MERYEM SURESİ TEFSİRİ(19.SURE)
Süleyman Karagülle
1905 Okunma
MERYEM SURESİ TEFSİRİ 58-59.AYETLER

***

 

MERYEM SÛRESİ - 11. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

***

 

أُولَئِكَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيِّينَ مِنْ ذُرِّيَّةِ آدَمَ وَمِمَّنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍ وَمِنْ ذُرِّيَّةِ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْرَائِيلَ وَمِمَّنْ هَدَيْنَا وَاجْتَبَيْنَا إِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُ الرَّحْمَنِ خَرُّوا سُجَّدًا وَبُكِيًّا (58) فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ أَضَاعُوا الصَّلَاةَ وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيًّا (59)

 

***

 

أُولَئِكَ

EuLAEiKa

“Bunlar”

Burada işaret edilen kimseler bu surede sayılan nebilerdir; Zekeriya, Yahya, Meryem, İsa, İbrahim, Musa, İsmail, İdris.

Bunlardan sadece Musa ile İsmail resul nebi olarak zikredilmiştir.

الَّذِينَ أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ

elLaÜIyNa EanGaMa elLAvHu GaLaYHiM (elLaÜIyNa EFGaLa elLAvHu GaLayHiM)

“Allah’ın onlara in’am ettiği kimselerdir”

Hepsinde “biz ve rabbi” olarak zikretti.

Şimdi “bizim in’am ettiğimiz” demiyor, “rabbin in’am ettiği” demiyor. “Allah’ın in’am ettiği” diyor; “rahmet ettiği” demiyor, “in’am ettiği” diyor.

Bunların görevi toplulukların maddi düzenini düzenlemektir. Allah rahman ve rahimdir. Rahmet etme görevi nebilere verilmemelidir. İn’am etmede görevlidirler. Yani insanların maddi ihtiyaçlarını karşılarız. Onun tartısı ile hesaplaşması bize ait değildir. Kimseyi ne cennete ne de cehenneme göndeririz. Biz gerçek suçluları değil de ancak şahitlerin şehadeti ile suçları sabit olanları cezalandırabiliriz. Biz kişilere ceza veremeyiz. Fiillerin faili olanlara ceza verebiliriz. O da hakemler tarafından tespit edilen fiillere. Bu sebeple burada işaret edilen nebiler bunlardır.

Kur’an’da Allah kendisinden bahsederken;

“O” der, “Biz” der, “Ben” der, “Rab” der, “Allah” der.

“O” dediği zaman; O’nun sadece tanrılığından söz etmektedir.

“Ben” dediği zaman; melekleri ve insanları, eşyayı istihdam etmediği durumlarda “Ben” der.

“Biz” dediği zaman; meleklere veya insanlara, hatta eşyaya bir şey yaptırıyorsa, sebep sonuca bağlayacaksa “Biz” der.

“Rab” dediği zaman da; Allah’ın genel hizmetleri yaptırdığı kimseler için bu kelimeyi kullanır.

“Allah” dendiği zaman da; topluluk ve kâinatın haliki ifade edilmiş olur.

Allah’ın isimleri O’nun insanlara tezahür eden özelliğini gösterir. Biz insanı göremeyiz, sadece görüntüsünü görürüz. Baktığımız cepheye göre değişir. Allah kâinatın ruhudur. Onu biz göremeyiz, sadece kâinattaki görünüşünü görürüz. Onun varlığını ve bize nasıl etki yapacağını bilebiliriz. İnsan da böyledir. Kimse kimsenin kendisine ulaşamaz. Söz söylediği zaman ondan ne kastettiğini değil, anladığımızı anlarız.

“Allah’ın in’am ettiği kimseler.” Burada in’am edilenler bilinmektedir. Yukarıda adları geçen peygamberler ve diğerleridir. Hem de in’am edilen de bilinmektedir. O halde sure bunlara in’am edilen özel bir nimetten bahsetmektedir.

Nedir acaba bu nimetler? 

Akevler ilim adamları (Arif Ersoy, Süleyman Akdemir ve diğerleri) bu hususta doktora ve doçentlik tezlerini bunun üzerine kurdular.

-İnsanlık toplayıcılık, avcılık, çobanlık ve çiftçilik dönemlerini geçirdiler.

-Sonra ekonomide pazar mübadelesi, tüccar mübadelesi, işçilik dönemlerini geçirdiler.

-Ve bugün ortaklık dönemini geçiriyorlar.

-İlk uygarlığı Nuh kurdu.

-İbrahim Nuh’un kavmi uygarlığını beşeri uygarlığa dönüştürdü.

-Musa yazılı şeriat düzenini oluşturdu.

-Davud ekonomide beşeri düzen oluşturdu.

-İsa insanlığa laikliği öğretti.

Bunların hepsi insanlığı Kur’an’ı anlayacak ve uygulayacak seviyeye çıkarma çabalarıdır. İnsanlık 60 000 yıldan fazla bununla meşgul oldu. Bugün yeryüzünde dört büyük din vardır. Bu peygamberlerin getirdikleri sayesinde bu dört uyarlık oluşmuştur.

Bunlar değişik yerlerde değişik zamanlarda geldiler, her biri bir iş yaptı ama hepsi aynı şeyleri söyledi ve insanlığa esasları aynı olan şeriatı öğrettiler. Bunların vahiy yoluyla getirdiklerini filozoflar akıl yoluyla açıklamaya çalıştılar. Peygamberler hukukta, filozoflar teknikte hamleler yaptılar. Biner yıllık uygarlıklar kurdular.

Doğu uygarlıkları hukukta inkılap yapar ve ömürleri bin yıl sürer. Uygarlığın ortalarında filozoflar çıkar, yeni şeriatı kabul eder ama onu kuvvet medeniyetine çevirir ve sanayi inkılabını yaparlar. Böylece beş bin senedir uygarlık süratli bir şekilde gelişmiştir.

Bütün bunların hepsi insanların Kur’an’ı uygulayabilecek hale gelmesi için hazırlık olarak yapılmıştır. Bu sure şimdiye kadar bu peygamberlerden kurucu olanları zikretti. Burada Davud ve Süleyman peygamberden bu surede söz etmemiştir. Çünkü bunlar Kur’an’dan önce vahye dayanmayan peygamberlerdir.

