MERYEM SURESİ TEFSİRİ(19.SURE)
Süleyman Karagülle
931 Okunma
MERYEM SURESİ TEFSİRİ 27-33.AYETLER

***

 

MERYEM SÛRESİ - 6. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

***

 

فَأَتَتْ بِهِ قَوْمَهَا تَحْمِلُهُ قَالُوا يَامَرْيَمُ لَقَدْ جِئْتِ شَيْئًا فَرِيًّا (27) يَاأُخْتَ هَارُونَ مَا كَانَ أَبُوكِ امْرَأَ سَوْءٍ وَمَا كَانَتْ أُمُّكِ بَغِيًّا (28) فَأَشَارَتْ إِلَيْهِ قَالُوا كَيْفَ نُكَلِّمُ مَنْ كَانَ فِي الْمَهْدِ صَبِيًّا (29) قَالَ إِنِّي عَبْدُ اللَّهِ آتَانِيَ الْكِتَابَ وَجَعَلَنِي نَبِيًّا (30) وَجَعَلَنِي مُبَارَكًا أَيْنَمَا كُنْتُ وَأَوْصَانِي بِالصَّلَاةِ وَالزَّكَاةِ مَا دُمْتُ حَيًّا (31) وَبَرًّا بِوَالِدَتِي وَلَمْ يَجْعَلْنِي جَبَّارًا شَقِيًّا (32) وَالسَّلَامُ عَلَيَّ يَوْمَ وُلِدْتُ وَيَوْمَ أَمُوتُ وَيَوْمَ أُبْعَثُ حَيًّا (33)

 

***

 

فَأَتَتْ بِهِ

Fa EaTaT BiHİy (Fa FaGaLaT BiHIy)

“Onunla ityan etti”

Ruh ile konuştuktan sonra hamile kaldığını beyan etti, sonra hep  فَatıf harflerini getirerek ‘kimse ile konuşmayacağını söyle’ dendi. Hamile kaldıktan sonra çocuk büyümüştür. Hamilelik ve sabilik dönemi geçmiştir. Burada ثُمَّ denmesi gerekirken فَ harfi getirilmiştir. Arada hazf edilmiş olay vardır. Hamilelik dönemi geçirmiştir. Çocuk doğurmuştur. Çocuk konuşacak duruma gelmiştir. Ona “kavmine dön” denmiştir.  Musa Peygamber’e “Firavun’a dön” dendiği gibi ona da dön denmiştir. Aslında Meryem kavminden kaçmıştır, bir daha kavmine dönmeyi düşünmemektedir. Ne var ki Allah’tan emir almıştır. Hem de doğrudan değil, İsa Peygamber aracılığı ile çocuk bebekken konuşmaya başlamıştır.

İsa Peygamber’de Y kromozomu yoktur. Ya bütün vücut tek kromozomludur ya da hepsi anneden gelme çift kromozomludur. Biyolojide her ikisi de olabilmektedir ama hücreler hep bölünerek geldikleri halde çift kromozom taşırlar. Biz bu varsayımı tercih edeceğiz. O takdirde İsa Peygamber’de iki X kromozomu vardır. Ayrıca üçüncü kromozomda etkisiz halde olan Y genleri de faaliyete geçmiştir. Çünkü genleri bastıran X’e paralel genler etkisiz hale getirilmiştir. İşte, İsa Peygamber’in onlardan üstünlüğü, fazlaca iki X kromozomu taşımasından ileri gelmektedir. Kız çocukları erkek çocuklardan daha erken aylarında konuşmaya başlarlar, ayrıca baliğ olmaları da erkeklerden daha erkendir. İsa’nın beşikte konuşması fazla X kromozomu taşımış olmasından ileri gelmiştir diyebiliriz. (Diğer görüş için Lütfi Hocaoğlu’nun İsa’nın yaratılışı makalesine bakabilirsiniz.)

فَ harfinin gelmesi burada anlatılmayan ama sonra anlatılanla ortaya çıkan olaya atfetmesinden ileri gelir.  İsa Peygamber’in annesine “Allah artık bana görev verdi, al kavmine götür” manasındaki cümle mahzuftur. Bunun üzerine annesi de onu kavmine götürdü denmektedir. فَ harfi olayları anlatmaktadır.

قَوْمَهَا

QaVMaHAv (FaGLaHAv)

“Onun kavmine”

Burada قَوْمَهُمَا denmesi gerekirken, قَوْمَهَا denmiştir. İsa Peygamber’i İsrail oğullarından saymamıştır çünkü o insanlığa hitap etmektedir. Y kromozomunu da taşımadığı için İsrail ırkından değildir. Çünkü X kromozomu hem anadan hem babadan geldiği için soyu yalnız babadan gelen Y kromozomu belirler. Yani yalnız Yakup Peygamber’in erkekten erkek torunları gerçek torunlarıdır. Diğerlerinin X kromozomları hangi ırktan, anneden geldiği bilinmemektedir. Kavimler ırklara değil kültürlere (irfana) dayanır, ilkel topluluklarda kavim soya dayanmaktadır.

تَحْمِلُهُ  

TaXMiLuHUv (TaFGıLuHUv)

“Onu hamlederek”

تَحْمِلُهُ cümlesi Meryem’in halidir. Onu hamlederek geldi diyor. Hamile kaldığı için فَحَمَلَتْهُ denmişti (22. ayette). Mazi sigası kullanılmıştı. Burada ise “eta”nın (أَتَتْ بِهِ) mefulü yapılmıştır.  İsa Peygamber’i Meryem getirmemişti. Gelen İsa Peygamber’in kendisi idi. Annesine o “beni götür” demiş, aslında o gelmişti. Meryem sadece onu taşıyordu.

قَالُوا

QAvLUv (FaGaLUv)

“Kavlettiler”

Burada فَ veya وَ atıf harfleri getirilmemiştir. Buna Meani âlimleri fasl diyorlar. Yani sıfat ve hal gibi tam bir beraberlik vardır. Konuların değişmesidir. Burada tam ittisal vardır. Kavme gidilmesi ile kavminin ona bunu söylemesi arasında ise tam ittisal gözükmüyor. O halde Meryem’in gelişi ve kavminin karşısına çıkışı birtakım olaylardan sonra olmuştur. Kur’an onları anlatmıyor. Arada harfi atıf getirmeyerek tam bir fark olduğuna işaret ediyor. Yani başka olaylardan sonra ona bunu dediler anlamı çıkar.

يَامَرْيَمُ

YAv MaRYaMu (YAv MaFGaLu)

“Ya Meryem”

روم kulağın alt yumuşak kısmıdır. Küpe oraya takılır. Rum Anadolu’nun ismi olmuştur. Arabistan’ın bittiği yerdir.

مَرَام kelimesi bir şeyi yapmayı istemek demektir. مَرْيَم kelimesi مَرْوَمden dönüşmüştür. Meram edilen yer demektir. Türkçedeki dilek karşılığıdır.

Kur’an’da مريم 34, رُوم 1 defa, نوم 9 defa geçmektedir. Toplam 44(22*11) eder.

ر tekrarı, و beraberliği, م de suyu, enginliği ifade eder.

Kavmi “Ey Meryem” diyerek ona şefkatle ve sevgiyle yaklaşmakta ama yaptığı kötü işten dolayı da onu sorguya çekmektedirler. Sevdiğin kimse beklenmedik bir iş yaptığı zaman ona böyle hitap edersin.  Meryem saygın bir kadındır. Kavmi onu çok iyi görmektedir.

