MERYEM SURESİ TEFSİRİ(19.SURE)
Süleyman Karagülle
941 Okunma
MERYEM SURESİ TEFSİRİ 41-45.AYETLER

***

 

MERYEM SÛRESİ - 8. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

 

***

 

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِبْرَاهِيمَ إِنَّهُ كَانَ صِدِّيقًا نَبِيًّا (41) إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ يَاأَبَتِ لِمَ تَعْبُدُ مَا لَا يَسْمَعُ وَلَا يُبْصِرُ وَلَا يُغْنِي عَنْكَ شَيْئًا (42) يَاأَبَتِ إِنِّي قَدْ جَاءَنِي مِنَ الْعِلْمِ مَا لَمْ يَأْتِكَ فَاتَّبِعْنِي أَهْدِكَ صِرَاطًا سَوِيًّا (43) يَاأَبَتِ لَا تَعْبُدِ الشَّيْطَانَ إِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلرَّحْمَنِ عَصِيًّا (44) يَاأَبَتِ إِنِّي أَخَافُ أَنْ يَمَسَّكَ عَذَابٌ مِنَ الرَّحْمَنِ فَتَكُونَ لِلشَّيْطَانِ وَلِيًّا (45)

 

***

 

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِبْرَاهِيمَ

Va uÜKuR Fiy eLKiTAvBi EiBRAvHIyMa (Va üFGuL Fiy eLFiGAvLı iFGaLIyLa)

“Ve Kitap’ta İbrahim’i de zikret”

Sureleri sıralarken önce ikili sekiz sure olduğunu, bunların içtihat ve Kur’an düzenini anlattığını açıklamıştık. Sonra 12 üçlü sureler gelecektir. Bu 12 surenin 5. 6. 7. sureleri İsra, Kehf ve Meryem surelerdir. Bu üç sure de üçüncü binyılı anlatmakta yani Kur’an’ın ikinci bin yılını anlatmaktadır. İsra Suresi’nden sonra Kehf Suresi gelmektedir. Burada, şeriat düzeninin olmadığı bir dünyada nasıl hareket edileceğini anlatmaktadır. Birincisinde müminlerin uzlete çekilmeleri gerektiğini ve bunun üç yüz sene süreceğini ifade etmişti. Bugün bu uzlet dönemi 300 yıl olarak geçmiştir. Hep yenilenerek buraya gelinmiştir. Şimdi mağaradan çıkmak üzereyiz. Sonra iki bahçesi olanın hikâyesini anlatmakta ve böylece Sermaye’nin dünyaya en çok hâkim olacağı döneme işaret etmektedir. Musa Peygamber’in kıssasında ise tarikatla şeriatın ayrılığını anlatarak çöküş dönemlerinde ancak tarikatla yaşanacağını anlatmakta yani şeriatçıların tarikatçıları hoş karşılamaları gerektiğini bildirmektedir. Bu kıssalar günümüzü anlatmaktadır.

Mehmet Yasin Koru “Bunlara aklım yatmaktadır” diyor. Demek ki artık Kur’an’ı anlamaya başlamış. Zaten Kur’an yeryüzünün ufku gibidir. Oraya vardığında göğe ulaşacağını sanırsın ama yeni ufuk doğar.

Bu surede ise önce Zekeriya Peygamber ile başladı. Yahya, Meryem ve İsa Peygamber ile Hıristiyanlığın doğuşunu ve Hıristiyanlığın Kur’an düzenine olan katkısını açıkladı. Burada anlatılanlar arasındaki ilgi bellidir. Şimdi İbrahim Peygamber’i anlatmaktadır. Bundan sonra Musa Peygamber’i anlatacak, daha sonra da İsmail Peygamber’i anlatacaktır.

Bunların arasındaki ilişki nedir?

Kur’an düzeni tüm peygamberlerin insanlara öğrettiği düzendir. Her şey Kur’an’ın anlaşılması için peygamberlerin yaptıkları örnek kuruluşlardır. Bunların özelliği, bunlar Kur’an düzenini hazırlayan peygamberlerin temel taşlarıdır.

a)  Zekeriya Peygamber’in ekolü, Yahya, Meryem ve İsa ekolü tarikat ehlini göstermektedir. Şeriata doğru getiren tarikat İsa Peygamber’in tarikatıdır. Şeriatın üstüne çıkaran tarikat Yahya Peygamber’in tarikatıdır.

b) Şimdi de Kur’an’ın gayesi tüm insanları barış içinde birleştirmektir. Bu da ilimle temin edilir. Buna görevli olan peygamber İbrahim’dir, içtihadın temel dayanağı olan ilmi usulleri insanlığa öğretmiştir.

c) Bundan sonra Musa Peygamber’den bahsedecektir. Şeriatın temsilcisidir.  Muhammed onun misli peygamberdir. İsa Peygamber’in görevi ona verilmemiştir. Bu sebepledir ki Kur’an düzeninde tarikat şeriattan sonra doğmuştur; Kur’an’da vardır ama sünnette yoktur.  Musa da İsrail oğullarından bir nebi idi, insanlığa şeriatı öğretmiştir.

d) Sonra İsmail Peygamber’den bahsetmektedir. İsmail çok daha önce olduğu halde Musa Peygamber’den sonra zikretmektedir çünkü İbrahim’in şeriat kanadını oluşturmaktadır. Evet, İsmail Peygamber’i anlatmaktadır çünkü İsmail Kur’an’ın Arapçasını hazırlayan bir kişidir. Kur’an’ın oluşmasında en çok o rol oynamıştır ama uygulamasında rolü azdır. Kur’an’ın projesine katkısı vardır. Proje Kur’an Arapçasıdır. Bu Arapçayı İsmail Peygamber’in kavmi hazırlamıştır.

 İdris Peygamber kabile döneminde yani devlet aşamasından önce gelmiş bir peygamberdir. Aslında Kur’an düzeni kabile döneminin düzenidir. En eski doğa düzenidir. Bucakların şeriatını ortaya koyar. İl, ülke, insanlık bunlar arasında oluşan ve bunlara hizmet veren merkezi bucaklardır. Onlar da bucaklardır. Kur’an düzeni kabile düzenidir ama dağınık ayrı ayrı kabileler olarak değil, tüm insanlık kabileleri bucak şeklinde örgütlenir ve merkez bucakların hizmet vermesi ile iller halinde, ülkeler halinde gruplanırlar.

“Zikir, Kitab ve İbrahim” kelimelerini sadece hatırlatacağız. 

ذِكْر ‘elastiki’ demektir. Eğersin, serbest bırakınca tekrar yerine gelir. Hatırlama veya hatırlatma anlamındadır. Bu kıssalar bilinmektedir, sadece hatırlatılmaktadır.

كِتَاب çift dikmedir. Topluluğu oluşturan kuralları ifade eder.

 İdris Nebi, mağaralarda resimler üzerinden avcılık döneminde dersler vermiştir. Kabile hayatını ifade eder. دَرْس ‘Sona erdirmek’ demektir. Bir kitabı okumaya başlayıp sonunda anlaya anlaya okuyup bitirmek ders yapma demektir.

