MERYEM SURESİ TEFSİRİ(19.SURE)
Süleyman Karagülle
1091 Okunma
MERYEM SURESİ TEFSİRİ 60-63.AYETLER

***

 

MERYEM SÛRESİ - 13. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

***

 

DİKKAT! 60-63. AYETLER SEHVEN UNUTULMUŞTU; BU HAFTA TAMAMLADIK. RNE

 

إِلَّا مَنْ تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَأُولَئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ شَيْئًا (60) جَنَّاتِ عَدْنٍ الَّتِي وَعَدَ الرَّحْمَنُ عِبَادَهُ بِالْغَيْبِ إِنَّهُ كَانَ وَعْدُهُ مَأْتِيًّا (61) لَا يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْوًا إِلَّا سَلَامًا وَلَهُمْ رِزْقُهُمْ فِيهَا بُكْرَةً وَعَشِيًّا (62) تِلْكَ الْجَنَّةُ الَّتِي نُورِثُ مِنْ عِبَادِنَا مَنْ كَانَ تَقِيًّا (63)

 

***

 

إِلَّا

EilLAv

“Sadece”

“MAv CAEa RaCuLun İlla ZeYD / Zeyd’in dışında kimse gelmedi” demiş olursunuz.

Peki, burada Zeyd’in geldiği manası çıkar mı?

Ebu Hanife’ye göre Zeyd’in gelip gelmediğini söylemiyorum. Gelmişse o gelmiştir. Başka kimse gelmedi anlamı çıkar. Yani burada Zeyd’in geldiği anlamı çıkmaz diyor.

Muhalif mefhumu kabul etmeyenlere göre onlar cennete girerler anlamındadır. Biz de muhalif mefhumu kabul etmiyoruz. O halde burada “İllâ”dan dolayı muhalif mana ile almıyoruz, çünkü sonrasında “onlar cennete gider” demezdi diyoruz.

Asıl olan cennete mi gitmedir yoksa asıl olan cehenneme mi gitmedir? Burada cennettekiler istisna edildiğine göre demek asıl olan cehenneme gidecek, sadece tövbe edenler cennete gidecek anlamı vardır. Çünkü cennete gidenleri istisna etmiştir.

Burada da şu şekilde cevap veririz. Bundan sonra “illa men tabe” dediğine göre günah işleyenler için asıl olan cehenneme gitmedir. Günah işlemeyenler ise tövbe etmelerine gerek olmadığında onlardan bahsetmemektedir.

Bununla beraber insanı yaratırken insan kendi emeğiyle cenneti hak etsin diye onu önce cehennemlik olarak yarattı ve ameli salih işleyenler ise cennete gitsin, seçilmiş olanlar cennete gitsin hükmünü koydu. Kaldı ki buradaki “illa” cehenneme gidenlerden istisna değildir. Cehenneme gidenler giderler. Geridekiler Arafta kalır ama tövbe edenler cennete giderler.

Nahivcilerden öğrendiklerimizle bunları söylüyoruz. İçinizden biri Ruhu’l-Kur’an’ı alacak ve “illa” geçen ayetleri baştan sonuna kadar tarayacak, sonra tasnif edecek ve ne manalara geldiklerini karşılaştıracak ve buradaki “illa”yı da onların içine dâhil edecektir.

Burada anlattıkları bugünkü Batı medeniyetidir. Özellikle de Sermaye’nin emrine girip tanrısız dünyayı kurmak isteyen Hıristiyanlardır. Onları tövbe edenlerden istisna ediyor.

مَنْ تَابَ

MaN TAvBa (MaN FaGALa)

“Kim tevbe etmişse”

Bugünkü topluluk gayya kuyusuna atılmayı hak etmiş bir topluluktur. Ama tövbe edenler ise kurtulacaklardır. Kur’an düzenini kabul edeceklerdir. Artık bu düzene karşı olmayacaklardır.

Erdoğan, içtihada karşı olan Erdoğan, son konuşmaları ile tövbe ettiğini ilan etmiştir. İşte bu ayet onlara müjdedir. Henüz Gülen’den böyle bir dönüş görmüyoruz. Duamız odur ki onların ikisi de tövbe eder ve şeriatın hükümlerine tabi olurlar. Akevler aralarında hakemlik yapmaya hazırdır. Adaletten ayrılmayacaklarına emin olabilirler.

Bugünkü batı ve onların oyunlarına gelen Ak Parti ve Gülen cemaati Akevler’in hakemlik önerisini kabul eder ve tövbe etmiş olurlar.

وَآمَنَ

Va EAvMaNa (Va FaGaLa)

“Ve dayanışmaya girerlerse”

Başka yerlerde sadece “âmene” dendiği halde, burada önce “tövbe” sonra “âmene” denmiştir. Şimdi Ruhu’l-Kur’an’a gidelim ve soralım, bu şekilde gelen ayetler kaç tanedir; soralım ve arayalım.

Dört yerde “tövbe ve âmene ve amila es-salihat” olarak, bir yerde “âmenû ve amilû” olarak geçmektedir. Demek ki iman etmeden evvel tövbe etmeleri gerekmektedir. Sonra da ameli salih işlemeleridir.

Bugünkü dünya kurtuluş için önce hakemlik sistemini kabul edecek, faizi reddedecek, ekseriyet kararlarını reddedecek, karşılıksız parayı devreden çıkaracak; ondan sonra da iman edecek. Terörle dünyayı fesada sokmaktan vazgeçecek, güvenliği bozmayacaktır. Tam tersine devletlerin ordularına saygılı olacak. Ordular da hakem kararlarına uyacak.

وَعَمِلَ صَالِحًا

Va GaMiLa ÖAvLIXan (Va FaGaLa FaGıLan)

“Ve salih amel edecektir”

“Salih amel” demek standartlara göre imalat yapmak demektir.

Ben arabaya tekerlek yapacağım, siz benzer arabaya aks yapacaksınız, öbürü direksiyon yapacak ama bunlar birbirine uyacaklardır. Biri bina yaptığı zaman diğeri onun hizasında ve arada yol olacak şekilde bina yapacaklardır. Bu ameli salih olacak, uyumlu olacak ama uyumu bir merkez dikte etmeyecek. Plan ve projeler kamu tarafından yapılacaktır. Herkes kamuca yapılmış plan ve projelere uyacaktır. Kimse kimseyi sen bunu yap diye zorlamayacaktır. Biz bunu ‘makroda planlama, mikroda serbestlik’ veya ‘mekânda planlama, zamanda girişimcilik’ ile ifade ediyoruz.