لَقَدْ جِئْتِ شَيْئًا

La QaD CiETi ŞaYEan (LaQaD FaGaLTiFiGLan)

Şey olarak ciet ettin

جَاء fiili lazım fiildir. Burada bir şeyin denmesi gerekirken جِئْتِ شَيْئًا denmiştir. “Getirdin” değil de “sen geldin” denmiş olur. O zaman فَرِيًّا kelimesi fail manasında oluyor. “Sen feriy bir hal üzere geldin.” denmiştir. فَرِيًّا kelimesi شَيْئًا kelimesinin vasfı olmuş olur.  Bununla beraber bu fiil  جَاءَكَ şeklinde de geçmektedir, o zaman müteaddi olur. O zaman da şeye gelmiş olur ki bu da uygun bir anlam taşımaz. شَيْئًا ‘i müfessirler mefulü mutlak yapmışlar, جَيْئاً شَيْئًا anlamını vermişlerdir.

فَرِيًّا (27)

FaRiyYan (FaGIyLan)

“Feriy bir şey olarak.”

فري İftira etmek, olmayan bir şeyi zihinde oluşturmak demektir.

فَرْو kelimesi فَرْم olarak batıda kullanılan bir kelimedir. Elbisenin açılabilir olanıdır.

İftira etmek demek, kendi kapalı dünyasında oluşturulan bir olayı ortaya koymak demektir, içini açıp göstermek demektir.

ف eklemi, ر tekrarı, ي kolaylığı gösterir.

Sırların ortaya çıktı. Gizli yaptıkların açıldı. Çıplak kadın demektir. Bu haliyle bu vasıf İsa Peygamber’in değil ancak Meryem’in vasfı olabilir yani hali olabilir. Bizim جَاءَ’ye verdiğimiz mana yerinde olur.

 

YORUM

 Meryem örnek bir kadın olma bakımından bir nebidir ama kadının görevi çocuk yetiştirmedir. Üretme, savaşma değildir. Bütün erkekleri kadınlar doğurur ve büyütürler. O halde erkeklerin yaptıkları hep kadınların yaptıklarıdır. Evlilikte de ailenin merkezi kadındır. Erkek kadına hizmet verendir. Bundan dolayıdır ki evde kadının sözleri geçerlidir, evdekiler kadına aittir, ev sahibi erkek değil kadındır.

İsa Peygamber’i yetiştiren Meryem de onun kadar yüce mekân sahibidir.

Kadınların ezildiğini iddia edenler haklıdırlar. Onların kadınları erkekleri tarafından ezilmektedir. Oysa Kur’an ehlinin kadınları erkeklere hizmet ettirmektedir.

Erkek kadınsız çocuğu büyütememektedir, süt verememektedir. Kadın ise erkek kadar yapamasa da kendi başına çocuk büyütmektedir. Meryem bunun bir örneğidir.

Kadın kendi görevini büyük topluluk olmadan görmektedir. Erkek ise ayrı üretmekte ve savaşmaktadır. Kamu erkeklerindir. O halde ailenin hükümdarı kadındır, topluluğun hükümdarı ise erkektir. Bununla beraber kadınlar kamu işlerini yapmakla görevli değildirler ama ehildirler. Cuma namazlarına gitmek onlara farz değildir ama giderlerse cumaları geçerli olur, bir daha öğle namazını kılmazlar. Kadınlar da erkekler gibi çalışırlar ama çalışmak zorunda değildirler.

 

Öz Türkçe ile:

“Onu taşıyarak topluluğuna getirdi. Ey Meryem, çıplak bir şey olarak geldin dediler.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Onu hamlederek kavmine ityan etti. Ya Meryem, feriy bir şey olarak ciet ettin diye kavl ettiler.”

 

FaEaTaT BiHIy TaXMiLuHu QAvLUv YAv MaRYaMu LaQaD CiETi ŞaYEan FaRiyYan

فَأَتَتْ بِهِ قَوْمَهَا تَحْمِلُهُ قَالُوا يَامَرْيَمُ لَقَدْ جِئْتِ شَيْئًا فَرِيًّا (27)

 

***

 

يَاأُخْتَ هَارُونَ

YAv EuPTa HAvRUvNa (YAv FuGLaT FAvGUvL)

“Ya Harun’un uhtu”

Hayvanları bağladıkları ipin iki ucuna konmuş kazıklardan her birine أَخْو denir. Sonra aynı anneden veya aynı babadan doğmuş kimseler أَخْ olarak adlandırılmıştır. Kur’an’da “dinde kardeşlik” (إِخْوَانُكُمْ فِي الدِّين) tabiri de geçmektedir.

ء gücü, و birliği, خ ise kısıtlamayı ifade eder.

  هَارُونَkelimesi نَهَار ‘daki ن’un sonuna gelmesiyle oluşmuş bir kelimedir.  نَهَار gündüz demektir, aydınlık demektir. Musa Peygamber şeriatı uygulamakla görevli idi, Harun ise tarikatla görevli idi; yani biri güveni sağlıyor, diğeri ahlaklı insanlar yetiştiriyordu.

ه O’nun yani Allah’ın kimsesi olduğunu belirtir, ر tekrarı, ن genelliği ifade eder.

Kur’an’da “dinde kardeşiniz” denmektedir. Bir dayanışma ortaklığında toplananlar birbirlerinin kardeşi olduklarını kabul ederler. Meryem de Harun’un kurduğu manastıra mensuptur. ‘Ey Harun’un tekkesine mensup kimse’ demektedirler. ‘Sen nasıl olur da böyle bir iş yaparsın.’

İnsanlar belli topluluklara mensup olunca o topluluğun saygınlığını düşürmemek için kendileri de saygın hareket ederler. Kur’an bize bunu hatırlatmaktadır.

مَا كَانَ أَبُوكِ

MAv KAvNa EaBUYvKi (MAv FaGaLa FaGLuKi)

“Ebin, değildi”

بَاب kapı demektir. Kapıyı tutturmak için konan direğe أَبَب denmiş, sonraları çatıdaki ana direkler için kullanılmıştır. Ailenin direği anlamında, babanın adı olmuştur. Sonra “baba” kelimesi Arapçanın dışındaki dillerde de “ata” anlamında kullanılmaktadır. Türkçedeki “bile” ve “ile”de olduğu gibi ب harfi ء’ye dönüşmektedir. Arapçada أَب olmuştur.

Oluşmaya sebep olan kimselere veya hayvanlara “baba” denmektedir.

Kuran’da ءبو 117, ءبي 13 defa geçmektedir. Toplam 130(2*5*13) eder.

امْرَأَ سَوْءٍ

EiMRaEa SaVEin (EiFGaLa FaGLiN)

“Sev’in imrei”

مرء, مرو’den dönüşmüştür. ‘Yumuşak taş’ demektir. İnsanın kişiliğine işaret etmek için istiare edilmiştir. امْرَأَة kadın kişi demektir. مَرْء çocukları da içine alır ama رَجُل sadece savaşçı erkekler için kullanılır.

م genelliği, enginliği, ر tekrarı ve ء de gücü ifade eder.

سِوَاد ‘kara’ demektir. سَوْءَة kelimesindeki ء’nin د harfine  dönüşmesi ile ‘morarmak, kararmak, bozulmak’ anlamlarını kazanmıştır.