Ben burada sadece “İdris” kelimesi üzerinde duracağım.

إِدْرِيسَ درس   kökünden türetilmiş bir kelimedir. Mübalağa kalıbıdır. Hemze-i vasıl (ا) ile başlamamaktadır.

دَرْس ‘eskimiş deri parçası’dır. Avcılık döneminin giysisi deridir. Küçük çocukları ava götürülüp göstererek eğitim yapamadıkları için gençleri mağaralarda çıranın aydınlattığı yerde geceleri eğittiler çünkü gündüz avda idiler. Ortada ateş yakarsınız, hem ısınırsınız, yemek pişirirsiniz (avcılık döneminde yemek pişirmeyi biliyorlardı) hem de çıralardan yansıyan ışıkla aydınlıkta oturursunuz. Bilhassa toplantı yerleri avcılık döneminde kapalı mağaralarda yapılırdı.

 İdris Nebi de bu mağaralarda insanlara avcılığı öğreten bir nebidir.

Derste bir kitaba başlatıp sonuna kadar okutulur. Anlaya anlaya gidilir. Bir ders yapılır. Sonunda imtihanı başarırsan ikinci derse geçilir. Her öğrenci dersini birinden alır ve sonra imtihan edilir. Başarmışsa o ders geçilir.

Buradan şu hükümleri çıkarıyoruz. Derslerin kitabın okunması şeklinde olması gerekir. Ayrıca her ders ayrı ayrı ünitedir, birini eskitmeden yani anlamadan ikinci derse geçilmez. Bundan dolayı her ders ayrı okunmalıdır. Medrese bu tedris usulünü kabul etmiştir.

Batılılar medresenin hiçbir usulünü tam anlamadıkları gibi cübbesini almışlar, kitaplarını almışlar ama bir türlü tedris usulünü alamamışlar. Türkiye’yi geri bırakmak için de medreseleri kapattırmışlardır. Medreseler maalesef hala açılmış değildir.

Mescitler birer medresedir. Bir kimse bir kitabı yazar veya yazanlardan birinin kitabını alır. Mescitte bir rahle edinir. Aynı saatlerde isteyenler gelip dersi dinlerler. Bunlar sadece dinleyenlerdir. İsteyen ders halkasına gelip ders almaya başlar. Hoca baştan başlatır. Dersi öğrenciye anlattırır. Gerekli gördüğü yerleri sorar. ‘Geç’ derse yeni derse geçilir.

İşte, medresenin bu usulü Suffe Ashabı’nın usulüdür.

Kur’an’da da ders kelimesinin yorumu böyle olur.

إِنَّهُ كَانَ صِدِّيقًا نَبِيًّا (41)

EnNaHUv KaVNa ÖıdDIyQan NaBiyYan

“O sıddik idi, nebi idi.”

صِدِّيقًا نَبِيًّا İfadesi bu surede geçmektedir,  İbrahim ve  İdris Peygamberler için geçmektedir. Bir de İsmail Nebi için صَادِقَ الْوَعْدِ ifadesi geçmektedir.

 İbrahim peygamber ile İdris Peygamber arasında ne tür ortak hususlar vardır ki ikisi için صِدِّيقًا نَبِيًّا denmektedir?

 İbrahim, Nuh ile başlayan uygarlaşma dönemini temsil eden bir nebidir.  İdris de avcılık döneminin nebisidir. Onun zamanında insanlık tüm dünyaya yayılmıştır. Toplayıcılık döneminde insanlar ormanların olduğu yerlerde ve belli alanlarda yaşadıkları halde, avcılık döneminde avın peşine takılarak tüm dünyayı iskân etmişlerdir.

 İdris Peygamber’in yeri ve yaşadığı dönemi tarih olarak bilemiyoruz. İlerde DNA’ların tahlilleri ile bileceğiz ki Kur’an İdris Peygamber’den bahsetmektedir.  İbrahim’in sıddıklığından, İsmail’in sadıku’l-va’d olduğundan söz etmektedir. Bu da onların vaade sadık kalmaları ile açıklanır.

Zarar da etseniz, verdiğiniz sözde duracaksınız. Başladığınız hayırlı bir iş Allah’a verilen sözdür. Sözünüzde duracaksınız. Hatta karşınızdaki insan sözünde durmasa bile siz sözünüzde duracaksınız. Hukukta karşılıklı taahhütler yapıldıktan sonra karşı taraf sözünde durmazsa, siz sözünüzde durursanız, o zaman talep hakkınız doğar.

 

YORUM

İnsanın diğer hayvanlardan farkı; insan hem Allah’ın halifesidir hem de insanların halifesidir.

 İdris Peygamber insanların tüm dünyaya yayıldığı dönemin peygamberidir.  İbrahim Peygamber ise uygarlığın dünyaya yayıldığı zamanın peygamberidir. Âdem Peygamber insanlığı oluşturdu.  İdris Peygamber ise insanlığı tüm dünyaya yaydı. Nuh Peygamber uygarlığı oluşturdu. İbrahim Peygamber de uygarlığı tüm dünyaya yaydı.

Sermaye uygarlığın Mısır’da başladığını iddia etmiş ve insanlığın tek Tanrı’ya sonradan inandığını savunmuştur. Mezopotamya medeniyeti için ise “Tevrat’ın masalları” diyordu. Bugün ise medeniyetin Mezopotamya’da kurulduğunu ve beşeriyete oradan yayıldığını herkes öğrenmiş bulunmaktadır.  

Medeniyeti oluşturanlar peygamberlerdir. Kur’an medeniyetlerin tamamlandığı dönemin kitabıdır. Öğrenme döneminden içtihat dönemine geçilmiştir. Kur’an’dan sonra içtihat ilmi gelişmiştir. Bu dönem harflerin sayıları ve diğer harfleri temsil etmesi ile başlamıştır.

X; i, 4, 5 gibi sayılardan birini temsil eder. Onun kuralları bütün diğer sayıların da kurallarıdır. فعل  deki harfler diğer bütün harfleri temsil eder. ف köklerin birinci harfini, ع köklerin ikinci harfini ve ل köklerin üçüncü harfini temsil eder. Bunlarla kalıp oluşturulur. Arapça böyle bir dildir.

Uygarlık sarf ve nahiv ile cebir sayesinde doğmuştur. Kur’an bunu insanlığa öğretmiştir. Ne var ki insanlığın bu seviyeye çıkabilmesi ve Kur’an’ı anlar hale gelmesi için 60 bin yıl geçmiş olması gerekmiştir. Peygamberlerin çileli çalışmaları ile bugün buradayız. Kur’an bu uygarlaşma tarihini bize anlatmakta, kıyas yoluyla gelecek hakkında bilgiler vermekte ve emirleri tebliğ etmektedir.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve Yazıda İbrahim’i de an, o sözü doğru idi, gözcü idi.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve Kitapta İbrahim’i de zikret, o sıddık idi, nebi idi.”

 

Va üZKüR Fiy eLkiTAvBı EiBRAvHİyMa EinNaHUv KAvNA ÖıdDIyQan NaBiyYan

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِبْرَاهِيمَ إِنَّهُ كَانَ صِدِّيقًا نَبِيًّا (41)

 

***

 

إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ

EiÜ QAvLa LıEaBIyHiy (EiÜ FaGaLa Li FaGLiHiy)

“Hani ebisine kavl etmişti”

İbrahim Peygamber babasına söylüyor.

