MERYEM SURESİ TEFSİRİ(19.SURE)
Süleyman Karagülle
891 Okunma
MERYEM SURESİ TEFSİRİ 51-57.AYETLER

***

 

MERYEM SÛRESİ - 10. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

***

 

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مُوسَى إِنَّهُ كَانَ مُخْلَصًا وَكَانَ رَسُولًا نَبِيًّا (51) وَنَادَيْنَاهُ مِنْ جَانِبِ الطُّورِ الْأَيْمَنِ وَقَرَّبْنَاهُ نَجِيًّا (52) وَوَهَبْنَا لَهُ مِنْ رَحْمَتِنَا أَخَاهُ هَارُونَ نَبِيًّا (53) وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِسْمَاعِيلَ إِنَّهُ كَانَ صَادِقَ الْوَعْدِ وَكَانَ رَسُولًا نَبِيًّا (54) وَكَانَ يَأْمُرُ أَهْلَهُ بِالصَّلَاةِ وَالزَّكَاةِ وَكَانَ عِنْدَ رَبِّهِ مَرْضِيًّا (55) وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِدْرِيسَ إِنَّهُ كَانَ صِدِّيقًا نَبِيًّا (56) وَرَفَعْنَاهُ مَكَانًا عَلِيًّا (57)

 

***

 

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ

Va üÜKüR FIy eLKiTAbBı (Va üFGuL Fiy eLFiGAvLı)

“Ve Kitap’ta zikret”

“Kitap’ta zikret” beyanları yalnız bu surede geçmektedir. “Onlara Nuh’un nebeini tilavet et”, “Nebe ityan etti”, “Nebe ciet etti” şeklinde beyanlar vardır. Buralarda, yalnız buralarda, “Kitap’ta zikret” denmektedir. الْكِتَابِ marifedir. Başka karine yoksa الْكِتَابِ dan kasıt Kur’an’dır. Bununla beraber اُذْكُرْ فِيهِ diyebilirdi, hatta وَإِبْرَاهِيمَ diyebilirdi. الْكِتَابِ marife olarak zikredildiğine göre bu Kitap Kur’an değil başka kitap da olabilir.

O takdirde bu peygamberlerden her birinde dayanışma ortaklığının sözleşmesi olabilir. O takdirde ‘onların sözleşmesinde bu nebileri örnek olarak zikret’ anlamı çıkar. Bunun uygulamadaki anlamını, her peygamberin bir kuruma üsve (أُسْوَة ) olması şeklinde düşünebiliriz. Kur’an’da 24’e yakın peygamber zikredilir. 25 Genel Hizmet’in her birinin bir peygamberi vardır demektir.

Peygamberlerden biri Muhammed’dir. Bu, Genel Hizmet Sorumlusu olan peygamberdir. Diğer 24 peygamberden dördü ilim, ahlak, siyaset ve iktisat peygamberleridir. Bunlar da bellidir. İlimde İbrahim, siyasette Musa, ahlakta İsa ve ekonomide Davut peygamberdir. Ondan sonra 20 peygamber daha vardır demektir.

 

Genel Hizmet Sorumlusu:                  Muhammed

(Âdem, İdris, Nuh, x)

A) İlmi Dayanışma Sorumlusu          İbrahim

(İsmail, İshak, Yakup, Lut)

B) Ahlaki Dayanışma Sorumlusu      İsa

(Zekeriyya, Yahya, x, x)

C) Siyasi Dayanışma Sorumlusu        Musa

(Yusuf, Harun, Elyese, Şuayb)

D) İktisadi Dayanışma Sorumlusu     Davud

(Süleyman, x, x, x)

Hud, Salih, İlyas, Yunus, Eyüp, Zülkifl de yukarıdaki yerlere yerleşmelidir. Bunun için bunların geçtiği yerler araştırılmalıdır. Bunlardan birinin yerine Meryem düşünülebilir.

مُوسَى

MUvSAy (MuFGaLa)

“Musa”

أَسُوّ  ‘ilaç’ demektir. Fiil olarak tedavi etmedir. مُوسَى tedavi edilen anlamındadır.

موسى 136, شوي ise 2 defa geçmektedir. Toplam138 (2*3*23) eder.

ء gücü, س mekânda diziyi, و beraberliği ifade eder.

İsa Peygamber anne rahminde operasyon geçiren biri olarak doğmuştur, Musa Peygamber ise sonradan eğitime tabi tutulmuştur. Önce sarayda eğitilmiş, sonra Şuayb Peygamber tarafından eğitilmiştir.

Musa Peygamber siyasi dayanışma ortaklığı sorumlusu olarak ortaya çıkar.

İnsanlık Anayasası’ndaki taksimi hatırlayacaksınız.

Başbakan, dört başbakan yardımcısı.

İlmi, ahlaki, siyasi ve mesleki dayanışma ortaklıklarının sorumluları.

Bunlardan her birine dörder bakanlık genel hizmet bağlıyoruz.

Toplam 25 etmektedir. 

- İlme (basın, planlama, araştırma ve evrak)

- Ahlaka (yayın, sağlık, denetleme ve zimmet)

- Mesleğe (ulaşım, bakım, ambar ve envanter)

- Siyasete (haberleşme, güvenlik, kasa ve demirbaşlar)

Noter, kontrol, soruşturma ve hakemlik ise başkana bağlıdır.

 

 

 

 

إِنَّهُ كَانَ مُخْلَصًا

EinNaHUv KaVNa MuPLaÖan (EinNaHUv FaGaLa MüFGaLan)

“O muhlas idi”

خلص çekirdek içidir. İlik anlamına da gelmekte, öz manasına da gelmektedir.

خلص Kur’an’da 31, خرص 5 defa geçer. Toplam 36 (22*33) eder.

خ yıkılma, ل belirlilik, ص dayanıklılık ifade eder. Saflaştırılmış anlamındadır.

خَالِص saflaştırılmış anlamındadır. Kur’an’da seçilmişler ve seçenler anlamlarında olmak üzere iki siga da kullanılır. Ayıklayanlar ve ayıklananlar anlamındadır.

“Seçilmiş idi” deniyor. Musa’yı kim seçmiştir?

Ona tabi olanlar onu seçmiş olmaktadırlar. 

İslamiyet’teki seçim ihlas ile olur. Biri der ki; ben sana biat ettim. Bunun anlamı şudur. Sen kime biat edersen ben de ona biat ediyorum. Böylece biat alanlar da biat ederler. Bir kimse yeter sayıda biat alınca o مُخْلَص (seçilen) olmuş olur. İlk biat edenler مُخْلِص (seçen) dirler.

İslam’daki seçim budur.

Ülkemizde eğer 600 milletvekili varsa, nüfusumuz da 80 milyonsa;

80 000 000/600 = 4/3 * 100 000 oyu alan milletvekili seçilmiş olur.

Bütün peygamberler tam bir hukuk düzeni içinde مُخْلَص dirler çünkü onlar kendi mucizelerinden başka hiçbir seçim aracını kullanmadılar. Ne silahla ne para ile zorladılar. Sosyal baskı da yapmadılar.

Parası ile veya silahı ile iktidar olanlar مُخْلَص değil zalimdirler. Biz böyle bir parti istemiyoruz.