سوء 167 defa, سوي 83 defa geçmektedir. Toplam 250 (2*53) eder. سَوْء kötülük anlamındadır.

امْرَأً سَوْئًا denmesi gerekirken sıfat tamlaması değil de isim tamlaması yapmıştır. “Kötü kişi değildi” denmiyor, “kötünün kişisi değildi” deniyor. Kötü kişi kendisi kötü demektir, kötünün kişisi demek kötüye ait kötülüğün işlerini yapan kişi demektir.

Senin baban da kötülere mensup değildi. Sen ehli tarikattansın, baban da kötü topluluklara mensup değildi. Senin yaptığını ancak kötü topluluklara mensup olanların çocukları yaparlar demek istiyorlar.

وَمَا كَانَتْ أُمُّكِ بَغِيًّا (28)

Va MAv KAvNaT EumMuKi BaĞıyYan (Va MAv FaGaLaT FuGLuKi BaĞıyYan)

“Ve ümmün de bağıy değildi.”

أَمَام ‘ön’ demektir, إِمَام ‘önden giden kimse’ yani ‘önder’ demektir. أُمَّة de ‘imamı olan topluluk’ demektir. أُمّ ‘anne’ demektir. أُمَّهَات insanlar için ‘anneler’ demektir.

أُمَّات ise insan dışı varlıklar için ‘anneler’ demektir.

Bu kök ‘peşinden koşmak’ anlamındadır. Annenin çocuğunun peşinden koşması anlamına geldiği için “anne” kelimesi buradan gelmiştir.

Ayette (Maide 5-2) ism-i fail olarak آمِّينَ şeklinde geçmektedir. Annesinin çocuğunun peşinde koşması gibi koşanlar anlamındadır.

Kuran’da ءمم 119, ءوب 17 defa geçer. Toplam 136 (23*17) eder.

ءبو ve ءمم mahreçleri çok yakın iki köktür.

بغي boğa demektir. İneklerin erkeğidir. Azmak, saldırmak anlamlarına gelir.

‘Boğa’ damızlık öküz demektir.

ب geçit demektir, غ değişme anlamına gelir, ي de kolaylığı ifade eder. Saldırarak kolayca elde etmelerini anlatır.

Anne bağıy değildi, yoldan çıkmış biri değildi. Baba kötünün adamı değildi.

كَانَتْ kelimesini tekrar etmiştir. Bu annenin çocuk üzerindeki görevleri ile babanın çocuk üzerindeki görevlerinin farklı olmasından ve sorumluluklarının farklı olmasından ileri gelmektedir.

 

YORUM

Bir atasözü (Artvin yöresi) vardır, "Komşu komşuya bakar, canını cehennemde yakar." İnsanlar topluluk içinde topluluğa uyacak şekilde yaşarlar.

Topluluklar iki çeşittir.

Biri; ocaklar ve bucaklardır. Semtlerdir. Dikey örgütlenmedir.

Diğeri ise; dayanışma ortaklıklarıdır. Bunlar da yatay örgütlenmedir.

Dikeyde mekânlar ayrıdır, topluluklar ayrıdır.

Yatayda aynı yerde iç içe yaşarlar. Bunlar da sosyal grup oluştururlar.

Çocuk doğar ve anne babasının eğitimini alır. Ayrıca sosyal gruplara mensup olur ve o sosyal grubun kurallarına göre hareket eder. Demek ki insan davranışlarında ailesinin ve çevresinin çok büyük etkisi vardır. İnsanlar böylece ait oldukları topluluklara göre bir karakter taşırlar ve çevre insanlara böyle bakar.

 Meryem’in asaletini çevresi kabul etmekte, buna rağmen bu işi onun yapmış olmasını kabul etmemektedir.

Hala anne babasına bakarak insanları değerlendiriyoruz.

Neden?

Çünkü çocuklar anne babalarını ve topluluklarını yaşatmak isterler. Onların topluluktaki itibarlarını düşürmek istemezler.

Semt kooperatiflerini bunun için kuruyoruz. On katlı apartmanımızın her katını ayrı 10-12 daire olarak bunun için yapıyoruz. Her kat bir ocak olacak. O katta oturanlar diğer katlarda oturanlarla hayırda yarışacaklardır. Bir semtte oturanlar diğer semttekilerle üretimde yarışacaklardır. Böylece herkes kendi ocağını ve kendi semtini yüceltecektir.

Ayrıca herkes ilmî ve siyasî dayanışma ortaklıklarına katılacak. Bucak içinde sosyal gruplar birbirleri ile hayırda yarışacaklardır. Dayanışma ve yardımlaşma ile kişi kendisini bir topluluğun, bir grubun mensubu olarak görecektir. Bu onu bir taraftan muttaki kılar ve kötülerden sakınmasını sağlar, diğer taraftan da kendisini onlar içinde güvende hisseder. Kendisini yalnız görmez. İşsizlik ve hastalık endişeleri içinde bulunmaz.

Anneler ocak içinde, babalar semt içinde dayanışma içinde olurlar. Çocuklar teyzelerini ve amcalarını tanır ve onlarla yakınlık kurarlar. Çocuk kendisini yalnız anne babanın değil tüm ailenin ve yakınlarının mensubu olarak hisseder. Kendisini çevresinin sevdiğini görünce kendisi de çevredekileri sevmeye başlar. Böylece iyi insan olur.

 

Öz Türkçe ile:

“Ey Harun’un bacısı, baban kötünün kişisi değildi, annen de azgın değildi.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ya Harun’un uhtu, ebin sev’in mer’i değildi, ümmün de bağıy değildi.”

Ya EuPTa HAvRUvNa MAv KAvNa EaBUvKi iMRaEa SaVEin Va MAv KaVNaT EumMuKi BaĞıyYan

يَاأُخْتَ هَارُونَ مَا كَانَ أَبُوكِ امْرَأَ سَوْءٍ وَمَا كَانَتْ أُمُّكِ بَغِيًّا (28)

 

***

 

فَأَشَارَتْ إِلَيْهِ

Fa EaŞAvRaT EiLaYHi (Fa EaFGaLaT EiLaYHi)

“Ona işaret etti”

شور balı petekten almak için kullanılan çubuğa denmektedir. Tahtaya yapıştığı yer önce işaretlenir, sınırları çizilir, sonra koparılır.

Bir şeyi belirtmek için konan çizgiye işaret denir. Göstermek için parmağını uzatmak, işaret etmek demektir. İşaret parmağı adını veriyoruz.

و birliği, ر sürekliliği ifade eder.

Kendisi konuşmuyor, onu işaret ediyor, ona sorun anlamında.

Size bir şeyi soran olduğu zaman siz elinizle birisini gösterirseniz ona sorun anlamı çıkar. İnsanlar karşı karşıya gelince yalnız sözleri ile konuşmazlar; bakışlarıyla, dudaklarıyla, yüzünü ona çevirmekle, eli ile işaret etmekle de konuşur ve anlaşırlar. İnsanlar bunun için dik ve ayakta olabilecek şekilde yaratılmıştır ki birbirlerini görsünler ve sözlerle beraber davranışlarla da konuşsunlar. Bugün sağırlar için işaret dili geliştirilmiştir. Konuşur gibi anlaşmaktadırlar. Şekil yazısı ile bu işaretleşme paralel hale getirilmektedir. Şekil yazısını öğrenenler çok kolaylıkla işaret dilini de öğrenmektedirler.

