MERYEM SURESİ TEFSİRİ(19.SURE)
Süleyman Karagülle
917 Okunma
MERYEM SURESİ TEFSİRİ 34-40.AYETLER

***

 

MERYEM SÛRESİ - 7. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

***

 

ذَلِكَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ قَوْلَ الْحَقِّ الَّذِي فِيهِ يَمْتَرُونَ (34) مَا كَانَ لِلَّهِ أَنْ يَتَّخِذَ مِنْ وَلَدٍ سُبْحَانَهُ إِذَا قَضَى أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ (35) وَإِنَّ اللَّهَ رَبِّي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُ هَذَا صِرَاطٌ مُسْتَقِيمٌ (36) فَاخْتَلَفَ الْأَحْزَابُ مِنْ بَيْنِهِمْ فَوَيْلٌ لِلَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ مَشْهَدِ يَوْمٍ عَظِيمٍ (37) أَسْمِعْ بِهِمْ وَأَبْصِرْ يَوْمَ يَأْتُونَنَا لَكِنِ الظَّالِمُونَ الْيَوْمَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ (38) وَأَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْحَسْرَةِ إِذْ قُضِيَ الْأَمْرُ وَهُمْ فِي غَفْلَةٍ وَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ (39) إِنَّا نَحْنُ نَرِثُ الْأَرْضَ وَمَنْ عَلَيْهَا وَإِلَيْنَا يُرْجَعُونَ (40)

 

ذَلِكَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ

ÜAvLiKa GIySay iBNu MaRYaMa (ÜAvLiKa FIyGaLa iBNa MaFGaLa)

“Bu, Meryem oğlu İsa’dır.”

“Ahmet’in oğlu Hasan” derseniz tamlama yaparsınız. “Ahmet oğlu İsa” derseniz atfı beyan olur. Ahmet oğlu yani Hasan demiş olursunuz. “Meryem’in oğlu” değil de “Meryem oğlu” olarak zikredilmektedir.

ابْن kelimesi Kur’an’da tamlanan olarak gelmez (araştırılmalıdır).

Meryem oğlu İsa yeryüzüne etki etme bakımından bugün en çok tabii olunan olması ve bugünkü uygarlığı onların getirmiş olması bakımından, Muhammed’den daha etkin görünmektedir. Bununla beraber “Yüz Etkin Adam” kitabının yazarı Amerikalı profesör (Micheal H. Hart), en etkin insan olarak Muhammed Peygamber’i göstermiş, sonra Newton’u, sonra İsa Peygamber’i göstermiştir. Kendisine bunun sebebi sorulduğunda, “Bunun iki sebebi vardır. Muhammed Kur’an’ın tek başına sahibidir. Oysa İncil’i resuller yazmıştır. Hıristiyanlıkta Pavlus daha etkindir. Evet, kitap olarak Kur’an birinci, Tevrat ikinci, İncil üçüncüdür. Peygamber olarak İsa birincidir. Bu söylediklerim bazı mümin kardeşlerimizi rahatsız edecektir. Ancak gerekçesini kabullenmek zorundayız.

Allah peygamberlerin içinde peygamber olarak İsa’yı Muhammed’den daha faziletli kılmıştır. Çünkü Kur’an düzeni kişi düzeni değildir, kitap düzenidir. Kişi düzenini İsa Peygamber ile kapamış, kitap düzenini getirmiştir. Böylece Kur’an’ı bütün dinler için rehber yapmıştır. Resulü değil, kitabı hâkim kılmıştır.

قَوْلَ الْحَقِّ

QaVLa eLXAqQı (FaGLa eLFıGLı)

“Hakkın kavli”

Burada قَوْلَ kelimesi üstünlü gelmiştir. Mensuptur yani mefuldür. Bazen bir türlü mana veremem, Alusi’ye başvururum. Onlar da benim gibi anlamış, herkes bir şey söylemiş. 

Ben bu türlü yerlerde hazfı tercih ederim. Demek ki bundan önce hazfedilmiş cümle vardır. Meryem oğlu İsa bu iken siz birçok görüşler ve fikirler ortaya koydunuz, demektir.

 قَوْلَ الْحَقِّ  أُبَيِّنُ لَكُمْ diyor. Bunun dışında söyledikleriniz قَوْلَ الْحَقِّ değildir, demektir.

Şimdi قَوْلَ الْحَقِّ (hakkın sözü) diyor; oysa kavlin sıdkı olur, kizbi olur.

O halde buradaki kavl sözlerden ibaret değildir.

Hemen Ruhu’l-Kur’an’a başvuralım, قَوْلَ الْحَقِّ ifadesi kaç yerde geçer? صِدْق ile geçer mi? Ona göre yorum yapalım. Kur’an’da قَوْلَ kelimesinin vasfı olarak ne صِدْق ne de كِذْب kelimesi geçmektedir. Hal olarak, meful olarak “kavl ettiler” denmektedir. “Batılı mahveder, hakkı ihkak eder.” diyor (Enfal 8-8). O halde hakkın tek karşılığı yoktur. Kavlin de hakkı vardır.

Şimdi siz de Ruhu’l-Kur’an’a gireceksiniz, acaba Kur’an قَوْل den başka neye “hak” demektedir, ona bakacaksınız.

Demek ki artık tefsir bir zekâ işi değil bir çalışma işidir, belli metotlarla yürüdüğünüz zaman Kur’an anlaşılır hâle gelir.

حَقّ kelimesi Kur’an’da değişik konular için gelmektedir. Her şeyin hakkını vermek anlamında olur. Hakkın kavli doğru olmalıdır. İzafetle iki yerde gelmektedir, yakinin hakkı (حَقُّ الْيَقِينِ) olarak zikredilmektedir.

Sözün gerçeği budur demektir. Ben size kavlin gerçeğini söylüyorum. Yukarıda söylenenler gerçek sözlerdir.

الَّذِي فِيهِ يَمْتَرُونَ (34)

elLaÜIy FIyHIy YaMTaRUvNa (elLaÜIy FIyHIy YaFGaLuvNa)

“İçinde imtira ettikleri”

Demek ki anlaşılmayan söz değildir. Çünkü bu söylenenler üzerinde değil de söylenen konuda اِمْتِرَاء halindedir. Bunu şöyle açıklayayım. Bir hadisi ele alalım. Bu hadisin sahih olup olmadığında tartışırsanız hadisin lafzında مِرْيَة edersiniz. Hadisin manası içinde مِرْيَة ederseniz o zaman kavlinde اِمْتِرَاء edersiniz. اِمْتِرَاء kelimesi  مِرْيَة nin iftial babıdır. مرو yumuşak taştır. “İmtira etmek” demek istikrarsız olmak demektir.

Bugün İsa Peygamber’in üzerinde اِمْتِرَاء etmektedirler. Oğlu mudur, Meryem anası mıdır, Meryem üçüncü müdür yoksa Ruh-ul Kudüs diye üçüncü biri daha var mıdır? Oysa Kur’an çok açık ifade etmektedir. Meryem onu bakire olarak doğurmuştur ama İsa Peygamber’e öyle özellik verilmiştir ki herkesi susturmuş, ona dokunamamışlar, ona bir şey yapamamışlardır. Meryem’in iffetine herkes kani olmuştur. Sonra İsa Peygamber’e karşı çıkacaklar ama Meryem’e teslim olacaklardır.

İsa Peygamber’in resul olduğunu inkâr etmek mümkün olmamıştır. İsa Peygamber’e inananlar da o kadar sadakat ile inanmışlar ki, gördükleri zulme karşı gösterdikleri sabrın sonunda Roma’yı dize getirmişlerdir. Hala Hıristiyanlığın hamisi olarak varlığını sürdürmektedir.

İstanbul’u Bizanslılar Müslümanlara devrederken de en küçük bir problemleri olmamıştır çünkü Müslümanlar İsa Peygamber’e ve Meryem’e onlar kadar saygılı olmuşlardır. Hıristiyanlar da din adamları İsa’nın Allah’ın oğlu olmadığını bilmişlerdir ama devlet otoritesini sürdürmek için bâtıl inanca bu kadar devam etmişlerdir. Yakında Sermaye’nin tasallutu bitecek ve Hıristiyan âlimleri gerçeği göreceklerdir. Artık Pavlus’un uydurmalarını reddedeceklerdir. Bugün onların elinde bu yalanları tekzip edecek ilimleri vardır.

Kelimeleri yeniden tahlil edelim.

