3) Kuvvetler dengesinin işleyişi:
Kuvvetler dengesinde yer alan unsur ve özellikleri açıkladıktan sonra, bu kuvvetlerin dengeli bir biçimde işleyişine de işaret etmek gerekir. Bu işleyiş devlet hizmetlerinin yerine getirilmesiyle de paralellik arz etmektedir. Bu ise, daha önce de işaret ettiğimiz gibi, Üçüncü Kitabı'mızın konusunu teşkil etmektedir. Verilen bilgiler çerçevesinde olmak üzere önce işleyişe ilişkin ilkeleri, sonra da işleyiş mekanizması ve bu işleyişte kuvvetlerin dengesini ortaya koymak istiyoruz.
a) İŞLEYİŞ İLKELERİ:
Kuvvetler dengesinin işleyişini daha iyi ortaya koyabilmek için, önce kuvvetlerin teşkilâtlanmasında bulunması gereken ilkeler üzerinde durmak istiyoruz.
1-DEMOKRATİKLİK İLKESİ:Her kuvvetin oluşması halkın katılımını sağlayacak biçimde olmalıdır. Halkın bu kuruluşlara katılımı bucak düzeyinde doğrudan, il ve devlet düzeyinde ise delege yoluyla (temsilen) olmalıdır. Dört kuvvet bucak, il ve devlet düzeyinde olmak üzere dörder meclisten oluşmalıdır. Bu meclislerin teşkili aşağıdaki esaslar çerçevesi içinde olmalıdır.
2-GRUPLAŞMA İLKESİ: Her kuvvet, kendi içinde çoklu gruplaşma esasına göre oluşmalıdır. Siyasî gruplar, bilimsel ekoller,dini ahlaki gruplar (=mezhepler), meslekî odaların her biri tekli ve hatta ikili gruplu sisteme göre değil, çoklu sisteme göre oluşmalıdır. Bu gruplaşma sayısı en az beş en çok yirmi olacak biçimde düzenlemelere gidilmelidir.
3-GRUBUNU DEĞİŞTİRME İLKESİ: Halkın bu dört kuvvetin içinde yer alan gruplara kaydolması sistemi geliştirilmeli, fakat halka grubunu kolayca değiştirme hakkı tanınmalıdır. Bu suretle halkın guruplarını denetimi etkin hâle getirilmelidir. Serbest ve tamamen halk tarafından oluşturulan bu grupların örgütlenmeleri, sivil toplum esaslarına göre olmalı, ancak her biri grup olarak katılan üye sayısı oranında devlet bütçesinden nesnel bir biçimde pay almalıdırlar. Gruplara katılmayanlar, gruplara tanınan haklardan yararlanamamalıdırlar. Bugünkünün tersine, devlet gruplaşmaları önleyen değil, gruplaşmalara imkân hazırlayan bir görev üstlenmelidir.
4-NİSBİ TEMSİL İLKESİ VE MA'ŞERİ (KOLLEKTİF)KARAR SİSTEMİ: Yönetime katılma nisbî temsil esaslarına göre uzlaşma (=ulusal koalisyon) esaslarına göre gerçekleşmelidir. Kararların alınmasında çoğunluk sistemi terk edilerek ma'şeri karar sistemiadı verilen sistemler geliştirilmelidir.
5-TAHKİM SİSTEMİ İLKESİ: İcrada başkanların, yargıda ise hakemlerin kararları asıl olmalıdır. Tahkim sistemi hukukun bütününü kapsayacak biçimde işlerlik kazanmalıdır.
Artık kuvvetlerin işleyişine geçebiliriz.
b) DENETLEMENİN İŞLEYİŞİ:
İnsanın ihtiyaçlarını his yeteneği belirler. Bunu, bedenindeki duyuları ve ruhsal yapısından aldığı zevk veya elemle birleştirerek yapar ve arzu biçiminde düşünce yeteneğine bildirir. Düşünce yeteneği muhakeme ile bu ihtiyaçları giderme yollarını tespit eder ve iradeye iletir. İrade yapmak suretiyle ihtiyacı gidermeye koyulur. His yine bedenden gelen duyularla ihtiyaçların giderilip giderilmediğini, tatmin edilip edilmediğini ruhsal yapısından aldığı haz ve elemle değerlendirir. Demek ki hisler, bir tür denetleme görevi görmektedirler.
Toplumda hissin yerini, benzer biçimde din kurumu alır. Bu kurum; denetleme organına bağlı sağlık ve sanat kuruluşları aracılığı ile belirlediği sosyal ve benzeri ihtiyaçları istekleri ile birlikte yasama organına bildirir. Yasama organı; imkânları araştırarak bu ihtiyaçların karşılanması için kararlar alır ve düzenlemeler yapar, yürütme organına iletir. Yürütme organı; istekleri belirlenen kararlar çerçevesinde yerine getirerek denetim kuruluşlarına sunar. Böylece devre kapanır.
