***
MERYEM SÛRESİ - 2. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
يَازَكَرِيَّا إِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ اسْمُهُ يَحْيَى لَمْ نَجْعَلْ لَهُ مِنْ قَبْلُ سَمِيًّا (7) قَالَ رَبِّ أَنَّى يَكُونُ لِي غُلَامٌ وَكَانَتِ امْرَأَتِي عَاقِرًا وَقَدْ بَلَغْتُ مِنَ الْكِبَرِ عِتِيًّا (8) قَالَ كَذَلِكَ قَالَ رَبُّكَ هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌ وَقَدْ خَلَقْتُكَ مِنْ قَبْلُ وَلَمْ تَكُ شَيْئًا (9) قَالَ رَبِّ اجْعَلْ لِي آيَةً قَالَ آيَتُكَ أَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلَاثَ لَيَالٍ سَوِيًّا (10) فَخَرَجَ عَلَى قَوْمِهِ مِنَ الْمِحْرَابِ فَأَوْحَى إِلَيْهِمْ أَنْ سَبِّحُوا بُكْرَةً وَعَشِيًّا (11)
يَازَكَرِيَّا
YAv ÜaKaRiyYA
“Ya Zekeriyya”
يَا edatı muhatabı belirlemek içindir. Peygamberlere gelen vahiy ümmetine gelmiş olur. Eğer başta peygamberin ismi zikredilmezse gelen emir bütün ümmetlere gelmiş olur. Ama “Ey Zekeriyya, Ey Yahya deniyorsa özel olarak ona görevinden dolayı emredilmiş olur. Bu sebeple “Ey Zekeriyya” denmektedir. Yoksa قُلْنَا لَهُ denirdi.
Tarikat ile şeriat arasındaki bir fark daha burada açıklanmıştır. Şeriatta kurallar vardır. Aynı fiili işleyen kimseye aynı muamele yapılır. Bu kişi başkan da olsa farklı muamele yapılmaz. Zina yapan herkese aynı ceza uygulanır.
Hazreti Musa zina yapanlara recm cezasını tebliğ ediyor. Herkes için bu kuralı tuhaf bulan cemaati ‘sana da mı uygulayacağız’ diyorlar. ‘Evet, bana da uygulayacaksınız’ diyor.
Tarikatta ise herkese kendisine uygun iş verilir. Bir adam sigaraya alışık olsun olmasın, şeriatta hüküm aynıdır. Oysa tarikatta sigaraya alışan kimseye hemen sigarayı bırak denmez. Şeyhi ona onun durumuna göre ceza verir. Muttaki ise ona oruç tutturur; onu hapseder; ona günde sayılı sigara verir ve her gün azaltır. Böylece onun bedeni daha az nikotin ile hayat sürmeye başlar ve en sonunda sigarayı terk eder. Bazı kimseler ise birden tiksinerek sigara içmeyi terk ederler. Bazılarına ise sigara aklına gelince tespihle yüz defa ‘estağfurullah de’ der.
Yani burada ve bu durumda hocası onun bir doktoru gibidir. Farklı biyolojik ve psikolojik yöntemlerle sigara bıraktırılır. Bu sebepledir ki Zekeriyya’ya verilen emir de özeldir. O emirler başkaları için geçerli değildir. Bu sebeple “Ya Zekeriyya!” denmiştir.
إِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ
EinNAv NuBaşŞiRuKa BiĞuLAvMın (EinNAv NuFagGıLuKa BiFuGAvLın)
“Biz sana bir gulam tebşir ediyoruz”
Zekeriyya veli istemiştir.
Allah ise ona bir gulamı yani oğlanı müjde etmiştir.
İnsanlar bugün ürettiklerini tüketmezler. Ben şimdi bu yazıyı yazıyorum. Ben bunun şimdi semeresini almam. Benim bugün yazdıklarım tüm insanların Âdem’den beri ürettiklerinin bir adım ileri götürmeden ibarettir. Onlardan öğrendiklerimi size aktarıyorum. Bundan ben ve siz değil, bizden sonrakiler yararlanacaktır. Nitekim siz de başkalarına aktaracak ve bin sene sonra belki bugünkü neslin ürettikleri semeresini verecektir.
Ürünlerin heder olmaması için de miras müessesesi konmuştur. Çocuklar anne babalarına vâris olur ve babalarından aldıkları mirası zenginleştirerek çocuklarına devrederler. Karşılığında ihtiyaçlarını temin ederek yaşarlar.
Batı mantığında insanlar yaşamak için çalışırlar.
İslâm mantığında ise insanlar çalışmak için yaşarlar.
Miras da böyledir. Batılılarda vârislerin çıkarları için miras vardır. Bu sebeple miras intikal ettiği zaman kamu pay almaktadır. Çünkü miras onlara göre haktır. Oysa Kur’an anlatımında miras varlıkları hak olarak değil de görev olarak intikal eder. Görevlerini yaptıkları için de ondan yararlanma hakları vardır. Baba mirasına ancak çocukları sahip çıkarlar.
Dolayısıyla Allah burada bize şunu bildirmektedir. Anne-babanızın bıraktıkları serveti heder etmeyin, onu değerlendirin. Siz de çocuklar yetiştirin ve sizin devredeceğiniz servet de çocuklara olsun. Bu sebepledir ki evlenmek farzdır. Arkadaşlarımızdan evlenmeyenler günah işlemektedirler. Kur’an evli olmayanların evlenmelerini emretmiyor. Evli olmayanları evlendirmek gerekir. O halde evlenmeden evvel evlendirmek farzdır. Ne var ki her erkeğin üzerinde evlenmemiş kadınların hakkı vardır. Her kadının üzerinde de evlenmemiş erkeklerin hakkı vardır. Evlenmeyenler bu hakları ile giderler.
Allah veli değil oğul müjdeliyor; غُلَام oğul demektir.
غلم Kur’an’da 13, غلب 31 defa geçer. Toplam 44(22*11)
غ değişme, ل belirlilik, م genelliği ifade eder.
وَلَد kız olsun erkek olsun çocuktur. اِبْن kelimesi yaşı ne olursa olsun erkek çocuktur. غُلَام ise genç delikanlı çocuk demektir. Bir ailenin ferdi olarak delikanlıdır.
Bugün de askere 20 yaşındaki gençler alınmaktadır. O yaşta olanların özel görevleri vardır. Bedeni güçleri çok fazladır ama bilgileri ve tecrübeleri azdır. Dolayısıyla sıkıntılı işleri bu yaştakiler yüklenmektedir.
غِلْمَان Kur’an’da bizim bugünkü lokantalarda istihdam edilen garsonlar anlamındadır. Ahirette bu tür hizmetliler vardır. Bunlardan erkelere غِلْمَان denmektedir, kadınlara حُور denmektedir. İkisi de çoğuldur. İnsanlara hizmet için görevlenmiş kimselerdir. Bugünkü bayan sekreter görevini görürler. Kur’an’da bunlarla cinsi ilişki kurulacağına dair bir beyan yoktur.
بَشَر derinin tüysüz dış yüzü demektir. İnsan tüysüz olduğu için “beşer” denmiştir.
بُشْرَى bir müjdeci vasıtasıyla alınan müjdedir.
بُشْرًا bir müjdeci olmadan, belli olaylar vasıtasıyla anlaşılan müjde, durumdan anlaşılan müjde demektir.
بشر Kur’an’da 123, مصر 5 defa geçer. Toplam 128(27) eder.
