MERYEM SURESİ TEFSİRİ(19.SURE)
Süleyman Karagülle
988 Okunma
MERYEM SURESİ TEFSİRİ 12-16.AYETLER

***

 

MERYEM SÛRESİ - 3. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

***

 

يَايَحْيَى خُذِ الْكِتَابَ بِقُوَّةٍ وَآتَيْنَاهُ الْحُكْمَ صَبِيًّا (12) وَحَنَانًا مِنْ لَدُنَّا وَزَكَاةً وَكَانَ تَقِيًّا (13) وَبَرًّا بِوَالِدَيْهِ وَلَمْ يَكُنْ جَبَّارًا عَصِيًّا (14) وَسَلَامٌ عَلَيْهِ يَوْمَ وُلِدَ وَيَوْمَ يَمُوتُ وَيَوْمَ يُبْعَثُ حَيًّا (15) وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مَرْيَمَ إِذِ انْتَبَذَتْ مِنْ أَهْلِهَا مَكَانًا شَرْقِيًّا (16)

 

***

 

يَايَحْيَى

YAv YaXYAy (YAvYaFGaLu)

“Ey Yahya”

Zekeriyya Peygamber iki yerde zikredilmektedir. Biri Meryem kıssasında, diğeri de Yahya’nın kıssasında geçecektir. Ayrıca peygamberleri sınıflandırmada adı geçer. Yahya ise iki yerde geçer. Kendisine Yahya ismi verilmiştir. Tarikat mensubu olarak yaşar ve tarikat yöneticilerindeki mertebelere göre elbise giyerler.

Ücret tespit edilirken yaşa, ilme, işteki kıdeme ve kabiliyetine göre tespit edilir. Kabiliyet birlikte çalıştığı veya yaşadığı kimselerin takdiri ile olur. Herkesin kendi tarikatında bir derecesi vardır. Ayrıca topluluk içinde de derecesi vardır. Bu dereceler kişilere rütbeleri ile verilir. Kişiler üç sınıfa ayrılırlar; adil olanlar, mecruh olanlar, meçhul olanlar. Mecruhların şehadetleri hiç kabul olunmaz. Meçhullerin şehadetlerini kabul edip etmeme hakemlerin takdirine ve tezkiyelerine bağlıdır. Adillerin şehadetlerini hakemler kabul etmek zorundadırlar, onların şehadetlerine göre hükmederler. İşte bu adil olan kimselerin üniformaları vardır. Halk bilir ki bunlar adildirler, onları şahit yaparlar.

Yahya’dan önce böyle nişan sistemi yoktu. Nişan sistemi Yahya ile ortaya konmuştur. İsmi Yahya’dır. Yahya isminde daha önce de insanlar var idi ama bunların adil olduklarına dair bir işaretleri yoktu.

Yahya kelimesi tekkeye mensup oranın görevlisi anlamında da kullanılabilir.

خُذِ الْكِتَابَ

PuÜi eLKiTAvBa (uFGuLi eLKiTAvBa)

“Kitabı ahzet”

“Kitabı kuvvet ile ahzet” sözü yalnız bir defa burada geçmektedir. Ayrıca Musa peygamberin elvahı aldığı zaman içinde size ita edileni kuvvetle ahzedin denmektedir.

Burada kastedilen kitap nedir?

Tefsirciler Tevrat’tır, bütün kitaplardır demektedirler.

Bizim görüşümüz ise tamamen farklıdır. Manastır vakfının sözleşmesidir. Vakfın temel hükmü yöneticilerin takdir hakkının bulunmamasıdır. O sadece vakıfnamede gösterilen işleri yapar. Vakıf İbrahim’den gelmektedir. Sözleşmesi vardır. Belki Zekeriya orada yeni kurmuştur. Davut’un Süleyman vakfıdır. Yahya’ya ise hazır vakıfname kalmıştır. Yahya’ya vakıfnameyi ahzet denmektedir. Yani vakıfnamede yazılı olan ne ise ona göre vakfın işlerini yürüt demektir.

Türkçede de ‘ele al’ deriz, ‘sözleşmeyi ele al ve bunu uygula’ anlamındadır.

Vakıfnamelerin hayriyeleri ve galliyeleri olur. Galliyeden elde edilen gelir ile hayriyede iş yapılır. Kâr amacı gütmez. Hizmet verdiği kimselerden bir şey alsa bile yine orada harcar. Ortaklarına kâr dağıtmaz.

Kooperatiflerde de iki türlü uygulama vardır. Ortaklara kâr dağıtmazlar. Bu takdirde vergiden muaftırlar. Ortaklarına kâr dağıtan kooperatifler kurumlar vergisine tabidirler. Biz kooperatifi ortaklarına kâr dağıtmayan bir ortaklık olarak işletiyoruz. Adi ortaklıklar kurulur. Onlar iş yaparlar. Kazançlar orada paylaşılır. Kooperatif dayanışma içinde kefil olur, genel hizmeti yapar ve belirlenmiş üründen pay alır, onu o hizmete harcar.

بِقُوَّةٍ

Bi QuvVaTin (Bi FuGLaTin)

“Kuvvet ile”

“QVY”: Halatın her bir ipine kuvve denir. Gerilmeleri esnasındaki dayanıklılık hali kuvvettir.

“Q” kuvvet, “V” birlik demektir, “Y” kolaylığı ifade der. Kavi sağlam demektir. Türkçedeki “kavramak, kavuşmak, kavun, kavak” kelimeleri ile akrabalığı vardır.

Kuvvetin anlamı durumu korumadır. Asılı bulunan bir cisim ip olmazsa düşer, asılı kalınca durumunu korur. O halde “kuvvetle al” demek, durumunu değiştirme demektir.

Tevrat’tan önce kişi yönetimi vardı. Yöneticiler kurallar koyar ve o kurallarla yönetirlerdi. Gerektiğinde uygularken kuralların değişmesine izin verirlerdi.

Tevrat şeriat düzenini getirdiği için Tevrat’ın hükmünü uygularken değiştirme meşru değildir. Kur’an’ın dışında ve Tevrat’tan başka bir şeriat kitabı yoktur. Yalnız onda kuvvetle ahzetme vardır. Bir de vakıfların sözleşmeleri de böyledir. Ölen kişinin değiştirme imkânı olmadığı için vakıfnamede ne yazılmışsa o değişmez. Kurucuların anayasaları da böyledir. Yeni anayasa eski anayasanın kuralları içinde değişir.

Ankara’da toplanan meclis İstanbul’da Meclis-i Mebusan’ın milletvekillerini bunun için önermiştir. Mustafa Kemal meclisi kapatmamıştır. Silah zoru ile de olsa meclisten geçiremediği hiçbir şeyi kanun olarak kabul etmemiştir.

1960 ve 1980’lerde yapılanlar bunun için hukuka aykırıdır.

Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı mirasını reddetmemiştir. Borçlara da sahip çıkmıştır. Dolayısıyla Osmanlı kanunları usulüne göre değişmemişse devletimiz için de geçerlidir.

Kur’an icma sistemini getirmiştir, bucak yönetimini getirmiştir. Bucak âlimlerinin ittifak ettikleri hususlarda veya hakemlerin verdikleri kararlarla Kur’an’ın uygulanışı değişebilir. Kur’an’dan önceki hükümler ise yeni peygamberin gelmesi ve yeni kitabın gelmesi ile değişmiş oluyordu.

Buradaki Bi’l-Kuvve kelimesi vakıfların sözleşmelerinin ancak vakıftaki kurallarla değişeceğini ifade eder. Kurucuların anayasaları anayasadaki kurallarla değişebilir. Yoksa eski devlet yıkılmış ve yeni devlet kurulmuş olur.

Biz de kooperatifteki sözleşmeleri şeriat hükümlerine göre yapıyoruz. Sonunda kanunlara uysun diye ekseriyet kararını da arıyoruz. Ekseriyet kararını yeterli görmüyoruz ama şart olarak kabul ediyoruz.

وَآتَيْنَاهُ الْحُكْمَ

Va EAyTaYNAvHu eLXuKMa (Va EFGaLNAvHu elFuGLa)

“Ve biz ona hükmü ita ettik”

“Kitabı kuvvetle ahz et” emrinden sonra “Biz ona hükmü verdik” demektedir. “Vav” atfettiğine göre demek ki hüküm başka kitap başkadır. Burada “Hüküm” kelimesi marifedir. O halde bu “hüküm” kelimesini bilmemiz gerekmektedir. Bir sözleşme tarafların anlaşması ile yapılır. Taraflar sözleşmeye hâkimdirler. İstedikleri şekilde anlaşırlar. Anlaşamadıkları hususlarda ise sözleşme akdedilmiş olmaz.

Sözleşme yapıldıktan sonra artık taraflar sözleşmenin emrindedirler. Sözleşmeyi değiştirme veya sözleşmeye uymama yetkileri yoktur. Ne var ki sözleşmenin yorumlanması da söz konusudur. Sözleşme kişinin anladığı şekilde uygulanacaktır.

Kur’an’dan önce kitapları yorumlama yetkisi peygamberlere verilmiştir. Kur’an’dan sonra içtihat sistemi getirilmiş, metinleri yorumlama yetkisi uygulayanlara bırakılmıştır.

Vakfın sözleşmesini değiştirme yetkisi Yahya’ya verilmemiş ama uygulama yetkisi ise Yahya’ya verilmiştir.

Bugün de mütevelli heyetinin vakıf yönetmeliğini (sözleşmesini) yorumlama yetkisi vardır. Bugün kanunları uygulama görevi hükümete verilmiştir (Hükümet kelimesi hüküm kökünden gelmektedir.) Bugün sözleşmeleri (kanunları) yorumlama yetkisi uygulayanlara aittir. Uyguladıktan sonra yargıya hesap verirler.

Kitabı kuvvetle al, onu değiştirme ama onu yorumlama yetkisi sana aittir.

Mağdur olanlar hakemlere gidebilirler.

صَبِيًّا (12)

ÖaBiyYan (FaGIyLan)

“Sabi iken.”

“ÖBB” dökülmek, suyun akıtılması anlamındadır. “ÖBV” sendeleme anlamındadır. “ÖBY” ise yürümeye başlamış çocuk anlamındadır.

“ÖBV” 2 defa, “ÖBY” 1 defa, “ÖBB” 5 defa geçmektedir; toplam 8 eder, 8=2*2*2

“Tıfl” doğuştan itibaren başlayan çocukluk halini bildirir. “Sabi” 15 yaşına kadar devam eder. “Ğulam” delikanlılık çağıdır.

“Sabi” kelimesi Kur’an’da çocuk anlamında iki defa geçmektedir. İkisi de bu surede geçer. Biri İsa, diğeri de Yahya için geçer. İsa için beşikteki çocuk demektedir. Yahya için sabi iken demektedir, daha baliğ olmadan anlamındadır.

Bunun anlamı şudur. Dayanışma sorumlusu olmak için akil olmak yeterlidir. Fıkıhta çocuklar için konmuş hükümler vardır. 7 yaşından önce hiçbir tasarrufları geçerli değildir. 7 ile 10 yaş arasında bir reşidin yanında onun gözetiminde yaptığı tasarruflar geçerlidir.

7 yaşından küçük çocuk bakkala gidip alışveriş yapsa, yanında bir büyük varsa geçerlidir, yoksa geçerli değildir. Bakkalın tanıdığı birisinin yanında olursa ona satması geçerlidir, tanımadığı kimse için ise geçerli değildir.

10 yaşından sonra velisinin ona izin verdiği konularda tasarrufları geçerlidir. Velisinin izin verdiği hususlarda veli bir daha o izni geri alamaz. Baliğ olunca da artık kendiliğinden mezun olmuş olur.

Yahya mezun yaşta iken vakıf başkanı olmuştur.

 

YORUM

Zekeriya’nın kıssasını orada bırakmakta ve Yahya’ya geçmektedir.

Zekeriya peygamber önce Meryem’i yetiştirmiş, sonra Yahya ona hibe edilmiştir. İsa’dan altı ay önce doğmuştur. İsa’nın görevi İslamiyet’i tüm yeryüzüne yaymaktır. O havarileri yetiştirecek, havariler de yeryüzüne dağılacak. Havariler ırka dayalı olmayan bir tebliğ sunacaklardır. Son peygamberin gelmesi ve dinin/düzenin kemale ermesi sağlanacaktır.

Yahudilik devam edecektir; bir dayanışma ortaklığı olarak devam edeceklerdir. İsa havarilerine; siz İsrail oğullarına görevli değilsiniz, siz dünyayı uyaracaksınız, beşeri düzeni sağlayacaksınız, İsrail oğullarının kendi peygamberleri vardır demiştir.

İsrail devletinin statüsü ne olacaktır? Kudüs ve civarında yerleşecekler ama onların birliği bir dayanışma birliği şeklinde olacaktır. Bir tarikat benzeri yöneticileri olacaktır. Nebi Yahya bunun örneğini vermiştir.

Meryem’den önce Yahya’yı anlatmakta, onların insanlık içindeki yerlerini benimsetmektedir. Sonra Meryem’i yani insanlığı anlatacaktır.

Son ele aldığımız üç sure arasında (İsra, Kehf ve Meryem) arasındaki ilişkiyi değerlendirirsek, Kur’an’ın nasıl bir bütün olduğunu görürüz.

 

Öz Türkçe ile:

“Ey Yahya, yazıyı sıkı tut. Ve bir de ona çocukken yönetimi verdik.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ey Yahya, kitabı kuvvetle ahz et. Ve bir de ona sabi iken hükmü ita ettik.”

