***
MERYEM SÛRESİ - 5. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
فَأَجَاءَهَا الْمَخَاضُ إِلَى جِذْعِ النَّخْلَةِ قَالَتْ يَالَيْتَنِي مِتُّ قَبْلَ هَذَا وَكُنْتُ نَسْيًا مَنْسِيًّا (23) فَنَادَاهَا مِنْ تَحْتِهَا أَلَّا تَحْزَنِي قَدْ جَعَلَ رَبُّكِ تَحْتَكِ سَرِيًّا (24) وَهُزِّي إِلَيْكِ بِجِذْعِ النَّخْلَةِ تُسَاقِطْ عَلَيْكِ رُطَبًا جَنِيًّا (25) فَكُلِي وَاشْرَبِي وَقَرِّي عَيْنًا فَإِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ أَحَدًا فَقُولِي إِنِّي نَذَرْتُ لِلرَّحْمَنِ صَوْمًا فَلَنْ أُكَلِّمَ الْيَوْمَ إِنْسِيًّا (26)
***
فَأَجَاءَهَا
Fa EaCAvEaHav (Fa EaFGaLaHAv)
“Onu icae ettirdi.”
Hamletti, uzağa gitti, doğum sancısı onu hurma kütüğüne götürdü. Bunlar peş peşe olmadı, hepsi belli zaman aralığında oldu. Araya başka şey girmezse, “Fe”den sonra gelen fiil devam etmiyor ise “Fe” harfini kullanırsınız. Doğdu, gelişti, yaşadı, yaşlandı, öldü dersiniz. Aralarında “Fe” harfi getirirsiniz ama doğdu sonra öldü dersiniz. Çünkü arada zaman geçmiş olmaktadır.
“Ceyee” yağmur sularının toplanıp biriktiği yerdir. Sonra cihetsiz olarak gelmek anlamına gelmiştir.
Suyun toplandığı çukur demektir. Gelmek anlamındadır. “Etve” kanaldan gelen sudur. Bir yönden gelmesi kastedilirse “eta” kullanılır, yönü belirsizse “cae” ile anlatılır.
“C” toplanmadır. “Y” kolaylığı, “E” ise gücü ifade eder.
“Cae” fiili lazım fiildir, “Bi” harfi ile taaddi eder, burada ise İf’âl babı ile taaddi etmiştir. Başka ayette Musa getirdi deniyor, burada ise hayız olması onu hurma kütüğüne götürdü diyor. Bi harfi ile teaddi ettiğinde birine vermek üzere getirmektir. İla ile gelen getirilen getirilen kişidir. Hâlbuki if’âl babında ise maksat götürülenin oraya ulaştırılmasıdır. Bi ile teaddi de götürülen şey vardır. İfal babında ise taşınan şeydir. Bi ile taadi ile if’âl babı ile teaddi arasındaki incelikleri geçen ayetler ile ortaya koymak gerekmektedir.
Buradaki zamir Meryem’dir. Meryem’i götüren doğum sancılardır.
الْمَخَاضُ
eLMaPAvWu (eLMaFGaLu)
“Mahaz”
“XYW hayz” meyvesi vişne gibi kırmızı olan bir ağacın adı olup kanın pıhtılaşmaya başladığı zaman aldığı hale de “hayz “denir. Mastar olarak aybaşı olmak anlamına gelmektedir.
“X” hareketi, “Y” kolaylığı, “W” azalma ve çoğalmayı ifade eder.
“Havz(Hı ile)” havuz demektir.
Mucem’de 12 defa geçtiği yazılıdır. “MaPAW” kelimesi yoktur. 13 eder. Onu ikiliye tamamlayan “PYO” kelimesi vardır, 3 defa geçmektedir. 16=2*2*2*2
“P” hareketi “V” birlikteliği ve “W” bozulmayı ifade eder.
Bütün yorumcular doğum sancısı tuttu diye yorumluyorlar. Alusi de bebeğin anne karnında hareketi olarak ifade etmektedir. Lisanu’l-Arab’da “MaPAW” büyük nehir demektir.
Bize göre bu şekilde manalandırmak, kelimenin geçtiği yer olarak ona mana kazandırmaktır.
Buradaki “Mahad” kelimesi göldür. Şeria nehri kuzeyde doğar, güneye doğru akar, geçtiği yer Tuz Gölü’dür. Meryem oğlunu hurmaların olgunlaştığı zamanda doğurmuştur. Yani dokuz ay önce doğuya gitmişti.
“Kasıyyan”dan sonra gelen “Fa” harfi tertib değil tafsildir. O da uzun gidiş aralığıdır, güneye doğrudur. Tuz Gölü’nün batısını takip etmiş ve güneyde bir hurmalığa varmıştır. “Mahad” göl kenarıdır. Gölü havuz olarak alırsak “Mahad” ismimekân olarak onun kıyıları olur, Tuz Gölü’nün kenarını takip ederek güneye gitmiştir. “Ecae” bunun için kullanılmıştır. ‘O yol seni doğru çıkışa götürür’ deriz. Göl kenarı da Meryem’i hurmalıklara götürür.
“Mahad”a bu manayı verişimizin sebebi hem kelime yapısından hem de Lisanu’l-Arab’da büyük nehirdir denmesinden ileri gelmektedir.
Meryem neden güneye gitmiştir?
Sonbahar nedeniyle soğuklar başlamıştır. Öyle zannediyorum ki kışı sıcak yerlerde geçirecektir. Yahut kuzeyde hurmalıklar yoktur. Yiyeceğini orada temin edecektir. Bu hususu tam anlayabilmemiz için gidip oralarda değişik mevsimlerde yaşamak gerekir. Bir kadın nasıl olur da çıkar ve meskûn olunmayan bu yerlerde aylarca, sonra senelerce yaşar. İncil’deki Yusuf ile nişanlanma kıssası bu sebeple anlatılmaktadır.
“ElMaPAvWu” marifedir. Dolayısıyla İsa’ya hamileyken doğum sancıları manası da verilebilir. O zaman “PVW” ile “XYW” aynı kök olur. “Hayz” aybaşını, “PVW” de doğum sancısını ifade eder. Mastarı mimi olur.
إِلَى جِذْعِ النَّخْلَةِ
EiLAy CiÜGi elNaPLaTi (EiLA CiÜGi eLFaGLaTi)
“Nahlenin ciz’i ile”
“CÜG” ehlileştirilmiş hayvanların doğurma yaşına gelredir. Yeni Hurma veren hurmalıklara da nahlın ciz’i denir ciz’ tek ciz’dir.
“CÜG” Kur’an’da 3 defa geçmekte, “CZE” de 3 defa geçmekte; toplam olarak 6 eder.