ب geçidi, ش ani oluşları, ر sürekliliği ifade eder. Müjdede haber birden gelir, olay sürekli olur ve bir durumdan başka bir duruma geçişi başlatır.
اسْمُهُ يَحْيَى
EiSMuHUv YaXYAv (FıGLuHUv FaGLAy)
“İsmi Yahya”
Neden Allah ismini tasrih etmektedir? Daha önce verilmeyen isim ile adlandırmaktadır. Burada şunu öğreniyoruz. Peygamberlerin isimleri konurken onlara verilen göreve göre isim konmuştur. Mesela “Âdem” siyah derili demektir. İlk insanın siyah derili olduğu bildirilmektedir. Yani Allah ona bu ismi verdi ki ismi mucize olsun. Neden mucizedir?
İlk insan Afrika’da yaratıldı ve zencidir. İnsanın rengini belirleyen 6 gen vardır. Bu genler bütün kromozomlarda bulunursa insan siyah olur. Bazı genler zamanla bozularak kromozomdan atılır. Böylece yeni ırklar ortaya çıkar. Beyazlar zencilerin renk bakımından bozulmuş tipleridir. Bugün bu genetik ilminde sabit olmuştur.
Kur’an’ın ilk insanı “Âdem” olarak adlandırması bu kelime ile sabittir. Kur’an için bir mucizedir. Kur’an tüm geçmiş ve geleceği bilmektedir.
İsim olarak “Yahya” seçilmiştir. Ehli tarikat birbirlerine kaç yaşındasın diye sorarlar. Onlar da tarikata intisap ettiği tarihlerle yaşlarını adlandırırlar. Yani onlara göre bir şeyhe intisap etmekle hayat başlar. Kur’an burada buna işaret etmektedir. Yani Yahya doğumundan itibaren tarikat yaşayışındadır. Tarikat ehlinin özelliği şudur. Bir ocağa intisap ederler. Burada herkes Allah rızası için çalışır. Kazanırlar ve birlikte kanaat içinde yaşarlar. Bunların kazanıp mülk sahibi olma dertleri olmadığı gibi, elbisenin kabasını giyerler. Yemeklerde de en kanaatli kimselerdir. Doğal hayat yaşarlar. ‘Bir lokma bir hırka’ deyimi bunlara aittir.
وَسْم veya وَشْم damga demektir. Hayvanların veya bir yerin kime ait olduğunu belirtmek için kendilerine vurulan işarettir.
اِسْم ise söz olarak bir varlığın damgası yani adıdır.
و birliği, س mekânda diziyi, م ise maddeyi ifade eder.
سَمِيّ kelimesi فَعِيل vezni üzere sıfatı müşebbehe olabilir. O zaman سموden gelmiş olur.
Kıyas dışı baştaki و düşmüş, yerine vasıl hemzesi(ا) gelmiştir.
لَمْ نَجْعَلْ لَهُ مِنْ قَبْلُ سَمِيًّا (7)
LaM NaCGaL LaHUv SaMiyYan (LaM NaFGaL LaHUv MıN QaBLu SaMiyYan)
“Min kabl ona bir semiy ca'letmedik.”
Manastır veya tekke dediğimiz bu eğitim yerinin özelliği, burada yaşayan insanlarda özellikler doğar. Akılları ile değil sezileri ile gerçekleri görmeye başlarlar. İnsanlar da onların dediklerine uyarlar. İsterdik ki Türkiye’de böyle tarikatlar olsun, anayasa oylamasında ‘hayır’ işaretini versin, Sermaye anayasa oylamasında da mağlup olsun.
سَمِيّ kelimesi söz olarak isim olduğu gibi hayvanlara vurulan damgadır. Askerlerin ve polislerin giydikleri kıyafetler de isimdir. Rütbeler de isimdir. Tekkelerde hizmet görenler özel kıyafet giyerler. Halk arasında öyle dolaşırlar. Halk bunları bilir ve tanır. Bu kıyafet onları meşru olmayan davranışlardan uzak tutar.
Biz ortaokulu okurken özel şapka giyerdik. Bir gün yaylada yolu kaybettim. Oradaki halktan yardım istedim, bana yol göstereceklerdi. Yaşlı ve sözü geçen kişi başımdaki şapkayı görerek “okursunuz ve adam olursunuz, sonra bizi ezersiniz” demişti. Yani halk kıyafete göre denetimini yapar. Doktorlar doktorluk elbisesini giyer. Avukatlar avukatlık elbisesini giyer. Böylece herkesin kıdemi ve rütbesi belli olur.
Küçük topluluklarda herkes herkesi tanıdığı için kıyafet söz konusu değildir ama büyük topluluklarda kıyafet birlikte yaşamak için gereklidir.
Demek ki kıyafetin teşrii Yahya ile başlar.
YORUM:
Zekeriya Rabbinden oğul değil veli istemiştir.
Allah ise oğul vereceğini söylemektedir.
Yeni uygarlıklar olağanüstü olaylarla doğar. İstiklal Savaşı’mızı ele alalım. Mustafa Kemal’in cumhurbaşkanı olmasını düşünelim. İstiklal Savaşı’nı yapan generalleri düşünelim. Ondan sonra gelenleri onların seviyesine çıkaramayız.
A. Menderes inkılap yaptı; sonra gelen S. Demirel ve T. Özal onun seviyesine çıkamaz. N. Erbakan geldi; sonra gelen R. T. Erdoğan onun seviyesine çıkamaz.
Demek ki inkılapları yapanların bir kuruculuk özelliği vardır. Bunlar yeni genetik yapıyı oluştururlar. Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış ve yeni Cumhuriyet kurulmuştur ama Cumhuriyet yeni yapı getirmemiş, Batı’nın genleri ile yaşamaya başlamıştır. Mustafa Kemal bunun bilincindedir; ‘Muasır medeniyetin fevkine çıkacağız’ diyor. Nerede ise bir asır geçmiştir ama henüz bu bilinç oluşmamıştır. Mustafa Kemal inkılapları ile Batı’yı taklit ederdi ama hiçbir zaman “Batı’yı taklit ediyorum” dememiştir. ‘Muasır medeniyetin bütün icapları yerine getirilecektir’ demiştir; yani muasır medeniyet olarak Avrupa uygarlığını alıyor.
Zekeriyya da İsa’nın getireceği birinci binyıl uygarlığının hazırlığını yapmaktadır. Bu sebeple Allah sadece veli değil oğul-veli vermektedir. Hem de insanlığa diyor ki; bak, bu uygarlık benim uygarlığımdır. Olağandışı oluşumdur.
Öz Türkçe ile:
“Ey Zekeriyya; biz seni adı Yahya olan bir oğul ile sevindiriyoruz. Daha önce ona bir adaş yapmadık.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ya Zekeriyya; biz sana ismi Yahya olan bir ğulamı tebşir ediyoruz. Min kabl ona bir semiy ca’letmedik.”