Kapitalistler planlamayı reddeder, herkes istediğini yapsın derler.

Sosyalistler girişimciliği reddeder, herkes plan ve projeye göre işi yapsın derler.

Kur’an düzeninde ise mekânda planlama yapılsın, herkes plan ve projeye göre iş yapsın ama zamanda planlama olmasın, isteyen istediği işi istediği zaman yapsın diyoruz. Yani insan özgürdür ama kurallar ile plan ve projeler içinde özgürdür. Bu sebepledir ki “tebaa taban salihan” demiyor, “amile salihan” diyor.

Burada “salihan” meful olabileceği gibi “amelen salihan” şeklinde de mefulü mutlak olabilir.  

فَأُولَئِكَ

Fa EuLAEiKa

“İşte bunlar”

Yani namazlarını zayi edenler, işe yaramaz hale getirenler, gayya kuyusuna ilka olacaklar ama bunlardan tövbe edenler, faizden, ekseriyet kararlarından, karşılıksız paradan ve terörden vazgeçecekler; önce dayanışma ortaklıkları kurarak insanlığın güven altında olmasını sağlayacaklar. Ulusal devletler ve ordular olacak. Bu devletler ve ordular hakem kararlarına tabi olacaklar. Sonra da halk dayanışma kooperatifleri kurarak plan ve proje içinde kendi iradeleri ile istedikleri işleri yapıp özgür olacaklardır. İşte bunlar.

يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ

YaDPuLUvNa eLCanNaTa (YaFGaLUvNa eL FaGLaTa)

“Cennete dâhil olurlar”

Gerek gayya gerekse cennet hem bu dünyada hem ahirette olacak cennetlerdir ve cehennemlerdir. İnsanlık uygarlaştıkça bir taraftan cehennem hayatını oluşturacaklar, bir taraftan cennet hayatını oluşturacaklardır. Ayete verilecek her iki mana da doğrudur. Buradaki gayya ve cennet hem dünya cenneti hem ahiret cennetidir ve gayyasıdır.

Şimdi cennet kelimesini yeniden manalandırırsak, bunlar seralardır yani sulanması, havalanması, aydınlanması, sıcaklığı ayarlanan yerlerdir. Ahiret cenneti de böyledir.

Bugün yüz katlı binalar yapılmaktadır. Bizim sera tekniğinde birer metrekarelik panolardan oluşuyor ve 500 metre çapında seralar yapmak bugünkü teknolojide rahatlıkla mümkündür. Kare şeklinde düşünüldüğünde bu 1 kilometrekare eder yani 1 000 000 metrekare. Yani bir tarım kenti ahiretteki cennetler de böyle birer uçan, yüzen veya karalarda oturan semtlerden oluşacaklardır. Belki dördüncü bin uygarlığı bu semtlere dayanacaktır.

Ahirette de bitkiler olacak, meyveleri olacak ve insanlar onlarla besleneceklerdir.

وَلَا يُظْلَمُونَ شَيْئًا (60)

Va LAv YuzLaMuVNa ŞaYEan

“Ve bir şey zulmedilmeyecekler.”

“Zulmetmek” adaletin zıddıdır. Adalet denkliktir. Yani her şeyi tam olmak, eksik bir şeyi olmamak demektir. O cennette eksik bir şeyleri olmayacaktır. İhtiyaçları olan her şeyi o cennette bulacaklardır.

“JLM” karaltı demektir. Sonra karanlık anlamına gelmiştir. Nurun karşıtıdır.

“Zulmetmek” bir şeyi uygun olmayan yere koymak demektir. Sel kalıntısı zulümdür.

“JLM” Kur’an’da 315 defa, “JLL” ise 33 defa geçmektedir. 348=2*2*3*29

Bir şeyi eksik etme zulüm olduğu gibi bir şeyi fazla yapma da zulümdür. Bir şeyi başka işte kullanma da zulümdür. Bir insan helali kendisine haram yaparsa zulmetmiş olur, haramı helal yaparsa yine zulmetmiş olur. Nefes almak için var olan ağzı sigara içmek için kullanırsa gene zulmetmiş olur.

Cennette ne fazla ne eksik ne de abes bir şey vardır.

 

YORUM:

Bugün insanlık ikinci büyük inkılabı (Alvin Toffler “ŞOK” diyor) geçirmektedir.

Birinci büyük inkılabını Nuh zamanında geçirdi. Uygarlaşmaya o tarihte başladı. Bugün insanlık uygarlaştı.

Biz uygarlığı şöyle tanımlıyoruz; satılanların üretilenlere oranı uygarlığı tarif eder.

Önce kişiler bazında uygarlaşma demek, kişi artık ürettiğini tüketmiyor, ürettiğini satıyor, kendisi başkalarının ürettiğini tüketiyor. Bu yönüyle kişiler seviyesinde uygarlaşma tamamlanmıştır.

Semtlerin uygarlığı ise semtte üretilenlerin semtte tüketilmesi yerine, satılıp başka yerde tüketilmesi şekline girmiştir. Böylece semtler de hemen hemen uygarlaşmıştır.

İlçelerin, bölgelerin ve kıtaların uygarlaşması henüz tamamlanmamıştır. Tekel Sermaye, gümrükler ve vizeler bunu önlemektedir.

Uygarlaşma sanayileşme bakımından tamamlanmış durumdadır ama yönetim bakımından tamamlanmamıştır. İnsanlar bir türlü sömürü düzenini bırakamıyorlar. Akevler’de başlayıp Erbakan’ın sahip çıkması ile dünyaya yayılan ortaklık sistemi ile bu tamamlanacaktır.

 

Öz Türkçe ile:

“Tövbe eden ve uyumlu iş yapan başka. Onlar özel bahçeye girerler ve şey kadar ezilmezler.”

 

Kuran kelimeleri ile:

“Tevbe eden ve salih amel eden istisna. Onlar cennete duhul ederler ve onlara şeyen zulmedilmez.”