“C” toplanmayı, “Ü” işareti, “G” etkiyi ifade eder.
“NPL” hurma ağaçlığıdır. Bir ağaç “NaPLaT”dir.
“N” genelliği, “P” hareketi, “L” belirliliği ifade eder.
Yaşlı hurma ağaçlarının hurmasından yararlanmak zordur. Oraya tırmanmak gerekir. Meyve vermeye başladığı zaman onu silkerek hurmayı devşirebilirsiniz.
Meryem de böyle bir hurmalığı aramak için güneye doğru yol almıştır. Böyle bir hurmalığı daha önce duymuş ve işitmiştir. Tuz Gölü’nün güneyindedir. O da onu takip ederek oraya varmıştır. Yoksa bunun marife olmasının bir manası yoktur.
Kur’an’da “NPL” 20 defa geçtiği halde, “NaPLaT” yalnız iki defa Meryem kısasında marife olarak geçmektedir.
O zaman genç fidan olan hurmalıklar şimdi çürümüş olabilir. Ancak DNA araştırması ile 2000 yıl önceki yıla ait çürükler bulunabilir ve Meryem’in ulaştığı Ciz’e bulunabilir.
قَالَتْ يَالَيْتَنِي
QAvLaT YAv LaYTaNIy (FaGaLaT YAv LaYTaNIy)
“Ya leytenî diye kavl etti”
“LAT” putun adıdır. “Late, Yelitu” bir işi tamamlamamak, eksik bırakmak demektir. “Leyte” ise geçmişte olmamış bir şeyin olmasını temenni etmek demektir. Fiil değil de harftir; İnne, Enne, Keenne, Leyte, Lealle harflerdendir.
“LYT” “Leyse”ye akrabadır. YAv LaYTaNiY, ben olmasaydım anlamında benim yokluğum demektir.
Meryem çok sıkılmıştır. Bu sıkılma doğum sancıları sebebiyle olabilir yahut açlık ve yorgunluk sebebiyle olabilir. Yahut doğacak çocuğun babasız doğurduğunu çevresine nasıl inandıracaktır. Hep oralarda kalması da imkânsızdır.
مِتُّ قَبْلَ هَذَا
MiTTu MiN QaBLu HAvÜAv (FaGıLTu FAGLa HAvÜAv)
“Bundan önce mevt olsaydım da”
Türkçede “Ya Leyteni”yi “olmasaydım” şart sigasıyla ifade ederiz. ‘Ahmet gelseydi de çalışmalara katılsaydı’. Başta ‘keşke’ veya sonda ‘ne olurdu’ deriz.
Meryem ölümü temenni etmiştir.
Bütün peygamberler bu ağır günleri yaşarlar ve ‘Meta Nasrullah’ derler. Dayanamaz hale gelir, teslim olmaya karar verirler. Bu durumda birden bir nida gelir.
İzmir’de Akevler’e yirmi dönüm yeri alınca iki sene ruhsat alamadık. İmar işleriyle uğraşmaktan vazgeçmeye karar verdim. Ahmet Bülbül geldi, ona bunları söyledim. ‘Olmaz, vazgeçmek yok; yarın Ankara’ya gideceğiz’ dedi. Gittik ve Ruhsatı aldık.
Ahşap işlerinde yapılan evleri alacak kimseyi bulamayınca vazgeçmek zorunda kaldım. Karar aldım, Trakya’da bir yer alıp eşyaları orada depo edip bu yaşımdan sonra artık uygulama işi yapmayayım dedim. Mehmet Hikmetumut’a anlattım. ‘Olmaz! Ben Yalova’ya geliyorum, oraya taşınacağım!’ dedi ve birlikte Yalova’ya gidip evi yapmaya başladık. O görevini yaptı ve birkaç gün sonra aramızdan ayrıldı (kalp krizi geçirerek vefat etti).
Ateşe atılan İbrahim’i, kuyuya ve zindana atılan Yusuf’u, balığın lokmaladığı Yunus’u, dalgalar arasından geçen ve kırk sene çöllerde dolaşan Musa’yı, mağara arkadaşı ile canını zor kurtaran ve kıl payı savaşları kazanan Muhammed’i hatırladım. İşte, Meryem’in hikâyesi de budur.
Büyük işlere talip olanlar içinde bulundukları ahval ve şeraiti düşünmeyecekler; onlar yol alacak, Allah onları sahili selamete götürecektir.
وَكُنْتُ نَسْيًا مَنْسِيًّا (23)
Va KüNTü NaSYan MaNSiyYan (Ve FaGaLTu FaGLan MaFGıLan)
“Ve mensiyyen nesy olsaydım.”
Bir taraftan dışarıda açlıkla ve sıcak ile soğukla mücadele ediyor. Diğer taraftan doğum sancıları arasında doğacak çocuğu ile halkın arasına nasıl çıkacağını düşünüyor. Belalar onun her tarafını sarmış bulunuyor. Artık dayanma gücünü kaybediyor. Ölümü temenni ediyor.
Birçok zamanlar aynı çıkmazlara girdim. En çok korktuğum şey sözlerimi yerine getirememiş olma korkusudur. İntiharı hiç düşünmedim ama ölsem de sorumluluktan kurtulsam dediğim zamanlar olmuştur. ‘Rabbim, eğer yaşasaydım sözümü yerine getirecektim’ diyerek savunma hakkım olacak diye düşündüm.
Bu yaşta ve bu halimle gençlerin yapmadıklarını yapıyorum. Niçin? Çünkü insanlara söz verdim. Onlar da beni desteklediler. Sağlığım müsait olduğu müddetçe onlara verdiğim sözü yerine getirmem gerekir.
Meryem’e de bu durumda Allah’ın büyük yardımı gelecektir, İsa doğacak ve tüm beşeriyete kıyamete kadar önder olacaktır.
“Nesyen” masdardır. “Mensiyyen” de masdarı mimidir. “Küntü Nesyen” “Kâne”nin haberidir. “Kâne” yardımcı fiildir. Küntü demek “ben oldum” manasındadır, yani “ben idim” demektir. “Menisyyen”de mekânı ile zamanı ile unutulan olsaydım diyor.
YORUM
Kur’an her nebinin sıkıntıya sokulacağını beyan eder. Bu şunun içindir; onu biz görevlendirdik, onun arkasında biz varız, bir de ona inananlar tam inansınlar diyedir.
Meryem de en büyük sıkıntıları çekmektedir. İbrahim de Hacer’i böyle bırakmıştı. İsmail’in annesi ve İsa’nın annesi annelere örnek insanlardır.