“Bana oy verin” diyen parti değil, “biz sana oy verelim” diyenlerin partisini istiyoruz. Bu sebepledir ki Akevler tüm seçimlerde birisini desteklemiştir, ben seçileyim diye bir şey düşünmemiştir. Bizim görevimiz seçilme değil seçmedir.

Biz şimdi kimseye “bizi seçin” demiyoruz. Adil Düzen Partisi’ni kuracağımızı belirtiyoruz. Kendilerinden görüşme istiyoruz. Bizimle görüşmüyorlar. Demek ki nasipleri yoktur.

وَكَانَ رَسُولًا نَبِيًّا (51)

Va KaVNa RaSUvLan NaBiyYan (Va FaGaLa FıGlLan FaGIyLan)

“Ve nebi resul idi.”

Bu surede nebileri anlatırken hepsi için bir sıfat zikretmiştir. İbrahim için صِدِّيقًا نَبِيًّا demiştir, İsa için yalnız  نَبِيًّا demiştir, Harun için yalnız نَبِيًّا demiştir, Musa için رَسُولًا نَبِيًّا demiştir. Sadece İsmail için صَادِقَ الْوَعْدِ ve رَسُولًا نَبِيًّا denmiştir. Musa ile zikretmiş ama Musa’dan da daha ileri bir vasıfla vasıflandırmıştır.

Kur’an dilinin oluşturulmasında İsmail’in görevi çok büyüktür.

Kur’an dili nasıl oluştu?

Bedevi olarak yaşayan Araplar çölde birbirleri ile görüşmeden dolaşıp duruyorlardı. İsmail babası ile birlikte Mekke’de bir konaklama yeri yaptı, gelip geçenleri misafir etti. Mısır’dan gelenler orada konaklar ve Mezopotamya’ya giderlerdi. Burası ilk kervansaray olmuştur. Bu arada Araplar da oraya gelen malları onlara satar, onlardan mal alırlardı.

Böylece Araplar bir yerde toplanıp dağılmaya başladılar. İşte Arapça dili bu sayede gelişti ve uygarlık dili oldu. Uygarlık gelmeden önce dil geldi. Yani insanlar uygarlığı öğrendiler ama henüz yaşamıyorlardı. Televizyonu biliyorlardı ama televizyonu görmemişlerdi. Birbirlerine anlatırken eşyayı gösteremiyorlardı. Zorunlu olarak kendi dillerinde ona bir ifade şeklini buluyorlardı. Bugünkü Kur’an Arapçası böyle doğdu.

İsmail’in görevi bu hizmeti yapmaktı.

Bu bakımdan Hüseyin Kayahan’ın “صَادِقَ الْوَعْدِ demesinin maksadı, yazı dilini oluşturmadır” demesi bunu ifade der.

Sonra harf dili de buralarda bulunmuştur. Musa Sina’da levhaları (İbrahim’in sahifelerini) bulmuştu, bunu harf diline çevirmişler, böylece İbrahim ve İsmail çivi yazısını yaygınlaştırmışlardır. Musa da harf yazısını yaygınlaştırmıştır.

Burada كَانَnin tekrar edilmesi demek, “seçme ve seçilme ayrı, resul ve nebi olma ayrı şeydir” demektir. Bir insan âlim olur, nebi olur. Bir kimse görevli olur, resul olur. مُخْلَص ise seçilmiş kimsedir. Bütün âlimler nebidirler. Ancak bunların üçte biri مُخْلَص dir. Diğerleri ise imtihanla o rütbeyi elde etmiştir ama kendisine biat edilmemiştir. مُخْلَص olamayanlar hizmet yaparlar ama kamu yetkisini kullanamazlar. مُخْلَص olanlar kamu yetkisini kullanırlar.

 

YORUM

Musa Peygamber bir kavmi alarak kırk yıl çöllerde dolaştırmıştır. Muhammed Peygamber de muhacirlerle Medine’ye gitmiştir. İşte, مُخْلَص olan, seçilmiş olan budur. Biatte bu derece bağlılık yoktur. Kişi her zaman hicret eder. Oysa إِخْلَاص ta artık terk etme bile yoktur.

Kuracağımız yüz lojmanlı apartmanlar مُخْلَص lerden oluşacaktır. Yöneticileri مُخْلَص olacaktır. Önce oraya katılıp, girdileri ile apartmanı yapanlar kendi istekleri ile katılmışlardır, istedikleri zaman da ayrılabileceklerdir. Yani ortaklık kuran kimseler ayrılmak isteyen ortakların paylarını hesabi değeriyle ödemek durumundadırlar. Ortak olanlar مُخْلِص dir. Müteahhit مُخْلَص dir.

Kooperatif dayanışma ortakları tarafından imtihan yapılarak ‘teminatlı apartman sorumlusu olma ehliyeti’ verilmelidir. Bu da bir إِخْلَاص dır. Dayanışma sorumlusu مُخْلَص, yönetici مُخْلَص dir. Yapı مُخْلَص i kat مُخْلَص lerini belirler. Kat مُخْلَص leri yani katın sakinleri مُخْلَص olurlar. Böylece katlar مُخْلَص lerle dolar.

Katta oturanlar oranın kıyam mülkiyetine sahip olanlardır. Sözleşme gereği oturmaktadırlar. Kat sorumluları gerektiğinde ortaklarını ortaklıktan çıkarabilirler. Ortaklar da her zaman ortaklıktan ayrılabilirler. Kıyam mülkiyeti ile ilgili haklar eda olunur.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve Bilgi’de Musa’yı da an. O arınmıştı ve ulak elçi idi.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve Kitap’ta Musa’yı da zikret. O muhles idi ve nebi resul idi.”

 

VaÜKuR Fiy eLKiTAvBi MUvSAy EinNaHUv KavNa MuPLaÖan Va KAvNa RaSUvLan NaBiyYan

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مُوسَى إِنَّهُ كَانَ مُخْلَصًا وَكَانَ رَسُولًا نَبِيًّا (51)

 

***

 

وَنَادَيْنَاهُ

Va NAvDaYNAvHu (Va FaGaLNAvHu)

“Ve ona nida ettik”

Medyen’den eşi ve çocukları ile çıktığında bir vadide nida olunmuştur. Ona nida olunmaktadır ve Musa Allah’la konuşmaktadır. Onu ateş olarak görmüştür. O taraftan ses olarak gelmektedir.

نَادِي halkın toplandığı yerdir. Toplanmadan önce toplantıya yüksek sesle çağırmaya نِدَاء denmiş, daha sonra çağırma fiilinin mastarı olmuştur.

Kur’an’da ندو 53, ندم 7 defa geçmektedir. Toplam 60 (22*3*5) eder.

ن belirsizliği, د çevreyi, و birliği ifade eder.  

قَالَ لَهُ, نَادَاهُ, دَعَاهُ birbirine yakın kelimelerdir. Kavilde teklif ve icap vardır. Nida ve duada ise tek taraflı istek vardır. Muhatabın kabul ve reddi ile alakalı değildir. Nida eşit kimselerin birbirlerini davet etmesidir. Dua ise astın üstten istediğidir. Emir ise üstün asttan istediğidir.

مِنْ جَانِبِ الطُّورِ الْأَيْمَنِ

MiN CAvNiBi elOUvRı eLEaYMaNı (MiN FAvGıLı rLFuGlı eleLEaFGaLi)

“Eymen Tur’un canibinden”

الْأَيْمَنِ ‘En sağ’ demektir, ism-i tafdildir. Güneş’in doğuş tarafına dönülür ve sol cihete شِمَال, sağ cihete يَمِين denir.