Muhammed ise bir taraftan vahye dayanmış ve Kur’an’ı vahye dayalı olarak anlatmış, diğer taraftan insanlara icma ve içtihadı Kur’an teşri ederek ulaştırmıştır. Muhammed’i o guruptan saymamalıdır. Çünkü Muhammed’in görevi Kur’an’ı uygulatan değil Kur’an’ı sözleri ile insanlığa ulaştırma ama yorumunu insanlara bırakmaktır. Birinci Kur’an uygarlığı Muhammedî uygarlık değildir, Kur’an uygarlığıdır. Musevi denir, İsevi denir ama Muhammedî, denmez. Kuranî denebilir.

“Sıratallezine enamte aleyhim” diyor. “Rahimte aleyhim” demiyor. Çünkü icma zahiri delillere dayanılarak ispatlanan şeydeki ittifaktır. Bu peygamberler bize sıratı müstakimi oluşturdular.

"Neam" geviş getiren çift tırnaklı hayvanların ortak adıdır; deve, sığır, koyun, keçi. Sonra “nimet” bütün yenilecek hayvanların adı olmuş, daha sonra da bütün yiyeceklerin adı olmuştur. “Rahmet” manevi iyilikleri, “nimet” maddi iyilikleri ifade eder.

N” çeşitliliği, “G” etkiyi, “M” maddeyi (suyu, dalgayı) ifade eder.

مِنَ النَّبِيِّينَ

MiNa elNaBiyYIyNa (MiNa elFaGaLIyNa)

“Nebilerden”

Burada “nebiler” kurallı erkek çoğuldur. Bir cemaati ifade eder. Bunların görevi insanlığı uygarlaştırarak Kur’an’ı uygulayacak seviyeye getirmektir. Birbirinden zamanda ve mekânda ayrı da olsalar melekler vasıtasıyla birlik sağlanmaktadır.

“Min” burada cins için değil teb’iz için gelir. Bunlar kendilerine in’am ettiğim topluluktan bazılarıdır demektir. Bunlar yalnız kendi kavimlerinin nebileri değildirler, bütün beşeriyetin nebileridir. Kur’an’dan önce gelen nebileri ikiye ayırabiliriz. Nebilerin çoğunun kendi kabileleri vardır.

“Haber” doğurmadan evvel devenin memesinde görülen süttür. Doğuracağının habercisi olur. Sonra gelecekte olacak olaylar hakkında verilen bilgilere “haber” denir. “Nebi” tepe üzerinde oturan gözcüye denir. Geçmişten bilgi vermeye de “nebe’” denir.

“Nebe” kendisiyle bir bilginin elde edildiği, faydası olan haberdir. Bu şekliyle salt haberden ayrılır.

N” çeşitliliği, “B” geçişi, “E” gücü ifade eder.

مِنْ ذُرِّيَّةِ آدَمَ

MiN ÜurRiYeTi EAvDaMa (MiN FuGiLaTi FAvGaLa)

“Âdem’in zürriyetinden”

“Zerre” toz demektir. Güneş ışığında havada görülen tozlardır.

“Zürriyet” insanın bıraktığı tozlardır. İnsandan kopan kromozomlar insanı oluşturur.

“Ü” işaret harfidir. “R” de tekrarı ifade eder. Genel anlamında olur.

“Âdem’in zürriyetinden nebiler” diyor. Bütün insanlar zaten Âdem’dendir. O halde, “Âdem’in zürriyetinden nebiler” denmiş olması, Âdem’in dışında da insanların olduğunu ifade eder. Darwinciler insanın bir anne babadan gelmediğini, tedrici değişme ile oluştuğunu iddia etmişlerdir. Genlerin ve kromozomun bulunması ile bunun mümkün olmadığı kanıtlanmıştır. Hala o görüşleri savunanlar vardır. Bu ayette onların bu görüşlerine destek vermektedir.

Önce Kur’an canlıların bir dabbeden (bir hücreden) üretildiğini bildirmektedir. Yalnız yeryüzündeki canlılar değil, tüm uzaydaki canlılar bir tek dabbeden türemiştir. Yeryüzünde ilk canlı bundan 3 milyar yıl önce görülmektedir. Bunun genlerindeki evrim ile bugünkü canlı türler meydana gelmiştir.

Çözülememiş bir problem vardır. Her gezegende mi bu evrim olmakta, yoksa galaksinin bir merkezinde canlı serasında mı insan canlılar üretilmekte ve insan yer gezegenlere taşınmaktadır. O zaman yeryüzündeki insanlar Beni Âdemdir. Âdem’ler kâinattaki bir insan atadan türemişlerdir. Dolayısıyla burada yeryüzündeki Âdem’lerin zürriyetinden olduklarına işaret için “Âdem’in zürriyetinden” denmektedir.

وَمِمَّنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍ

Va MinMaN XaMaLNAv MaGa NUvXın (Va MiNMaN FaGaLNAv MaGa FuGLin)

“Ve Nuh ile beraber hamlettiklerimizden”

“Men”den murat Âdem’in zürriyetinden ve Nuh ile beraber hamlettiklerimizin zürriyetinden manasını verebiliriz. Ya Nuh’un gemisine binenler Âdem’in zürriyetinden değildir ya da Âdem’in zürriyeti ile Nuh’un zürriyeti bir değildir yahut da zürriyete başka mana vermemiz gerekmektedir.

Zürriyet iki türlü olabilir.

Biri bedeni zürriyet. Bu manasıyla bu ayet “besse minhuma ricalen ve nisaen” ayetiyle tearuz etmektedir. O halde buradaki zürriyet biyolojik zürriyet değildir, buradaki zürriyet ekol zürriyetidir. Hanefiler Ebu Hanife’nin zürriyetindendirler. Şafiiler Şafii’nin zürriyetindendirler. Risale-i Nur şakirtleri Bediüzzaman’ın zürriyetindendirler. O halde Âdem’in zürriyeti var; bütün insanlardır. İdris bu zürriyettendir. Bir de Nuh’un zürriyeti var; onlar da Nuh’un getirdiklerini devam ettirenlerdir. Bunlar Âdem’in biyolojik zürriyetindendirler ama ekol zürriyetinden değildirler. Devletler öncesi aşama kapanmış, onun yerine devletler oluşmaya başlamıştır.

Bununla beraber zürriyet kelimesi iade edilmemiştir. “Nuh ile beraber” denilerek onlar da Âdem ekolünden büsbütün ayrı değildirler. Kabile yönetiminden site yönetimine geçilmiştir. Kişi yönetiminden kural yönetimine geçilmiştir. Ne var ki kuralları kişiler koymakta ve kabile göçebelikten çıkmış yerleşik hale gelmiştir. Bununla beraber yine bucak seviyesindedir. Çünkü kabile devletleri site devletleri olarak oluşmuştur.