Bu şekilde yetimlerin anneleri vardır. Büyük sıkıntılar içinde büyütürler. Meryem’in bu seyahatini tam anlayabilmemiz için oralara gidip oranın hayatını öğrenmemiz gerekir. Biz şimdi sadece Kur’an’ın ifadelerini lügat manaları ile değerlendiriyoruz. Kur’an; ‘gezin dolaşın da geçmiş kavimlerin bakiyelerini inceleyin ve ders alın’ diyor.
Kur’an bize bunu emrediyor.
Bin Dil Üniversitesi’ni kurma talebimiz bundan dolayıdır; Hüseyin Kayahan’a Allah hastalıktan sonra sağlık verdi, üniversiteyi kurmak için çaba göstermektedir.
Bin Dil Üniversitesi neyi sağlayacaktır?
Önce unutulmaya doğru giden küçük dilleri yaşatır hale getirecektir. Bu diller üzerinde yapılan incelemeler bize dillerin gelişme evrelerini gösterecek ve bu yolla geçmiş halkların tarihlerini öğreneceğiz. Bundan dolayı yer isimleri üzerinde duracak ve o sayede o dillerin nerelerde yaşadıklarını öğreneceğiz. Sonra oralarda yapacağımız kazılarda elde edilen kalıntılar ve özellikle DNA analizleri bize geçmişi aydınlatacaktır. İşte orada görülecektir ki Tevrat ile Kur’an’ın ve diğer ilahi kitapların bahsettikleri bütün vakalar -yanlış anlaşılanlar hariç- belgelenecek ve bu kitapların ilahi kaynaklı olduğu ilmen daha çok teyit edilecektir.
Şunu bilmeliyiz. Biz bir şeyi yapmaya kalkıştığımız zaman bu Kur’an’ın emri ise onu biz yapmayacağız. Onu yapacak olan bize o akışta bir görev vermiştir, biz onu yapıyoruz.
Öz Türkçe ile:
“Göl kıyısı onu hurmalığın gençlerine götürdü. ‘Daha önce ölseydim de unutulup gitseydim’ dedi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Mehad onu nahlenin cız’ına götürdü. ‘kabl mevt etseydim de nesyen mensiyya olsaydım’ diye kavl etti.”
Fa EaCAvHa eKMaPAvWu EiLay CiÜGı elNaPLaTi QAvLaTaNI MitTu QaBLu HAvÜAv Va KuNTu NaSYan MaNSiyYan
فَأَجَاءَهَا الْمَخَاضُ إِلَى جِذْعِ النَّخْلَةِ قَالَتْ يَالَيْتَنِي مِتُّ قَبْلَ هَذَا وَكُنْتُ نَسْيًا مَنْسِيًّا (23)
***
فَنَادَاهَا
Fa NAvDAvHAv (Fa FAvGaLAvHAv)
“Ona nida etti”
Ezanda muhatap belli değildir. Nidada ise belli kimselere seslenme vardır.
Televizyon ve radyo ezandır, oysa telefon ve mail nidadır.
Basın ve yayın ezan, haberleşme ve ulaşım ise nidadır.
Burada nida eden ruhtur. Meryem’e görevli görevini bildiriyor ve uzaklaşıp gidiyor. Çok sıkıldığı zamanda tekrar görünüyor. Meryem böylece Rabbinin onun yanında olduğunu kesin olarak öğreniyor. Bundan sonra artık ona sataşanlarla uğraşacak ve cihat yapacaktır. Sizi de cihattan vazgeçirecekler olacaktır. İşte o zaman Meryem’i örnek alacak ve dayanacaksınız, Kur’an’ın izin vermediği tavizleri vermeyeceksiniz.
“NDV” halkın toplandığı yerdir. Toplanmadan önce toplantıya yüksek sesle çağırmaya “nida” denmiş, daha sonra çağırma fiilinin mastarı olmuştur.
“Nida” Kur’an’da 53 defa geçmekte, “NDM” 7 defa geçmektedir; 60=2*2*3*5
“N” belirsizliği, “D” çevreyi, “V” birliği ifade eder.
“Kale Lehu, NaDAvHu, Deahu” birbirlerine yakın kelimelerdir. Kavlde teklif ve icap vardır. Nida ve duada ise tek taraflı istek vardır. Muhatabın kabul ve reddi ile alakalı değildir. Nida eşit kimselerin birbirlerini davet etmesidir. Duada ise astın üstten istediğidir. Emirde ise üstün asttan istediğidir.
مِنْ تَحْتِهَا
MiN TaXTiHAv (MiN FaGLiHAv)
“Tahtından”
Sesin alttan gelmesi ona hükmetme değil ona yardım etme anlamındadır. Güven vermesi içindir. Seslenenlerin görünmesi gerekmemektedir. Ona ses geliyor. Seslerin dışarıdan gelmediği, bilakis sınırlarda oluştuğu ifade edilmektedir. Yanında bir başkası olsaydı onu duymazdı. Çünkü sesler kulaktan gelen dalgalarla oluşmamakta, aksine beyindeki işitme merkezlerine etki etmektedir.
Beyinde sinir hücreleri var. Bunların algıları var. Dışarıdan gelen 0-1’leri bunlar algılar, aksondan dendritlere gönderme hali vardır. Daha doğrusu gövdesi var. Onu diğer sinir hücrelerine gönderir. Ruhun, meleklerin ve cinlerin etkileri buralarda devreye girer. Rüyaları böyle görürüz, hayalleri böyle kurarız. Biyolojide bu mekanizma çözülmüş değildir.
“Tahtiha” ifadesi ile vahiy veya ilhamın mekanizmasına işaret etmektedir.
أَلَّا تَحْزَنِي
Ean LAv TaPZaNIy (En LAvTAFGaNIy)
“Mahzun olma”
“Huzal (he,ze)” zayıf hayvan, semizin zıddı demektir. İnsanı zayıflatan sıkıntıya “Hüzün(ha,ze)” denmektedir.
“X” hareketi, “Z” zamanda diziyi, “N” belirsizliği ifade eder.
Türkçede “meyus olma” kelimesini ümidini kesme olarak kullanırız, “mahzun olma” kelimesini üzülme anlamında kullanırız. Oysa Kur’an’da tersidir; “meyus olma” demek onlar için üzülme anlamına gelir, “mahzun olma” ise ümidini kesme anlamına gelir.
Meryem bu işi başaramayacağım, keşke bu duruma gelmeseydim diyor. Şimdi çocuğum olacak, onu yaşatamayacağım, onu büyütemeyeceğim, daha önce ölseydim de vâris bırakmayıp unutulup gitseydim demektedir. İşte, gelen ses ise sen ümitsizleşme, başaracaksın, Rabbinin sana vaat ettiklerinin hepsi olacaktır diyor.