Niçin buna ihtiyaç vardır?

Bugün insanlar artık tüm yeryüzünün ferdidirler, dünyanın her yerine gidip gelmektedirler. Tüm insanların ortak dili olmalıdır. Dilin bir özelliği vardır. Topluluklar da değişir. Farklı manalar taşımaya başlar. Bu sayede değişik topluluklar değişik dillerle konuşurlar. Her topluluğun ayrı kişilik kazanması için buna ihtiyaç vardır ama birliğe de ihtiyaç vardır.

 Meryem konuşmuyor, sadece işaret ediyor, çünkü kelimelerle durumu açıklamak mümkün değildir.

قَالُوا كَيْفَ نُكَلِّمُ

QAvLUv KaYFa NuKalLiMu (FaGaLUv KaYFa NuFagGıLu)

“Nasıl teklim edeceğiz diye kavl ettiler”

كلم ‘koparılmış, kesilmiş parça’ demektir, kalem kelimesi ile akrabadır, budamak anlamındadır.

Kur’an’da كلم 75, كمل 5 defa geçer. Toplam 80 (24*5) eder.

كَيْ için demektir. كون kökünün ن’u düşmüş ve soruya dönüşmüştür. Sonuna م eklenerek كَيْمَ şeklinde de kullanılmıştır. م harfi ف’ye dönüşerek كَيْفَ olmuştur. مَا ‘ne’ anlamındadır. كَيْفَ ise ‘nasıl’ anlamındadır. مَا olması gerekeni yani gelecekle ilgili gerekleri, كَيْفَ ise oluş için gerekleri sormaktadır. Burada “Allah ne yaptı?” demiyor da “nasıl yaptı?” diyor. Yapış tarzını anlatmaktadır. Hayatta zulüm yapanlar veya şeriat dışına çıkanlar beklenmedik sonuçlarla karşılaşırlar. Bu sonuçlar insanları uyarmalıdır.

Kuran’da كيف 83, كفف 15 defa geçer. Toplam 98 (2*72) eder.

ك oluşu, ي kolaylığı, ف bitişik ayrılığı ifade eder. كَيْفَ Soru harfidir.

İşaretle onunla konuşun denmektedir. Onlar da “onunla nasıl konuşacağız?” demektedirler. Bir kimse ne kadar suçlu olursa olsun, savunması alınmadan mahkûm edilemez. Halk burada Meryem’i açık olarak suçlu görmemekte ama üstüne yürüyüp infaz yapmaktadırlar. Onu sorguya çekmektedirler. Sonra ona inanacaklar ve ona dokunmayacaklar.

 İsa Peygamber’in bu ilk mucizesi onu ve annesini ölümden kurtaracaktır. 

Olağanüstü hal uygulaması bunun için meşru değildir. Herkes suçu sabit oluncaya kadar suçsuzdur. Suçun sübutu ise soruşturmacıların onun o fiili işlediğine dair kani olmaları, sonra da hakemlerin huzuruna çıkıp cezada dört şahidin şehadetini getirmeleridir. Bugün hâkim kanaati esas alınmaktadır.

مَنْ كَانَ فِي الْمَهْدِ

MaN KAvNa Fıy eLMaHDi (MaN FaGaLa Fiy eLFiGLi)

“Mehdde olan kimse”

مَهْد ‘beşik’ demektir.

م suyu, genişliği, ه görünmezliği, د çevreyi ifade eder.

Çocuk dünyaya geldiği zaman ilk yıllarda alıştığı hayat onun için istenen hayat oluyor. Çocuğun beşiğe bağlanması onun ilerdeki hayatta sabırlı olmasını ve uykuda hareketsizliği öğretir. Kur’an’da da adı geçtiğine göre bilinen, analarımızın kullandığı beşikte çocuğu büyütme daha uygun oluyor demektir. Çocuk sıkıntılar içinde olur ama buna karşılık ileride düzgün hayat yaşar.

Beşikte büyütülen çocuk ile beze sarılarak büyütülen çocuklar arasında ne gibi farkların olacağının ilmî araştırmalarla tespit edilmesi gerekmektedir. Hala beşikte büyüyen insanlar vardır. Çoğu de bezle büyütülmüştür. Bunlar üzerinde şimdi ilmî araştırma yapılmalıdır. İleride beşikte büyüyen insan kalmayacağı için o zaman bu araştırma zor yapılır.

صَبِيًّا (29)

ÖaBiyYan (FaGıyLan)

“Sabi olan”

صبب ‘dökülmek, suyun akıtılması’ anlamındadır.

صبو ‘sendeleme’ anlamındadır.

صبي ise ‘yürümeye başlamış çocuk’ anlamındadır.

Kur’an’da صبو 2, صبي 1, صبب 5 defa geçmektedir. Toplam 8 (23) eder.

صَبِيًّا kelimesi yalnız bu surede geçmektedir; biri Yahya Peygamber, biri de İsa Peygamber için geçmektedir.  Yahya Peygamber’e da sabi iken kitap verilmiştir. Ayrıca الْمَهْدِ kelimesi Kur’an’da üç defa geçmektedir (ayrıca nekre geçişleri de vardır). Üçü de İsa Peygamber için geçmekte, burada فِي الْمَهْدِ صَبِيًّا denmekte, diğer ikisinde فِي الْمَهْدِ وَكَهْلًا denmektedir.

فِي الْمَهْدِ dendikten sonra صَبِيًّا kelimesi ile tekid neden yapılmıştır?

مَهْد kelimesinin iki manası vardır. Biri; döşenmiş, uzanmaya yarayan yerdir. Diğeri ise çocuğun kollarının bağlanarak yatırıldığı özel araçtır. صَبِيًّا kelimesi ile burada kastedilenin birinci mana olduğuna işaret etmektedir.

 

YORUM

 Yahya Peygamber ile Meryem Nebi’yi ve oğlu İsa Peygamber’i bu surede birlikte anlatmakta ve benzer ifadelerle açıklamaktadır. Kur’an tüm insanlığa nazil olan ve Tevrat’ı, İncil’i ve Furkan’ı da içeren bir kitaptır. İnsanlık bu kitabı anlayacak şekilde eğitilmiştir. Bu eğitim görevi İbrahim Peygamber’e verilmiştir.  İbrahim Peygamber’in iki oğlu vardır; İshak ve İsmail. Ayrıca Katura’dan doğan oğulları vardır. Bunlardan İsmail, Muhammed Peygamber’in atasıdır, Kur’an’ın dilini hazırlamıştır. Kureyş Arapçası Kur’an dilidir. Bu dili Mekke Arapları hazırlamışlardır. İbrahim ve İsmail Peygamberler birlikte Kâbe’yi inşa etmişler ve orasını misafirhane yapmışlardır. Arabistan o zamanki iki büyük medeniyetin, Mısır ve Mezopotamya medeniyetlerinin geçit yeri olmuştur. 

Araplar uygarlığı buradaki yolculardan öğrenmişler, dillerini de o uygarlığı geliştirmek üzere hazırlamışlardır. Böylece Kur’an Arapçası oluşmuştur. Diğer taraftan İshak’ın oğlu Yakup Peygamber’in çocukları da Yahudiliği geliştirdiler. Örnek bir ulus olarak yetiştiler.  Yahya Peygamber’in görevi İsrail oğullarının dinini düzenlemektir.  İsa Peygamber dünyanın peygamberi, Yahya Peygamber ise İsrail’in peygamberi olmuştur. Bu surede bunlar karşılaştırılmaktadır.