İbrahim Peygamber davete babasından başlamıştır. “Yakın aşiretini inzar et” denmektedir. Kişi önce en yakınlarına anlatmaya çalışır. Oradan işe başlar. Bir kişiden işe başlar. O sizin karşınıza geçerse mücadeleyi onunla yaparsınız.

Bugün insanlar basit miras çıkarları için birbirlerine darılmakta, konuşmamaktadır. En yakınları ile tebliğini gerçekleştirmemektedirler. Sonra büyüklere saygı deyip onların emri dışına çıkmamaktadır. Oysa İbrahim davetine babasından başlamaktadır.

 İbrahim Ur kentinde sıradan bir kimsedir. Gençtir. Sosyal bir statüsü yoktur ama Allah onu görevlendirmiştir.

بَاب kapı demektir. Kapıyı tutturmak için konan direğe أَبَب denmiş, sonraları çatıdaki ana direkler için kullanılmıştır. Ailenin direği anlamında, babanın adı olmuştur. Sonra “baba” kelimesi Arapçanın dışındaki dillerde de “ata” anlamında kullanılmaktadır. Türkçedeki “bile” ve “ile”de olduğu gibi ب harfi ء’ye dönüşmektedir. Arapçada أَب olmuştur.

Oluşmaya sebep olan kimselere veya hayvanlara “baba” denmektedir.

Kuran’da ءبو 117, ءبي 13 defa geçmektedir. Toplam 130(2*5*13) eder.

يَاأَبَتِ

YAv EaBaTi (YAv FaGaLIy)

“Ya ebim”

Bu kelimenin aslı أَبَوِي dir. Sondaki ت بَيْن kelimesindeki  بden  و a dönüşmüştür.  فَعَلْتُ  deki ت de فَعَلْوُ şeklindedir. ب önce و a sonra ت ye dönüşmüştür. تُقَاةً taki ت gibidir. يَا Cümlelerin başında söylenir.

Kesre (ِ) “Ben” manasındaki  ي den kalmadır.

يَاأَبَتِ ifadesi bu surede 4 defa tekrar edilmiştir (toplamda 8 defa geçmektedir). Bu söylediklerimi babam olduğun için söylüyorum demektir. Babasının yaptığı işin yanlış olduğunu anlatıyor.

Demek ki çocukları da olsa insan yakınlarını uyarmakla mükelleftir. Çocuğu da olsa insan ilme saygılı olmalıdır. Allah kime ilim vermişse insan ilmi ondan öğrenmelidir. Şeytanın gurubunda yer almamalıdır. Babası da olsa o partiden uzak olmalıdır. Sonunda babasının azaba uğramamasını da istemektedir.

لِمَ تَعْبُدُ مَا لَا يَسْمَعُ وَلَا يُبْصِرُ

LiMa TaGBuDu MAv LAv YaSMaGu Va LAv YuBÖıRu (LiMa TaFGaLu MAvLAv YaFGaLu Va LAy YuFGıLu)

“Sem’ etmeyen ve ibsar etmeyene neden ibadet ediyorsun?”

İşitmeyen ve görmeyen şeye neden ibadet ediyorsun?

Bir düzen kurulduktan sonra o düzenin imkânlarını kendilerine çevirmek istedikleri zaman düzenin nimetlerini bir şeye yüklerler. Kendilerini de o şeyin temsilcisi kabul eder ve topluluk da bundan yararlanır. Herkes onun boş olduğunu bilir ama söyleyemez. Çünkü kişilerin çıkarları o hayali gölgenin peşinden koşmaktadır. Başlangıçta bunlar insan olsalar bile sonra onların resimleri ve heykelleri onun yerini alır ve insanlar onu mukaddes sayarlar.

Yirminci yüzyıl böyle ideolojilerle dolmuş bir dünya olmuştur. Sermaye bir şey söyler, o kanun olur, dokunulmaz olur. Laiklik bunlardan biridir.

Demokrat Parti zamanında Türkiye’de böyle bir çatışma vardı. Mason olan Celal Bayar Tanrı yerine inkılapları ikame ediyor ve Tanrı’nın adını anmak bile yasak sayılıyordu. Adnan Menderes ise daha ılımlı bir siyaset güdüyordu.

Ankara’da bir ilim heyeti toplandı. Savundukları şeyin ilme aykırılığı ortaya çıktı. ‘İlmen böyledir ama inkılaplar her şeyin ötesindedir’ dediler ve kararı alenen ilmin dediğine göre değil de inkılapların dediğine göre aldılar.

Bu karar belki Türk tarihinin en utanç verici kararı idi. Hâlbuki inkılapları yapan kişi diyordu ki; elimizde tuttuğumuz meşale müspet ilimdir. Mustafa Kemal bunu söylerken o günkü modaya uyuyordu çünkü o gün dinlerin ilme aykırı olduğu varsayımı tartışılmadan kabul ediliyordu. Bunu söylerken bir taraftan da “biz dinlere göre değil müspet ilme göre hareket ederiz” diyordu. Oysa İslâm dini ve düzeni zaten müspet ilme inanan bir düzendir. Diğer dinler batıldır.

Kur’an dinsizlerle cihat yapmıyor, cehaletle cihat yapıyor.

وَلَا يُغْنِي عَنْكَ شَيْئًا (42)

Va LAv YuĞNIy GaNKa ŞaYEan (Va LAv YuFGıLu GaNKa FaGLan)

“Ve senden hiçbir şeyi iğna edemez.”

Cumhuriyetin inkılaplarını düşünün, bu inkılaplar bize neyi sağlamıştır?

-Saltanat kalkmış da yerine daha adil hükümdarlar mı gelmiş?

-Hilafet kalkmış da yerine halifeliğin yaptıklarından daha fazla inanç mı gelmiş?

-Yazı değişmiş de biz âlim mi olmuşuz?

-Şalvarı pantolonla değiştirince rengimiz mi değişti?

Meşrutiyet döneminin sorunları tam 100 yıldır devam etmektedir.

 

YORUM

Gerçek varlık doğadır ve insan emeğidir. Doğa kanunlarından usulüne göre yararlanmak demek, onları var edene yani Allah’a ibadet etmek demektir. Şirk ise doğa kanunlarına uymayan işleri yapmaya çalışmak, doğa kanunlarını bozmak demektir. İnsan bu kanunları bozacak şekilde yaratılmıştır. Böylece insan eğitilmektedir. İnsanın yükselebilmesi için kendi iradesiyle doğa kanunları ile yaşayacaktır.

 İbrahim babasını bu yanlış hareketinden vazgeçirmek istemekte, onların yarar ve zararlarının olmayacağını ileri sürmektedir.

Bugün bize diyebilirler ki; dolar işimize yarıyor, o sayede yaşıyoruz, zararı da var, yararı da var. Ekseriyet sistemi bize yaramaktadır, ona göre kararlar alıp işlerimizi yürütüyoruz, dünyaya hükmediyoruz.