Kur’an bize Allah’ın kişilerle ne kadar yakından ilgilendiğini ifade etmektedir. Allah herkesle bu kadar yakından ilgilenmektedir.
قَدْ جَعَلَ رَبُّكِ
QaD CaGaLa RabBuKi (QaD FaGaLa FaGLuKi)
“Rabbin ca’letti”
Sıkıntını giderecek imkân verdi demektir. Rabbin sana senin ihtiyaçlarını karşılayacak imkânlar verdi.
Bu dünya anne rahmine benzer. Benzer hücreler üretilir. Sonra bu hücreler dört boyutlu uzayda birleşmiş insanlık olarak doğar. Kıyamet dört boyutlu uzaya doğmamız şeklindedir. İnsanlık ondan sonra dört boyutlu uzayın varlığı olacaktır. Âdemoğulları dışındaki insanlar ayrı ayrı birer insanlık olacaktır. Üç boyutlu uzayda değil, dört boyutlu uzayda birlikte yaşayacağız.
Ana karnındaki hücreler doğacak çocuk olarak şekillenirler. İnsanlar da dört boyutlu uzayda o hayata uygun hale göre hazırlanmaktadır. Bu dünyada görevli olmayanlar eğitildikten sonra uyutulmaktadır. Bu eğitimin ve şekillenmenin olması için kitaplar ve peygamberler gelmişlerdir. İsa da bunlardan biridir. Onun yetişmesi anlatılmaktadır.
تَحْتَكِ سَرِيًّا
TaXTaKi SeRiyYAn (FaGLaKi FaGıLan)
“Tahtında sery yaptı”
Ruh Meryem’e mahzun olma, Rabbin senin tahtında seriy yaptı diyor.
Peki, “Seriy” nedir, onun tahtında ne yapmıştır?
“SRY” bir yerin yüksek tarafıdır. Binek hayvanlarına seriy denmektedir. Kur’an’da 51 defa geçmektedir. “Turi Siyna” da 1 defa geçmektedir; 52=1*3*7
“Seriye” gece yürüme anlamındadır.
“S” mekânda diziyi, “R” tekrarı, “Y” kolaylığı ifade eder.
Buradaki “seriy” binektir, devedir.
Çöllerde yaşamanın imkânı devedir. Süt verir, sırtına alır götürür, yün verir, hatta susuz kaldığın zaman hörgücündeki suyu da akıtır içersin. Meryem’e oralarda yaşayabilmesi için bir binek verilmiştir. Buradaki “tahteki” altında demektir yani binmen için denmektedir. Yani Allah onu hurmaları kolay devşirecek bahçeye götürmüştür. Diğer ihtiyaçlarını karşılayacak deveyi de emrine vermiştir, sürüden ayrılan deve oraya gelmiştir.
Bunu filme alsanız ne kadar heyecanlı bir film olur. Gölün kenarını açlık içinde takip etmekte, sonunda bir hurmalığa varmakta, yeni hurma meyve vermeye başlamış hurma ağaçları, sürüden ayrılan bir deve de yanına gelmiş...
Şimdi adım adım Meryem’in gurbet hayatını takip edebiliyoruz. Buraya gelinceye kadar nasıl gelmiştir. Önce mekanı kasıyyada değildir. Şarkta idi ama kendi tanıdıkları ile görüşüyordu, ona yiyecek veriyorlardı. Şimdi mekan-ı kasıyyaya gitmiştir. Orada artık o desteği alamayacaktır.
YORUM
Kur’an’ı Araplar dinledikleri zaman çok beliğ bir dil olduğunda ihtilaf etmişler, onun belagatini tasdik etmişlerdir. Ama birçok cümleleri anlayamamışlar. Kelimelerin manalarını biliyorlar ama bir türlü ne demek istediğini kavrayamamışlardır. Kur’an’da bunlara ‘müteşabih’ denmiş, inanın ve geçin denmiştir. “Mahaz”da olduğu gibi bildiler, anlamı ile bir şey anlamayınca ona yakın manalar vermişlerdir. “Seriy” ve “Mahaz” kelimeleri de böyledir.
Arapça dil kuralları sonra geliştiği için birçok yerde kurallara verilen manalar uymuyordu. Müfessirler usule göre tefsirden vazgeçmişlerdir. Şimdi biz fıkıh usulüne göre tefsir yapıyoruz. Ve eski rivayet veya istihsan tefsirlerine kulak vermiyoruz. Kur’an tamamen yeni manaları ile ortaya çıkmakta ve icazını göstermektedir.
Klasik anlayışla Kur’an’ı anlamaya çalışsak Meryem’in kıssasını çözemeyiz.
Öz Türkçe ile:
“Ona içinden seslendi, umudunu yitirme, Yetiştiricin altına binek vermiştir.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Tahtından ona nida etti, mahzun olma, Rabbin tahtına bir seriy ca’letti.”
FaNAvDAvHAv MiN TaXTiHAv EaN LAv TaXZaNIy QaD CaGaLa RabBuK, TaXTaKi SaRiyYan
فَنَادَاهَا مِنْ تَحْتِهَا أَلَّا تَحْزَنِي قَدْ جَعَلَ رَبُّكِ تَحْتَكِ سَرِيًّا(24)
***
وَهُزِّي إِلَيْكِ
VaHuzZIy EiLaYKı (FyGLIy EilKi)
“Ve sana hazy et”
“HZZ” rüzgârda dalları sallanan ağaçlardır.
“HZZ” Kur’an’da 5 defa geçmektedir, “HZL” ise 1 defa geçmektedir; 6=2*3
“H” görünmezliği, “Z” zamanda diziyi ifade eder.
Sana doğru sars. Dalı bir o tarafa bir bu tarafa darbe ile itersen meyveler sana doğru dökülür, sana doğru birden çekersen meyveler karşı tarafa dökülür. Dalı veya fidanı öyle sallıyorsun ki meyveler sana dökülsün. Meryem kentte bulunduğu için ileri geri sallar, meyvelerin yarısı karşı tarafa dökülür. Oysa karşı tarafa itip de bırakırsa kendine doğru yavaş geleceği için meyveler dökülmez.
بِجِذْعِ النَّخْلَةِ
BiCiÜGı elNaPLaTi (BiFıGLı eLFaGLaTi)
“Nahlenin ciz’i ile”
“Cizan nahleti” demiyor, “Bi Ciz’i’n-Nahleti” diyor. Yani genç ağaç kendine çekilmeyecek genç ağaçla hurmaların taneleri kendine çekilecek. “Huzzî”nin mefulü ciz’ değil hurma taneleridir. Dal (Ciz’) ise “Bi” harfi ile alet manasıyla (istiane) meful olmuştur.