 İsa Peygamber’e şeriat verilmemiştir. O sadece ahlak ile yetinmektedir. Kur’an düzenine imkân hazırlamaktadır.  İsa Peygamber’den sonra ne olmuştur?

Bir Yahudi olan Pavlus, başlangıçta şiddetle İsa Peygamber’e saldırırken, birdenbire değişmiş ve Hıristiyan olmuştur. Roma imparatorlarını da ikna ederek Hıristiyan yapmıştır. Böylece Hıristiyanlık dünyaya yayılmıştır.

Sonra Haçlı Seferleri sonunda Avrupa İslam inancını kabul etmemiş ama İslam uygarlığını kabul etmiştir. Serbest sözleşme sistemini Müslümanlardan öğrendikleri gibi müspet ilmi de Müslümanlardan öğrendiler. Müslümanların fıkıhta uyguladıkları kıyas sistemini Avrupalılar tekniğe uyguladılar ve bugünkü medeniyet doğdu.

İşte, Yahya ve İsa Peygamberler, biri Yahudileri biri de Hıristiyanları temsil eden kimselerdir. Kur’an uygarlığına böylece katkıları olmaktadır.

Üçüncü binyıl uygarlığında Hıristiyanların ve Yahudilerin rolleri olacaktır. Hinduların ve Budistlerin de Kur’an’ı açıklamada büyük rolleri olacaktır. Müslümanlar Kur’an’ın tasavvufi manasını, olan uygulamaları ile almışlardır. Tevrat ve İncil ehlinin Kur’an’ın anlaşılmasında büyük etkileri olmuştur. Budistlerin ve Hinduların tasavvuflarının da Kur’an’ın anlaşılmasında etkileri olmuştur.

Bugün Türkiye’de şeriat ile tarikat eşit derecede ele alınmıştır. Biz Akevler çalışmasında şeriatçılar kadar tarikatçıların da desteğini alarak bugünkü seviyeye getirdiğimiz çalışmaları ve yorumları oluşturuyoruz.

 

Öz Türkçe ile:

“Onu gösterdi. ‘Beşikte olanla nasıl konuşacağız?’ dediler.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ona işaret etti. ‘Mehddeki bir sabi ile nasıl teklim edeceğiz?’ diye kavl ettiler.”

 

Fa EaŞAvRaT EiLaYHi QAvLuv KaYFa NuKalLiMu MaN KAvNa FiLMaHdi ÖaBiyYan

فَأَشَارَتْ إِلَيْهِ قَالُوا كَيْفَ نُكَلِّمُ مَنْ كَانَ فِي الْمَهْدِ صَبِيًّا ((29

 

***

 

قَالَ إِنِّي عَبْدُ اللَّهِ  

QAvLa EinNIy GaBduelLAvHı (FaGaLa EinNIy FaGLu elLAvHı)

“Ben Allah’ın abdıyım diye kavl etti”

Kur’an’da عبد 275, عمد 7 defa geçer. Toplam 282(2*3*47) eder.

عَمَد ‘direkler’ demektir

ع etkiyi, ب geçidi, د çevreyi ifade eder.

عَبْد ‘bütün çalışmalarını birine veren kimse’ demektir. Bütün giderlerini sahibi temin eder, o da bütün çalışmalarını da sahibine yapar.

Kur’an kamu görevlerini yapmayı ibadet olarak belirtir. Kamu görevlileri de abddırlar.

“Ben Allah’ın görevlisiyim” diyor.

Resul vardır, abd vardır. Bugünkü bakanlar ve hükümet, resulleri temsil ederler, bugünkü bürokratlar ise abdleri temsil ederler. Ben resulüm demiyor, ben Allah’ın görevlisiyim diyor. Allah’ın görevlisidir. İnsanlık yani topluluk Allah’ın yeryüzündeki halifesi olduğuna göre ben insanlığın görevlisiyim diyor.

Kur’an’dan önce kamu görevlerini Allah Cebrail’i göndererek bildiriyordu. Peygamber ona verilen mucize ile de görevli olduğunu kanıtlıyordu. Kur’an’dan sonra artık görevlendirme Allah tarafından yapılmıyor, herkes kendi işini kendisi Allah’ın görevlisi olarak yapıyor. Anlaştığı kimseler de birlikte görevlendiriliyor. Biri başkan oluyor.

“Ben Allah’ın görevlisiyim” demek, siz görevli değilsiniz anlamında değildir. Bana bu görev verilmiş, diğerleri de başka işlerde görevlidirler demektir.

آتَانِيَ الْكِتَابَ

EAvTAyNıYa ElKiTABa (EaFGaLaNıYa elFiGaLa)

“Bana Kitap’ı ita etti”

أُنْزِلَ إِلَيَّ (bana indirildi) denmemekte, “ita etti” (verdi) denmektedir.

كِتَاب ve إِنْزَال metnin gelmesi anlamındadır. “Vahy edilmesi” ise manasının anlatılmasıdır.

“İta” ‘vermek’ demek, kamu görevi ile görevlendirildi demektir.

Herkes kendisine gelen vahye göre Kitap’ı uygular.

Kitabın verilmesi ise o Kitap’ı tebliğ etme ve anlatma görevinin ona verilmesi demektir.

Bugün bu nasıl sağlanacaktır? Kim Kur’an’ı tebliğ etmekle görevlidir?

Önce herkes Kitap’ı öğrenme ve kendi nefsine uygulamakla görevlidir. Sonra Kur’an’a tabi olanlar birleşir, bir aşiret (ocak) oluştururlar ve birlikte müzakereye başlarlar. İşte, onların başkan olarak seçtiği kimse, kendisine Kitap verilen kimsedir.

İsa Peygamber’e verilen kitap marifedir, kavmin bildiği bir kitaptır, bu da Tevrat’tır.

Nasıl bugün bilgisayarda bir programı alıp başka bilgisayara kopya edebiliyorsak, insan beyni de bir bilgisayardır, beyne kopya edilebilir. İnsanlarda doku hücreleri vardır. Bunlar zamanla değişmekte, yeni hücreler ortaya çıkmaktadır. Sinir hücreleri ise değişmemektedir. Yaratıldığı günkü hücreler aynen kalmaktadır. Ayrıca beyinde hücreler var, bunlar hafıza hücreleridir. Glia hücreleri mevcuttur. Gerektiği zaman eklenmektedir. Sinir hücreleri anne karnında 7 ay içinde 100 milyar hücre olarak oluşmaktadır. Çocuk doğduğu zaman zaten ömrü boyunca kullanacağı beyin hücreleri oluşmuştur. Demek ki çocuğun beynine kitap şarj edilebilir. Allah İsa Peygamber’in beynine Kitap’ı yüklemiştir.

كتب derinin deri ile dikildiği sırım, iptir. ‘Deriyi deri ile dikmek’ demektir. Sözleşmelerin yazılmasına kitap denmiştir. Yani kitap sözleşme değeri taşıyan yazıdır. Hattan farklıdır. “Ehli Kitap” sözleşmeleri olan topluluktur. “Kitap verilenler” ise Yahudiler ve Hristiyanlardır.