Burada mukaddes Tuva (طُوًى) vadisinin güneyindeki Tur Dağı’ndan nida etmektedir.

طَيْر ‘kuş’ demektir. Kutuplar arası uçan kuşların konakladıkları yüksek yaylalara طُور denmektedir.

طُور karakter demektir. “Kitabı mestur” kromozomlar üzerinde yazılı DNA’lardır.

Kur’an’da  طور11, طير ise 29 defa geçer. Toplam 40 (23*5) eder.

جَنْب ‘yan’, ‘yan taraf’ demektir. Bedenin yanıdır.

جنب Kur’an’da 33, جرف 1 defa geçer. Toplam 34 (2*17) eder.

ج toplanmayı, ن genelliği, ب geçidi ifade eder.

Musa Peygamber ehli ile bir vadide konaklamaktadır. Buranın güneyinde bir yayla var, bir düzlük var, o taraftan ses geliyor. Bu vadi Tuva Vadisi’dir.

Güney canibinden.

طُور kelimesini tam olarak kavrayabilmemiz için Tur Suresi’ndeki ilk ayetleri yorumlamamız gerekmektedir.

وَالطُّورِ (1) وَكِتَابٍ مَسْطُورٍ (2) فِي رَقٍّ مَنْشُورٍ (3) 

İnsanın beyninde dizilmiş çekirdek DNAları vardır. Bunlar hat üzerine dağılmışlardır. İnsan beyninde bilgisayar vardır. Bunlar 01’leri oluştururlar. Bunlar alan üzerinde yayılmıştır. Bunlar رَقٍّ مَنْشُورٍ dur. Bir kâğıt gibidir. Kâğıdın üzerine 01’ler yerleştirilmiştir. Bunlar كِتَابٍ مَسْطُورٍ dur. Bu كِتَابٍ مَسْطُورٍdediğimiz şey, رَقٍّ مَنْشُورٍ olan bir maddedir. Bunların insan beyninde oluşturduğu kavramlar vardır, tavırlar vardır. Bunlar الطُّورِ’dur. 

طُور yüksek yerdir. Musa bir vadidedir. Bu vadinin güney tarafında Tur Yaylası vardır. Ses oradan gelmektedir. Ateş orada görünüyor.

Musa Peygamber Medine’ye gitmiş ve orada evlenmiştir. Sonra oradan ayrılmış ve Arafat’a gelmiştir. Arafat’ın coğrafi durumunu bilmiyorum. Arafat bir yayla şeklinde düzlük olmalıdır. Musa Peygamber mukaddes vadinin güney tarafında olmalıdır. Oranın o tarihte ormanlık olması gerekir. Yapacağımız araştırmalarla orada geçmişte ormanın olup olmadığını tespit edebiliriz. Kur’an’da geçen Tuva vadisi ile Tur yaylasının vasıflarına uyan yer üzerinde araştırma yapılmalıdır.

Bununla beraber bu ses gerçekten bir dağdan, bir vadiden değil, beyindeki tavrı, turu belirleyen yerden gelmektedir. Yani Allah Musa’ya رَقٍّ مَنْشُورٍ üzerindeki مَنْشُور  satırlara   الطُّورِ الْأَيْمَنِ   da hitap etmektedir. Buradaki الْأَيْمَنِ de mecazi manadadır. Bu şekilde rivayetler vardır.  Bu mana da doğrudur ama hakiki mana da doğrudur.

وَقَرَّبْنَاهُ نَجِيًّا (52)

Va QarRaBNAvHu NaCıyYan (Va FagGaLNAvHu FaGıLan)

“Ve onu neciy olarak takrib ettik.”

تَقْرِيب ‘yaklaştırmak’ anlamındadır. ‘Suyun içine konduğu kap veya tulum’ demektir. Daima kişinin yanında taşındığı için yakın anlamında kullanılmıştır. Zamanda yakınlık veya nesebte yakınlık anlamına gelir. اِقْتِرَاب ‘yaklaşmak’ demektir. Kendi kendine yaklaşmak anlamına da gelir.

ق kuvveti, ر tekrarı, ب geçidi ifade eder.

نجو suların bastığı alanlarda suyun ulaşamayacağı yüksek yerlerdir. Setler arasında ada şeklinde görünenlerdir. İki manaya gelmiştir. Biri, halktan uzak olmadır. Kapalı veya gizli görüşmedir. Biri de selden boğulmaktan kurtulma anlamındadır. 

ن Belirsizliği, ج toplanmayı, و  beraberliği ifade eder.

نَجِيًّا kelimesi Kur’an’da iki defa geçmektedir. “Onu yaklaştırdık” tek başına denmektedir. Peygamberler için ayrı ayrı vasıflar getirmektedir. Musa Peygamber نَجِيًّا olarak tavsif edilmiştir. Muhammed Peygamber ise الْأُمِّيّ olarak tavsif edilmiştir. Hizmetlerde bunların ne tür görev aldığını tespit ederken bu vasıflarını da değerlendirmemiz gerekir. Musa تَقْرِيب edilmiştir. Necata erdirilmiştir. Suya konmuş ve sudan kurtarılmış, saraya yaklaştırılmış, akraba yapılmıştır. Burada Musa’nın yetiştiriliş şartına bakılmaktadır. Musa sarayda yönetimi öğrenmiştir, Şuayb’da da şeriatı öğrenmiştir, özel olarak yetiştirilmiştir. 

Şimdi siz kendi hayatınızı düşünün. Bu duruma nasıl geldiniz. İlk baktığınızda bunlar birer rastlantıdan ibarettir. Oysa bunların hepsi takdiri ilahi ile olmaktadır. Allah sizi bir görev için var etmiştir. O görevi yerine getirmek için gerekli imkânları sağlamıştır.

Her insanın hayat hikâyesini yazsak, onun o şekilde olması için geçen olayların hep plan ve proje içinde olduğunu görürüz.

 

YORUM

İlahi kitaplar ve arkeolojik araştırmalar şunu göstermektedir ki dünyanın değişik yerlerinde değişik olaylar cereyan etmektedir. Değişik zamanlarda değişik peygamberler gelmiştir. Birbirinden uzak ve ayrı ayrı olaylar olmuş ama sonunda birlik ve düzen doğmuştur.

Diyelim ki Darwincilerin dedikleri olsun ve her canlı kendisini korumak için evrimleşmiş olsun. Evrimleşenler yaşadı, evrimleşmeyenler elendi gitti. Birbirinden farklı evrimler nasıl oldu da sonunda birlikte evrim oldu. Arı evrimleşti, çiçekler de evrimleşti. Nasıl oldu da birbirini tamamladı?

Sermaye’nin dolarları aşkına insanı inandırdıkları ateizm, Kur’an tarafından çok kesin delillerle çöpe atılır hale getirilmektedir. Sermaye’ye cevap verilmeyince; “bunların anlattıkları hikâyedir, insanların uydurduğu masallardır; Musa, İsa, hatta Muhammed bile yaşamamıştır” demektedirler. Hala Hong Kong ekolü “Kur’an Muhammed’den 200 sene sonra yazılmıştır, orada anlatılanlar ve hadisler hayalidir” diyor, “varlıkları tarihi değildir” diyor. Sermaye beyinleri böyle zehirlemiştir.