“İsa, Meryem, Kavl, Hak, Mirye.” (مِرْيَة -حَقّ -قَوْل- مَرْيَم- عِيسَى)

عَسِيَ kelimesi de عَتِيّ gibi ‘yaşlılık’ demektir. Yaşlılığın değişik devreleri vardır. 63’ten sonra شَيْخ olarak adlandırılır. 70’ten sonra عَتِيّ olur, 80’lerden sonra شَيْخًا كَبِيرًا olur.

Bir şeyin olacağı beklenirse عَسَى deriz. Kur’an’da yalnız fiili mazi olarak vardır.

عِيسَى kelimesi Lisanu’l-Arab’da  عيسkökünden alınmıştır. Biz عسي kökünden alıyoruz. Birinci ي (عِيسَى) zaid harftir diyoruz. عَسَى ‘beklenen’ demektir. Tevrat ehli İsa Peygamber’in geleceğini hep beklemiştir, İsa özel addır.

Meryem ona ‘İsa’ demiştir yani Yahudilerin beklediği kimse olarak takdim etmiştir.

روم kulağın alt yumuşak kısmıdır. Küpe oraya takılır. Rum Anadolu’nun ismi olmuştur. Arabistan’ın bittiği yerdir.

مَرَام kelimesi ‘bir şeyi yapmayı istemek’ demektir. مَرْيَم kelimesi مَرْوَمden dönüşmüştür. Meram edilen yer demektir. Türkçedeki dilek karşılığıdır.

Kur’an’da مريم 34, رُوم 1, نوم 9 defa geçmektedir. Toplam 44 (22*11) eder.

ر tekrarı, و beraberliği, م de suyu, enginliği ifade eder.

مَرْيَم kelimesi مَفْعَل vezni üzere ismi zaman, ismi mekândır. “Meram edilen” ‘olması istenen kimse’ demektir. Annesi mabede verildiği zaman bu adı ona vermiştir.

قول birlikte bir iş yapan kimseleri, belli bir sesle kumanda eden kimsenin adından gelmiş bir kelimedir. Bu sesten kinaye olunmuştur. كَلَام dan farkı bağlayıcı olmasıdır. Türkçedeki ‘söz’ kelimesi de böyledir. O halde ‘söyle’ olarak tercüme edilmelidir.

ق kuvvet, و birlik, ل belirliliktir.

Söz esas değildir. Esas olan birlikte harekettir. Bu sebepledir ki kişi söyleyenin sözlerini aynen tekrar etmekle yükümlü değildir, anladığını kendi cümleleri ile ifade eder. “Tercümede böyle diyor” dersiniz. Söyleyenin dili ile değil de tercüme edenin dili ile ifade edersiniz.

Kur’an’da Allah onların söylediklerini Arapça dili ile ifade etmektedir.

مَارِيّ eskimiş elbise demektir.

م genelliği, ر tekrarı, ي kolaylığı ifade eder.

مِرْيَة ‘şüphe içinde olmak, akıl erdirememek, bir türlü inanamamak’ demektir.

Evet, insanlar İsa Peygamber’in babasız doğduğuna bir türlü inanmamaktadır ama kimse de ses çıkarmamaktadır. O kadar güçlü bir baskı vardır ki buna karşı çıkanlar olmamaktadır. Kur’an İsa Peygamber’in tanrının oğlu olmadığını en sert dil ile beyan ettiği halde, İsa’nın babasız olduğunu da açık bir dille beyan etmektedir. Biyolojik keşifler de bunları teyit etmektedir.

 

YORUM

İsa Peygamber’in doğuşunu anlattıktan sonra kıssayı burada bitirmektedir. Bu arada kıssadan çıkan sonuçları değerlendirmektedir. İnsanlığı etki altına alan ve dünyaya hükmetmeye başlayan Hıristiyanlığın mahiyetini anlatmaktadır.

Kur’an gelinceye kadar insanları kişiler yönlendirmiştir. Kur’an’ın inmesiyle kişi yönetimi sona ermiş, yerine içtihatla ve icmalarla cemaatlerin yönetimi başlamıştır. Ne var ki bu iş hemen olacak bir durum değildir. Kur’an önce kıyas ve içtihadı öğretti. Harflerle temsil edilen varlıklarla düşünmeyi öğretti.

فعل kalıbı cebirin kendisidir. ف birinci harfi, ع ikinci harfi, ل üçüncü harfi ifade eder. Cebirde de sayılar yerine harfler konur. a+b dediğimiz zaman; a birinci terimi, herhangi bir ayrıntıyı, b ikinci terimi, herhangi bir sayıyı ifade eder. Buna dayanılarak kâinatın sırları çözüldü. Hıristiyanlar bunu aldılar ve teknolojide kullandılar, böylece dünyaya hâkim oldular.

Hıristiyanların şeriat kitapları yoktur. Şimdiye kadar Tevrat’ı şeriat olarak değerlendirdiler. Bundan sonra Kur’an’ı şeriat olarak alacaklar, böylece üçüncü bin yıl ve daha sonraki bin yılların uygarlıklarında katkılarını sürdüreceklerdir.

يَمْتَرُونَ demekle bunları bize anlatmaktadır. Yani bunları zikrederken Hıristiyanların veya başkalarının bundan yararlanmaları için değil, Kur’an ehlinin doğrusunu bilmesi için anlatmaktadır.

 

Öz Türkçe ile:

“Bu, Meryem oğlu İsa’dır, karışıklık içinde oldukları gerçeğin sözüdür.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Bu, İsa bin Meryem’dir, hakkında imtira ettikleri hakkın kavlidir.”

 

ÜaLiKa GIySay iBNu Maryama. QavLa eLXaqQı elLaÜIy FİyHIy YaMTaRUvNa

ذَلِكَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ قَوْلَ الْحَقِّ الَّذِي فِيهِ يَمْتَرُونَ (34)

***

مَا كَانَ لِلَّهِ

MAv KAvNa Li elLAvHı (MAv FaGaLa Li elLAvHı)

“Allah için olmaz”

مَا, بَيْن kelimesinin ilk ve orta harfinden oluşmuştur. بَيْن ‘yarık’ demektir. Yarığın kenarı yok anlamındadır. Geçmişte olmayanı ifade eder.  لَا, بَيْن kelimesinin son harfi ن den dönüşmüştür, yine ‘yarık’ karşılığıdır, gelecekteki yoku ifade eder. كَوْن Tümseği ifade eder. O da oluş anlamındadır. كَانَ fiili yardımcı fiildir. Fiil olmakla beraber bir oluşu değil bir durumu ifade eder, ‘-dır’ manasını taşır.

Allah bize haber veriyor. Allah’ın kendi iradesi dışında O’nun iradesine etki edecek bir şey yoktur. O tek ilahtır. Böyle vardır. O’nun dışındaki her şey O’nun iradesi ile var olmuştur. O da böyle bir şey murad etmedi demektir.

اللَّه kelimesi ءله kökünden gelmekle beraber özel isimdir. Arap dil kaidelerine uymaz. الْإِلَه anlamındadır, إ düşmüştür. ه harfi boğazın en altından, yumuşak, süreksiz olarak çıkan harftir. Yumuşak olması görünmez olmasından ileri gelmektedir. Süreksiz olması tekliğini ifade eder. O var, başka bir şey yok. هُوَ O’nun o durumdaki ismidir.  Sonra orta harflerden ل ortaya çıkmıştır. O melekût âlemini var etmiştir. لَهُ “her şey O’nundur” demektir. Allah’ın iradesinde var ama dışında yoktur. Sonra ل den ل,  ه den ب çıkmış, بِاللَّه olmuştur. بِ sebepler âlemidir. Artık mekân ve zaman var, madde ve enerji var. Henüz canlı yok, بِاللَّه olmuştur. Her şey O’ndan demektir. O var etmiştir demektir ve ikinci ل da her şeyin bir görevi var, bir, için var demektir. Gereksiz, abes bir şey yoktur. بِاللَّه kelimesi ikiye ayrılmakta, biri بِ diğeri de اللَّه olmuştur. Baştaki ا harfi بِ gittiği için gelmiştir, manası olmayan vasıl harfidir. 

 لِلَّهِ deki لِ harfi de harfi  cerdir. Yine بَيْن kelimesinden türetilmiştir. مِنْ başlangıcı, إِلَى bitişi ifade eder. Bitişten لِ kalkarsa gayeyi anlatır. Allah’ın böyle bir şeye ihtiyacı yoktur demektir. 