YAv ZaKaRiyYA EinNAv NuBaşŞiRuKA BiĞuLANın iSMuHUv YaXYAv LaM NaCGaL LaHUvMiN QaBLu SaMiyYan
يَازَكَرِيَّا إِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ اسْمُهُ يَحْيَى لَمْ نَجْعَلْ لَهُ مِنْ قَبْلُ سَمِيًّا (7)
***
قَالَ رَبِّ أَنَّى يَكُونُ لِي غُلَامٌ
QAvLa RabBİy EanAy YaKUvNu Lİy ĞuLAvMun (FaGaLa EanNAv FaGALa LiYa FuGAvLun)
“(Ya) Rabbim, benim nerden bir gulamım olacaktır, diye kavl etti”
مَتَى ne zaman, أَيْنَ nerede, أّيُّ hangisi, كَيْفَ nasıl, أَنَّى nereden (nasıl) kelimelerine karşılıktırlar. مَتَى ve أَنَّى kelimelerinin sonunda ى (Elif-i meksure) gelmiştir. Soru manasını kazandırmıştır.
أَنَّى tahkik için gelir. Olmayacak bir şey manasını taşır. Kur’an’da 28 defa geçmektedir.
Bir şeyi yapmak istersiniz. Kredileşme yapmak istiyorsunuz. Bir mekanizma kuruyorsunuz. Sonra onun engelleri çıkıyor. Nasıl olur da bu olacak diyorsunuz. Arkadaşlarınızda bu tür sorular oluşmaktadır. Hastane kuralım diyoruz. Dr. Lütfi Hocaoğlu ve Dr. Mete Firidin nasıl kuracağız diyorlar, şu şu şu engeller var diyorlar. Kredileşmeyi kuralım diyoruz. Bünyamin arkadaşımız her seferinde bir engel görüyor. İşte, Zekeriyya aleyhisselam da böyle engel görüyor, nasıl olacak diyor.
Kur’an’da eğer bunu yapın diyorsa, onu yapmamız gerekiyorsa, böyle bir emir varsa; demek ki ona bizim aklımız ermese de o olacaktır. Bu arkadaşların bunu sormaları doğru bir olaydır. Peygamberler de sormuşlar. Kur’an da onlara cevap veriyor; yani bize cevap veriyor. Sizin olmaz dediğiniz olacaktır diyor. 1960’larda (1967) biz kooperatif (Akevler Kredi ve yardımlaşma Kooperatifi’ni) kurduk. Sonra da parti ilk partimizi yani MNP’yi (1970) kurduk, ardından MSP’yi (1972) kurduk. O günkü şartlarda bunlar olamazdı. Ama bugün siyasi partilerimiz dünyada en etkin kuruluşlar halinde varlar.
Bize düşen Allah’a güvenerek imkânlar nispetinde çalışmaktır.
Kalan ise bize ait değildir, O’na aittir.
Bu nasıl peygamberdir?
Allah ona diyor ki; sana oğul müjdeliyoruz. O nasıl olacak diyor.
Biz sebepleri öğrenmek, hikmetleri öğrenmekle mükellefiz. Söylenenleri anlamak için itiraz yapma yetkisi emir alanda vardır demektir. Allah burada bize bunu öğretiyor.
وَكَانَتِ امْرَأَتِي عَاقِرًا
Va KAvNaT İMRaEaTIy GaQıRan (va FaGaLaT iFGaalatI fagılan)
“Ve imreem akirdir”
Doğa kanunlarına aykırı bir olaydır.
Zekeriyya bunları Allah’a sayıyor. Öğrenmek için sayıyor.
Biz insanlar kurallara uyarak yaşarız. Kural dışı olaylar olduğunda nasıl davranacağız? Tarihi gelişmelerde hep zamanla oluşma olur. Oysa uygarlıklarda sıçrama vardır.
Kur’an’ın Mekke ve Medine’de başardığı inkılabı tarihi gelişme ile ve sosyal kanunlarla açıklamak mümkün olmuyor. Mekke’de cahiliye döneminden kalan yazılı eser 600 beyt şiirden ibaretti. Her beyit bir satır kabul edilirse 12 sayfadan oluşur. Bu da sadece edebiyattır, vadilerdeki vehimlerdir. Bu dönemde 600 sahifelik Kur’an oluşmuştur. Kur’an on sene içinde devlet kavramını bile bilmeyen bir topluluğa devlet kurdurmuş ve bu devlet üzerinden daha yarım asır bile geçmeden dünyadaki tek süper güç olmuştur.
Bugün de bu olmaktadır. Yarım asır içinde biz bunları yaşadık. Bugünkü Sermaye Mekke müşriklerinin Hudeybiye’den sonraki durumundadır. Aramızda peygamber yoktur. Bize değil Kur’an’a teslim olacaklardır.
Sermaye Kur’an’ı tahrif etmek için araştırmalar yaptırmaktadır.
Ne var ki araştırmacılar Kur’an’ı tahrif edemedikleri gibi kendileri hidayete eriyorlar.
عَاقِر kısır demektir.
Kısırlaştırmak demek bir daha çocuk yapamaz hale getirmek demektir.
Anne rahminde erkekten gelen nutfe ile ve kadından gelen alak birleşir, halka halinde rahme yapışır ve oradan aldığı kanla gelişerek çocuk olur. Erkekle dişi hücreler bazı engeller sebebiyle bir araya gelemeyebilirler yahut gelirler mana döllendikten sonra rahme varıp yapışmazlar. Bundan sonra ortaya çıkan arızalar düşük yapmadır. Kişilik ceninin rahme tutunmasıyla başlar.
Arapçada bazı kelimeler vardır. İsmi fail vezni üzeredir ama isimleşmiştir. قَابِل ebe demektir. عَاقِر de kısır demektir. Bunlar sonunda ة (Ta-i merbuta) almadıkları halde dişi anlamındadırlar. Bunun anlamı şudur, kısırlık daha çok kadın için söz konusudur.
وَقَدْ بَلَغْتُ مِنَ الْكِبَرِ عِتِيًّا (8)
VaQaD BaLaĞTu MiNa el KiBaRi GıTıyYan (Va QaD BaLaĞTu MiNa eLFıGaLı FaGIyLan)
“Ben kiberden atıyya baliğ oldum.”
صَغِير yani küçüklük çağı vardır, 15 yaşından küçük olanlar için vazolunmuşturرُشْد çağı vardır, 33 yaşından önce erişilir. Sonra أَشُدَّ çağı vardır, 40 yaşındadır ve sonra da 63’ten sonra شَيْخ hali var, sonra كِبَر hali gelir.
عِتِيّ burada vasıf değil hal olarak gelmiştir, ‘isyan’ anlamındadır. İnsanın elini kolunu kullanması anlamında olup burada cinsi iktidarsızlıktır.
Kur’an’da iki defa geçmektedir, biri mastar olarak, diğeri ise burada hal olarak geçer.
عتو kelimesi عصو kelimesinden dönüşmedir. عَصَا sopa demektir. İsyan etmek demek sopayı kaldırmak yahut bayraklı sopayı kaldırmak demektir. Halk bununla beraberliğini göstermiş olur. ص Harfi تharfine dönüşmüştür. ص sertliği ve dayanıklılığı ifade ettiği halde ت yumuşaklığı ve dayanıksızlığı ifade eder, çözülme anlamındadır. Eli ayağı tutmaz olma yahut söz geçirememe demektir.
İsyanda karşı çıkma vardır direnme vardır, عِتِيّ de ise sözü geçirememe vardır.
Karşı gelme ile söz dinlememe ayrı ayrı şeylerdir. Yönetime isyan yoktur. İsyan edenleri yönetim tenkil etmeye yetkilidir ve görevlidir. عِتِيّde ise yönetimin zorla yaptırma yetkisi yoktur. Yargı kararı ile ceza verilebilir.