Burada “Ciz’i’n-Nahl” tekrar edilmiştir. Çünkü yukarıda muhatap bizdik, burada ise muhatap Meryem’dir. Bu cins isim olabilir. Bundan sonra hurmalardan ağacı böyle silkelersin diyor.
تُسَاقِطْ عَلَيْكِ
TuSAvQıO EiLaYKi (TuFAGıL EiLaYKi)
“Sana sikat etsin”
Nahle yani ağaç sana dönsün diyor. Buradaki fail nahledir. Gövdeyi sarsıyorsun, ağaç sana meyveleri döküyor.
Bugün tarımda en büyük zorluk meyveleri toplamadır. Sopa vurarak dökülmekte veya elle toplanmaktadır. Bugün geliştirilmiş silkme cihazları vardır. Bunlar çok ileri tekniğe götürülür. Döküldüğü yerde zedelenmektedir.
“Serkiya” kelimesi yükseğe konan sergi anlamına da gelir. Bunun tekniği üzerinde çalışılmalıdır, meyvelerin makinelerle devşirilmesi genişletilmelidir. Bu yalnız meyvelerin silkelenmesinde değil, bununla kimyada birçok maddelerin ayıklanması yapılmış olabilir.
“Sikat (sin,kaf,tı)” olgunlaşmadan düşen ham meyvedir.
“S” mekânda diziyi, “Q” kuvveti, “O(tı)” uyumluluğu ifade eder.
“Sakat” kelimesi buradan gelir.
Silkerek toplamanın başka bir yararı, olgunlaşmış olan meyveler dökülür, daha olgunlaşmamışlar ise dallarda kalır. Arızalı meyveler erken olgunlaşırlar. Onlar da o sayede ayıklanırlar. Hatta daha ilk dönemlerinde dallarda gerekenden fazla meyve birikir. Ağaç onları ayıklamak ister. Siz daha o merhalede silkelerseniz onlar kolaylıkla dökülüp ayıklanmış olur.
Yapacağımız seralarda yetiştireceğimiz meyvelerin silkelenmesi üzerinde ar-ge çalışmaları yapılmış olacaktır.
رُطَبًا جَنِيًّا (25)
RuOaBan CaNıyYan
“Ceniy ruteb.”
Olgunlaşmış yaş hurma demektir. Kurunun zıddı manasına gelir.
“R” tekrarı, “O” uyumluluğu, “B” geçişi ifade eder.
Deve nasıl insanın bütün ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yaratılmışsa, hurma da beslenme bakımından diğer meyvelerden farklı olarak bütün besinleri içeren, ağacı kereste olan, yaprağı hayvan yemi olacak şekilde yaratılmıştır. Bunun anlamı şudur. İnsan sadece hurma yese bile uzun zaman yaşayabilir. Deve sütü de böyle tam bir besindir.
“Cena” toplanmış meyve demektir.
“C” toplanmayı, “N” çoğulu, “Y” kolaylığı ifade eder.
Toplanmış yaş meyveler için bugün kasalar yapılmakta ve meyveler konmaktadır.
Hurmanın başka bir özelliği de, kuruttuğunuz takdirde bütün sene içinde ana meyve olmaktadır. Meryem birkaç sene orada kalacaktır. Orada soyutlanmış şekilde yaşama şekli ona öğretiliyor. Bize de bunlar anlatılıyor.
Ordular bu şekilde olmalıdır. Her askeri birlik ve genel olarak her bölük kendi başına tecrit edilmiş şekilde uzun zaman yaşayabilmelidir. Bunun için yararlanacağı şeyler hayvan ve bitkiler olmalıdır. Kabak, karpuz ve kavun yıllık bitkilerdir, her yerde ekilebilir. Tavuklar ve hayvanlardan atlar önemli araçlardır. Motorlu araçların yanında atlar da beslenmelidir.
Bakınız; bu ayeti okuyanlara göre nasıl değişik manaları vardır. Kur’an işte budur. Kur’an herkese kendine istemesi gerekeni söyler, diğer manalar onun için müteşabih olur.
Bugün yaş meyveler buzhanelerde uzun zaman saklanabilmektedir. Yine ceniyyin manası kasalanmış demektir, ambalajlanmış demektir. Demek ki toplama kadar önemli olarak onların ambalajlanması da söz konusudur.
Yüz lojmanlı işyeri apartmanlarının 5000 metrekarelik orta veya alt bodrumunu ambar olarak ayırıyoruz. Burada yıllık ihtiyaçlar depolanır. Hurma sonbaharda toplanır. Ambarlara konur. Bugün bunları tüccarlar depolamaktadır. Üreticiler depolayıp günü gelince satmaktadırlar. Kur’an düzeni selem düzeni olduğu için depolamalar tüketicilerde yapılmakta ve peşin alınmaktadır. Zelzele ve savaş gibi hallerde sıkıntı çekilmemektedir.
Bizim yüz lojmanlı işyeri apartmanları veya yüz villalı dinlenme evleri projelerimiz hep bunları içermektedir. Kur’an’a kulak vermeyenler sosyal tufanda boğulup gideceklerdir.
YORUM
İsa’nın doğumu ile Yahya’nın doğumu aynı yıla rastladığına göre Zekeriyya sağdır ve Meryem’in Kudüs’ten ayrılıp gittiğini bilmektedir.
Neden Meryem’le ilgilenmemiş ve Meryem’in oralarda o şekilde yaşamasına imkân vermiştir?
Meryem Kudüs’ten ayrıldığı zaman iffet ile ilgili bir sorun mevcut değildir. Manastırı terk etmiş ve uzaklaşmıştır. Yahudi manastırlarında evlenme geleneği yoktur. İstediği kimse ile evlendirme durumu olabilir.
Böylece Meryem hamisi Zekeriya’nın istediğine varmaması için şarka gitmiştir. “Min Ehliha” kelimesinden bunu anlamamız mümkün olabilir. İbrahim Hacer’i Mekke’de bıraktığı gibi Zekeriya da onun bu ayrılması ile ilgilenmemiş, her ikisi de Allah’tan aldıkları emirlere uymuşlardır.
Sara’nın oğlu olunca Hacer’in Ur’da olmasını istememiş, İbrahim de karısının baskısı ile Hacer’i Mekke’ye götürüp bırakmıştı. Oysa bu ilahi takdir idi. Yusuf peygamberin kuyuya atılması da böyledir.