أَنْ يَتَّخِذَ مِنْ وَلَدٍ

EaN YatTaPiÜa MiN VaLaDin (EaN YaFTaGıLa MiN FaGaLin)

“Veledden birini ittihaz etmesi”

Canlılar ölümlüdürler. Zamanla yaşlanır ve ölürler. Elde ettikleri kazanımlarını yeni nesillere aktarmak isterler. Böylece kendileri yaşamasa bile soyları yaşar.

Bir bitki düşünün, kırk elli sene yaşar, durmadan yaprak vermiş ve üretmiştir. Dibine dökülmüş, hazır besin olmuş, gübre olmuştur. Kendisi gidecektir. Çürüyerek toprak olacaktır. Bu toprak sıradan toprak değildir. Organik ürünlerdir. Bu kazanımın boşa gitmemesi için tohumlar üretmekte, kendisi gittiğinde tohumdan kendisine benzer varlık ortaya çıkmaktadır.

Buna وَلَد denir.

Bunun diğer sebebi de yeni canlının eski canlıdan daha gelişmiş canlı olmasıdır. Evrim vardır. Allah ise ölümlü değildir. Uygarlaşacak veya evrimleşecek değildir. O’nun evladı olacak değildir. Allah onlara muhtaç değildir. O halde O’un evladının olması söz konusu olamaz.

Allah neye muhtaçtır?

Halkiyet (خَلْقَة) sıfatını gerçekleştirmeye muhtaçtır. Eğer halk etmezse o zaman tanrı olmaz. Allah dilediği şekilde yaratabilir ama hiç yaratmaması O’nun sıfatında تَغَيُّر olur. Halkiyet sıfatı kalkar. Bu sebeple Allah’ın yaratmaması söz konusu değildir. Bu izahlar da doğru değildir. O, zaman ve mekân içinde değildir, sebep-sonuç içinde değildir. O halde O’nun buna ihtiyacı var demek yanlıştır. Ancak bu durumu başka türlü izah edemediğimiz için söylüyoruz.

Allah bir veled edinmez, mahlûk edinir ve onu yanında ibad edinir. Onlara ihtiyacı olduğu için değil, onlara rahmet etmek için bunları yapar.

سُبْحَانَهُ

SüBXAvNaHu (FuGLAvNaHUv)

“Subhandır”

سَبْح “omuzlara atılan, esen rüzgârda kanatlar gibi açılan elbise” demektir. Sonraları ‘uçmak’ veya ‘yüzmek’ anlamlarında kullanılmıştır. “Tesbih etmek” ‘yüzdürmek’ veya ‘uçurmak’ demektir. Arapçada mecaz olarak ‘yüceltmek’ anlamına gelir. Tef’il babından teksir için kullanılır. Türkçede tarikatların kullandığı zikir Kur’an’da tesbih olarak geçmektedir. ذِكْر ‘anlamak, anmak ve düşünmek’ demektir.

س mekânda diziyi, ب kapıyı, ح hareketi ifade eder.

Allah’ın eksik bir işi yoktur. Her şeyi en mükemmel bir şekilde var etmiştir. İnsanı iradesi ile hareket eden varlık olarak yaratmıştır. Allah’ı tesbih etmek demek Allah’ın ona havale ettiği işleri yapmak demektir. Allah’ın zatı hiçbir şeye muhtaç değildir ama O’nun halifesi olan insanlık, topluluklar ve insanlar diğer insanlara muhtaç olarak yaratılmıştır. Birinin eksiğini diğeri tamamlar. Allah’ı tesbih etmek demek topluluğun verdiği görevleri yerine getirmek demektir.

İçtihatla topluluğun görevi alınır sonra da abd olarak o görev yerine getirilir, o tesbih olur.

Allah’ın kâinatını tetkik ettiğimizde görürüz ki kâinatta eksik veya yanlış yaptığı bir şey yoktur. Dolayısıyla O’nun velede ihtiyacı yoktur.

Çocuğu olmak demek ikinci bir tanrının olması demektir. Tanrı bir başka tanrıyı var edemez çünkü tanrı var edilemez.

إِذَا قَضَى أَمْرًا

EiÜAv QaWAy EaMRan (EiÜAv FaGaLa FiGLan)

“Bir emri kaza ettiğinde”

قضب ‘kesici alet’ demektir,  ب harfi و  a dönüşmüş قضو veya قضي olmuştur. Bir şeyi kesmek, yapılacak bir şeyi yapmak anlamında قَضَى olmuştur.

Kur’an’da قضي   63, قضض 1 defa geçmektedir. Toplam 64 (26) eder.

‘Kaza’ kelimesi kader karşılığı kullanılır. Kader plandır, yapılacakları gösterir. Kaza ise yapılmasıdır. Kader meşiete tekabül eder. Kaza ise iradeye tekabül eder. Mekânda planlama kaderdir, zamanda planlama ise kazadır.

Diğer taraftan ‘kaza’ ‘eda’ karşılığı kullanılmaktadır. أَدَاء emrolunanı zamanında yapmadır. قَضَى ise zamanında yapmayıp sonra yapmadır. Kur’an’da bu manada geçmemektedir. “Eda etmek” bir işi yapmaktır. “Kaza etmek” ise bir borcu ödemektir. Kazada birisinin alacağı olması herkese yapılanı yapmak veya kararlaştıranı yapmak demektir.

مُرَار acı bir ağacın adıdır. Kabuklarından ip yapılır. مُرّ bu ağaçtan yapılan ipin adı olmuştur. İpin bükülmesinden tekrarlanan şeylere مَرّ denmektedir. Gelip geçmek anlamındadır. Sonra أَمَرّ ‘söz geçirdi’ veya ‘sözünü dinletti’ anlamında kullanılmaya başlanmış, emir buyurmak anlamı oluşmuş.

مَرْو ‘yumuşak taş’ demektir. أَمَرْوَ yumuşattı, demektir. Sonra و düşmüş sülasiye dönüşmüş, sözünü geçirme anlamında “buyurmak” manası kazanmıştır. Emirde cebr yoktur. Kişi emredene karşı değil, şeriata karşı sorumludur. Amir hatırlatıcıdır, münzirdir.

ء gücü, م maddeyi, ر tekrarı ifade eder.

أَمْر ‘iş’ demektir. “Say, fiil, amel ve emr” (أمر -عمل- فعل- سعي) kelimeleri yakın manalar taşımaktadır.

فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ

FinNaMAv YaQUvLu LaHUv (Fa inNa MAv YaFGaLu LaHUv)

“Sadece ona kavl eder”

Eşyanın kulağı mı vardır? Eşya söylenenleri anlar mı, nasıl olur da ona kavl ettiler? Kavlin kökünü anlatırken “birlikte iş yapanların beraber hareket etmesi için çıkarılan ses kavl’dir” demiştik.

Buradan öğreniyoruz ki bir şey olmadan da o vardır. قَضَى شَيْئًا  demiyor قَضَى أَمْرًا  diyor. Beş boyutlu uzayda zaten her şey vardır. Beklemekte ama biz görmemekteyiz. Allah “Haydi üç boyutlu uzaya geç.” der o da geçiverir.

Yani yeni bir şey yaratmıyor. Doğum üç boyutun içinde olaylarla yaratılmış gibidir. Ölüm de yok olma değildir, üç boyutun dört boyut olmasıdır.

‘Kavl etme’ demek söz söyleme değildir, sadece ona haber vermedir.

كُنْ فَيَكُونُ (35)  

KüN FaYaKun (ufGuL Fa YaFGaLu)

“Kün (diye kavl eder) o da kevn eder.”

Bir fabrika öğle tatilindedir. Herkes işten ayrılmış, zili bekliyor. Zil çaldı mı ayaktaki herkes iş başına geçer.

Her şey beş boyutlu uzayda zaten vardır. “Üç boyutlu uzaya geçin” diyor geçiyorlar, “çık” diyor çıkıyorlar. Sadece gir ve çık denmesi yeterlidir. Öyleyse tanrının oğula ihtiyacı yoktur.

 

YORUM

Burada şu soruluyor. Beş boyutlu uzayda olmayan şeyi dileyemez mi, olamaz mı?

Allah beş boyutlu uzayı var ederken gereken her şeyi zaten düşünmüştür. Yeniden bir şeyi düşünmesi için var ettiği kâinatın eksiği mi vardır?

