabıdır, neler olacağını vadeder. İyilik yaparsanız iyilik görürsünüz, kötülük yaparsanız kötülük görürsünüz. Bunlar vaiddir. Mekke fethedilecektir, bu vaiddir.

“الْوَعِيدِ” marifedir. İstiğrak için gelmiş olabilir. “مِنْ” teb’iz içindir.

لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ

LaGalLaHuM YatTaQUvNa (LaGalLaHuM YaFTaGıLUvNa)

“İttika ederler diye”

Burada “كُمْ” gelmemiş de “هُمْ” gelmiş. Zamir nereye gitmektedir?

Kur’an tüm insanlara indirilmiş olduğuna göre onlar ittika etsinler diye deriz.

أَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْرًا (113)  

EaV YuXDiÇü LaHuM ÜiKRan (Eav YuFGıLü LaHuM FiGLan)

“Yahut onlara zikri ihdas eder.”

“İttika” çok yerde geçer, anlamını da öğrenmiş bulunuyoruz.

“Zikri ihdas” da bir defa burada geçmektedir.

Zikr etmek, kısas etmek, tahdis etmek; bunlar bir şeyleri anlatmaktadır.

“Zikretmek” hatırlatmak demektir.

“Kasas etmek” olayları anlatmaktır, adına anlatmaktır.

“Hadis” kirlenmiş veya kapanmış şeyi parlattıktan sonra ortaya çıkandır. Taze meyve anlamına da gelir. “Hudus” pası kaldırma anlamına gelirken “vakıa” ise suyun toplandığı çukur dermektir. Suyun dolmasına “vuku’” denir.

“Hudus” ortaya çıktıktan sonra sürekli olarak genişleyen ve yayılan olaylara denir.

“Vuku’” ise ortaya çıkıp kısa zamanda sona eren olaylara denir.

ح hareketi, د çevreyi, ث dağılma ifade eder.

“Zikri ihdas etme” demek zikri yeniden anlatmadır.

Kur’an Tevrat zikrinin ihdasıdır, yenilenmesidir. Ayrıca Kur’an sürekli zikrin ihdasıdır. Birinci Kur’an uygarlığında Fıkıh ve Usulü Fıkıh oluşmuş, ilk zikir o zaman inmiştir. Şimdi ise o dönemin içtihat sistemleri ile devam etmektedir. İçtihatlar bugünkü sorunları çözmektedir. Böylece zikrin yeniden ihdası gerekmektedir. Kur’an’ın Arapça inmiş olması bu imkânı sağlamaktadır.

Kur’an’ı her çağa ve yere göre oranın sorunlarını çözecek şekilde yorumlayabilmek ancak Kur’an Arapçası ile mümkündür. Yeryüzünde Kur’an Arapçası dışında bu manaları verecek kelimeler bulmak ve kullanmak mümkün değildir.

Bizim yaptığımız bu zikrin ihdasıdır.

“ذِكْرًا” nekre gelmiştir. Çünkü her asrın ve her yerin zikri farklıdır. Bundan 1000 sene önceki içtihatlarla bugünün sorunlarını çözmek mümkün olmadığı gibi Kur’an’sız bugünkü sorunları çözmek de mümkün değildir. Usul ve nakil onlara dayanacak ama çözümler bugünkü müspet ilmin desteği ile şimdi burada yapılacaktır.

 

YORUM

Sure “Kur’an’ı sana şakavetin için indirmedik” sözleri ile başlıyor, sonra Musa’nın kıssası ile devam ediyor.

Musa Mısır ülkesini düzeltmekle uğraşmıyor, kavmini alıp çöllere düşüyor.

Bizim görevimiz ne sosyalizmi ne de kapitalizmi düzeltmek değildir.

Bizim görevimiz müminleri alıp semtlere köylere taşınmaktır. Belki de orada men ve selva ile geçinecekler, İsrail oğulları gibi sıkıntılı günleri de olacaktır ama sonunda bir ulus olarak olgunlaşacaklardır.

Semt Kooperatifleri geleceğin tek çözümüdür.

Sinan Eskicioğlu’nun babası Prof. Dr. Osman Eskicioğlu Akevler’in ve Akevler İzmir Sitesi’nin kurucularındandır. Liseyi Akevler’de bitirmiştir. Akevler’de üniversite okumuştur. Akevler’de doktora yapmıştır. Akevler’de profesör olmuştur. Oğlu da Akevler’de yetişmiştir, şimdi yazılar yazmaktadır; o da aynen merhum babası gibi çöldeki yolculuğumuza katılmalıdır.