“Hamelna” diyerek Nuh’un gemisine binenleri Allah seçmiştir demektir.

Onlardan istediklerine binmelerini istemediklerine binmemelerini ilham etmiştir.

Bugün de “Adil Düzen” için aynı şeyi söyleriz. Allah’ın istedikleri Adil Düzen gemisine binecekler, Yüz Lojmanlı İşyeri Apartmanlarına taşınacaklar; istediklerini de Allah dışarıda bırakacaktır. “Allah’ın in’am ettikleri” denmiş, burada “bizim hamlettiğimiz” denmiştir. Çünkü oradaki hamle sosyal ve tabii kanunlar içinde cereyan etmiştir.

Biz gemiyi yapacağız...

Yirmi senedir yapıyoruz...

Yapıyoruz ama daha yapmadık...

Yaptığımız zaman TUFAN olacaktır...

Bizim Nuh’un gemisini yapmaya çalışmamız sosyal tufanı engellemektedir. Bizim henüz gemiyi yapamayışımız sayesinde Allah onlara tevbe etmeleri için zaman tanımaktadır. Sabırlı olup çalışmaya devam etmemiz gerekir. Her şey ecelini bekler.

وَمِنْ ذُرِّيَّةِ

Va MiN ÜurRiYaTi

“Ve zürriyetten”

“Zürriyeti” kelimesini izhar etti. Tarihte büyük inkılap İbrahim ile başlamıştır, hem de İsrail ile beraber; bu da şeriat ekolünün kurulmasıdır. İbrahim insanları kişi mucizeleri ile şeriata çağırmamış, aklî delillerle çağırmıştır. Mezopotamya’da Matematik ve diğer ilimler gelişmişti. Ancak peygamberler bir ekol kurup tedris etmemişlerdir, yazılı metinleri olmamıştır. İbrahim’e ise Tevrat’tan sahifeler verilmiş ve sonra Musa onu Tur Dağı’nda bulmuştu ve o levhalarla İbrani uygarlığını kurmuştur.

Buradaki zürriyet biyolojik zürriyet değildir, ekol zürriyetidir.

İbrahim’e İsrail’i eklemiştir, çünkü Yakup ‘İsrail’ ismini aldıktan sonra İbrahim’in aynı zamanda ekol zürriyetinden olmuştur.

Yakup İshak’ın oğludur. Ama asıl dersi İbrahim’den almıştır. İshak’ın ekolüne değil İbrahim’in ekolüne bağlıdır.

إِبْرَاهِيمَ وَإِسْرَائِيلَ

EiBRAvHIyMa Va EiSRAEIyLa

“İbrahim ve İsrail’in”

İbrahim ve İsrail’in zürriyetinden. Beni Yakup değil beni İsrail geçer. Yakup Mekke’ye gidince amcasını ziyaret etmiştir. Sonra dönerken Mescidi Aksa’da gece rüya görmüştür. Dedesinin ekolüne o zaman katılmış ve görevi o zaman almıştır. Sonraki Yusuf kıssası İbrahim ekolüne mensup olduktan sonra olanlardır.

BRH” birden ortaya çıkan delildir. “Berk” şimşek anlamındadır. Nerede olduğunuzu bilmediğiniz karanlıkta şimşek çakar, ortalık aydınlanır, ha ben burada imişim dersiniz, ondan sonra istediğiniz yere gidersiniz. “Burhan” aynı zamanda başlangıç noktalarını belirleyen delildir. Kur’an’da 77 defa geçer. “BRE” ise 31 defa geçer. Toplamı 108=2*2*3*3*3 eder.

“B” geçit demektir. “R” tekrardır. “H” ise o manasında zamirdir.

“SRY” sulama kanallarıdır, sulama künkleridir. Görünmemek için gece yapılan yürüyüşlerdir. “İsra” gece yürüme demektir. Kur’an’da 51 defa geçer. “SLV” 3 defa geçer. Toplamı 54=2*3*3*3 eder.

“S”mekanda değişikliği, “R tekrarı, “Y” ise kolaylığı ifade eder.

İsrail ismi yalnız gecede yürüdüğü için değildir. İsrail oğulları kavimler arasında hep görünmeden yürüyecekler, etkili olacaklar. Onlar yapacak ama hep başkaları yapmış olacaktır. Bugün İsrail oğulları dünyayı yönetmektedir. Ama görünürde Amerikalılar, Ruslar, Çinliler yönetmektedir.

İbrahim’in ekolünden bahsetmektedir. Uygarlaşma sıçramalarının en büyüğü bugünkü Batı uygarlığıdır. Onun ekolüdür. Bu sure bunu anlatmaktadır. Bu uygarlık içinde İsrail oğullarının rolü çok büyüktür. İslam uygarlığının Avrupa’ya taşınması da onlarla olmuştur. Allah onları yeraltından akıtmaktadır. Bu sebepledir ki bugünkü Sermaye’nin Yahudiler tarafından yapıldığını sanıp Yahudi düşmanlığı yapmak İslami değildir. Sermaye bir dönemde görevini yaptı ve zamanla şimdi kendi sınırları içine çekilecek. Sömürmekten avdet ederse varlığını sürdürecek, etmezse tarihe karışıp gidecektir.

وَمِمَّنْ هَدَيْنَا وَاجْتَبَيْنَا

Va MimMan HadayNav Va İCTaBaYNAv (Ve MimMan FaGaLNAv Va İFTaGaLNAv)

“Ve hidayet ettiklerimiz ve ictiba ettiklerimizden”

İbrahim’in zürriyetini ikiye ayırmaktadır; İsrail oğulları ve diğerleri. Bugünkü uygarlık İbrahim uygarlığıdır. Dört ana kolu vardır. Hıristiyanlık İsrail koludur. İslamiyet hidayet ettiklerinin koludur. İctiba ettikleri de doğu dinlerinin koludur. Bugünkü uygarlık böyle oluşmuştur.

Yeniden Kur’an uygarlığını kurarken bu dört uygarlığın sentezi ile kurulacaktır. Milyarlarca müntesipleri bulunan bu uygarlıklar üçüncü binyıl uygarlığına ne katacaklardır? Bu uygarlıkların özelliklerini ve katkılarını bilmemiz gerekmektedir.