Dinî kuruluşlar kontrol kuruluşlarından aldığı bilgilerle kararların yerine gelmediğini belirlerse soruşturma kuruluşlarını harekete geçirirler ve görevi yerine getirmeyenler hakkında dava açarlar. Böylece denetleme hizmeti yapılmış olur. Bugün ise denetleme sonuçları yargı denetimine çoğunlukla gitmemekte, yönetim memurlarını kolladığı gibi, meclis de hükümetini korumaktadır. Oysa bizim önerdiğimiz mekanizmada denetlemenin sonuçları, yine denetleme kuruluşları tarafından yargıya götürülebilmektedir.
Anlatılanları ;(Şema 2)'ye yerleştirerek açıklayacak olursak, ruhsal ve bedensel ihtiyaçlar insanın his yeteneği ile belirlenir. Bu ihtiyaçları toplumda dinî ve ahlâkî kuruluşlar tespit
ŞEMA 2 : Denetlemenin işleyişi
ederler. Denetleme bütün dinî grupların seçtikleri temsilcilerden oluşan bir meclise de sahip olacaktır. Bu gruplardan gelen istekler, dinî meclis aracılığı ile yasama organına bildirilecektir. Dinî meclisler, Bucak, İl ve Devlet kademesinde meclis oluşturacaklardır. Denetleme kuruluşları aynı zamanda malların ve olayların denetimine ilişkin kurumlar yoluyla denetime aktif olarak halk bazında katılmış olacaklardır. İsteklerin yerine getirilmemesi, gecikmesi veya yasamanın kararlarına uyulmaması hâlinde denetleme gruplarının dava açma hakları olacaktır, (bkz. Şema 2).
c) YASAMANIN İŞLEYİŞİ:
Denetlemenin işleyişinde anlatıldığı üzere, insanda hislerden gelen ve ihtiyaçları belirleyen arzular, düşünce yeteneğindeki muhakeme yoluyla değerlendirilir. İmkânlar araştırı-
Ş E M A 3 : Yasamanın işleyişi
larak giderme yolları tespit edilir. İmkânların belirlenmesinde hafıza önemli bir yer tutar. Bilinç bu imkânları değerlendirir ve istekler uygulanacak hâle getirilerek irade yeteneğine havale edilir. Uygulamanın gerçekleşip gerçekleşmediği ise duyularla anlaşılır. Benzer olaylar toplum içinde kurumlar aracılığı ile gerçekleşir.
Dinin tespit ettiği ihtiyaçlar duyurma (=tebliğ) kuruluşları ile yasama organına ulaştırılır, ihtiyaçlar imkânlarla burada dengelenir ve plan hâline dönüşür.Bundan sonra bütçe yapılır. Basından da yararlanılır. Sonunda karar alınır ve bu karar tescil ve ilan edilir. Yürütme, bu kararı yerine getirir. Sonunda yasaların uygulanıp uygulanmadığı kazâî içtihatlarla hükme bağlanır. Burada yasama kanunları yapar ama talimat veremez ve denetleyemez. Sadece denetleme tarafından açılmış davalarda yapılanların yasalara uygun olup olmadığı hususunda içtihatta bulunur ve devre kapanır.
Buraya kadar anlatılanlar bir de Şema 3'den izlenebilir, (bkz. Şema 3).
Yasamanın işleyişinde önce belirlenen istekler doğrultusunda imkânlar araştırılır ve o konuda kavramlar oluşturulur. Bu araştırmalar "bilim kuruluşları (=bilimsel ekoller)" tarafından değerlendirilir ve "bilim meclisi"ne gönderilir. Kararlar bilim meclisinde alınır, yani yasalar yapılır. Yasaların tescil ve ilânı ile mevzuat oluşur. İhtilaflarda bilimsel içtihatlara başvurulur. Bütün bunlar eğer bir toplumda hukukî plüralizmden söz açılıyorsa bilimsel ekollere göre gerçekleşir. Demek ki Sosyal Denge Modeli'nde yasama fonksiyonu, bilimsel ekoller tarafından oluşturulan bilim meclisine aittir.
d) YÜRÜTMENİN İŞLEYİŞİ:
İnsan düşüncesiyle karar verdikten sonra, bedenine neler yapması gerektiğini iletir, zekâsıyla tercihler yapar. Bedenine bazı hareketleri yapması için emirler verir. O da, bu hareketleri
ŞEMA 4 : Yürütmenin işleyişi
yapar. Sonunda bir ürün meydana gelir. Bundan sonra artık bu üründen yararlanma söz konusudur. Yemek yiyen bir insan için sorun bitmiş değildir, yemeğin sindirilmesi de gerekir.