Oysa bunların hiçbirisi hayal değildir. Hepsi yaşanmıştır. Bugün de yaşanmaktadır. Bugün on milyara yakın insan vardır. Bunların büyük uygarlıkları vardır. Bunların hepsi bir peygambere inanmaktadır. Dini kitapları vardır. Bunlar durup dururken ortaya çıkmamıştır. Bugün gerçekte vardırlar. Başka bir izah bulamadığımızda onların atalarının da varlıklarını kabul etmek zorundayız. Müspet ilme aykırı olanları reddedebiliriz. Değişik rivayetlerden birisini tercih edebiliriz. Bunların varlıklarını inkâr edemeyiz. O zaman sebepsiz sonucu kabul etmiş oluruz yahut sonuçlara sebep aramalıyız.

Müspet ilmin temel dayanağı şudur; sebepsiz sonuç olmaz. İlk sebep ispat edilmez. En aza indirilir.

Bu ayetin delalet ettiği en önemli husus şudur; Allah her insanla ayrı ayrı ilgilenmekte, herkese ayrı görevler vermektedir. Nasıl herkesin siması farklı ise, parmak izleri ayrı ise, DNA birlik içinde ayrılığı gösteriyorsa, her insanın görevi, kişiliği ve varlığı da ayrı ayrıdır.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve onu güney yakanın yönünden çağırdık ve onu kurtuluş için yaklaştırdık.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve ona eymen turun canibinden nida ettik ve onu neciyyen takrib ettik.”

 

Va NAvDaYNavHu MiN CAvNıBı elOUvRi eLEaYMaNı Va QarRaBNAvHu NaCıyYan

وَنَادَيْنَاهُ مِنْ جَانِبِ الطُّورِ الْأَيْمَنِ وَقَرَّبْنَاهُ نَجِيًّا (52)

 

***

 

وَوَهَبْنَا لَهُ مِنْ رَحْمَتِنَا

Va VaHaBNAv LaHUv MiN RaHMaTiNAv (Va FaGaLNAv LaHUv)

“Ve ona rahmetimizden hibe ettik”

وهب yağmur sularının toplandığı çukurdur. Sular dereden veya kuyudan taşınarak temin edilirdi. Ayrıca çukur sarnıç yapar yağmur suları orada toplanırdı. İşte burada toplanan sulara هِبَة, bu çukura da مَوْهِبَة denmektedir.

Kur’an’da وهب 25, ءوب 17 defa geçmektedir. Toplam 42 (2*3*7) eder.

و birliği, ه boşluğu (eksikliği), ب de geçidi ifade eder.

“Rahim” bebeğin doğana kadar geliştiği yerdir.

Kur’an’da  رحم339, رخو 1 defa geçmektedir. Toplam 340 (22*5*17) eder.

ر tekrarı, ح hareketi, م maddeyi ifade eder.

Rahmet (رَحْمَة) vardır, nimet (نِعْمَة) vardır. Rahmet belirli iyilikleri ifade eder. Nimet ise canlılıkla ilgili iyilikleri ifade eder. 

İnsanlar birlikte iş yapabilirler. Tek başına iş yapmak mümkün değildir. Bundan dolayıdır ki bir iş yapacaksanız önce işi sizinle beraber yapacak arkadaş veya ortak bulacaksınız. Onunla çalışmaya başlayacaksınız. Böylece ekip olunacak.

“Ekip olma işini kuranı hibe ettik” diyor. Yani Allah size arkadaş veya ortak ihsan eder. Buna “hibe ettik” diyor. O halde şimdi biz Allah’ın birbirimize hibe ettiği kimseleriz. Allah bizi birbirimize hibe etmiştir. Hayatınızı düşününüz, hep arkadaşlarla, ortaklarla iş yapmış oluyorsunuz. Arkadaşlık karşılıksızdır. Ortaklık iki şekilde olur.

Bir şirketin hisse senedini alırsanız o şirkete ortak olmuş olursunuz. Bu malda ortaklıktır. Burada hibe yoktur. Karşılıklı alışveriş vardır.

Bir de bir kimseye şahsen ortak olursunuz. Birlikte iş yapmaya başlarsınız. Burada karşılık yoktur, hibe vardır. Tüm sosyal yapılaşmalar böyledir. Şimdi bu semineri beraber okuyanları birbirlerine Allah hibe etmiştir. Harun Musa’dan daha büyüktür ama ona tabidir.

Peygamberler cemaatlerini böyle oluşturdular. Akevler böyle kurulduğu gibi Millî Görüş ve Risale-i Nur ekolü de böyle doğdu. Şimdi Allah’a dua ediyoruz, Yalova’daki ahşap evlere Allah ortaklar hibe etsin.

أَخَاهُ هَارُونَ نَبِيًّا (53)

EaPAvHu HAvRUvNa NaBiyYan (FaGaLaHUv FavGUvLa FaGIyLan)

“Ehisi Harun’u nebi olarak”

Burada başbakanların ve bakanların durumlarını anlatmaktadır. Harun Musa’nın veziridir, yük arkadaşıdır. Ne var ki onun emrinde değildir. Kendisi de nebidir ve vahiy almaktadır.

Biz de İnsanlık Anayasası’nda böyle bir hükmü istinbat ettik. Cumhurbaşkanını meclisin ilmi şurası sıralama usulü ile seçer. Cumhurbaşkanı bölgelere komutanları atar. Komutanlar atandığı bölge dışındaki halktan biat alırlar. Yeter sayı buldu mu ordu komutanları atanmış olur. Tüm ülkede ordu komutanları atanınca başkanlık kesinleşir. Ondan sonra cumhurbaşkanı başbakanı yani başveziri atar. Başvezir vezirleri atar. Her vezir meclisten kendisini destekleyecek yeter sayıda milletvekilini bulur. Böylece hükümet kurulmuş olur.

Musa Peygamber kardeşinin vezir olmasını istemiş, Allah da onun vezirliğini kabul etmiştir. Allah’ın halifesinin mecliste hükümeti kurmuş olması ile meclis kabul etmiş olur. Ekseriyetle değil, tüm meclisin ittiba etmesi ile kabul etmiş olur.

Buraya kadar anlattıklarım hükümetin kurulması ile ilgilidir. Burada “ona nebi olarak Harun’u hibe ettik” diyor. Harun aynı zamanda nebidir. Musa’nın sünneti ile değil, kendisine gelen vahiy ile vezirlik yapmaktadır. O halde vezirler başkanlara karşı değil meclise karşı sorumludurlar. Meclis ekseriyet parmağı ile muhakeme etmez. Hakemlerden oluşan yüce divana dava açma yetkisi ile denetlemiş olur.

Hayvanları bağladıkları ipin iki ucuna konmuş kazıklardan her birine آخِيَّة denir. Sonra aynı anneden veya aynı babadan doğmuş kimseler أَخْ olarak adlandırılmıştır. Kur’an’da “dinde kardeşlik” (إِخْوَانُكُمْ فِي الدِّين) tabiri de geçmektedir.

ء gücü ifade eder. و birliği ifade eder. خ de kısıtlamayı ifade eder.