Birinci Kur’an uygarlığına Batının katkıları çok iyi şekilde bilinmektedir. Greko-Romen uygarlığını Müslümanlar almış ve geliştirmişlerdir. Unuttukları için de Batı uygarlığını Batı’ya Müslümanlar öğrettiler.

Hint ve Çin uygarlığının İslam uygarlığına katkısını tam olarak bilmiyoruz. Müslümanlar kâğıdı, pusulayı, barutu Çin’den öğrendiler ve Batı’ya öğrettiler. Hint’ten ise tasavvufu ve tarikatı öğrendiler. Büyük uygarlığı böylece oluşturdular. Gelecek uygarlığı yani Adil Düzen’i kurarken bu uygarlıkların katkıları ile kurulacaktır.

Gülen’in okulları İslamiyet’i dünyaya tanıttı ama Kur’an’ı öğretmedi. İkinci hamle Kur’an’ı öğretme olacaktır. Bunun metodu oraya gidip okul açma yerine, oradaki insanları buraya getirip öğretmedir. Ülkelerinde İslamiyet ile ilgili çalışmaları burada yetişip gidenler yapacaklardır. Kur’an böyle söylüyor. Bin Dil Üniversitesi bunun için kurulacaktır. Böylece o ülkede biz hâkim olmayacağız. O ülkede ilahi kitaplar hâkim olacak, şeriat hâkim olacaktır. Bin Dil Üniversitesi’nin hocaları bizden olmayacak, yine kendilerinden olacaktır. Onlar o dilden Kur’an Arapçasına tercüme edecekler, Arapçadan o dile de yine onlar tercüme edeceklerdir.

Biz insanlardan yani dünya halklarından ve yönetimlerinden hiçbir şey istemiyoruz. İnsanların -devletlerine zarar vermemek şartıyla- özgür olmalarını istiyoruz. Onun için Kur’an ehli iktidara talip olmaz. Biz hükmetmeye değil hizmet etmeye yatkınız. Gelecekte insanlar bilinçlenecek ve sömürüye hayır diyecek ama uygarlığa evet diyecek.

“Hediye” insanların görüşmeden evvel görüşmek isteklerini belirtmek için gönderdikleri değerli eşyadır. Hacca gitmeden evvel Mekke’ye gönderilen kurbanlık hayvanlara da “hedy” denir. Hediye götürüp haber getiren kimseye “hadi” denmiştir. Sonraları “hidayet” yol göstermek veya yola götürmek anlamında mastar olmuştur.

“H” o manasındadır. “D” duvar, çevre anlamlarındadır. “Y” kolaylıktır. İki manası vardır, yolu göstermek yahut kılavuzluk yapıp yoldan götürmek.

“CBY” bir kapla taşıyarak bir havuza veya büyük kaplara konmasıdır. “CBY” etmek oradan buradan toplayıp bir araya getirilen mal ve insanlardır.

“CYB” bu suların konduğu havuz veya kaptır. Çoğulu “Cevab”dır. CVB’den değildir.

“C” toplanmayı, “B” geçidi, “Y” de kolaylığı gösterir.

Görevlendirme iki şekilde olmaktadır.

Biri; siz öğrenciyi alırsınız, üniversiteyi bitirtirsiniz, sonra onu kaynak olarak bir işletmeye tayin edersiniz.

Diğeri ise; kişi kendisi gider, başka yerde okur, mezun olur, başka işlerle iştigal eder, siz onu bulursunuz ve ona görev verirsiniz.

Demek ki her iki çeşit görevlendirme de meşrudur ki Kur’an bunları bir arada zikretti.

-Hidayet ettiği kimseler okuttuğu kimselerdir.

-İctiba ettiği kimseler ise okuyanlardan seçtiği kimselerdir.

Adil Düzen Anayasası’nda askeri görevlendirmeyi hidayetle, hukuki görevlendirmeyi cibayetle yapma usulü benimsenmiştir. Bilhassa inkılap yapanlar cibayet usulü ile görevlendirilebilir. Akevler bu usule başlamış, kooperatif içinde hidayet usulünü uygulamış ama kuruluşunu cibayet usulü ile yapmıştır.

Biz istedik ki; bize katılanlar bir taraftan kendi çalışmalarını cibayet usulü ile yapsınlar, cari düzende biz onların düzenine karışmayalım ama bir de hidayet usulü ile Akevler’de yeni kadro yetiştirelim. Bunlar bugünkü düzende görev almasınlar. “Adil Düzen”i kooperatif içinde kursunlar.

Necmettin Erbakan; hayır, iktidar olalım, cibayet usulü ile devlet Adil Düzene göre gelir dedi. Gülen ise hidayet usulünü benimsedi ama onların düzeninde onların usulü ile kişiler yetiştirdi. Düzeni değiştirmek için değil de, mevcut düzende iktidar olmak için çalıştılar. Hataları bu idi. Bu sebepledir ki başarısız oldular.

Akevler’in kuruluşu cibayet usulüyle, çalışmasını ise hidayet usulü ile yapmaktadır. Burada “ev” değil de “ve” getirilmiş olması ikisinin bir arada olması gerektiğini ifade eder.

Bütün bunların hepsi işbölümü içinde bir şeye hizmet içindirler; üçüncü binyıl Kur’an uygarlığının kurulmasını sağlamak.

إِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ

EiÜAv TuTLAv GaLaYHiM (EiÜAv TuFTaGıLu GaLaYHiM)

“Onlara tilavet olunduğunda”

Âdem’den Kur’an’a kadar tüm Kur’an’a hazırlık yapanlar tilavet olunduğunda, yani onlara Allah’ın vahyi geldiğinde veya resullerin, nebilerin üzerine tilavet edildiğinde denmektedir.

“Tilvi” toklu demektir. Tabi olma, peşine koşma, arkasından gelme, aksettirme anlamlarını almıştır. Sütten kesilen ve anasının peşinde koşan yavru demektir. Arkasından gitmek anlamındadır. Sonra aksettirme anlamına gelmiş ve başkasına okuma anlamı kazanmıştır. Kur’an’da 63 defa geçer, DLV 5 defa geçer, toplamı 68=2*2*17 eder.

“T” tümseği temsil eder. “L” belirliliği anlatır, “V” birliği anlatır.

Biz şimdi sizlere ayetleri aktarıyoruz. Ay’ın Güneş ışığını aktardığı gibi biz de Kur’an’ın hidayet ışığını aktarıyoruz. Ay nasıl hiçbir zaman Güneş’in ışığını tam aktaramazsa, bizim size anlattıklarımız da onun gibidir. Siz bize kulak verirsiniz, sonra onu doğruluğuna kendi ilminizle karar verirsiniz. İşte ondan sonra eğer siz duymazdan gelmez de burada söylenenlere göre hareket ederseniz siz de buradaki “Ülaike”lerden olursunuz.