 

EilLAv MaN TAvBa Va EAvMaNa Va GaMİyLa ÖAvLıXan FaEuLAvEiKa YaDPuLUvNa eLCanNaTa Va LAv YuZLaMUvNa ŞaYEan

إِلَّا مَنْ تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَأُولَئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ شَيْئًا (60)

 

***

 

جَنَّاتِ عَدْنٍ

CanNAvTı GaDNın

“Adn cennetlerine”

Cennet bir köyü birden içine alan seradır. İçinde ayrıca cennetler vardır. Her cennetin özelliği ayrıdır, iklimi ayrıdır, dolayısıyla bir cennet cennetlerden oluşmaktadır ama bu cennetler birbirlerine uyumlu cennetlerdir. Her cennette ayrı şey yetişiyor. Birinde patates, diğerinde domates, üçüncüsünde buğday. Bunların tamamı o semti tam olarak beslemektedir. Dışarıdan bir şey almaya gerek kalmamaktadır.

Ahiret cennetleri böyledir. Yarın deniz semtleri böyle semtler olacaktır, uzay semtleri böyle semtler olacaktır.

Bunlara çoğumuz yetişemeyiz ama bunların projelerini yapabiliriz.

“Akevler Proje Ortaklığı” kurulmalıdır.

Bunlar vakıf olarak projeler üretmelidir.

Bu projeleri destekleyen hayırseverler katkıda bulunmalıdır.

Çocuklarına paylarını miras olarak bırakmalıdırlar. İleride, belki 100, belki 200 sene sonra bunlar oluştuğu zaman, mirasçılar bunlardan yararlanacaklardır.

Bediüzzaman 300 sene sonra bunları görüyorum demiş. Ben seneyi vermiyorum ama bu yolda ilerleyeceksiniz diyorum.

“GDN” çökelti demektir. Bulanık sularda sular akar kum ise dibe çöker. Sonra eridiği zaman dibe çöken elementlere maden denmektedir. Kur’an’da 11 defa geçmektedir. “GDV” ise 105 defa geçmektedir. 116=2*2*29

“Firdevs” yaz kış meyve veren meyveliklerdir. Seralar da yaz kış ziraata uygundur. Sera cennetleri demektir.

“Adn” kelimesi tekil gelmiştir. Cennetlerin sıfatıdır. Dişi kurallı çoğullara tekil sıfat gelebilir.  Çünkü onlar tek sayılır. Semavat vel arz vema beynehuma demektedir.

Yalova’daki çalışmalarımız iki şeyi hedeflemektedir; biri “ezinellahu en turfaa”daki yüz lojmanlı apartmanlar, diğeri de seralar. Dinlenme evlerinde ise ahşap evler yüz metrekarelik seralar olacaktır. Sizlerin bu projelerimizi iyi bellemeniz gerekir. Acele etmeden gerçekleşmesi için herkes çalışmalıdır.

Önceki ayetlerde bugünkü insanlığın durumunu anlatmıştır. Şimdi bunların kurtulacakları anlatılmaktadır. Kur’an insanlıktan tövbe etmelerini, iman etmelerini ve salih amel etmelerini istemektedir. Gümrükleri kaldırınız diyor. Vizeleri kaldırınız diyor. İpek Yolu’nu yapınız diyor. Bunlar sömürü aracı değil, aksine salih amel aracı olsun diyor.

Putin, ‘atom savaşı çıkarsa yok oluruz’ diyor.

Trump savaşma niyetinde değil. İnsanlar yavaş yavaş anlamaya başladılar.

Erdoğan, ‘biz Suriye’ye kalmak için gelmedik, terörü ortadan kalkınca gideceğiz’ diyor. Bunlar ümit verici gelişmelerdir.

Kur’an tövbe etmeyenlerin gayya kuyularına kavuşacaklarını söylüyor. “Yulkavna” denmiyor, yelkavne diyor. Yani onları biz gayya kuyularına koymayacağız, kendileri düşeceklerdir. Uçuruma doğru gidiyorlar. Onunla buluşacaklar demektir. Bu gayya kuyusu bu dünyada olacak, onlar çıkmaza girecek ve orada boğulacaklardır. Biz boğmayacağız, onlar gemilere binmeyecek, onlar açılıp denize dalacaklardır.

Bizi şimdi zayıf görenler Nuh’un gemisine binenleri hatırlasınlar, Firavun’un ordusunun takip ettiği İsrail oğullarını hatırlasınlar. Bugün Kur’an düzeni için çalışanların sayısı onlardan az mıdır? Biz azız ama yapacak olan biz değiliz ki, yapacak olan O dur. O ise çok çok güçlüdür. Biz O’nun gölgesinde kurtulmaya çalışıyoruz. Biz bir şey yapmıyoruz, kendimizi kurtarmakla meşgulüz. Bu seminerleri takip eden kardeşlerimize bunu hatırlatıyorum. Siz bu seminerleri takip edeceksiniz. Aramızdan ayrılıp gidecek olanlar olacak, katılıp sonra sizin arkadaşları da kandırarak ayıracaklardır. Siz asla ümitsizliğe kapılmayacaksınız. Bileceksiniz ki burası korunma yeridir. Dışarıya gidenler kendilerini gayya kuyusuna atmış olurlar.

Yenibosna’ya gelip İslamiyet’e göre iş yaparak hizmet etmek isteyenler olmaktadır. Onlara tavsiyemiz şudur. Kur’an seminerlerine devam edin. Bizim bu seminerlerimizi takip etmeniz gerekmez. Siz kendiniz Kur’an’ı yorumlayabilirsiniz. O zaman istediğiniz hizmeti verebilirsiniz. Kur’an’ı içtihatlarınızla yeniden anlamadığınız sürece bizim kurtulmamız mümkün değildir.

Recep Tayyip Erdoğan Refah Partisi İl Başkanı olduğu dönemde akademisyen arkadaşlarımızdan bir ilim heyeti kurdu, Adil Düzen’i inceletti. Sabahattin Zaim ve Hayrettin Karaman o heyetin yöneticileri idi. Onlar sonunda Adil Düzen’i terk etmelisiniz diye rapor verdiler. Erdoğan onların o zamanki fetvalarına uydu. Şimdi de anladı ki ben yanlış yapıyorum, dinin (yani bize göre düzenin) güncellenmesi gerekiyor dedi.

