MERYEM SURESİ TEFSİRİ(19.SURE)
Süleyman Karagülle
1003 Okunma
MERYEM SURESİ TEFSİRİ 83-89.AYETLER

***

 

MERYEM SÛRESİ - 16. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

***

 

أَلَمْ تَرَ أَنَّا أَرْسَلْنَا الشَّيَاطِينَ عَلَى الْكَافِرِينَ تَؤُزُّهُمْ أَزًّا (83) فَلَا تَعْجَلْ عَلَيْهِمْ إِنَّمَا نَعُدُّ لَهُمْ عَدًّا (84) يَوْمَ نَحْشُرُ الْمُتَّقِينَ إِلَى الرَّحْمَنِ وَفْدًا (85) وَنَسُوقُ الْمُجْرِمِينَ إِلَى جَهَنَّمَ وِرْدًا (86) لَا يَمْلِكُونَ الشَّفَاعَةَ إِلَّا مَنِ اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمَنِ عَهْدًا (87) وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمَنُ وَلَدًا (88) لَقَدْ جِئْتُمْ شَيْئًا إِدًّا (89)

 

***

 

أَلَمْ تَرَ

EaLaMTaRa (EaLaM TaFGaL)

“Re’y etmedin mi?”

“Raye” bir yere konmuş, oranın özelliğini gösteren işaret demektir. “Re’y etmek” görmek anlamındadır. “Reyinde olmak” görüş sahibi olmak demektir.

“Raye” uzaktan görülebilen işaret demektir. “Basar” göz demektir. “Nazar” korkuluk demektir. “Nazar” bakmak, “Re’y” ise görmek anlamındadır. “Re’y” derinlemesine görmek, “nazar” genişlemesine görmek, “basar” uzağı görmek, “şuhud” ise içinde bulunmak ve her yönüyle görmek demektir.

“R” tekrarı, “E” gücü, “Y” kolaylığı gösterir.

Kur’an’da “E raeyte, elem tera, e raeyteke, e raeyteküm” şeklinde geçer.

“E raeyte” re’y etmedin mi şeklinde bir sorudur. Senin bilgilerin buna yetmez, düşünemezsin, fil ashabına neler yaptığını sen görmüş değilsin diyor.

“Elem tera” ise Türkçedeki “görmedin mi?” nin karşılığıdır. “Sen gördün mü, bu mu, biliyor musun” demektir. Demek ki bundan sonra gelecek ayetlerin manasını ilmen ve aklen bilebiliyoruz demektir, bilmemiz gerekir demektir.

“Elem tereke” sen kendinde görmedin mi, kendi varlığında ve oluşumunda bilgi sahibi olmadın mı demektir, insanın kendi üzerindeki dönemlerdir.

“Elem tereküm”de de kişinin kendi topluluğunu bilmesi, onun üzerinde düşünmesidir.

أَنَّا أَرْسَلْنَا الشَّيَاطِينَ

EnNAv ERSaLNay elŞaYAvOIyNa (EanNAv EaFGaLNa elFaHAvLIyNa)

“Şeytanları irsal ettiğimizi”

“Şeytan” kuyudan su çekilen uzun iptir. Şeytan ipe benzediğinden buna benzetilmiştir. Zehirli yılan anlamı kazanmıştır. İnsanı kötülüğe götüren görünmeyen varlığa şeytan denmiştir.

“Ş” şerri karaltıyı, “O” dayanmayı, “N” belirsizliği ifade eder.

“Ş” şerareyi, aşırılığı, şerri ifade eder. “O” uyumu gösterir.

“Şeytanları irsal ettik”, “peygamberleri irsal ettik” ifadeleri ile şeytanların görevli oldukları ifade edilir; “Kâfirler üzerine” denir. Kur’an’da şeytanların ins ve cinden oldukları belirtilir.

Yeryüzünde iki çeşit iradeli varlık vardır; yapıcı varlıklar, yıkıcı varlıklar.

Yapıcılar uygarlığı oluştururlar, ümranı ve irfanı meydana getirirler.

Yıkıcılar da temizlik harekâtı yaparlar. İşe yaramayanları ayıklarlar.

Demek ki şeytanların da görevleri vardır. Biz şeytanlarla maç yapıyoruz. Karşı tarafın bize saldırısını önlemeye çalışıyoruz. Yoksa karşı takımı yok etmekle uğraşmıyoruz. Bizim kimseye düşmanlığımız yoktur. Aksine biz maçı kazanacağız ve onlarla bir daha oynayabilmemiz için onların varlıklarını sürdürmesini isteriz.

عَلَى الْكَافِرِينَ

GaLay eLKAvFiRIyNa (GaLay eLFAvGıLIyNa)

“Kâfirlerin üzerine”

Küfredenin iki manası vardır.

Bir çukuru hafredip sonra onun üzerini kapatmak anlamındadır. Bir şeyi bildiğiniz halde onu bilmezlikten gelip aksini savunursanız yahut ondan bahsedilmesini istemezseniz kâfir olursunuz. “Adil Düzen”in hak olduğunu bildikleri halde ağzına almayanlar kâfirdirler. ‘Ütopiktir, uygulanamaz’ deyip ütopik tarafını gösteremeyenler kâfirdirler.

İkinci manası ise; bir nimetten yararlanarak şükretmeyenler yani o nimetin karşılığını vermeyenler de nankör kâfirlerdir. Bir topluluk içinde yaşayıp onun güvenliğinden yararlananlar, ama malen veya bedenen savunmasına, güvenliğine katılmayanlar da kâfirdirler.

Bu sebepledir ki namazla zekât imanın içinde sayılmıştır.

“Kâfirler” kelimesi ismi faildir. Kimler oldukları bilinir. Ama küfürleri bilinmez. Yani devlete vergi vermeyenler de kâfirdir, devletin savunmasına katılmayanlar da kâfirdir.

Yani kapitalistler de sosyalistler de kâfirdirler. Topluluğun nimetlerinden yararlanıyorlar ama o topluluğu sömürüyorlar veya eziyorlar. O halde Allah sosyalistlerin ve kapitalistlerin neler yaptıklarını bilir ve bildirir.