 

YORUM

Kur’an bir yasa değildir. Orada yazılanlar hükümler değil delillerdir. Hükümleri içeren yasalar insanların anlaştıkları sözleşmelerdir. İnsanlar hem kişiliklerini korurlar hem de topluluk oluştururlar. Yaşama ve çalışma kurallarını kendileri koyarlar. Bu onlara özgürlük sağlar. Bu sayede uygarlaşma olur ama ondan sonra sözleşmelere uymak zorundadırlar. Bu da birliği sağlar. Bu surede şimdiye kadar geçen 6 الْكِتَاب kelimesi  Kur’an değil Kur’an’dan istidlal edilip yapılan sözleşmelerden oluşan kitaplardır. Bugün nasıl medeni kanun, borçlar kanunu, muhakeme kanunları varsa, İslam şeriatında da 25 kitap vardır. O kitaplar Kur’an’a dayanmaktadırlar ama Kur’an değildirler. O kitaplara göre topluluk yaşar. ‘Musa’yı zikret’ demek, ‘onun yaptıklarına göre yasaları yap’ demektir.

Ocak, bucak, il, ülke ve insanlık kademelerinde merkez bucak ve ocaklar vardır. Bunların meclisleri var, yöneticileri var, uygulayıcıları var, denetleyicileri vardır. Mecliste yasalar yapılır. Her kademedeki hükümet bağımsız olarak bu yasaları kendi yorumlayarak uygular. Buna yürütme diyoruz. Aralarındaki ihtilaflar hakemler yoluyla çözülür. Buna yargılama diyoruz. Yargı kararlarına uymayanlar yönetim tarafından yola getirilir.

İşte devlet budur.

AK Parti’nin bu Adil Düzen’i getirmesi gerekirken, başkanlık uydurması ile yıllarını harcıyor.

Anayasa cumhurbaşkanına kararları yayınlama yetkisini vermiştir. Hatta görevli kılmıştır. Bunu 2019’a ertelememiştir ama bugüne kadar bir kararname çıkmadığı gibi buna ihtiyaç da duyulmamıştır çünkü yasa bir ihtiyaçtan doğmamış, birilerinin dayatması ile oluşmuştur.

Okuyucularımın görüşümü bilmeleri gerekir. Sermaye başkanlık sistemini dayatmıştır. Kendisi daha kolay Türkiye’yi yönetecekti. Askerler direnme yerine öne alıp ona kendilerinin yön vermesini istediler. Bahçeli’ye talimat verdiler. O da görevini yaptı.

İşte anayasa oylaması budur.

Askerler siyaseti de savaş metodu ile götürmeye çalışıyorlar. Hata ediyorlar. Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası ile bu hata düzeltilmelidir.

 

Öz Türkçe ile

“Ve ona esenliğimizden kardeşi Harun’u ulak olarak bağışladık.”

Kur’an kelimeleri ile

“Ve ona rahmetimizden ehisi Harun’u nebi olarak hibe ettik.”

 

Va VaHaBNAv LaHUv MiN RaXMaTiNAvHavRUNa NaBiyYan

وَوَهَبْنَا لَهُ مِنْ رَحْمَتِنَا أَخَاهُ هَارُونَ نَبِيًّا (53)

 

***

 

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ

Va üÜKüR FIy eLKiTAvBı (Va üfFGuL Fiy eLFiGAvLı)

“Ve Kitap’ta zikret”

الْكِتَابِ tekrar edilmiştir. اُذْكُرْ tekrar edilmiştir.

Bunun anlamı şudur. Her Genel Hizmet’in ayrı kanunu olacaktır. Bunlar ayrı ayrı şuralarda hazırlanacaktır. Hepsi Kur’an’a dayanacak ama içeriği farklı olacaktır çünkü her hizmetin yasası farklıdır. Her birinin hazırlandığı, tartışıldığı ve sonunda kabul edildiği yer başka yerlerdir. Kitap da farklıdır. Müzakere şekli farklıdır. Müzakere edenler ayrı kimselerdir.

Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası’nda bunlar zikredilmiştir. Devlet Planlama Teşkilatı bir Genel Hizmet’tir. Doğrudan meclise bağlıdır. Üniversiteler de Devlet Planlama Teşkilatı’na bağlıdır. Yasalar içtihat ve icmalarla hazırlanır, serbest sözleşmelerle oluşur. Meclisteki ilgili şura tarafından tartışılır. Bunların yenilenmesi de böyledir. Bucaklar kendi yasalarını kendileri yaparlar; iller de öyle, ülkeler de. İnsanlık ise dünyadaki âlimlerin icması ile oluşur.

إِسْمَاعِيلَ

EiSMAvGIyLa (İFGALIyLa)

“İsmail”

İsmail Peygamber ilmi şurayı temsil eder. İlmi dayanışma ortaklıklarını anlatır.

سَمْع işitmek demektir. Kur’an’da dört dayanışma ortaklığı değişik yönleri ile anlatılır.

اِهْتِدَاء İlmî, اِتَّقَاء ahlâkî, اِبْتِغَاء meslekî, اِتِّبَاع siyasî dayanışma ortaklıklarına katılma anlamındadır.

أَحْبَار İlim adamlarını, رُهْبَان ahlak adamlarını, رَبَّانِيُّون meslek adamlarını, قِسِّيسِين  siyaset adamlarını ifade eder.

صَوَامِع Medreseleri, صَلَوَات tekkeleri, بِيَع pazar yerlerini, مَسَاجِد siyasi toplanma yerlerini ifade eder.

شِرْعَة Yasaları, مِنْهَاج tarikatları, مَنْسَك  meslekleri, وِجْهَة  siyaseti ifade eder.

 

DAYANIŞMA ORTAKLIKLARI

Dayanışma Adı

Sorumlu

Merkez

Tazmin Kapsamı

Ahlaki Dayanışma Ort.

Minhac

Ruhban

Salavat

İhmal

İlmi Dayanışma Ort.

Şir’a

Ahbar

Sevami’

Bilgisizlik

Mesleki Dayanışma Ort.

Mensek

Rabban

Biye’

Beceriksizlik

Askeri Dayanışma Ort.

Viche

Gıssis

Mescit

Kasıt

 

Bunlar mecliste şuraları oluştururlar.

“İsmail” Sevami’nin  usvesidir.

“İsmail, İsrail, İbrahim” aynı kalıptandır. İbrahim’in sonunda م vardır, bunlarda ise ل vardır. م milleti, ل  ise meclisleri temsil etmektedir.

Üçüncü binyıl uygarlığının ahlaki merkezi Mekke, mesleki merkezi ise İstanbul olacaktır. Siyasetin ve ilmin ise merkezi olmayacaktır. Her devletin ayrı ordusu ve her ülkenin ayrı üniversitesi olacaktır.

Arapça dili ilim dili olacaktır. Üçüncü binyıl uygarlığı böyle oluşacaktır.

إِنَّهُ كَانَ صَادِقَ الْوَعْدِ

EinNaHuv KAvNa ÖAvDıQa eLVaGDi (EinNaHUv FaGALa FAvGıLa eLFiGLi)

“O va’din sadıkı idi”

İbrahim ve İdris için صِدِّيقًا dendiği halde, İsmail için صَادِقَ الْوَعْدِ denmiştir.

“Va’din sadıkı” idi. الْوَعْدِ marifedir. O halde صَادِقَ da marifedir. Bir şey vadetmiştir de o va’d yerine gelmiştir.

Bir toplulukta bir işi başarmak için bazı şartlara ihtiyaç vardır.