YAv YAXYAy PuÜı eLKiTAvBa Bi QuvVatin VaEAvTaYNAvHu ÖaBiyYan

يَايَحْيَى خُذِ الْكِتَابَ بِقُوَّةٍ وَآتَيْنَاهُ الْحُكْمَ صَبِيًّا (12)

 

***

 

وَحَنَانًا مِنْ لَدُنَّا

Va XaNAvNan MiN LaDunNAv (Va FaGAvLan MiN FaGuLNAv)

“”Ve ledünümüzden hanan iken”

“Hanan” “hükm”e atfedilmiştir. Hüküm mutlak olduğu halde hanan “Min Ledünna” ile kayıt altına alınmıştır. Bu kayıt bizde bu atfın ittibada atfını caiz kılmaktadır. Sıfatla takyid edilmiş olarak yarı marife olduğu için marifeye atıfta bir eksiklik söz konusu değildir. “Ledünümüz” demekle bunun hükme atfedilmiş olmasını ifade eder.

Bunun anlamı da şudur.

Vakıf sorumlusu vakfı vakıfnameye göre yönetecektir. Bu değiştirilemez. Yorumlama ise doğrudan uygulayıcıya aittir. Resmi yorumcu yoktur. Merkezi sistemlerde bakanlığın yorumları ile uygulama yapılır. Oysa halk yönetiminde yorumlama uygulayan kişilere aittir. Herkes kendi içtihadına göre yorumlar. Merkeze karşı sorumlu değil yargıya karşı sorumludur.

“Hanne” yavrulu deve demektir. “Hanne” bağırarak yavrusunu çağırması demektir. Ananın yavrusuna duyduğu hislere benzer hisler duymaya “hanne” denir.

“HNN” çayırlık demektir. Etrafı çevrili olmayıp semtin hayvanlarına açık olan yerlerdeki otlak yere mera, yaylım veya yayla denir. Etrafı çevrili olup özel mülkiyet içinde hayvanların otladığı yere hanan denir. Köyümde bunlara çayırlık demektedirler.

Kitap yazılı kurallardır ve bunlar ortak kurallardır. Oysa uygulama içtihatla yapılır. Bunlar yazılı değildir, her uygulamada değişebilen içtihat veya istihsanla oluşur. Şeriatta nasıl genellik kuralsa, içtihatta da özellik esastır. Herkesin kendi içtihadı kendisini bağlar. Kimse başkasının içtihadı ile amel edemez. Kimse de başkasına benim içtihadımla amel et diyemez. Şeriatta kitap, tarikatta ise hanan geçerlidir.

Vakfın yönetiminde mütevelli heyeti vakfı şeriatla ve kendi içtihatlarına dayanarak yönetir. Mütevellisi hanan yoluyla istihsan ile yapar. Bu temel ayrılıktan dolayıdır. Musa ile yol arkadaşı birlikte iş yapamamışlardır.

“Min Ledünna” demesiyle ledün ilmiyle amel edeceğini ifade etmektedir.

وَزَكَاةً

Va ZaKAvTan (Va FaGAvLan)

“Ve zekâtı”

Sabinin vasfı da olabilir, itanın üçüncü mefulü de olabilir. Biz meful olarak kabul ediyoruz. “Zekâtı da verdik” diyor. Vakıfların galliyesi yani gelirliği var, hayriyesi var. Ona hananı verdik, hayriyeliğini verdik, ayrıca galliyyeliğini de verdik denmiş olur.

Bir dayanışma ortaklığı veya vakıf kuracaksanız, onun hayriyesini ve vakfiyesini oluşturursunuz. Bir girişimci çıkar ve kendi varlığından bir şeyler koyar. Kurucu ortaklar bulur ve onlar da bir şeyler koyarlar. Sonra vakıf senedi tanzim edilir ve pay senedi çıkarılır. Halkın buna ortak olması istenir. Bunlara iştirak etmek isteyenlere sail denmektedir. Kur’an bunlara zekâttan pay vermektedir. Sailler ve mahrumlar için pay vardır ayeti bunların engellenmesini men etmektedir. Zekâttan bunlara pay ayrılabilmektedir.

Buradan şunu öğreniyoruz. Vakfın kurucuları zekâttan pay alarak vakfı kurarlar. Ancak bu payı devlet vermez, halk verir. Onun için nekre getirilmiştir. Bu sebepledir ki zekâtın veya feyin taksiminde saile pay yoktur.

وَكَانَ تَقِيًّا (13)

Va KAvNa TaQıyYan (Va FaGaLa FaGLan)

“Ve teqıy/veqıy idi.”

Arapçada bazı “V” harfleri “T”ye dönüşür. “Ticaret”in aslı “vicare”dir, “tekıyye”nin aslı “vekıyye”dir.

“VQY” sandık gibi katı çeperli kaptır. Via ise torba benzeri yumuşak çeperli kaptır. Yollarda ve yaylalarda taşlardan örülerek yapılan kulübeler de vikadır. Canavarlardan ve fırtınalardan korunmak için yapılır. Vakıy fe’îl vezni üzeredir, koruyan veya korunan anlamındadır. “V” beraberliği, “Q” kuvveti, “Y” kolaylığı gösterir.

Yahya takıy idi, hem kendisini kötülüklerden korudu hem de başkalarını kötülüklerden korudu.

Tarikat şeyhlerinin veya dayanışma sorumlularının iki özellikleri vardır.

Birinci özellik olarak ittika içindedirler. Çevredeki insanlar bu ittikalarından dolayı onlarda olağan dışı durumlar görürler. Onların nezdinde o kutsileşir.

İkinci özellik olarak da yalnız kendilerinin değil çevrelerindekilerin de özel hayatları ile ilgilenirler. Onlarda sıkıntı gördükleri zaman o sıkıntıları gidermek için çevredekileri yardıma davet ederler ve kişilerin sıkıntılarını böylece giderirler.

Kendileri son derece sade bir hayat yaşarlar. Bu da setri avret dışında elbise giymeden dolaşırlar. İbrahim Ethem diye bir sofi vardır. Bir gün komşusunun tavanına çıkmış dolaşıyormuş. Komşu ne yapıyorsun kimsin demiş. Devemi arıyorum demiş. Orda deve mi olur deyince o da sen de o zengin hayat içinde Allah’ı mı arıyorsun demiş.

Bir lokma bir hırka hayatı çevredekilerin gönlünü fetheder.

Bunun yanında yardımlaşmayı sağlarlar.

MİT’in bir görevi de bu olmalıdır. Dolaşıp muhtaçları tespit edip onların sıkıntılarını giderme görevleri olmalıdır. Borcunu ödeyemeyen ve evine icra gelen kimsenin borcu bilinmeyen bir hesaptan ödenmiş olmalıdır.

Bu da Yahya aleyhisselamın görevlerinden biridir.  “Takiy idi”nin anlamı budur.