تَؤُزُّهُمْ أَزًّا (83)

TaEuzZuHuM EazZan (TaFGaLuHuM FaGLan)

“Onları ezzen ezzeder.”

“Ezz” kaynayan kazandır. “E” gücü, “Z” ise zamanda diziyi ifade eder.

Bir kazanın içine su koyar sonra altına ateş verirseniz su önce ısınır. 100 dereceye kadar ısındıktan sonra ateşi yakmaya devam ederseniz su moleküllerinden bazıları buharlaşır ve o kazandan ayrılıp uçar. Buna ‘kaynama’ diyoruz. Bugünkü buhar makineleri bu kanuna dayanır. Şeytan burada kazanı ısıtan bir ateş olur. Kâfir toplulukların suyunu kaynatır.

Haçlı Seferleri şeytanın kaynattığı bir kazandı. Sosyalizm ve kapitalizm şeytanın kaynattığı birer kazandır. Birinci ve İkinci Cihan Savaşları şeytanın kaynattığı kazanlardır.

Demek ki burada zikredilen kâfirler sosyalistler veya kapitalistlerdir. Savaşla sorunların çözüleceğini kabullenenlerdir. Şeytanlar da haçlı seferleri savaşları çıkaranlardır.

Sonuç nedir?

Sonuç olarak Haçlı Seferleri ile Avrupa uyanır ve bu sayede bugünkü uygarlık doğar. Galip gelenler Müslümanlar olur. Sermaye’nin tezgâhladığı ve kırk milyon insanın ölümüne sebep olan savaşlarla bugün dünyayı saran terörizm şeytanın kaynattığı kazandır. Yeni uygarlık bunların bu kaynatmalarından sonra doğar.

 

YORUM

Birinci Kur’an uygarlığı yaşlanmış ve ömrünü doldurmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri işte bu yaşlılığın getirdiği çöküşü gösterir. Batı’ya uygarlığı götüren Osmanlılar artık çekilirler. Düşman Sakarya’ya kadar gelir. Şeytanın kaynattığı kazanla yeryüzü kan gölüne dönüşür. Cumhuriyet inkılapları ile Osmanlıların cenazesi kaldırılır. Şeytanlar görevlendirilmiş olup sosyalizm, kapitalizm ve karma ekonomi ile dünya kaynatılır. Merkezi yönetim, ekseriyet sistemi, hâkimlik sistemi, faiz parası, savaşlar ve terörizm dünyayı iyice kaynatır.

İşte…

Dünyadaki olayları böyle görmeniz ve tarihin felsefesini böyle anlamanız gerekir. Hiçbir şey kendiliğinden olmaz. Tarihin akışı tarihi kurallar içinde akıp gider.

Türkiye’de de başkanlık sistemi bu akış içinde oluşur. Mevcut ekseriyet demokrasisinin işe yaramadığı görülür. Ekseriyet sistemini bırakıp biat sistemini getirmeleri gerekirken başkanlık sistemi getirilir. Allah onun da işe yaramadığını insanlara gösterecektir. Bütün bunlardan sonra insanlık “Adil Düzen”i daha kolay kavrayacaktır.

Aynı şeytan görevlendirilmiştir ve Gülen ile Erdoğan’ın arasını kaynatır. Kendilerine hakemlere gidin tebliğini de yapmış bulunuyoruz. Bundan sonra olacaklar hakkında bizim bilgimiz ve ilgimiz yoktur.

 

ÖZ TÜRKÇE İLE:

“Kapatanlara devler gönderip onları kaynattıklarını görmedin mi?”

KUR’AN KELİMELERİ İLE:

“Kâfirlere şeytanları irsal edip onları ez ile ez ettiklerini re’y etmedin mi?”

 

EaLaM TaRa EnNAv EaRSaLNAv GaLAy eLKavFiRIyNa TaEzZuHuM EzZan

أَلَمْ تَرَ أَنَّا أَرْسَلْنَا الشَّيَاطِينَ عَلَى الْكَافِرِينَ تَؤُزُّهُمْ أَزًّا (83)

 

***

 

فَلَا تَعْجَلْ عَلَيْهِمْ

Fa LAvTaGCaL GaLaYHiM (Fa LAv TaFGaL aLaYHiM)

“Aleyhlerine acele etme”

Onlar üzerinde acele etme.

Sermaye üç asırdan fazladır şeytan olarak kâfirleri kaynatır. Çünkü Müslümanlar da Hıristiyanlar da Çinliler ve Hintliler de Allah’ın şeriatı ile hareket etmiyorlar. Hıristiyanlık daha ilk yıllarda Pavlus’un tahrifatı ile Allah’a değil oğul diye isnat ettikleri İsa’ya taparlar. Şeriatı terk ederler, yerine İsa sevgisini ilahlaştırırlar, böylece kâfirler safına geçerler.

Müslümanların yaptığı da ondan az sayılmaz. İçtihat kapısını kapatarak kendi heva ve heveslerini şeriat yaparlar ve insanları onlara taptırırlar. Bu yetmezmiş gibi bir de Batı’dan tercüme ettikleri kanunları zorla halka dayatırlar, halkı resmen uygulamaya zorlarlar. Bu bozulma İslamiyet’in ilk dönemleri ile başlar. Peygamber kendisine halife seçmediği halde, Ebubekir Ömer’i yerine bırakır. Ömer hakemlik sistemini terk eder ve hâkimlik sistemine geçer. Emeviler saltanatı başlatır. Sonra içtihat kapısı kapatılır, fetva dönemi kapısı açılır. Sonra o da kapatılır, yerine tercümecilik başlar.

Bütün bunların üzerinden uzun yıllar geçer. İlk bakışta Müslümanlar hep kenara itilirler. Oysa olanlar geçmiş dönemlerin gerektirdiği sonuçlardır. Pavlus sayesinde şeriat terk edilir ve yerine tarikat gelir. Tüm dünya şeriatsız bir inanışı kolayca benimser. Kesin şeriat kuralları uygulansa Hıristiyanlık dünyaya yayılmazdı. Kur’an hükümleri de bugünkü elektrik, uçak, motor ve bilgisayar imkânları olmadan uygulanamazdı. Dolayısıyla insanlığın bu geçişi yaşaması zorunlu oldu. Hepsi Allah’ın takdiridir.