Sizin iki göreviniz vardır; aktarılanları dinlemek ve size göre doğru olanları, ayet olanları başkalarına aktarmak.

Bu sayede Kur’an uygarlığı kıyamete kadar gelişip devam edecektir.

آيَاتُ الرَّحْمَنِ

EAvYAvTu elRaXMAvNı (EaFGAvLu eLFaGLAvNı)

“Rahmanın ayetleri”

Kur’an’da sadece burada “ayatu’r-rahmani” geçer. Diğerleri “ayatullah, ayatuna, ayatu’l-kitab, ayatu’l-kur’ani” olarak geçer. Burada “rahmanın ayetleri” olarak geçmektedir.

Allah insanlara rahmet olsun diye bu kâinatı yaratmıştır.

Allah’ın iki çeşit rahmeti vardır.

İlk rahmet hiçbir karşılık istemeden ettiği rahmettir. Bana göz verdi, kulak verdi, hayat verdi; bunlar böyle birer rahmettir. Bu Allah’ın rahman sıfatı ile yaptığı rahmettir.

Bir de ben çalışırsam, benim çalıştığımın karşılığını verir, bu da rahim sıfatı ile rahmettir. Neden böyledir? Çünkü rahim sıfatında rahmet eden manası olduğu gibi rahmet edilen manası da vardır. Bir tür mufaale kalıbıdır. Allah’ın bana ihtiyacı yok ama benden alıyor ve benim mensup olduğum topluluğa veriyor. Onu bana beni ona muhtaç olarak yaratmıştır.

Burada “Rahmanın ayetleri tilavet olunduğunda” denmiş olması, bizim emekle elde ettiğimiz Allah’ın rahmetinin değil de onun rahman sıfatı ile yaptığı rahmet beyan edilmektedir.

Allah rahman sıfatı ile topluluğa tecelli eder, rahim sıfatı ile de kişilere tecelli eder. İnsanların emek verdiklerine karşılık ücretlerini vermesi rahim sıfatı ile rahmettir. Oysa doğa ve topluluk rahman sıfatı ile var edilmiştir.

Kapitalistler yalnız rahim sıfatına göre davranırlar.

Sosyalistler yalnız rahman sıfatı ile davranırlar.

Oysa Allah hem rahmandır hem rahimdir.

خَرُّوا

ParRUv (FaGaLUv)

“Har ederler”

“HRV” sel suyunun yardığı hendek demek; yıkılmak, düşmek yuvalanmak demektir.

“P” bozulmayı, “R” tekrarı ifade eder.

Hırlamak, hırhır etmek gibi kelimeler seslerin taklidi ile oluşur. Bu tür kelimeler her dilde vardır. “İnlemek, tınlamak, gürlemek” böyle kelimelerdir. Kur’an’da “sücceden harra” etme tabiri vardır.

سُجَّدًا وَبُكِيًّا (58)

SücCaDanVa BüKiyYan (FugGaLan FuGIyLan)

“Secde ederek ve beka ederek.”

“Sacid” meyvesinin bolluğundan dolayı dalları veya gövdesi yere eğilmiş ağaçtır. Alnı yere koymaya “secde” denir.

“S” mekânda diziyi, “C” toplanmayı, “D” çevreyi ifade eder.

“BKY Beky” damla damla yağan yağmur demektir. Gözyaşlarına kıyasla ağlamak yerine kullanılmaktadır.

“BKY” Kur’an’da 7 defa geçer, 1 defa da “MKE” geçer; toplam olarak 8=2*2*2 eder.

Secdeye karşı Kur’an’da rükû geçer. Bekaya karşılık dahk geçer. Rükû eğilmedir, secde ise yere kapanmadır. Namazdaki manaları bilinmektedir. Tekbir alınca önce komutanın karşısında esas duruşa geçersin, onun söyleyeceklerini dinlersin. Bu kıraattir. Emir alırsın. Rükû bu emri kabul ettiğini fiilen göstermedir. Zahiri emirlerde imama tabi olursun, onun söylediklerini yaparsın. Secde ise tam teslimiyettir. İmama itaat değil, doğrudan Allah’tan gelen emirleri kendi içtihadınla ifade etmektir. Burada “succeden” denmekle, aracıların, resullerin, nebilerin kendilerine değil de âlemlerin rabbine kulluk edeceğini taahhüt edersin. Bunu iki defa yaparsın. Biri, ben O’nun görevlisine uyuyorum ama Allah emrettiği için uyuyorum. İkincisi ise, ben onun söylediklerine göre değil, benim içtihatlarıma göre rabbime tabiyim. 

Yani herkes Allah’ın bu nizamına uyacaktır. Nebilere tabi olunacaktır ama birliği sağlamak için tabi olunacaktır, yoksa ona tabi olmak için değil. İmam seninle ilgilenmez. O da secde etmektedir. Rükûda imamı görmektesin, cemaati görmektesin ama secdede kimseyi göremezsin yani artık rabbinle doğrudan karşı karşıyasın.

“Bükiyya” “Baki”nin çoğuludur. “Dahık” karşıtıdır. Kur’an’daki “beka” çocuğun ağlaması şeklindeki beka değildir. Ağlamak da gülmek de yalnız insanlara has bir özelliktir. Hayvanlar ne ağlar ne de gülerler. İnsanlar sosyal varlıklardır. Tek başına yaşayamazlar ama aynı zamanda kişiliklerini korurlar. Davranışlarının hesabını verirler.

O halde insan neden gülmektedir ve neden ağlamaktadır?

İnsan sıkıntılı ise ağlar, sevinçli ise güler. Bu topluluğun ayetlerine tam uyum göstermeye çalışır. Bilmediklerini, anlamadıklarını, yararlanamadıklarını da öğrenmeye çalışır. İçtihat ve icmaları onların ağlamalarıdır yani bilgi talep etmedir. Çocuk niçin ağlar? Sıkıntıda olduğunu belirtmek için ağlar. Sıkıntısının ne olduğunu bilmez, nasıl giderileceğini bilmez, sadece sıkıntısı vardır, onu ifade ediyor. Teşhis ve tedavisini de ondan öğrenmek istiyor.

Kendisi ben biliyorum diye ukalalık yapmaz, Allah’a akıl vermez.