YORUM
Olağan zamanlar vardır, şeriat kuralları içinde geçer. Savaş bile şeriat kuralları içinde olur. Doğumlarda ise her zaman kurallar tam işlemez. Dünyaya gelecek bir çocuğun sağlıklı olması için annenin döl yatağına birtakım engeller konmuştur. O engelleri aşan nutfe ve engelleri aşan ancak alak haline gelir. Dr. Lütfi Hocaoğlu nutfeye rahme girmiş ama henüz rahme yapışmamış durumdaki hücre topluluğu demektedir. Döllenmiş ama henüz anne rahmine yapışmamış durumda kişilik kazanmamıştır. Bu bakımdan ona nutfe denmesi uygun olabilir. Döllenmemiş yumurta da nutfe olabilir.
Bu ayetler bize döllenme olayını öğrenmemiz gerektiğini ifade ediyor.
Yeni toplulukların oluşması da benzer şekilde olmaktadır. Bin yılda bir uygarlık yenilenmektedir. Yeni uygarlık önceki iki uygarlığın sentezinden doğar. Bugünkü Avrupa uygarlığı İslam uygarlığı ile Hıristiyan/Bizans uygarlığının sentezinden doğmuştur. Bugün de Batı uygarlığı ile İslam uygarlığı sentezlenerek üçüncü binyıl uygarlığı doğacaktır.
Uygarlığın sağlıklı olması için oluşacak olan yeni uygarlık birçok engelleri geçecektir. Nutfelerin çoğu yok olacak, alakların çoğu yok olacaktır. Sağlam olan alaka üçüncü binyıl uygarlığını oluşturacaktır. Kur’an bunu açıkça ifade etmektedir.
Uygarlık peygamberleri uygarlaşma tarihinden önce gelir ve bir kavmi uygarlaştırırlar. Sonra insanlık yeni uygarlığı kabul eder. Nuh, Musa ve Muhammed Peygamberler böylelikle uygarlaşma tarihinden 300-400 sene önce geldiler. Bazen uygarlaşmayı başka peygamberler hazırlarlar, inkılabı ise görevli peygamberler yaparlar. İbrahim ve İsa’da durum böyledir. Zekeriyya ve Yahya peygamberler yeni uygarlığı hazırladılar, İsa ise bizzat kendisi uygarlığı getirdi.
Üçüncü binyıl uygarlığını ise Osmanlılarda başlayan Tanzimat hareketi hazırladı. Bugün üçüncü binyıl başında yeni uygarlık kurulmaktadır. Öyle zannediyorum ki “Adil Düzen” 2033’lerde benimsenmiş olacak ve bu asırda tüm dünyada yüz villalı ahşap dinlenme evleri ve yüz lojmanlı işyeri apartmanları yeryüzünde yaygınlaşmış olacak; hakemlik sistemi, altın bonosu, yerinden yönetim, hicret demokrasisi gelmiş olacaktır.
Öz Türkçe ile:
“ ‘(Ey) Yetiştiricim! Benim nerden oğlum olacaktır, kadınım kısır ben ise yaşlandım, eli ayağı tutmaz durumdayım.’ dedi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“ (Ya) Rabbim, benim nasıl gulamım olacaktır, imreem âkir ben ise ıtiy olan kiberim, ’ diye kavl etti.”
QAvLa EanNAy YaKUvNu LiYa ĞuLAMun Va KuNTu ĞuLAvMun Va KAvNaT iMMrATIyQAQıRn VaQaDBaLaĞTu MiNa eLKiBaRiGıTıyYan
قَالَ رَبِّ أَنَّى يَكُونُ لِي غُلَامٌ وَكَانَتِ امْرَأَتِي عَاقِرًا وَقَدْ بَلَغْتُ مِنَ الْكِبَرِ عِتِيًّا (8)
***
قَالَ كَذَلِكَ
QAvLa KaÜAvLiKa (FaGaLa KaÜAvLiKa)
“Böyledir, diye kavl etti”
Kur’an bize diyor ki; Zekeriyya böyle söyledi. Bu sözler Zekeriya’nın söylediğine vurgu yapıyor. Bu vurgunun iki manası vardır. Söylemesi gerekeni söyledi anlamındadır. Çünkü durum öyledir. Yahut beklenmeyen sözleri söylemiştir. Her iki manayı da verebiliriz.
Doğa kanunlarına inanmalıyız ama doğa kanunlarını kesin olarak bilmediğimizi de bilmeliyiz. İzafiyet nazariyesi ve Heisenberg belirsizlik katsayısı buradan doğmuştur.
Bir kutunun içinde bulunan bilye durmadan yok olup var olmaktadır. Zaman böyle oluşmaktadır. Nasıl ekranda filimdeki resimler var olup yok olmakta ama biz onu devamlı kaldığını kabul etmekte isek, kâinat da durmadan yok olup var olmaktadır. Bir tane olmakta, bir dalga olmaktadır. Biz ise makrodaki etkisini ölçtüğümüz için ışık hem dalga özelliğini hem de tane özelliğini taşıyor zannederiz. Hâlbuki o bir dalga bir tane olmaktadır. Masa yukarı kalkmaz ama bütün alttaki moleküller yukarıya doğru hareket etse kalkar, bu da çok az muhtemeldir ama yine de muhtemeldir. Bu mevcut olan üç boyutlu uzay için böyledir.
قَالَ رَبُّكَ
QAvLa RabBuKa (FaGaLa FaGLaKa)
“Rabbin kavl etti”
Ara cümleden sonra tekrar “Kâle” dedi; “Rabbin dedi” diyor. ‘Ben diyorum’ demiyor da ‘Rabbin diyor’ yani Rabbin olma sıfatım ile diyorum demektir.
İnsanlığın uygarlaşması için böyle durumların olması, mucizelerin olması gerekir. Yoksa halk neye dayanarak inkılapçılara inanacaktır. Filozofların inkılabı sopayla, peygamberlerin inkılabı ise inandırmakla olur. Bu sebepledir ki inkılap yapan peygamberler halktan kimseler olur, kendilerinin gücü ile değil söylediklerinin doğruluğu ile insanları bir araya getirirler. Bediüzzaman’ın etrafında toplananlar böyle toplandı. Gülen’in etrafında da aslında böyle toplanıldı ama Sermaye yararlanarak onu istismar etti.
Tarih de hep böyle değil midir?
Havarilerin Hıristiyanlığını düşünün, bir de onlardan sonraki Roma’nın veya Bizans’ın Hıristiyanlığını düşünün...
Adil Düzen çalışanları oyla veya silahla veya para ile değil; görüşleri ve hayatları ile Kur’an’ı insanlığa kabul ettirmektedirler. Birinci Akevler uygulamasında biz bunu yaşadık. İkinci Akevler uygulamasında da siz yaşayacaksınız. Olmaz zannettiğiniz şeyler olacaktır. Çünkü İran inkılabı sıralarında böyle olmaz denen şeyler olmuştur. 1960’larda, 1970’lerde, hatta 1980’lerde Müslümanların anayasa ekseriyeti ile iktidar olacağını söyleyeni akıl hastası olarak görebilirlerdi. Gerçekte ise Kenan Evren’in iktidarı bile “Adil Düzen”in iktidarı idi.
هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌ
HuVa GaLayYa HayYiNun (HuVa GaLayYa FaGIyLun)
“O bana heyyindir”
هون düzlük demektir. كون tepe demektir. بين çukur demektir. هُوَ o demektir. Gaybı gösterir. إِهَان ilgisizlik, uzaklaştırma anlamlarına gelir.