إِنَّمَا نَعُدُّ لَهُمْ عَدًّا (84)

EinNaMAvNaGudDu LaHuM GadDan (EinNaMAv NaFGaLu LaHuM FaGLan)

“Biz sadece onlar için adden addediyoruz.”

“GDD / İdad” toplayıcılık zamanında meyve toplayanların aşiret reislerine verdikleri paydır. Hala vergi manasını taşır. “Hudud” kelimesiyle de akrabalığı vardır. “Hadede” çizerek sınırlamak, “Adede” sayarak sınırlamak demektir. Başkalarına hükmetmek için servet edinen kimseler devamlı olarak varlıklarını ve zenginliklerini göstermeye çalışırlar.

Biz sadece onlar için adden addediyoruz.

Buradaki onlar şeytanlar değil kâfirlerdir. Şeytanların görevi kaynatmaktır. Sonra yapacaklarını yaparlar. Burada sayıyoruz. Onlar için günler sayıyoruz. Her birinin bir eceli vardır. Ecelleri gelince bir saat bile kalmazlar.

Bugünkü Sermaye ve etkin siyasiler günlerini sayıyorlar. Sermaye ile siyasiler el ele vermişler, insanları sömürmeye davam ediyorlar. Siyasiler onlara jandarmalık yapıyor. Ülke yöneticileri yararlı işler yapıyoruz diye kanunlar çıkarıyorlar. Orta veya küçük ölçekli girişimleri ortadan kaldırıp büyük patronlara meydan açmak için gerekenleri yapıyorlar. Bakkalları iflas ettirmek için bir yıl önce ödenen vergi kanunu çıkarıyorlar. Çiftlik tavukları besleyin diye kuş virüsü çıkarıyorlar. Şimdi de bitkilere el koymak istiyorlar. Artık lahanayı bile satmak için sermayeden izin almak gerekebilir.

Allah geçmişte firavunlara, krallara, imparatorlara hep mühlet vermiş, onları serbest bırakmıştı. Günü gelince de bir gecede değişmeler olmuştur. Bugün de böyledir. Acele etmememiz gerekir. Günleri hem sayılır hem de onlar için uzatılır; ola ki tövbe edip yola gelirler diye. Ama en sonunda Allah’ın dediği olur.

 

YORUM

Musa denizi geçtikten sonra Tevrat’ı almaya başlar, ilk beş kitap ömründe tamamlanır. Onun devlet haline gelmesi için Yuşa bugünkü Filistin’e gelir, devlet ise Milattan önce bin yıllarında Davud zamanında kurulur, Tevrat o zaman uygulanır.

Kur’an 1400 sene önce tamamlanır ama tam uygulaması bugüne kadar yapılamaz. Çünkü Kur’an’ın düzeni bugünkü uygarlığın gelişmişliğine cevap verecek çözümleri içerir. Tüm insanlık artık tek bir köy haline gelmiştir. Kur’an tüm insanlara hitap eder, rahmeten li’l-âlemindir.

Bugün dünya bir köy gibi midir? Kur’an tüm insanlığı tek köy kabul ederek bir tek düzen getirmiş midir? Kendisinden sonra kitap gelmeyecektir demiş midir? İçtihat ve icma müesseselerini getirmiş midir?

Sadece bu tarihi olay Kur’an’ın ilahi bir kitap olduğunu ispat etmeye yeterlidir.

Kur’an çok açık bir şekilde acele etme, biz her şeyi takdir ettik, her şey bizim irademizle yürür, sen sadece kendi görevini yap der.

Dr. Lütfi Hocaoğlu’nun ilmi faaliyetlerdeki derecesini görüyor ve Allah’a hamd ediyordum. Bir sıkıntım vardı, uygulamaya fazla önem vermiyordu. Şimdi ise Yalova’da bir poliklinik açmak için çalışmaya karar verdi. İzmir Akevler de Çatalca Bahşayiş’teki arsaları satıp Yalova’da yatırım yapmaya karar verdi. Yalova Konut Yapı Kooperatifi de 5.000 TL kapora vererek bir arsa üzerinde anlaştı. Burası poliklinik olacak. Bodrum iki kat. Bu ve zemin polikliniğe ayrılacak ve üst dört kat poliklinikte çalışanlara lojman olarak verilecek. Ayrıca polikliniğe uzaktan gelen hasta ve refakatçiler için misafirhanesi olacaktır. Teşvikiye belediyesinin merkezine yakın ama üst tarafında temiz havalı yer olacaktır.

Bunlar bir merkezden planlanmadı. Allah değişik yerlere ilham etti. Günü gelmişse olacak demektir. Ertelenebilir ama olacaktır. Allah gün gün saat saat kaderini kaza ediyor. Bazen işler ters gider, olmayacakmış gibi gelir ama sonra ufukta güneş doğar.

1960’larda başlayıp Kur’an nizamı üzerinde çalışmaya başladığımız zamandan sonra bir gün geldi Anayasa ekseriyeti ile iktidar olduk. Bir gün geldi tüm dünyada okullar açarak İslamiyet canlanmış gibi geldi. Bir de baktık ki ne Milli Görüşçüler ne de Risaleciler Kur’an düzenini uyguluyorlar, günün kâfirleriyle, sermaye ve siyaset ile işbirliği halinde onların güçlerini artırdılar. Hemen hemen herkesin ümidi kesilmiş durumda. 15 Temmuz 2016 bu ümidin çöktüğü tarih oldu. İnsanlar hala ya Erdoğan’a tapıyorlar ya da onunla savaştadırlar. Oysa olay takdiri ilahidir. Erdoğan ne ilahtır ne de deccal. Her şey ilahi takdir ile yürüyor. Allah günleri sayıyor. Bunları ben söylemiyorum, Kur’an söylüyor.