Beklemedik istenmeyen bir olay olduğu zaman orada bir hikmet aranmalıdır. Ergenekon ve Balyoz davalarında bir hahamın topladığı belgelerle Türk ordusuna darbe vurulmasını izah etmek mümkün değildir. O sayede bugün ordumuz bağımsız hareket etmektedir, artık Sermaye’nin emrinde değildir. Askerler o zamanlar Sermaye’ye uyarak istemeye istemeye onun dediğini yaparlardı.
Birinci Cihan Savaşı’nda Osmanlılar yenilmeseydi devlet Sermaye’nin kuklası olarak devam edecek, bağımsız Türkiye doğmayacaktı.
Zekeriya bu sebeple Meryem ile ilgilenmemiştir.
Öz Türkçe ile:
“Ve hurmanın gövdesi ile sana silkele de o sana yaş hurmayı düşürsün.
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve nahlenin ciz’i ile hezz et de sana ruteb ceniyi sikat etsin.”
VaHuzZiu EiLaYKi BiCiZGı elNaPLaTi TuSAvQıO GaLaYKı RuOaBan CaNıyYan
وَهُزِّي إِلَيْكِ بِجِذْعِ النَّخْلَةِ تُسَاقِطْ عَلَيْكِ رُطَبًا جَنِيًّا (25)
***
فَكُلِي وَاشْرَبِي
FaKuLİy Va iŞRaBIy (Fa FuGLIy Va iŞRaBIy)
“Eklet ve şurbet”
“Ekel” pas demektir. “Ekle” güve böceğinin adıdır. Güvenin kemirmesinden yemek anlamında kullanılıyor. “Taime” beslenmek anlamında, “Ekele” ise tüketim anlamındadır. Bir şeyi yiyip bitirmeye “ekl”, yiyip doymaya da “taam” denir.
“EKL” Kur’an’da 109 defa geçer, “EHL” 137 defa geçer; toplamı 246= 2*3*41 eder.
“E” gücü, “K” oluşumu, “L” belirliliği ifade eder.
“ŞRB” çorba demektir. Sulu yemek anlamına gelir.
“ŞRB” Kur’an’da 39 defa geçmekte, “SLB” 1 defa geçmektedir; 40=2*2*2*5
Hurmayı eklet ve sütü iç anlamındadır. Kur’an’da bu iki emir bir arada geçmektedir. Tek başına “Külî” kelimesi geçmekte, tek başına “İşrebî” kelimesi geçmemektedir.
Ekl ile şerabı ayırması, bunları birbirlerinden farklı saymasının bir hikmetinin olması gerekir. Bir defa değil 7 defa geçmektedir. Bunu ancak suyun diğer maddelerden farklı fonksiyonunun olmasından dolayı böyle zikretmektedir. Diğer maddelerin alternatifi olduğu halde suyun alternatifi yoktur. Diğer maddeler genellikle katı olarak kullanıldıkları halde su sıvı olarak kullanılmaktadır.
Meryem birkaç sene yaşanabilecek yere ve imkânlara gelmiştir.
وَقَرِّي عَيْنًا
VaQarRIy GaYNan
“Ve aynen karar kıl”
“Ayn” göz, “evya” göze demektir. Önce pınarların akan gözüne, sonra da insanların gözüne “ayn” denmiştir. Topluluklarda kelimelerin birbirine aktarılması olduğu gibi, benzetmelerin aktarılması da vardır.
Türkler ve Araplar gözü hem pınar için hem de görme organı için kullanmışlardır.
Kur’an’da “GYN” 65 defa, “GYR” 3 defa geçmektedir; 68=1*2*17
“G” üstünlüğü, “Y” kolaylığı, “N” genelliği ifade eder.
Karar küçük derelerin toplanıp durgunlaştığı göldür.
“QRR” karar kılmak yani bir yere yerleşmek demektir.
“Q” kuvveti, “R” tekrarı ifade eder.
Ayn olarak karar kıl anlamında olup Arapçada deyimdir. Pınar olarak karar kıl yani bulunduğun yerde durgun ol ama aynı zamanda pınar gibi hareketli ol. İşleri yapan ol demektir.
Meryem’e deniyor ki; burada kal, buradan ayrılma, bununla beraber burada faal ol, âtıl olma, İsa’yı büyüt.
Türkçede ‘gözün aydın olsun’ deriz. ‘Pınarın kararlı olsun’ diyorlar.
وَجَعَلْنَا ابْنَ مَرْيَمَ وَأُمَّهُ آيَةً وَآوَيْنَاهُمَا إِلَى رَبْوَةٍ ذَاتِ قَرَارٍ وَمَعِينٍ (23/50)
Kararlı ve pınarlı bir yerde seni barındırdık denmektedir.
Bu suredeki ayetler bizi buralara getirmiş, başka yerdeki bir ayette bu yerin nasıl olduğunu açıklamıştır. Mahad ve Seriyyeye verdiğimiz manalar isabetlidir. Ayn’a pınar manasını vermemiz de isabetlidir.
فَإِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ أَحَدًا
Fa iEinMAy TeRaYınNa MıNa eLBaŞaRı EaXaDan
“Beşerden bir kimseyi re’y edersen”
Meryem uzak yere gitmiştir. Kendi halklarından kimse yoktur ama bulunduğu yerin çevresinden oraya insanlar gelip geçecekler, ona ‘kimsin ve neden buradasın’ gibi sorular soracaklar. Sonra birbirlerine anlatacaklar. Sonra Meryem’in kavmi öğrenecek ve onu rahat bırakmayacaklardır.
İsa’nın çocukluğu kavminden uzakta geçmektedir. Yoksa kavminin gelenekleri ona da bulaşır ve İsa da onlarla zehirlenir, istenen resul olmaz. Bu sebeple şimdilik kavminden uzak durulmaktadır.
Burada kimselerler çevredeki halk kastedilmektedir, bura halkından birini görsen diyor. Onun için marifedir.
“İn Terayinna” denmiyor da, “İnMa Terayinna” deniyor. “Ma” burada genelleştirmek içindir. “İn Terayinna” dediğiniz zaman şart bir defa söylenmiş olur. Eğer İn Tereyinni Fe dersen şart tekerrür etmese de şartta süreklilik vardır yani bir defa yapmakla sona ermez. Yani birini görsen böyle söyle denseydi bir defa gördüğü zaman bunu söylerdi ve ona riayet ederdi. “Fe” ile gelse artık her zaman o hükme uyulacaktır. “İnMa” her ne zaman görürsen anlamındadır.
İmma tarayinne ehadan deseydi yeterli olurdu. Neden mine-l beşeri dedi. Beşerden başkalarını görsen onlarla konuşacaksın. “Beşer” kelimesi çocukları da içerir mi?