Kur’an’da كتب 319,  كتم 21 defa da geçmektedir. Toplam 340 (22*5*17) eder.

وَجَعَلَنِي نَبِيًّا (30)

Va CaGaLaNIy NaBiyYan (Va FaGaLaNIy FaGIyLan)

“Ve beni nebi ca’l etti.”

نَبِيًّا kelimesi bu surede 7 defa geçmektedir.  İsa, İshak ve Yakup Peygamberler için sadece نَبِيًّا denmektedir.  İbrahim ve İdris Peygamberler için صِدِّيقًا نَبِيًّا, Musa ve İsmail Peygamberler için ise رَسُولًا نَبِيًّا denmektedir.

“Zikret” (اُذْكُرْ) ifadesi bu surede geçtiği gibi bunların görevleri de yalnız bu surede zikredilmektedir. 

نَبَأ Gelecekten haber vermektir. Doğurmadan evvel devenin memesinde görülen süte خَبَر denir. Doğuracağının habercisi olur. Geçmişten bilgi vermeye خَبَر denir.

نَبِيّ tepe üzerinde oturan gözcüye denir. Gelecekte olacak olaylar hakkında verilen bilgilere نَبَأ denir.

نَبَأ kendisiyle bir bilginin elde edildiği, faydası olan haberdir. Bu şekliyle salt haberden ayrılır.

ن belirsizliği, ب geçişi, ء de gücü ifade eder. Bilinmeyenden bilinene gitme demektir.

YORUM

 İsa Peygamber burada resul olarak sayılmamıştır, sadece nebi olarak zikredilmiştir. Başka sürelerde resul olarak zikredilmiştir. O sırada yalnız nebi idi, resul değildi. İsa Peygamber bütün insanların nebisidir ama yalnız İsrail oğullarının resulüdür.

 İsa Peygamber Muhammed’den önceki son nebidir. Kişi olarak verilen mucizenin en büyüğü ona verilmiştir.  Muhammed Peygamber’e şahsi mucize verilmişse bile o mucize bize mucize değildir, bize Kur’an mucizedir.

 

Öz Türkçe ile:

“ ‘Ben Allah’ın görevlisiyim. Bana yazılıyı verdi ve beni ulak yaptı.’ dedi.”

Kur’an Arapçası ile:

“Ben Allah’ın abdiyim. Bana Kitap’ı ita etti ve beni nebi ca’l etti diye kavl etti.”

 

QAvLa EinNIy GaBDuelLAvHı EAvTAvNıYa eLKiTAvBa VaCaGaLaNIy NaBiyYan

قَالَ إِنِّي عَبْدُ اللَّهِ آتَانِيَ الْكِتَابَ وَجَعَلَنِي نَبِيًّا (30)

 

***

 

وَجَعَلَنِي مُبَارَكًا

Va CaGaLaNIy MuBAvRaKan (Va FaGA LAvNIy MuBAvRaKan)

“Ve beni mübarek ca’l etti.”

بِرْكَان ‘yanardağ’ demektir. Yerden fışkırıp saçılan su için de kullanılır. ‘Bol, bereketli’ demektir.

ب geçiş yerini, ر tekrarı, ك ise varlığı ifade eder.

Bereketli kıldı.

İsa Peygamber’e insanlar inanmamıştı, Havarilerden başka arkadaşları yoktu, ona inanan ancak 12 kişi olmuştu ama herkes onunla ilgileniyor, onu dinlemeye ve onunla konuşmaya geliyordu. Nereye gitse kalabalık halk oluyordu. Ondan sonra da ona tabi olanlar dünyanın en çok tabilerini oluşturuyordu, halen de Müslümanlardan çok nüfusları vardır. Zenginlik bakımından da en ileri seviyededirler. Her yanı bereket olmuştur.

Kur’an’da Kur’an’ın mübarekliğinden bahsetmektedir ama resulün mübarekliğinden yalnız burada bahsetmektedir. Bunun anlamı şudur. Yeryüzünde en çok kişi olarak tabi olunan peygamber İsa Peygamber’dir. İnsanlar daha çok onun tarikatında olacaklardır ama dünyada en çok hükmeden kitap Kur’an olacaktır.

İleride Kur’an’ın hükümleri nerede olursa olsun kabul olunacak ve onun hükümleri şeriat olacaktır. Tevrat Kur’an’ın anlaşılması için yararlanılan bir kitap olacaktır.

أَيْنَمَا كُنْتُ

EaYNaMAv KuNTu (EaYNAMAv FaGaLTu)

“Nerde olursam”

Burada bedenim nerede olursa anlamındadır veya ben nerede nebi olarak kabullenmiş olursam demektir.  İsa vefat ettiği zaman 12 kimse ona inanmıştı. Çoğalmaya başlamışlar. Romalılar zulmedince daha da çoğalmışlar ve sonunda Romalılar Hıristiyan olmuşlardır. Hıristiyanlığı Akdeniz havzasına yaymışlardır. Sanayi döneminde de Hıristiyanlık dünyanın her tarafına yayılmıştır.  Bugün Hıristiyanlığın bulunmadığı yer kalmamıştır.

Kur’an düzeninin o ülkelere gidebilmesi için önce İslam imanının gitmesi gerekirdi. Bu da oluşmuştur. Yahudilik yayılsaydı Kur’an’ın oraya gitmesine engel olurdu. Allah Hıristiyanlığı geliştirdi, onların ise şeriatları yoktu. Bir Papa’nın şeriat olarak Tevrat’ın yanında Kur’an’ı da kabul ediyorum fetvasına bakıyor bu işler.

Bugünkü Hıristiyanlar Kur’an üzerinde durmakta ve onun şeriatından yararlanmayı arzulamaktadırlar. Bizim “Adil Düzen” çalışmamızı takip ediyorlar. Risalelerin ve Gülen okullarının bu husustaki hizmetleri büyüktür. Sermaye bunu durdurmak için 15 Temmuz’u yapmış ve faturayı Gülen’e keserek bu faaliyeti durduracağını sanmıştır. Oysa bu gelişme bunların daha da samimileşmesi, özgürleşmesi ve CIA’nın emrinin dışına çıkması ile sonuçlanacaktır.

وَأَوْصَانِي

Va EaVÖAvNIy (Va EaFGaLaNIy)

“Ve bana vasiyet etti”

وَصَاة  bohça gibi kıymetli şeylerin bulunduğu, kabı asıp saklamaya yarayan ağaç dalı demektir. ‘Çengel, bohça, dal’ anlamlarına gelmektedir. Bu kelime zamanla bir kimseyi birisine emanet etme anlamında vasiyet olarak kullanılmış. Bilhassa yetim küçük çocuğa bakan kimseye وَاصِي denmiştir. Emretme, buyurma anlamında da kullanılmaya başlanmıştır. Burada vasiyetleşme sözünü birbirine emretmeden ziyade birbirlerini hakka davet etme anlamında kullanmış olur. Bununla beraber her mümin diğer mümine أَمْرٌ بِالْمَعْرُوفِ وَنَهْيٌ عَنِ الْمُنْكَرِ  yapmakla (yani legal olanın yapılması, illegal olanın yasaklanması) mükelleftir. Dolayısıyla birbirlerine emrederler manası da verilebilir.