 

ÖZ TÜRKÇE İLE:

“Onlara karşı ivedilik etme, biz onlar için sayıları sayıyoruz.”

KUR’AN ARAPÇASI İLE:

“Onların aleyhlerine acele etme, biz sadece onların lehlerine adeden addediyoruz.”

 

 

Fa LAv TaGCaL GaLaYHiM EinNaMAv NaGudDu LaHuM GadDan

فَلَا تَعْجَلْ عَلَيْهِمْ إِنَّمَا نَعُدُّ لَهُمْ عَدًّا (84)

 

***

 

يَوْمَ نَحْشُرُ

YaVMa NaXŞuRuHuM (FaGLaNa FaGLuHuM)

“O yevm haşr ederiz”

Yeryüzünün bir düzeni vardır; ikili denge. Marks ve Hegel bu dengeyi açıklarlar. Yapıcılar ve yıkıcılar dengesi; mikroplar ve beden hücreleri. Her ikisinin dengesi ile yeryüzü canlanarak gelişir ve dünyada istikrar sağlanır. Her ikisinin dengede yeri vardır.

Yapmak asıldır. Yıkmak yapmak içindir. Bu dünyada herkes görevlidir. Mikroplar ve şeytanlar yıkmakla görevlidirler. Melekler ve peygamberler yapmakla görevlidirler. Her ikisine görevi Allah verir. Melekler yıkıcı olmazlar. Şeytanlar da yapıcı olmazlar. Bu arada insanlar serbest bırakılırlar. İsteyenler yıkıcılar arasında olur, isteyenler yapıcılar arasında yer alırlar. Bazen kendileri yapıcı olduğu halde onları yıkıcılar içinde bırakır, bazen tersi olur. İşte bunların yaptıkları iş yıkıcılıktır ama kendileri yıkıcı değildirler. Yaptıkları iş yapıcıdır ama kendileri yapıcı değildirler.

Ahiret var olduğundan insanlar yeniden haşrolunacaklardır. Hepsi, eskileri yenileri, bir arada bir araya getirileceklerdir. Dört boyutlu uzayda hepimiz dünyada kaldığımız yerde dirilecek ve Âdem’den kıyamete kadar tüm insanlar olarak bir yerde olacağız.

“Haşr” bir araya toplanıp hareketli halde bulunan küçük böceklere ad olarak verilir. Sonra toplanma ve dirilme anlamları kazanır.

“XŞR” Kur’an’da 43 defa geçer, “XÖL” 1 defa geçer; 44=2*2*11

Böcekler yumurtayı ayrı ayrı zamanlarda yumurtlarlar. Sonra günü gelince hep birden bir arada çıkarlar ve yeni hayata birlikte başlarlar. Biz de dünyada ayrı ayrı yaratılıyoruz. Mezara giriyoruz. Sonra birden dört boyutlu uzayda çıkacağız.

الْمُتَّقِينَ

eLMutTaQIyNa (elMuFTaGıLIyNa)

“Muttakileri”

“VQY” yolların kenarında taştan yapılmış kulübelerdir. Fırtına ve canavarlardan korunmak için o kulübelere girilir. Buna “ittika” denir. Korunma anlamına gelir. İttika edenler demek korunanlar, sığınağa girenler demektir.

“Takva” kelimesindeki ilk “Te” harfi “Vav”dan dönüşmüştür, “Vav” harfi de “Ye”den dönüşmüştür.

“V” birliği, “Q” kuvveti, “Y kolaylığı gösterir.

“Muttaki” demek kendisini vikaye eden kimse demektir, iftial babındandır. Kâfirlerin karşısında muttakilerden bahseder. İster yıkıcılardan ister yapıcılardan olsun, kendisi muttaki ise yani kendisini koruyorsa o muttakidir. Bakara Suresi’nin başında da muttakiler geçer. Yani kendisi yıkıcı değil yapıcıdır. Mikroplar canlıyı öldürürler ama sonunda kendileri de ölürler. Yıkıcılar da böyledir. Topluluğu yıkarlar ama kendileri de yok olurlar. Yapıcılar ise topluluklarını yaşattıkları gibi kendilerini de yaşatırlar. Muttakidirler.

Demek ki herhangi biri Rhotschildler’in şirketinde çalışıyor ama gayesi kendisini yaşatmak ve insanlığa hizmet etmektir. Sermayenin makrodaki sömürü oyunlarından, fitne ve fesat çıkarmalarından onun haberi yoktur. Olsa bile onları terk imkânı yoktur. Ahirette, bir Adil Düzen çalışanıdır ama muttaki değildir. Yıkım işlerine katılanlar muttakiler değildir.

Burada “müminler” demiyor, “müslimler” demiyor, “muttakiler” diyor. İman ve İslam sosyal bir olaydır. İttika ise kişilerin ittikasıdır ama insan ancak topluluk içinde ittika edebilir. O sebeple kurallı çoğul getirilir.

إِلَى الرَّحْمَنِ

EiLa elRaXMAvNı (EiLay eLFaGLAvNı)

“Rahmana”

“Rahman” herkese karşılığını beklemeden rahmet eden rızıklarını veren kimsedir.

“Rahim” ise çalışanlara ücretlerini veren kimsedir.

Allah kâinatı rahmet sıfatı üzerinde değil, rahim sıfatı üzerinde var etmiştir. Kâinatı bizim için var etti. Bizi rahman sıfatı ile var etti.

O halde muttakiler Allah’ın rahmet sıfatı ile cennete gideceklerdir. İle’r-Rahmâni” deniyor. Böcekler ilk yumurtadan çıktıkları zaman çıktıkları yerlerde kalmazlar. Yaşayacakları ve beslenecekleri yerlere göç ederler. Muttakiler Allah’ın rahman sıfatı ile halk ettiği cennette haşr olunacaklardır. Buradaki “İlâ”nın manası budur.

وَفْدًا (85)

VaFDan

“Vefden”

“VFD” birlikte giden develerin önde gidenine denir. Yüce makama davetli olanlar da vefddir. Bir toplulukta ileri gelenler “Vafd”dir.