Erbakan içtihada taraftar olduğunu çalışmalarda belirleyerek savundu. Erbakan Adil Düzen Ekibi ile bir öğrenci gibi yıllarca çalıştı, ondan sonra o cümleyi söyledi.

Erdoğan ise başbakan olduktan sonra Akevler Adil Düzen çalışanları ile ancak nikâh merasimlerinde karşılaştı ve selamlaştı; hepsi o kadar!  

Ayet çok açık bir şekilde durumu anlatmaktadır.

Sadece kim bir arada dayanışma içine girerse, uygun iş yaparsa, onlar bağa girecekler ve orada eksik bir nesne olmayacak.

Sadece tövbe eden, iman eden, salih amel eden kimse, onlar cennete dâhil olacaklar ve onlara zulüm olunmayacak.

الَّتِي وَعَدَ الرَّحْمَنُ عِبَادَهُ

elLaTIy VaGaDa elRaXMAvNu GiBAvDaHUv (elLaTIy VaGaDa elFaGLAvNu FiGAvLaHUv)

“Rahmanın ibadına vaat ettiğidir”

Rahman adn cennetlerini ibadına vaat etmiştir. Buradaki ibad marifedir. Ortaklık düzeni için çalışanlara, Adil Düzen için çalışanlara vaat etmiştir. Kur’an düzeni için çalışanlara vaat etmiştir. Akevler’e ve Millî Görüşe karşı olsalar da bu karşı olma içtihatlarından doğmuşsa, tüm çalışanlara Allah vaat etmiştir.

Burada neden bunu zikrediyor?

Allah Adil Düzen’e, Kur’an düzenine hizmet verenlere, bu seminerlere katkıda bulunanlara bir cennet vaat etmiştir. O cennet adn denen cennetlerdir. Akevler bu cennetliklerin hazırlığı içindedir. Yarın buna karşı çıkanlar gayya kuyularına atılacaklardır. Bunlardan tövbe edenler, iman edenler ve salih amel işlemeye başlayanlar ise bu çalışanların cennetlerine gireceklerdir. Onlarla beraber olacaklardır.

Fetihten önce Müslüman olanlar sabikundur. Fetihten sonra Müslüman olanlar onlara tabidirler, ashabı yemindirler. Sonradan tabi olanlar da aynı haklara sahip olacaklardır. İki sınıf mümin olacaktır. Geçmiştekiler affedilecektir.

Cennete de ikisi birden gireceklerdir. Hiç günah işlememiş hep cihat etmiş olanlarla önce günah işleyip sonra tövbe edenler aynı cennette olacaklardır.

بِالْغَيْبِ

BieLĞaYBi (Bi eLFiGLı)

“Ğayb ile”

“Gayb” uzaktan bakıldığında arazide kapalı kalmış yere, dibi görünmeyen kuyunun içine bu ad verilmiştir. Görünmeyen veya kaybolan için kullanılır.

“Ğ” değişmeyi, “Y” kolaylığı, “B” geçidi ifade eder.

Gayb bulunduğunuz yerde ve zamanda olmayandır. Geçmiş seneler gayb olduğu gibi gelecek seneler de gaybdır. Çok uzakta olanlar gayb olduğu gibi zaman içinde olmayanlar da gaybdır. Allah insanları gaybı bilemeyecek şekilde yaratmıştır. Onlara ilim vermiş, ilimle o gaybı bilmektedirler. Allah insandan ilmin sonuçlarına inanmalarını istemektedir. Geçmişe inansınlar, geleceğe inansınlar, ahirete inansınlar. Kur’an’ın yaratılış felsefesi budur. Açıklamadan kalp tatmin olmasa bile bundan başka açıklaması mümkün olmamaktadır. Kâinat niçin var. Biz niye varız. Niye ölüyoruz. Başka izahı varsa dinleyelim. O halde daha iyi bir açıklama gelinceye kadar bunu kabul etmek zorundayız. Bu kabullenme de gaybdir.

Biz Kur’an’ı yorumlayarak böyle olacak, böyle yapmamız gerekir diyoruz. Hemen bize soruyorlar; var mı başka bir yer? Yahut diyorlar ki; burada da böyledir, şurada da böyledir. Gayba inanmak demek müspet ilme inanmak demektir. Gayba inanmak demek müspet ilmin kanunları içinde yapılan projelere inanmak demektir.

Türkler asker bir millettir. Bir türlü müspet ilmin mantığını kavrayamadılar. Plan ve projeye ve de ilme göre hareket etmiyorlar. Başkaları ne yapıyorlarsa onu yapıyorlar.

Bizim doktorlarımız bile gayba inanmıyorlar. Gelin İslami hastanenin projesini yapalım diyoruz. Olmaz diyorlar. Ama bugünkü düzende de hastanenin olmadığını kendileri söylüyorlar ama onda kalıp çalışıyorlar.

Millî Görüşçüler ve Gülenciler de bizi dinlemediler, şimdilik bunun olmayacağını sandılar ve cari düzende işler yaptılar. Sonuç ne oldu? İşte bugün olanlar oldu.

Gayba iman etmek demek, gayb ile amel etmek demektir. Yani daha önce örneği olmayan bir iş yapmak demektir. Herkesin yaptığı ve gördüğü şeyleri yapma yerine, akla uygun olanı yapma demektir.

Diğer taraftan Medhal çalışanları “Adil Düzen”i öğrenip uygulamaya çalışmaktadırlar. Kredileşme ve taşınmaz ortaklığı üzerinde Bünyamin Demir ile Lütfi Hocaoğlu çalışmaktadır. Hastaneye daha sıra gelmedi. Bir gün Dr. Mete Firidin de hastane projesinde çalışacak ve Lütfi Hocaoğlu ile Bünyamin Demir onu destekleyecek.

Bugün Yenibosna’da çalışanlar, Yalova’da yüz lojmanlı apartmana katılma hususunda denektir. Ameli salih var, ibadet vardır. Ameli salihte üründen pay almadır. İbadette ise üründen değil de düzenden pay almadır.