Sosyal Denge Modeli'nde devlet içindeki organlar da benzer bir biçimde faaliyet gösterirler. Denetleme, ihtiyaçları devamlı olarak yasamaya bildirir. Yasama, imkânları tespit ederek sözleşme (=yasa) biçimine sokar ve yürütmeye tevdî eder. O da teknik tercihleri yapar ve yasaların ortaya koyduğu imkânlarla işbölümü içinde ortak üretimi gerçekleştirir. Üretilen standart mallar, eksperlere kontrol ettirilip ambara teslim edilmekle hizmet tamamlanmış olur. Sonra bu ürün yönetim tarafından paylaştırılır.
Buraya kadar yürütme ile ilgili anlatılanları (Şema 3)'te izleyebiliriz. Ekonomik faaliyetlerin yürütmeye ilişkin temelini altyapı ve teknoloji(üretim araçları) teşkil eder. Genel hizmetlerin götürülmesi ile üretim gerçekleşir. Bütün bu faaliyetler ekonomik kurumlar olan meslekî kuruluşlar tarafından yapılır. Meslekî kuruluşlar bucak, il ve devlet düzeyinde her kademede yürütme meclisleri oluştururlar. Meslekî kuruluşlarla, meslekî meclislerin işlevi ülke içinde üretim faaliyetlerinin koordinasyonu olup sonuçta ürünün elde edilmesinin ortamını hazırlamaktır. Bu göreve Sosyal Denge Modeli'nde yürütme (=icrâ) adını veriyoruz. Ürünlerin elde edilmesi standartları ve bu standartların tescilini gerektirir. Diğer taraftan elde edilmiş ürünlerin denetimi üretimi kadar önem taşımaktadır. Üretimi yürütme denetimini ise denetleme kuruluşları yapar. Ürünün elde edilmesi âdil bir paylaşımı gerektirir. Bu paylaşımda devletin payı bir hizmet karşılığı olarak belirir, (bkz. Şema 4).
e) YARGININ İŞLEYİŞİ:
Sosyal Denge Modeli'nde yürütme; işlerin yasalara, yani mevzuata uygun olarak yapılmasıdır. İdare ise, yapılan işlerin değerlendirilmesidir. Yürütme gelecekle, Sosyal Denge Modeli'nde idare ise, geçmişle ilgilenir. Model'de yer alan yürütme ile idare arasındaki temel fark buradadır. Demek ki, Yürütme işbölümü (=kollektif) içinde üretimin sağlanması, İdare ise ürünün paylaşılmasıdır. Bu husus iyice anlaşıldığı takdirde yürütme ile yargı (=icrâ ile idare) arasındaki sınırlar çizilebilir.
Toplumda, daha önce de belirtildiği üzere, din ihtiyaçları tespit etme, bilim imkanları araştırıp karar alma, ve yürütme gerçekleştirme görevlerini yerine getiriyorlardı. Artık elde edilen bu ürünün âdil bir biçimde paylaşılması gerekmektedir. Bu işlevi hangi kurum yerine getirecektir? İşte Sosyal Denge Modeli'nde bu görev, idare (=kazâ)'ye yüklenmiştir. Çıkan her türlü ihtilaf idarenin fonksiyonu olan kazâ(=yargı) ile yürürlükteki mevzuata göre halledilecektir.Bu konuda anlattıklarımızı (Şema 5) üzerinden izlemeye çalışalım.
Şema5:Yargının işleyişi
İnsanın ünsiyet yeteneği örfü, örf ise hukuk sistemini doğurur. Mevzuatın varlığı ve geçerliliği ancak güvenliğin sağlandığı bir yerde söz konusu olabilir. Elde edilen ürünlerin bölüşümü, idare tarafında mevzuata göre yapılır ve gerektiğinde siyasî gücün kullanılması zorunluluğu vardır. Bu nedenle idarî kuruluşlar, siyasî gruplar tarafından oluşturulur ve Sosyal Denge Modeli'nde siyasî grupların diğer gruplar olan dinî gruplar, bilimsel ekoller ve meslekî kuruluşlar üzerinde her hangi bir üstünlüğü yoktur. Bu gruplarla denge içindedir. Böylece devlet değil, idare küçültülmektedir. İdarenin teşkilatlanması siyasî gruplar tarafından gerçekleştirilir.Siyasî partiler siyasî meclisi oluştururlar.