“VFD” Kur’an’da bir defa geçer, “VFW” de bir defa geçer.

Bir toplantıya zorla sevk edilenler vardır, davet edilenler vardır. Muttakiler Rahman tarafından davet edilirler ve öylece toplanırlar. Kâfirler ise sevk edilirler. Öyle toplanırlar.

Batı düzeninde topluluklar sevkiyat ile yönetilirler.

İslam düzeninde ise vafdet usulü ile yönetilirler.

Ahirette de muttakiler davetlidirler ve yanlarında korumaları vardır.

Kâfirler ise sevk edilirler ve yanlarında kaçmasınlar diye sevkiyatçıları vardır.

 

YORUM

Dünyada insanlar eşit yaşama kanunlarına tabidirler. Muttakiler ile kâfirler arasında sosyal yasalarda fark yoktur. Eşit muamele görürler. Fiiller karşılanır, failler değil. Ahirette ise failler karşılanır. Biz de herhangi bir iş yaparken karşımızdaki insanların iyi veya kötü olduğuna bakmayız, söylediği sözün doğru veya yanlış olup olmadığına bakarız, yaptığı işin iyi veya kötü olup olmadığına bakarız.

Bu temel ayrımı yapabiliyor musunuz? Yapabiliyorsanız siz muttakisiniz demektir. Ama liderin söyledi o halde doğrudur, karşı taraf söyledi o halde yanlıştır derseniz muttaki değilsiniz.

Erdoğan, “İslam’ı güncellemek lazımdır” dedi. Önce “güncellemek” ne demektir, ona bakalım. Bir fabrikanız var. Herkesin kadrosu var, maaş alıyor. Maaşlar beş sene evvel tespit edilmiş. Bugünkü şartlarda o barem takdiri eskimiştir. Yeni sözleşme yaparsınız. Günü dolmuştur. Herkesin maaşını yeniden belirlersiniz. Bundan sonra o yeni bareme göre devam ederler yahut ayrılırlar. Bu güncellemedir.

Bundan bin sene önce yapılmış içtihatlar vardır. O gün için o düzen çok ileri bir düzendi. O sayede bugünkü uygarlık doğdu. Ancak o ömrünü doldurdu. Artık deveden alınan zekâtla devlet yönetilemiyor. Artık yaya yürünmüyor. Artık üç günlük mesafede misafir olunmuyor.

Erdoğan bunu söyledi ve doğru söyledi. Türkiye hemen ikiye ayrıldı, Erdoğancılara göre doğru söyledi, karşı olanlara göre yanlış söyledi diyorlar. İşte bunların her ikisi de küfürdür. Kişilerin yanında değil hakkın yanında olanlar Allah’ın şeref davetlisi olacaklardır.

 

ÖZ TÜRKÇE OLARAK:

“O gün korunanları yaşatanına seçkinler olarak toplarız.”

KUR’AN KELİMELERİ ile:

“Ol yevm muttakileri rahmana vefden haşr ederiz.”

 

YaVMa NaXŞuRu eLMutTaQIyNa EiLay elRaXMaVNı VaFDan

يَوْمَ نَحْشُرُ الْمُتَّقِينَ إِلَى الرَّحْمَنِ وَفْدًا (85)

 

***

 

وَنَسُوقُ

VaNaSUvQu (Va NaFGuLu)

“Sevk ederiz”

“Sâk” bacak demektir, Kur’an’da 17 defa geçer, “SYX” 3 defa geçer; 20=2*2*5

“Sevk etme” fiil olarak zorunlu olarak götürme demektir. “SVQ” lazım fiil olması gerekirken müteaddi olmuştur yani zorunlu meful olan anlamındadır.

الْمُجْرِمِينَ إِلَى جَهَنَّمَ وِرْدًا (86)

eLMuCRiMIyNa EiLAv CaHanNaMa VaRDan

“Ve mücrimleri cehenneme virden (sevk ederiz).”

Muttakilere karşı mücrimleri değerlendiriyor.

Dünyada ihtida edenlerden bahsediyor. Dünyada kâfirlerden bahsediyor. Ahirette ise muttakilerden bahsediyor, ahirette mücrimlerden bahsediyor.

Dünyada kâfir ile muhtedi karşılaştırılıyor.

Ahirette ise muttaki ile mücrim karşılaştırılıyor.

Ahiretteki cezalar kâfir olduklarından dolayı değil, mücrim olmalarından dolayı cehenneme sevk ediliyor. O halde cehennem bugünkü hapishane benzeri bir yerdir.

“Cürame” hurma döküntüsü demektir. Hurma toplarken yaramayan hurma döküntüsüdür. Buğdaydan veya hurmadan kopup dökülen döküntü veya ağaç kesildikten ve dalları koparıldıktan sonra kalan kütük veya insanın bedeni demektir.

“Darb” insanın bedeninde iz bırakmayan ama eziyet veren etkidir.

“Cürüm” ise insanı parçalayan veya öldüren müessir fiildir.

“C” toplanmayı, “R” devamlılığı, “M” de enginliği, dalgayı ifade eder.

İnsanı çalışmadan alıkoyan müessir fiillerdir. Ahirette cehennemi istihkak cürümlere dayanır. Yalnız küfrettiği için değil o küfrün etkisiyle suç işleyenler cehenneme sevk edileceklerdir.

Muttakiler vefden, mücrimler virden götürüleceklerdir. “Vird” develerin suya içmek için götürülmeleridir. Çoban onları sürerek götürür. Onlar sevk edileceklerdir, ağırlanarak değil sürüklenerek götürüleceklerdir.

Kur’an ahireti anlatırken dünyayı örnek verir. Tutuklanarak götürülmek var, davetli olarak gitmesi vardır. Ahirette bunu tasvir eder. Kur’an’ın indiği Arabistan’da ne polis vardır ne de mahkeme. Ama Araplar uygarlıklardan haberdar idiler. Sasaniler ve Bizanslılar vardı. Bu kavramlar Kur’an’dan önce biliniyordu.

Kur’an aynı zamanda bu müesseseleri de teşri etmiş oluyor.