 

YORUM:

İnsanlığın uygarlaşmasını ve örnek peygamberleri anlatarak beyan ettikten sonra onların ortak vasıflarını saydı, şimdi de bizim onlara uymamız gerektiğini ifade etmektedir.

Kur’an nazil olmaya başladığı anda bu nebilerin görevi sona ermişti. Bunlar Kur’an’ın uygulanabilmesi için zemin hazırlamıştı. Ne var ki insanlar henüz Kur’an’ı uygulayacak durumda değildi. Hukukta ve teknikte inkılaplar yapılması gerekiyordu. İşte o inkılabı hukukta Müslümanlar, teknikte de Batılılar yaptılar.

Bugün gerek hukukta gerekse teknikte Kur’an’ın uygulanması için her şey tamamlanmıştır. Artık bize düşen uygulamaya geçmektir. Bunun için bizim öğrenmemiz gerekmektedir. Dört konuda hamle yapmamız gerekir.

1.      Kur’an Arapçasını öğreneceğiz.

2.      Kâinatın Matematiğini öğreneceğiz.

3.      Müçtehit imamların yaptığı gibi biz de fıkıh yapacağız.

4.      Bütün bu çalışmalar fıkhın bugün uygulanması plan ve projesidir.

-          Müslümanlar fıkhı plan proje ilkeleri içinde oluşturdular.

-          Batılılar sanayii plan proje ile çözdüler.

Üçüncü binyıl uygarlığına katkıda bulunabilmemiz için asrımızın fıkhını yapmak zorundayız; bugünkü fıkıh plan ve projedir.

Yine bugünkü uygarlığı yaşamaya başlayabilmemiz için ortaklık muhasebesini öğrenme durumundayız. Bunların oluşması için Akevler yarım asırdır çalışmaktadır. Henüz kurabilmiş değiliz. Şimdi ekoller oluşuyor. İstanbul’da Yenibosna’da, Medhal’de ve Üsküdar İslam Medeniyet Vakfı’nda da sistematik çalışmalar başlamıştır.

Biz Kur’an’a sıkıntıda olduğumuzu bildireceğiz. Kur’an teşhisini koyacak ve tedavisini yapacaktır. Kur’an’sız ne “teşhis” ne de “tedavi” olabilir. Kur’an’ın çağımız ilimleri ile yorumlanması dışında bir çıkar yolun olmadığını anlama zamanı geçmektedir.

 

Öz Türkçe ile:

“Bunlar Allah’ın kendilerine iyilik ettiği ulaklardandır. Âdem’in ve Nuh ile beraber taşıdıklarımızın töremesidirler. İbrahim ile İsrail’in ve kendilerini yola soktuğumuz ve toparladığımızın töremesidirler. Onlara yaşatanın kanıtları aktarılınca, kapanarak ve ağlayarak düşerler.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Bunlar Allah’ın nebilerden kendilerine in’am ettiği kimselerdir. Âdem’in ve Nuh ile beraber hamlettiğimiz kimselerin zürriyetindendirler. İbrahim ve İsrail’in ve kendilerine hidayet ettiğimiz ve onları ictiba ettiğimizin zürriyetidirler. Onlara rahmanın ayetleri tilavet olununca sücceden ve bükiyyen harr ederler.”

 

EuLAEiKa elLaÜIyNa EaNGaMa elLAvHu GaLaYHiM MiNa elNaBiyYIyNa Min ÜürRiyYaTi EAvDaMa Va MinMan XaMaLNAv MaGa NUvXın Va MiN ÜurRiyYaTi EiBRAvHIyMa Va EiSRAvEIyLa Va MinMaN HaDaYNAv Va EiCTaBaYNAv EiÜAv TuTLAv GaLaYHiM EavYAvTu elRaXMAvNı ParRUv SucCaDan Va BuKiyYan

أُولَئِكَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيِّينَ مِنْ ذُرِّيَّةِ آدَمَ وَمِمَّنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍ وَمِنْ ذُرِّيَّةِ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْرَائِيلَ وَمِمَّنْ هَدَيْنَا وَاجْتَبَيْنَا إِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُ الرَّحْمَنِ خَرُّوا سُجَّدًا وَبُكِيًّا (58)

 

***

 

فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ

Fa PaLaFa MiN BaGDiHiM PaLFun (Fa FaGaLa Min FaGLiHiM FaGLun)

“Bunun arkasından bir half halfetti”

Buradaki “F” harfi bu dönemlerin bittiği tarihleri anlatmakta yani Hıristiyanları anlatmaktadır. Zaten sure Hıristiyanlarla başlamıştı. Bütün bunlarla İsa’yı hazırlayan tarihi gelişmeyi nakletmiştir. Dünyanın tam olarak bugünkü durumunu anlatmaktadır.

“Min Ba’dihim” denmektedir, “Ba’dahum” denmemektedir. Çünkü onların bu dönemi hemen bitmedi. Arada Kur’an gelecek ve insanlık üçüncü binyıl uygarlığına adım atacaktır. Ama bu sefer Hıristiyanlık ateist bir duruma geçecektir.

“Onlardan sonra bir half geldi” diyor. Yani bir nesil geldi. O mirası devraldılar. Hıristiyanlığa sahip çıktılar ama salatı zayi ettiler. O halde Pavlus’tan başlayan nesil midir, yoksa Batı’nın inkılapçı ateist nesli midir? Kur’an nazil olduğu zaman Pavlus’un nesli biliniyordu. O halde ateist bir nesil Batı inkılaplarının olduğu nesildir. Bugün Kur’an bize nazil olduğuna göre onları anlatmaktadır.

Half” ense demektir. Arkasından gelmek anlamındadır. Daha çok makamda arkasından gelme halfdır. Bir görevi yüklenmek halife olmak demektir. Görevli anlamındadır. İhtilaf etmek demek göreve katılmamak demektir.

“PLF” Kur’an’da 127 defa geçer, “Hatve” 5 defa geçer; toplamı 132=2*2*3*11 eder.

Bugünkü Batı o nebilerin oluşturduğu cemaatin halfidir.

أَضَاعُوا الصَّلَاةَ

EaWAvGu elOaLAvTa (EaFGaLu elFaGLaTa)

“Salatı zayi ettiler”

“WYG” kullanılmayan eşyadır.

Mesleği var ama yararlanamıyor. Toprağı var ama değerlendiremiyor. Buna “WYG” denir.

“W” zarar anlamındadır. “Y” kolaylık demektir. “G” de etkidir.