لَهُ harfi ile bizzat emredildiği ifade edilmektedir. Her atomun, her elektronun beşinci boyutu vardır. “O söyleneni duyar” şeklinde yorum yapılabilir. Bunun mecazi olduğuna dair bir karine yoktur. O takdirde bunların hepsi bilinçlidir ve söyleneni anlar durumdadırlar. Biz duyuramıyoruz, onlar da bizi duyamıyorlar ancak onlar da bilinçlidir demektir.

‘Semavat ve arzda ne varsa onu tesbih eder. Siz onların tesbihlerini anlamazsınız’ ayeti (İsra 17-44) bunları defalarca tekrar etmektedir. Böyle olunca da artık canlılardaki hareketi açıklamak son derece kolaylaşır.

 

Öz Türkçe ile: 

“Allah için bir yavru edinme yoktur, o eksiksizdir. Bir işi yapacağında ona ‘ol’ der o da olur.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Allah için veledden ittihaz etmek yoktur, sübhandır. Bir emri kaza ettiğinde ona ‘kün’ diye kavl eder o da kevn eder.”

 

MAv KAvNa LilLAvHi EaN YatTaPiÜa VaLaDan SuBXAvNaHUv EiÜAv QAWAv EaMRan FaEinNa MAv YaQUvLu LaHUv KuN Fa YaKuvNu

مَا كَانَ لِلَّهِ أَنْ يَتَّخِذَ مِنْ وَلَدٍ سُبْحَانَهُ إِذَا قَضَى أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ (35)

***

وَإِنَّ اللَّهَ رَبِّي وَرَبُّكُمْ

Va İnNa elKAvHa RabBIy Va RabBuKuM (Va EinNa elLAvHa FaGLiy Va FaGLuKuM)

“Ve Allah rabbim ve rabbinizdir”

Buradaki و atıf harfi وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مَرْيَمَ (Meryem 19-16) ayetindeki Meryem’e atfedilmektedir. Yani “sen kitapta söyle” denmektedir.

Kime diyor? Bize diyor. Meryem’i anlattıktan sonra kendinize geçin ve deyin ki; benim sizden bir farkım yok, çünkü O hepimizin rabbidir. Benim sizden bir üstünlüğüm yoktur.

Hiçbir insanın diğer bir insandan farkı yoktur. Kur’an bütün insanlara nazil olmuştur. Onun resmi yorumcusu yoktur. Biz görüşlerimizi ortaya koyuyoruz. Sadece aracıyız. Babalarımızdan öğrendiklerimizi size aktarıyoruz. Siz de sizden sonrakilere aktaracaksınız. Allah komünistlerin de rabbidir, katillerin de rabbidir. İstediğine azap eder, istemediğine etmez.

Hıristiyanları küçük gören ve onların cehenneme gideceklerini iddia edenlere söylemektedir.

فَاعْبُدُوهُ

Fa uGBuDUvHUv (Fa uFGuLUvHUv)

“O’na ibadet edelim”

Buradaki و zamiri (cem vavı) sizi değil bizi göstermektedir (Arapçada tağlib kuralı gereği eğer aykırı bir delil yoksa 2. şahıs, 1. şahsı da kapsar). Yani “O senin de benim de rabbimdir, birlikte O’na ibadet edelim.” demektedir.

Arapçada hitap sigasının beni de bizi de içerdiğini unutuyor ve ona göre yanlış mana veriyoruz. Burada eğer bu manayı anlamasak bu cümlenin yerine bir mana veremeyiz.

İbadet etmek birisinin şartsız işçisi olmaktır. Biz eşitiz; Hıristiyanı, Müslümanı, Budisti ve Hindusu ile eşitiz. Sadece Rabbimiz bize birlikte iş yapmamızı emrettiği için birbirimizle görüşmek, danışmak ve istişare etmek durumundayız. Birbirimize emredemeyiz.

“O’na ibadet ediniz” değil de “O’na ibadet edelim” şeklinde mana söz konusudur.

هَذَا صِرَاطٌ مُسْتَقِيمٌ (36)  

HAvÜAv ÖıRAvQun MuSTaQIyMun (HAvÜAv FiRAvQun MüSTaFGıLun)

“Bu müstakim bir sırattır.”

Buradaki هَذَا neye işaret etmektedir?

O’na ibadet etmeye işaret etmektedir.

Neden nekre gelmiştir?

Fatiha’da اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ geldiği halde, burada neden هَذَا صِرَاطٌ مُسْتَقِيمٌ gelmiştir. Farklı müstakîm sıratlar var mıdır?

صِرَاط  ‘tek şeritli’ yoldur. طَرِيق ise çok şeritli yoldur. Kur’an’da صرط  45, شرط 1 defa geçer. Toplam 46 (2*23) eder. İnsanda 23 çift kromozom vardır.

Bunu şöyle kavrayabiliriz. Herkes kendi içtihadına göre amel eder. Dolayısıyla müstakim sırat herkes için farklıdır. Bundan dolayı nekre gelmiştir. Fatiha’da ise icma kastedilmektedir. Bütün insanların ortak yolu vardır. Ona gitmemiz emrediliyor. Aksi halde ‘sizin de bizim de Rabbimiz’ ifadesinin anlamı kalmaz. Herkes kendi içtihadına göre hareket ederse Rabbimizin bir olmasının manası ne olur?

Burada çok önemli bir sorun çözülüyor. Sözleşmelerle anlaştık mı artık içtihadımızla değil sözleşmeye göre hareket edeceğiz. İçtihat sözleşmelerin olmadığı yerde geçerlidir. O halde sözleşme kısmi icmalardır.

Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceğiz ama ibadet şeklimiz değişik olabilecektir. Sözleşmelerle farkı sıratlar ortaya çıkacak, ona uyacağız.

وَهَذَا صِرَاطُ رَبِّكَ مُسْتَقِيمًا قَدْ فَصَّلْنَا الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ (Enam 6-126)

“Bu senin Rabbinin müstakim olarak sıratıdır. Şimdi ayetlerimizi, tezekkür eden bir kavim için tafsil ediyoruz.” demektedir.

Böylece her kavmin kendi icmalarının olduğunu bildirmektedir. Kıyas yoluyla her ilin (şa’bın) de icmaları vardır; her kabilenin, hatta aşiretin kendi icmaları vardır.

 

YORUM

İnsanlar değişik peygamberlere tabi olurlar ve kendi içtihat ve icmaları ile yaşarlar. Yahudilerin Musa’sı, Hristiyanların İsa’sı, Budistlerin Buda’sı ve Hinduların Brahman’ı vardır.  Kuran ehlinin ise Kuran’ı olacaktır. İnsanlar kavim kavim ayrılacaklar, kendi icmaları olacaktır. Bunlar müstakim sıratta olacaklardır. Bir de tüm insanlığın icmaları olacaktır. الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ olacaktır. Herkes insanlık icmalarına uyacak, ayrıca kendi icmalarına da uyacaktır. Adil Düzen anayasasında bunları yazdık. Denemelerle bunları gösteremedik.  Kuran tefsir edilecek, Adil Düzen anayasasında aykırı bir hüküm varsa çıkarılacak. Mevcut olan hükümler de değerlendirilecektir.

Tüm insanlık farklı şeriatlarda yaşayacaktır. Ekseriyet kararı ile değil kani ittifaklarla ortak şir’ayı oluşturacaklardır. Her ümmet için bir şir’a vardır sözünün açıklanmasıdır bunlardır.

İlimler bunları belirleyecektir.

Yüz lojmanlı apartmanlar ve bucak yönetimleri ilim adamlarının gözlem yerleri olacaktır. Galaksilerdeki yıldızları gözlemleyen astronotlarda olduğu gibi fıkıhçıların da bucak ve ocakları gözlem yerleri olacaktır.

 

Öz Türkçe ile:

“Allah benim de sizin de yetiştiricinizdir. O’na kulluk edelim. Bu, doğru yoldur.”

Kuran kelimeleri ile:

“Allah benim de sizin de rabbinizdir. O’na ibadet edelim. Bu, müstakim sırattır.”

 

Va EinNa elLAHu RabBIy Va RabBuKuM Fa uGBUDUvHUu HAvÜAv ÖıRAyOun MuSTaQIyMun

وَإِنَّ اللَّهَ رَبِّي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُ هَذَا صِرَاطٌ مُسْتَقِيمٌ (36)

***

فَاخْتَلَفَ الْأَحْزَابُ  

FaiPTaLaFa eLEaPÜAvBu (Fa İFTAGa La eLEaFGALu

“Ahzab ihtilaf etti”

حُزْم ‘Demet’ demektir. حِزْب ‘İnsanların oluşturduğu grup’ demektir.