 

YORUM

Muttakiler vardır. Mühtediler vardır. Kâfirler vardır. Mücrimler vardır.

Mühtediler şeriata göre amel edenlerdir, ameli salih yapanlardır. Muttakiler ise tarikata göre amel edenlerdir. Mühtediler dünyevi mahkemelerde muhakeme edilenlerdir. Muttakiler ahirette muhakeme edilirler.

Mühtediler dünyada karşılık görürler. Muttakiler ahirette karşılık görürler. Mühtedilerde sorumluluk topluluklara aittir, hangi cemaate katılmışsan onun karşılığını alırsın, muttakiler ise ferden fert olarak karşılığını bulurlar.

Bundan dolayıdır ki cephe savaşında teker teker kişiler muhakeme edilmez. Cephede olanlara birlikte ve eşitlik içinde muamele edilir. 15 Temmuz’da Gülen cephesi yenilmiştir. Hareket cephe savaşı idi. Şahsi suçlar değildi. Mağlup oldular. Onlara ne muamele edilecekse hepsine aynı ceza verilir. Soruşturma ile o cephede kimlerin olduğu belirlenir. Onların hepsine bir ceza uygulanır. Hepsi öldürülebilir, hepsi hapsedilebilir, hepsi sürülebilir, hepsi haraca bağlanabilir, hepsinden savaş tazminatı alınabilir. Onların içinde şahsi suç işleyen varsa, çapulculuk yapanlar, zorla ırza tecavüz edenler, kişi olarak hedef alıp öldürenler. Bunların muhakemesi cephe komutanına aittir, isterse ceza verebilir.

Kur’an bir bütündür. Kur’an’da çelişki yoktur. Cümleler arasında sisteme uymayan hiçbir şey yoktur.

 

ÖZ TÜRKÇE İLE:

“Ve suçluları tuzağa tutuklu olarak göndeririz.”

KUR’AN ARAPÇASI ile:

“Ve mücrimleri cehenneme virden sevk ederiz.”

 

Va NaSUvQu eLMuCRiMIyNa EiLAy CaHanNaMa ViRDan

وَنَسُوقُ الْمُجْرِمِينَ إِلَى جَهَنَّمَ وِرْدًا (86)

 

***

 

لَا يَمْلِكُونَ الشَّفَاعَةَ

LAv YaMLiKUvNa elŞaFavGaTa (LAv YaMLiKUvNa) eLFaGAvLaTa

“Şefaate malik olmazlar”

“Şefeve” dudak demektir. “Şefehe” olarak da geçer. “He” “ayn”a dönüştüğünde iki dudaktan biri anlamında “çiftlerden biri” veya “her ikisi” demektir. Çift anlamına gelir.

Kur’an’da 31 defa geçer, “şafak” 11 defa geçer; 42=2*3*7

Kur’an’da şefaatin olmadığı çok açık bir şekilde ifade edilir. Bununla beraber istisnalar yapılır. Şefaat demek bir yetkilinin yetki kararını alırken ondan tezkiye istemesidir. Bu bugün suiistimallere sebep olur. Bununla beraber bugün tüm yönetim şefaate dayanır. Adil Düzen Anayasası’nda şefaat resmileştirilir. Diyelim ki bir fabrika kuruldu, burada 200 işçi alınacaktır. Kadrolar partilere bölüştürülür. Her partiye aldığı oylar nispetinde işçi gönderme yetkisi verilir. Biri fabrikaya müracaat ettiğinde bir partiden tavsiye mektubu getirmesi istenir. Böylece partilerin şefaati ile o işçi işe alınır.

Suçlular cehenneme sevk edilirler. Onlara kimse şefaat edemez.

Şimdi bizim anayasamızda yer verdiğimiz hükümlere Kur’an’da deliller bulmuş oluyoruz. Kur’an akli bir dindir. Birçok şeyleri aklınızla bulabilirsiniz. Hatta o kadar ki Kur’an bildirdikten sonra sizin aklınız ona tamamen yatar, kâfir değilseniz.

إِلَّا مَنِ اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمَنِ عَهْدًا (87)

EilLAn MaN İtTaPaÜa GıNda elRaXMAvNı GaHDan

“Rahmanın indinde ahdi ittihaz etmiş olanın dışında.”

Burada rahmanın indinde ahdi ittihaz eden diyor ama bu ahdi kimlerin ittihaz ettiğini ve nasıl ittihaz ettiğini söylemiyor. Başka yerde de kimse kimseye şefaat edemez. Şefaat eden de şefaat edilen de izinli olması gerekir, diyor.

Rahmanın indinde şefaat izni nasıl ittihaz edilecektir? İşte, dayanışma ortaklıkları bu şefaati yaparlar. Önce bunlar dünyada şefaatçi olurlar. Ahirette de bunlar şefaatçi olurlar. Adil davranan ve ittika eden dayanışma sorumlusuna Allah sana tabi olanlara şefaat ediyorum diyecektir. Sayısını verecektir. O da onları seçerek şefaat edecektir. Dünyada bu bir makamı ittihaz edene istenen şefaattir. Ahirette ise günahların affı için şefaat edilecektir.

Bir kimse veli bir şeyhin tarikatına girmişse ahirette o tarikata katıldığı için şefaatine mazhar olacaktır.

Şimdi “Adil Düzen” üzerinde çalışmalar nerelerde vardır?

İzmir Akevler’de, Yenibosna Akevler’de, Medhal’de, Üsküdar İslam Medeniyeti Vakfı’nda vardır. Başka çalışanlar vardır. Kur’an seminerlerinden birlikte okuyanlar da çalışanlardır. Bizimle irtibat kurmadıkları için bilemiyoruz.

Ömer’in Müslüman olmasından önce de Müslümanlar öyle yapıyorlardı. Ömer Müslüman olduktan sonra artık aleni olarak çalışmaya başladılar. Demek ki Ömer gibi birinin “Adil Düzen” çalışmalarına katılması gerekir.