Gayba ibadetin manası üzerinde durulmalıdır. Kur’an’da yalınız bu yerde geçmektedir. Bunun anlamı şudur ki; ikinci büyük inkılabın sonrasında gayba ibadet en önemli rolünü oynayacaktır.

إِنَّهُ كَانَ وَعْدُهُ مَأْتِيًّا (61)

EinNaHUv KAvNa VaGDuHVu MaQWıyYan (EinNaHUv FaGaLa FagLuHUv MaETiyYan)

“Va’di metiydir.”

“Va’id” yağmur bulutu demektir. Yağmur yağmadan önce bulutlar kararmakta, yağmur yağacağını haber vermektedir. “Va’d” etmek yapacağı bir iyiliği bildirmek, söz vermektir. Yapacağı bir kötülüğü bildirmeye ise “va’id” denir.

“VGD” 151 defa, “VGJ” 25 defa geçmektedir. 176=24*11

“V” birliği, “G” etkiyi, “D” çevreyi ifade eder.

Onun va’di yerine gelecektir. Gayba ibadet edenler vaat edilen cennete onlar da dahil olacaklardır.

Buradaki “Hu” zamiri şan zamiridir. “İnne”den sonra gelen zamirdir. Fiili inne ile getirecekseniz bu zamiri zikredersiniz. Bu zamir bir yere işaret etmemektedir. Vaad kaza olunmuştur. “Vadi metiydir” diyor. Vaadi yerine getirme “eta” fiili ile gelmektedir.

 

YORUM

Bir inkılaptan önce o inkılaba gayben ibadet ederler. Yani çevrede hiçbir yerde uygulama olmadığı halde onun olacağını kabul eder, hata olsa bile ben yapacağımı yaparım ama sonuç beni ilgilendirmez derler. Sonu görünmese de onun için çalışırlar.

1961’de İzmir’e gittim. Demokrat Parti benzeri partilerden hayır gelmeyeceğine kani odum. Biz parti kuramayabiliriz ama bağımsız adaylığımızı koyarız ve kendimize oy veririz dedim. Kimse oluruna bakmadı. Erbakan’a dediğim zaman o uygun buldu. Ama sonra Süleyman Demirel’in Adalet Partisi’nde aday olmayı tercih etti. Ben şiddetle karşı çıktım. Adaylığı veto edilince bizimle beraber bağımsız adaylığını koydu ve üç misli oy aldı. Sonra MSP olarak CHP ile koalisyon yaptık. Ama ilk yaptıkları şey Akevler’i dışlamak oldu. Sonra partileri kapatıldı. Mamak Cezaevi’ne gittiler. Tekrar bizimle çalışmaya başladı ve “Adil Düzen” ortaya çıktı. Başbakan oldu. Yine Akevler’i dışladı. Sonra partileri kapatıldı. Tekrar bizimle beraber oldu ama ondan sonrasına ömrü yetmedi.

Bunlar hep gayba inandı ama gayba ibadet etmedi. Onun sonucu şimdi siz bu seminer çalışmalarını takip edenler yalnız gayba inanmakla kalmayacaksınız, gaybın sizden istediği görevleri yapacaksınız. Bileceksiniz ki bunlar O’nun vaadidir, o vaat yerine gelecektir. Ben bile bunları ilimle yazıyorum. İçimden acaba gerçekten olacak mı diyorum. Peygamberler de aynı rayb’e düşmüşler. Sizin de ilminiz erecek ama duygularınız bir türlü kabullenmeyecektir. Ama duygularınızla değil de ilminizle amel edeceksiniz. İşte gayb ile ibadet budur.

Biz de başladığımız bu ibadette bir değil en az on misli sonuç aldık. Sizin de içinizde bir kuşku olabilir ama ibadette görev yapmaya devam edeceksiniz. Sonuçları göreceksiniz.

Ben şimdi Yalova’da böyle çalışıyorum. Günlük olaylar o kadar olumsuz ve o kadar karanlık ki, ‘galiba ben bunu başaramayacağım’ diyorum. Aklım ve ilmim diyor ki, ‘sen başarmayacaksın, O başaracaktır’. İstihareler yapıyorum. Ortaklarımıza tekliflerde bulunuyorum. Onların desteği ile çalışmaya devam ediyorum.

Sizlere kısaca Kadıköy gurubundan bahsedeceğim. Ben 1991’de Kırgızistan’a gittim. Ondan önce Erbakan’la “Adil Düzen” çalışmasını yapıyorduk. Sonunda Özal yeni seçimi ilan etti. Erbakan Adil Düzen Çalışma Ekibine adaylık önerisinde bulundu. Akevler Ekibini listelerin başına koyarsanız geliriz, seçim yeri önemli değildir, ilme saygılı olmamız gerekir dedim. Erbakan, il başkanlarını ikna edin, tamam dedi. İstanbul’da ve Çorum’da kabul ettiler. Diğerleri ise il başkanları ile de görüşmek istemediler. S. Akdemir İstanbul Kartal-Pendik bölgesinde milletvekili adayı oldu. Fesat devreye girdi. Süleyman Arif Emre’yi koyun bir milyon TL de nakit yardımı yapalım dediler. S. Akdemir Kadıköy’de yani seçilmeyecek yerde aday oldu ve seçilemedi. Orada Gürsoy Erol’un başkanlığındaki ekibe seçimde “Adil Düzen”i anlattı. Kadıköy Ekibi seçimden sonra Kırgızistan’a geldi, 25 000 dolar verdiler ve bir yıla yakın üç kişi çalıştı; Hasan Hacıbektaşoğlu, Ahmet Uzun ve Hasan Uzun. Kadıköy destekledi, onlar orada fırın yaptılar, bir müddet işlettiler, sonunda Türkiye’ye döndüler. Sonra ben de Türkiye’ye döndüm ve o emekler ve paralar boşa gitti. Sonra ben İstanbul’da Ahşap Evler Ortaklığı çalışmalarına başlayınca onlara teklifte bulunamadım. Onlar bana ‘bizi niçin ortak etmiyorsun’ dediler. ‘Ben sizi zarara soktum’ dedim. ‘Olsun’ dediler ve ortak oldular. O çalışmalar da semere vermedi. Yalova’daki faaliyete merhum Mehmet Hikmetumut’un kararı ile başlayıp devam ettim. Bundan altı ay önce Kadıköy gurubunu davet ettim; ‘Ben artık bu işleri yapamıyorum. 25’er bin liralık on ortak bulursanız devam edeceğim, yoksa bırakacağım’ dedim. Gürsoy Erol ve Hasan Hacıbektaşoğlu bulmayı vaat ettiler. Devam ediyorum...