Bir vakfın özelliklerini sıralamaktadır.

 

YORUM:

Vakıfların iki görevi vardır.

Biri insanların günlük hayatlarını sürdürmeleri için tıkandıkları yerlerde onların yollarını açmadır. Bir tür sigortadır. Topluluk içinde emniyette olmaktır.

Diğeri ise eğitimdir. Belli kişilerin eğitilmesi ve ocağın devamını sağlamaktır.

Nebi Zekeriya’nın eğitim görevini anlatmaktadır. Yahya ve Meryem’in yetiştirilmesinden bahsetmektedir. Nebi Yahya ise bir vakfın veya dayanışmanın yönetim şeklini anlatmaktadır. Meryem Yahya’dan önce manastıra gelmiştir. Yahya İsa’dan 6 ay önce doğmuştur.

Peygamberler gruplar halindedir. Nuh’un vârisleri vardır. Hud, Salih, Şuayb bir grup olmuşlardır. İbrahim, Lut, İshak, İsmail, Yakup ve Yusuf bir gruptur. Musa, Yuşa bir gruptur. Davud ve Süleyman da bu grup içindedir. Zekeriya, Yahya, Meryem ve İsa da bir gruptur. Muhammed ise son nebidir ve tüm grupları temsil ettiği için ayrıca grubu yoktur.

Adil Düzen dayanışma ortaklıklarına dayanır. Son Nebi Muhammed Medine’de ilk kent devletini kurduğu zaman siyasi dayanışma ortaklıkları oluşturdu. Düzeni böyle kurdu. Biz de Adil Düzene geçmeden önce dayanışma ortaklıklarını kurma durumundayız. Bunun için yüz lojmanlı on adet işyeri apartmanını yapmış ve bir bucağı kurmuş olmamız gerekmektedir.

Bu bucakta semt kooperatifleri dışında bir bucak merkez kooperatifi olacaktır. Bucak halkı bucak meclisini oluşturacak, merkez apartmanın merkez katı (ocağı) bucağın merkezi olacaktır. Orada dayanışma ortaklıkları kurulmuş ve genel hizmet yapılır hale gelmiştir. İşte o tarihten sonra Adil Düzenciler Mekke döneminden Medine dönemine geçmiş olacaklardır.

Seminerlerimizi okuyanların sayısı gittikçe azalmaktadır. Kalanlar Adil Düzen çalışanları olacaktır. İşte bu bucağı onlar kuracaklardır.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve yanımızdan ona yorumu ve geliri verdik ve o korucu idi.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve ledünnümüzden henanı ve zekâtı (ita ettik) ve takiy idi.”

Va XANAvNan MiNLaDunNAv Va ZAKaVTan Va KAvNa TaQıyYan

وَحَنَانًا مِنْ لَدُنَّا وَزَكَاةً وَكَانَ تَقِيًّا (13)

 

***

 

وَبَرًّا بِوَالِدَيْهِ

Va BarRan Bi VaLiDaYHi (Va FıGLan Bi FAGıLaYHi)

“Ve iki validine berr idi”

Rabbin hükmü koydu. Kendisinden başkasına ibadet etmeyeceksin ve valideyne ihsanı kaza etti diyor. Burada da “Berran” diyor. Miras ayetinde “veliebevyhi” dediği halde burada “valideyn” demektedir. Berri ve ihsanı yaptırmaktadır. Dayanışma ortaklarına ihsanı emrettiği halde dayanışma sorumlularına berri emretmektedir. Demek ki dayanışma ortaklıklarının anne babalarına karşı özel sorumlulukları vardır. Buradaki sorumluluk onlara halef olmalarıdır yani vakfın yöneticisi olarak vâris olmalıdırlar.

Yöneticiler belli yaşa geldikten sonra artık aktif yöneticiliği bırakırlar ama onur görevlisi olurlar. İnsanlık Anayasası’nda fahri görevlilik müessesesi vardır. Emekli olunca yaptıkları eski görevde danışman olurlar. Maaşları devam ettiği gibi makamları da devam eder. Faal görevliler onlarla istişare etmek zorundadır. Protokoldeki yerleri aktif hizmetten çekildikleri tarih sayısına göre olur. Her türlü bilgi edinme yetkileri vardır. Aktif görevlilerde bir hata görürlerse hakemlere gitme yetkileri vardır.

İşte bu ayırımı beyan etmesi için “ihsan” yerine “berr” getirilmiştir.

Adil Düzen Anayasası’nda bu istihsan yoluyla delillendirilmiştir.

Burada ise ayet işaretin delaleti ile ifade etmektedir.

“Ebeveyh” denilince daha büyük anne ve babalar da kastedilmektedir. “Valideyhi” diyerek yakın anne ve baba kastedilmektedir. Başka bir beyanda da vakfın yönetiminde karı ve koca birlikte görev alırlar. Kadınlarla kadın, erkeklerle erkek ilgilenir. Biz kıyas yoluyla bu hususu ocak başkanının seçiminde de uyguluyoruz. Sıralama usulü ile seçim yapılır. Burada kişiler değil, karı koca ailece sıralanır. Onların eşleri ve çocukları da özel hükme tabi olurlar.  Bu sebepledir ki “ezvacı nebi” ve “benatı nebi” diğerlerinden farklı hükümlere tabidirler.

Kur’an düzeninde demokrasi ekseriyet seçimi ile olmaz, hicret demokrasisi ile oluşur, yerinden yönetimle oluşur. Cumhurbaşkanı sadece kendi aşiretinin ve kendi kabilesinin (ocak ve bucağının) başkanıdır. Taşra ocaklarının ve bucaklarının kendi imamları vardır ve merkezde olan kişiler değil ocaklar ve bucaklardır. Merkez bucakları ve ocakları vardır. Başkanlar sadece merkezlerin başkanıdır, taşraların başkanı değildir.

“Berr” kara, “beriyye” bir kara parçası demektir. “Burr” buğday,”birr” buğdayın diğer tahıllara olan üstünlüğü esas alınarak “iyilik” anlamı kazanmıştır.

“B” kapı, geçit demektir. “R” tekrarı ifade eder.

İnsan topluluk içinde özgür yaşayan bir varlıktır. Topluluğun ferdidir. Kurallara tabidir. Ne var ki kuralları kendisi koymaktadır. Topluluğunu değiştirebilmektedir. İlahi kitaplar ve şeriat insanı topluluk içinde özgürleştiren düzen içindir. Topluluk insanların özgürlüklerini daraltmak için değil, tam tersine ona özgürlük sağlamak için vardır. Örnek olarak insan özgürlük içinde muz yemek istemektedir ama eğer muz alma parası yoksa ve eğer muz satan bir dükkân mevcut değilse, kişi bu özgürlüğünü kullanamaz. Topluluğun görevi ona muz satın alacak satın alma gücünü vermek ve muz alabileceği dükkânı bulundurmaktır.