Zikri ihdasta Allah’ın görevlisi olacağız. Buradaki “يُحْدِثُ”da zamir Kur’an’a gitmektedir. Kur’an yeni zikri ihdas edecektir.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve böylece onu Arapça bir okuma olarak indirdik. Orada olacakları özetledik. Ola ki korunurlar ya da onlara yeni bir düzen kurar.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve böylece onu Arapça Kur’an olarak inzal ettik ve onun içinde vaidden tasrif ettik. Ola ki ittika ederler ya da onlara bir zikri ihdas eder.”

 

Va KaÜAvLiKa EaNZaLNAvHu QuREAvNan GaRaBiyYan Va ÖarRaFNAv FİyHi MiNa eLVaGIyDi LaGalLaHuM YatTaQUvNa EaV YuXDiÇu LaHuM ÜiKRan

وَكَذَلِكَ أَنْزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا وَصَرَّفْنَا فِيهِ مِنَ الْوَعِيدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ

أَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْرًا (113)

 

***

 

فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ

Fa TaGAvLay elLAHu eLMaLiKu eLXaqQu (Fa TaFAGaLa elLAHu eLMaLiKu eLXaqQu)

“Hak melik olan Allah teali etmiştir”

Bundan önce ilm olarak her şeyi ihata etmiş ayeti alemlerin rabbi olan Allah’tan bahsetmiştir. Şimdi “Allah” lafzını iade ederek gerçek melik Allah teali etti diyor.

Bizim yorumlama usulümüz vardır. Eğer “Allah” kelimesi tekrar ediliyorsa, biri âlemlerin rabbi Allah’ı, diğeri ise O’nun yeryüzündeki halifesini ifade eder. Buna göre buradaki Allah insanlıktır, devlettir yani O’nun halifesidir.

“Gerçek melik O’dur” denmektedir. Yani devlet başkanları melik değiller, meliklerin resulleridirler. Melik ise devlettir. Meclis’in temsil ettiği ulustur. Meclis teali etmiştir. Cumhurbaşkanı Meclis’in üstünde olmaz demektir.

“Melek” görevli demektir. “Melik” görev veren demektir. O halde kişilere mesleki dereceleri tevcih eden hükümet değil meclistir, dayanışma ortaklıklarıdır.

“Adil Düzen Anayasası” buna göre hazırlanmıştır. Kur’an’ı yorumladıkça müçtehitlerin icmalarına dayanarak hazırlanmış o Anayasanın (“Adil Düzen Anayasası”nın) Kur’an’a uygun olduğunu ortaya koymaktadır.

وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْآنِ

Va LAv TaGCaL Bi eLQuREAvNı (Va LAv TaFGaL Bi elFuGLAvNı)

“Ve Kur’an’la acele etme”

“Kur’an’la acele etme” diyor. Marife getiriliyor. Yani bundan önce zikredilen Kur’an söz konusudur. Zamir değil de Kur’an kelimesini izhar etmektedir.

“Dün Yenibosna’ya bir adam geldi, o bizden Adil Düzen’i soruyordu” dediğimiz zaman, onun Adil Düzen’i sorduğunu ifade etmektedir. Ama “Adil Düzen’i o adam soruyordu” desek, muhatabımız birinin Adil Düzen’i sorduğunu biliyor ama kimin sorduğunu bilmiyor, biz ona cevap verirken o adamı zamirle değil de izharla söyleriz.

Kur’an’da acele ettiği bilinmektedir, ne ile acele ettiği bilinmemektedir.

Hükümetler kanunlar hazırlar, meclise gönderir ve bir an önce kanunlaşmasını isterlerdi. Bu yanlıştı. Kanun yapma hükümete değil meclise aittir. Ne zaman yaparsa o zaman ona uyulur. Eğer kanun yoksa hükümet meclisten kanun yapmasını isteyemez. Uygulamayı mevcut kanunlarla onları yaparak yorumlar.

مِنْ قَبْلِ أَنْ يُقْضَى إِلَيْكَ وَحْيُهُ

MiN QaBLi EaN YuQWAy GaLaYKa VaXYuHUv (MiN FaGLu YuFGaLu GaLaYKa FaGLuHUv)

“Vahyi sana kaza olunmasından önce”

Bir olay olduğu zaman Cebrail bekler, ondan gelecek vahye göre hareket ederdi.

Dört halife ise istişare eder ve istişare esnasında gelen ilhamla karar alırlardı.

İstişare ettikten sonra istişare edenin içinde bir karar doğar, o Allah’ın vahyi kabul edilir, hata da olsa Allah öyle irade etmiş olur. İstişareden sonra karar hemen orada alınmalıdır. Alınmazsa ertelenir ama yeniden istişare edilmesi gerekir. Karar alınmadı diye zorlama yoktur.

Gece yarılarında kanunları Meclis’ten kaçırarak geçirme yoktur.

وَقُلْ رَبِّ زِدْنِي عِلْمًا (114) 

Va QuL RabBı ZiDNIy GiLMan (Va uFGuL FaGLıy FaGıLNIy FiGLan)

“Ve Rabbim beni ilmen ziyade et diye kavlet.”