ه boşluğu ve gaybı, و birliği, ن genelliği ifade eder.
Basitliği ifade eder. Birini önemsememek إِهَان dir.
Yunan filozofları da Allah’ı kabul ediyorlardı ama Allah küllü bilir cüzü bilmez diyorlardı. İslam kelamcıları ise Kur’an’a dayanarak Allah cüzi olanı da bilir diyorlar.
Yeryüzünde on milyar insan vardır. Samanyolunda yüzlerce milyar yıldız vardır. Kâinatta yüzlerce milyar galaksi vardır. Şimdi Tanrı benimle meşgul müdür? Beni takip ediyor, hareketlerimi biliyor mu?
Evet, biliyor, çünkü o عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ. Beyinde olanı bilmektedir. Allah herkesle ayrı ayrı ilgilenmekte ve takip etmektedir. Allah yapacağı yeni şey için bir enerji harcamaz, zamana ihtiyacı yoktur. Bunu nerden biliyoruz?
Kur’an’ın Allah sözü olduğunu müspet ilmin verileri ile biliyoruz. Allah Kur’an’da bunları bize bildirmektedir, oradan biliyoruz. Söylenenin doğru olması asıldır. Aksini iddia eden ispatlamalıdır. Müspet ilme göre Allah’ın söyledikleri doğrudur. Çünkü O’nun yanlış yapması söz konusu değildir, yalan söylemeye ise ihtiyacı yoktur.
وَقَدْ خَلَقْتُكَ مِنْ قَبْلُ
Va QAD PaLaQTuKa MiN QaBLu (Va QaD FaGaLTuKa Min FaGLu)
“Ve min kabl seni halk ettim”
“Halk ettim” demesi yeterli iken مِنْ قَبْلُ kaydı neden getirildi?
Burada قَبْلُ daki zamme düşmüş olan bir kelimenin yerine geçmektedir. Bundan önce anlamını verdiğimiz gibi Âdem’in hilkatinden önce anlamı da çıkar.
İlk hücre var edilmeden önce canlı yoktu. Allah bir dabbeyi hiçbir canlı yokken var etti. Şimdi var olan insanlar anne babasının hücrelerinin birleşmesi ile ortaya çıkarlar. Hâlbuki ilk canlıda böyle bir şey yoktur. İlk hücrenin başka bir özelliği de tüm gelecek canlıların DNA’larını taşımış olmasıdır. Görünürde ilkel bir hücredir ama genetik olarak tüm canlıların özellikleri onda da vardır.
Zekeriya’nın genleri de vardı, Yahya’nın da genleri vardı.
İlk hücre nasıl var edildi?
Melekler görevlendirildi. Canlılık planı yaptılar. Sonra yeryüzünde cansız toprağın moleküllerini birleştirdiler ve canlı meydana geldi. Sonra o canlı üzerinde gerekli değişiklikleri yaptılar ve insan oluştu.
Bütün bunları yapan Rab kısır bir anneden ve yaşlı bir erkekten çocuk yapamaz mı?
وَلَمْ تَكُ شَيْئًا (9)
VaLaM TaKu ŞaYEan (VaLaM TaFGaLu ŞaYEan)
“Ve bir şey değildin.”
İnsanın turabdan veya tinden yaratıldığını söylemekte, müspet ilim de buna şehadet etmektedir. O halde bir şey değildin diyor. Canlı olarak bir şey değildin demektir.
Buradan anlıyoruz ki ev bir şeydir, onu oluşturan parçalardan ayrı bir şeydir. Fikirler de bir şeydir. İnsan canlı olarak ilk hücreden önce yoktu, bir şey değildi. Sonra insan canlılar içinde Âdem’den önce bir şey değildi. Daha sonra insan döllenmeden önce kişi olarak bir şey değildir.
Allah insanlara hizmet etsinler diye melekleri var etti. Secde emri bu hizmet emridir. Allah’ın kaderinde ne varsa onun gerçekleşmesi için gerekli müdahaleyi yaparlar. Bu müdahale yine doğa kanunları içindedir. Sadece insan yerine melek veya şeytan müdahale etmektedir. Tarikat ehli bu müdahalelerde söz geçiren kimselerdir. Dolayısıyla keramet de hak olmuş olur.
Kendi hayatınızda da düşünürseniz öyle olaylar vardır ki sizi hayatınız boyunca yönlendirmiştir. Ama bunu siz işlemediniz bazı rastlantılarla olmuştur. Bu genel gidişe uygunsa rastlantı değil takdirdir.
YORUM
Kader vardır. Mesela insanlığın evrimleşmesi kaderdir. Biz insanlardaki evrimi uygarlaşma olarak adlandırıyoruz ve tanımlıyoruz. Satılanın üretilene oranı uygarlık katsayısıdır. Kader insanlar için uygarlaşmayı planlamış. Bunu engellemek isteyenler sonunda başaramayacak, uygarlaşma çabasında olanlar galip geleceklerdir. İşte bu kaderdir.
Başka bir kader ise insanın zamanla fiili özgürlük kazanmasıdır. Görüşme özgürlüğü var ama telefonunuz yoksa bu görüşmeyi fiilen yapamazsınız. Zamanla cep telefonu olacak ve insanlar on milyar insanla istedikleri zaman görüşeceklerdir. Bu da kaderdir.
Bir gün gelecek çalışmak isteyen herkes için iş mutlaka olacak, ‘ben bugün iş bulamadım’ diye bir şey olmayacaktır. Bir gün gelecek herkesin aşı olacak, ‘çalışamadım ekmek alamıyorum’ diyen olmayacak. Dahası da vardır. Hassaten kadınlar için eş bulamadım evlenemedim olmayacak. Bunlar ilahi kaderdir. Buna direnenler görevli melekler tarafından etkisiz hale getirilecektir.
Kur’an’da bir şeyi yapın diyorsa her türlü imkânsızlıklar ortada olsa da Rabbimiz onu yapacaktır. Mustafa Kemal bunu şöyle ifade etmiştir: Vazifeye atılmak için içinde bulunduğun ahval ve şeraiti düşünmeyeceksin. Muhtaç olduğun kudret … diyor. Ama esasını söylüyor. Kur’an bir şey emrediyorsa onu yapmak için içinde bulunduğunuz şartları düşünmememiz gerekir. Biz yapmayacağız, Allah yapacaktır. O’nun için ise bunlar heyyindir.
Öz Türkçe olarak:
“ ‘Böyledir’ dedi. Yetiştiricin ‘Bu bana kolaydır. Başta sen yokken seni yarattım dedi.’.”
Kuran sözleri ile:
“Böyledir diye kavl etti. Min kabl sen bir şey değilken seni halk ettim diye Rabbin kavl etti.”
QAvLa KaÜAvLiKa QAvLa RabBuKa HuVa GaLayYa HayYıNun Va QdD PaLaQTuKA MiN QaBLu Va LaM TaKu ŞaYEan
قَالَ كَذَلِكَ قَالَ رَبُّكَ هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌ وَقَدْ خَلَقْتُكَ مِنْ قَبْلُ وَلَمْ تَكُ شَيْئًا (9)
***
قَالَ رَبِّ اجْعَلْ لِي آيَةً
QAvLa RabBi İCGaLNıy EvYaTan (FaGaLa GaGLı iCGaLNIy FaGLatan)
“Rabbim, bana bir ayet ca’let diye kavl etti”
İnkılap yapacaklara büyük tavsiyedir. Ne yapacaklarını söylemezler. Onlara sadece bir şeyler olacağını bildirirler. ‘Sen bana bir ayet yap’ diyerek ben bunu halkıma nasıl anlatacağım, nasıl göstereceğim demektedir.