Şeriatta adalet vardır ama eşitlik yoktur. Kadın erkeğe eşittir, çocuk babası kadar özgürdür, herkes cumhurbaşkanının sahip olduğu yetkilere sahiptir diye bir şey yoktur. Bugün Şeytanın ve Sermaye’nin uydurduğu modalar vardır. İnsanlar düşünürken, ilim yaparken, kanunlar yapanlar şeytanın ütopik dayatmalarına uymaktadırlar. Kur’an’ı yorumlarken bu tür şeytan tuzaklarına düşmemek gerekir.

وَلَمْ يَكُنْ جَبَّارًا

Va LaM YaKuN CabBAvRan (VaLaM YaKun FagGAvLan)

“Ve cebbar da değildi”

Tarikatta zorlama yoktur. Şeyh kendisi itkan ile hareket eder. Gerekenleri söyler. Kimseyi zorlamaz. İnsanlar özgürdür. Tarikatta cezalanma dışlanmadır. Sorumlu o kişi ile konuşmazsa kimse onunla konuşmaz. O kişi o zaman ya o topluluğu terk eder yahut oranın düzenine uyar. Bu kaide tüm dayanışmalarda vardır. Ancak oralarda zorlayıcı uygulamalar vardır. Yargıya gidilir ve yargı gerekli cezayı verir. Oysa ahlaki kuruluşlarda insanlar kendi istekleriyle o dayanışma içinde amel ederler. Başkan yani şeyh zorlamaz.

“CBR” kırıkların tutturulması için konan tahta parçasına denir.

“Cebire” kırıkları tutturmak için kullanılan tahtalardır. Hareketli hale getirmek için yapılan zorlamadır. “Cibril” kelimesi yaraları saran veya görevini zorla yaptıran anlamında Kur’anı getiren ruha verilen addır.

“CBR” 13 defa, “CBN” 1 defa geçmektedir; 14=2*7

Başkanlar halkı nasıl yönetirler?

İlmi dayanışma ortaklıklarında tartışma vardır. Ortaklaşa ürün üretirler. Buradaki dayanışma ortaklarına tartışma ortamını sağlar. Toplantıları yönetir. İlmi sonuçların arz edilmesini sağlar. Kendisinin herhangi bir karar verme yetkisi yoktur. Görüş mutabakatlığı yoktur. Sokrat ekolü böyledir. Bu ekolde üç büyük âlim (Sokrat, Eflatun, Aristo) yetişmiştir. Her üçünün görüşleri farklıdır. Hanefi ekolü ve mezhebi de böyledir, dört büyük âlim yetişmiştir (Ebu Hanife, İmam Ebu Yusuf, İmam Muhammed ve İmam Züfer). Görüşleri mezhep mensupları arasında eşit kabul edilir.

Siyasette güç yarışması vardır.

Ekonomide kazanç yarışması vardır.

Ahlakta ise yarışma iyilikte ve sevgidedir.

Burada işte bu genel kurallar ifade edilmektedir.

عَصِيًّا (14)

GaÖıyYan (FAGLan)

“Asi de değildi.”

Başkalarının kötülüklerini ortaya koyup onları uyarma görevi vardır. Bu görev âlimlere verilmiştir. Siyasiler cebbardırlar. Âlimler asidirler, fiilen değil ama fikren karşı çıkarlar. Din adamları ise iktidarda olanları, zenginleri ve halkı korkutmazlar, onlara saldırmazlar, onların kötülüklerini değil iyi taraflarını dile getirirler. Kimsenin kusurlarını ortaya koymaya çalışmazlar.

Burada Yahya’nın bu vasıfları anlatılmaktadır.

Şeriat düzeninin anlaşılması ve uygulanması için onu iyi kavramak ve öncelikle kendi nefsimizde uygulamak gerekmektedir.

“GÖV” sopa demektir, Kur’an’da 12 defa geçmektedir. “GÖY” isyan etme, karşı çıkmadır, 32 defa geçmektedir. Ayrı veya bir kelime olarak görebiliriz.

İsyan etmek demek sopa kaldırmak demektir.

“G” etkinliği, “Ö” dayanıklılığı, “V” birliği, “Y” kolaylığı ifade eder.

Bugün din ile siyaseti laiklik adı altında ayırmaktadırlar. Biz laikliği dört dayanışma ortaklığının (ahlak-ilim-iktisat-siyaset/idare) ayrı olması, birbirlerinin işine karışmaması ve birbirlerine tahakküm etmemesi şeklinde anlıyoruz. Devlet başkanı ve hakemlerin denetiminde kendi görevlerini bağımsız olarak yapmaları şeklinde tanımlıyoruz.

 

YORUM

Tarikatların eğitim usulü şudur. Tarikata intisap ettiğinizde sizi imtihan etmezler, durumunuzu sorup sizden sizi öğrenirler. Size bir vird görevi verirler. Günde şu kadar sayıda şunu de derler. Nitekim askerlikte de böyle boş işler verirler. Vird verilir ve diyelim ki üç ay sonra gel derler. Kişi üç ay içinde verilen virde devam etmişse kişide değişiklik olur. Davranışlarındaki ve yüzündeki başkalıklar belirlenir. Çoğu zaman kişi rüya görmeye başlar ve rüyayı şeyhine anlatır. Şeyh onu konuşturur, dinler ve durumuna göre ona yeni görev verir. Böylece kişinin kendi kendisini eğitmesini sağlar, şeriatın altında yaşayanları şeriat seviyesine getirir. Bundan sonra devam etmek isteyen olursa ona ameli yani uygulamalı görevler verir. Sen odunu taşı, sen git falan yerde dilen ve akşamüstü topladıklarını tekkeye getir der. Yahut şu toprağı kazı der. Herkesin yapamayacağı işler verir ve böylece kişideki nefsi emmareyi öldürtür. Kişi buradaki başarısı ile şeriatın üstüne çıkar.

Şeriata gelmek herkesin görevidir.

Bu sebeple kişi eğer kendisi şeriatı taşıyamıyorsa bir tarikata intisap etmelidir.

Kişi maneviyatta daha üst dereceye yükselmek için de yine bir şeyhin yardımlarını almalıdır. Bu şeyhin keramet sahibi olmasından doğan bir şey değildir, bir eğitim usulüdür.

Bizde de bu eğitim usulleri bulunmaktadır. Kur’an’da “ve’mur ehleke” denmektedir. Buradaki ehl ehlibeyt değildir. Dayanışmaya katılanlara salat emredilir. Salata devam edenler o eğitimlerini yapmış olurlar.