O halde “Beşer” kelimesi üzerinde duralım.
“Beşere” derinin tüysüz dış yüzü demektir. İnsan tüysüz olduğu için “beşer” denmiştir.
بُشْرَى : Bir müjdeci vasıtasıyla alınan müjde.
بُشْرًا : Bir müjdeci olmadan, belli olaylar vasıtasıyla anlaşılan müjde, durumdan anlaşılan müjde.
Kur’an’da 123 defa geçer, “Mısr” kelimesi 5 defa geçer; 128=2*2*2*2*2*2*2
“B” geçidi, “Ş” ani oluşları, “R” sürekliliği ifade eder.
Müjdede haber birden gelir. Olay sürekli olur ve bir durumdan başka duruma geçmeyi başlatır.
Beşer sorumluluk yüklenmiş kendi iradesi ile hareket eden kimselerdir. Burada “beşer” deyince oradaki yetişkin halkta biriyle karşılaşırsan demektir.
“El-Beşer” marife getirilmiş ve “Min” ile teb’îz edilmiştir. Cins manasında değildir. Demek ki önemli hususları konuşabildiği gibi bazı güvenilir kimselerle de konuşabilir.
فَقُولِي
Fa QUvLIy (Fa EuFGuLNIy)
“Kavlet”
Zekeriya’da “işaret et” diyor, burada “kavlet” diyor. Çünkü Zekeriya’da işaret geleneği var, konuşmayacağı günler için belki işaretle ifade eder. Hâlbuki buralarda görünen kişiler işaretten anlamazlar, dolayısıyla zaruretten bu sözü söyleyeceklerdir. Bu da bize gösteriyor ki, zaruret halinde yapılan istisnalar esas yapıyı bozmaz. Bir kimse asla zarar veren bir şeyi yapmadı diye onun bütün yaptıklarını reddedemezsin demektir.
Bu kural üretimde önemlidir. Bir siparişin yerine getirilmesi durumunda eksiklik %20’den azsa, eksik olanların bedeli tenzil olunur ama yapılanı kabul etme zorunluluğu vardır. Bu ayetteki “Kulî” kelimesi buna delalet eder.
Bu aynı zamanda bugün yasalara girmiş olan susma hakkını ifade eder. Esasta herkesin konuşma hakkı vardır. Size bir şey söylendiğinde ona cevap vermek zorundasınız. Dilekçeye cevap verme zorunluluğu bu ilkeye dayanılarak getirilmiştir.
Bugün cevap alma hakkı yalnız devletlere konan kuraldır. Onun da müeyyidesi yoktur. Dilekçe veriyorum. Görevli dilekçeyi iade ediyor. Anayasanın bu mükellefiyetinden kurtulmak için kayda geçirmiyor. Sen noterle gönderme durumundasın. Cevap veriyor; dilekçeniz şu sayfa şu numaralı satırda kaydedilmiştir diyor. Yasanın istediği cevap elbette bu değildir. Ama durum böyledir. İlahi kitapların koyduğu kurallar görünürde kabul ediliyor, sonra da onları uygulamamak için çeşitli hile yolları geliştiriyorlar.
Konuşmama hakkı da var mıdır?
Konuşmama hakkı vardır. Ama konuşmamada sükût ikrardır kuralı sebebiyle kişi mahkûm edilebilmektedir. Ben sana cevap vermiyorum şeklinde susma hakkı sorumluluktur. Ama ben kimse ile konuşmuyorum demek susma hakkıdır.
إِنِّي نَذَرْتُ لِلرَّحْمَنِ
EinNIy NaÜaRTu Li eLRaXMAvNı (EiMIy FaGaLTu LilRaXMAvNı)
“Rahman için nezrettim”
Nezir, savaşta veya yürüyüşteki öncüdür. Öncünün görülmesi, arkasından gelen birliği haber verdiği için uyarıcı anlamı kazanmıştır. Kişinin ileride yapacağı iyi bir fiili haber vermesi de nezirdir.
“N” genelliği, “Ü (zel)” işareti, “R” tekrarı ifade eder.
İnsanlar sözleşmelerle birbirlerine bağlanırlar, sözleşmelerle kurallar oluştururlar. Bu iki kişi arasında olur. Bir de kişi tek taraflı bir şey vaad eder. Bu ahittir. Nezr ise topluluğa bir şeyi yapmayı vaat etmektir. Bir şeyi nezretmek onu yapma zorunluluğu getirir.
Rahman için nezrettim diyor.
“Rahim” bebeğin doğana kadar geliştiği yerdir.
“R” tekrarı, “X” hareketi, “M “maddeyi ifade eder.
“Rahmet” annenin çocuğuna duyduğu duygudur. Hiçbir karşılık beklemeden onun iyiliğini isteme duygusudur. Allah kullarına karşı bu duyguyu duymaktadır. O’nun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. O hem yaratmıştır ve onlara rahmet etmektedir, hem de hiçbir karşılık beklemeden vermektedir. Rahman ve Rahim sıfatı müşebbehedir. Rahman yalnız failler için gelir, oysa rahim fail ve meful için gelir.
Allah bize rahman sıfatı ile vermiştir ama gözümü, kulağımı kullanırsam bana karşılığında ilim verir. Bu da yine benim içindir ama emeğime karşılık vermektedir. Bu rahim sıfatıdır. Burada onun rahman sıfatı sebebiyle nezrettim diyor. Yani bu nezir ile Allah’ın rahman sıfatını tecelli ettirmek içindir diyor.
صَوْمًا
ÖaVMan (FaGLan)
“Bir savmı nezrettim”
Fıkıh dört bölümde incelenir; maruf ve münkerler, emirler ve nehiyler. Maruf ve münkerler helal ve haramı içerirler, kişiler arasındaki ilişkilerde meşru olanlar ve olmayanlar maruf ve münkerdir. Kişilerin eğitilmesi ile ilgili olanlar emirler ve nehiylerdir. Emirleri yerine getirenler münkerleri ve nehiyleri yapanlara ceza verirler.
Emirler de dört tanedir.
-Bedenle yapılması gereken topluluk halinde yapılan emirler; bu namazdır.
-Bedenle yapılması gereken bireysel emirler; bu savmdır.
-Mal ile yapılacaklar; bu zekâttır.
-Bir araya gelip ilişkiler kurmak; bu da hacdır.