Yalnız bugün çok yanlış anlaşılan bir hususa burada değinmek gerekir. Bu emir, hakta ittifak varsa yapılabilir. Mesela iki taraf da sigaranın kötü olduğunda ittifak ediyorlarsa birbirlerine sigarayı nehy edebilirler ama ihtilaf varsa, herkes kendi içtihadına göre hareket edeceğinden, biri diğerine “benim içtihadıma göre hareket et” diyemez.

و beraberliği, ص dayanıklılığı, ي kolaylığı ifade eder.

“Emir ve nehiy” yapılması ve yapılmaması gerekenleri içerir. “Vasiyet” ise şeriatı ortaya koyar. صِيَام için كُتِبَ dendiği halde (كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ, Bakara 2-183)  burada الصَّلَاة  ve الزَّكَاة  için “bana vasiyet etti” diyor. Daha nebi iken, daha çocuk iken Tevrat’ın hükümlerini bildiği için “bana bunları vasiyet etmiştir” diyor.

Salat ve zekâtın vasiyet edilmesi yalnız burada geçmektedir. Yalnız bana vasiyet edildi deniyor. Başka yerde (İsra 17-79) “Nafile olarak teheccüt et, belki de Allah seni mahmud makama yükseltecektir.” deniyor. Belli görevleri yerine getirecek kimselere belli emirler verilmiştir. “Bunu da bana vasiyet etti” diyor.

بِالصَّلَاةِ

BielÖaLAvTı (BielFaGaLaTi)

“Salatı”

Kuran’da صلو 99,  صلي 25 defa geçmektedir. Toplam 124 (22*31) eder.

صلي güneşte üzerinde et pişirdikleri veya kuruttukları taştır.

صلو ise eğitilmiş binek atıdır, buna ‘yorga at’ denir, ‘koşu atı’ demektir.

Salat insanın bedeni eğitimini yaptığı hareketleri içerir.

Salat ezanla başlar. Kametle harekete geçilir. Tekbir alınır ve selam verilerek biter. Namaz kılınmadan önce namazda okunacak Kur’an ayetlerinin manası okunur. Namazdan sonra ortak iş varsa icra edilir.  İsa Peygamber havarileri ile bunu yapmaktadır. Dört hazırlık şarttır; vakit, yer, elbise ve temizlik. Dört toplanma şarttır; saf, kıble, niyet ve imam. Dört hareket şarttır; durmak, eğilmek, secdeye varmak ve oturmak. Dört hareket rüknü vardır; okumak, dinlemek, düşünmek ve dua etmek. Böylece bir heyettir.  Kelimeler marifedir çünkü İsrail oğulları biliyorlar.

وَالزَّكَاةِ  

Va elZaKAvTı (Va eLFaGaLaTi)

“Ve zekâtı”

زَكِيّ ‘bol otlu arazi’ demektir. Sonraları canlılık için kullanılmıştır. Canlının temizlik özelliğinden dolayı temizlik; büyüme ve gelişme özelliğinden dolayı da artma anlamı kazanmıştır.

Kur’an’da  زكو59, ذكو 1 defa geçer. Toplam 60 (22*3*5) eder.

Üretimde elde edilen ürünlerde diğer insanların toprak kira hakları vardır. Dolayısıyla arındırılması gerekir. Bir de zekâtın başka bir özelliği vardır, halkın eline satın alma gücünün geçmesini sağlar. Halk satılmayan malları satın alır. Böylece işyerleri yeni sipariş alırlar ve ekonomik durgunluk ortadan kalkar. Bu bakımdan zekât bir çoğalmadır.

Burada بِ harfi ceri iade edilmedi. Çünkü zekâtla salat beraber yürür. Zekât birlikte çalışmayı düzenler. Salat birlikte yaşamayı düzenler.

مَا دُمْتُ حَيًّا (31)

MAv DuMTu XayYan (FaGaLTu FaGLaN)

“Hay olarak devam ettiğim sürece”

دَوْم ‘kışın yaprak dökmeyen ağaç, katran ağacı’ demektir. “Devam etmek, bulunmak” anlamındadır. Kur’an’da دوم 9, ذءم 1 defa geçmektedir. Toplam 10 (2*5) eder.

حَيَّة ‘kış uykusundan uyanmış yılan’, مَوْت ise ‘kış uykusundaki yılan’ demektir.

Kur’an’da حيي 189, حين 35 defa geçmektedir. Toplam 224 (25*7) eder.

ح hareketi, ي kolaylığı gösterir.

“Hayatta kaldığım sürece” diyor. Namaz herkese farzdır. Zekât da herkese farzdır. Namaz sadece belli hareketleri yapma değildir. Toplantıya katılmadır. Belli hareketleri yapma onlara farz değildir ama katılma farzdır. Ana babaları çocukları toplantılara katılmaya zorlamalıdır.

Zekât da böyledir. Zekât diğer insanların hakkı olduğu için kişilerin mal varlıkları varsa zekât verme durumundadırlar yahut karz-ı hasen yaparlar.

Fıkıh kitaplarında onların ibadet şekilleri, namaz, zekât, oruç ve hac küçüklere farz değildir. Yahudiler de böyle inandıkları için İsa Peygamber bunu düzeltiyor. “Evet, ben çocukken de zekât vermeliyim ve namaza gelmeliyim. Bunlar benim beşikten mezara kadar hayatım boyunca yapmam gereken görevlerdendir.” demiş oluyor.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve beni nerde olursam olayım bol kıldı ve bana sağ olduğum sürece vergiyi vermemi ve toplantılara katılmamı öğütledi.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve beni nerde olursam olayım mübarek ca’l etti ve bana hayy olarak devam ettikçe salatı ve zekâtı vasiyet etti.”

Va CaGaLaNIy MüBAvRaKan EaYNaMAv KuNTu Va EaVÖAvNI Bi elÖaLAvTi Va ElZaKAvTi MAv DuMTu XayYan

وَجَعَلَنِي مُبَارَكًا أَيْنَمَا كُنْتُ وَأَوْصَانِي بِالصَّلَاةِ وَالزَّكَاةِ مَا دُمْتُ حَيًّا (31)

 

***

 

وَبَرًّا بِوَالِدَتِي  

Va BarRan Bi ElVAvLiDaTİy (Va FaGLan Bi FaGıLaTIy)

“Ve valideme berri”

بَرّ ‘kara’, بَرِّيَّة bir kara parçası’, بُرّ ‘buğday’ demektir. بِرّ ise buğdayın diğer tahıllara olan üstünlüğü esas alınarak “iyilik” anlamı kazanmıştır.

ب kapıyı, geçidi, ر tekrarı ifade eder.

 Yahya Peygamber’de بَرًّا بِوَالِدَيْه denmişti (Meryem 19-14), orada Allah bize söylüyordu, burada İsa Peygamber kavmine söylüyor. Orada anne-baba (وَالِدَيْنِ), burada anne (وَالِدَة) zikredilmiştir.

وَلَمْ يَجْعَلْنِي جَبَّارًا شَقِيًّا (32)

Va LaM YaCGaLNIy CabBARan ŞaQıyYan (Va LaM YAFGaLNIy FaGgaVLan FaGIyLan)

“Ve beni cebbar şaki ca’l etmedi.”