Topluluk miras hükümlerine inanmıştır. Yönetimin mirasla intikal edeceğine kanidir yahut miras yoluyla intikal edeceğine kanidir. Bu kabullenmeden dolayıdır ki tarih boyunca daima yönetim miras ile intikal etmiştir. Topluluk bir şeyi iyi bilmektedir, iktidar tecezzi etmez. Daima sonunda birinin dediklerini yaparlar. Bu kimse genellikle o topluluğun başkanı olmaz. Başkanın da saydığı kimse etkili olur.
Doğacak olan Yahya’nın vakıf başkanı olacağı hakkında cemaatin Zekeriyya tarafından inandırılmış olması gerekir. Bunun için ne yapması gerektiğini soruyor. Böylece bize örnek bir çözümü öneriyor.
Bu çözüm de konuşulması gereken bir yerde yetkilinin susmasıdır. Bu esnada halk düşünmeye başlar. Zihinlerini çalıştırır. Herkes birbirlerine görüşlerini beyan eder. Yetkili onların görüşlerini de öğrenmiş olur. Ayrıca gelişmeleri izler. Artık herkes dikkatlice duymaya hazırdır. Yetkili veya başkan susar, susma hakkını kullanır.
İşte; Rabbim, ben bunu halkıma nasıl duyuracağım, onların bunu kabul etmelerini nasıl sağlayacağım diyor. Burada Zekeriyya yaşlıdır. Yahya doğacak, büyüyecek ve yönetimi ele alacak. Bunun manası nedir?
Demek ki Zekeriyya o zamana kadar yaşayacak, sonra Yahya genç yaşlarında daha gulam iken yönetimi ele alacaktır. Yahut Zekeriyya ölecektir ama Yahya’nın velisi Yahya adına vakfı yönetecektir. Nasıl çocukken anne veya babasını kaybeden kimsenin vasisi onun mallarını onun adına yönetirse vakıf da öyle yönetilecektir.
Hatta Yahya doğmadan bile Zekeriyya ölse o yer onun için korunacaktır. Bütün bunların cemaat tarafından benimsenmesi gerekir. O halde bunu cemaatin benimseyeceği bir yolun bulunması gerekir. O da bir ayet olacaktır.
قَالَ آيَتُكَ
QAvLa EAvYaTuKa (GaGaLa GaGaKuKa)
“Senin ayetin diye kavl etti”
Ayet aynı zamanda bayrak demektir, slogan demektir. İnsanlara bir şeyi göstermek demektir. Allah’tan bunu istiyor.
Ayetler birden fazladır. Zekeriyya tarafından bunlar bilinmektedir. Sadece hangi ayeti kullanayım demektedir. Yol üzerinde dikilen levhalar ayet olduğu gibi trafik polisi de bir ayettir. Bir başkan halkına emirlerini nasıl bildirecektir?
Birincisi, temsil yoluyla bildirir. Mukarreblere söyler, onlar da onlara tabi olanlara söyler, böylece ulaşılmış olur. Namazdan sonra beyan eder, cemaat duymuş olur. Resmi gazetede yayınlar, vatandaşlar haberdar olmuş olur. Bir de halkın dikkatini çekmek için inzivaya çekilir. Halk onun inzivaya çekilmesiyle bilir ki önemli bir olay vardır. Sonra onun söyleyeceklerini ona göre değerlendirir. Birbirlerine imamın inzivaya çekildiğini söylerler. Sebebini tartışmaya başlarlar. İnsanların zihni onunla meşgul olur. Sonra imam beyan edince onu kavramış olurlar.
أَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ
Ean LAv TuKalLiMa elNAvSa (Ean LAv TaFGSLa elFaGaLa)
“Nâsa teklim etmeyeceksin”
Burada تَكْلِيم var, تَكَلُّم var. Arapçada ikisi de aynı şekilde söylenir. Bundan sonra gelen سَوِيًّا kelimesi Zekeriya’nın vasfı ise; sen sağlıklı olduğun halde konuşmayacaksın anlamı çıkar.
Biz bu manayı kabul ediyoruz. İnsanlarla konuşmamak, susmak suretiyle onların dikkatini üzerine çekmek yahut bir sırrı açıklamak için konuşmaz. Bir kimse eğer bir şeyi yapacaksa susar ve bekleyerek ansızın onu yapar. Ansızın gelebiliriz demez.
“Kelam etme” herhangi bir konuyla ilgilidir. Aslında teklim bağı budamaktır, ağaca biçim vermektir. Teklim etmek demek sözleri söylemek demektir. “Babam” kelimesi geneldir. Babası için oğlu söyler ama filanın oğlu babam derse, bu lafzı kendi babasına tahsis etmiş olur.
النَّاسَ topluluktur; hazır olan, muhatap olan topluluktur. Tekkenin mensuplarıdır. Tarikatın veya partinin mensuplarıdır.
Güneş doğuda iken rüzgâr doğuya doğru eser. Güneş batıya geçtiği zaman rüzgâr batıya doğru eser. Rüzgârın en çok estiği zaman ise en yakın olduğu zamandır. Uzaklaştıkça rüzgârın şiddeti düşer. Tam öğle vakti ise rüzgâr birden kesilir ve durgun hale gelir. Biraz sonra en şiddetli bir şekilde esecektir. Halk bu durgunluk zamanlarını bilmekte, biraz sonra fırtınanın kopacağını tahmin etmektedir. Susan ve konuşmayan kimsenin sert konuşacağını tahmin eder.
Susacaksın, düşüneceksin, sonra birden etkili konuşacaksın. Eskiden sarayda çocuklara bunlar öğretilirdi. Kur’an da şimdi bize öğretmektedir.
ثَلَاثَ لَيَالٍ
ÇaLAvÇa LaYAvLın (FaGAvLa FaGAvLin)
“Üç leyle”
Zaman üçlü tabana dayanır; gün 24 saattir, ay 30 gündür, sene 12 aydır. Bundan dolayı Kur’an’da örnek olarak oruç günlerini 60 gün veya 3 gün olarak belirler. Canlılarda hayat güne göre ayarlanmıştır. Arılarda yapılan deneyde 24 saatte bir yapılan her periyodik tekrarı arılar bilir o saatte arılar bal almaya gelirler. Bunu otuz saatte bir yaparsanız arılar bunu takip etmemektedir. Üç günlük susmayı Allah yeterli görmüştür.
Kıyas olarak hakemler duruşmadan sonra üç gün içinde karar vereceklerdir denir. Yahut birine bir şey bildirdiğin zaman üç gün içinde itiraz etmezse kabullenmiş demektir. Birinden bir şey istediğin zaman üç gün içinde ‘evet’ demezse reddetmiş olur. Asgari çoğuldur.
لَيَالٍ kelimesini almıştır. İftardan evvel başlayacaksın ve üç gece sonra dördüncü gün konuşacaksın. لَيَالٍ nekre gelmiştir. Bunun için de belli bir günü ayarlayacaksın.
سَوِيًّا
SaViyYan (FaGIyLan)
“Seviy olarak”
سَوِيًّا burada haldir. لَيَالٍ in hali olmaz, çünkü لَيَالٍ çoğuldur. O halde Zekeriya’nın halidir. Yani Zekeriya konuşmaya muktedir iken konuşmayacaktır. Konuşmama iradesi bir şeyi anlatma anlamındadır.