 İbrahim’in babası da topluluğun şirk törelerine uymakla varlığını sürdürmektedir; oysa İbrahim’in Tanrı’sı babasını kurtarmayacaktır.

Bugün de aynı durum mevcuttur. Aksine Sermaye’nin yanında olanlar yaşıyor, Sermaye’ye karşı olanlar ise helak oluyorlar.

Evet, Sermaye Gülen’i kurtaracak mı?

Yıkılan sosyalizmi Lenin heykeli savunabildi mi?

Bunların hepsi sadece iyi ile kötünün yarışması için birer araçtır.

 

Öz Türkçe ile:

“Hani o babasına demişti, ‘Ey benim babam, neden işitmeyen, görmeyen birine kulluk ediyorsun? Senden hiçbir eksiği gideremez de.’ ”

Kur’an kelimeleri ile:

“Hani ebisine kavl etmişti ‘Ya ebim, neden sem’ etmeyen, ibsar etmeyen birine ibadet ediyorsun? Senden bir şeyi iğna da edemez.’ ”

إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ يَاأَبَتِ لِمَ تَعْبُدُ مَا لَا يَسْمَعُ وَلَا يُبْصِرُ وَلَا يُغْنِي عَنْكَ شَيْئًا (42)

 

***

 

يَاأَبَتِ

YAv EaBaTi (YAv FaGaLIy)

“Ya ebim”

“Ey ebim” kelimesini tekrar ediyor çünkü babası olduğu için onun yanlış yolda olduğunu hatırlatmıştı. Şimdi ise ona yeni bir şeyden bahsediyor. Ona ilmin verildiğini bahsediyor. Böylece babasına görevini anlatıyor. Çare bulunmuştur.

إِنِّي قَدْ جَاءَنِي مِنَ الْعِلْمِ

EinNIy QaD CAvEaNIy MiNa eLGiLMi (EinMIy QaD FaGaLaNIy MiNa eLFiGLi)

“Bana ilimden ciet etti”

Genç yaştaki bir oğul babasına “Ben, kendisine ilimden gelen kişiyim” diyor. Bana ilim geldi demiyor. Cümle fiil cümlesi değildir, mensuh isim cümlesidir. جَاءَ ile başlayan fiil cümlesi ise إِنَّ nin haberidir.

İlimden geldiğini söylemektedir. Ona ilimden belli bir cüz gelmiştir. İlmi bildiği gibi gelen cüzü de bilmektedir.  İbrahim mucize göstererek “ben peygamberim” demiyor, “bana ilim verilmiştir” diyor. İnsanları ilmin verilerine davet ediyor. İnsanları kişilerin üstünlüğüne davet etmiyor, kişilerin taşıdığı şeye davet ediyor.

O halde İslamiyet’in diğer düzenlerden farkı ilme davet etmesidir.

Müspet ilmin verilerine uymalıyız. Kâinatı var edenin koyduğu kanunlara uymalıyız. Biz beğenmesek bile o değişmez. Ona uymak zorundayız.

Sermaye Batı’ya İslami düzene getirmek için önce müspet ilme çağırdı ve Batı da müspet ilme uyduğu için insanlık bu seviyeye ulaştı. Şimdiye kadar müspet ilim Sermaye’ye yarıyordu. Ancak ilim bugün Sermaye’nin işine gelmiyor. Şimdi müspet ilme düşman oluyor. Eşya ile olanı ilim kabul ediyor da sosyal ilimleri ilim olarak görmüyor, sosyal mühendislik diyerek istihza ediyor.

İlim demek yaratıcının kâinatın işlemesi için koyduğu düzenin bilinmesidir. O’nun düzenine aykırı olarak bir yaprak bile yere düşmez. Sonbahar gelince yapraklar yaşayamaz hale gelirler, ayrılıp toprak olmak zorundadırlar. İşte bu yaprağın dalından kopması da ilahi kanunlarla olmaktadır. Artık yaşayamayacağını anlayan yapraklar kendilerine besin ve su getiren delikleri tıkarlar ve yaprak artık oradan su almaz, kopar ve düşer. Kâinatta hiçbir şey kendiliğinden olmamaktadır. Hepsi yaratıcının ilmi ile oluşmuş düzenle hareket etmektedir.

 İbrahim’e de işte bu ilimden bir cüz verilmiştir.

مَا لَمْ يَأْتِكَ  

MAv LaM YaETiKa (MAv LaM YaFGıLKa)

“Sana ityan etmemiş olan”

İnsan uygarlaşan bir canlıdır. Uygarlaşma demek daha çok işbölümü ve daha çok bölüşerek yaşama demektir. Bu da ancak insanların farklı imkânlarda olması ve farklı ihtiyaçları bulunması ile sağlanmaktadır. İnsanlar birlikte üretmekte, bölüşerek sonra ayrı ayrı tüketmektedirler. Herkese her şey verilmemiştir.

Kimileri Erdoğan’a karşı çıkıyor ve “o insin” diyorlar. “Neden o olsun da ben olmayayım, benim adamım olmasın?” diyorlar. Muhalefetleri, onun görevinin kendilerine veya kendi istediklerine verilmesini isteme şeklindedir.

İslamiyet’te böyle bir muhalefet yoktur. Herkesin herkese “sen görevini yap” deme hakkı vardır. Hata görevdedir. Görevini yapmayanı uyarırız ama “sen bırak, ben yapacağım” deme yetkisi kimsede yoktur.

Benim bir taraftan Erdoğan’ı desteklediğim halde, diğer taraftan en sert bir şekilde de eleştirmemi yakınlarım bile anlayamıyorlar. Hâlbuki bana ilim verilmiş, ona da güç verilmiş. Ben ona itaat etmek zorundayım. Onun da benim ilmimi değerlendirmesi gerekir. Ben de onun gibiyim diyerek yönetime karışırsam o şirk olur ama o da benim söylediklerime kulak vermez ve değerlendirmezse onun yaptığı da küfür olur.

İbrahim babasına diyor ki:

Şimdi bana ilim verilmiştir, senin yaptıkların yanlıştır.

Ben ve Kur’an ilimleri ile meşgul olan herkes demektedir ki:

Yanlış yapıyorsunuz. Kendinizi tanrı sanıp halkın yetkilerini ellerinden alamazsınız. Bir bakan bir fırıncının ürettiği ekmeğe fiyat koyamaz. Bir başbakan hastanedeki doktora “sen şu kadar ücret alacaksın” diyemez. Allah o yetkiyi ona vermemiştir. Bir devlet yeryüzündeki firmalara toprakla iştirak eder, onlar da köprü yaparlar. Ekonomik kurallarla o köprüden geçenlerden ücret alırlar ve devletle firma bölüşür ama firma devlete sabit kira vermez, devlet de firmaya garanti vermez.

Ben bunları söylemek zorundayım. Herkes söylediğimi değerlendirmek zorundadır.

İbrahim babasına bunları söylüyor.

فَاتَّبِعْنِي

Fa itTaBiGNIy (Fa iFTaGiLNIy)

“Bana ittiba et”

Evet, bilene tabi olacaksın. Sokakta yolu hiç tanımadığınız bir kimseye sorarsanız ve o da size cevap verirse, ona inanmak ve uymak zorundasınız. Yoksa adım atamazsınız. Farklı yol gösterenlerden birini aklınızla tercih edersiniz. Tercih etmek zorundasınız.