Demek ki dayanışma sorumlularına şefaat yetkisi verilmiştir. Yalnız iki grup vardır. Dayanışmasında olduğu halde takiyye yapanlara şefaat etme yetkisi verilmez. Belli bir derece ittihaz edenlere şefaat yetkisi verilir.

Dayanışma sorumlusu bir işi yerine getirirken onun ehliyetli olması şart koşulacak, ayrıca ahlaki dayanışmada mecruh olamayacaktır.

“Rahman” kelimesi kullanılır. Demek ki sorumlulara bu yetkiler verilirken rahman sıfatı ile verilir. Kamu görevleri rahim sıfatı ile yapılmaz, rahman sıfatı ile yapılır. Kamu görevi bir hak değildir, herkese eşit olarak bölüşülmez, ehil olana görev verilir, kim en çok ehilse ona verilir. Burada ahd olarak zikredilir. Yani kurallar içinde söz verilmiş olur. Yani topluluk keyfi takdirlerde bulunamaz.

 

YORUM

Kur’an okudukça ve üzerinde durdukça sorunlar bir bir çözülür.

Bu ayet örnektir. “Sadece rahmanın indinde ahit alanlar” diyor. O halde rahmanın indinden ahit alma müessesesi vardır.

Şimdi yorumlayıcı düşünmeye başlar: Rahmanın indi neresidir? Hangi kurumdur?

Biz diyoruz ki: Bunlar dayanışma sorumlularıdır. Bunlar topluluğun indinde ortaklarını (üyelerini) temsil ederler. Halkın nezdinde de topluluğu temsil ederler.

“Ahd ittihaz etme” ne demektir?

Hizmet sorumlusu seni tezkiye eder. İşte sorumlunun tezkiyesi kişinin Allah’ın indinde ahd ittihaz edenidir.

Bir mümin oyunu kullanırken böyle kullanmalıdır. Ahirette, dünyada oy verdiği kimse iyi insansa ona şefaat eder, değilse onun ahirette şefaat yetkisi olmaz.

Ayet burada şefaat müessesesini anlatır. Bunları iyi kavramak gerekir. Yarın veya yarından daha da yakın bir zamanda siz göreve geleceksiniz. Siz hiçbir taviz vermeden Kur’an’ın dediklerini uygulayacaksınız. Kur’an her şart ve durumda nasıl hareket etmemiz gerektiğini öğretir.

Şayet bugün uygulanması mümkün değilse, Kur’an onu da sana söyler.

Mekke döneminde iktidar Müslümanların elinde değildir. O zamanki hükümler bugün de geçerlidir. Çünkü bugün “Adil Düzen”e inananlar iktidarda değildirler. Medine’ye hicret ettiklerinde artık iktidar müminlerin eline geçmiştir. Şeriat ondan sonra oluşmuştur.

Sonra iktidarı kaybedince hala o şeriatı uygulamaya çalışıyoruz. Bugün fıkıh uygulanamaz. Bugün Medine sünneti uygulanamaz. Bugün sahabelerin icmaları uygulanamaz. Her şeye yeniden başlayıp güncelleme yapmamız gerekir. Kur’an’ın bugünkü şartlar içinde nasıl uygulanacağını tespit edip ona göre amel edeceğiz. Bu da İslamiyet’i güncellemektir.

 

Öz Türkçe ile:

“Yaşatanın kendisinden söz almayanların dışındakilerin aracıları yoktur.

KUR’AN KELİMELERİ İLE:

“Rahmanın indinde ahd ittihaz etmeyenler şefaate malik olmazlar.”

 

LAy YaMLiKUvNa elŞaFAGaTa EilLAv MaB itTaPaÜa GıNDa elLRaXMAvNi GaHDan

لَايَمْلِكُونَ الشَّفَاعَةَ إِلَّا مَنِ اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمَنِ عَهْدًا (87)

 

***

 

وَقَالُوا

Va QAvLUv (Va FaGaLUv)

“Ve kavl ettiler”

Buradaki “ve”, bundan önce bir şey dediler, o hazfedilmiştir ve böyle kavl ettiler demektir. Mücrimlerin söylediklerinden bahseder.

Onlar İsa’yı ilahlaştırdılar. Hıristiyanlığı merkezi bir otoritenin gücüne bıraktılar. Kısa zaman sonra Germenler Roma’yı istila ettiler, krallıkları yıktılar ama yerine Papa’yı desteklediler ve onun emrine girdiler. Hak din böyledir. Hak dine sahip çıkanlar yenilseler bile gelenler o hak dini kabul ederler. Hıristiyanlar yalnız şeriatı terk etmekle kalmadılar, aynı zamanda insanları kişilere taptırmaya başladılar.

Bugün Erbakan’a tapanlar vardır. Hak anlayışını bozmak isteyenler hep böyle yaparlar. Kur’an düzenini uzak tutmak için sünnet edebiyatını yaparlar. Fıkhı değil hareketlerini anlatırlar. Türkiye Müslümanları önce tarikat şeyhlerinin esareti altındadır. Sonra mezheplerin esiridir. Sonra sözde sünnetin esiridirler. Ondan sonra Batının esiridir. Kur’an’a gelip bağımsızlıklarını ilan edemiyorlar. Sünnetin esiridirler dediğimizde resulün esiridirler demiyorum kendilerinin uydurdukları masalların esiridirler, esatirin esiridirler.

اتَّخَذَ الرَّحْمَنُ وَلَدًا (88)

İtTaPaÜa eLRaXMANu VaLaDAn (İFTaGaLa elFaGLAvNu FaGLan)

“Rahman veled ittihaz etti.”

Kur’an’da sureler Allah’ın bir sıfatı ile anlatılır. Allah, rahman, rab. Bu surede hâkim olan sıfat rahman sıfatıdır. Çünkü kâinatın yaratılış felsefesini anlatmaktadır. Kâinat niçin yaratıldı, insanların bu kâinattaki yeri nedir?

“İttihaz etme” edinmeyi, avuçlamayı ifade eder.