“ÖLY” Güneş’te eti kurutmak için kullandıkları taştır. “ÖLV” ise eğitilmiş attır. Buna yorga at denmektedir. Koşu atıdır.

Kur’an’da “ÖLV” 99, “ÖLY” 25 defa geçmektedir; toplamı 124=2*2*31 eder.

“Salat” vakitlerin değerlendirilmesidir. Sabahleyin ezan okunur uyanırsınız. Vitiri kılarsınız. Güneş doğmadan evvel sabah namazını kılarsınız. İşe gidersiniz. Öğleden sonra işi bırakır namaz kılarsınız. İkindi vakti namaza gelip kılar ve akşam mesaisine başlarsınız. Akşamı kılar akşam yemeğini yersiniz. Sonra mescide gelir ders yaparsınız ve yatsı namazından sonra yatarsınız. 

Namaz çalışma ve yatma saatlerini düzenleyen bir müessesedir. Namazda eğitim vardır. Okuma ve hareketler vardır. Namaz beşikten mezara kadar devam edilen bir okuldur. İnsanlara nasıl yaşanacağını öğretir.

Ayrı ayrı vakitlerde kılınan namazdan bahsetmiştir. “Edagu” cemidir, “Salat” tekildir. O halde bir topluluğun bir namazı vardır, bir okulu olduğu gibi tedris ederler.  Sonra (namazdan sonra) çalışma anlaşmaları yapılır, sonra işbölümüne göre hareket edilir. Namazı zayi edenler tüm vakitlerini zayi etmiş olurlar.

Çağımızın en büyük hastalığı namazların zayi edilmesidir, vakitlerin değerlendirilmemesidir. Namazın yerine okullar ikame edilmiştir. Ömrün üçte biri çalışmadan okumakla geçer ama bu okullarda okunanların hayatla bir ilgisi yoktur. Bugün mabetlerde de ibadet edilse bile hayatla bir ilişkisi yoktur. Uygarlıkları dinler kurdular, onu da namazla başardılar. Çağımızın bu beynamazlığı onları aç bırakmakta, işsiz bırakmakta, cahil bırakmakta, esrarkeş yapmakta, terörist yapmaktadır.

Kenan Evren yönetime el koydu (1980). Okullarda olaylar olmuştur diye İmam-Hatip Okullarını lise hâline getirdi. Yüksek İslam Enstitülerini fakülte yaptı. Din Derslerini anayasa ile mecbur etti. Kur’an Kurslarını resmi olarak faal hale getirdi. Ama başarılamadı. Çünkü okullar devam etti. Evet, okullar kalkacak, onların yerine namazlar başlayacaktır.

Herkes 7 yaşından sonra çalışmaya başlayacak, üretim içinde eğitilecek, çalışarak okunacaktır. Ayrıca herkes günde beş defa kısa kısa dersler yapacaktır. İnsan uygarlaşan varlıktır. Özellikle çağımızda her gün yeni şeyler keşfediliyor, bunların öğrenilmesi gerekiyor, bundan dolayı da mezara kadar bunların beraberce namaz vakitlerinde öğrenilmesi gerekiyor.

وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ

VaitTaBaGuv elŞaHaVAvTı (Va İFTaGaLuv elŞaHaVAvTı)

“Şehvetlere tabi oldular”

Evet, bugünkü insanlık Hıristiyan âleminin etkisiyle vakitlerini boşa harcıyorlar. Değerlendiremiyorlar. Namazlarını kılmıyorlar. Ve şehvete tabidirler. Evliliği yasaklıyor, boşanmayı zorlaştırıyor. Ama zinayı serbest bırakıyor. İmam nikâhını yapmayacaksın. Onun istediği ayrıca başka nikâh ile nikâhlanabilirsin. Ama sonra ayrılamazsın, dava 20 yıl sürer. Ama eşcinsellik bile serbest. Esrar içmek serbest ama esrar üretmek güya yasak. Uyuşturucu şebekeleri kazansın diye her gün okullara uyuşturucu ve sigarayı enjekte ediyorlar. Şehevata tabiler. Tek işleri çalışmadan kazanmak ve fuhuş yapmak. Bugünkü uygarlık budur.

“TBA” inek yavrusu, dana demektir. Dana annesinin yaptığını yapar, peşinden dolaşır, buradan tabi olmak anlamına gelmiştir.

“T” harfi sen anlamına gelir. “B” harfi geçiş yeri demektir. “G” ise etkidir. Şehvetlerin peşinde koştular. 

“Şeheve” yağmur alan yüksek dağ demektir, mastar olarak “şeheve” yağmur yağıp toprağı doyurması anlamındadır. Bir kimsenin kalbine bir sevgi dolarsa “şeğefa kalbuhu” denmektedir. “Saheve” (sad) tepede kaynayan su demektir. “Şehvet” insandaki tabii ihtiyaçları giderme arzusu anlamında olup “iştah” kelimesi kullanılmaktadır.

“ŞHV” 13 defa, “ŞKY” 3 defa geçmektedir; 16=2*2*2*2

“Şehvet” burada hem kurallı çoğul olarak hem de marife olarak geçmektedir. Bugünkü şehvetleri anlatmaktadır. Bunlar at yarışlarından başlayın da spor/futbol düşkünlüğüne kadar bütün şehvetleri içermektedir. Hepsi bir sistem içinde birbirini tamamlamaktadır.

Haramın illetlerinin içine zararlı olanlar girer. Bir de alışkanlık yapan her şey haram edilmiştir. Kumar oynamak bunun için haramdır. Sigara içmek bunun için haramdır. Bugün eğer insanlar bir alışkanlığı bırakamıyorlarsa, işte bu şehevat içinde haramdır. Spor seyretmek (oynamak değil) bunun için şehevattandır.

Bugünkü dünyayı bu kelime kadar güzel anlatabilecek bir kelime var mıdır?

Gelecekte ne olacaktır?

Gelecekte mabetlere gidilecek, mabetlerde yarışlar olacak, spor da yapılacak. Ama kitle sporu olacak, her semtin ve her bucağın kendi oyuncuları ve oyunları olacak. Bunlar para için oynamayacaklar, sadece yarışmak için oynayacaklardır. Yarışı kazananlar merkez bucaklarda yarışacaklardır. Sanat var olacak ama hiçbir şey bağımlılık halinde olmayacaktır.

Biz hiçbir şeyi yasaklamayacağız. Biz kendi bucağımızda böyle yapacağız. Kumar haramdır ama yasak değildir.