أَهْدِكَ صِرَاطًا سَوِيًّا (43)

EaHDiKa ÖıRAvOan SaVıyYan (EaHDiKa FiGALan GaFIyLan)

“Seni seviy sırata hidayet edeyim.”

İlim sadece bilgi değildir. İlim ispatlanmış bilgidir. O halde biz görevimiz olarak hiçbir zaman kimseye ‘bana tabi ol’ demiyoruz, ‘ilme tabi ol’ diyoruz. Sadece ilme demek, bana tabi ol, beni dinle demektir. Ben sana ispat edeceğim. Senin de aklın erecektir. Artık o ilim sana da gelmiş olacaktır.

سَوِيًّا yol nedir?

İki türlü düzen vardır.

Biri güçlü olanın haklı olduğu düzendir, diğeri ise haklı olanın güçlü olduğu düzendir.

İlkine “kuvvet düzeni”, diğerine “hak düzen” diyoruz.  

Hak düzende herkes eşittir. Yol engelsizdir, tektir. Şeritleri vardır ama hepsi aynı istikamette gider. Buna صِرَاطًا سَوِيًّا diyoruz.

Diğeri ise inişli çıkışlıdır, engellidir, sağı solu belli değildir. Buna da صِرَاطًا غَوِيًّا diyoruz.

“Ben seni haklının güçlü olduğu düzene götüreyim” diyor. “Yüz üstü sürünen mi yoksa müstakim sıratta seviyye meşyeden mi daha hidayettedir?” diyor (Mülk, 67/22). Kuvvet düzeninde daima savaşmaktasın, yerde sürünerek gitmek zorundasın ve düşmana yakalanmamak için yan yollardan gitmek zorundasın. Hâlbuki hak düzende kimseden korkun yok, düz yolda, asfaltlı yolda rahat rahat gidiyorsun.

صِرَاطًا سَوِيًّا, asfaltlı veya betonarme yol demektir.

 

YORUM

 İbrahim Peygamber ilim sahibi olduğunu söylüyor. Ona düz yolu, caddeyi gösterecektir. Sonra zaten o yürümeye başlayacaktır.

Bizim görevimiz göstermedir, birlikte gitmedir. O bizim peşimize takılmayacak. Biz de onun peşine takılmayacağız.

İlim demek yanlışın doğrudan ayıklanması demektir yani insanlar ilimle neyin yanlış, neyin doğru olduğunu bilirler.

Sonraki ise hidayettir.

Ayet ilme uyulması gerektiğini ifade etmektedir. Dokunulmazlıklar bunun için vardır.

Siyasiler infazları rahat yapabilsinler diye dokunulmazlıkları vardır.

Ahlaki dayanışma sorumluları halkın isteğini rahatça anlatabilsin diye dokunulmazlıkları vardır.

Mesleki dayanışma serbest iş yapabilsin diye dokunulmazlıkları vardır.

İlim adamlarının dokunulmazlığı ise hepsinden önemlidir. Yazarların değil âlimlerin dokunulmazlıkları vardır.

Bunlara kısas uygulanmaz, bunlar hapse atılmaz; sadece sürülür veya diyet öderler.

Bilenin derecesi ne olursa olsun onun bilgisine uyulmalıdır. İktidarda iken başka türlü, muhalefette iken başka türlü konuşanlar âlim değildirler. Bugün yeryüzünde 10 milyar insan vardır. Bunların tamamı o gün İbrahim’in söylediğini benimsemiştir. Dünyanın dört büyük uygarlığını onun çocukları kurmuş ve insanlığı صِرَاطًا سَوِيًّا a götürmüşlerdir.

 

Öz Türkçe ile:

“Ey benim babam, ben sana gelmemiş olan bilginin geldiği biriyim. Bana uy da seni dümdüz yola koyayım.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ya ebim, ben sana ityan etmemiş ilimden kendisine ciet etmiş olan kimseyim. Bana ittiba et de seni seviy sırata hidayet edeyim.”

 

YAv EaBaTi EinNIy QaD CAvEaNIy MiNa eLGiLMi MAvLaM YaETiKa FaitTaBiGNIy EaHDiKa ÖıRAvOan SaViyYan

يَاأَبَتِ إِنِّي قَدْ جَاءَنِي مِنَ الْعِلْمِ مَا لَمْ يَأْتِكَ فَاتَّبِعْنِي أَهْدِكَ صِرَاطًا سَوِيًّا (43)

 

***

 

يَاأَبَتِ

YAv EaBaTi (FaGaLaTıy)

“Ya ebim”

Bir insan kötülük yapıyorsa ve düzeltme gayretinde değilse, o rahattır, istediği gibi yaşamasına izin verilir.

Ancak iyi insansa, şeytan hep onun peşine takılmakta, ona şeytani görevler vermektedir. İyileşmeye başlamışsa asıl faaliyetini ona gösterir. Onu kaçırmamak için son gayretini sarf eder.

 İbrahim Peygamber babasının durumunu bilmektedir. Bu durumda olanlar hiçbir zaman kendilerini değiştirmezler.

İstanbul Yenibosna’daki Akevler Kooperatifleri çalışma merkezimize gelip dinleyen pek çok kişi olmuştur. Bir tanesi bile görüşlerini değiştirmemiş, söylediklerimizi uygulamaya kalkışmamıştır. Yenibosna’ya katılanlar kendileri doğru yolu arayıp ‘bu doğru yoldur’ diyen insanlardır. Yenibosna’nın özgürlüğünden yararlanmışlardır. Yani bizim aradıklarımız, bizi arayanlar bizimledir. Daha doğrusu biz kimlerle olduksa onlar bizimle olmuşlardır.

 İbrahim Peygamber şeytanın yapacaklarını bildiği için şeytana tabi olmama tavsiyesinde bulunurken يَاأَبَتِ diye tekrar etmektedir. Çünkü babasına başka bir şey anlatmaktadır.

لَا تَعْبُدِ الشَّيْطَانَ

LAv TaGBuDi elŞaYOAvNa (LAn TaFGuLi elŞaYOAvNa)

“Şeytana ibadet etme”

Şeytana ibadet etme yani şeytanın görevlisi olma.

İnsanı tam anlayabilmek için şeytanı iyi bilmek gerekir. Allah insanı yaratmış, irade vermiştir. Bazı işleri kendi istediği gibi yapar.

Buradan Ankara’ya gidecekseniz değişik yolları seçebilirsiniz. İsterseniz garaja gider, oradaki on firmada Ankara’ya giden arabalar vardır, onlardan istediğinizi tercih edebilirsiniz. Yahut trene biner trenle gidersiniz. Yahut havaalanına gidersiniz, orada da değişik firmalar var, uçaklardan birine binersiniz. Yahut kendi arabanızla gidersiniz. Hatta Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığını yapar, o mesafeyi yürüyerek gidersiniz.