ح hareketi, ز zamanda sıralamayı, ب geçidi ifade eder.

Buradaki الْأَحْزَابُ marifedir. Ayetin bugün nazil olduğunu kabul ettiğimize göre bugünün hizbindendir. Sermaye ile Devletler ihtilaflı değildir. Sermaye kendi arasında ihtilaf halindedir. AK Parti ile Gülenciler ihtilaf halindedir. Herkesin bu ayeti kendine göre anlaması gerekir. ‘İki hizb’ (حِزْبَانِ) demiyor. Cem olarak getirilmiş olması da bu hiziplerin çok olduğunu ama aslında bir olduğunu ifade eder. اخْتَلَفَتْ denmesi gerekirken اخْتَلَفَ olarak gelmesi أَحْزَاب kelimesinin müfred gibi görünmesinden ileri gelmektedir. İhtilaflar çok görülüyorsa da aslında bunlar birdir demektir. Bizim yorumlarda hep Sermaye deyişimizin sebebi budur. Bu hizbler cemdir ama aslında tek hizbdir. Erbakan’ın ‘timsahın iki çenesi’ izahlarını bu şekilde anlayabiliriz.

خَلْف ‘Ense’ demektir.

Kuran’daخلف  127, حرم 83 defa geçer. Toplam 210 (2*3*5*7) eder.

İhtilaf etmenin iki manası vardır. Biri ‘farklı görüşte olmak, çaprazlamak’ demektir. Diğeri ise ‘birbirine halef, selef olmak’ demektir. أَحْزَاب ’birbirlerine ters görüşte oldular, karşı karşıya oldular’ anlamındadır. Diğer taraftan da birbirlerinin halefi oldular, karşı takımı oldular demektir. Böylece الْأَحْزَابُ kelimesinin müfred sayılan cem olması, diğer taraftan ihtilaf etmeleri bizim verdiğimiz manaları teyid eder.

مِنْ بَيْنِهِمْ  

MiNBaYNiHiM (MiN FaGLiHiM)

“Beynlerinden”

بَيْنَهُمْ demeyip مِنْ بَيْنِهِمْ  denmiş olması birbirlerini halef bıraktılar anlamındadır. Bugün iki avukat düşünün bunlar arkadaştırlar. Görüşlerinde hiçbir ayrılık yoktur ama hakimlerin karşısına çıktıkları zaman aldıkları görev dolayısıyla, birbirlerine karşıdırlar. Televizyonda, radyoda birbirine saldırırlar ama birlikte pek ala viski içerler. İki kardeş oyuncu karşı takımlarda olabilirler. مِنْ Harfi cerini  Min-i sebebiye olarak alan müfessirler vardır. “Bu kaydın yapılmasında size muhalefet ederler” demiyor “kendi aralarında muhalefet ederler” diyor. Biz elli senedir Adil Düzen’i anlatıyoruz. Erbakan dünyanın her tarafına yaydı. Birileri çıkıp da “siz yanlış söylüyorsunuz” demedi. Yanlışı gösteren olmadı. Hemen hepsi “çok iyi ama bu şimdi uygulanamaz” dedi. Uygulamanın faturasını dilleriyle orduya keserler oysa kastettikleri ise Sermaye’dir. “Sermaye o kadar güçlüdür ki onu kimse yenemez ve bunlar uygulanamaz.” derler. مِنْ بَيْنِهِمْ  kaydı ile hem anlaşmalı ihtilaf olduğunu söylemekte hem de bize muhalif olmadıklarını söylemektedirler.

O halde neden kabul etmiyorlar?

Küfrettiklerinden dolayı kabul etmiyorlar. “Söyledikleriniz doğru da olsa bizim çıkarımıza aykırı olduğu için kabul etmiyoruz.” demektedirler.

فَوَيْلٌ لِلَّذِينَ كَفَرُوا

Fa VaYLun LKi elLaÜIyNa KaFaRUv (Fa FAGLunielLaÜIyNa KaFaRUv

“Küfr edenlere veyl vardır.”

Bu ihtilafta samimi görüş ayrılığında olanlar vardır. Sosyalizme inanmıyor, savunuyor. Bunlara وَيْلٌ yoktur. Kapitalizme inanıyor, bilmiyor onu hak zannediyor da inanıyor. İsa’nın tanrı olduğuna da samimi kanaat olarak inanıyor. Yahut Budist de ineğin tanrı olduğuna öyle zannettiği için inanıyor. Onlara وَيْلٌ yoktur. وَيْلٌ kime vardır?

 Bile bile aksini iddia edenleredir, kafirleredir. Burada لِلَّذِينَ كَفَرُوا marife gelmiştir. Yani ihtilafa düşenlerden kâfir olanlara denmektedir. فَ harfi ile diğerleri istisna edilmiş olmaktadır. وَ olsaydı kafir olmayanları da kıyas yoluyla katabilirdik ama فَ harfi ile gelince وَيْلٌ kelimesinin illetini küfür edenlere tahsis etti. الْوَيْلُ لِلَّذِينَ كَفَرُوا denmesi gerekirken tersini yaptı.

مِنْ مَشْهَدِ يَوْمٍ عَظِيمٍ (37)

MiN MaLHaDi YaVMin GaJIyMin (Min MaFGaLı FaGLin FaGıLın)

“Azim yevmin meşhedinden”

Burada يَوْمٍ nekre gelmiştir. Eğer ahiret yevmi olsaydı marife gelirdi. Dünyada çok defa tekerrür eden bir يَوْم olmalıdır ki nekre gelebilsin. O halde bu يَوْم dünyadakiيَوْم  dir. Bu hiziplerin ihtilafından sonra kafirlere verilecek cezaları anlatmaktadır. Bilmeden İsa’ya tapanlar suçlu değiller. Bilmeden kapitalist olanlar suçlu değildir. Gerek AK Parti’den gerekse Gülenciler’den samimi olarak haklı olduklarına inananlara dokunamayız. Bir AK Partili samimi kanaati ile Gülen’in devletimizi yıkma ihaneti içinde düşmanlarımızla iş birliği halinde olduğunu biliyor da öyle olanlara cephe alıyorsa buna bir diyeceğimiz yoktur. Adil Düzen iktidar olduğunda bunlara asla dokunulmayacaktır. Benzer şekilde bir Gülenci de AK Parti’nin Sermaye ile işbirliği yaparak okullarını kapattığına inanıyorsa bundan dolayı da AK Parti’ye karşı ise buna da bizim yapacağımız bir şey yoktur. Yaptığı fiillerin cezasını adil yargıda çekerler ama biliniyor ki bunu Gülen yapmadı, Gülen’e fatura edildi. Biliniyor ki bunu AK Parti yapmadı, AK Parti’ye fatura edildi.

Bizim kanaatimiz budur ve bu sebeple ne AK Parti’yi ne de Gülen’i suçluyoruz. Bütün bunların kaynağını Sermaye olarak görüyoruz, yanılmış olabiliriz. Bunu OHAL değil, hakemlerden oluşan adil yargı çözer.

İşte, bile bile iftira edenler kafirdir ve onlara Adil Düzen iktidar olduğu zaman cezaları adil yargı yoluyla verilecektir. Cezaları وَيْلٌ olacaktır.  Fiilen bir suç işlememiş ama iftira ederek suçluyu kurtarmak için suçsuzu hapishaneye göndermişse ve bunu da bilerek yapmışsa ondan bu sorulacaktır.  Ergenekon sanıkları beraat ettiler ama onları yıllar boyu orda tutanlar serbest serbest geziyorlar. Adil yargı bunları sormalıdır. Bugünkü yargı edemiyor. Yargıçları suçlamıyorum. Suçsuz olanları yıllarca hapishanede tutan bir düzen adil olamaz.

Bu tabir yalnız burada geçmektedir. يَوْمٍ عَظِيمٍ büyük gün anlamındadır. Büyük günün azabından denmektedir. Burada مَشْهَدِ denmekledir. Peki, suçluları nasıl yargılayacağız? Önce mağdur olanların adlarını tespit edeceğiz. Kim hapishanede ne kadar kalmışsa günlerini tespit edeceğiz. Asgari yevmiyenin iki misli alınacak ve onlara diyet olarak verilecek.