1) Zarar etseniz de başladığınız hayırlı bir işi yapmaktan vazgeçmeyeceksiniz. Sebat edeceksiniz, sabredeceksiniz.

2) Vaadinizde duracaksınız, zarar etseniz de söz verdiniz mi mutlaka onu yerine getireceksiniz. Herkes bilecek ki, bu söz verdi mi o iş olur.

3) İşe başlarken kendinize ortaklar bulacaksınız, tek başınıza hiçbir işe başlamayacaksınız. Bulduğunuz kişiler sizi terk eder ve başka işe başlarlar ama siz bırakmayacaksınız, yeni ortak ve yeni arkadaş bulacaksınız, sebatla devam edeceksiniz.

4) Gayeniz para kazanmak olmamalıdır. Gayeniz iş yapmak olmalıdır. Parayı iş yapmak için kazanırsınız. İşi para kazanmak için yapmazsınız. İnsanlar günlük kazanca o kadar dalmışlardır ki ne kendilerinde ne de birlikte çalıştıkları kimselerde bu şartlar bulunmaktadır.

وَكَانَ رَسُولًا نَبِيًّا (54)

Va KAvNa RaSUvLan NaBiyYAn (Va FaGaLa FaGLan FaGIyLan)

“Ve nebi resul idi.”

Hacer oğlunu alarak Allah’ın emrine uymuş ve Mekke’de yerleşmiştir. Orada bir misafirhane yapmışlar ve o vesile ile orası merkezileşmeye başlamıştır. Kendisi hem nebidir hem de resuldür. Nasıl olmuş da insanları oraya toplamıştır?

 

YORUM

Siz, seminerleri takip edenler, siz kim olduğunuzu bilmelisiniz. Allah’ın yeryüzündeki halifesisiniz. O’nun görevlisisiniz. Bu dünyaya geldiniz. Görevlerinizi yapacak ve buradan ayrılacaksınız. Görevlerde gösterdiğiniz sadakate göre cennette mekânınız olacaktır.

O halde her okuyucu “benim görevim nedir?” diye düşünecek.

Allah beni niye yarattı, bu dünyaya niye getirdi, benden ne yapmamı istiyor diyecek ve ona göre görev yapmaya başlayacak.

Ben şimdi sizin görevinizi söylüyorum.

İlk işiniz Kur’an derslerine başlamaktır. Birlikte Kur’an’ı okumalı ve aranızda tartışmalısınız. Bunu her akşam yapacak şekilde bir hayat düzenini aramanız gerekir. Günde beş vakit namazı bir arada kılmaya başlayacaksınız. Bu yaşamada Allah’ın emirlerini yerine getirmektir. Namazı gerçekten kılmanızdır. Yani birlikte Allah’ın verdiği görevleri yapmaya talip olmadır.

İkinci işiniz ise birlikte çalışmadır, birlikte üretip tüketmedir. Bu da zekât müessesesidir. Birlikte çalışıp yaşamak birinci görevinizdir. Allah sizden bunu istiyor. Bu sayede siz yaşayacak, ondan sonra da İsmail gibi bir vakıf kuracaksınız ve Mekke’ye bırakacaksınız.

Yüz lojmanlı apartman yapmak sizin hayaliniz olmalıdır. Evleneceksiniz. Ondan sonra eşinizle birlikte uygun bir yere taşınacaksınız. Mekke gibi gayrimeskûn bir yere gideceksiniz. Kendinize bir yer arayacaksınız. Orada bir hizmet ve dayanışma kooperatifi kuracaksınız.

Kur’an düzeni ile çalışan yüz hanelik bir kooperatif. Birçok engeller size bunu yaptırmayacaktır. Dayanacaksınız, direneceksiniz, sonunda başaracaksınız ve bir Kur’an semti bırakıp bu dünyadan ayrılacaksınız. İşte şimdi Allah’ın size verdiği görev budur.

Evet, Zekeriya-Yahya ikilisini, Meryem-İsa ikilisini, Musa-Harun ikilisini, İsmail-Hacer ikilisini örnek alacaksınız ve ortak bir işe başlayacaksınız.

Göreceksiniz ki Allah sizin hiç beklemediğiniz ve bilmediğiniz imkânlar sağlayacak. İnsanları sizin yanınıza gönderecek ve yüz lojmanlı apartman bitmiş, içine insanlar taşınmış, her katta onun görevini yapan insanlar toplanmış olacaktır.

Sizin de çocuklarınız olacak ve oralarda görev almış olacaklardır. Üçüncü bin yıl uygarlığının görevlisi olma zevki içinde yaşayacaklardır. İsmail Peygamber bir aşiretin resulü idi.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve Bilgi’de İsmail’i de an. O sözünün eri ve ulak elçi idi.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve Kitap’ta İsmail’i de zikret. O va’din sadıkı idi ve nebi resul idi.”

 

Va üÜKüR FIy eLKiTAvBı EiSMAvGIyLa EinNaHuv KAvNa ÖAvDıQa eLVaGDi Va KAvNa RaSUvLan NaBiyYAn

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِسْمَاعِيلَ إِنَّهُ كَانَ صَادِقَ الْوَعْدِ وَكَانَ رَسُولًا نَبِيًّا (54)

 

***

 

وَكَانَ يَأْمُرُ أَهْلَهُ

Va KAvNa YaEMuRu EaHLaHUv (Va FaGaLa YaFGaLu EaHLaHUv)

“Ve ehline emreder oldu”

“Dinde zorlama yoktur” (لَا إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ Bakara, 2/256) ayetinin yanında burada “ehline emrediyordu” diyor; başka ayette de “Ehline emret” (Taha, 20/132) deniyor. Bu ilk bakışta aralarında çelişki varmış gibi görünür.

Önce şunu bilmemiz gerekir. Emir cebretme demek değildir. Emir sadece “Bunu yap” demektir. Her emrin yerine getirilmemesi halinde bir cezası vardır. Ne var ki bu cezayı emreden kişi vermez. Emreden sadece ona hatırlatır, “eğer sen bunu yapmazsan cezalandırılırsın” der. Çünkü başka yerlerde senin görevin vardır. Hesabı bize aittir denmektedir.

Bunun dışında birbirine ehil olmak demek verilen sözlerde durmak demektir. Aynı katta oturanlar beraber yaşarken, aynı apartmanda oturanlar beraber iş yaparken birbirlerinin ehlidirler. Oraya katılanlar oranın kurallarına uymak zorundadır; uymayanlar o katı veya o apartmanı terk edeceklerdir.

On beş yaşına gelmeyen çocuklara emredilecektir. Giderlerse tedip edileceklerdir. On beş yaşına gelen kız veya erkeğe artık baskı uygulayamazsınız. O katı veya apartmanı terk etmekle yükümlüdür. Namaz kılmayan ve zekât vermeyenlerin oturduğu apartmana geçecek, orada çalışıp yaşayacaklardır. Oraya hicret edeceklerdir. Hicret demokrasisi dediğimiz budur.

Şayet eş namaz kılmıyorsa, zekât vermiyorsa yani günlük ve haftalık toplantılara katılmıyor ve ürettiklerinden yeryüzü kira payını vermiyorsa, o erkek apartmanı terk etmelidir. Kadın namaz kılmıyorsa, erkek ona namaz kılmayanların apartmanında ev tutacaktır.