İnsana verilen bu tercih imkânı insanı adeta tanrıya benzetmektedir. Allah ona yaratıcık vasfını kazandırmıştır. Bu seçeneklerden uygun olanlarını seçerse uygarlık yarışmasını önde kapatır.

Nasıl bir mekanizmadır ki insan karar alabiliyor, tercihler yapabiliyor. Bunların bir kısmı kötüdür, kendisine ve başkasına zararlıdır, bir kısmı ise yararlıdır, hem kendisinin hem de çevresinin ihtiyaçlarını giderir. Bu iki grubu da Allah yaratmıştır. Dünya durmadan oynayan iki takım gibidir. İnsanı tam iradeli kılması için onları iki tarafa çeken bir kuvvet vardır. Bu iki kuvvetten biri insanı kötülüğe çeker, diğeri ise onu iyiliğe çeker. Bu sayede kuvvetler dengeye gelir, sürtünme kuvvetleri kalkar. İnsanın iradesi devreye girer ve kişi o tarafta veya bu tarafta olur.

İşte, şeytan bu görevi görmektedir. İnsanın kötü iradesini de kullanabilmesini sağlayan şeytandır. Buna karşı “insanın iyi iradesine katkıda bulunan meleklerdir” demiyoruz. Melekler insanı desteklerler ama iradelerine karışmazlar. İnsan iradesine peygamberler ve müminler etki ederek iyi tarafa gitsin isterler.

İbadet etmek demek kamu görevini almak demektir yani şeytanın hizbine katılmamak demektir. “Mağlup olacaksınız, gel bizim takıma geç” der İbrahim. Babası bunu kabul etmez.

الشَّيْطَانَ kuyudan su çekilen uzun iptir. Şeytan ipe benzediğinden böyle isimlendirilmiştir. Zehirli yılan anlamı kazanmıştır. İnsanı kötülüğe götüren görünmeyen varlığa şeytan denmiştir, Şerri, karaltıyı ifade eder. ط dayanmayı, ش diziyi ifade eder.

إِنَّ الشَّيْطَانَ

EnNa elŞaYOAvNa (EinNa eLFaGLAvNa)

“Şeytan”

الشَّيْطَانَ kelimesi bu surede 4 defa zikredilmektedir (Biri 83. ayettedir, henüz oraya gelinmediğinden değerlendirilmemiştir). Hepsi de marifedir. İzhar edilmiştir.

Şeytan insana üç şekilde görünür.

a) Birinci görevi insanı o farkında olmadan kendisine hizmet ettirmedir, görev vermesidir. Kişi farkında olmadan şeytana uyar. Kötü bir iş yaptığının farkında değildir. Hatta çoğu zaman iyilik yapıyorum zanneder ama kötülük yapmaktadır. Birinci şeytan bu şeytandır.

b) İkinci şeytan ise bilerek insanı isyan ettiren, nefsinin emrettiği ve sürüklediği şeytandır. Helal yol varken haram yollar ona daha tatlı gelir. Çalışma yerine hırsızlık yapma daha zevkli gelir. Bu nefsi emmare ile bir olan şeytandır.

c) Üçüncü şeytan ise topluluğun baskısı ile şeytanın istediklerini yapmasıdır, sosyal şeytandır. Bu da nefsi levvamenin desteklediği şeytandır.

كَانَ لِلرَّحْمَنِ

KAvNa Li elRaXMAvNı (FaGaLa Li elRaXMAvNı)

“Rahman için oldu”

عصي Fiili müteaddidir. Harfi cersiz meful alır. Kur’an’da sadece iki yerde لِ harfi ceri ile geçer.  Musa Peygamber yol arkadaşına diyor ki; senin için emre isyan etmem, bir de Rahman için isyan etmem. Burada أَمْرًا kelimesi mahzuftur. Verilen emre isyan edendir demektir. Rahman için olan emre isyan edendir.

Burada bu manayı vermemize sebep “Rahman” kelimesidir. Allah rahmandır. Tüm kâinata varlık kazandırmış, onlara hayat kazandırmıştır. Bunun için insanlara emretmektedir. Şeytan bu emri yerine getirmektedir. Yoksa doğrudan Rabbine isyan etmemektedir.

Allah’ın insanlara Rahman sıfatı ile verdiği görevleri yapmamak onun lehine olan bir şeyi yapmamak anlamındadır.

Kur’an’da böyle ifadeler çoktur. Arapçanın inceliğini bilmeyen kimseler noksan cümle olarak görmez ama manası zor anlaşılır.

عَصِيًّا (44)

GaÖıyYan (FaGIyLasn)

“Asi”

Şeytan rabbinin rahman sıfatı gereği yapmakta olduğu işlerde ona karşı çıkmaktadır. O halde şeytan Allah’ın rahman sıfatını bozmaktadır, ona uyanlar da rahman sıfatını bozmak isteyenlerin cephesine katılmaktadırlar.

Allah şeytana “Âdem’e secde et” demişti. Bu emri insanlığa olan rahman sıfatı uygulaması olarak yapmıştı. Şeytan buna isyan etti. Allah’ın insanlara olan rahmetini yerine getirmek istemedi. O halde o bizim düşmanımızdır, Allah’ın rahmetini önlemiştir.

Şeytan insana secde etmeyecekti. İnsan sadece hedefti.

Biz Kâbe’ye taraf secde ediyoruz. Kâbe’ye mi secde ediyoruz? Hayır, Allah’a secde ediyoruz. İnsan diğer insanlara yardım ettiği için onlara tapmış olmaz. Aksine Allah’a tapmış olur çünkü O’nun emrini yerine getirmektedir.

 

YORUM

 İbrahim Peygamber babasına şeytana uyulmamasını, şeytanın Rabbin insana olan rahmetini yerine getirmediğini söylemektedir. Babasına bunları anlatarak onu şeytanın etkisinden korumak istemektedir.

Şeytan hepimize bir kötülüğü göstererek şeytanın emrine girmemizi sağlamakta, bunu yapan kişi de ‘bana şeytan unutturdu’ demektedir. Şeytan nasıl unutturur? İnsanı başka konulara çeker, insan da farkında olması gerekenlerle meşgul olmaz, gereksiz işlerle meşgul olur.

Türkiye’yi oyalayıp gerekli işleri yapmaması için şeytan başkanlık sistemini getirdi. Biz başkanlık sistemine karşı çıktık. Başkanlık sisteminin mutlak kötü olmasından dolayı değil, topluluğa asıl yapması gerekenleri yaptırmayıp başka şeyleri yaptırmak amacıyla yapıldığı için, Türkiye’yi gereksiz ve acemice, alelacele bir anayasaya mahkum etmeye AK Parti alet olduğu için karşı çıktık. Madem ki şeytan hedefine ulaştı, halkımızın en az yarım senesini çaldı. Bunun baş müsebbibi Devlet Bahçeli’dir, şeytanın tuzağına düşmüştür.

Buradaki şeytan yukarıdaki şeytandan farklı görünmektedir. Aslında iş kötü değildir ama kötü şekle sokulmuştur. Askerleri kaymakamlar muhakeme ediyor. Türk Ordusu’nu böylece çökerteceğini ve terör görüntülü Sermaye’nin ABD generallerinin galip geleceğini sanmıştı.  Kudüs oylamasında görüldüğü gibi şeytanın tuzağı başarıya ulaşamamıştır.