Orada ölen varsa, yaralanan varsa hafif diyet verilecektir. Bunu devlet yüklenecek, bunların tazminatları ödenecektir. İşkence yapılmışsa diyet de ödenecektir. Ondan sonra failler kasame ile bulunacaktır. Onlara düşen diyetler ağır diyet olarak onlara ödenecektir.  Bulunamayanları da o günkü bürokratlar ve görevlilerin dayanışmaları ödeyeceklerdir. Ne var ki bu ödemede görevlinin ve yargıcın bilerek yanlış karar verdiği de tespit edilecektir. Yani o grupta çalışmış ama bunu kâfir olarak değil de inancından dolayı yapmışsa bu diyete katılmayacaktır.

O halde وَيْلٌ den şimdi ne anlıyoruz? Ağır diyete mahkum etme, ödeyemezse zorunlu çalışma yerlerinde çalıştırma.

Kuran’da geçen kelimelerin fıkhi manalarını tespit etmemiz ve ona göre fıkıh oluşturmamız gerekir. Bu yalnız benim yorumlarımla olacak bir şey değildir. Tüm öğretmenlerin ve tüm ilahiyatçıların görevleri, aldıkları maaşları kendilerine helal ettirebilmek için artan zamanlarında Kuran üzerinde çalışıp Kuran’ı anlaşılır hale getirmeye katkıda bulunmaktır.

 

YORUM

Cezada esas kasıttır. Kastın sübutu da çok zordur. Bunun için fıkıhçılar çeşitli usuller geliştirmişlerdir. Başta kendisine sorulur. “Ne sebeple bunu yaptın?” denir. O yaptıklarını kendine göre delillendirirse aksi de yoktur demektir. Birilerine tabi olduğu için yapmışsa “ben buna tabi oldum”, “Gülen’e tabi oldum” derse, neden ona tabi olduğunu açıklaması gerekir. Böylece kendisiyle yapılacak mülakatta yaptıklarını savunuyorsa o, kâfir değildir demektir. Savunup savunmadığına karar verecek ise kendisinin seçtiği hakemin seçtiği başhakemdir.

Adaletin temeli hakemlerdir. Kişiyi kendisinin seçtiği hakem mahkûm edebilir. Baş hakemi ise iki taraf seçtiği için onun verdiği karara herkes uyacaktır. Hakimlik sistemini getirdiğiniz bir yargı hiçbir zaman adil olmaz. Yargıçlar esastan değil de usulden karar vermektedirler. Bu, zulmün ta kendisidir. Kanuna uygun olduğu için de kendileri zalim değildirler.

 

Öz Türkçe ile:

“Kümeler aralarında karşılaştılar. Kapatan kimselerin büyük soruşturma gününde vay başlarına.”

Kuran kelimeleri ile:

“Beynlerinden ahzab ihtilaf etti. Küfretmiş olanlara azım yevmin meşhedinden veyl vardır.”

FaiPTaLaFa eLEaPÜAvBu MiNBaYNiHiM Fa VaYLun LKi elLaÜIyNa KaFaRUv MiN MaLHaDi YaVMin GaJIyMin

فَاخْتَلَفَ الْأَحْزَابُ مِنْ بَيْنِهِمْ فَوَيْلٌ لِلَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ مَشْهَدِ يَوْمٍ عَظِيمٍ (37)

 

***

 

أَسْمِعْ بِهِمْ وَأَبْصِرْ

EaSMiG BişHiM Va EaBSıR (EaFGıL BiHiM Va EBÖıR)

“Onlarla ism’a ve ibsar et.”

Arap dilbilimcileri bu kalıbı taaccüp fiili için kullanırlar. Hoşa gitme veya şaşırma anlamındadır. Ben bu kalıbı beynimde yerleştiremedim. Ben buna İfal babında إِسْمَاع et ve إِبْصَار et şeklinde mana veriyorum.  Her iki kalıba da uyduğu için iki mana da doğru olabilir. Onlarla إِسْمَاع et demek onlara duyur ve onlara göster demek olur. O halde bizim iki görevimiz vardır. Biri Kuran’ı onlara duyurmaktır. Bin Dil Üniversitesi ile bunu yapmak istiyoruz. Diğeri ise uygulama ile göstermektir.

Bugün bu seminerleri okuyanlar, on veya yirmi sene sonra önemli yerlere geleceklerdir. Onlardan biri benimseyecek ve Bin Dil Üniversitesi’ni kuracaktır. Ne var ki Kuran sadece “işittir” demiyor. Aynı zamanda “إِبْصَار et” de diyor, بِهِمْ  kelimesini tekrar etmiyor. Bunun anlamı aynı kimselere hem işittir hem duyur denmesidir.

Yani bizim kuracağımız Bin Dil Üniversitesi veya İslam medresesi, yalnız duyurmayacak aynı zamanda Adil Düzen işletmesini kuracak ve onların orada yaparak yetişmelerini sağlayacaktır.

إِسْمَاع ve إِبْصَار fiilinin beraber olması gerektiğini ifade etmektedir. O halde İzmir, Yenibosna, Medhal, Üsküdar, Ankara ve Kırklareli’deki çalışmalarda ikisi birden olmalıdır. إِسْمَاع edilecek ve إِبْصَار edilecek.

يَوْمَ يَأْتُونَنَا

YaVMa YaETUvNaNAv (YaVMa YaFGuLaNAv)

“Bize ityan edecekleri yevm”

Buradaki o yevm مَشْهَدِ yevmdir.  Kuran düzeninde yargı en üstte olan güçtür. Son söz hakemlerden oluşan yargının sözüdür. Bu sebeple yargı Allah ve resulü (اللَّهَ وَرَسُولَهُ) ile ifade edilir. Burada da “o gün yargıya gelecekler” diyor. Yani adaletle hükmedilecek. Zalimlere ceza vermekten ziyade mazlumları koruma gayedir. Bugünkü yargı sistemi zalimleri cezalandırma sistemidir. Kuran düzeninde ise bizim görevimiz ve yetkimiz zalimleri cezalandırma değildir, mazlumları korumadır. İnsanlara yapılan haksızlıklar giderildikten sonra zalimin veya kafirin cezasız kalması bizi ilgilendirmez. Onların cezasını Allah verir veya affeder. Bu, bizim değil O’nun işidir.

‘O gün bize gelenlerin’ manası budur. Yani o gün mazlum olanlar korunacaktır.

لَكِنِ الظَّالِمُونَ الْيَوْمَ

LAvKiNı elJAvLiMIyNa ElYAVMa (LaVKINI elFAvGıLIyNa eLFaGLa)

“Lakin zalimler bu yevm.”

O gün mazlumlar bize sığınacaklar. Onların mağduriyetleri adil yargıda giderilecektir. Zalimler ise bugün vardır ve boruları ötmektedir.  Yukarıda لِلَّذِينَ كَفَرُوا denmişti. Burada الظَّالِمُونَ denmektedir. الَّذِينَ كَفَرُوا da hem kâfirler hem de küfür bellidir. İsmi failde (الظَّالِمُونَ) ise zalimler bellidir. Yukarıda söylenen, küfreden kimselerdir. Zulüm ise belirsizdir. Herkes başka tür zulüm yapmaktadır. Bugünkü durum budur. Sermaye 15 Temmuz’u yapmış, ona ses çıkarılmamaktadır. Birçok samimi Müslüman, hata bile etmemiş olanlar hapishanede. Bunu yapanlar zalim değil midirler? İşte Kuran bunlar için de bir hüküm koymaktadır. Dünyada yapılan zulmü saymakla bitiremezsiniz. Bir malı mı ithal edeceksiniz, Sermaye’ye vergi vereceksiniz. Para gönderemezsiniz, gönderirseniz Amerika’da şimdi hapishanede olursunuz. Sadece bu iki misal bile insanlığın ne kadar gülünç bir durum içinde olduğunu belirtmeye yeterlidir. ABD “siz İran’la benim iznim olmadan alışveriş yaptınız” diyerek insanları muhakeme ediyor. Evet, bu zulümdür ve zalimler adalet içindedirler. Türkiye’de Sermaye’nin yaptığını ordumuzun ve halkımızın azimli davranışları ile yapılan isyan etkisiz hale getirdi ancak şimdi onları tertip edenlerin oyunu ile zulme devam edilmektedir.

فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ (38)

Fİy WALAvLin MuBIyNın (FIy FaGAvLin MuFGıLın)

“Mübin dalalet içindeler”

Bugün insanlık açık dalalet içindedir. Zulmedenler de dalalet içindeler. Onlar yol bulamayacaklardır, başaramayacaklardır. Adil Düzen gelecek, adil yargı sistemi kurulacak. Zalimlerin zulmü onarılacaktır. Zalimler de zulmedemez hale geleceklerdir. Onların cezalandırılmaları bu dünyada olmayacaktır çünkü onlar da bu zulüm düzeninin gereğini yapmaktadırlar. Kimin haklı kimin haksız olduğunu bu dünyada tespit etmemiz mümkün değildir.

Adil Düzen geldiği zaman ne yapacağınız çok açık bir şekilde ifade edilmektedir. Mazlumların uğradıkları zülüm diyetlerle dengelenecektir. Zalimlerin bir daha zulüm yapmalarına imkân verilmeyecektir ama zalimler bu dünyada cezalandırılmayacaklardır. Zaferden önce işlenmiş fiiller düzenin zaruri sonucu işlenmiş filler olduğu için zaferden sonra Adil Düzen geldikten sonra cezalandırılmazlar. 15 Temmuz’dan sonra olağanüstü hal bunun için şeriata aykırıdır. Kuran düzenine aykırıdır. Zulme uğrayanların zulümlerini giderelim, 250 kişi öldürülmüş, onların ailelerine bir milyon dolar tazminat verelim ama o gün şöyle veya böyle harekata katılanlara, bugün o görüşte faaliyet göstermiyorlarsa dokunmayalım.

 

YORUM

Bugün insanlar ikiye ayrılmışlardır. Hangi din ve mezhepte olursa olsun yeryüzüne ilahi şeriatın gelmesini isteyen insanlar vardır. Bir de ilahi şeriatın zulümlerine son vereceği için gelmesini istemeyenler vardır. Bu iki savaşın merkezi iki ayrı yerdir. Biri Sermaye’dir. Bir ayağı Londra’da, bir ayağı New York’tadır. Diğeri ise Türkiye’dir, Adil Düzen ayağıdır.

Aslında bizimle beraber olan yani ilahi düzenin gelmesini isteyen insanlar çoktur. Ancak onlar Akevler’i dışlamışlardır. Batı düzeninde batıyı yeneceklerini sanmaktadırlar. Bu mümkün değildir. Bizim yapacağımız bunlarla uğraşmak değildir. Biz إِسْمَاع ve إِبْصَار ile yükümlüyüz. Radyomuz olacak, televizyonumuz olacak, üniversitemiz olacak. Onları yıkmak için değil kötülüklerden bizi ve onları korumak için. Onları iktidardan indirmek için değil, onların dalaletten kurtulmalarına yardımcı olmak için.

Bizim için kötü insan yoktur. Kötü işler vardır. Hedefimiz; insanları yok etmek için değil, insanları kötülüklerden kurtarmak için yardımcı olmaktır.

 

Öz Türkçe İle:

“Bize gelecekleri o gün onlara duyur, göster de. Ezenler ise bugün açık sapıklık içindedirler.”

Kuran kelimeleri ile:

“Bize ityan edecekleri yevm, onlara ism’a ve ibsar et. Lakin zalimler bu yevm mübin dalalet içindedirler.”

 

EaSMİG BiHiM Va EaBÖıR YaVMaYAETUvNaNAv LAvKiNı ewlJAvLiMUvNa elYaVMa FIy WaLAvLin MuBıyNın

أَسْمِعْ بِهِمْ وَأَبْصِرْ يَوْمَ يَأْتُونَنَا لَكِنِ الظَّالِمُونَ الْيَوْمَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ (38)

***

 

وَأَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْحَسْرَةِ

Va EaNÜiR HuM  YaVMa ElPaSRaTi (Va EAFGıL Him FaGLa eLPaSRaTi)

“Ve onları hasretin yevminde inzar et.”

Evet, zalimleri cezalandırma senin yetkin ve görevin değildir. Bunlar, batıl düzende işlenmiş suçlardır. Bu suçlar hukuk yoluyla def edilemezler. Belv-i umumi içinde herkes suçludur. Çünkü başka türlü hayat mümkün değildir. Bizim işimiz bugün suçluları cezalandırmak olmamalıdır.

Bizim işimiz bugün Adil Düzen’i getirmek olmalıdır. Adil yargı sistemini kurmadan siz nasıl olur da insanları hapishanelere doldurursunuz? 15 Temmuz’dan sonra toplanan yetkililer Sermaye’nin talimatı üzerine OHAL ilan ettiler ve onun istediği istikamette bugün zalimlere değil, zalimleri kamufle etmek için mazlumlara zulmediyorlar. Bu yanlıştır. Yanlıştır! Yanlıştır!

Peki zalimleri cezalandırmayacağız da “Aferin, iyi yapıyorsunuz, güzel yapıyorsunuz.” mu diyeceğiz?

İşte bu ayet bize “hasretin yevminde onları inzar et” diyor.  Ey hâkimler, ey savcılar, ey siyasetçiler, ey askerler, Adil Düzen gelmedikçe sizin fiilleriniz yarın cezalandırılacaktır. Hepiniz bugün yaptıklarınızdan affolunacaksınız. Mazlumların uğradıkları haksızlıklar giderilecektir ama siz de bilmelisiniz ki bir gün gelecek öleceksiniz ve yarın teker teker sorguya çekileceksiniz. Orada bozuk düzen gereği mi bu kötülükleri yaptınız yoksa kendi isteğiniz ve rızanızla fırsattan istifade ettiniz de mi yaptıysanız, işte bunun hesabını vereceksiniz.

Demek ki ey bugün zulmedenler, söylediklerinizden ve yaptıklarınızdan bir gün hesap vereceksiniz.

حسر ‘Susuz kalmış, çorak yer’ demektir. Bir şeyi arzulamak anlamında kullanılmaktadır.

حَسْر ‘harap olmuş yer’ demektir. Mastar olarak ‘yıkılmak, parçalanmak, çökmek’ anlamlarında kullanılmaktadır.

ح hareketi, س mekanda sıralamayı, ر tekrarı ifade eder.

حَسْرَة ‘özlem’ anlamındadır. Soruşturma günü insanlar iki şeyi özlerler. Cennete gidecekler bir an önce cennete gitmeyi özlerler. Cehenneme gidecekler de dünya hayatını özlerler. Bugün hasret günüdür. يَوْمَ الْحَسْرَةِ  ifadesi yalnız burada geçmektedir.  Bugün düzenin bozuk olmasından dolayı zulmedenler bu dünyada cezalandırılmayacakları gibi ahirette de cehenneme gönderilmeyecekler. Uzun zaman soruşturmada kalacaklar. Cennetin hasreti içinde olacaklardır.

Bu ayetten yeni bir şey öğreniyoruz.  Ahirette soruşturma tamamlanınca cennete gidecekler yahut cehenneme sevk edilecekler. Soruşturmanın sıkıntısı belki cehennemin azabından daha kötüdür. Karakoldan hapishaneye sevk edilenler sevinmektedir.

Ahirette iyi insanlar kısa sorgulamadan sonra cennete gidecekler. Hatta şehitler sorgulanmadan cennete gideceklerdir. Kötülerin cezaları uzun sorgulama ile verilecek. Uzun zaman Araf’ta kalacaklar ama cehenneme gitmeyecekler.

 

إِذْ قُضِيَ الْأَمْرُ

EiÜ QuWıYa eLEAMRu (EiÜ FuGıLa eLFiGLu)

“Emir kaza olunduğunda”

Buradaki الْأَمْرُ Adil Düzen’dir. Kaza olunduğunda demek Adil Düzen geldiğinde demektir. إِذْ  ise أَنْذِرْ fiilinin zarfıdır. Yani Adil Düzen geldiğinde onları inzar et yahut Adil Düzen ile inzar et demektir. 

Burada إِذَا olması gerekirken إِذْ gelmiştir. Kastedilen zaman ahiretteki zaman olmalı.

وَهُمْ فِي غَفْلَةٍ

VaHuM FIy ĞaFLatin (va HuM FIy FaGLaTin)

“Ve onlar gaflette iken”

Adil Düzen geldiği zaman onlar gaflette olacaklar. Semt kooperatifleri kurulmuş, halk Adil Düzen içinde yaşamaya başlamış olacaktır. İktidarda olanlar iktidarda kalabilmek için Adil Düzen’e karşı çıkamayacaklar. Mikroda semtlerde Adil Düzen var ama makroda henüz Adil Düzen yoktur. Hala semtlerin ve ülkelerin dış ilişkilerinde zulüm devam ediyor. Hala vizeler ve gümrükler kalkmamış. Birden Adil Düzen makroda da gelecektir.