YORUM
“Adil Düzen”i anlattığımız kimseler hemen hoşlanmakta, öğrenmeden ve uygulanmasını yapmadan anlatmaktadırlar. Sipariş almaya kalkışmaktadırlar.
Oysa önce bir girişimci ortaya çıkacak ve o arkadaşları ile birlikte çalışarak sözleşmesini hazırlayacak, muhasebesini kuracak, projeyi yapacak ve işletmenin işlemesini öğrenecek. Sonra da burada kurucu veya çalışan olarak katılanlara anlatacak, ikna edecek. İşletmenin tesislerini kuracak veya bir tesisi ortak olarak bulacak. Ondan sonra bir örnek üretecek. Bundan sonra müşteri arayacak. Bu hazırlıkları tamamladıktan sonra ortakların ve halkın ilgisini çekecek bir şey yapacaktır.
Batılılar bunu reklamla yapıyorlar.
Biz İzmir Akevler’de konferanslarla yaptık. Parti çalışmasının içinde anlattık. Bağımsız adaylıklarla anlattık. Başarımızın sırrı bu olmuştur.
Rabbimizden dua edeceğiz. İçtihat yaparak vereceğimiz cevabı bulacağız. Çünkü Kur’an’dan sonra vahyin yerini içtihat almıştır. Allah bize bilemediğimiz yerden ilhamlar verecektir. İzmir Akevler’de bunlar hep olmuştur. Biz sadece Allah’ın emridir diye yaptık. Allah sonra beklediğimizin belki on katını hatta daha fazlasını verdi. Şimdi de Yalova’da aynı tevekkülle yapmaya başladık. O günkü hedefimiz kooperatif kurmaktı, parti kurmaktı. Kurduk, Allah’ın nasrı geldi ve başardık. Şimdiki hedefimiz ise Yalova’da ahşap işletmesi, ahşap ev ve sera, dinlenme evleri, yüz lojmanlı işyeri apartmanlarıdır.
Biz çalışıyoruz. Başarı ise Allah’tandır. O ne takdir etmişse o olur.
Bizi destekleyen iki yer vardır. Biri İzmir Akevler’dir. Biri de İstanbul Kadıköy grubudur. Bunlar malen destekliyorlar. İlmen desteleyenler ise İstanbul Medhal grubu, Üsküdar İslam Medeniyeti Vakfı grubu ve bu seminerlerimizi takip eden binlere varan kimselerdir.
Allah’a hamd ederiz.
Öz Türkçe ile:
“ ‘(Ey) Yetiştiricim, bana kanıt (inandıracak şey) kıl.’ dedi. ‘Kanıtın yeterli iken el ile üç gece konuşmayacaksın.’ dedi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“ (Ya) Rabbim, bana bir ayet ca’let diye kavl etti. Ayetin nâs ile seviyyen üç leyl teklim etmemektir diye kavl etti.”
QAvLa RabBi İcGaLNIy AavYaTan QAvLa AavYaTuKa EaN LAvTuKalLiMa elNAvSa ÇaLAvÇa LaYAvLın SaViyYan
قَالَ رَبِّ اجْعَلْ لِي آيَةً قَالَ آيَتُكَ أَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلَاثَ لَيَالٍ سَوِيًّا (10)
***
فَخَرَجَ عَلَى قَوْمِهِ مِنَ الْمِحْرَابِ
Fa PaRaCa GaLAy QaVMiHIy MiNa eL MıXRABı (Fa FaGaLa GaLAy FaGLıHIy MiNa eLmIXRaBı)
“Mihraptan kavmine huruc etti”
Allah’tan ‘Bana bir ayet ca’let’ dedi. Allah da ona; ‘kavmine çık ve konuşma, işaretle ne yapacaklarını söyle, namazlarınızı kılmaya devam edin de’ diyor; ‘ben size namazınızı kıldıramayacağım, siz kılın’ diyor. Bu husus cemaatçe bilinmektedir.
Zekeriya önemli bir şey söyleyecekse odasına çekilir, namazlardan önce onlara çıkmazdı. Halk onu merakla bekler ve karşılarına çıktığında Zekeriya söyleyeceğini söylerdi. Allah bu işlemi yap diyor, halkına sonra eşinin hamile olduğunu bildirecektir. Böylece halk da onu kabullenecektir. Allah bu işlem senin için ayet olarak yeterlidir diyor. Kısır bir kadının o yaşta hamile kalması halkı ikna etmesi için yeterlidir diyor, Allah.
Zekeriya Allah’ın bu söylediklerini aynen yapıyor. Bu söylenenleri Kur’an bize anlatmıyor, çünkü öyle olduğu anlaşılıyor. Bu sanattır. Olayların anlatılmasını keser, devam etmez ama dinleyiciler veya seyirciler neler olduğunu anlar. Örnek olarak bir çift evleniyorlar. Sonra da kızlarına talip çıkıyor. O halde bunlar evlendiler, çocukları doğdu, kızları oldu, büyüdü ve şimdi de kızlarına talip var. Kur’an’da böyle hazflar çoktur.
İmamın odası mescidin yanında bulunur. Yalnız onun kapısı doğrudan mescide açılır. İmam herkesin girip çıktığı kapıdan girip çıkmaz. Halk imamdan evvel namaza gelir. İmam çıktığı zaman kamet getirilir ve namaz kılınır. İmam söyleyeceklerini burada söyler.
Muhammed de böyle yapmıştır. Mescidin çevresinde odalar yapmış, eşlerini orada yerleştirmiş ve mescide doğrudan kapıları vardı. Yapacağımız dinlenme evlerinde veya yüz lojmanlı apartmanlarda bu husus göz önüne alınmalıdır.
Semtler değişik hayat tarzlarını süreceklerdir. Kur’an buna izin vermiştir. Herkesin kendi semti olsun, orada istedikleri gibi çalışsınlar ve istedikleri gibi yaşasınlar. Yönetim bakımından her semt bağımsızdır. Bunun yanında Kur’an ayrıca Kur’an’a göre semtlerde nasıl yaşayacaklarını ve nasıl çalışacaklarını da bildirmektedir. İsteyen semtler hem buna uyarlar hem de herkes kendi anladığı haliyle Kur’an’ı uygular.
Bu bağımsız siteler kendi iç düzenlerini kendileri düzenlerler, merkez bunlara karışmaz. Merkez sadece siteye gidip yerleşme ve ayrılma hususunda yasaklar koyan semtlere müdahale eder. Yani semtler çıkış yasağını, ayrılma yasağını koyamaz ve haklarına da el koyamaz. Ayrılanın hakları ödenmelidir.
İşte, şimdi bu durum anlatılmaktadır. Buna uyup uymama semtler içim serbesttir. Ama Kur’an uyulmasını istemektedir.
Peki, uyup uymama ne etki eder?
Kur’an bunu çok açık olarak ifade etmektedir.
Uyulursa topluluk saadet ve refah içinde olur.
Peki, saadeti nasıl tarif edeceğiz, refahı nasıl tarif edeceğiz?
Refah gün/saattir. Bir insan bir günde çalışırsa elde ettiği üründen kaç gün yaşatır. Artan zamanlarını yatırıma yöneltir, imar yapar, çocuklarına miras bırakır, çocuklarını yetiştirir ve onları vâris olarak bırakır.