Şeytanın tuzaklarını Kur’an bizlere anlatmaktadır. Bunlar tespit edilmeli ve “Şeytanın Tuzakları” adı altında bir kitap yayınlanmalıdır. Bu bir doktora çalışmasının üstünde bir çalışma olabilir. İnsanlık tarihi boyunca şeytanın tuzakları hep yaşanmıştır.

Bu tuzaklardan biri Suriye’de Rusya uçağının düşürülmesidir. Düşürülmeden evvel Sermaye’nin şeytanı Türkiye’yi uyarıyor; “Suriye’nin saldırma ihtimali çok büyük, hazırlık yapılıyor” diyor. Bunun üzerine şeytanın adamlarından biri yetki istiyor, “ani saldırıda karşılık vermeliyiz” diyor. Ankara da buna olur veriyor. Şeytanın askeri uçağı Türkiye sınırları üzerinden geçiriyor. Uçak düşüyor. Erdoğan fevri bir hareketle dünyaya sesleniyor. Putin benzer kararlar alıyor. Savaşa bir karış kalmıştır!

Ben bu ayetleri okuduğum için hemen yazı yazdım, “Uçağı Türkler düşürmedi, Ruslar sınırı aşmadı, Erdoğan Putin’den özür dilemelidir” dedim. O gün bu yazıma kızdılar ama sonra söylediklerimi yaptılar.

15 Temmuz harekâtında da, “bunu ne Gülen ne de CIA yaptı” dedim. Bugün bu çok açık bilinmekte ve görülmektedir ama şeytan Türkiye’de olağanüstü hali sürdürtmektedir.

Aslında bugün Suriye’de olan da bunlara benzerdir ancak Türk Ordusu bütün darbelere rağmen gücünü kaybetmemiştir. Çünkü bu ordu İstiklal Savaşı’nı kazanan ordudur. Ordu resmen dağıtılmış iken toparlanmış ve o zamanki askerlerimiz devleti kurtarmışlardır. Türk Ordusu’nu dağıtmak mümkün değildir.

يَاأَبَتِ

YAv EaBaTi (YAv FaGaLIy)

“Ya ebim”

“Benim babam” dördüncü tekrardır.

-Birincisinde babasına yanlış yaptığını anlatıyor.

-İkincisinde kendisine ilim getirildiğini bildiriyor.

-Üçüncüde şeytanın kendisini kötü yola götüreceğini anlatıyor.

-Ve şimdi de Rabbin azabından onun için korktuğunu anlatıyor.

Bu uyarıları onun kötülüğü için değil iyiliği için yapmaktadır.

Kâfir ile müslim arasındaki fark budur.

Biri onu yok etmek ister, iktidardan uzaklaştırır, zenginliğini elinden alır. Diğeri ise onu uçurumdan kurtarmak ister, onu cennete götürmek ister, onun için refah ister.

Biri barış içinde dengenin sağlanmasını ister. Diğeri savaş ile dengenin sağlanmasını ister.

Biri barış ile savaşa hazırlık yapar. Diğeri savaşı barışı korumak için yapar.

إِنِّي أَخَافُ

EinNIy EaPAvFu (EinNIy EaFGaLu)

“Ben havf ediyorum”

خَافَة maskedir, arılar sokmasın diye başa geçirilir. Havf etmek sadece korkmak değildir, aynı zamanda gerekli korunma tedbirlerini almaktır.

İbrahim babasına diyor ki “Ben senin için korkuyorum. Neden korkuyorum? Senin bu yaptığın, senin başkalarına zarar vermen onun rahmetini önlediği için seni terk edecek. ‘Artık seni ben korumayacağım çünkü sen başkasına rahmet etmemi önlüyorsun.’ diyerek seni onların içine atacaktır. Onlardan olacaksın. Beni dinle de tuzaklara düşme.”

Bizim AK Parti’ye olan uyarımız da bu kabildendir. Allah kendi rahmetini insanlara ulaştıracaktır. AK Parti şeytanla bir olup da bunu önleme durumuna düşerse veya düşüyorsa, Rahman’dan ona da azap gelecektir ve şeytanla bir olacaktır. Bugün olağanüstü hal ile günahları olmasa da hataları olanlara zulmedilmektedir. Bizim onlara geçmişte yaptığımız uyarılara kulak vermemektedirler. Beni bir yerde konuşturdular. Delilli olarak hakemlerin çözümünü sundum. O zamanki yayın organları baştan sona kadar kayda aldı ama sonra ne oldu? Hiç bir yerde yayınlamadılar! Saldırıya devam ettiler. Hala bana kulak vermiyorlar. Onların başına gelen yarın AK Parti’nin de başına gelecektir. Bugünkü ordumuzun zaferi AK Parti’nin zaferi değildir. Allah’ın rahmetidir. Tuzak kurdular ama tuzak geri döndü.

AK Parti’nin şeytanla bir olmaktan vazgeçmesi gerekir. Ne yapmalıdır? Ordu ile arasını açmamalıdır. İran’la arasını açmamalıdır. Komşuların iç işlerine karışmamalıdır. Terörün işini bitirdikten sonra bir saat bile beklemeden Suriye’den çekilmelidir. Türkiye’deki olağanüstü hali bugünden itibaren kaldırmalıdır. Hicret Demokrasisini, Hakemler Sistemini, Altın Bonosunu, Bağımsız İl ve Bucak Sistemini getirmelidir. Artık şeytanın programlarını üniversitelerden ve okullardan kaldırıp Kur’an programlarını koymalıdır.

Her seferinde aynı şeyleri söylüyoruz. Biri çıkıp da “bu söylediklerin yanlıştır” demeye bile tenezzül etmiyor. Birinin veya birilerinin gözlerine bakıyor, o “evet” derse o da oradan olacaktır. Sermaye izin verirse yazdıracak, Sermaye izin vermezse susturacak. Birkaç sene sonra bu satırlarımı okuyun; bakalım biz mi susuyoruz, onlar mı?

أَنْ يَمَسَّكَ عَذَابٌ

EaN YaMasSaKa GaÜAvBun (EaNYaFagGaLaKa FaGAvLun)

“Sana bir azap dokunması”  

مسس var, مسح var, لمس var, طمث var, طمس var.

Bunları karşılaştırarak manalandırmamız mümkündür.

(مس: Dokunmak, حس: Hissetmek, لمس: Arzulayarak dokunmak, طمس: silmek (şiddetli dokunmak, طمث: Dokunmak(özel), جس: Hissettirmeden dokunmak)

بَسّ kelimesi ‘katık’ demektir. Ekmeğe veya ana yiyeceğe sürülen ve onu lezzetli hale getiren şeydir. Kur’an’da kıyametin tasvirinde dağların düzleşmesi (Vakıa, 56/5) anlamındadır.

مسس Kökü  بسس kökünden dönüşmüştür, ‘sürmek’ anlamındadır. Kur’an’da  مسس61, بسط 25 defa geçer. Toplam 86 (2*43) eder.