İşte helal olduğu halde sırf eğitim olsun diye bazı hareketleri geçici olarak yapmama emri oruçtur. Bütün insanlar acıkır ve besine eşit şartlarla ihtiyaçları olduğu için gündüzleri aç kalma şeklinde oruç emredilmiştir. Başka oruçlar da vardır; diğer insanlarla konuşmama, eşiyle cinsi ilişkide bulunmama da birer oruç mahiyetindedir. Böylece insanların iradeleri terbiye edilir.
Diğer canlılarda yasaklar yoktur. Gücü yetmediği için yapmaz, yoksa bu başkasının hakkıdır, yapmaz diye bir şey yoktur. İnsan komşunun bahçesinden meyve devşirip yemeye gücü yettiği halde devşirip yemez. Bu bir irade meselesidir. Yani gücün olduğu halde şeriat ve akıl men ettiği için yapmama gücü iradedir.
Oruç bunun eğitimini yapmaktır.
Meryem’in konuşmama orucu insanlara sır vermemedir. Yalan söyleme meşru değildir. Ama bazı şeyleri söylememe meşrudur. Bu aslında istisnai hallerde meşrudur. Kur’an davet edildikleri zaman şahitler şehadetten iba etmesin deniyor; etmeyin demiyor da etmesin deniyor. Çünkü topluluğun şehadete zorlama yetkisi vardır.
فَلَنْ أُكَلِّمَ الْيَوْمَ إِنْسِيًّا (26)
FaLaN EuKalLiMa eLYaVMa EiNSiyYan (Fa LaN EuFagGıLa eLYaVMa EiNSiyYan)
“Bugün insiyy ile teklim etmeyeceğim.”
Bu yevm kimseyle teklim etmeyeceğim diyor.
Teklim işaretleri de içine aldığı halde kavl işaretleşmeyi içermez. Konuşmuyorum demiyor, konuşmayacağım diyor. Yani bu cümleden sonra konuşmayacağım diyor, kavl etmeyeceğim demiyor. Zaruri işler olursa kavl edebilir ama sıradan konuşulanları yapmayacağım; hem “el-Yevm” diyor hem de “Len” ile getiriyor.
O halde “Len” ile tekid edilende hem o mecliste hem de başka yerlerde konuşmayacağım anlamı varken “Ve Lâ Ükellimüke” de ise, sadece o mecliste konuşmayacağım anlamındadır. Biraz sonra döner konuşabilir, sözünden dönmüş olmaz ama “Ve Len Ükellimüke” derse, o zaman o mecliste konuşmaz, başka mecliste konuşmaz; “Ebeden” derse, hiçbir mecliste konuşmayacak demektir.
“el-Yevm” şimdilik demektir, bugün demek manasında değildir. “Yevm” burada dönemi gösterir, biz bunu “şimdilik” diyerek ifade ederiz.
“İnsiyye” kelimesi bir defa burada geçmektedir. Bir de “Enasiyye” kelimesi vardır.
“Ehaden” demeyip “İnsiyyen” demiş olmasının sebebi yetkililere cevap vermeyeceğim demek değildir. Oğlumla konuşmayacağım demek değil de, sıradan insanlarla konuşmayacağım demektir.
Başkan o gün halkla görüşmeyeceğim der ama görevlilerle görüşür.
‘Girilmez’ yazılı kapılardan görevliler girer ve çıkar.
Alusi’de “insiyye” ye bu mana verilmektedir.
YORUM
Bugünkü toplulukta “Adil Düzen”i getiremiyoruz.
O zaman ne yapalım?
Bugünkü topluluktan hicret edelim. Bir apartman yapalım, yüz lojmanlı işyeri apartmanı yapalım. İşyerimiz de orası olsun, alt katta çalışalım ve orada ürettiğimiz ürünlerimizi satalım, değiştirelim, takas edelim ve o sitedeki halkımızın dışarı ile irtibatı olmasın. Kendimizi daha da tecrit etmek istiyorsak, devletten bir dağ isteyelim. Bize bin dönüm versin. Apartmanımızı kuralım. Türkiye devleti vermezse İran’dan isteyelim. O da vermezse Rusya’dan isteyelim. Orada seralar yapalım, ağıllar yapalım…
Ve…
Orada “Adil Düzen”i yaşayan bir nesil yetiştirelim.
Bu meşrudur.
Kehf Kıssası ve Meryem Kıssası bunu ifade etmektedir.
Akevler bunun çok ilkel projesidir. Sadece oraya taşının dedik. Eşlerini razı edemedikleri için birçok ortaklar katılamadı! Birçokları önce yokluktan dolayı taşındı ama sonra varlıklı olunca oradan taşındılar!
Bugün de hicret edemiyoruz...
İşte durumumuz bu!
Meryem ve diğer peygamberlerin hayatını buna göre inceleyiniz; o zaman neden bugünkü durumda olduğunuzu görürsünüz.
Yakın kimselerle sohbet ederken; kardeşlerden biri bütün kötülüklerin faili Erdoğan’ı görmekte, sözleri ile saldırmakta, diğer kardeşi de tüm iyiliklerin Erdoğan tarafından yapıldığını söylemektedir. Acayip tarafı; bunlar namazlarını da kılmaktadırlar.
Oysa gerçek nedir?
Hiçbir şeyi Erdoğan yapmamaktadır; o ne iyiliklerin yapıcısıdır ne de kötülüklerin yapıcısıdır. Hepsini Allah yapmaktadır. F. Gülen de bir şey yapmamıştır, yapmaz yapamaz da; yapan Allah’tır. Eğer bir iyilik varsa, Allah’ın bize ihsanıdır. Eğer bir kötülük varsa, o da Allah’ın ellerimizle yaptıklarımızdan dolayı cezasıdır.
Kurtulmak için Meryem benzeri anne olmak gerekir.
Öz Türkçe ile:
“Ye, iç, dayanarak kal. Kişilerden birini görürsem, ben yaşatana oruç adadım, şimdi kimse ile konuşmayacağım de.”
Kuran Kelimeleri ile
“Eklet şurbet, aynen karar kıl. Beşerden birini rey edersen ben Rahmana savmı nezrettim, elyevm kimse ile teklim etmeyeceğim diye kavlet.”
Fa KuLIy Va iŞRaBIy VaQarRIy GaYNan FaEmMAy TaRaYinNa MiNaL BaŞaRı EaPaDan FaQUvLIy EinNIy NaJaRTu LieRaXMAvNı ÖaVMan Fa LaN EuKalLiMa eLYaVMa EiNSiyYan
فَكُلِي وَاشْرَبِي وَقَرِّي عَيْنًا فَإِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ أَحَدًا فَقُولِي إِنِّي نَذَرْتُ لِلرَّحْمَنِ صَوْمًا فَلَنْ أُكَلِّمَ الْيَوْمَ إِنْسِيًّا (26)
***