Saadetin tanımını ise suçluların sayısının azlığı ile ölçeriz. Zorunlu çalışma yerlerinde olmayanların sayısı ile tüm inananların sayısı saadeti verir. Burada kısas yapanların da hesaba katılması gerekir. Ödenmekte olan diyet miktarı ile de orantılı olarak saadet almış olur. O halde hem refah hem de saadet ölçülebilir hale gelmektedir. Bir Batılı diyor ki; bir şeyi ölçebiliyorsanız onu biliyorsunuz demektir.
فَأَوْحَى إِلَيْهِمْ
Fa EaVXAv EiLaYHiM (FaEaFGaLA EiLaYHıM)
“Onlara îha etti”
Bugün sağırlar için dil geliştirilmiştir. Bunu çocuklarımıza öğretmeliyiz. Böylece dünyanın neresine giderlerse gitsinler tercüman kullanmadan gidebilirler. Bununla şekil yazısını da geliştirmiş oluruz.
Bizim eğitim sisteminde okuma yazma 7 yaş ile 10 yaş arası öğretimleri ile 4 sene sürer. Bu yaşlardaki çocuklara matematikten tam sayılar üzerinde dört işlem öğretilir, lisandan da dört yazıda yazma öğretilir.
Bunlar Latince gibi harf yazısıdır, Arapça gibi hareke yazısıdır, Çincede olduğu gibi hece yazısıdır. Biri de alfabeden önceki Mısır ve Mezopotamya benzeri yazılardır. İşte bu son yazı aynı zamanda işaret yazısı olmalıdır. Her işarete bir de şekil tekabül etmelidir. Kişi parmaklarla yapılan işaretlerle bir şekli hatırlamalı, o şekil de bir kelimeye tekabül etmelidir. O dilde yapılacak uluslararası yayın tüm insanlar tarafından takip edilebilmelidir.
أَنْ سَبِّحُوا
EaN SabBiXUv (EaN FaGGıLUv)
“Tesbih edin”
سبح omuzlara atılan, esen rüzgârda kanatlar gibi açılan elbise demektir. Sonraları uçmak ve yüzmek anlamlarında kullanılmıştır.
“Tesbih etmek” yüzdürmek veya uçurmak demektir. Arapçada mecaz olarak yüceltmek anlamına gelir. Tef’il babından teksir için kullanılır. Türkçede tarikatların kullandığı zikir Kur’an’da tesbih olarak geçmektedir. Zikir anlamak, anmak ve düşünmek demektir.
س mekânda diziyi, ب geçişi, ح de hareketi ifade eder.
Toplantı yapıp namaz kılmadan önce tilavet etmek, namazdan sonra gerekli görüşmeleri yapmak salat ile ifade edilir. Toplantı veya toplantısız temizlenip belli hareketleri yapmak ise tesbih ile ifade edilmiş olur. Günde iki defa tesbih emredilmiş, sonra bu beşe çıkarılmış, vitirle altı olmuştur.
بُكْرَةً وَعَشِيًّا (11)
BuKRaTan Va GaŞıyYan (FuGLaTan Va FaGıLan)
“Bukraten ve aşıyyan.”
بُكْرَة kuşluğa kadar olan günün ilk saatleridir.
عَشِيّ ise غَسَقِ اللَّيْلِ kadar olan akşam vaktidir.
Vakitlerin belirlenmesi üzerinde Lütfi Hocaoğlu da çalışmıştır.
Namaz vakitleri insanların yaşam ve çalışmalarını belirler. Sabah fecirden evvel saat dörtte uyanırsınız ve evinizde vitir namazını kılarsınız. Güneş doğmadan mescitte toplanır, sabah namazını kılar ve işe gidersiniz. Birlikte kılınan sabah namazı بُكْرَة namazıdır. Gündüzler uzadığı zaman bu namaz güneşten sonra da kılınabilir. Buradaki بُكْرَة kelimesi bunu ifade eder. Yatsıdan önce de namaz kılınır. Herkes namaza gider. Bir de yatma namazı vardır. Güneş battıktan sonra her zaman kılınabilir. Bu iki namaz tüm ailenin ve beşikteki bebeklerin de katıldığı namazdır. Diğer namazlar ise işyerinde ve evde kılınır, cem edilebilir.
Namaz ayetlerinin tam olarak uygulanabilmesi için yüz lojmanlı apartmanları kurmamız şarttır. Her katta namazlar ayrı cemaatler halinde kılınacaktır. Apartman içinde çalışanlar apartmanda kalacaklardır. Diğerleri ise servise binip işyerlerine gideceklerdir.
Apartmanların ayrı, işyerlerinin ayrı servisleri olacaktır. Apartmandaki servisler ilçe merkezine getirecek, işyerleri servisleri ise ilçe merkezlerinden alıp işyerlerine götüreceklerdir. Diğer ilçelere de gidip çalışabilecekler. İlçe merkezlerinden de işçi toplayacak servisler olacaktır.
YORUM
Namazlar ocak ve bucak başkanları tarafından kıldırılır.
Tekkelerde durum nasıldır? Şeyh geldiği zaman yerine başkası geçer mi? Yoksa halk kendi kendine mi oturur?
Burada işaret edilen yerine imamın geçmesidir yani imam uzlette olunca cemaat mensupları namazlarını kendi kendilerine kılarlar. Halef tayin etmişse onun arkasında kılarlar, kendileri halef seçmezler. Bu durum cuma için de böyledir. Bunun hikmeti cemaati üç gün içinde düşündürmektir. Günün olaylarını başlarına gelenleri düşünmeye başlayacaklardır. Herkes bir çözüm bir yorum arayacak. Sonunda başkan üç gün sonra gelince onun söylediklerini dikkatlice anlayacaklardır.
Medrese eğitim sisteminde öğrenci kitabı alır ve kendi kendine çalışır. Gerekli yardımları arkadaşlarından alır. Sonunda hocasına gider, ‘ben bu dersi öğrendim’ der ve hocanın sorularını cevaplandırır. Hocası da ona, ‘tamam, dersi anlamışsın, yeni derse geç’ der. Bakınız, buradaki bir peygamber uygulaması medrese uygulamasına kıyasen delil olmaktadır.
Burada Zekeriya kıssası sona erdi.
Zekeriya’nın Meryem ile olan kıssası ayrıca anlatılmaktadır.
Manastırlarda erkekler yetiştirildiği gibi kızlar de yetiştirilirdi. “İslam’da ruhbaniyet yoktur” hadisi vardır. İslamiyet’i Kur’an ehli olarak anlıyorlar. Oysa buradaki İslamiyet şeriattır, barışa ve hakemliğe dayanan düzendir. İslam düzeninde şeriat vardır. Düzende tarikat usulünün yeri yoktur.
Öz Türkçe ile:
“Odadan ulusuna çıktı. Erte ve gün batımında tapının diye işmar etti.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Mihrabdan kavmine huruc etti. Onlara bukraten ve aşıyyen tesbih edin diye vahyetti.”
Fa PaRaCa GaLAy QaVMiHIy MiNa eL MıXRABı Fa EaVXAv EiLaYHıM EaN SabBiXUv BuKRaTan Va GaŞıyYan
فَخَرَجَ عَلَى قَوْمِهِ مِنَ الْمِحْرَابِ فَأَوْحَى إِلَيْهِمْ أَنْ سَبِّحُوا بُكْرَةً وَعَشِيًّا (11)
***