Tarikata intisap edip onların içinde kaldığınız müddetçe şeyhin size verdiği görevleri yerine getirmekle yükümlüsünüz. Bu emirler bazen şeriata aykırı da olabilir. Siz bir mürit olarak kendinizde bir gelişme hissediyorsanız o tarikatta kalmaya devam edersiniz yahut ayrılıp gidersiniz. Kendinizi nasıl kontrol edersiniz? Şeriatta hasenatı amel etmek nefsi zorlama ile olur. Nefsiniz onu ister ama imanınız onu yapmaya mani olur yahut istemez ama imanınız sizi onu yapmaya zorlar. Tarikatta tam tersidir. Artık kötülüklerden tiksinirsiniz, nefret edersiniz, iyiliklere ise sevdalı olursunuz. Kendinizde bu hisler doğuyorsa şeriatın üstüne çıkıyorsunuz demektir. Gelmiyorsa, sizin yeteneğiniz tarikatta kalmaya uygun değildir demektir.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve anne babaya saygılı idi ve karşı çıkan, zorlayıcı değildi.”

Kur’an Arapçası ile:

“Ve valideynine birr idi ve asi cebbar değildi.”

Va BarRan Bi VaLiDayHi Va LaM YaKun CabBVaRan GaÖıyYan

وَبَرًّا بِوَالِدَيْهِ وَلَمْ يَكُنْ جَبَّارًا عَصِيًّا (14)

 

***

 

وَسَلَامٌ عَلَيْهِ

Va SaLAvMun GaLaYHi (Va FaGAvLun GaLaYHi)

“Ve üzerine selam vardır”

Bundan önceki ayetlerde Yahya’ya bir vakıf sorumlusu olarak verilenleri anlattı. Şimdi de onun görevlerine karşı sağlanan imkânları anlatmaktadır. Onun selamette olması gerektiğini ifade etmektedir. Bunlar siyaset dışında tutulur. Bu hususta görevli olanlar askere alınmazlar. Kendi güvenliklerini de kendileri sağlamazlar. Onlar kendilerini topluluğa vakfetmiş kimseler oldukları için nasıl İsa’ya savaşma hatta savunma yetkisi verilmemişse onlara da verilmez. Onların işi savaş değil barıştır. Doğarken de korunmuşlardır, ölürken de korunmuşlardır. Ahirette de bunların özel durumları olacak, orada da hesapları ve sorgulamaları farklı olacaktır. Bunlar halkın evliya dediği kimseler olacaklardır.

“Süllem” merdiven demektir. “Selem” hayvanların çıkamayacakları yüksek kaya demektir. Çobanlar azıklarını bu kayanın üzerine koyarlar, böylece azık selamette olur. Sonra silm, barış anlamında kullanılmıştır. Çölde birbirleri ile karşılaşanlar ya kılıçlarını çeker ve saldırırlar ya da “selam” deyip barış içinde olurlar.

“S” mekânda diziyi (merdiven basamakları,) “L” belirliliği, “M” maddeyi ifade eder.

Canlılar arasında çatışma üzerine kurulu denge vardır. Bir de dayanışma üzerine kurulu denge vardır. İnsanlar arasında barış üzerinde oluşmuş birliktelik var, savaş üzerinde kurulmuş birliktelikler vardır. Tarikatlar barış üzerinde kurulu birliktelikleri yürütürler. Bir de bugün olduğu gibi bunların güvenliği sağlanmaktadır.

يَوْمَ وُلِدَ

YaVMa VuLiDa (YaVMa FuGıLa)

“Vilad edildiği yevm”

“İz Vülide” diyebilirdi. “Hiyne Vülide” diyebilirdi. “Mevliden” deyip hal yapabilirdi. “Yevme” kelimesi getirilmiştir. Bir doğuş çağı olarak zikretti. Bir de ölüm çağı olarak zikretti. Canlılarda hatta tüm canlılarda mevcut olan özellik vardır. Doğarlar, gelişirler ve belli yaşa geldiklerinde yaşlanmaya başlarlar. Tüm hayat boyu ikiye ayrılmıştır. Bu sebeple yevme yahya denmemiştir. Bundan dolayı “yevme” kelimesi kullanılmıştır. Selam var, barış var; demek ki hayatı boyunca başka insanlarla çekişmeyecekler, herkesle barış içinde olacaklardır.

وَيَوْمَ يَمُوتُ

Va YaVMa YaMUvTu (Va YaVMa YaFGaLU)

“Ve mevt olduğu yevm”

“Yevme” tekrar edildi, çünkü ayrı ayrı yevmlerdir. “Vülide” mazi getirilmiştir, “Yemutu” ve “Yübasü” muzari getirilmiştir. İfal babından meçhul getirilebilirdi, imate edildi denirdi. Demek ki bu hitap kıssanın hikâyesi değildir, bir hükmün vazidir.

Ahlaki dayanışma sorumlularının işi barıştır, savaş değildir. Bunun üzerinde şiddetle vurgu yapılmaktadır. Namaz kıldıran ahlaki dayanışma sorumlusu değildir. Tek etkileri ahlaki dayanışma sorumluluklarıdır.

Bana yardımcı olmalısınız. Örnek olarak “Yevme, Vülide, Yemutu, Yub’asu” kelimeleri ele alınmalıdır. Önce bu kelimelerin ilk çıkış manaları üzerinde durulmalıdır. Sonra harflerin manaları ve terkibi üzerinde durulmalı, sayıları çift değilse eşleşme bulunmalıdır. Lisanu’l-Arab’daki manası de zikredilmeli. Herkes köklerden birini seçsin ve çalışmaya başlasın. Artık öğrenci olma safhasından uygulayıcı olma safhasına terfi edin.

Artık lügatimiz tamamlanmalıdır. Burada bu kelimeye bastığınız zaman İzmir Akevler Lügati gelişmiş olarak karşımıza çıkmalıdır. Orada okunduktan sonra tefsirimiz okunmalıdır. Böylece tefsir yapanlar için kolaylık olur. Okuyucular da bildikleri şeyleri tekrar tekrar okuma durumunda kalmazlar.

وَيَوْمَ يُبْعَثُ حَيًّا (15)

Va YaVMa YuBGaÇu XayYan (Va YavMa YaFGaLu XayYan)

“Ve hay olarak ba’s olunacağı yevm.”

Mevtten sonra zikretmektedir. “Hayyen” kelimesi neden getirilmiştir. Zaten ba’s hayyen olmayacak mıdır? Meyten ba’s olunmayacağına göre bu kelimenin bize başka şeyleri ifade etmesi gerekir. Sonra burada barış ve savaş düzeni vardır. Ahirette ise böyle bir düzen yoktur. Cennet düzeni selam düzenidir. Cehennem düzeni za’n düzenidir. Ba’s edildiği zaman artık savaş sona ermelidir, barış da daha gelmemiştir.