Burada azabın hafifliğine delalet eden birkaç husus vardır. Sana azap mess edecek diyor. Şöyle gelip geçecek demektir. Azap derinden ve uzun olmayacak demektir. عَذْب  aslında ‘tatlı’ demektir. Yani acıtıcı olmaktan ziyade sonunda zevk verici bir azap olacak. عَذَابٌ nekredir, en azına işaret eder. Edecektir demiyor, edeceğinden korkuyorum diyor. Böylece İbrahim Peygamber babasına olan saygısını sonuna kadar götürüyor. Sonu kötü olur. Ben senin kılına dokunulmasını istemem. Çok az da olsa ben istemiyorum, korkuyorum diyor.

Biz de aynı şekilde konuşmalıyız. Musa Peygamber’e ne diyor; “قَوْلًا لَيِّنًا söyleyin” (Taha, 20-44) diyor çünkü o belli bir makamda oturmaktadır. Halk onun etrafında toplanmaktadır. Onun halkın nazarında otoritesinin sarsılmasını istememektedir. Ne kadar kötü olursa olsun o kendisini değil bir topluluğu temsil etmektedir.

Herkes Erdoğan’a saygılı olmalıdır ama devlet de seçilmişlere saygılı olmalıdır. HDP’lilerin hapishanede olmaları yanlıştır. Sovyetler kırk milyon insan öldürdü ama şimdi yaşamıyor. Silah sadece savunmada kullanılır. 15 Temmuz gecesi kullanılan silah meşrudur. Ondan sonraki olağanüstü halde yapılanlar meşru değildir.

مِنَ الرَّحْمَنِ

MiNa elRaXMANı (MiNa eLFaGLAvNı)

“Rahmandan”

Rahman’dan gelen azap. Hem rahman hem de azap. Çocuk tehlikeye doğru ilerlerken yakalar geri çekersin yahut bağırırsın. İşte, Rahman’ın azabı da budur, azap ettiği kimseyi daha büyük bir kötülüğe karşı korumaktadır. Rahman’dan gelen bir azaptır. Sana azap dokunacak ama bu azap sana rahmet olacaktır. Yahut başkasına merhamet etmek için seni cezalandırmaktadır çünkü sen onun rahmetine mani oluyorsun.

فَتَكُونَ لِلشَّيْطَانِ وَلِيًّا (45)

FaTaKUvNa LielŞaYOAvNı VaLiyYan (FaTAFGaLu LieLFaGLAvNı FaGIyLan)

“Şeytana veli olman sebebiyle”

Allah senden desteğini kesince sen bataklığa düşersin. Onların dayanışmasına geçersin. Sonra seni onlar koruyacaktır.

Burada anlatılan çok önemli bir durumdur. İnsanlar iki parti halindedir. Partilerden biri Allah’ın partisidir, diğeri ise şeytanın partisidir. Karşı partiye geçmiş olursun. Benim korkum budur.

Burada şeytan üçüncü defa tekrar edilmiştir. Şeytanın üç farklı görevi vardır. Bu ne demektir? Bir kimse üç kişinin avukatı ise onun dört kişiliği vardır. Biri kendisidir, diğerleri de diğer üç kişinin kimliğini taşımasıdır. Eğer avukat bir kişinin davasına bakıyorsa o tek avukattır, aynı dosyada avukat olarak geçer ama ayrı kişilerin avukatı ise o davadaki kişi sayısı kadar kişiliği vardır.

Şeytan da değişik kimselerin avukatı durumundadır. Onun için zamir yerine الشَّيْطَانِ kelimesi tekrar edilmiştir. Rahman da öyledir. Allah kötülerin de rahmanıdır ama onların davası ayrı mahkemede görülür.

Biz muhasebe yaparken kişinin temsil ettiği kimseler için ayrı ad kullanırız. Falanın avukatı filan deriz, falanın kefili filan deriz, falanın vekili filan deriz, şu kurumun sorumlusu filan deriz. Kur’an da bu usulle bize ayrı kişilerin konuştuklarını ifade etmektedir.

 

YORUM

Kur’an kıssaları anlatmaktadır. Kıssalardan her biri bir kurumdur, bir müessesedir. Bunda bir ihtilafımız yoktur. Ne var ki bunların hiçbirisi hayal değildir. Hepsi olmuş vakalardır. Ayetler vakaları anlatmaktadır. Önce takdir edilir, sonra insanlar o yazılı kaderi yaşarlar. Sonra da Kur’an o olanı kıssa olarak anlatır.

Bir konferansta حَدِيد kelimesinin ebced hesabı ile 26 ettiğini anlattım. Bu konuşmayı Prof. Dr. Ali Özek’in başkan olduğu İSAV’da (İslami İlimler Araştırma Vakfı) yaptım. O zaman dostluğumuz devam ediyordu. Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu “Nasıl olur, Kur’an sonra nazil olmuştur.” demişti. Cevap verdim, Kur’an’ı gönderen o kelimeyi Araplara öyle öğretti. Bir daha da İhsanoğlu ile karşılaşmadım. Ben bu kardeşlerimi seviyorum, bundan dolayı üzülüyorum. İbrahim’in babası için üzüldüğü gibi üzülüyorum. Oysa Prof. Dr. Ali Özek bizimle çalışmaya devam etseydi, Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu bizimle diyaloğa tenezzül etseydi, Türkiye bugünkü perişan halini yaşamazdı.

Kanuni Sultan Süleyman tüm fermanların fetvalarını tabutuna koydurmuş. Neden diye sorulunca; ben hep ulemadan fetva alarak bu fermanları yayınladım demiştir.

Bugün Cumhurbaşkanımızın doğruları ve hataları varsa, benim çok sevdiğim ve Erdoğan’ın da çok saygı duyduğu Sabahattin Zaim ve Hayrettin Karaman’ın ona yol göstermesinden ileri gelmektedir. Devlet adamları ilim adamlarına tahammül etmelidirler, bilenleri yanlarında bulundurmalıdırlar.

Saygılı olmak başka bir şeydir, gerçekleri söylemek başka bir şeydir. Benim söylediklerimde hatalar olabilir ve şüphesiz hatalar vardır ancak ben kasten hata yapmamaya çalışıyorum. Bu sebeple AK Parti’nin yaptıklarını eleştiriyorum ama onları çok seviyorum. Eğer birilerini eleştirmiyorsam onlarla bir yakınlığım yoktur, haksızlık etmiş olurum diyerek onları eleştirmiyorum.

 

Öz Türkçesi ile:

“Ey benim babam, ben sana şeytanla arkadaş olman sebebiyle esirgeyenden gelen bir üzüntünün dokunacağından korkuyorum.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ya ebim, ben şeytana veli olman sebebiyle sana Rahman’dan bir azabın mess etmesinden havf ederim.”

 

YAv EaBaTi EinNIy EaPAvFu EaN YaMasSaKa GaÜAvBun MiNa elRaXMAvNı Fa TaKUvNa Li elŞaYOAvNı VaLiyYan

يَاأَبَتِ إِنِّي أَخَافُ أَنْ يَمَسَّكَ عَذَابٌ مِنَ الرَّحْمَنِ فَتَكُونَ لِلشَّيْطَانِ وَلِيًّا (45)

 

***