İşte, Kadıköy Gurubu bu guruptur.

Biz gayba ibadet ediyoruz. Bugün Akevler camiasında çalışanların hiçbirisi bizlerin başaracağına kani değildir. Ama hepsi akıllarına uyarak gayba ibadet ediyorlar. İlerde semerelerini alacaklarını da Allah vaat ediyor.

 

Öz Türkçe ile:

“Yaşatanın görmeden görevlerini yaptıklarına söz verdiği ulaklarına sözü yerine gelecektir. O’nun sözü gelecektir.”

Kur’an Arapçası ile:

“Rahmanın bilgayb abdlerine vaad ettiği Adnın cennatına va’di metiydir.”

CanNAvTı GaDNın elLaTIy VaGaDa eLRaXMAvNu Bil ĞaYBı EinNaHUv KAvNa VaGDuHUv MaETiyYan

جَنَّاتِ عَدْنٍ الَّتِي وَعَدَ الرَّحْمَنُ عِبَادَهُ بِالْغَيْبِ إِنَّهُ كَانَ وَعْدُهُ مَأْتِيًّا (61)

 

***

 

لَا يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْوًا

LAv YaSMaGUvNa FİyHAv LaĞVan (LAv YaFGaLUvNa FİyHAv LaĞVan)

“Orada lağvi sem’ etmezler”

“Reğev” köpüktür. “Re” “Le”ye dönüşmüş “Leğev” olmuştur ve köpük misali boş söz ve oluş anlamı kazanmıştır.

“L” belirliliği, “Ğ” değişmeyi, “V” kolaylığı ifade eder.

Kur’an’da lağv” kelimesi yeminler için kullanılır. Müfessirler yeminde söze değil kastedilen manaya itibar vardır, derler. Oysa Kur’an çok açık bir şekilde diyor ki; yeminlerinizi iyilik yapmada urda yapmayın. Ben bir daha kimseye kefil olmayacağım, borç vermeyeceğim, onunla konuşmayacağım, bir daha eşimle yatmayacağım gibi helal olan şeyleri hatta hasen olan şeyleri yapmayacağım diye yemin edenlere karşı bu ifadeyi kullanmaktadır. Yeminleri bozma anlamındadır. Sözde durmamak onu bozmak demektir. Türkçede de bu manada kullanılmaktadır. Nesh yerine Türkler lağvi kullanıyor. Neshin hükümleri değiştiği tarihten sonradır, ondan öncekiler geçerlidir. “Lağv” ise hiç akit yapılmamış anlamındadır. Fıkıhta buna batıl akit denir. Kur’an’a göre bu lağvedilen akitlerdir yani akit yapılmamış kabul edilir.

“Lağv” demek boş söz demektir, yerine getirilmeyecek sözler demektir. Cennette bütün sözler ya hak olacaktır ya da inşa olacaktır. Boşu boşuna laklak olmayacaktır. Burada sem’ edilmeyen yer ahiretteki cennettir. Yüz lojmanlı apartmanlarda da yahut yüz villalı dinlenme evlerinde de lağiyeyi işitmezler demektir. Verilen sözler yerine gelir. Yapılan kanunlar aynen uygulanır. Şimdi tam tersi, hassaten Türkiye’de hiçbir sözleşme uygulansın diye yapılmaz, hiçbir kanun yürürlüğe girsin diye yapılmaz. Hep birbirini kandırmak için sözleşmeler yapılır, sonra herkes bildiğini okur.

Acaba bu durumdan nasıl kurtulacağız?

Bozuk düzen bunu zorunlu kılmaktadır. Kanunda KDV yazılır ama gerektiği gibi uygulanmaz. Çağımızın hassaten geri kalmış ülkelerinde yazılanlar başka, yapılanlar başkadır. Fıkıhta da kanunlarda da kızlara miras meşrudur. Benim halkım 4’üncü asırda Hıristiyan olmuştur ama hala kızlara miras vermemektedirler.

Ben bile bu hususta hileyi şeriyye yaptım. Baktım ki köyümü terk edenler paylarını gelişigüzel satıyorlar ve köydeki düzen bozuluyor. Sonunda ülke yabancı Sermaye’nin eline geçiyor. Kural koydum; kim burada kalacaksa buradaki araziye onlar vâris olur, diğerleri belki paylarını bedel olarak alırlar.

Bu sorunu ancak kıyam ve meta mülkiyeti ile çözdüm. Köydeki araziler veya yapıların kıyam mülkiyeti orada kalanlara aittir. Meta mülkiyeti ise bütün vârislere aittir. Bütün vârisler de bu meta mülkiyetini ancak oraya gelip yararlandıklarında kullanabilirler.

Demek ki İnsanlık Anayasası’nda yazmadığımız bir maddeye ihtiyacımız vardır.

Madde 2- Arazilerin kıyam mülkiyeti orada oturacaklara aittir. O semtte oturmayanların meta mülkiyetleri vardır. Bunu da bu muhaiye usulü ile değerlendirirler. Yani oraya gelip konaklayabilirler ve orada iş yapabilirler.

Fıkıhta meta mülkiyeti ile kıyam mülkiyeti incelenmiştir. Bugün yeniden içtihatlarla teessüs edecektir. Hukukçular veya fıkıhçılar yazmalıdırlar. İnşaat mühendisi olmaya çalışıyorlar. Oysa binlerce inşaat mühendisi var ama içtihat yapan yok. Kıyam mülkiyetinin fıkhı yok. Recep Erol bunun üzerinde çalışmalıdır. Mücahit Bozbey bunun üzerinde çalışmalıdır.

إِلَّا سَلَامًا

ilLAv SaLaMan (EilLAv FaGaLan)

“Selam dışında”

Zaten barış içinde oldukları için yeniden barış üzerinde konuşmaya aslında gerek yoktur. Ancak barışın devam etmesi için insanların sohbet etmesi gerekir. Sohbeti sürdürmek için de ortada bir konu olması gerekir. İlmi tartışmalar, fıkhi tartışmalar, olayları yorumlamalar, yapılacak proje üzerinde görüşmeler bunlar içindedir. Orada gıybet etmezler. Orada necva yapmazlar.