Bu soruları cevaplama biraz zorlayarak olacaktır. Sizler de düşünün, bu sorulara nasıl cevap vereceksiniz. Buradaki ba’s ahiretteki ba’s değildir. Dünyada görevlendirildiği zaman demektir. Demek ki insanın hayatı üç dönem geçirecektir. Biri veladet dönemi, diğeri mevt dönemi, bir de ba’s dönemi. Veladet ve mevt dönemlerinin hükümleri birbirine benzediği için birlikte zikretti. Ba’s dönemi esas olduğu için onu sona aldı.

“Hayyen” kaydını getirerek ölümden sonra değil dünyada iken hatta daha yaşlanmadan yaptığı görev zamanında selam vardır.

Üçüncü babdan müteaddi olduğu için görevlendirme söz konusudur. Babası veya mütevelli heyeti artık görev sende demesi gerekiyor.

 

YORUM

Yahya’nın kıssası böylece sona ermiş oluyor.

Burada önemli olan baba mirasının devam etmesidir. İnsanlar buluğ çağına gelince evlenir, aile kurar, iş kurarlar ve kazançları ile yaşarlar. Artırdıkları ile bir iş kurarlar, işyerleri olur. Sonra bunlar çocuklara intikal eder.

Kur’an iki türlü mirası teşri etmiştir. Biri yararlanma mirasıdır ki vârislere verilir. Parçalanır ve kime ne düşerse ona sahip olunur. Biri de işletme mülkiyetidir ki bu parçalanmaz. Bir kişiden fazla sorumlusu da olmaz.

Benim bucağımda bu yararlanma mülkiyetine sahip olan kimse en küçük erkek oğul olur. O evde kalır ve anne babasına da o bakar. Diğerlerinden kızlardan evlenenler kocalarına giderler, erkekler ayrılır ve kendileri yeni ev kurarlar. Nebi Yahya’nın kıssası ile köylümün uyguladığı sistemin şeri olduğunu gösteriyor. Bir vakıf da bir dayanışma da böyledir. Köyümde tek evlilik vardır. İkinci evliliği eğer erkek çocukları yoksa yaparlar. Demek ki bu gelenek de şeriata uygundur.

‘Adil Düzen nedir?’ sorusuna verilecek cevap için de yerinden yönetim ve hicret demokrasisi, genel hizmet ve dayanışma ortaklıklarıdır. Kur’an tefsirine devam edilecek.  Bugün haftada bir seminer yapıyoruz. Her gün seminer yaparsak başka işimiz olmamalıdır. En az on kişilik ekip olmalıyız. Yüz lojmanlı işyeri apartmanında bunu bir katta yapacağız. Böylece tefsir iki senede biter.

Allah nasip eder de Yalova’da ahşap üretimini başarırsak, on kişilik ekip hazırlığı içindeyiz. Bunlar haftada iki ev yapabileceklerdir. Senede 100 ev edecektir. Evler 60 000 TL’ye mal olsa, beşte biri 12 bin TL eder. 100 ev 1 200 000 TL eder. On aileyi finanse ederiz demektir.

Bunlar sadece genel hizmet yapacak ve her gün yarım sayfa Kur’an’ı on sayfa olarak yorumlayacaklar. Demek ki şimdi bugün bir cemaat bize ortak olsa ve gerek imkânları gerekse ilmi çalışmaları ile bize katılsa, iki sene sonra bir Medine benzeri ilk sitemizi kurmuş oluruz.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve doğrulduğu gün ve öldüğü gün ve dinç iken görevlendirildiği gün ona barış olsun.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve viladet edildiği yevm ve mevt olduğu yevm ve hay olarak ba’s olduğu yevm ona selam.”

Va SaLAvMun GaLAyHi YaVMa VuLiDa Va YaVMa EaMUvTu Va YaVMa YuBGaÇu XayYan

وَسَلَامٌ عَلَيْهِ يَوْمَ وُلِدَ وَيَوْمَ يَمُوتُ وَيَوْمَ يُبْعَثُ حَيًّا (15)

 

***

 

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مَرْيَمَ

Va üÜKuR Fiy eLKiTAvBı MaRYaMa (VaUFGuL Fiy eLFiGAvLı MaFGaYLa)

“Ve kitapta Meryem’i zikret”

Bu surenin başında “Rabbinin rahmetinin, abdi Zekeriya’yı zikretmesidir” ذِكْرُ رَحْمَةِ رَبِّكَ عَبْدَهُ زَكَرِيَّا demişti. Ondan sonra da yalnız bu surede beş yerde kitapta zikret diye geçmektedir; bunlar Meryem, İbrahim, Musa, İsmail ve İdris’tir. Bu peygamberlerin ortak bir özelliği vardır ki aynı deyim içinde ifade edilmiştir. Yetmedi, bunların hepsini Meryem Suresi’nde topladı.

İşte yorumcunun düşüneceği şey budur; bunların ortak özelliği nedir?

Önce Zekeriya için “Fi’l-Kitabi” demedi, sadece zikridir dedi, hâlbuki diğerleri için “Fi’l-Kitabi” dedi. Çünkü diğerlerinin kıssaları şeriat kıssalarıdır. Oysa yalnız Zekeriya’nın ve Yahya’nın kıssaları tarikat kıssasıdır.

İkinci fark ise; diğerleri emir sigası ile olduğu halde, yalnız Zekeriya masdar sigasıdır. Çünkü onların görevi tarikat olmadığı için sen zikret demiyor, sen anlat demiyor. “Kitapta” kaydı Zekeriya’da yoktur. Çünkü kitapta demek şeriatta demektir, fıkıhta demektir. İçtihat yaparken onlar da göz önünde olsun demektir.

Önce Meryem’den bahsetmektedir. Çünkü Meryem şeriatla görevli değildir ama şeriatın tanınması ile görevlidir. İsa’dan değil de Meryem’den bahsetmektedir. Meryem de bir nebidir, kadın nebidir. 1) Bütün kadınların temsilcisidir. 2)  Bugünkü takvimin başlangıcını o oluşturmuştur. 3) Anaların temsilcisidir. 4) Manastırda yetişmiştir. Bu özelliklerinden dolayı kitapta zikredilenlerin başına getirilmiştir.

Sonra İbrahim’den bahsedilmektedir. İbrahim Mezopotamya şeriatını beşeri şeriat haline getirmek üzere görevlendirilmiş, bugün yaşayan dinlerin hepsinin atası olan kimsedir. İbrahim zikredilmiştir. Sonra Musa ele alınmıştır, şeriatın temsilcisidir. İbrahim ilmin temsilcisidir. İsmail ise son nebinin geleceği bir kavmi oluşturmuştur. Bu arada İdris peygamberden bahsetmiştir. İdris peygamber avcılık döneminin peygamberidir.

Toplayıcılık döneminde aile öğretmeni vardır. İşlere ailece giderlerdi. Avcılık döneminde kadınlar ve çocuklar ava gidemediler. Toplayıcılık zamanında görenek eğitimi yeterli olduğu halde, avcılık döneminde görenek eğitimi yeterli olmadı. Tedris dönemi doğdu. Mağaralarda resimler çizilerek ders verildi. İdris işte bu dönemin peygamberidir. Avcılık döneminde birlikte üretme başladı. Semt kooperatifleri ile şimdi onu yapmaktayız.