İdarenin bölüşümü ise şöyle gerçekleşir. Yürütmenin hizmet ortağı olarak katıldığı standart ürünler kamuya ait
ambarlara girer. Herkesin eline anlaşmalara göre muhasebeleştirilen pay senedi(=para) verilir. Para, devletin gücüyle kefaleti altına aldığı değerlerin bir karşılığıdır ve ancak siyasî gücün teyidi ve teminatıyla değer kazanır.Devlete özgü bir belge niteliği taşır ve yalnız devlet tarafından çıkartılabilir. Bu nedenle, Sosyal Denge Sistemi'nde para ve kredinin merkezi olan bankalar idareye bağlıdır ve bankalar bölüşümde bu suretle araç olurlar. İdarenin bir diğer temel fonksiyonu ihtilafların giderilmesi biçiminde ortaya çıkar. İhtilaf çıktığında olayların soruşturulması, davaların açılması ve kararların verilmesi, yani tahkik ve tahkim kurumları görev yaparlar, (bkz.Şema 5).
4) Kuvvetler dengesi ve laiklik
Buraya kadar hep dengeden söz ettik. Ancak dengenin niçin kurulması gerektiğine işaret etmedik. Şimdi yeri gelmişken bu konu üzerinde kısaca durmak istiyoruz.
İnsanın biyolojik yapısındaki hücre ve dokularla, psikolojik yetenekleri ve buna ait kriterleri bir dengeye dayanmaktadır. İnsanın nasıl bir hücre dokusunu yok etmemiz mümkün değilse yine psikolojik yeteneklerimizden birinin yok olmasından söz açamıyorsak toplum ve devlette de yer alan sosyal kurum ve kuvvetleri aynı biçimde yok edemeyiz.
Toplumda yer alan sosyal kurumlardan birini yok saymak veya devlet içinde yer alması gereken kuvvetlerden birini diğerleri içinde eritmek genel sosyal dengeyi bozar. Esasen tarih, bu kurumların birbirleri üzerinde egemenlik kurma mücadeleleri olarak dahi incelenebilir. Hatta, iktisadi ve siyasî sistemlerin doğuşu dahi bu açıdan değerlendirilebilir.
Kuvvetler dengesinin Din lehine bozulması teokrasiyi, İktisat lehine bozulması kapitalizmi,idâre lehine bozulması faşizmi veva despotizmi doğurmuştur.Bu kurumlardan sadece Bilim tarih boyunca devlete egemen olmuş değildir. Devletin böyle dengesi bozuk biçime dönüşmesi çeşitli aksaklıklara ne den olmuştur.
Bize göre kuvvetler dengesinde yer alan sosyal kurumlar doğal kurumlar olup asıl olan bu kurumlar arasında zaten doğal olarak var olan dengenin bozulmadan korunmasıdır.
Ancak, zaman zaman bu kurumlardan kaldırılmak istenenler olmuştur. Örneğin SSCB ve Doğu Bloku uygulamalarında Din tamamen toplum hayatından soyutlanmış ve vicdanlara itilmek istenmiştir. Bu uygulamanın ne denli yanlış olduğu tartışılmayacak derecede ortaya çıkmıştır.Hattâ SSCB'de yeni düzenin dinî bir düzen olmasına dahi şaşırmamak gerekir. Çünkü, temel sosyal kurumları yok etmeye yönelik uygulamalar, bu kurumların daha da etkin bir biçimde gündeme gelmelerine neden olmaktadır. O halde, bu kurumlardan birini kaldırmak veya dengeyi bunlardan biri lehine bozmak sosyal dengenin bozulması, bu da sosyal sorunların arkasının alınamaması demektir.
Esasen bize göre, her bir kurumun kendi kriteri ile işlevini görmesi ve kurumların birbirlerinin işlevlerine karışamaması lâiklik ilkesinin yansımasından başka bir şey değildir. O halde biz, laikliği kuvvetler dengesi olarak ele alıyor ve ona göre tanımlıyoruz. Böyle bir yaklaşım ve benzetme lâiklikle ilgili teorik tartışmaların tamamını sorun olmaktan çıkarmakta ve kesin olarak çözmektedir. Bütün mesele sosyal kurumlar ile kuvvetler arasındaki ilişkiyi kurmaktan ibarettir. Böyle bir yaklaşım kurumlar arası ayrışmayı sağladığı gibi, bunlar arasında denge kurularak işbirliği ve işbölümünü de gerçekleştirmektedir.
Günümüzdeki lâiklik uygulamaları bu sorunlara cevap verememektedir. Ancak önerdiğimiz Sosyal Denge Modeli'nde ise sosyal kurumlar arasında denge sağlandığı gibi, yapılan laiklik tanımıyla sorun teorik açıdan çözülmekte ve ancak bu takdirde lâiklik ilkesi uğrunda mücadele verilebilen bir nitelik kazanmakta ve devletin vazgeçilmez ilkeleri arasında sayılabilir hâle gelmektedir.