وَلَهُمْ رِزْقُهُمْ فِيهَا

Va LaHuM FIyHAv RıZQuHuM FİuHAv (Va LaHUM EızQuHuM FİyHAv)

“Ve onların rızkı oradadır”

Biz yüz lojmanlı işyeri apartmanlarında herkes çalışmalı, üretmeli, semt tüccarlarına satmalı, tüketeceğini onlardan almalı diyoruz.

Atalarımızın sözleri var, ‘al kapıda sat kapıda’ derler. Bunu halkımdan duymuştum ama İstanbul’da yeni bir cümle daha duydum, ‘işin yoksa yat kapıda’ diyorlar.

Bu ikinci cümle Kur’an’a uygun değildir. Kur’an, “Fantaşiru fi’l-erdi vebteğu min fadlillah” diyor. Birinci cümleler Kur’an’da bu ayette aynen ifade edilmiştir. Herkes semtinde çalışacak, semtinde yaşayacak, alacak satacak, dışarıya malı satmak için gitmeyecek. Dışarıdan mal almak için gitmeyecek.

Her semtte bakkallar olacak. Her semtin tüccarları olacak, semtlerinden aldıkları o semtin mamullerini götürüp satacaklar ve onlardan aldıkları siparişleri getirip evlerine veya bakkallarına teslim edecekler.

“Adil Düzen” Kur’an düzenidir. Her hükmün Kur’an’da yeri vardır. İlahi düzen olduğu için de bu sayede yeryüzüne o yayılacak ve Allah’ın nuru tamamlanacaktır.

بُكْرَةً وَعَشِيًّا (62)

BuKRaTan Va GaŞiyYan (FuGLaTan Va FaGIyLan)

“Bükraten ve aşıyyen”

Sabah akşam, gece gündüz demektir. 24 saat rızıkları oradadır. Başka yerden tedarik etmeye gerek yoktur. Üçüncü binyılda semt kooperatiflerinde böyle olacaktır. Herkes ürettiklerini semt ambarına koyacak, tüccarlara belgeleri satacak, ihtiyaçlarını sipariş verecek ve sonra semt kooperatifinden alacaklardır.

Bunun için “bükreten ve aşıyya” kelimesi geldi.

Burada, bu dünyada, üçüncü binyılda bu olacaktır.

Dördündü binyılda ise deniz semtleri oluşacak. 1 kilometrekarelik sera şeklinde inşa edilecek, bu seralar tarım yapacak ve denizin her yerinde bulunabilecekler. Bunların tam besinleri orada üretilecek ve tüketilecektir.

İlerde bunlar uzayda inşa edilecek “Ve Fi’s-Semai Rızkuküm” gerçekleşecektir.

“Bekr” genç deve demektir, sabah demektir.

“B” geçit demektir, “K” oluştur, “R” tekrardır.

 

YORUM:

Kâinatın kanunları vardır. Önce dört temel varlık vardır; zaman, mekân, madde ve enerji. Enerji maddenin kütlesinin hız karesiyle çarpılması ile elde edilendir. Hız ya depolanmıştır, faal değildir. Ya da hareket halindedir. Yani c=m*v^2 hızlı olduğu zamanki enerjidir.

dE/dl=m*dv^2/dt ^2 dir.

Bu birim mesafede yayılan enerjidir. E=F*L dir.

Buna “enerji sakımı kanunu” denir. Hareketli veya hareketsiz olarak depolanmış olur. Artmaz, eksilmez.

İkinci kanun ise entropinin büyümesi kanunudur. Depo enerjisi sonunda hareketli enerjiye, hız enerjisine dönüşür. Buna biz “yararlı enerji” diyoruz. Kâinatta yararlı enerji bittiği zaman artık ömrü de bitmiş olur. Ahirette ise ölüm yoktur. Bu ikinci kanun faal değildir. Ne var ki Kur’an’da bu enerji sayesinde var olan hayat orada da vardır. Bu nasıl olacaktır?

Bize göre bu periyodik olacaktır yani, entropi büyüyecek, sonra belli bir güç yeniden büyütecek. Biz bundan yararlanarak yaşayacağız. Ağaçlar ve hayvanlar da böyle yaşayacaktır.

Ahiretteki besinler bu dünyadakine benzeyecek, aynısı olacak, bir de benzer besinler olacaktır. Böylece ikinci tip besinler insanları ölümsüz kılacaktır.

 

Öz Türkçe ile:

“Orada barış dışında yaramayan sözler duymayacaklardır ve onların orada sabah akşam besinleri vardır.”

Kuran Arapçası ile:

“Orada selam dışında lagvi sem’ etmeyecekler ve onların orada bukraten ve aşiyyen rızıkları vardır.”

 

La YaSMaGUvNa FİyHAv LaĞVan EilLAv SaLAvMan Va LaHuM RıZQuHuM FIyHAv BuKRaTan Va GaŞıyYan

لَا يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْوًا إِلَّا سَلَامًا وَلَهُمْ رِزْقُهُمْ فِيهَا بُكْرَةً وَعَشِيًّا  (62)

 

***

 

تِلْكَ الْجَنَّةُ

TiLKa eLCanNaTu (TilKa eLFaGLaTu)

“Bu cennet”

İrs” ateş söndükten sonra kalan kül ve kömür artıklarına denir. Kor dediğimiz şeydir. Bunlar ateşi yeni ateşlere aktarırlar. Kentte olanlar bunları bilmezler.

İnsanlar ateşi keşfedilmiş buldular. Ne var ki ateşi sönmeden saklamak çok zordur. Akşam yatıp da sabah kalktığınızda ateş sönmüş olur. Tarihte ateşi devamlı yanık tutanlar olmuştur. Ateşgedeler buradan oluşmuşlardır. Benim büyüdüğüm köyde kibrit yoktu. Ateşi çakmak ve kav ile yakarlardı. Bizde o da yoktu. Biz ateşi küller içine gömdüğümüz korlar ile yakardık. Bazen sönünce komşumuz vardı, bir kilometre uzakta, oradan gidip alırdık. Hatta sözümüz vardır; ‘Ateş almaya mı geldin?’ derler. Yani ne diye hemen gidiyorsun.