Kimler bize katılacak, kimler bize gelecek?

İsteyenler katılacak. Bizim semtlerimiz ve yüz lojmanlı işyeri apartmanlarımız birer cennet gibi olacaktır. Zamanla onlar da cehennemlerini bırakıp bu cennetlere geleceklerdir. Gelmezlerse, sefahat içinde helak olup gideceklerdir.

فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيًّا (59)

FaSaVFa YaLQaVNa ĞayYan (Fa SaVFa YaFGaLUvNa ĞayYan)

“İlerde gayyaya lika olacaklardır.”

“Fa” ve “Sevfe” getirilmektedir. “Sevfe” ilerde demektir. “Fa” ise takibi gerektirir. Bu “Fa” atıf Fa’sı değildir, sebep Fa’sıdır. Bu sebeple ilerde ahirette gayyaya lika olacaklardır. Şimdiye kadar anlatılanlar hep dünyada olanlar ve olacaklar idi, şimdi ahireti anlatmaktadır.

“LQY” iki yerleşik bölge arasındaki buluşma yerinin adıdır. “Lika” buluşmak, kavuşmak demektir. “İlka” ise koymak, yerleştirmek anlamına gelir.

“L” belirliliği, “Q” kuvveti, “Y” kolaylığı ifade eder.

“Ğaviy”, Ğaye” kenar demek, “Ğavy” kenara çekilmek, yoldan çıkmak demektir.

“Ğ” değişmeyi, “V” birliği, “Y” kolaylığı ifade eder.

İnsanın kötü vasıfları sayılırken değişik kelimeler geçmektedir, Kur’an’da; “zalim fasık, facir, ğavi, bağiy, kâfir” kelimeleri geçmektedir.

Kur’an’daki bu kelimeleri tasnif ettiğimiz zaman kötülükler ortaya çıkar.

Sahibiniz ne dalalet etti ne de ğayy etti diyor, gayyı dalalete karşı getirmektedir.

“Ğava etmek” çukura düşmek demektir. “İğva etmek” çukura düşürmektir. Kur’an’da cehennemin birçok adları vardır. Cennetin adı ise birdir. Vasıfları farklıdır. Burada cehennem ğayya olarak zikredilmektedir. Bu dünyadaki süfli hayat ahirette de onları oralara götürecektir.

 

YORUM:

İnsanlık tarihî aşamalarını aşarak buraya gelmiştir. İnsanlığın uygarlıkta aldığı yol uzun bereketli bir yoldur. Peygamber ve arkadaşlarının ulaştığı uygarlık çabası bugün insanı doğaya hâkim hale getirmiştir. Uygarlıkla ulaşılan teknoloji ile insanlar bugün Ay’a gidebildiler. Oysa insandan başka Ay’a giden hiçbir canlı yoktur. İnsanlar Ay’a gidenlerle bile konuşmaktadır. Hâlbuki insandan başkası birkaç yüz metre uzağındakiyle konuşamamaktadır. Hiçbir canlı ses hızını geçememiştir. Oysa insan ses hızının üstüne çıkmıştır.

Bu teknik gelişmelerin yanında sosyal gelişmelerde de çok ileri adımlar atılmıştır. İlahi kitaplarla oluşan şeriat bugünkü duruma gelmiştir. Kur’an’ın nuru hemen bütün dünya görüşlerinde benimsenmiştir. Bugün yeni şeriatın cihadı veya cidali yapılmaktadır. Zulmün zirvesine ulaşılmıştır ama insanlar da artık uyanmaya başlamışlardır.

Kur’an bu surede buraya nasıl gelindiğini anlattı, insanların bugün düştükleri kötü durumlarını belirtti. Bütün bunları insanı cehenneme götüren yol olarak anlattı. Şimdi ahirete temas etmektedir. Surenin de sonlarına doğru yaklaşılmaktadır.

Batılılar felsefeyi terk ettiler. Çünkü felsefe sonunda insanı hidayete götürmektedir. Müspet ilmin verilerine dayanan felsefe sonunda tek Tanrı’ya ve tek gayeye götürmektedir.

Bundan 50 sene önceki Sermaye’nin ve siyasetin kabadayılığı bitmiş durumdadır. Suriye’deki savaş bunun açık delilidir. Türkiye ‘ben sivilleri vurmuyorum’ diyor. Dünya da ‘sen sivilleri vuruyorsun’ diyenlerle dolu. Türkiye diyemiyor ki; ‘vuruyorsam vuruyorum gücüm var’ diyemiyor. Dünya da ona, ‘sen eşkıyaya vurma, onlar bizim kardeşlerimizdir diyemiyor. Sivillere vurulmayacağı üzerinde ittifak vardır. Bundan 25 sene evvel, ‘Ben Irak’ı işgal ederim çünkü çıkarım var’ diyordu. Sonra başka yalanları devreye koydu, ‘Ben oraya demokrasiyi götüreceğim’ dedi. Bugün onu da diyemiyor. Bugün ‘güvenliği sağlayacağım’ diyor, ‘teröre karşı meşru güçleri destekliyorum’ diyor; terörü ancak dolaylı yollarla destekliyor.

Hiçbir devletin tahtı güvende değil. Her yönetim belirsiz darbeleri bekliyor. Kur’an’ın anlattıklarını duymak istemeyenler onu okumama da çare bulmuşlardır. Bize karşı uygulanan ambargo bize etki edecektir sanıyorlar. Tarihte böyle yeniliklere hep ambargolar uygulandı, anlaşmalar yapıldı, savaşlar yapıldı ama insanlık ne yaptı; kendi sularında yüzmeye devam etti.

Bugün Kur’an’ı ve diğer ilahi kitapları reddedenler vardır. Bunlar 60’lara kadar zirvede idiler. 27 Mayıs 1960’dan sonra tüm dünya değişmeye başladı. Bugün artık bunları savunacak mecali bulamamaktadır. Sermaye inanmış insanları iğva ederek dünyaya hâkim kalacağını sanıyordu ama o da bir işe yaramadı.

 

Öz Türkçe ile

“Onlardan sonra bir çağ geldi. Toplanmaları yitirdiler ve isteklerine uydular. İlerde çukura kavuşacaklar.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Onların ba’dinde bir half halfetti. Salatı zayi ettiler ve şehevata tabi oldular. İlerde ğayyaya lika olacaklar.”

فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ أَضَاعُوا الصَّلَاةَ وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيًّا (59)

 

***

 

 



© 2024 - Akevler