 Nasıl gelecektir?

 Ya bir parti Adil Düzen’i benimseyecek ve birden iktidar olacak ya da bir komutan çıkacak yönetime el koyacak böylece Adil Düzen gelmiş olacaktır. Bunlardan hangisi olacak uluslara göre değişecektir. Biz seçimle gelmesi için dua etmeliyiz. Biz sorunları mikroda çözmeliyiz. Makroda çözüm sonradan gelecek, biz getirmeyeceğiz. Halkın baskısı ile onlar getireceklerdir.

وَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ (39)

VaHuM LAy YuEMıNUvNa (V aHuM LAv YuFGıLUvNa )

“Ve onlar iman etmezken”

Gaflette iken gelecektir. Onlar geleceğine inanmamışken gelecektir. Halden sonra ikinci haldir. Hallerin birbirine atfedilmesidir.

وَهُوَ يُنْذِرُ لَائِنًا وَضَاحِكًا   dediğiniz zaman ikinci و hal vavı veya atıf vavı olabilir.

Bugünkü sağlık düzeni sağlıksız düzendir.  Sağlıklı olanları hasta etme düzenidir. Adil Düzen’e göre hastaneler kuralım sözlerime kulak veren yoktur ama yarın bunlar ansızın olacaktır. Bir kulak veren çıkacaktır. Mehdi bekliyoruz ama bir Erbakan’ı veya bir Evren’i bekliyoruz. Tercih halkımızın.

 

YORUM

Bizim bugünkü düzende yapacağımız sadece inzardır. Oyumuz iktidarda olan partiyi güçlendirme istikametinde olacaktır. AK Parti’ye oy vereceğiz ama uyarmaya da devam edeceğiz. Uyarmamıza izin verdiği müddetçe, biz hazırlığımızı bitirinceye kadar orada kalırlar.  Bugün iktidarda ve muhalefette olanlara tavsiyemiz şudur; düzeni siz cari sistemle yönetiniz, resmi görevlerinize Adil Düzen’i karıştırmayınız ama bizim Adil Düzen çalışmalarımıza şahsen kişi olarak katkıda bulununuz. İman etmeyenlerden olmayınız. Yani “Adil Düzen nasılsa gelmez” demeyiniz. Adil Düzen’in geleceğine inanınız.

Siz okuyucularıma şunu söylemek isterim: Siz Adil Düzen’in geleceğine iman ediyorsanız müminsiniz yoksa mümin olamazsınız.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve onları onlar dalgın iken, inanmaz iken iş bitirilince, duyacakları özlemin günü ile uyar.”

Kuran kelimeleri ile:

“Ve onları, onlar gaflette iken ve iman etmez iken, emr kaza olununca hasretin yevminde inzar et.”

 

V aEANÜiR HuM YaVMa eLPaSRaTi  EiÜ QAWay  eLEaMRu VaHuM FIy ĞaFLAtin Va HuM LAy YuEMiNUvNa

وَأَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْحَسْرَةِ إِذْ قُضِيَ الْأَمْرُ وَهُمْ فِي غَفْلَةٍ وَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ (39)

***

 

إِنَّا نَحْنُ نَرِثُ الْأَرْضَ

EnNAv NaXNu NaRiÇu eLEaRWa (İnNAv NaXNu NaFGalU EaLEaRWa)

“Arza biz vâris olacağız.”

İsra suresinde Yahudileri, Kehf suresinde Romalıları, Meryem suresinde ise Hıristiyanları anlatmaktadır. Bugünü tasvir etmekte, bugünkü geçiş dönemini ortaya koymaktadır. Bütün bunların sonucunda üçüncü bin yıl uygarlığının Kur’an uygarlığı ile geleceğini bildirmektedir.

Evet, Adil Düzen gelecek ve tüm yeryüzüne Kur’an düzeni hâkim olacaktır.  Semt kooperatifleri kurulmuş ve ocak ile bucaklarda halk özgürce kendi şeriatları içinde yaşamakta ve yarışmakta olacaktır. Ekseriyet demokrasisi yok, hicret demokrasisi var. İnsanlık bucak, il, ülke ve insanlık olarak örgütlenmiştir. Yerinden yönetim vardır. Hakemlerden oluşan yargı son sözü söylemektedir. Silahlı güç yargı kararlarının bekçisi durumundadır. Vizeler ve gümrükler kalkmış, karşılıksız paranın yerini altın, toprak, demir ve buğday bonoları almıştır. Sermaye var ama tekelleşmesi önlenmiştir. Devletler var ama hakemlerden oluşmuş yargı denetimindeler. Bu düzen gelecektir.

وَمَنْ عَلَيْهَا

Va MaN GaLaYHAv (Va MaN GaLaYHAv)

“Ve onun üzerinde olanlar”

Yani ekonomik düzende de sosyal düzende de onun şeriatı hâkim olmuş, tüm dünya din ve mezhepleri birleşmiş ve anlaşmış olarak ileri düzeni oluşturmuşlardır. Kur’an düzeni şimdiye kadar uygulanamamıştır. Sanayi inkılabı olmadan Kur’an düzeni uygulanamazdı. Şimdi günü geldi, Kur’an düzeni uygulanacaktır.

وَإِلَيْنَا يُرْجَعُونَ (40)  

Va EiLayNAv TurCaGUvNa (Va EiLaYNAv TuFGaLUvNa)

“Ve ancak bize rec’a olunacaklar.”

Bu ayetin delalet ettiği manaya göre bundan sonra büyük şekilde hukuk inkılabı olmayacaktır. Kıyamete kadar günümüzdeki inkılap devam edecektir. Kur’an nazil olduğunda sünnetle uygulandı. Kur’an düzeni fakihler zamanında ilmileşti. Diliyle, sözleriyle, fıkhıyla her şey tespit edildi ve eksiksiz olarak bize geldi. Biz de onun ilk uygulamasını yapacağız. Böylece Kur’an düzeni tüm insanlık tarafından kabul edilmiş olacaktır. Bundan sonra o düzen içinde insanlık varlığını sürdürecektir. Batıl olacak, Hak olacak ama batıl bir düzen olarak olmayacak, düzeni bozan mikroplar şeklinde olacaktır.

 

YORUM

Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası’ndaki eksiklikler tamamlanacak, yanlışlıklar düzeltilecek ama Anayasa değişmeyecek, kıyamete kadar bu böyle gidecektir. Denizlere indiğimizde de bu Anayasa geçerli olacaktır. Uzaya gittiğimizde de bu Anayasa esas alınacaktır. İnsanlık Anayasası’nın daha az eksik ve daha az yanlışları içermesi gerekmektedir, demektir. Biz şimdi uygulayalım. Sonra insanlar düzeltirler.

Gerek Millî Görüş’ün gerekse Risalecilerin başarısızlığı bunlardır. Bizim başarısızlığımız da bunlardır. Acele etmeden ama tavizsiz bir şekilde “Adil Düzen”i sistem halinde إِسْمَاع ve إِبْصَار halinde ortaya koymalıyız. Eksiklerimizi tamamlamalıyız.

Bunun için alacağımız daha pek çok yol vardır.

Yalova’da bir semt kooperatifini kuracağız. Yüz aileyi orada bir araya getireceğiz. Siz okuyucular kararı veriniz. Yalova’ya taşınma kararında olunuz. Sizi oraya götürmeyecek çok engeller çıkacak. Onları yenme kararında olunuz.

İşte onlar Adil Düzen’i kuracaklar ve kıyamete kadar o düzen örnek alınacaktır. Kimse gelmese de ne yapacağımızı bilelim. Bize düşeni yapalım, sonrasını biz değil, O yapacaktır.

 

Öz Türkçe ile:

“Yer ve üzerinde olanlar bize kalacaktır ve ancak bize döndürülecekler.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Arza ve üzerinde olanlara biz vâris olacağız ve ancak bize rec’a olunacaklar.”

İnNav NaXNu NaRiÇu eLEARWa Va MaN GaLaYHAv Va EiLaYNAv TurCaGUvNa

إِنَّا نَحْنُ نَرِثُ الْأَرْضَ وَمَنْ عَلَيْهَا وَإِلَيْنَا يُرْجَعُونَ (40)

***