Babadan kalan mallar insanlar tarafından bu kora benzetilmiştir yani babadan kalanla biz yeniden varlığımızı sürdürebiliyoruz.

Ölülerin bıraktıkları mallara “miras” denir, bunlara sahip olmaya da “vâris olma” denir.

Kur’an’da 35 defa geçer, “VRD” 11 defa geçer; 46=2*33

“V” birliği, “R” tekrarı, “D” çevreyi ifade eder.

Tövbe edenlere vaat edilen cenneti cemaat ile açıklanmıştır. Şimdi de işte bu cenneti takıy olanlara vaat ettik dedi. Bu ayetlere salatı zayi edenlerden girdi. Sonra dünya ve ahiret cennetini birlikte anlattı. Şimdi takıy olanları vâris kıldığımız cennet diyor.

Kur’an cennete bizi vâris kıldığını söylüyor.

Bizden evvel birileri vardı da onlardan mı bize intikal etti yani o cennetlerde sakinler vardı da şimdi bize mi kaldı?

Evet, bizden önce de o cennette başka insanlar vardır veya melekler vardır. Onlar daha ileri cennete gittiler. Burasını onlar bize bırakmış oldular. Onlar belki de altı boyutlu uzayın insanlarıdır. Sonra biz de o cennetlere gideceğiz, bizim olanları bizden sonra geleceklere bırakacağız. Bu ayetlerden çıkan sade mana budur. Doğrusunu Allah bilir.

الَّتِي نُورِثُ مِنْ عِبَادِنَا

NUvRiÇu MiN GiBAvDiNAv

“İbadımızdan iras ettiğimiz”

Demek ki ibadından bazısını buna miras etmeyecek.

“İbadena” demiyor da “Min İbadına” diyor; bunun anlamı nedir?

Ya değişik cennetler vardır. Her sınıf için ayrı cennet vardır. Buraya vâris kılınanlar başka, diğer cennetlere vâris kılınanlar başka cennetliklerdir. Yahut cehennemde olanlar ve Arafta olanlar da onlardandır. Onlar burada yokturlar.

Bu dünya uygulamasında her semt kendi üretimini yapar ve yaşar. Ama bunlardan bir kısmı Allah’ın emrettiği işleri yapmaz, maişeti danka içinde olurlar. Bir kısmı ise bolluk içinde olurlar. Semt apartmanlarında kim daha takıy ise o cennetlere vâris olacaktır. Takıy olmayanlar ise maişeten danka içinde olacaklardır.

مَنْ كَانَ تَقِيًّا (63)

MaN KAvNa TaQıyYan (MaN FaGaLa FaGIyLan)

“Kim takiy ise”

“Sonra salatı zayi ettiler” diyerek bugünkü insanları anlatmış ve inkılap yapanlardan bahsetmiştir. Onlar cennetleri inşa edeceklerdir. Allah onlara o imkânları verecek ve cennetleri inşa edeceklerdir. Yani insanlar gelecekte yüz lojmanlı işyeri apartmanları kuracaklardır. Bunlara da onların çocukları vâris olacaklardır. Bu apartmanlar yalnız binalardan ve işyerlerinden ibaret değildir. Bunların içinde Kur’an düzenine uyan hayat yaşayanlar olacaktır. Yani bu cennet yalnız nimet cenneti olmayacak, aynı zamanda rahmet cenneti olacaktır. Çünkü rahman vâris kılıyor. Bu manevi cennete ancak takıy olanlar vâris olacaklardır.

Gelecekte semtler arasında yarışma olacaktır. Oralarda artık başkalarını sömürerek zengin olma olmayacaktır. Orada ancak başkalarına hizmet ederek zengin olunacaktır. Bu siteler Sermaye’nin veya yönetimin baskısı içinde yaşamıyorlar. Yerinden yönetim olduğu için buraya yöneticiler giremiyor. Herkes kapıda aldığı ve kapıda sattığı için ve dolayısıyla tekel oluşamadığı için Sermaye sömürüsü de yok. Burada babalarından miras olarak intikal eden imkânlarla semtlerde yaşayacaklardır.

 

YORUM

Meryem Suresi bizi geçmişten alıp günümüze getirdi.

Şimdi de geleceğimizi anlatmaktadır; “Adil Düzen”in nasıl geleceğini ve sonra dengenin nasıl korunacağını anlatmaktadır. Herkes kendi semtinde yaşayacak; üretecek, satacak, satın alacak ve yaşayacaktır. Malları o semtle anlaşmış olan tüccarlar pazarlayacaklar, satın alınacak malları da onlar alacaklardır. Her semtin kendi parası ve düzeni vardır, kimse onların içyapılarına karışamayacaktır. Aralarında hayırda yarış olacak. Kim daha takıy yani muttaki ise o yarışta ileri olacaktır.

Bakara Suresi’nin başında “bu kitap muttakilere hidayettir” diye zikretmiştir.

Burada da takıy olanların vârisi olacaklarını söylemektedir.

Ortaklık ekonomisinin temeli budur. Kim şeriata uyarsa o zengin olacaktır. Ancak bunları kabullenmek kolay olmamaktadır.

Mesela, biz yirmi seneden fazladır ahşap ev yapıyoruz ama henüz seri üretime geçemedik. Bu birçoklarını ümitsizliğe sevk etmektedir. Ben bile “Metâ Nasrullah?” diyorum.

Allah’ın nasrı ve fethi gelince, insanlar Allah’ın düzenine fevc fevc gireceklerdir.

Bu sure beynimizde hep canlı olarak durmalıdır.

 

Öz Türkçe ile:

“Kullarımızdan kendilerini koruyanlara aktardığımız uçmak işte budur.”

Kur’an Arapçası ile:

“İbadımızdan taki olanları vâris kıldığımız cennet işte budur.”

 

TiLKa eLCanNaTu elLaTiy NUvRiÇu MiN GiBAvDiNAv MaN KAvNa TaQıyYan

تِلْكَ الْجَنَّةُ الَّتِي نُورِثُ مِنْ عِبَادِنَا مَنْ كَانَ تَقِيًّا (63)

 

***