بِالصَّلَاةِ وَالزَّكَاةِ

BielÖaLAvTı Va elZaKAvTı (Bil FaGLaTi Va eLFaGLaTi)

“Salat ve zekâtla”

Salat birlikte yaşamayı öğretir. Zekât birlikte çalışmayı öğretir.

İnsanların birlikte iş yapabilmeleri ve bir topluluk içinde yaşamaları için eğitim almaları gerekir. Bu durum beşikten mezara kadar devam eder çünkü insan uygarlaşan varlıktır. Her gün yeniliklerle karşılaşmaktadır. Dün öğrendikleri bugün yetmez. Yenilikleri her gün öğrenmesi gerekir. İşletmeler topluluğa zekât vermek için kurulurlar. Bu sayede herkes yaşama imkânı bulur. Devlet toprağı ile iştirak eder. Çocuklar babalarının emeklerine vâris olurlar. Kendileri de çalışır ve paylarını alırlar. Toprak kirası ile çalışamayanlar veya çalışmayanlar da yaşarlar.

Namaza gelmeyenlere sopa vurulmaz, çalışıp da zekâtını vermeyenlerden de zorla zekât alınmaz ama bazı haklardan mahrum edilirler.

“Adil Düzen”i tam kavramak için salat ile zekâtı iyi kavramak gerekir.

وَكَانَ عِنْدَ رَبِّهِ مَرْضِيًّا (55)

Va KAvNa GıNDa RabBıHIy MaRWıyYan (Va FaGaLa FiGLa FaGLıHIy MaFGuvLan)

“Ve Rabbinin indinde merdi idi.”

رضع ’meme’, ‘biberon’ ve ‘süt’ manalarına gelir. Anne çocuğunu emzirirken yalnız görevi olduğu için emzirmez, aynı zamanda isteyerek ve zevk alarak emzirir. Bir işi yaparken ilerideki çıkarları ve sonuçları düşünerek işi yaparsın ama onu yapmak istemezsin. Örneğin bir hâkim kanunlara uyarak suçluya ceza verir ama “keşke bu suçu işlemeseydi de bu cezayı vermeseydim” der. Bazı işleri de hem görevi olarak yapar ve hem de yaptığından memnun olur. Birincisine irade, ikincisine rıza denir. Burada ع harfi   يharfine dönüşmüştür.

رضي ile اِرْتِضَى arasında fark vardır. “Razı olmak” birisinden yani bir kimseden razı olmakken “irtiza” ise bir fiilden razı olmak anlamındadır.

رضي 73, رضع 11 defa geçer. Toplam 84 (22*3*7) eder.

ر tekrarı, ض zafiyeti, ي kolaylığı ifade eder.

Allah iradesi ile her şeyi yapmaktadır. Rızası ise cezalandırma değil mükâfatlandırmadır. Allah insanlara irade vermiştir. Allah’ın rızası olmasa da iradelerini icra eder. İnsanın yüceliği de buradan gelir; kendi iradesi ile başarma.

 

YORUM

İşe iki kişi olarak başlayacağız. Önce bir aşiret/oba kuracağız. Sonra aşiretimizi karyeye/semte çıkaracak ve kendi karyemizde çalışıp yaşayacağız. Ona yakın karye birleşip bir kabile/bucak olacak ve orada emri bi’l-maruf ve nehyi ani’l-münker oluşacaktır.

Böylece Kur’an düzeninin içinde yaşama imkânı elde edilmiş olacaktır.

Birinci Akevler uygulaması bunu kısmen başarmıştır ama tamamlayamamıştır.

Bunun birinci sebebi bizim bilgisizliğimizdir.

İkinci sebebi birden büyümemizdir.

Üçüncü sebebi zamanı gelmediği ve şartlar oluşmadığı için sonuçlar alınamamıştır.

Dördüncü ve en önemli sebebi ortaklarımızın cari sistemdeki başarıları onların Akevler’i terk etmesine neden olmuştur.

Erbakan, Gül, Erdoğan Akevler’de elde edilen bilgilerle yetişmişler ama cari sistemde başarılı olmaya çalışmışlardır. Gülen de Akevler’deki bilgilerle yetişti. Bunlar Akevler’in öğrencisi değil, doğrudan veya dolaylı kurucularıdır.

Olanların hepsi takdiri ilahi ile olmuştur. Akevler başarsaydı bugünkü ilmi seviyeye ulaşamazdı. Şimdi de eğer başaramıyorsak yeterli bilgimiz yoktur demektir.

Bizim nesil ömrünü doldurdu. Sizin nesli bekliyoruz. Eğer bugün 15 Temmuz’dan dolayı olağanüstü hal ilan edilmiş ve birçok kamu görevlisi haksız yere görevden alınmışsa, Allah’ın bir emridir. Bu zulümleri sona erdirmek için artık Adil Düzen’de iş yapın demektir.

1960 ihtilali sonrasında, DP’li olmadığım halde, beni “Demokrat Partilisin” diye Ankara’daki resmi görevimden attılar da İzmir’e gittim, Akevler öyle kuruldu.

Kimse Erdoğan’a kızmasın, herkes Allah’ın ona olan ihtarını değerlendirsin.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve evindekilere toplantılara katılmalarını ve vergilerini vermelerini buyuruyordu ve Yetiştiricisinin yanında beğenilen idi.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve ehline salâtı ve zekâtı emreder oldu ve Rabbinin indinde merdi idi.”

 

Va KAvNa YaEMuRu EahLaHUv Bi elÖAvLAvTi Va elZaKAvTi Va KAvNa GıNDa RabBiHIy MaRWwiYan

وَكَانَ يَأْمُرُ أَهْلَهُ بِالصَّلَاةِ وَالزَّكَاةِ وَكَانَ عِنْدَ رَبِّهِ مَرْضِيًّا (55)

 

***

 

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِدْرِيسَ

Va üÜGüR Fiy eLKiTAvBı İDRİySa (Va üFTaGıL Fi el FiGAvLı EiDRIySa)

“Ve Kitap’ta İdris’i de zikret”

Musa Peygamber’den sonra İsmail Peygamber zikredilmiştir. Bundan sonra da İdris Peygamber zikredilmiştir.

Kur’an son kitaptır. Bütün dinler Kur’an’ın birer uygulamasıdır. İnsanlar daha önce Kur’an’ı anlayacak seviyede olmadıkları için Kur’an’ı açıklayan parçalar gelmiş ve peygamberler onları uygulamışlardır. Kur’an nazil olduğu zaman da Kur’an’ı Peygamber’den başka anlayan olmamıştır. Hatta Peygamber de dilin kuralları içinde değil de Cebrail’in ona öğretmesi ile anlamıştır. Sonra içtihat devri gelmiş ve Allah insanlara fıkıh usulünü öğretmiştir. Bugün o sayede Kur’an’ı anlar hale geldik.

İdris Peygamber Nuh Peygamber’den önce gelen bir nebidir. Kur’an’da o da vardır. Biz şimdi Yüz Lojmanlı İşyeri Apartman dairelerine döndüğümüz zaman İdris Peygamber zamanına dönmüş olacağız. Yani özgürlüğümüz uygarlık içinde tam olacaktır.

درس ‘eskilerden yapılmış elbise’ demektir. Sonraları kâğıt olarak kullanılan deri parçalarının adı olmuştur. Bir kitabı takip ederek ilim öğrenme derstir.