Buradaki “Kitab” mushaf değildir, mushafın içerdiği hükümlerdir. İçtihatta bu peygamberlerin hareketleri delil olarak alınacaktır demektir.

“Meryem” “Rum” kökünden gelmektedir, Romalı anlamındadır. Rum değildir ama Romalıdır. Allah isimleri öyle verir ki ileride o isme göre işler yapar.

Bugün iki buçuk milyar insan Hıristiyan’dır. Yani Romalıdır. Buna göre bu ad verilmiştir. Meryem doğduğu zaman Roma yönetiminde azınlık olarak yaşayan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir ve İsa’yı doğurur. İki-üç asır geçer. İmparator onun dinini kabul etmiştir. İleri uygarlığın merkezi olur. Bugün 2,5 milyar insan Hıristiyan’dır. Tüm dünyaya yayılmışlardır. Bizim Musa’yı örnek almamız gerektiği gibi Meryem’i de örnek olarak alma durumundayız.

إِذِ انْتَبَذَتْ

EiÜ İNTaBaÜaT (EiÜ iNFaGaLaT)

“İntibaz etmişti”

“Nebiz” köpük demektir. Fiil olarak içkinin oluşurken çıkardığı köpükten dolayı şaraplaşmak için kullanılmıştır. Mayalanmak ve fırlatıp atmak anlamlarına da gelir.

“N” genelliği ifade eder. “B” geçiş, “Ü” işaret harfidir.

Fırlatıp atmak anlamındadır. Daha hamile kalmamıştı. Herhangi bir olay yoktu. Neden kendisini şark mekânına attı?

Köy halkının töreleri vardır. Nişanlılar birbirleriyle görüşmezler. Aileler arasında bile yakınlık kalkar. Oysa şer’en nişanlanmak nikâhtır. Çünkü ülkemizde evlenme akdi değildir. Batılılar tanışalım, konuşalım, anlaşalım da sonra evlenelim derler. Bizde nişanlıyı bırakma kanla biter. İncil’de anlatıldığına göre Meryem Yusuf’la nişanlıdır. İsa’nın doğumundan sonra evlenecektir. Çocukları olacaktır. Yani İsa’nın anneden kardeşleri vardır.

Anlaşılan İsrail oğullarında şeriatta hala nişanlısı ile görüşme dedikoduya sebep olmuş, o sebeple şark mekânına gitmiştir. Kendi kavmini terk etmiştir.

مِنْ أَهْلِهَا

MiN EaHLiHAv (MiN FaGLiHAv)

“Ehlinden”

“Ehlinden” denmektedir.

Ehli ailesi değildir, mensup olduğu manastır ehli de değildir; çevresidir, halkıdır.

18 yaşında kızla evlendi diye basın diline doladı. Bir gün bir gazeteciye; ben şeriata aykırı bir iş yapmadım, kanunların yasakladığı bir iş de yapmadım, ne ile kınıyorsunuz dedim. Sustular; hala susuyorlar.

Bugün de kanunda suç olmayan fikirler ortaya atılıyor ve suçlamaya başlıyorlar. Ben telefonumu kullanmadım diyor. Ben Gülenci değilim diyor. Bir suçlu ile beraber olmak iyi işleri birlikte yapmak suçtur. Ne diyecek ben Güleni severim ama 15 Temmuz’u onun yaptığını sanmıyorum, ama 15 Temmuz’u asla tasvip etmiyorum diyecek.

Meryem bu dedikodulardan kaçmak için kalkıp şarka gider, ehlinden hicret eder.

مَكَانًا شَرْقِيًّا (16)

MaKAvNan ŞaRQıyYan (FaGaLaN FaGLiyYan)

“Şarki bir mekâna.”

Meryem Tuz gölünün (Lut gölünün) batısındadır. Kudüs’dedir. Batıya gitse her gün gidip gelmekle olacağı için onlardan kendisini saklamayacaktır. Tuz gölünün doğusundakiler belki batısındakilerin dillerini bilmemektedirler. Onun için kendisini onlardan uzak tutmuştur. O tarihlerde belki de Tuz gölünün doğusu boştur, henüz halk yerleşmemiştir. Tuz gölünün kuzeyinde büyük bir ırmak Tuz gölüne akmaktadır, geçişi zordur. Belli bir mekâna gitmiyor, şarkta bir mekâna gidiyor. Yahut doğuda başka kavimler oturmaktadır. Ehli oraya kolay kolay gidemiyor. İncil’e göre Yusuf ona yardımcı olmaktadır.

Tuz gölü bir vadidir, doğusunda ve batısında dağlar vardır. Batı dağlarının üzerinde Kudüs kuruludur. Vadinin doğusu 800 metreye varan dağlarla örtülüdür. O tarafa gitmiştir.

 

YORUM

Meryem manastırda yetişecek.

İsa ise manastıra gitmeyecek. Meryem onu yetiştirecek, çünkü İsa’nın düzenle ilgili görevi vardır. Ahlaki düzeni kuracaktır.

Ahlaki düzenin iki yanı vardır. Biri, şeriatın müdahale etmediği yanıdır. Şeriatla ilgisi de yoktur. Diğeri ise ahlaki hayat şeriat düzeni içinde yaşanacaktır. Şeriatla ahlak arasında beraberlik olmalıdır. Yoksa yönetimle halk arasında boğuşma olur. Diğer taraftan şeriat ahlaka baskı yapmamalıdır, ahlak da yönetimin işlerini bozmamalıdır.

Bugünkü laiklik ve anti-laiklik çekişmesi budur.

Hazreti İsa ahlaki kurallarla şeri düzen arasındaki dengeyi öğretmek için gönderilmiştir. Tekkede büyüse tarikat yanlısı olurdu. Dışarıda büyüse bu sefer de tekkeyi bilmez olurdu. Allah anasını tekkede yetiştirdi. Kendisi ise babasının etkisi altında kalmasın diye babasız olarak dışarıda annesi tarafından eğitildi. Tekke ile şeriat arasındaki dengeyi böyle kurar hale geldi.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve yasamalarda Meryem’i an. Hani topluluğundan doğuda olan bir yere kaçmıştı.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve Kitabda Meryem’i zikret. Hani ehlinden şarki bir mekâna intibaz etmişti.”

Va üZKüR Fiy eLKiTAvBi MaRYaMa EiÜEiNTaBaÜaT MiN EaHLiHAv MaKAvNan ŞaRQıyYan

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مَرْيَمَ إِذِ انْتَبَذَتْ مِنْ أَهْلِهَا مَكَانًا شَرْقِيًّا (16)

 

***

 

 



© 2024 - Akevler