“Zayede” azık demektir.

Yüklerin üzerine ek yük olarak eklendiğinden sonra ziyade edilmiş olur.

İnsan ömrü boyunca ilmini artırması için gayret gösterecektir.

“Rabbi” kelimesi dayanışma ortaklıklarını ifade eder. Kişi her zaman dayanışma ortaklıklarında derslere devam edecek, kendisinin bilgisini taze tutacaktır. İnsan uygarlaşan bir varlıktır. Her gün yenilik yapmaktadır. Yenilikleri takip etmek gerekir. Beş vakit namaz bunun için farzdır. Peygamber’in beşikten mezara kadar ilmi arayın ifadesi bu ayetin uygulamasıdır. “Rabbi” kelimesi bu eğitimin dayanışma ortaklıklarınca yapılacağını ifade eder.

Kur’an’ın ilmen anlaşılması gerektiğini ifade etmesi için de “Ve” harfi ile atfedilmiştir.

 

YORUM

Kim olursanız olun, her zaman ilmin artırılması için çalışacaksınız. Ben şu anda 90 yaşındayım. Hayatım ilim yapmakla geçti. Bu yorumları yaparken de hep yeni şeyleri öğreniyorum. Eskiden bir bilgiye ihtiyacım varken internette Vikipedi’ye başvurup öğrenirdim. Sermaye Ak Parti’yi yönlendirdi, benim oradan ilmi öğrenmeme mani oldu, yasaklamalar getirerek Türk milletini cahil bırakma durumuna geçirdi.

Şimdi bizim yapmamız gereken Türkçe Vikipedi’ye denk veya ondan daha ileri bir alan oluşturmalıdır. Müminlerin ve müslimlerin yapacağı iş Sermaye ile veya Ak Parti ile uğraşmak değildir. Kendileri Ar-Ge çalışmaları ile işçilik uygarlığına karşı ortaklık uygarlığını oluşturmalıdırlar.

Yalova Ar-Ge çalışmasına herkes hassaten emekle katılma durumundadır.

İnsanlar günün saatlerini önce ikiye bölmelidirler. 12 saatlerini ailelerinin yanında evde geçirmelidirler. Geri kalan altı saatlerini topluluk içinde üretimle geçirmelidirler. Geri kalan altı saatin yarısını yani üç saatini herkes ilimde ziyadeleşmek için geçirmelidirler. Geri kalan üç saatlerinde isteyenler çalışıp zengin olacaklar ve zekât verecekler, isteyenler de ilim yapacaklar ve ilme hizmet edeceklerdir.

Burada “Kul” emirdir.

Dayanışma ortaklıkları tarafından kendilerine bu ilimlerin verilmesini isteyecekler.

Öğreten şunu öğren demeyecek, öğrenci ben bunu öğreneceğim diyecek.

 

Öz Türkçe ile:

“Gerçek hak olan Allah yücelmiştir. Kur’an’ı o sana bildirilenden önce ivme. Yetiştiricim, bilgi olarak beni artır de.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Hak olan melik teali etmiştir. Vahyi sana kaza edilenden kabl Kuran’la acele etme. Ve Rabbim ilmen beni ziyade et diye kavl et.”

 

Fa TaGAvLa elLAvHu eLMaLiKu eLXaqQu Va LAv TaCGaL BieLQurEAvNı MiN QaBLı EaN YuQWAy EiLaYKa VaXYuHUv VaQuL RabBi ZiDNIy GiLMan

فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْآنِ مِنْ قَبْلِ أَنْ يُقْضَى إِلَيْكَ وَحْيُهُ وَقُلْ رَبِّ زِدْنِي عِلْمًا (114)

 

 

***

 


 

 


TÂHA SÛRESİ TEFSİRİ
1-1-8.AYETLER
777 Okunma
2-9-16.AYETLER
822 Okunma
3-17-24.AYETLER
695 Okunma
4-25-36.AYETLER
724 Okunma
5-37-41.AYETLER
706 Okunma
6-42-50.AYETLER
780 Okunma
7-51-58.AYETLER
784 Okunma
8-59-64.AYETLER
808 Okunma
9-65-71.AYETLER
760 Okunma
10-72-76.AYETLER
667 Okunma
11-77-82.AYETLER
689 Okunma
12-83-88.AYETLER
696 Okunma
13-89-94.AYETLER
736 Okunma
14-95-99.AYETLER
706 Okunma
15-100-107.AYETLER
690 Okunma
16-108-114.AYETLER
823 Okunma
17-115-121.AYETLER
724 Okunma
18-122-127.AYETLER
751 Okunma
19-128-132.AYETLER
729 Okunma
20-133-135.AYETLER
687 Okunma