د çevreyi, sınırlı olmayı, ر tekrarı, س mekânda diziyi ifade eder.

Eğitimde dört dönem vardır.

1- Görenek dönemi

2- Tedris dönemi

3- Tartışma dönemi

4- İçtihat dönemi

İnsanlık Kur’an sayesinde içtihat dönemine ulaşmıştır.

Ava gidemeyen çocuklara avcılığı öğretmek için ders usulü başlamıştır, mağara duvarlarına resimler çizilerek ders verilmiştir.

إِنَّهُ كَانَ صِدِّيقًا نَبِيًّا (56)

EinNaHUv KAvNa ÖıdDıyQan NaBiyYan (EinNaHUv FaGaLa FıgGıYLan FaGIyLan)

“O sıddık nebi idi”

Sıddık bir nebi idi sıfatı yalnız İbrahim Peygamber ve İdris Peygamber için gelmektedir. Böylece İdris uygarlık öncesi dönemin İbrahim’i durumundadır. Uygarlaşma avcılık döneminde başlamıştır. Nuh Peygamber’den önce gelen İdris Peygamber de insanlığa hitap etmiştir. Mağaralarda çizilen resimler onun zamanına rastlamaktadır.

 

YORUM

Canlılar tek hücreden yaratılmışlardır. Sonra evrimleşerek büyük canlılar oldular yani onlara evrimleştiler. Aralarında işbölümü doğdu. Bitkilerde bir yönetici yoktur. Hayvanlarda ise beyin vardır ve merkezden yönetilirler.

İnsanlar da başlangıçta ayrı yaşayacak şekilde var edildiler. Kendi başlarına ayrı ayrı çalışıyor ve ayrı ayrı yaşıyorlardı. Zamanla uygarlaşarak tek varlık olmaya başladılar; aşiretler/ocaklar, kabileler/bucaklar, şa’b/il ve kavimler/ülkeler ortaya çıktı.

Evrimleşme yirminci yüzyıl içinde son buldu. Artık üçüncü binyıl son aşamadadır. Ondan sonra artık yeni sistem meydana gelmeyecek. Daha ileri uygarlık olmayacak. Yeni doku oluşmayacak. İnsanlık büyümeye devam edecektir.

Uzaya gidebiliriz ama bugünkü örgütlenme dışında bir örgütlenme söz konusu olmayacaktır. Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası Kur’an’ın anayasasıdır. Eksikler tamamlanacak, yanlışlar düzeltilecek ama gerek düşey gerekse yatay yapı değişmeyecektir.

Bu sebepledir ki “zikret” bölümlerinin sonuncusunu Peygamber İdris ile bitirmektedir. İnsanlar başlangıçta örgüt dışı özgür idiler. Şimdi ise örgüt içinde özgürdürler.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve Bilgi’de İdris’i de anlat. O ulak bir doğru idi.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve Kitap’ta İdris’i de zikret. O nebi sıddık idi.”

 

Va üÜKuR Fiy eLKiTAvBi EiDRIySa EinNaHUv KAvNa OıdDIyQan NaBiyYan

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِدْرِيسَ إِنَّهُ كَانَ صِدِّيقًا نَبِيًّا (56)

 

***

 

وَرَفَعْنَاهُ مَكَانًا عَلِيًّا (57)

Va RaFaGNAvHu MaKAvNan GaLiyYan (Va FaGaLNAvHu FaGAvLan FaGIyLan)

“Ve onu âli mekâna ref’ ettik.”

علو yapıların üst tarafıdır, çatılardır. سفل ise alt tarafıdır, temeldir, üstünü altına getirmek demek yıkmak demektir.

ع etkiyi, ل belirliliği, و birliği ifade eder.

رفع üzerine bir şeylerin konduğu yer, raftır. Mastar olarak da ‘kaldırmak, yükseltmek’ demektir.

ر tekrarı, ف eklemi, ع etkiyi gösterir

رفع 29, رمي 9 defa geçmektedir. Toplam 38 (2*19) eder.

كَوْن ‘Tepe’ demektir. مَكْو yer anlamına gelir. İsmi mekânın (مَكْوَن) sülasileşmesi ile مكن  kökü oluşmuştur. مَكِن çekirge veya kertenkelenin yumurtasıdır, yumurtladığı yere de مَكَان denir.

م maddeyi, alanı, ك oluşumu, ن belirsizliği ifade eder.

Onu âli mekâna yücelttik.

Devlet aşamasından önce insanlar kabile hayatı yaşarlardı. Kabileyi yaşlılar ortaklaşa yönetirlerdi. Bir başkanları yoktu. En çok bilen kimsenin sözü dinlenirdi. Peygamber İdris de en çok bilen olduğu için onun sözü dinlenir olduğundan topluluk içinde fiilen başkan olmuştur.

Benim yetiştiğim bucakta bucak müdürü resmen vardı ama köyleri müdürler değil âlimler yönetirdi. Köyde âlimin önünde kimse yürüyemezdi. Vali de olsa, töre gereği âlimin arkasından giderdi. Dedem köyün hocası idi. Rus valisi köye gelince onun arkasından giderdi.

Peygamber İdris de kendi topluluğu içinde âli mekâna ulaşmıştır.

Bugün askerlikte de böyle bir hiyerarşi vardır.

Tavuklarla yapılan deneyde civcivler arasında böyle bir hiyerarşinin daha doğarken olduğunu ve civcivlerin kavga etmeden büyüdüklerini görmüşlerdir. Büyüklerden birleştirilmiş kümeslerin büyük kavgaları sonunda bu durum meydana gelir.

Bugün uluslararası ilişkilerde durum budur. Resmen bir statüleri olmasa da sonunda birinin sözü dinlenir. AB’de bu devlet Almanya’dır. Doğu Asya’da da Japonya’dır. Güçlü oldukları için değil, bilgili oldukları için çevrelerine hâkimdirler.

 

YORUM

İnsanda dört meleke vardır.

-Fikir, tartışmaya dayanır. (Dil) (İLMİ DAYANIŞMA)

-His, sevgiye dayanır. (Sanat) (AHLAKİ DAYANIŞMA)

-İrade, alıştırmaya dayanır. (Teknik) (MESLEKİ DAYANIŞMA)

-Ünsiyet, refleks hareketlerin kazandırılmasına dayanır. (Hukuk) (SİYASİ D.)

 

Kuvvet topluluklarında yönetim korkuya ve çıkara dayandırılır. İlim ve din korkutma veya çıkar sağlama aracıdır. Hak yönetimlerde ise yönetim tartışmaya ve sevmeye dayanır. Çıkar ve korku sevgiyi ve fikir özgürlüğünü korumak içindir.

İnsanlık çocukluk dönemini tamamlamıştır. Artık bundan sonraki yönetimler korkuya ve çıkara dayanmayacak, insanlar arasında kapitalizmin ve sosyalizmin yeri olmayacaktır. Sevgi ve özgürlük toplulukları yönetecektir.

“Adil Düzen” budur.

Bu düzene nasıl gelindiğini bu sure anlatmaktadır.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve onu yüksek yere kaldırdık.”

Kur’an Arapçası ile:

“Ve onu âli mekâna ref’ ettik.”  

 

Va RaFaGNAvHu MaKAvNan GaLiyYan

وَرَفَعْنَاهُ مَكَانًا عَلِيًّا (57)

 

***

 

 

 



© 2024 - Akevler