Bir işi yaparken enerji harcarsınız, bu enerjiyi de bir sopa ile elde ederseniz, onu avuçlamanız gerekir. Oysa kâinat yoktu, mekân yoktu, zaman yoktu, madde yoktu, enerji yoktu; yalnız O vardı. Her şeyin faili O’dur. İnsan çok sonra yaratılmıştır. Biz belli bir yere ulaşabiliyoruz. Allah’ın herhangi bir yardımcıya ihtiyacı yoktur. Yardımcıya muhtaç olan tanrı olamaz. Çünkü ikinci tanrıyı var etmek mümkün değildir, çünkü tanrı tektir.

Başka tanrılar olabilir mi?

Olduğunu varsayalım. Bu tanrı ona ulaşamaz, o da buna ulaşamaz. Çünkü ortak ulaşma araçları yoktur. Muhabere araçları yoktur. Ortak araçlarının olabilmesi için ortak bir yaratıcı var demek, onların üstünde ortak bir var edici var demektir. O zaman o tanrı olurdu. Çünkü o araçları var eden hepimizi var ederdi. Tek tanrı vardır. Başka tanrılar olsa bile onların varlığını bilemeyiz. Bizim için öyle bir tanrı yok gibidir.

Allah’ın kulları vardır. Onlara muhtaç olduğu için değil, kendi yaratma sıfatının tecellisi olarak onlar vardır. Allah haliktır. Halk olmanın gereği olarak biz varız. Biz olmazsak başkaları olabilir, bizim olmamız gerekmez, birilerinin olması yeterlidir.

 

YORUM:

Kâinatı ve Allah’ı tam olarak kavramamız mümkün değildir.

Matematikte birçok kavramlar vardır ki bizim kavramamız mümkün değildir. Ama varlığını biliyoruz. O halde insanın tanrıyı ve ruhu kavraması mümkün değildir. Hatta maddeyi de kavrayamayız. Işık üç renk olarak gözükür, diğer renkler bunların karışımıdır. Hâlbuki ışık dalgalardan oluşur, beynimize tane tane varır. Sonra ruh beynimizde ışık olarak idrak eder. İşte bu idrakin nasıl olduğunu bilemiyoruz. Tanrı hakkındaki bilgimiz böyledir.

İsa’nın tanrı olduğunu iddia edenler zaten herhangi bir kaynağa dayanmıyorlar. İşlerine geldiği için insanları kandırmak için kullanıyorlar. Pavlus böylece devletle imanı birleştirmiştir; ona göre İsa Allah’ın oğludur ama o maddeyi değil manayı temsil eder, krallar ise onun yeryüzündeki halifeleridir. Dolayısıyla kilise ile iktidarı uzlaştırmış, böylece görkemli imparatorluk doğmuştur. Bundan sonra artık imparatorluklar olmayacak, ulusal devletler olacaktır. Hükümdarlar değil hakemlerin kararları dünyayı yönetecektir.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve rahman çocuk edindi dediler.

KUR’AN KELİMELERİ İLE:

“Ve rahman veled ittihaz etti diye kavl ettiler.”

 

Va QAvLuv itTaPaÜa eLRaXMANu VaLaDan

وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمَنُ وَلَدًا

 

***

 

لَقَدْ جِئْتُمْ شَيْئًا إِدًّا (89)

LaQAD CiETuM ŞaYEan EidDan (LaQaD FaGıLTuM ŞaYEaN FiGLan)

“İd bir şeyle ciet ettiniz.”

Ayet “onlar dediler” diyor, sonra “siz id bir şey olarak geldiniz” diyor. “Qul/söyle” iadesi mahzuftur. Burada birinci teşabüh buradadır. Qul söylemediği için emr değildir. Dolayısıyla buna böylece haber cümlesi denmektedir. Yani söylemekle mükellef değilsiniz ama bunun cevabı şudur. İdde ile geldiniz.

İkinci teşabüh, “ci’tüm” bir şeyin olması gerekirken müteaddi fiil imiş gibi “şey’en” denmektedir. Biz bunu şöyle yorumluyoruz. “Şey’en” burada meful değil haldir, idden bir şey olarak geldiniz. Bunu söylemekle sizin halinizde değişme oldu demektedir.

Bunu açıkladı, sonra siz bundan sonra bir insan değil başka bir şey oldunuz, idd oldunuz. O halde id bir durumu ifade etmektedir.

“Adil Düzen”e karşı çıkmıyor ama “Adil Düzen” teheccüd namazıdır diyor. Şimdi bunu söyleyen “Adil Düzen”e karşı mıdır yanında mıdır? Söylemek çok zordur. Bugünkü Müslümanlar böyle iddialarda bulunuyor ve kâfir olmuyorlar ama Müslim de kalmıyorlar, ikisi arasında bir şey oluyorlar. Kur’an şimdi onlara diyor ki; siz bunu söylemekle ne kâfirsiniz ne de müminsiniz, imandan çıkıyorsunuz ama müşrik de olmuyorsunuz, idden bir şey oluyorsunuz.

Hayvanlar yılda bir defa çiftleşirler. Sonra da yavrularlar. Çiftleştikten sonra kısır kalan develere “idde” denir.

 

YORUM:

Hıristiyanlar ehli kitaptır, onların yaptıkları yemekleri yeriz, onlarla evleniriz, onları da bizden sayarız ama bu velet iddialarında onları müşrik sayarız. Kur’an, siz onları id olarak görün demektedir. Örnek olarak onların dayanışmasına girmeyin.

Hıristiyanları mümin ve ehli kitap kabul etmemiz için Pavlus isimli bir Yahudi’nin uydurduğu “veledi olma” hikâyesini resmen reddetmeleri gerekir. Onun dışında onların şeriat olarak Tevrat’ı değil Kur’an’ı kitap kabul etmeleri gerekir. Böyle olunca onun dışındaki tüm hareketleri ile bizim gibi mümin olurlar.

 

ÖZ TÜRKÇE OLARAK:

“Kadın erkeğe dönüştünüz.”

KUR’AN KELİMELERİ İLE:

“İdd bir şey olarak ciet ettiniz.”

 

LaQaD CiETuM ŞaYEan EidDan

لَقَدْ جِئْتُمْ شَيْئًا إِدًّا (89)

***