 Yahya Peygamber’in söylediklerini söylemektedir. Orada جَبَّارًا عَصِيًّا denmiş, burada ise جَبَّارًا شَقِيًّا denmiştir. Her ikisi de zorlayıcı değildir. Zor kullanmamaktadır. Şu bakımdan cebbar değildirler; Yahya Peygamber isyan etmiyor, İsa Peygamber ise şekavet etmiyor. Burada iki şey düşünebiliriz. Ya ikisini kıyas eder ikisi de ne şaki ne de asi idiler, deriz. Kıyas böyledir.  Ya da Mefhumu muhalefetle biri şaki değil diğeri asi değildir. Bulundukları yer şekaveti ve isyana zorlayıcı olduğu halde ikisi de böyle değildir.

 İsa Peygamber savaşla emrolunmamıştı ama Kur’an’da İsa Peygamber’e deniyor ki; biz tabi olanları kıyamete kadar kâfirlerin üstüne getireceğiz (Al-i İmran 3-55). Demek ki Hıristiyanlar savaşacaklar. Nasıl Mekke’de savaş meşru değil idiyse, Hıristiyanlara da Roma’nın Hıristiyanlığı kabul etmesine kadar savaş meşru değildi. Ondan sonra onlar için savaş meşrudur. Bununla beraber şekavet etmemesi gerekir.

Şu soru ile karşılaşırız. Ordular da savaşır ve karşı tarafı öldürürler, eşkıyalar da. Peki, aralarında ne fark vardır? Bu fark açık belirtilmiştir. Askerler hakem kararlarının yerine gelmesi için savaşırlar, hakem kararı yoksa savaşmazlar. Eşkıyalar ise hakem kararlarına karşı gelerek savaşırlar. Demek ki İsa Peygamber’e nehy edilen hakem kararı olmadan savaşmasıydı.

 Yahya Peygamber ise ehli tariktir, onlara savaşmak külliyen haram yapılmıştır. Onlar için siyasilerin siyasi kararlarına uymaları esastır. Cebbar olmadığı gibi asi de değildir.

 

YORUM

بِرّ veتَقْوَى  eşleştirilmiştir. بِرّ ve تَقْوَى ‘da yardımlaşın, إِثْم ve  عُدْوَان’da yardımlaşmayın denmiştir (Maide 5-2). Oysa تَقْوَى başkalarının hukukuna tecavüz etmemektir, بِرّ ise kötülük yapmamak, iyilik yapmaktır.

İnsanlar hayvanlardan farklı olarak بِرّ ile mükelleftirler. Kişinin acziyeti sırasında yakınları ona yardıma koşarlar, bu بِرّ olandır. Bu görevi yapanlar أَبْرَار’dır (iyi kimselerdir).

Biri hasta olduğu zaman yakınları ona hizmet ederler. Biri yoksul olduğu zaman diğerleri onun yardımına koşarlar, bu بِرّ’dir ve koşanlar da أَبْرَار’dır.

 Yahya Peygamber de İsa Peygamber de بِرّ ile emrolunmuştur, أَبْرَار dan olmaları istenmiştir. Biz buna ‘dayanışma’ diyoruz. Yardımlaşmada karşılık vardır. Ben sana bir gün çalışırsam sen bana bir gün çalışırsın. Oysa dayanışmada ihtiyaca göre çevredekiler ona karşılıksız yardım ederler.

Öz Türkçe ile:  

“Ve anneme iyilik eden olmamı ve beni asi yapan zorlayıcı yapmadı.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve valideme berri de ve beni şaki cebbar da ca’l etmedi.”

Va BarRan Bi EaLVAvLiDaTIy VaLaM YaCGaLNIy CabBARan ŞaQıyYan

وَبَرًّا بِوَالِدَتِي وَلَمْ يَجْعَلْنِي جَبَّارًا شَقِيًّا (32)

 

***

 

وَالسَّلَامُ

Va elSaLAvMu (Va eLFaGALu)

“Ve selam”

 Yahya Peygamber’de selam nekre gelmiş, burada selam marife gelmiştir. “Benim üzerime barış farz kılındı.” diyor.  Yahya Peygamber de aynı şeyi söylüyor.

سَلَام barış demektir, savaş karşılığı barış demektir. Buradaki barış bellidir. Niza olduğu zaman hakemlere gidersiniz, siz bir hakem seçersiniz, öbürü de bir hakem seçer ve iki hakem de başhakemi seçerler. Taraflar hakemlerin verdiği karara uyarlar. İşte bu, buradaki barıştır. Bana böyle barış içinde olma yüklendi anlamındadır.

Kur’an’da bir yerde سَلَامٌ لَكَ (Vakıa, 56-91) vardır, onun dışındakiler hep عَلَيْهِ  ve عَلَيْكُمْ‘dür (nekre ve merfu olan irablar değerlendirilmiştir). Burada marife gelmesinin hikmeti İsa Peygamber’de şeriata uygun bir selam, Yahya Peygamber’de ise tarikata uygun bir selam, karşıdakini ikna ederek barış içinde olma görevidir.

عَلَيَّ يَوْمَ وُلِدْتُ وَيَوْمَ أَمُوتُ وَيَوْمَ أُبْعَثُ حَيًّا (33)

GaLayYa YavMa VuLiDtTu VaYaVMa EaMUvTu Va YaVMa EuBGaÇu XayYan (eLFaGAvLu GaLayYa FaGLa FuGıLTu VFaGLaEaMUvTu Va FAGLa ÜBGaÇu XyYan)

“Viladet olunduğum yevmde, mevt olduğum yevmde ve hayy olarak ba’s olunduğum yevmde benim üzerimedir.”

Buradaki يَوْمَ kelimesinden anlıyoruz ki bu doğma, ölme ve ba’s olma bu dünyadaki hayat içindir. Bunu حَيًّا kelimesi de teyid etmektedir.

Doğmak demek genç yaşını yaşamak demek, ölmek demek yaşlı günlerini yaşamak demek, ba’s olunduğumda demek görevli olduğum gün yaşamak demektir.

 

YORUM

Bugün yeryüzüne bakalım. Her tarafı dolaşalım. Topluluklar buluruz. Bunların şeriatları vardır. Bu şeriatlar birbirlerine çok benzer. Bugünkü uygarlığı bu şeriat meydana getirmiştir.

Yirminci yüzyılın insanı açıkça Allah’a, şeriata ve onun peygamberlerine karşı çıkmış ve insanları reyb içinde bırakmıştır. Bu kadar kesin delillere sahip olduğum halde zaman zaman ya yanlış anlıyorsam ya öyle değilse diyorum.

İnsanların bu inkârdan ve asrımızda dünyadan kurtulması için her topluluğun kendi dinini önce müspet ilimle karşılaştırması gerekmektedir. Müspet ilme uyan tarafları ile dini inançlarını benimsemelidir. Müspet ilme uymayanları ise tevil etmek durumundadır.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve gençlik çağında iken, yaşlı iken ve görevli iken üzerime barış vardır.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve viladet olunduğum yevmde, mevt ettiğim yevmde ve hayy iken bas olunduğum yevmde üzerime selam vardır.”

 

VaelSaLAvMu GaLAyYa YaVMa VuLiDtTu Va YaVMa EaMUvTu Va YaVma EuBGaÇu XayYan)

وَالسَّلَامُ عَلَيَّ يَوْمَ وُلِدْتُ وَيَوْمَ أَمُوتُ وَيَوْمَ أُبْعَثُ حَيًّا (33)

***